savaş çıkarırım gibi geliyor.

çocukken dayak yediğim bi gün şunu fark etmiştim. öyle ya da böyle dayak yiyordum. yediğim dayak aslında benimle ilgili değildi, dayağı yiyordum çünkü dövmek istiyordu. mesele buydu. öyle olunca dayak sırasında ağlamayı bıraktım. çünkü dayak ağlayınca bitiyordu. ha bir tokat yemişim ha 10 tokat, arasında bir fark göremiyordum. her türlü onur kırıcı buluyordum.

dayak sırasında beni döven kişinin gözlerinin içine bakmaya başladım. ağlamadığımı görsün diye. bu sefer ağlatana kadar dövmeye başladı. öyle olunca şunu düşünmeye başladım. öyle de öleceğim böyle de, hiç olmazsa savaşı ben kazanayım, o ağlasın. hakkat beni döven artık baktı ben ağlamıyorum, kendi ağlamaya başladı.

o günden beri aynı ruh hastalığım devam ediyor. öyle ya da böyle öleceğim kafasındayım. o yüzden pek geri adım atmam. oraya gittiğim zaman olacaklar belli. yanacağım söylenene gore. sahiden cehennem varsa ve zaten öyle ya da böyle yanıyorsam o zaman oradan çıkmak için yanarım diye düşünüyorum. her türlü zaten yanıyorsak neden öylece oturup yanalım?

bu nedenle cennet ve cehennem bana biraz ilginç gelir. insan sürekli acı verilecek, sürekli işkence edilecek ve daha önemlisi hiçbir zaman o kadarını hak ettiğini düşünecek bir varlık değil, olamaz. ya da cenneti hak ettiğini düşündüğü zaman azına razı gelecek bir varlık hiç değil. ben bu nedenle asıl kaosun cennet ve cehennem varsa oralarda çıkacağına inanıyorum.

sanki çok eğlenceli olacak gibi geliyor bana.

bi bakmışız, beni cennet ve cehenneme bile almaya layık görmüyorlar, akıl yaşımı 6 çıkarıyorlar. sahiden çok onur kırıcı olurdu bu. çok üzüldüm şu an.
devamını gör...

wattpad kullanıcısı iseniz oldukça kolay olandır. 2017-2018 yılları arasında wattpad tonlarca kitap bastı sırf birkaç bin okuyucusu ve oyu var diye.

emre gül'ü biliyorsunuzdur; bastığı nar kitabının okuyucu sayısı kaçtı biliyor musunuz? 344 bin. (ilk basım zamanı baz alınmıştır)
344 bin okuyuculu kitabı bastı adamlar, hem de adını sanını duyurmuş bir yayıneviydi. malum yayınevi, evet.

eğer kitabınızı basacak olan yayınevi adını sanını duyurmuşsa ve iyi bir reklam geliriniz varsa hiç durmayın. emin olun en az 1 milyon kitleye ulaşırsınız. miraç çağrı aktaş, zeus kabadayı gibi yazar(!)lar nasıl bu kadar kitleye ulaştılar sanıyorsunuz? reklam ve yayınevi tabii ki. ha yok, ben yeteneğimle öne çıkayım derseniz; gogolun dar paltosu'nun da dediği gibi öncelikle yarışmalara ve dergilere yönelmelisiniz. başka türlüsü olmaz. şeyma subaşı'nın kitap çıkardığı bir devirdeyiz.
devamını gör...

bozuk batarya
çöp bulamadığım için çantama tıktığım fişler*
devamını gör...

(bkz: elektrik)
onsuz bir hafta yaşayalım bakalım neler oluyor? elektrik, medeniyetlerin ilerlemesine yardımcı bir icat.
devamını gör...

italyan malı zannedilip bellona markası da boykot listesine alınır, ardından bellona gazetelere vallahi de billahi de kayseri firmasıyız diye ilan verir.
devamını gör...

küçükken sürekli bağıra bağıra söylediğim, ailem tarafından hiç susturulmadığım, sesimin güzel olduğuna inanmama sebep olan ama aslında öyle olmadığını sonradan öğrendiğim şarkıdır.
özür dilerim annecim ve babacım, o sese katlanıp beni dinlediğiniz için...
devamını gör...

o süreler göz açıp kapayıncaya kadar geçeceğinden, normal bulduğum durum.

şimdilerde dünyanın parasını verip alıyoruz, değil 7, 17 sene idare etsin istiyorum valla.

önceleri teknolojik ürünlerin son çıkanlarını almaya çalışırdım, şimdi ilgim/merakım da kalmadı, işimi görsün modundayım. resmen paraya kıyamıyorum telefon, pc gibi ürünleri alırken artık. o yüzden uzun süre idare etsin istiyorum. yaşlandım galiba. *
devamını gör...

haşlanıp pilav ile tüketilmeside güzel olan sebze.
devamını gör...

amerika'lı ekonomist'tir.abd gibi ileri düzeyde sanayileşmiş toplumların bireysel refahı kullandığını öne sürmekteydi.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kutlu olsun o halde.
fotoğraf çekmeyi sevenlere,
bilhassa biricik arkadaşım ı am melting lannn melting'e gelsin.
devamını gör...

birine veya bir şeye karşı yüzünü dönme, yönelme, o kişiye ya da şeye ilgi gösterme, güler yüz gösterme, yakınlık duyma, hoşlanma, sevme hatta iltifat anlamlarını da içeren arapça isim soylu kelime.
arapça 'vech' -->yüz, taraf, cihet kelimesinden geliyor.

nobran sözcüğü gibi bir ara birilerinin ünlü ettiği, son zamanlarda yeniden unutulmaya yüz tutmuş sözcüklerden biri.

-"kısa zamanda patronunun teveccühünü kazanmıştı."
-"çok teşekkürler efendim, teveccüh gösteriyorsunuz."
devamını gör...

köydeki insanların cahil olmadıklarını.
köydeki insanın hayvan bakımını birçok meyve sebzenin nasıl yetiştiğini ,dağdan toplanan otların ne işe yaradığını vb. bildiklerini bilemeyecektir.
yani yukarıda okuduğum gibi cahillik kokan yerler değildir köyler.
cahillik dediği koku olsa olsa tezek kokusudur oda onun cahilliği artık.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

beni de hunidaşınız olarak kabul ettiğinizi varsayıyorum. etmezseniz benden duymuş olmayın ama hepinizin hunilerini çalarım. sonra çaldığım hunileri iki katı fiyatına size satarım. bakın bu kadın şiir yazıyor, edebiyat parçalıyor demeyin, huniler sizi çarpsın ki yaparım.

dip not: kayseriyle aramda organik bir bağ bulunmamaktadır.
devamını gör...

bülbülü öldürmek-harper lee
dava-franz kafka

sizi anlatımı ile olaydan olaya sürükleyen ve adalet ,hukuk gibi kavramlarını oldukça iyi işleyen iki kitabı yukarıda belirttim ,herkese tavsiye ederim.daha fazla detayı spolier olmasın diye belirtmeyeceğim.
devamını gör...

phycodurus eques olarak da bilinen bir deniz canlısı. gövdesinde ki yaprak benzeri çıkıntılar sayesinde bu ismi almış. bu çıkıntılar onun avcılar karşı kamufle olmasını da sağlıyor aynı zamanda. maksimum 45cm kadar büyüyen bu canlılar, deniz yosunları ve küçük plantonlar ile beslenirler.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bilgisayarımı açtığım anda ilk tıkladığım sayfa. gün boyu bir açık sekmenin sahibi olup çevirilerimin en büyük yardımcısı, yoldaşım, 15 senelik arkadaşım gibi sevdiğim online sözlük hizmeti.
devamını gör...

hiçbirimiz cv ile gelmedik. yoksa çoğumuz* gelemezdik.
devamını gör...

tam da şu an b.k gibi hissediyorum
devamını gör...

hegel'den şöyle bir cümle kalmış aklımda; bilmeden bilgi nedir diye sormak, yüzmeden yüzmenin sınırlarını araştırmaya benzer. kendisi o yüzden bilgiden deği, "varlık"tan başlıyor.

kendinde şey/kendi için olan şey.

görü-gerçek

ayrımlar bunlar. zaman-mekan dışına çıkamayan aklın yapısal özellikleri. tüm gerçeklik zihnimizin doğaya kendini dayatarak onu çarpıtmasından ibarettir. hiçbir zaman uzam-zaman dışına çıkamayacak usumuzun çarpıttığı gerçekliği mutlaklaştırmak bir sefilliktir.

gerçeğin tanımını görülerden ibaret yapmamız kant sonrası imkansızdır. zaman-mekan insanın içinde akan görü biçimleri ise, bunları doğaya zihnimiz vuruyorsa, üstelik nedensellik dahi zihnimizin bir kategorisi ise hakikatten bahsetmek nasıl mümkün olabilir? eğer bunlar varsa, bunların dışında olan uzam-zaman dışı da olmalı. ancak bu kapı bize kapalı. içerisi hakkında konuşamayız. buna haddimiz yok.

bu "özgür" olduğumuzu zanneden köleler olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmenin verdiği devasa bir buhran. özgürlük ve bilgi birbirine bağlı şeyler. doğanın zorunluluk temelinde akmasını hep göz önünde tutmalı. bilinç yok, bilgi yok, sadece yasalar var. doğanın özü zorunluluk, insanın özü özgürlüktür.

şu an en derinden duyduğum şey; bizim kategoriler ve görü biçimleriyle çarpıttığımız gerçekliğe hiçbir zaman tam manasıyla ulaşamayacak olmamızın verdiği değersizlik hissi.

öznenin nesnesini bükmesinden bahsediyorum. nesneyi dahi duyu organlarımızın yapısına bağlı olarak algılamaktayız. duyu organları farklı evrimleşse idi, gerçeklik de değişecekti. üstüne üstlük akıl edilgen bir alıcı değil, etken bir bükücüdür. gerçeklik çok fazla işleme tabi tutuluyor. kesinlikle mutlaklaştırılamaz. çok kaypak bir zemin bu. geriye özgür olabilmeyi ummak kalıyor.

insanın ahlak ile özgür olabileceği savı kant'ın. insan duyusal ve ussal olarak iki yanlı bir varlık. duyusal olanın peşinde koşan sürü ahlakının insanı arzu ve tutkularına köle ettiği, pratik usun buyurduğu kategorik ahlaka boyun eğmenin insanı özgürleştiren yegane şey olduğu, çünkü bunun duyusalı bastıran insanın kendini ortaya koyması demek olduğu savı da onun.

vicdanın buyurduğuna uygun davranmak, (kategorik imperatif) insanın çıkarlarına ket vurarak pratik usunu açımlaması bir irade ortaya koyması demek. zorunluluk temelinde sadece insan olduğumuz için sahip olduğumuz tutkularımızı yani duyusal çıkarlarımıza ket vurarak bu zorunluluğu kırabildiğimiz ölçüde özgürleşiyoruz kant'a göre.

nietzshce'nin kant'a sinsi hristiyan demesinin ve kızgın olmasının sebebi de bu sanırım. insanın doğasını inkar eden, görece hristiyanlığa yakınsayan bir ahlak anlayışı. ahlakın üzerinde durmamın sebebi kant'ın bunu numenden buraya açılan bir kapı olduğunu düşünmesi. kendinde şeyin içimizdeki a priori yansıması gibi. temelde vicdan. neden ve niçin var? insanın özü özgürlük ise ve pratik akla uygun eylemek yukarıda anlattığım gibi kantçı anlamda özgürleşmekse dünya'da yapılacak yegane anlamlı şey sanıyorum pratik usa kulak vermek olacak.

ancak her türlü bunların ötesinde sorun şu; bildiğimiz hiçbir şey yok. bunu doğrudan usu işleterek buluyoruz. kendi ilkeleriyle, yapısıyla kendisini inkar ve iptal eden bir şeyden bahsediyorum.

deneyci barbarlar bilgi konusunda bir büyük gedik açtılar. sonrasında kant'la bu sabit bir boşluğa dönüştü. isimler hiç önemli değil. konseptin bu denli trajik olması, aradığımız cevaplara ulaşamayacak olmanın trajik bilinci katlanılabilir olmaktan çıkıyor artık.

anlam erek ve bilgi ile mümkündü. hatta varlık dahi öyle. her türlü yol tıkalı artık. varlık-düşünce ve anlam üçgeninde savrulan yapraklar gibiyiz.

özgür olduğumuza ve pratik usumuza boyun eğerek özgürleşeceğimize inanmıyorum.

minimal özgürlük alanları pratik hayatın duyusal aşamalarında var. ancak ötesi yok. insan yukarı atılıp aşağı düşerken bilinç verilmiş bir taş gibi, o taşa bilinç verip sorsaydık kendi isteğiyle düştüğünü zannedecekti. insan kendini inşaya mecburdur ancak inşa edecek özgürlük alanı özellikle modern dönemde kalmamıştır. özü özgürlük olarak tanımlanan insan bu kadar tutsak ise insanın kendisinden dahi söz etmek absürt değil midir? prangalar var, elimizi atsak belki tutunacağımız bir kendinde şey var, büyük bir hakikat var ancak ebediyen ondan kopuğuz. hiçbir zaman ulaşamayacağız.

bu değersizlik ve imkansızlık hissini aşacak tek şey bizi uyutacak coşkun duygulanımlar sanıyorum.

coşkun duygulanım yaşama hassası yüksek olanlar, yani kaybedenler yani genellikle varoluşları duyusal ve manevi mahrumiyetlerle dolu olanlar bunları doldururken yaşayacakları yüksek duygulanımlar sayesinde -ki bana göre bu hassa onca mahrumiyetin ardından verilen üstü kapalı bir ödüldür- huzur içinde ölsünler. naçizane tavsiyemdir.
devamını gör...

insanların içinden gelenleri yazması övücülük olmamalı.
kimse silah zoruyla da yazmıyor.
dolayısıyla bu genelleme de yanlıştır.
iyi dileklerini veya memnuniyetlerini belirtmek herkesin öz iradesine aittir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim