kişide kaçma isteği uyandıran muhabbetler
(bkz: siyasi konular)
devamını gör...
ciddi ciddi oturup sedat peker videosu izleyen insan
muhtemelen video izlemeyi seven insandır.
(bkz: olamadığım insan)
(bkz: olamadığım insan)
devamını gör...
liberal demokrat parti
liberal demokrat parti (kısaca ldp), 26 temmuz 1994 tarihinde besim tibuk liderliğinde kurulan türk siyasi partisidir.
devamını gör...
yazarlar geçmişe gidebilseydi yapmayacakları şeyler
arkadaş olduğuma gerçekten pişman olduğum biri var, onla arkadaş olmazdım.
devamını gör...
sözlükte hiçbir oluşuma dahil olmayan yazar
discord miscord, kulüp mulüp, hiçbir grupla işi olmadan yazanlardan birisi de benim. tek dahil olduğum oluşum (bkz: kafa sözlük'te kendi hâlinde yazan yazarlar) oluşumu. fazlasını başım götürmüyor. enerjim yok.
devamını gör...
didem madak
bıktığım şeyler ve yeşil fanila isimli şiirinde “seni sevince pazara çıktım sevinçten” gibi bir dizesi vardır ki sevmenin insana ne yapabileceğine dair bir fikir verir. öyle ya enginarı aşkla alır insan evet, enginarı tutkuyla aldırmaktır, adı aşk. öyle diyor didem hanım, enginar almış pazardan, “süper enginarlaaar” diye bağırıyormuş pazarcı. evet, pazarcının sesini keyifle dinletendir, adı aşk.
yine aynı şiirde
“seni sevince kıpırdayan her şiiri
kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.” diyor. ne diyor anlamadım doğrusu, ne kastetti acaba? ama evet, bir çaydanlığa kıpır kıpır şiirler doldurtur, adı aşk.
bana yalnız bu şiiriyle aşkın insan üzerindeki etkisinin ne denli güçü olabileceğini ve basit ve yavan şeylerin aşkın gücüyle nasıl da tutkulu ve muhteşem şeylere dönüşebileceğini kavratan güzelim şair. çiçekli şiirlerin şairi.
yine aynı şiirde
“seni sevince kıpırdayan her şiiri
kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.” diyor. ne diyor anlamadım doğrusu, ne kastetti acaba? ama evet, bir çaydanlığa kıpır kıpır şiirler doldurtur, adı aşk.
bana yalnız bu şiiriyle aşkın insan üzerindeki etkisinin ne denli güçü olabileceğini ve basit ve yavan şeylerin aşkın gücüyle nasıl da tutkulu ve muhteşem şeylere dönüşebileceğini kavratan güzelim şair. çiçekli şiirlerin şairi.
devamını gör...
çokluk senindir
“özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.”
turgut uyar’ın aşk dolu, okudukça anlamlar yükleyeceğiniz şiiri.
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.”
turgut uyar’ın aşk dolu, okudukça anlamlar yükleyeceğiniz şiiri.
devamını gör...
erdem ergün şarkı sözleri
"sorarlar derdin ne diye
derdim sana doymaz doymaz inan
bu efkârın bir tarifi yâr
kitaplara sığmaz sığmaz inan
alma alma ahımı
yalanım yok, yok günahım yok
gayrı duy figanımı
benim sensiz muradım yok
alma..."
[ güzel yazarımız fakat müzeyyen derin bir tutku mahlaslı kişiden öğrendiğim bu şarkıcı insanın içine işleyen güzel şarkıları bulunuyor.]
derdim sana doymaz doymaz inan
bu efkârın bir tarifi yâr
kitaplara sığmaz sığmaz inan
alma alma ahımı
yalanım yok, yok günahım yok
gayrı duy figanımı
benim sensiz muradım yok
alma..."
[ güzel yazarımız fakat müzeyyen derin bir tutku mahlaslı kişiden öğrendiğim bu şarkıcı insanın içine işleyen güzel şarkıları bulunuyor.]
devamını gör...
kaybolmak
kaybolmazsan, keşfedemezsin.
hangi görünmez zincirle bağlamışlar seni? korkaksın, hiç kaybolmadın. hiç bilmezsin iki duvar ötende kimin bahçesi var. ruhunu içinde sandığın o karmaşık labirent hiç var olmadı. yaşamın boyunca örüp örebildiğin yalnızca iki duvar. iki görünmez duvar...
korkma. ötesine geçsen de kaybolmazsın.
kaybolmak...eşya için aniden görünmez olmak. öznenin kendisi içinse önceki lokasyonunu bulamamak. ruh ya da benlik dedikleri şey için savrulmak, bedeni reddetmek , terk etmek.
her acı, her hırpalayıcı deneyim, her ölüm, her ayrılık bir kopuş , benliğin bedene resti. belki bir korunma refleksi, belki de ruh olmanın dayanılmaz hafifliği. psikiyatrlar buna dissosiyasyon diyorlar. ben, 'benliğimizin bedenimize çektiği kocaman bir s..ktr' diyorum. öyle ki son kertede benlik , travmanın fiziksel şiddetine daha fazla dayanamaz ve bütünüyle kaybolur. ve biz de ölüm raporunda bilmem ne sebepten hayatını kaybetti diye okuruz. duygusal travmalar ise işkencecidir. ruhu et gibi parça parça koparır. kopan her ruh parçası bir daha o bedene dönmemek üzere kaybolur. ruh olmanın dayanılmaz hafifliği demiştik işte. hepimizin ruhlarından bir parça, bir yerlerden bize bakıp nasıl bir enkazdan kurtulduklarını konuşup hayret ediyorlardır kim bilir.
yahut... bunların her biri spiritüel safsatadır. binlerce yıllık kadim kültlerin üfürükleri... yaşadığın her sıkıntı, yalnızca beyninin ilgili lobunda nöroreaksiyonu tetikleyecek bir potasyum -sodyum dengesizliğine sebebiyet verir ve böylelikle bla bla bla...
fi tarihinde bir sonbahar günü,
bir bankta soluklanmak için oturup lucky strike yaktım. apartmanın en üst katının balkonundan ablası olduğunu tahmin ettiğim kız ,isimdaşım olan küçük kardeşine bağırdı.
-******** !!! . fazla uzaklaşma ! kaybolursun!!
üzerime alındım ve sessizce cevap verdim.
- tamam...
hep bir ablam olsun istemiştim zaten.
modern bilim de spiritüel öğretiler de bir abla gibi neden sonuç ilişkisi çerçevesinde özet geçmez kaybolmayı. üstelik kaybolmanın koruyucu tedbiri de, bizzat abla tanımındaki nedenin kendisi..
fazla uzaklaşınca hem bedenen hem ruhen eski konuma dönmeye engel olan, ve bir kişiye, üzerine vazife olmayan sorulara ağzında sigarayla tripten tribe girerek gevşek gevşek cevap verdirten fiili durum.
hangi görünmez zincirle bağlamışlar seni? korkaksın, hiç kaybolmadın. hiç bilmezsin iki duvar ötende kimin bahçesi var. ruhunu içinde sandığın o karmaşık labirent hiç var olmadı. yaşamın boyunca örüp örebildiğin yalnızca iki duvar. iki görünmez duvar...
korkma. ötesine geçsen de kaybolmazsın.
kaybolmak...eşya için aniden görünmez olmak. öznenin kendisi içinse önceki lokasyonunu bulamamak. ruh ya da benlik dedikleri şey için savrulmak, bedeni reddetmek , terk etmek.
her acı, her hırpalayıcı deneyim, her ölüm, her ayrılık bir kopuş , benliğin bedene resti. belki bir korunma refleksi, belki de ruh olmanın dayanılmaz hafifliği. psikiyatrlar buna dissosiyasyon diyorlar. ben, 'benliğimizin bedenimize çektiği kocaman bir s..ktr' diyorum. öyle ki son kertede benlik , travmanın fiziksel şiddetine daha fazla dayanamaz ve bütünüyle kaybolur. ve biz de ölüm raporunda bilmem ne sebepten hayatını kaybetti diye okuruz. duygusal travmalar ise işkencecidir. ruhu et gibi parça parça koparır. kopan her ruh parçası bir daha o bedene dönmemek üzere kaybolur. ruh olmanın dayanılmaz hafifliği demiştik işte. hepimizin ruhlarından bir parça, bir yerlerden bize bakıp nasıl bir enkazdan kurtulduklarını konuşup hayret ediyorlardır kim bilir.
yahut... bunların her biri spiritüel safsatadır. binlerce yıllık kadim kültlerin üfürükleri... yaşadığın her sıkıntı, yalnızca beyninin ilgili lobunda nöroreaksiyonu tetikleyecek bir potasyum -sodyum dengesizliğine sebebiyet verir ve böylelikle bla bla bla...
fi tarihinde bir sonbahar günü,
bir bankta soluklanmak için oturup lucky strike yaktım. apartmanın en üst katının balkonundan ablası olduğunu tahmin ettiğim kız ,isimdaşım olan küçük kardeşine bağırdı.
-******** !!! . fazla uzaklaşma ! kaybolursun!!
üzerime alındım ve sessizce cevap verdim.
- tamam...
hep bir ablam olsun istemiştim zaten.
modern bilim de spiritüel öğretiler de bir abla gibi neden sonuç ilişkisi çerçevesinde özet geçmez kaybolmayı. üstelik kaybolmanın koruyucu tedbiri de, bizzat abla tanımındaki nedenin kendisi..
fazla uzaklaşınca hem bedenen hem ruhen eski konuma dönmeye engel olan, ve bir kişiye, üzerine vazife olmayan sorulara ağzında sigarayla tripten tribe girerek gevşek gevşek cevap verdirten fiili durum.
devamını gör...
toplumdan izole edilmesi gereken insanlar
30 yaşına gelip hala nerede ne diyeceğini bilmeyen insanlar
devamını gör...
solcuları kızdırmak için yapılan minik muzurluklar
insanı dinlendiren küçük olaylardır.
mesela boyamız, tebeşirimiz varsa gece inip kafamıza göre evlere çarpı atıyoruz. sabaha solcular bu olayı amerika ve cemaate bağlıyor hemen. bir bakıyoruz 400 solcu olmuş birden. kahvemizi alıp izliyoruz olanları.
ya da yolda kedi gördük diyelim. kışt ordan diye hafifçe geçiriyoruz kediye. asla abartmıyoruz. çünkü o kedi. kedi mühim.. eve geldiğimizde bi bakmışız #kediyevahset hashtagı altında 7900 civarında solcu konuşuyor. tüm bunlar acayip stres atıcı.
solu seviyom.
şu ara yürüyen avm yaptırıp semt semt gezdirme projemiz var. en az 1 milyon solcu hedefliyoruz.
mesela boyamız, tebeşirimiz varsa gece inip kafamıza göre evlere çarpı atıyoruz. sabaha solcular bu olayı amerika ve cemaate bağlıyor hemen. bir bakıyoruz 400 solcu olmuş birden. kahvemizi alıp izliyoruz olanları.
ya da yolda kedi gördük diyelim. kışt ordan diye hafifçe geçiriyoruz kediye. asla abartmıyoruz. çünkü o kedi. kedi mühim.. eve geldiğimizde bi bakmışız #kediyevahset hashtagı altında 7900 civarında solcu konuşuyor. tüm bunlar acayip stres atıcı.
solu seviyom.
şu ara yürüyen avm yaptırıp semt semt gezdirme projemiz var. en az 1 milyon solcu hedefliyoruz.
devamını gör...
çaylak onay listesi
hiç içinde bulunmadığım listedir. şanslıydık demek ki.
devamını gör...
çibörek
tıpkı karnıyarıkta olduğu gibi, yapanın el becerisine bağlı olarak, yağ çekme oranı 0'a kadar indirgenebilen hamur işi...
devamını gör...
bilgisini artıran insanın üzüntüsünü de artırması
bilmek üzüyor kabul ediyorum ama bilmeyi üzülmeye yeğlerim. zihnim ve ruhumun bunun için var olduğunu düşünüyorum. aksi halde bir çölden farksız olurdum.
devamını gör...
18 mart
hem bu gündür, hemde çanakkale'de denizde yenilmesi imkansız görünen düşman kuvvetlerinin geri çekildiği zaferimizin günüdür.
savaşı tekrar farklı ağızdan tasvire ve önemini nitelemeye gerek yok mehmet akif kendine has üslubu ile muazzam bir şekilde açıklamıştır.
allah vatanı ve dini için can verenlere rahmet etsin.
şiiri dinlemek isteyenler için kaynak
şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde -gösterdiği vahşetle- “bu bir avrupalı!”
dedirir: yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer,
kaynıyor kum gibi… mahşer mi, hakikat mahşer.
yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
ostralya’yla beraber bakıyorsun: kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
öyle müdhiş ki: eder her biri bir mülkü harâb.
öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
o ne müdhiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer…
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
çünkü te’sis-i ilâhî o metin istihkâm.
sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
bu göğüslerse hudâ’nın ebedî serhaddi;
“o benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i…
bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“bu, taşındır” diyerek kâ’be’yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
yedi kandilli süreyyâ’yı uzatsam oradan;
sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
şarkın en sevgili sultânı salâhaddin’i,
kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran…
sen ki, islâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… heyhât!
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana âguşunu açmış duruyor peygamber.
mehmet akif ersoy
savaşı tekrar farklı ağızdan tasvire ve önemini nitelemeye gerek yok mehmet akif kendine has üslubu ile muazzam bir şekilde açıklamıştır.
allah vatanı ve dini için can verenlere rahmet etsin.
şiiri dinlemek isteyenler için kaynak
şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde -gösterdiği vahşetle- “bu bir avrupalı!”
dedirir: yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer,
kaynıyor kum gibi… mahşer mi, hakikat mahşer.
yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
ostralya’yla beraber bakıyorsun: kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
öyle müdhiş ki: eder her biri bir mülkü harâb.
öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
o ne müdhiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer…
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
çünkü te’sis-i ilâhî o metin istihkâm.
sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
bu göğüslerse hudâ’nın ebedî serhaddi;
“o benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i…
bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“bu, taşındır” diyerek kâ’be’yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
yedi kandilli süreyyâ’yı uzatsam oradan;
sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
şarkın en sevgili sultânı salâhaddin’i,
kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran…
sen ki, islâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… heyhât!
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana âguşunu açmış duruyor peygamber.
mehmet akif ersoy
devamını gör...
üzgünken en çok tüketilen şey
yatağımın ömrü. bugün de eskittik yatağımızı.
devamını gör...
hayattan zevk alamamak
oturmaya mı geldik
uzun süre aynı şeyleri yapmaktan kaynaklanan hissiyat.değişiklik şart.. hadi onu da yaptın diyelim yine yoksa tadın tuzun o zaman geçmiş olsun. kronik mutsuzluğa hoş geldin..
uzun süre aynı şeyleri yapmaktan kaynaklanan hissiyat.değişiklik şart.. hadi onu da yaptın diyelim yine yoksa tadın tuzun o zaman geçmiş olsun. kronik mutsuzluğa hoş geldin..
devamını gör...
claranın dağdan aşağı yuvarlanan tekerlekli sandalyesi
adı güzel, kendi güzel, mahlası güzel miniğim..
genç yaşına rağmen bu kadar olgun ve aklı başında başka bir kişi tanımadım ben. umarım kalbi gibi bir hayat yaşar. bu sözlükteki en minnak, akıl küpü yazar arkadaşımdır kendisi. hep yazsın.. çokça kalp, bolca vitamin bırakıyorum buralara. *
genç yaşına rağmen bu kadar olgun ve aklı başında başka bir kişi tanımadım ben. umarım kalbi gibi bir hayat yaşar. bu sözlükteki en minnak, akıl küpü yazar arkadaşımdır kendisi. hep yazsın.. çokça kalp, bolca vitamin bırakıyorum buralara. *
devamını gör...

