merhaba
biri size bu sözü söylediğinde, siz de bir robotla muhatap olmadığınızdan nezaketen de olsa karşılık verirsiniz.
yani sövmüyorum da. bir merhaba yahu! madem karşılık vermeyeceksin kapat o mesaj kutusunu değil mi?
t: bir sosyal mecrada kullandığım fakat karşılık alamadığım selamlaşma ifadesi.
yani sövmüyorum da. bir merhaba yahu! madem karşılık vermeyeceksin kapat o mesaj kutusunu değil mi?
t: bir sosyal mecrada kullandığım fakat karşılık alamadığım selamlaşma ifadesi.
devamını gör...
faruk nafiz çamlıbel
bir dönem milletvekilliği de yapmış olan beş hececi şair.
benim kafamda her zaman bir ortaokul anımla birlikte yer etmiştir. türkçe hocamız, nedendir bilinmez, çamlıbel'in han duvarları isimli şiirini "bakalım ezberleyip güzel okuyabilen olacak mı?" gazıyla bazılarımızın ezberlemesine neden olmuştu. o zamanlar benim hafıza zehir tabi... birkaç gün içinde ezberledim ve ilginçtir ki hâlâ aklımdadır şiirin tamamı.
öyle "şiir ezberlemekte ne var ki?" demeyin. şiirin uzunluğu işte bu kadar:
--- alıntı ---
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonun ademdir diyor insana yolun hali,
ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmışım kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplı beli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
--- alıntı ---
benim kafamda her zaman bir ortaokul anımla birlikte yer etmiştir. türkçe hocamız, nedendir bilinmez, çamlıbel'in han duvarları isimli şiirini "bakalım ezberleyip güzel okuyabilen olacak mı?" gazıyla bazılarımızın ezberlemesine neden olmuştu. o zamanlar benim hafıza zehir tabi... birkaç gün içinde ezberledim ve ilginçtir ki hâlâ aklımdadır şiirin tamamı.
öyle "şiir ezberlemekte ne var ki?" demeyin. şiirin uzunluğu işte bu kadar:
--- alıntı ---
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonun ademdir diyor insana yolun hali,
ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmışım kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplı beli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
--- alıntı ---
devamını gör...
birdenbire olan şeyler
deprem.
devamını gör...
pişman olduğunuz kararlar
yurtdışında kalma imkanım varken geri dönmek
devamını gör...
demedim mi
pir sultan abdal'a ait muhteşem bir ilahi. hayko cepkin'in anadolu rock tarzında fantastik bir yorumu vardır.
--! spoiler !--
güzel aşık cevrimizi
çekemezsin demedim mi?
bu bir rıza lokmasıdır
yiyemezsin demedim mi?
demedim mi, demedim mi?
gönül sana söylemedim mi?
ah demedim mi, demedim mi?
gönül sana söylemedim mi?
bu bir rıza lokmasıdır,
yiyemezsin, demedim mi?
yemeyenler kalır naçar
gözlerinden kanlar saçar
bu bir demdir gelir geçer
duyamazsın demedim mi?
dervişlik ulu dernektir
görene büyük örnektir
yensiz yakasız gömlektir
giyemezsin demedim mi?
--! spoiler !--
--! spoiler !--
güzel aşık cevrimizi
çekemezsin demedim mi?
bu bir rıza lokmasıdır
yiyemezsin demedim mi?
demedim mi, demedim mi?
gönül sana söylemedim mi?
ah demedim mi, demedim mi?
gönül sana söylemedim mi?
bu bir rıza lokmasıdır,
yiyemezsin, demedim mi?
yemeyenler kalır naçar
gözlerinden kanlar saçar
bu bir demdir gelir geçer
duyamazsın demedim mi?
dervişlik ulu dernektir
görene büyük örnektir
yensiz yakasız gömlektir
giyemezsin demedim mi?
--! spoiler !--
devamını gör...
24 ağustos 2021 mehmet boynukalın'ın lgbt+i tweeti
senin benim üzerimde hakkın yok mehmet. hoş olsa da senden helallik istemem.
senin ahlâk, ülke, aile değerlerin beni ilgilendirmiyor. çünkü çarpık ideolojiniz ve laik demokratik cumhuriyete düşmanlığınız yüzünden bu haldeyiz. işiniz gücünüz başkasının ahlakı ve değerleriyle uğraşmak. elinizde tespih, ağzınızda dua var ama yaptıklarınızla bu ülkeye en büyük zararı sen ve senin gibiler veriyor. diye cevap vermek istediğim tweet.
senin ahlâk, ülke, aile değerlerin beni ilgilendirmiyor. çünkü çarpık ideolojiniz ve laik demokratik cumhuriyete düşmanlığınız yüzünden bu haldeyiz. işiniz gücünüz başkasının ahlakı ve değerleriyle uğraşmak. elinizde tespih, ağzınızda dua var ama yaptıklarınızla bu ülkeye en büyük zararı sen ve senin gibiler veriyor. diye cevap vermek istediğim tweet.
devamını gör...
kitap alıntıları
"beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. iyi işleri olan sinek kaydı tıraşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık... sabahın altı buçuğunda bir çalar saatin sesine uyanıp yataktan fırla, giyin, zorla bir şeyler atıştır, sıç, işe, diş fırçala, saç tara. başka birine büyük paralar kazandırmak ve sana tanınan fırsat için müteşekkir olmak için berbat bir trafiğin içine dal. nasıl razı olunur böyle bir yaşama?"
(bkz: charles bukowski)
(bkz: charles bukowski)
devamını gör...
uzun saçlı erkek
maalesef çekici bulmadığım er kişisi.
maalesef dedim, linç yemekten korktuğum için cümleyi hafifletmeye çalıştım. üzgünüm.
maalesef dedim, linç yemekten korktuğum için cümleyi hafifletmeye çalıştım. üzgünüm.
devamını gör...
kitaplarda en sinir bozan durum
yazım hatası olmamalı bir kitapta. sırf yazım hataları var diye okumayı bıraktığım kitap olmuştu.
devamını gör...
kitap alıntıları
dünya kötü, insanlar adaletsiz*
dostoyevski-insancıklar
dostoyevski-insancıklar
devamını gör...
sözlük mağazasında kendine göre ürün bulamamak
bu sebep yüzünden karma puanımı bekletiyorum, ileride değerlenir belki.
devamını gör...
haham (yazar)
çok kısa bir sürede yazarlık mertebesine erişmiş olan arkadaşımız.
çok da güzel tanımları var.
nice güzel tanımlara.
çok da güzel tanımları var.
nice güzel tanımlara.
devamını gör...
orijin
koordinat sisteminde yatay(x) ve dikey (y) eksenlerinin dik bir şekilde kesişmeleri ile meydana gelen bir düzlemde iki doğrunun kesişme noktasına orijin (0) denir.
devamını gör...
yazarların çektiği çiçek fotoğrafları
benim bu çiçeklerle başım dertte. hepsi beni çek beni çek diye bağırıyor.ben hepinize yetişemem ki sevdiceklerim.
bahar neşeleri bunlar...
devamını gör...
normal sözlük'ün sizi takip etmesi
t: yazarlarını takip eden sözlük yapmışlar.
takipçi listeme güneş gibi doğmuş sarı papatyam.
ayrica merak etmeyin yoldaş sizi bulur derken bahsedilen numara bu muydu acep?
eğer öyle ise bu biraz basit kaçmış yoldi tolki.
takipçi listeme güneş gibi doğmuş sarı papatyam.
ayrica merak etmeyin yoldaş sizi bulur derken bahsedilen numara bu muydu acep?
eğer öyle ise bu biraz basit kaçmış yoldi tolki.
devamını gör...
aldatılmamak için yapılması gerekenler
istediğini yap. engel olamazsın. meşrebinde aldatmak olan aldatacağı varsa her türlü aldatır. çoğu zaman ruhun bile duymaz.
devamını gör...
edinilmiş en kıymetli hayat tecrübesi
istisnalar dışında insanların, tüm insani gelişmişlik maskelerinin ardında zihinlerinin ilkel yönüyle "düşünüp" hareket ettiklerinin bilinciyle yaşamaktır.
neredeyse yaşamın her alanında geçerli bu.
neredeyse yaşamın her alanında geçerli bu.
devamını gör...


