bir abinizin normal sözlük gözlemleri
36'lık bir delikanlı olarak katılıyorum.
günde 500 tanım giren, saçma sapan başlıklar açan ergenler var.
adı bile okunmayan, 80 tane harfi yanyana düzerek " nick " aldığını zanneden, kaliteyi düşürenlerden ben de şikâyetçiyim.
günde 500 tanım giren, saçma sapan başlıklar açan ergenler var.
adı bile okunmayan, 80 tane harfi yanyana düzerek " nick " aldığını zanneden, kaliteyi düşürenlerden ben de şikâyetçiyim.
devamını gör...
istiklal marşı'nın 100. yılına özel galata kulesi gösterisi
istiklal marşı'nın 100. yılına özel galata kulesi'nde ışık gösterisi yapıldı
kültür ve turizm bakanlığı tarafından istiklal marşı'nın kabulünün 100. yıl dönümü için galata kulesi'nde özel bir gösterim hazırlandı. türklerin orta asya'dan çıkışından bugüne kadar geçen dönemde tarihe adlarını yazdırmış önemli isimlere yer verilen mapping show yöntemiyle kuleye yansıtılan görüntüler arasında mehmet akif ersoy'un görseli de yer aldı.



haber linki
kültür ve turizm bakanlığı tarafından istiklal marşı'nın kabulünün 100. yıl dönümü için galata kulesi'nde özel bir gösterim hazırlandı. türklerin orta asya'dan çıkışından bugüne kadar geçen dönemde tarihe adlarını yazdırmış önemli isimlere yer verilen mapping show yöntemiyle kuleye yansıtılan görüntüler arasında mehmet akif ersoy'un görseli de yer aldı.



haber linki
devamını gör...
büyüyünce bana bakar diye çocuk yapmak
bencilliktir +1.
bir de bunu çocuğun yüzüne karşı söylerler. "biz seni bize bakasın diye yaptık, biz seni bugünler için büyüttük" diye.
garibim çocuk da hayata geliş amacının sadece bu olduğunu düşünerek başka bir beklentisi olmadan sürdürür ömrünü.
bir de bunu çocuğun yüzüne karşı söylerler. "biz seni bize bakasın diye yaptık, biz seni bugünler için büyüttük" diye.
garibim çocuk da hayata geliş amacının sadece bu olduğunu düşünerek başka bir beklentisi olmadan sürdürür ömrünü.
devamını gör...
kedi ve insan ilişkisi
aralarında ilişki olduğunu düşünmediğim başlık.
zira kediler pek ilişki hayvanı değiller gibi. *
zira kediler pek ilişki hayvanı değiller gibi. *
devamını gör...
seni seviyorum demenin farklı şekilleri
bunu görünce, dinleyince, duyunca, vb aklıma sen geldin
devamını gör...
ilkokuldan akılda kalanlar
geç kalanlar derse girmeden önce bahçeden çöp toplardı.
sınıftaki erkeklerden tiksinirdik eşyalarımız bile değse ağlar kavga çıkarırdık.
sınıftaki erkeklerden tiksinirdik eşyalarımız bile değse ağlar kavga çıkarırdık.
devamını gör...
yazarların garip huyları
yolculuk esnasında ,gördüğüm araclarin plakalarındaki harfleri kullanarak zihnimde hikayeler yazmam.
devamını gör...
samimi olmadığın birine yaptığın espri sonrası gelen pişmanlık
alakasız anlarda aklınıza gelir neden yaptım ki yani ne gerek vardı bir tutamadım kendimi diye hezeyanlara boğulursunuz, ah o saçma espriyi havada tutup sinek gibi ezebilseydim diye hayaller kurarsınız ama işte hayaldir bu.iş işten geçmiştir ve zevzekliğiniz uzay zamandaki yerini almıştır
devamını gör...
nilgün marmara
"hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata."
haydar ergülen
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata."
haydar ergülen
devamını gör...
kabil kompleksi
kardeşe karşı rekabet, saldırı hatta öldürme hisleri ile giden durum. kabil ve habil adem ile havvanın oğulları olup,oğullarından biri diğerini öldürmüştür.
devamını gör...
aynı evde yaşıyormuş gibi entryler
evde yokken lucifer'ın odasının duvarlarını kaslı erkek resimleriyle süslemek isteyeceğim evdir.
hepsini topladım diye düşünürken, bir gün dolabını açıp gömlek seçtiği sırada, kıyafetlerin arkasında en sexy olanını görmesi, ona ikinci sürprizini yaşatacaktır.
hepsini topladım diye düşünürken, bir gün dolabını açıp gömlek seçtiği sırada, kıyafetlerin arkasında en sexy olanını görmesi, ona ikinci sürprizini yaşatacaktır.
devamını gör...
the truman show
sahte hayatlar yaşamaya çok alıştık internet alemine daldık dalalı. daimi bir takip edilme hevesiyle kendi özel hayatımızı gözler önüne sermekten büyük bir keyif duyar olduk. hayatımıza dair ne varsa, paylaşım sitelerinde ayan beyan ortaya döktük ve bu, bizim popülerlik yolundaki en büyük adımımız oldu. halbuki git gide yalana dönen, sahteliğe meyleden bir yaşam döngüsünde yol alıyorduk, bilemedik. bir kafede otururken “sıkıldım” desek hiç kimse dönüp bakmazken bize, bu sözü internette bir siteye yazınca onlarca yorum almaktan dolayı göğsümüz kabardı. 500 – 1000 sanal arkadaşımız olunca kendimizi sosyalleşmiş saydık fakat bir sinema filmini yalnız izlemek zorunda kaldığımızda bile o arkadaşların sahteliğinden şüphelenmek aklımıza gelmedi. işte bu bizim takip edilme, izlenme isteğimizdendir. büyük biradere gönüllü köleliğimizdendir.
bir başka ve daha evvel bir zamana ait olan televizyon ise başka bir yönümüzü ortaya koydu. başka insanların hayatına olan merak. televizyonla birlikte, kendi hayatımızı yaşamaktansa, başka insanların yaşadıklarını izlemeye koyulduk büyük bir iştahla. insanlarıın en özeline kadar soktuk burnumuzu, yetmedi eleştirmeye, akıl vermeye bile başladık. onlar yaşadılar biz izledik. onların hayatındaki her şeyi merak etmeye başladık. bir adam hayal kurdu mesela, biz o hayale ondan fazla inandık. eve gelince ilk iş televizyonu açtık dünyada neler olmuş diye bakmak için. ama aslında dünyada neler olduğunu, eve gelmeden az evvel kendi gözlerimizle görmekteydik. işte bu da bizim takip etme, izleme isteğimizdendir. büyük birader olmaya yeltenişimizdir.
bu iki isteğin bileşimi bizi yavaş yavaş “truman burbank kompleksi”ne doğru sürüklemeye başladı. her an bir film setinde gibi yaşamak adet oldu artık. kulağımızda kulaklıklarla yürürken, çalan müzik “clint mansel”e aitse bir de, kendimizi bir filmin başrolünde hissettik. fonda çalan müzik eşliğinde bize biçilen rolü oynuyorduk, çevremizdeki herkes gibi. bu yanlış değildi aslında, çünkü zaten herkes, bir kamera olsun ya da olmasın, clint mansel çalsın ya da çalmasın kendine yazılmış bir senaryoyu hayata geçirmekteydi. acı çeker gibi yapmak, gülümser gibi, acıkır gibi, sevişir gibi, yaşar gibi yapmak oldu işimiz. ve tabii sonunda ölür gibi yapmak… ta ki bir gün gökyüzünden bir spot ışığı önümüze düşüp bize bir şeyleri ayrımsatana kadar.
truman burbank, bir şirket tarafından evlat edinilen ve doğumundan itibaren her saniyesi dev bir film setinde geçen, farkında olmasa da yaşamı bir dizi olan bir adamın hikayesidir. tanıdığı herkes profesyonel oyunculardır, karısı, annesi, babası, en yakın arkadaşı… istinasız herkes. sahip olduğu hobiler ve dahi fobiler dizinin devamı için ona zorla kabul ettirilmiştir. ve otuz yaşına kadar truman bu olayın farkına varamaz bir türlü. andrew niccol’ün yaratıcılığın da bir sınırı olduğunu kabul edemeyen pırıl pırıl zihninin bir örneğidir bu film. niccol’ün zihninin ne kadar sınır tanımaz olduğunu anlamak için gattaca, simone, the terminal’i de izlemeniz yeterlidir sanırım. tabii bu yaratıcı kalem üstadının gözü kulağı olan yönetmen peter weir’i de unutmayalım. “dead poets society”de harikalar yaratan yönetmenin “the truman show”da yaptığı ise bir başka harikadır. jim carrey, oynadığı her rolün hakkını verebilen bir adam olduğu için de film büyük bir başarı sağlamıştır. izlemeye değer bir film olduğunu söylemeye gerek duymuyorum. izlemeye ve izlenmeye devam edin, sadece spot ışığı ya da bir dekor parçası düşerken kendinize dikkat edin. ölümünüzün “rating”i ne kadar yüksek olursa olsun, öldüğünüzde yayından kaldırılacaksınız…
bir başka ve daha evvel bir zamana ait olan televizyon ise başka bir yönümüzü ortaya koydu. başka insanların hayatına olan merak. televizyonla birlikte, kendi hayatımızı yaşamaktansa, başka insanların yaşadıklarını izlemeye koyulduk büyük bir iştahla. insanlarıın en özeline kadar soktuk burnumuzu, yetmedi eleştirmeye, akıl vermeye bile başladık. onlar yaşadılar biz izledik. onların hayatındaki her şeyi merak etmeye başladık. bir adam hayal kurdu mesela, biz o hayale ondan fazla inandık. eve gelince ilk iş televizyonu açtık dünyada neler olmuş diye bakmak için. ama aslında dünyada neler olduğunu, eve gelmeden az evvel kendi gözlerimizle görmekteydik. işte bu da bizim takip etme, izleme isteğimizdendir. büyük birader olmaya yeltenişimizdir.
bu iki isteğin bileşimi bizi yavaş yavaş “truman burbank kompleksi”ne doğru sürüklemeye başladı. her an bir film setinde gibi yaşamak adet oldu artık. kulağımızda kulaklıklarla yürürken, çalan müzik “clint mansel”e aitse bir de, kendimizi bir filmin başrolünde hissettik. fonda çalan müzik eşliğinde bize biçilen rolü oynuyorduk, çevremizdeki herkes gibi. bu yanlış değildi aslında, çünkü zaten herkes, bir kamera olsun ya da olmasın, clint mansel çalsın ya da çalmasın kendine yazılmış bir senaryoyu hayata geçirmekteydi. acı çeker gibi yapmak, gülümser gibi, acıkır gibi, sevişir gibi, yaşar gibi yapmak oldu işimiz. ve tabii sonunda ölür gibi yapmak… ta ki bir gün gökyüzünden bir spot ışığı önümüze düşüp bize bir şeyleri ayrımsatana kadar.
truman burbank, bir şirket tarafından evlat edinilen ve doğumundan itibaren her saniyesi dev bir film setinde geçen, farkında olmasa da yaşamı bir dizi olan bir adamın hikayesidir. tanıdığı herkes profesyonel oyunculardır, karısı, annesi, babası, en yakın arkadaşı… istinasız herkes. sahip olduğu hobiler ve dahi fobiler dizinin devamı için ona zorla kabul ettirilmiştir. ve otuz yaşına kadar truman bu olayın farkına varamaz bir türlü. andrew niccol’ün yaratıcılığın da bir sınırı olduğunu kabul edemeyen pırıl pırıl zihninin bir örneğidir bu film. niccol’ün zihninin ne kadar sınır tanımaz olduğunu anlamak için gattaca, simone, the terminal’i de izlemeniz yeterlidir sanırım. tabii bu yaratıcı kalem üstadının gözü kulağı olan yönetmen peter weir’i de unutmayalım. “dead poets society”de harikalar yaratan yönetmenin “the truman show”da yaptığı ise bir başka harikadır. jim carrey, oynadığı her rolün hakkını verebilen bir adam olduğu için de film büyük bir başarı sağlamıştır. izlemeye değer bir film olduğunu söylemeye gerek duymuyorum. izlemeye ve izlenmeye devam edin, sadece spot ışığı ya da bir dekor parçası düşerken kendinize dikkat edin. ölümünüzün “rating”i ne kadar yüksek olursa olsun, öldüğünüzde yayından kaldırılacaksınız…
devamını gör...
1 kelimelik hikayeler
yoruldu.
devamını gör...
bilinmeyen bir kadının mektubu
--- alıntı ---
"... senden rica ediyorum, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma, çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım."
--- alıntı ---
kısacık kitaplara (novella) koca duyguları sığdırmış bir yazar...
herkes her şeyi beğenecek diye bir kaide yok.
tabi ki bende bütün kitaplarını bir tutmuyorum.
ama bana sorarsanız duyguları anlatım ve ifade biçimi insan biyografisi üzerine muhteşem bir yazardır kendisi...
tek taraflı, karşılıksız bir aşkın hikayesi
"... senden rica ediyorum, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma, çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım."
--- alıntı ---
kısacık kitaplara (novella) koca duyguları sığdırmış bir yazar...
herkes her şeyi beğenecek diye bir kaide yok.
tabi ki bende bütün kitaplarını bir tutmuyorum.
ama bana sorarsanız duyguları anlatım ve ifade biçimi insan biyografisi üzerine muhteşem bir yazardır kendisi...
tek taraflı, karşılıksız bir aşkın hikayesi
devamını gör...
ev işi yapmamanın boşanma sebebi olması
eğer iki taraf için de geçerliyse sebep sayılabilir.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
ne güzel oldu . tam saatinde rumca bir şarkı. rakı eşliğinde. dinleyen, dinleten dostlara selam olsun . sevgiler güzel yayınlar .,,
devamını gör...
liberalizm
vergilerden beli kırıldığı halde birilerinin komik bir şekilde eleştirdiği görüş. ütopik fikirleri satmaktan vazgeçmeyenlerin korkulu rüyası.
sosyalist devlet: 10 lira kazanıyorsan 7 lirasını bana vereceksin, eh sana eğitim veriyorum sağlık hizmeti veriyorum, köprü yapıyorum yol yapıyorum...
liberal devlet: 10 liranın sadece 3 lirasını versen yeter. temel bazı hizmetler için gerekiyor, gerisi ile ne istiyorsan yapabilirsin.
---
eşitsizlik denilen şey tarihin başlangıcından beri var. biz daha adil, fırsat eşitliğine dayalı bir sistem istiyoruz. temizlikçi ile mühendis aynı parayı kazanınca "eşitlik" olmuyor, haksızlık oluyor. çünkü kaynaklar kıt, her ikisine de refah yaşam sunamıyorsun. biri bali adasına tatile gidecek, diğer eşiyle pikniğe gidecek. gönül isterdi ki herkes her şeyi ücretsiz, istediği zaman yapabilsin. belki dünyanın enerji ihtiyacını kökten çözebilecek, işçilerin fabrikada çalışmasını gerektirmeyecek, başka gezegenlerde terraforming yapabilecek teknolojik gelişmeler yaşanabilir de kurtuluruz. ancak bu gelişmeler ancak liberal bir devlette meydana gelebilir. ki geliyor da...
sosyalist devlet: 10 lira kazanıyorsan 7 lirasını bana vereceksin, eh sana eğitim veriyorum sağlık hizmeti veriyorum, köprü yapıyorum yol yapıyorum...
liberal devlet: 10 liranın sadece 3 lirasını versen yeter. temel bazı hizmetler için gerekiyor, gerisi ile ne istiyorsan yapabilirsin.
---
eşitsizlik denilen şey tarihin başlangıcından beri var. biz daha adil, fırsat eşitliğine dayalı bir sistem istiyoruz. temizlikçi ile mühendis aynı parayı kazanınca "eşitlik" olmuyor, haksızlık oluyor. çünkü kaynaklar kıt, her ikisine de refah yaşam sunamıyorsun. biri bali adasına tatile gidecek, diğer eşiyle pikniğe gidecek. gönül isterdi ki herkes her şeyi ücretsiz, istediği zaman yapabilsin. belki dünyanın enerji ihtiyacını kökten çözebilecek, işçilerin fabrikada çalışmasını gerektirmeyecek, başka gezegenlerde terraforming yapabilecek teknolojik gelişmeler yaşanabilir de kurtuluruz. ancak bu gelişmeler ancak liberal bir devlette meydana gelebilir. ki geliyor da...
devamını gör...
karma puanı sistemi
dün benim merak ettiğim ve sorumun cevabını aldığım linki buraya bırakıyorum rica ederim.
kafasozluk.com/kafa-sozluk-...
kafasozluk.com/kafa-sozluk-...
devamını gör...
ebru
kitre ile yoğunlaştırılan, sığır ödüyle koyulaştırılan suya, boyaların fırçayla serpiştirilerek şekil verilen geleneksel türk sanatıdır.
devamını gör...