türk müzik tarihinin en mistik şarkısı
normal sözlük yazarlarına göre türk müzik tarihinin en mistik şarkısını içerir. bana göre;
kimse bilmez, mehmet güreli.
kimse bilmez, mehmet güreli.
devamını gör...
türk erkeğinde oğlunu sanayiye gönderme fantezisi
hiç değilse bir meslek öğrensin, bir işyerindeki hiyerarşik yapıyı görsün, elindeki şeylerin değerini anlasın diye düşünen ebeveynlerin yaptığı eylem. kimse çocuğu üzerinden bir fantazi kurmaz. herkes yetiştirdiği evladının iyi bir yerde olmasını ve hayatla mücadele etmesini öğrenmesini ister.
kaldı ki sanayi kötü bir yer değildir. ustalık öğrenmek, bir zanaat öğrenmek yapmasan bile hayatın boyunca işini kolaylaştırır.
kaldı ki sanayi kötü bir yer değildir. ustalık öğrenmek, bir zanaat öğrenmek yapmasan bile hayatın boyunca işini kolaylaştırır.
devamını gör...
sizi kaybetmek istemeyen ama sizi sevmeyi bilmeyen insanlar
kanımca, sevmeyi bilmediği için değil, gerçekten sevmediği ve kendi rahatını düşünen bencilin teki olduğu için kaybetmek istemeyen insandır.
sonuçta sevince kaybetmekten korkar insan. kaybetmeyi istememek, sevmediğini gösterir, sevmeyi bilmediğini değil.
yolu açık olsundur. allah çarşısına pazar versindir. güle güle gitsindir.
sonuçta sevince kaybetmekten korkar insan. kaybetmeyi istememek, sevmediğini gösterir, sevmeyi bilmediğini değil.
yolu açık olsundur. allah çarşısına pazar versindir. güle güle gitsindir.
devamını gör...
feminist gece yürüyüşü’ne katılan çok sayıda kadının cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alınması
17 yaşındaki trans kadına kezzap ile saldıran ve bir kadını canlı yayında döven erkekler serbest bırakılırken feminist gece yürüyüşüne katılan kadınlar 'cumhurbaşkanına hakaret' suçlamasıyla gözaltına alınıyor. gece gece sinirden çıldırıyorum gerçekten.
devamını gör...
fotoğrafın hikayesi
katolik bir kadınla protestan kocasının mezarları.
1842 yılında evlenmiş ve 38 yıl boyunca evli kalmışlar. 38 yıl sonra önce adam ölmüş ve protestan mezarlığına gömülmüş. 8 yıl sonra ölen eşini de diğer tarafa gömmüşler. zira aynı yere gömülme izni verilmemiş, mezhepleri farklı olduğundan. kadın, kocasına yakın gömülmek istediğinden, olabilecek en yakın mesafeyi bu şekilde ayarlamışlar. böylece karı koca öldükten sonra da el ele kalmayı sembolik de olsa başarmış.

görselin kaynağı
1842 yılında evlenmiş ve 38 yıl boyunca evli kalmışlar. 38 yıl sonra önce adam ölmüş ve protestan mezarlığına gömülmüş. 8 yıl sonra ölen eşini de diğer tarafa gömmüşler. zira aynı yere gömülme izni verilmemiş, mezhepleri farklı olduğundan. kadın, kocasına yakın gömülmek istediğinden, olabilecek en yakın mesafeyi bu şekilde ayarlamışlar. böylece karı koca öldükten sonra da el ele kalmayı sembolik de olsa başarmış.

görselin kaynağı
devamını gör...
sözlüğü bırakanların uzun uzun veda yazısı yazması sorunsalı
çok klas hareket ya.
ben de yapıcam bir gün gidersem. gerçekten yapıcam, çünkü yeterince kınadım ve ben kınadığım her şeyi yapan bir insanım ne yazık ki.
lakin şimdilik bir yere gittiğim yok.
ben de yapıcam bir gün gidersem. gerçekten yapıcam, çünkü yeterince kınadım ve ben kınadığım her şeyi yapan bir insanım ne yazık ki.
lakin şimdilik bir yere gittiğim yok.
devamını gör...
yakışıklılık vs karizma
sorunsal olmayan sorunsalımsı.
bir kadın olarak cevaplıyorum, karizma tabii ki yau.
yakışıklılık dışarıdan insanları etkiler ama 3 saniye kadar, karizma da dışarıdan insanları etkiler ama bir ömür kadar.*
bir kadın olarak cevaplıyorum, karizma tabii ki yau.
yakışıklılık dışarıdan insanları etkiler ama 3 saniye kadar, karizma da dışarıdan insanları etkiler ama bir ömür kadar.*
devamını gör...
canı sıkılanlara tavsiyeler
şu devirde internet gibi bir kaynağımız varken can sıkıntısı yaşamak gerçekten imkansız. can sıkıntısından çok vakit sıkıntısı var. ama can sıkıntısından kasıt ruh sıkıntısı ise işte ona lafım yok.
devamını gör...
erdoğan'ın kanal istanbul’a karşı çıkanlar atatürk ve cumhuriyet düşmanıdır sözü
teröriste alıştık gari. yeni bi yafta lazım.
taaa antalya'dan 8 yaşındaki oğlumu anıtkabire götürmek için yola çıkıp, bi gece konaklayıp geri dönen ben atatürk düşmanıymışım.
bana bi gülme geldi, yazamayacağım.
taaa antalya'dan 8 yaşındaki oğlumu anıtkabire götürmek için yola çıkıp, bi gece konaklayıp geri dönen ben atatürk düşmanıymışım.
bana bi gülme geldi, yazamayacağım.
devamını gör...
istanbul'da serçe kalmaması
şayet görürseniz arpa şehriye koyun pencerenizin önüne, kısa sürede alışacaklardır. kumrular ile serçeleri bu şekilde alıştırdım.
devamını gör...
erkekleri çekici kılan detaylar
düşünceli,anlayışlı olması ve ne olursa olsun nezaketini, kibarlığını bozmamasıdır. sadakatli ve ne istediğini bilmesi de bence bir erkeğin fiziksel özelliklerinden daha çok önemlidir. hem diğer erkeklerden ayırır farklı ve çekici kılar.
devamını gör...
kendini törpülemek
aslında nefsimizi törpüleme, her insan bunu yapabilr ise ne mutlu ona, her türlü kötü alışkanlıktan kendini koruyabilirsiniz.
devamını gör...
kaç kere aşık olunabilir sorunsalı
ben sınırsız diye biliyorum ama siz illaki birşeylere indirgemek istiyorsanız buyrun.
devamını gör...
yakub cemil
ittihat ve terakki'nin dört bir yana korku salan fedaisi. cepheden cepheye koşup göğüs göğüse çarpışmaktan çekinmemesine rağmen ünü asıl olarak aydınlatılamayan cinayetlerinden ve acımasız işkencelerinden gelir. enver paşa ile yakın bir ilişkisi vardır. korkunç namı paşanın kulağına kadar gitmesine rağmen ona ihtiyacı olduğu için gözden çıkaramamıştır. bu ihtiyaç ve yakub cemil'in soğukkanlılığı bab-ı âli baskını'na dair bizzat kendi anlattıklarından sezilebilir.
müşir paşa sert bir dille, hiddet içinde "bu ne cüret, burada ne arıyorsunuz asi herifler," diye bağırmaya başladı. enver bey karşısında birden koskoca harbiye nazırı'nı görünce kıpkırmızı kesilmişti(...) kolumu paşanın arkasından çevirip sağ şakağına tabancayı yaklaştırdım ve tetiğe bastım. harbiye nazırı'nın kafasından fışkıran kanı ve bütün heybetiyle yere serilişini izledi. korkulan ve çekinilen nazım paşa'nın işi bitmişti. enver bey sesi titreyerek "eyvah, yakub cemil ne yaptın, buna ne lüzum vardı?" dedi. enver bey'e döndüm "bu herife laf anlatılır mı?" dedim ve nazım paşa'nın yerde vücuduna bir kurşun daha sıktım.
aynı zamanda birinci dünya savaşı'nda katillerden oluşan bir orduya liderlik etmiştir. bu orduda istanbul hapishanelerinden seçilmiş olan dört bin civarı gönüllü mahkum vardır. fakat konu mahkumlar olunca elbette bazı istenmeyen olaylar da yaşanacaktır. ilk olay yüz seneye yakın mahkum edilmiş bir katilin yol üstündeki köylerden birinde bir kıza tecavüz etmesidir. mahkum, kısa bir takipten sonra yakalanarak yakub cemil'in karşısına getirilir. cezası oldukça ağır olacaktır.
(...)bütün halk suçluyla birlikte köy meydanına toplandı. yakub cemil kısa bir sorgudan sonra suçunu itiraf eden katilin donunu indirtti, uzvunu tuttu ve sağ elindeki söğüt yaprağıyla kesti. her yer kan gölüydü. kanlara bulanan adamın yanındakiler yakub cemil'e sordu: "yarasını bağlayalım mı?" cevap kesindi: "istemez, köpek gibi yalaya yalaya iyi etsin!"
ikinci olay ise çorum'da meydana gelir. bölgenin zenginlerinden biri öldürülmüş, üstelik karısına ve kızına da işkence edilmiştir. kadın ve kızına zanlı teşhis ettirilir, ancak mahkum suçunu bir türlü kabul etmez. bunun üzerine yakub cemil adamı önce iskemleye bağlar, ardından kafasının üstünü tıraş ettirir. sonrasında ise yardımcılarından birine mahkumlarda bolca bulunan bitlerden toplattırır. bunların içine koyulduğu teneke adamın başının üstüne kapatılıp bir örtüyle bağlanır, işkence saatlerce sürer, adam bayıldıkça yüzüne su dökerek ayıltırlar. adam en sonunda suçunu itiraf edince önce bir direğe bağlanır, ardından üzerine gazyağı dökülür ve yakub cemil sigarasını yaktığı kibriti adama atarak ateşe verir. adamın yanışını ağzında sigarasıyla, elleri arkasında seyreder.
kaynak: sevinç yavuz, kolici: bir seri katilin hikayesi (kitap).
müşir paşa sert bir dille, hiddet içinde "bu ne cüret, burada ne arıyorsunuz asi herifler," diye bağırmaya başladı. enver bey karşısında birden koskoca harbiye nazırı'nı görünce kıpkırmızı kesilmişti(...) kolumu paşanın arkasından çevirip sağ şakağına tabancayı yaklaştırdım ve tetiğe bastım. harbiye nazırı'nın kafasından fışkıran kanı ve bütün heybetiyle yere serilişini izledi. korkulan ve çekinilen nazım paşa'nın işi bitmişti. enver bey sesi titreyerek "eyvah, yakub cemil ne yaptın, buna ne lüzum vardı?" dedi. enver bey'e döndüm "bu herife laf anlatılır mı?" dedim ve nazım paşa'nın yerde vücuduna bir kurşun daha sıktım.
aynı zamanda birinci dünya savaşı'nda katillerden oluşan bir orduya liderlik etmiştir. bu orduda istanbul hapishanelerinden seçilmiş olan dört bin civarı gönüllü mahkum vardır. fakat konu mahkumlar olunca elbette bazı istenmeyen olaylar da yaşanacaktır. ilk olay yüz seneye yakın mahkum edilmiş bir katilin yol üstündeki köylerden birinde bir kıza tecavüz etmesidir. mahkum, kısa bir takipten sonra yakalanarak yakub cemil'in karşısına getirilir. cezası oldukça ağır olacaktır.
(...)bütün halk suçluyla birlikte köy meydanına toplandı. yakub cemil kısa bir sorgudan sonra suçunu itiraf eden katilin donunu indirtti, uzvunu tuttu ve sağ elindeki söğüt yaprağıyla kesti. her yer kan gölüydü. kanlara bulanan adamın yanındakiler yakub cemil'e sordu: "yarasını bağlayalım mı?" cevap kesindi: "istemez, köpek gibi yalaya yalaya iyi etsin!"
ikinci olay ise çorum'da meydana gelir. bölgenin zenginlerinden biri öldürülmüş, üstelik karısına ve kızına da işkence edilmiştir. kadın ve kızına zanlı teşhis ettirilir, ancak mahkum suçunu bir türlü kabul etmez. bunun üzerine yakub cemil adamı önce iskemleye bağlar, ardından kafasının üstünü tıraş ettirir. sonrasında ise yardımcılarından birine mahkumlarda bolca bulunan bitlerden toplattırır. bunların içine koyulduğu teneke adamın başının üstüne kapatılıp bir örtüyle bağlanır, işkence saatlerce sürer, adam bayıldıkça yüzüne su dökerek ayıltırlar. adam en sonunda suçunu itiraf edince önce bir direğe bağlanır, ardından üzerine gazyağı dökülür ve yakub cemil sigarasını yaktığı kibriti adama atarak ateşe verir. adamın yanışını ağzında sigarasıyla, elleri arkasında seyreder.
kaynak: sevinç yavuz, kolici: bir seri katilin hikayesi (kitap).
devamını gör...
yerkes-dodson yasası
performans ile uyarılma arasındaki doğrudan ilişkiyi ortaya koyan yasadır. psikolog robert m. yerkes ve john dillingham dodson tarafından ortaya atılmıştır.
bu yasa, performansın fizyolojik veya zihinsel uyarılma ile arttığını ancak bu artışın belirli bir noktaya kadar olduğunu ortaya koymaktadır.
yani uyarılma seviyesi çok yüksek olduğunda, bu durum performansa olumsuz etkide bulunacaktır.
bu konuda bir örnek verecek olursak sporcuları ele alabiliriz. bir sporcu önemli bir müsabaka öncesi ideal bir heyecan seviyesinde ise bu onun performansını artıracaktır. eğer bu seviye daha da artacak olursa, strese yol açarak performansı azaltacaktır.
bu yasa, performansın fizyolojik veya zihinsel uyarılma ile arttığını ancak bu artışın belirli bir noktaya kadar olduğunu ortaya koymaktadır.
yani uyarılma seviyesi çok yüksek olduğunda, bu durum performansa olumsuz etkide bulunacaktır.
bu konuda bir örnek verecek olursak sporcuları ele alabiliriz. bir sporcu önemli bir müsabaka öncesi ideal bir heyecan seviyesinde ise bu onun performansını artıracaktır. eğer bu seviye daha da artacak olursa, strese yol açarak performansı azaltacaktır.
devamını gör...
normal sözlük'ü yöneten 5 aile
yönettiklerinden kendilerinin de haberi olmayan kişiler.
ben bilmiyordum mesela benim de yönettiğimi.
nerde yetkilerim? getirin hemen! kötü bir şeyler yapmam gerekiyor, vücudum titriyor, çabuk!
bu arada, genç yazar ve çaylaklardan da seçin birkaç tane bana hemen! kanlarını içerek genç görünmeye devam etmeliyim.
ben bilmiyordum mesela benim de yönettiğimi.
nerde yetkilerim? getirin hemen! kötü bir şeyler yapmam gerekiyor, vücudum titriyor, çabuk!
bu arada, genç yazar ve çaylaklardan da seçin birkaç tane bana hemen! kanlarını içerek genç görünmeye devam etmeliyim.
devamını gör...
marmara denizi'nde çıkan deniz salyaları
uzun zamandır denizde bulunan ve artan, halk arasında deniz salyası olarak bilinen müsilajların yüzeye çıkmasıdır. müsilajlarların yoğunluğunu konuyla ilgili yapılan bir söyleşiden net bir şekilde anlayabilirsiniz:
"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."
söyleşi
1989’da ne oldu?
1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.
neydi o “sular”?
istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.
marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?
teknik olarak bu nasıl uygulandı?
ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.
bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?
1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."
söyleşi
1989’da ne oldu?
1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.
neydi o “sular”?
istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.
marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?
teknik olarak bu nasıl uygulandı?
ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.
bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?
1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
devamını gör...
kadınların birbirlerine canım diye hitap etmesi
erkekler gibi "birader, hocam, üstadım, hop, hişt, pişt" mi desinler? tabiiki "canım, cicim, hayatım" diyecekler. kadınların her yaptığını dert etmeseniz mi acaba?
devamını gör...
klasikleşmiş muhteşem yüzyıl replikleri
hürrem yine gebe.
devamını gör...
