sen müziğe dokunamazsın ama müzik sana dokunabilir
devamını gör...
isis
benim için özel bir yeri olan post-metal'in öncü gruplarından. ilk albümlerinde yoğun şekilde neurosis benzeri bir müzik yapmış olsalar da oceanic albümleriyle birlikte edindikleri post-rock etkisi ile kendi tarzlarını yaratıp türe kıvamını verdiler. sayısız post-metal grubuna ilham olan (hatta kopyalanan) bir tarzları vardır. tool ile içli dışlı olmuşlardır. bazı albümlerinde konuk müzisyen olarak tool üyeleri de çalmıştır.
isimleriyle aynı kısaltmaya sahip terör örgütü yüzünden adlarını "isis the band" olarak değiştirmek zorunda kaldılar, isis tişörtü olan hayranlar bunları dışarıda giyemedi :/
ayrıca her ne kadar grubun her yönünü aşırı sevsem de davulcularına özellikle vurgu yapmak istiyorum, kendine has minimal bir tarzı var ve bu müziğe gerçekten de çok yakışıyor.
en sevdiğim albümleri (kararsız kalsam da) sanırım oceanic derim ben de. bir kere tür için çok büyük öneme sahip olmasının yanı sıra şarkı yazımı, konsept, prodüksiyon tarzı, özgünlük ve daha sayamayacağım bir ton konuda aşmış bitirmiş bir albüm.
oceanic'ten sonra panopticon'da bazı değişikliklerle birlikte aynı tarzı daha rafine bir şekilde sürdürdüler. prodüksiyonu da oceanic'in çiğ havasının aksine daha tok.
ben panopticon'u da aşırı seviyorum. tam bir yolculuk hissi veriyor ki yolculuklarda da dinlemek için en uygun albümlerden biri olabilir gerçekten. en sevdiğim şarkılarını saymaya başlasam in fiction, so did we, grinning mouths diye gide gide tüm albümü sayarım sanırım, zaten bağımsız şarkılardan çok albüm olarak deneyim edilmesi gereken bir tecrübe bence bu.
ondan sonra in the absence of truth ile alternative metal etkili, önceki albümlerinden nispeten farklı bir tarza büründüler ki bu dönemden sonra çıkan albümleri de her ne kadar sevsem de kendime pek yakın hissettirmiyorlar ne yazık ki.
son albümleri wavering radiant da bu sound ile devam etti, aynı zamanda daha progressive metal etkili bir albüm. yine asla kötü diyeceğim bir albüm değil, zaten çok da sevilen bir albümdür ama dediğim gibi ben eski albümleri kadar çok sevemiyorum bunu. bu albümden sonra grubun vizyonunu gerçekleştirdiği gerekçesiyle dağıldılar.
ancak kariyerlerinde yaptıkları son şarkı olan pliable foe tam bir şaheser, gerçekten konulabilecek en güzel noktayı koymuşlar. aslında grubun melvins'le yaptığı split ep'den bir şarkı ama sonrasında derleme albümleri temporal'a eklediler.
bir yandan işi sulandırmadan dağılmış olmalarına çok saygı duyuyorum ama bir yandan da dünyaya böyle bir grubun bir daha gelmeyeceğini bilmek biraz üzüyor maalesef.
isimleriyle aynı kısaltmaya sahip terör örgütü yüzünden adlarını "isis the band" olarak değiştirmek zorunda kaldılar, isis tişörtü olan hayranlar bunları dışarıda giyemedi :/
ayrıca her ne kadar grubun her yönünü aşırı sevsem de davulcularına özellikle vurgu yapmak istiyorum, kendine has minimal bir tarzı var ve bu müziğe gerçekten de çok yakışıyor.
en sevdiğim albümleri (kararsız kalsam da) sanırım oceanic derim ben de. bir kere tür için çok büyük öneme sahip olmasının yanı sıra şarkı yazımı, konsept, prodüksiyon tarzı, özgünlük ve daha sayamayacağım bir ton konuda aşmış bitirmiş bir albüm.
oceanic'ten sonra panopticon'da bazı değişikliklerle birlikte aynı tarzı daha rafine bir şekilde sürdürdüler. prodüksiyonu da oceanic'in çiğ havasının aksine daha tok.
ben panopticon'u da aşırı seviyorum. tam bir yolculuk hissi veriyor ki yolculuklarda da dinlemek için en uygun albümlerden biri olabilir gerçekten. en sevdiğim şarkılarını saymaya başlasam in fiction, so did we, grinning mouths diye gide gide tüm albümü sayarım sanırım, zaten bağımsız şarkılardan çok albüm olarak deneyim edilmesi gereken bir tecrübe bence bu.
ondan sonra in the absence of truth ile alternative metal etkili, önceki albümlerinden nispeten farklı bir tarza büründüler ki bu dönemden sonra çıkan albümleri de her ne kadar sevsem de kendime pek yakın hissettirmiyorlar ne yazık ki.
son albümleri wavering radiant da bu sound ile devam etti, aynı zamanda daha progressive metal etkili bir albüm. yine asla kötü diyeceğim bir albüm değil, zaten çok da sevilen bir albümdür ama dediğim gibi ben eski albümleri kadar çok sevemiyorum bunu. bu albümden sonra grubun vizyonunu gerçekleştirdiği gerekçesiyle dağıldılar.
ancak kariyerlerinde yaptıkları son şarkı olan pliable foe tam bir şaheser, gerçekten konulabilecek en güzel noktayı koymuşlar. aslında grubun melvins'le yaptığı split ep'den bir şarkı ama sonrasında derleme albümleri temporal'a eklediler.
bir yandan işi sulandırmadan dağılmış olmalarına çok saygı duyuyorum ama bir yandan da dünyaya böyle bir grubun bir daha gelmeyeceğini bilmek biraz üzüyor maalesef.
devamını gör...
sleepless in seattle
bir norah epron filmidir.

filmin senaryosunu ise jeff arch, nora epron ve david s. ward birlikte yazmıştır. güzel bir romantik komedi örneği olan filmde bu tür filmlerin doksanlardaki en aranan ismi olan meg ryan ve her zaman muhteşem, her rolün altından kalkabilen tom hanks oynamaktadır. bu filmdeki başarılı birliktelik yıllar sonra filmin daha teknolojik versiyonu sayabileceğimiz you’ve got mail’de de tekrarlanmıştır.
film eşinin vefatını bir türlü atlatamayan sam’in sekiz yaşındaki oğlunun da yardımı ve desteği ile bir radyo programını arayıp eşi ile yaşadığı kusursuz aşkı ve onun ne kadar özlediğini anlattıktan sonra başına gelenleri anlatıyor. birçok kadın bu radyo programını dinleyip sam’a aşık olur ve onu mektup yağmuruna tutarlar.
sam pek oralı değildir çünkü o gerçek bir aşk peşindedir ama o kadınları arasında bir tanesi bir mucizenin eşiğine getirir sam’i. hem de empire state binasının oralarda bir yerde.
filmi izlemeden önce an affair to remember fimini izlerseniz çok daha büyük bir zevk alacaksınız filmden.

filmin senaryosunu ise jeff arch, nora epron ve david s. ward birlikte yazmıştır. güzel bir romantik komedi örneği olan filmde bu tür filmlerin doksanlardaki en aranan ismi olan meg ryan ve her zaman muhteşem, her rolün altından kalkabilen tom hanks oynamaktadır. bu filmdeki başarılı birliktelik yıllar sonra filmin daha teknolojik versiyonu sayabileceğimiz you’ve got mail’de de tekrarlanmıştır.
film eşinin vefatını bir türlü atlatamayan sam’in sekiz yaşındaki oğlunun da yardımı ve desteği ile bir radyo programını arayıp eşi ile yaşadığı kusursuz aşkı ve onun ne kadar özlediğini anlattıktan sonra başına gelenleri anlatıyor. birçok kadın bu radyo programını dinleyip sam’a aşık olur ve onu mektup yağmuruna tutarlar.
sam pek oralı değildir çünkü o gerçek bir aşk peşindedir ama o kadınları arasında bir tanesi bir mucizenin eşiğine getirir sam’i. hem de empire state binasının oralarda bir yerde.
filmi izlemeden önce an affair to remember fimini izlerseniz çok daha büyük bir zevk alacaksınız filmden.
devamını gör...
mazlum çimen
yaklaşık 25 dakika önce izmir - ankara yolunda yağış kaynaklı bir trafik kazasından yara almadan kurtulduğunu öğrendiğim sanatçı. eğer başına bir şey gelseydi, çok üzülürdüm gerçekten...
aman mazlum abi, aman...
sen bize lazımsın...
aman mazlum abi, aman...
sen bize lazımsın...
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
gece 02.25. kimbilir yazmayı bitirdiğimde yelkovan kaçı zorluyor olacak? biraz uzun yazacağım, okuyasınız yoksa hiç başlamayınız. buraya yazmayalı bir ayı geçmiş. hoş, geçtiğimiz hafta uzunca içimi döktüm de birkaç dakika sonra sessiz sedasız kaldırıverdim. yazdığım bir şeyin ilgi çekmek maksatlı yazılmış olduğunu düşünmesin diye sevgili yazarlar.*
biraz böyleyiz işte. başkalarının hisleri, başkalarının düşünceleri, başkalarının herhangi bir şeyleri bizi biz olmaktan alıkoyuyor. insanların beklentilerine kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki biz kendimizden ne bekliyoruz, kendimiz için ne bekliyoruz, bunu unutuveriyoruz. birkaç yıl evvel bu minvalde bir twit attığımda o dönemler psikolojik olarak pek de iyi durumda olmayan bir arkadaşım, bu twiti okuduktan sonra günlerce kendisinin ne istediğini aradığını ancak bir türlü bulamadığını söylemişti. ben o twiti alelade bir şekilde attıktan sonra yatıp uyumuştum halbuki. bugün aklıma geldi ve düşündüm: dün birkaç arkadaşla modada ne de güzel vakit geçirmişiz. bugün üsküdarda farklı birkaç arkadaşla ne de uzun oturmuş zaman nasıl geçmiş anlamamışız. daha da düşündüm sonra. benimle sık konuşan, beni az buçuk tanıyan insanlardan daima duyduğum o söz öbekleri: “yine mi dışardasın? yine kimle takılıyosun? yine nerede sürtüyosun?”*
daima bir goygoy masasında yerim var* sevdiğim pek çok insan, beni sevdiğine inandığım pek çok insan, fena sayılmayan bir meslek, eh işte denilecek bir sosyal statü, yaşıyoruz, mutluyuz falan seviyoruz da hani yaşamayı. işte böyle şeyler. peki bu pembemsi, pembemtrak tablonun içerisinde ben neden sürekli biraz eksik, neden sürekli biraz doyumsuz, neden sürekli biraz melankolik hissediyorum? neden olur olmadık anlarda sürekli en kötü en gaddar en başarısız insan benmişim gibi hissediyorum?*
yoksa insan “tamamlanamayan bir varlık” diyenler kurşunu doğru yere mi isabet ettirmişler? eğer çizdiğim bu güzel tabloya rağmen dönüp dolaşıp kalbimi yoklayan ağrı için “ kanka boşver be insan tamamlanamayan bir varlıktır demişler, olur bunlar” derseniz bana ağır bir küfür ettiğinizi düşünürüm. nasılsa kimse yarası öyle kolay tanımlanabilsin istemez. öyle ya anlaşılmak isteriz de daima; derdimiz, tasamız, sızımız, ağrımız, yaramız öyle birkaç kelime ile ifade edilecek alelade bir mesele değildir, hep çetrefilli, en çetrefillidir. napayım benim için de böyle. bana bu kalbimin sıkışmasını iki cümleyle izah ederseniz buna darılırım. isteğim bir lejyoner hastalığı teşhisi de değil elbet, ağrım küçümsenmesin bana yeter.
burası artık konudan saparak ve bir hayli uzatarak geldiğimiz nokta. doğrusu bu kadar uzun yazmamın sebebi de buydu; varsın okunmasın, ben kendim için yazacağım. -bana kalırsa bu da bir aldatmaca, kendim için yazıyorsam neden günlüğüme yazmıyorum, yahut günlüğüm yoksa neden ismini karalama defteri koyduğum bir word dosyasına çiziktirmiyorum da buraya yazıyorum? demek siz de biraz okuyun diye niyetlenmişim, öyle ya kendi kendine nasıl yetsin insan?-* evet ne diyordum, iyi değilim. hayır mutlak iyi değilim. yahut mutlaka iyi değilim. sahi salvadore nasılım? sahi siz nasılsınız ruhi bey? iyiyim, iyiyim.
velhasılı bu uzun yazının özeti şu: görünüşü fena olmayan, orta halli, dümdüz, dışardan bakılınca asla görünmeyen bir düğüme sahip bir ipliğim ben. elinize ilk alışta da fark etmiyorsunuz. şöyle bir dokunmayla hissetmeniz dahi zor. iyice dokunmanız, temas etmeniz, elinizi şefkatle* şöyle bir gezdirmeniz gerekiyor. o zaman birden o düğüme temas edip oha bu nasıl olmuş böyle diye şaşırıyorsunuz. yani o kadar gizli saklı bir düğüm bu. diyorsunuz ki nasıl olmuş böyle? neden böyle? hangi böyle?*
işte benim bu gece yarım saattir meramımı arz etmeye çalıştığım mevzudaki bahis bundan başkası değildir. o dümdüz ipe* bazı geceler hışımla saldırıyor, o düğüme dokanıyor, neden böyle nasıl böyle hangi böyle diye hayıflanıyorum. hayıflandıkça buraya geliyor, buraya geldikçe kafa ütülüyorum.
insan tamamlanamayan varlık mıdır bilemem. sorduğu bazı soruların yanıtını asla bulamayan, asla bulamayacak olan ama bulamasa da sormaktan asla vazgeçemeyecek olan bir varlık var. ona insan dediklerini çok sonra öğrendim.
buraya kadar aralıksız okuyan yüce gönüllü bütün yazarlar, sorduğunuz sorulara doğru yanıtlar bulmanızı dilerim, daima.
biraz böyleyiz işte. başkalarının hisleri, başkalarının düşünceleri, başkalarının herhangi bir şeyleri bizi biz olmaktan alıkoyuyor. insanların beklentilerine kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki biz kendimizden ne bekliyoruz, kendimiz için ne bekliyoruz, bunu unutuveriyoruz. birkaç yıl evvel bu minvalde bir twit attığımda o dönemler psikolojik olarak pek de iyi durumda olmayan bir arkadaşım, bu twiti okuduktan sonra günlerce kendisinin ne istediğini aradığını ancak bir türlü bulamadığını söylemişti. ben o twiti alelade bir şekilde attıktan sonra yatıp uyumuştum halbuki. bugün aklıma geldi ve düşündüm: dün birkaç arkadaşla modada ne de güzel vakit geçirmişiz. bugün üsküdarda farklı birkaç arkadaşla ne de uzun oturmuş zaman nasıl geçmiş anlamamışız. daha da düşündüm sonra. benimle sık konuşan, beni az buçuk tanıyan insanlardan daima duyduğum o söz öbekleri: “yine mi dışardasın? yine kimle takılıyosun? yine nerede sürtüyosun?”*
daima bir goygoy masasında yerim var* sevdiğim pek çok insan, beni sevdiğine inandığım pek çok insan, fena sayılmayan bir meslek, eh işte denilecek bir sosyal statü, yaşıyoruz, mutluyuz falan seviyoruz da hani yaşamayı. işte böyle şeyler. peki bu pembemsi, pembemtrak tablonun içerisinde ben neden sürekli biraz eksik, neden sürekli biraz doyumsuz, neden sürekli biraz melankolik hissediyorum? neden olur olmadık anlarda sürekli en kötü en gaddar en başarısız insan benmişim gibi hissediyorum?*
yoksa insan “tamamlanamayan bir varlık” diyenler kurşunu doğru yere mi isabet ettirmişler? eğer çizdiğim bu güzel tabloya rağmen dönüp dolaşıp kalbimi yoklayan ağrı için “ kanka boşver be insan tamamlanamayan bir varlıktır demişler, olur bunlar” derseniz bana ağır bir küfür ettiğinizi düşünürüm. nasılsa kimse yarası öyle kolay tanımlanabilsin istemez. öyle ya anlaşılmak isteriz de daima; derdimiz, tasamız, sızımız, ağrımız, yaramız öyle birkaç kelime ile ifade edilecek alelade bir mesele değildir, hep çetrefilli, en çetrefillidir. napayım benim için de böyle. bana bu kalbimin sıkışmasını iki cümleyle izah ederseniz buna darılırım. isteğim bir lejyoner hastalığı teşhisi de değil elbet, ağrım küçümsenmesin bana yeter.
burası artık konudan saparak ve bir hayli uzatarak geldiğimiz nokta. doğrusu bu kadar uzun yazmamın sebebi de buydu; varsın okunmasın, ben kendim için yazacağım. -bana kalırsa bu da bir aldatmaca, kendim için yazıyorsam neden günlüğüme yazmıyorum, yahut günlüğüm yoksa neden ismini karalama defteri koyduğum bir word dosyasına çiziktirmiyorum da buraya yazıyorum? demek siz de biraz okuyun diye niyetlenmişim, öyle ya kendi kendine nasıl yetsin insan?-* evet ne diyordum, iyi değilim. hayır mutlak iyi değilim. yahut mutlaka iyi değilim. sahi salvadore nasılım? sahi siz nasılsınız ruhi bey? iyiyim, iyiyim.
velhasılı bu uzun yazının özeti şu: görünüşü fena olmayan, orta halli, dümdüz, dışardan bakılınca asla görünmeyen bir düğüme sahip bir ipliğim ben. elinize ilk alışta da fark etmiyorsunuz. şöyle bir dokunmayla hissetmeniz dahi zor. iyice dokunmanız, temas etmeniz, elinizi şefkatle* şöyle bir gezdirmeniz gerekiyor. o zaman birden o düğüme temas edip oha bu nasıl olmuş böyle diye şaşırıyorsunuz. yani o kadar gizli saklı bir düğüm bu. diyorsunuz ki nasıl olmuş böyle? neden böyle? hangi böyle?*
işte benim bu gece yarım saattir meramımı arz etmeye çalıştığım mevzudaki bahis bundan başkası değildir. o dümdüz ipe* bazı geceler hışımla saldırıyor, o düğüme dokanıyor, neden böyle nasıl böyle hangi böyle diye hayıflanıyorum. hayıflandıkça buraya geliyor, buraya geldikçe kafa ütülüyorum.
insan tamamlanamayan varlık mıdır bilemem. sorduğu bazı soruların yanıtını asla bulamayan, asla bulamayacak olan ama bulamasa da sormaktan asla vazgeçemeyecek olan bir varlık var. ona insan dediklerini çok sonra öğrendim.
buraya kadar aralıksız okuyan yüce gönüllü bütün yazarlar, sorduğunuz sorulara doğru yanıtlar bulmanızı dilerim, daima.
devamını gör...
bir günlüğüne karşı cins olunsa yapılacaklar
bu zamanda kadın olunur mu siz kafayı mı yediniz?
devamını gör...
yoldaş görüntülü arasa telefonu açar mısınız sorunsalı
çırılçıplak bile soyunurum*.
devamını gör...
sen git ben geliyorum
sonu hiç hayra alamet olmayan ve insanı ayar eden cümle.
şahsın gelmeyeceğine delalettir.
şahsın gelmeyeceğine delalettir.
devamını gör...
kadıköy beyfendisi’ne veda kesiti
yokluğunuzda kafa açan kesitleri tekrar tekrar izleyeceğim. veda videonuzda downtown abbey kullanmanız ayrıca duygulandırdı. umarım çok çabuk dönersiniz.
devamını gör...
kova burcu
zodyak’ın 12 burcunun on birincisi kova burcudur. 21 ocak – 18 şubat tarihleri arasında doğanlar bu burca mensuptur.
--- alıntı ---
sembolü: kova
elementi: hava
olumlu özellikleri: bağımsız, özgün, insani, açık fikirli, adil, mantıklı
olumsuz özellikleri: tavizsiz, gösterişçi, söz tutmama
en sevdiği şeyler: arkadaşlarıyla eğlenmek, yardım etmek, entelektüel ortamlar, bilim-kurgu, bağımsız filmler
nefret ettiği şeyler: sınırlar, kırıcı sözler, yalnızlık, sıkıcı insanlar, karşıt görüşlü insanlar, adaletsizlik, ilgi manyağı insanlar
gizli tutkuları: tamamen özgür olmak
güçlü yanları: özgün fikirler üretebilmek, hızlı öğrenmek, yeniliklere açık olmak
zayıf yanları: hevesinin çabuk kırılması, alıngan olmak, mesafeli olmak
--- alıntı ---
--- alıntı ---
sembolü: kova
elementi: hava
olumlu özellikleri: bağımsız, özgün, insani, açık fikirli, adil, mantıklı
olumsuz özellikleri: tavizsiz, gösterişçi, söz tutmama
en sevdiği şeyler: arkadaşlarıyla eğlenmek, yardım etmek, entelektüel ortamlar, bilim-kurgu, bağımsız filmler
nefret ettiği şeyler: sınırlar, kırıcı sözler, yalnızlık, sıkıcı insanlar, karşıt görüşlü insanlar, adaletsizlik, ilgi manyağı insanlar
gizli tutkuları: tamamen özgür olmak
güçlü yanları: özgün fikirler üretebilmek, hızlı öğrenmek, yeniliklere açık olmak
zayıf yanları: hevesinin çabuk kırılması, alıngan olmak, mesafeli olmak
--- alıntı ---
devamını gör...
haziran 2021 köy okulları yardım projesi
kafa sözlüğe minnettar olduğum yardım çalışmasıdır.
en büyük değilsin belki ama çok büyüksün be kafa sözlük çok büyük.
bütün sosyal medya hesaplarımdan paylaşım yapacağım.
bütün wp gruplarına bütün eşe dosta akrabalara haber vereceğim.
ayrıca çocukların geleceğine yardımcı olacağımız için çok mutluyum.
çocukların tebessüm etmesine yardımcı olacağımız için çok mutluyum.
emeği geçenlere düşünenlere teşekkürler.
en büyük değilsin belki ama çok büyüksün be kafa sözlük çok büyük.
bütün sosyal medya hesaplarımdan paylaşım yapacağım.
bütün wp gruplarına bütün eşe dosta akrabalara haber vereceğim.
ayrıca çocukların geleceğine yardımcı olacağımız için çok mutluyum.
çocukların tebessüm etmesine yardımcı olacağımız için çok mutluyum.
emeği geçenlere düşünenlere teşekkürler.
devamını gör...
-kalypso
titan atlas'ın ogygie adası'nda ikamet eden kızıdır. odysseia'da , gemisi kazaya uğrayan odyssesus'u yanına alır. ona aşık olduğu için 7 sene adada yanında tutar ama sonra tanrılar odyssesus 'u serbest bırakmasını emreder.
devamını gör...
metin altıok
güzel anılar biriktirdim senden,
dudağıma solgun gülücükler getiren.
özenle sakladım belleğimde,
bir yığın oldu daha şimdiden.
nasıl olsa bir sonu olacaktı bu aşkın
bir gün apansız gerçekleşiveren.
bir terazinin durgun pirinç kefesine
pat diye inince kara kiloluk,
nasıl kalkar havaya birdenbire
boş kalan zavallı kefe.
nasıl titreşir terazi uzun süre,
denge sağlanıncaya kadar başka şeylerle.
anılarla bozdum o dengeyi ben önce,
ikimiz için de yaptım bunu.
yaşadığımız günlerden biriktirdim sessizce,
bir kefede sana hiç sezdiremeden.
koyabilirsin kara kiloyu artık,
bak terazi nasıl kolay gelecek dengeye.
mutluydum ben yine de kendimce.
senin girdilerin, çıktılarım benim
doğrusu uygundu birbirine,
yan yana gelince bir resmi tamamlayan.
vazgeçilmezdi ellerin sonra,
yangınımdan yorgan döşek kaçıran.
ama inan sonludur aşk da,
kovalar sonunu kendi kendinin.
bana bir uçurum gerek şimdilerde,
yeterince dik ve derin.
bir çavlan istiyorum çünkü,
kırmak için kristalini hayatın ve şiirin.
muhteşem dizelerin sahibidir.
devamını gör...
kargocu yalanları
geldik ama evde değildiniz.
devamını gör...
yağmur duası sonrası her yere yağmur yağması
meteorolojinin yağmurlar geliyor açıklamasından sonra yağmur duasına çıkmak kadar garip bir durum değildir.
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
akşam oldu hüzün çöktü her yere
nizanim'in damarı kabarmadı mı ne
böyle atışmak olur muymuş
tosbağanın hunisi düştü yere
nizanim'in damarı kabarmadı mı ne
böyle atışmak olur muymuş
tosbağanın hunisi düştü yere
devamını gör...
bekar kadınların sohbetlerinin konusunun hep erkek olması
hem bekar hem evli erkekler için de aynısı geçerli değil mi zaten?
ne konuşurlarsa konuşsunlar,en üst seviye de olsa(meslek) hep kadın kadın.konu oraya dönecek.*
ne konuşurlarsa konuşsunlar,en üst seviye de olsa(meslek) hep kadın kadın.konu oraya dönecek.*
devamını gör...
sesi yanık herkese sana kaset çıkaralım diyen göbüşlü ilk 3 düğmesi açık adanalı veya urfalı dayı
beni oldukça güldüren başlıktır.
devamını gör...

