madalyalı yazarlar özelliğinin gelmesi
amaç olarak güzel ama sürdürülen yol olarak biraz kendi içinde çelişen kafa sözlük özelliği.
öncelikle "her 150 kelime ve yukarısı tanım" illa ki madalyaya layık mı, ya da başka bir soru tarzı ile "150 kelimeden aşağı" ama madalyaya layık olan tanımlar var mı ona da bakmak lazım.
bana göre - sadece bir örnek, aklıma ilk gelen isim o - @unnecessary_ - adlı yazar genelde kısacık yazar ama genel tabir ile "boş yaptığı" tanım neredeyse yok denecek kadar azdır. ben sayfalar dolusu yazarım ama çoğu sadece kendim için ve bomboştur? yani 150 kelime kuralı ilk sıkıntı.
"madalyalı tanımlarımız, moderatör ve editörlerimiz tarafından tespit edilecek ve madalyası takılacak."
başlığın ilk tanımında bu yazıyor, güzel ve mantıklı. ama niye daha sonra madalya müracaatları diye başlık açılıp insanlara "ya sen bi bak, kurallara uyuyorsa bize haber ver, madalyanı takalım" türü işlem yapılıyor? yazarlar "bu 150 kelime mi, içinde alıntı var mı, koşulları kapsıyor mu? diye düşünüp sonra sizden" verin madalyamı" diye rica edecek öyle mi?
karar verin, madalyayı siz mi vereceksiniz yazarlar kendileri mi rica minnet alacak?
bunun yerine iko'nun bir sorgu yaptırıp 150 kelime ve üstü tüm tanımları görevli arkadaşlara paslaması daha mantıklı ve kolay değil mi? onlar da koşulları kapsıyor mu diye kontrol eder, hak edene madalyası verilir?
ha, belki teknik vs olarak mümkün değildir bu ama o zaman da ilk başta bu belirtilemez miydi?
yine ilk tanımdan bir paragraf;
"geçmişe yönelik bütün madalyalarınız teslim edilip, itina ile verilecektir. *"
şu an yazılanlar bile kontrol edilemiyor sanırım, böyle bir şey olacağına emin misiniz? gerçi özellikle belirtmediğim bir söz var o yıldızın içinde, onu tutacağınıza inanıyorum.
dediğim gibi güzel ama biraz daha üzerinde düşünülebilirdi sanki, yine de emeği geçenlere teşekkürler.
öncelikle "her 150 kelime ve yukarısı tanım" illa ki madalyaya layık mı, ya da başka bir soru tarzı ile "150 kelimeden aşağı" ama madalyaya layık olan tanımlar var mı ona da bakmak lazım.
bana göre - sadece bir örnek, aklıma ilk gelen isim o - @unnecessary_ - adlı yazar genelde kısacık yazar ama genel tabir ile "boş yaptığı" tanım neredeyse yok denecek kadar azdır. ben sayfalar dolusu yazarım ama çoğu sadece kendim için ve bomboştur? yani 150 kelime kuralı ilk sıkıntı.
"madalyalı tanımlarımız, moderatör ve editörlerimiz tarafından tespit edilecek ve madalyası takılacak."
başlığın ilk tanımında bu yazıyor, güzel ve mantıklı. ama niye daha sonra madalya müracaatları diye başlık açılıp insanlara "ya sen bi bak, kurallara uyuyorsa bize haber ver, madalyanı takalım" türü işlem yapılıyor? yazarlar "bu 150 kelime mi, içinde alıntı var mı, koşulları kapsıyor mu? diye düşünüp sonra sizden" verin madalyamı" diye rica edecek öyle mi?
karar verin, madalyayı siz mi vereceksiniz yazarlar kendileri mi rica minnet alacak?
bunun yerine iko'nun bir sorgu yaptırıp 150 kelime ve üstü tüm tanımları görevli arkadaşlara paslaması daha mantıklı ve kolay değil mi? onlar da koşulları kapsıyor mu diye kontrol eder, hak edene madalyası verilir?
ha, belki teknik vs olarak mümkün değildir bu ama o zaman da ilk başta bu belirtilemez miydi?
yine ilk tanımdan bir paragraf;
"geçmişe yönelik bütün madalyalarınız teslim edilip, itina ile verilecektir. *"
şu an yazılanlar bile kontrol edilemiyor sanırım, böyle bir şey olacağına emin misiniz? gerçi özellikle belirtmediğim bir söz var o yıldızın içinde, onu tutacağınıza inanıyorum.
dediğim gibi güzel ama biraz daha üzerinde düşünülebilirdi sanki, yine de emeği geçenlere teşekkürler.
devamını gör...
sevilen şiirin en vurucu dizeleri
devamını gör...
osman büyükşen
son zamanlarda beni epey ağlatmış kişidir kendisi. tüm zorluklara ve haksızlıklara rağmen hâlâ dik durduğu için sonsuz saygı ve sevgi ile selamlıyorum.
anneannesi ölen evladı için ağlarken "ben cahilim ardını arayamadım" benzeri bir cümle kuruyor. ölen anne ve babasının katillerini bulmak için her kapıyı çalmış, ramboculuk oynamakla suçlanmış, müge anlıya çık diye dalga geçilmiş, rapor yüzüne fırlatılmış, milletvekillerinden randevu alamamış, istifa etmesine ya da ücretli izin kullanmasına izin verilmemiş osman büyükşen doktor olmuş, cahil bir adam değil, eminim maddi olarak bir yere kadar hukuk mücadelesi verebilir ancak ben cahilim diyen teyzemizden farkı yok. o da 3 senedir verdiği insanüstü mücadeleye rağmen anne ve babasının katillerinin bulunmasını sağlayamıyor. işbilmezliğin geldiği bu akılalmaz noktada okuma yazma bilmeyen bir teyze ile tıp okumuş bir hekim aynı şartlarda çaresiz kalıyor.
buradan okuma yazma bilmeyenler elbette çaresiz kalacak ama doktorlar için her kapı açılacak anlamı çıkaracaklar vardır. onlara tek söyleyeceğim şey peki olacak.
insanları arabayla ezen hatta polislerin bu şekilde ölmesine yol açan, gencecik kızları pencereden atarak ya da döverek öldüren, bir çocuğun ölmesine yol açıp babasını akıl hastanesine kapatan zengin çocuklarının işlerini 10 dakika içinde halledebilen, onları kolayca aklayabilen ya da en basit eleştiriyi hakaret kapsamında değerlendirip eleştiri yapanı 4 dakika içinde bulan sistem, anne ve babası ölmüş gencecik bir adamın televizyonda sinir krizi geçirmesini izlettiriyor. onun verdiği mücadeleye rağmen 3 senedir katilleri yakalayamıyor.
ne desek boş.
editomini: burada değerli arkadaşımız konu ile ilgili benden önce daha detaylı şekilde bilgi paylaşmış. bir başlık altında ilk yazılan entry oldukça düzgün ve özenliyken ondan sonra gelenlerin daha fazla oy alması mantıklı değil. #1081275
anneannesi ölen evladı için ağlarken "ben cahilim ardını arayamadım" benzeri bir cümle kuruyor. ölen anne ve babasının katillerini bulmak için her kapıyı çalmış, ramboculuk oynamakla suçlanmış, müge anlıya çık diye dalga geçilmiş, rapor yüzüne fırlatılmış, milletvekillerinden randevu alamamış, istifa etmesine ya da ücretli izin kullanmasına izin verilmemiş osman büyükşen doktor olmuş, cahil bir adam değil, eminim maddi olarak bir yere kadar hukuk mücadelesi verebilir ancak ben cahilim diyen teyzemizden farkı yok. o da 3 senedir verdiği insanüstü mücadeleye rağmen anne ve babasının katillerinin bulunmasını sağlayamıyor. işbilmezliğin geldiği bu akılalmaz noktada okuma yazma bilmeyen bir teyze ile tıp okumuş bir hekim aynı şartlarda çaresiz kalıyor.
buradan okuma yazma bilmeyenler elbette çaresiz kalacak ama doktorlar için her kapı açılacak anlamı çıkaracaklar vardır. onlara tek söyleyeceğim şey peki olacak.
insanları arabayla ezen hatta polislerin bu şekilde ölmesine yol açan, gencecik kızları pencereden atarak ya da döverek öldüren, bir çocuğun ölmesine yol açıp babasını akıl hastanesine kapatan zengin çocuklarının işlerini 10 dakika içinde halledebilen, onları kolayca aklayabilen ya da en basit eleştiriyi hakaret kapsamında değerlendirip eleştiri yapanı 4 dakika içinde bulan sistem, anne ve babası ölmüş gencecik bir adamın televizyonda sinir krizi geçirmesini izlettiriyor. onun verdiği mücadeleye rağmen 3 senedir katilleri yakalayamıyor.
ne desek boş.
editomini: burada değerli arkadaşımız konu ile ilgili benden önce daha detaylı şekilde bilgi paylaşmış. bir başlık altında ilk yazılan entry oldukça düzgün ve özenliyken ondan sonra gelenlerin daha fazla oy alması mantıklı değil. #1081275
devamını gör...
deli vahit
ilgili videodaki 42.saniyesinde ''hağğh haağhh'' şeklinde verdiği ritimle gülümseten müzisyenimiz.
her şeyimizle güzeliz yahu.
her şeyimizle güzeliz yahu.
devamını gör...
okan bayülgen'in uzaya hiç gitmedik her şey yalan açıklaması
dün akşam haber global programında yapılan programda söylenmiş olan okan bayülgen'e ait iddia.
"uzaya gitmedik, her şey yalan; hepsini sovyetler'i bitirmek için yaptılar" diye sivri iddiaları var.
"uzaya gitmedik, her şey yalan; hepsini sovyetler'i bitirmek için yaptılar" diye sivri iddiaları var.
devamını gör...
kanser
'neoplastik' bir hastalıktır.
meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).
2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.
yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız
lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.
özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...
kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).
2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.
yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız
lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.
özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...
kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
devamını gör...
deli vahit
vahit guetta adıyla da bilinen insan üstü yeteneğe sahip müzisyen. siz de uzaya çıkmak isterseniz: buradan
devamını gör...
freud sürçmesi
saklanan ifadenin yanlışlıkla ağzından kaçmasıdır.
hakkında bir sürü rivayet vardır.
yok yemek yerken karısının memesini sıkıyormuş yok çocuklar ağzından bir şey kaçırmış.
hakkında bir sürü rivayet vardır.
yok yemek yerken karısının memesini sıkıyormuş yok çocuklar ağzından bir şey kaçırmış.
devamını gör...
cinsiyet öğrenme partisi
her şeyi kutlama çılgınlığının geldiği son noktadır. bundan önce baby shower vardı, şimdi bu, sonrasında yeni bir çılgınlığın gelmesinin eli kulağındadır.
devamını gör...
yazarlardan riyakarlık örnekleri
arkadaşlarınızda, tanımadığınız insanlarda, hikayelerde, masallarda, belki en yakınınızda gördüğünüz, belki de sizin yaptığınız riyakarlık örnekleridir.
*yayında kullanacağım başlıktır*
muhakkak tanık oluruz böyle davranışlara.
sağda solda insan hakları naraları atarken, gitti kafe de çalışanları azarlayan,
en çok sevgiden dem vurup da ilk kendisi aldatan,
saygıdan bahsedip arkadan konuşan,
yaşamadığı halde yargılayan,
bilmediği halde konuşan,
yapma deyip yapan,
muhakkak vardır bir örnek aklınıza kazılan.
*yayında kullanacağım başlıktır*
muhakkak tanık oluruz böyle davranışlara.
sağda solda insan hakları naraları atarken, gitti kafe de çalışanları azarlayan,
en çok sevgiden dem vurup da ilk kendisi aldatan,
saygıdan bahsedip arkadan konuşan,
yaşamadığı halde yargılayan,
bilmediği halde konuşan,
yapma deyip yapan,
muhakkak vardır bir örnek aklınıza kazılan.
devamını gör...
depresyonla başa çıkma yöntemleri
lustral . hayatta bazen baş edemediğiniz sorunlar olabiliyor her insanın sorunları vardır öncelikle bunun normal bir şey olduğunun farkına varmak lazım . içinizde güç bulamazsınız bazen ağır depresyonda olan insanlar ne demek istediğimi anlıyorlar anlayacaklar . işte o zaman (doktor kontrolünde ) antidepresan kullanmalısınız toplumda söylenen antidepresan zararlıdır zırvalarını bir kenara bırakalım çünkü bu büyük bir yanlış doktor kontrolünde kullanabilirsiniz evet bazı ufak zararları var ama bir ilacın zarar verebileceği kadar. eğer bir depresyondaysanız ve doktora başvurmazsanız ilerde çok büyük sıkıntılar yaşayabilirsiniz intihar edebilirsiniz mesela hayattan tad alamazsın işte antidepresan burda devreye giriyor . ben 5 aydır lustral kullanıyorum 50 ile başladım şu an 100 lük olanını kullanıyorum hayatın zorluklarına göğüs geremediğim için antidepresan benim yerime (kullandığım sürece ) göğüs geriyor. sanki hayatım bir filmmiş gibi hissediyorum etrafımda bir şeyler oluyor sonra silinip gidiyor hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorsunuz ama olmuyor ağlamayı özlüyorsunuz mutlu olmayı özlüyorsunuz nefes almayı özlüyorsunuz ama kavuşamıyorsunuz hissiz oluyorsunuz . bu mesajı okuyup depresyonda olan dostlarım varsa üzülme korkma bir tek sen değilsin hepimiz öyleyiz bizler yanındayız baş edebilirsen kendin hallet ama halledemeyeceğin bir seviyedeysen profesyonel destek al . depresyon çok kötü bir şeydir ama girince alışıyorsun diye bir espri yapayım çok karamsar şeyler yazdım . hepiniz önce aynada gördüğünüz insana değer verin sonra gerisi gelecektir .
devamını gör...
bir insanın boş biri olduğunu anlama yöntemi
çok sık kendinden bahsedip övünüyorsa, karşısındakini dinlemeden sürekli konuşmaya çalışıyorsa bir de çok fazla konuşuyorsa öyle izlenim oluşuyor.
devamını gör...
kitap okuyan insanı belli eden detaylar
instagram postları.
devamını gör...
yaşam nedir
kimyacı addy pross'un yaşam nedir-kimyanın biyolojiye dönüşümü adlı abiyogenez üzerine yazmış olduğu bir kitap da vardır. yazar teleonomi, dinamik kinetik kararlılık gibi kavramlarla biyolojinin(daha ziyade evrim olgusunun ve canlılığın kökeninin) kimya dili ile açıklanması gerektiğini öne sürüyor. öte yandan başta darwin olmak üzere birçok bilim insanının görüşlerini harmanlıyor, bunu yaparken de canlılığın ortaya çıkışıyla ilgili bilgilerimizin ne denli yetersiz ve toy olduğunu hem tarihsel bir perspektifle hem de kullandığımız metotlar (indirgemecilik, bütüncülük, tümevarım, vs.) bakımından ele alıyor.
öznel olarak ise, yer yer spekülatif iddialar söz konusu olsa da yazarın genel yaklaşımını beğendiğimi ve kitabın akademik anlamda doyuruculuğunu yeterli bulduğumu söyleyebilirim. elbette bu konu hakkında yazılmış daha nice nitelikli eser mevcut, bunu da her konuda olduğu gibi göz ardı etmemek gerek.
okumak isteyenlere naçizane not: kitabın dili oldukça anlaşılır düzeyde (bu bağlamda çevirisinin de genel hatlarıyla iyi olduğunu düşünüyorum) fakat yer yer temel kimya, biyoloji, fizik bilgisi gerekli olabiliyor. özellikle de yazar termodinamiğin 2. yasasından ve evrimin genel işleyişinden oldukça sık yararlanıyor, bu nedenle okumadan önce bu konular hakkında bir altyapı olması okumanın verimini artıracaktır.
öznel olarak ise, yer yer spekülatif iddialar söz konusu olsa da yazarın genel yaklaşımını beğendiğimi ve kitabın akademik anlamda doyuruculuğunu yeterli bulduğumu söyleyebilirim. elbette bu konu hakkında yazılmış daha nice nitelikli eser mevcut, bunu da her konuda olduğu gibi göz ardı etmemek gerek.
okumak isteyenlere naçizane not: kitabın dili oldukça anlaşılır düzeyde (bu bağlamda çevirisinin de genel hatlarıyla iyi olduğunu düşünüyorum) fakat yer yer temel kimya, biyoloji, fizik bilgisi gerekli olabiliyor. özellikle de yazar termodinamiğin 2. yasasından ve evrimin genel işleyişinden oldukça sık yararlanıyor, bu nedenle okumadan önce bu konular hakkında bir altyapı olması okumanın verimini artıracaktır.
devamını gör...
insanı strese sokan mesajlar
devamını gör...
her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır
kadınlar başarılı erkelerin arkasında durmak için yaratılmış varlıklar değildir. kendi başarılarını elde edilebilecek zeka ve donanıma sahip icne ruhlu,zarif kimselerdir. bi başkasının değil kendi yollarına pek tabi ışık olmasını bilirler.
devamını gör...
popüler ev bitkileri
tabiki de kaktüs ve sukulentler.
hem bakımı kolay hem de dört mevsim yemyeşiller.
balkonda yer kalmadığından onlar için azar da yesem sürekli dikenlerini de batırsalar severim kerataları.
hem bakımı kolay hem de dört mevsim yemyeşiller.
balkonda yer kalmadığından onlar için azar da yesem sürekli dikenlerini de batırsalar severim kerataları.
devamını gör...
terörist misin testi
eskiden söylemler daha yumuşaktı, çapulcuyduk. olaylar gelişti, kavramlar anlamını yitirdi. ülkede her şey anlamını yitirirken herkes umudunu yitirdi.
teröristin kelime anlamını bilmeden, insanın onuruna vereceği zararı kestirmeden, bu iğrenç kelime milletin dilinden düşmez oldu.
terörist düzen bozanlara deniliyorsa eğer, geçen 19 yılda yaşadığımız radikal değişimlere bakalım;
baskı, korkutma, yıldırma ve sindirme'nin kitabını yeniden yazarak herkese tecrübe ettirdiler.
siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzen sil baştan ve eğreti yeni modellerle dayatıldı.
millet yüzde 50'lilerin evlerde zorla tutulması söylemi ile zaten polarize edilmişti.
bu teste bakıp ağlanacak halimize gülüyoruz, bizlerde de yalama yaptı tabi arsızlaştık. bugün normalleştirilmiş bu kötü ve çirkin söylemler bize resmen benimsetildi.
sıradan bir vatandaş olup yapılana yanlış diyince hain ve terörist olmuyoruz.
kutsal bir varlıkçasına taptıkları devlete en çok zararı kimin verdiği oldukça açıkken, onlardan olmayan herkese kendi yansımalarıyla, terörist ve hain demeleri muazzam bir tutarsızlık.
teröristin kelime anlamını bilmeden, insanın onuruna vereceği zararı kestirmeden, bu iğrenç kelime milletin dilinden düşmez oldu.
terörist düzen bozanlara deniliyorsa eğer, geçen 19 yılda yaşadığımız radikal değişimlere bakalım;
baskı, korkutma, yıldırma ve sindirme'nin kitabını yeniden yazarak herkese tecrübe ettirdiler.
siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzen sil baştan ve eğreti yeni modellerle dayatıldı.
millet yüzde 50'lilerin evlerde zorla tutulması söylemi ile zaten polarize edilmişti.
bu teste bakıp ağlanacak halimize gülüyoruz, bizlerde de yalama yaptı tabi arsızlaştık. bugün normalleştirilmiş bu kötü ve çirkin söylemler bize resmen benimsetildi.
sıradan bir vatandaş olup yapılana yanlış diyince hain ve terörist olmuyoruz.
kutsal bir varlıkçasına taptıkları devlete en çok zararı kimin verdiği oldukça açıkken, onlardan olmayan herkese kendi yansımalarıyla, terörist ve hain demeleri muazzam bir tutarsızlık.
devamını gör...
e-ticaret
e-ticaret şirketlerinin çoğu anlam veremediğim şekilde verimli hizmet sunmaktan çok satışa odaklanmış durumda. bir alıcının gözünden sorun olarak gördüklerim ve genelde bir ürünü almaktan vaz geçmemin sebepleri:
- mankene giydirilen ürünün bedeni, mankenin beden ölçüleri yazılmadığı için bana olur mu? acaba bol kesim mi? dar kesim mi? bende uzun ya da kısa kalır mı? bunun en boy ölçüsü nedir? gibi sorular her daim aklıma geliyor.
- ürünlerin genel olarak neden yapıldığı yazılmıyor. ben pamuk dışında bir ürün giymiyorum ve bunun için saatlerce pamuklu bir ürünü kullanışsız olan sitede aramam gerekiyor. site içerisinde filtreleme seçeneklerinde pamuklu, yün, naylon, deri, suni deri gibi seçeneklerin bulunmaması bir başka sıkıntı.
- resimlere önem verilmiyor. resimler ürünü gidip dükkanda görmüşüm gibi hissettirmeli ama kumaşın dokusunu değil bazen desenini bile anlamıyorum. mont alacağım ama içi kürk mü? kumaş mı? anlamak mümkün değil.
- satılan ev gereçlerinin içerikleri de belirtilmiyor. misal veriyorum türk kahvesi makinesi. cezvenin hangi malzemeden yapıldığı belirtilmiyor. oysa çelik olanı var plastik olanı var. iyi de sen hangisini satıyorsun? aramalarda boş yere istemediğim ürünlere bakıyorum.
- satılan yiyecek, içecek, temizlik malzemesi içerikleri belirtilmiyor. hastalığım sebebiyle bir ürünü almadan önce etiketini okuyorum ama e-ticaret sitelerinde etiket içerikleri yazılmadığı ya da doğru yazılmadığı için bilmediğim bir ürünü asla almıyorum.
- bazı ürünlerin boyutları, kapladıkları alan anlaşılmıyor. evet ürünün resmi var çok da güzel ama eve alsam ne kadar yer kaplar anlamıyorum. ürünlerin en, boy, yükseklik, derinlik gibi ölçüleri yazılmalı.
- olumsuz yorumların yayınlanmaması. ürünü herkes mi övdü, hiç mi şikayetçi yok? bu normal mi? insan gibi beklenti seviyesi birbirinden farklı bir canlıdan bahsediyoruz.
özetlersem ürünü gitmiş görmüş, satıcıya merak ettiklerimi sormuşum gibi resim, bilgi bulunmaması.
şimdilik aklıma gelenler bunlar.
- mankene giydirilen ürünün bedeni, mankenin beden ölçüleri yazılmadığı için bana olur mu? acaba bol kesim mi? dar kesim mi? bende uzun ya da kısa kalır mı? bunun en boy ölçüsü nedir? gibi sorular her daim aklıma geliyor.
- ürünlerin genel olarak neden yapıldığı yazılmıyor. ben pamuk dışında bir ürün giymiyorum ve bunun için saatlerce pamuklu bir ürünü kullanışsız olan sitede aramam gerekiyor. site içerisinde filtreleme seçeneklerinde pamuklu, yün, naylon, deri, suni deri gibi seçeneklerin bulunmaması bir başka sıkıntı.
- resimlere önem verilmiyor. resimler ürünü gidip dükkanda görmüşüm gibi hissettirmeli ama kumaşın dokusunu değil bazen desenini bile anlamıyorum. mont alacağım ama içi kürk mü? kumaş mı? anlamak mümkün değil.
- satılan ev gereçlerinin içerikleri de belirtilmiyor. misal veriyorum türk kahvesi makinesi. cezvenin hangi malzemeden yapıldığı belirtilmiyor. oysa çelik olanı var plastik olanı var. iyi de sen hangisini satıyorsun? aramalarda boş yere istemediğim ürünlere bakıyorum.
- satılan yiyecek, içecek, temizlik malzemesi içerikleri belirtilmiyor. hastalığım sebebiyle bir ürünü almadan önce etiketini okuyorum ama e-ticaret sitelerinde etiket içerikleri yazılmadığı ya da doğru yazılmadığı için bilmediğim bir ürünü asla almıyorum.
- bazı ürünlerin boyutları, kapladıkları alan anlaşılmıyor. evet ürünün resmi var çok da güzel ama eve alsam ne kadar yer kaplar anlamıyorum. ürünlerin en, boy, yükseklik, derinlik gibi ölçüleri yazılmalı.
- olumsuz yorumların yayınlanmaması. ürünü herkes mi övdü, hiç mi şikayetçi yok? bu normal mi? insan gibi beklenti seviyesi birbirinden farklı bir canlıdan bahsediyoruz.
özetlersem ürünü gitmiş görmüş, satıcıya merak ettiklerimi sormuşum gibi resim, bilgi bulunmaması.
şimdilik aklıma gelenler bunlar.
devamını gör...
ernst moro
8 aralık 1874 tarihinde slovenya'da doğmuş, 1951 yılında hayata gözlerini yummuş avusturyalı doktor, pediatrist. pediatrinin hala gelişmekte olduğu dönemlerde doktorluk yapan moro'nun yaşadığı zamanlarda bebek ölüm oranları %25'lere kadar çıkıyordu ve bebek ölümlerinin en önemli sebeplerinden biri diyare (ishal) idi. kendisinin sadece havuç, su ve tuz ile yaptığı havuç çorbasının bebeklerde diyareyi kestiğini gördü ve binlercesini kurtararak bebek ölüm oranlarının azalmasına katkı sağladı. 2002 tarihli bir alman araştırmasında çorbanın içerdiği oligosakkaritlerin, hastalığa sebep olan bakterilerin bağırsağa yapışmasını engellediği gösterildi.
ernst moro'nun tıbba katkısı bununla sınırlı değildi:
çocuklarda ittirabl kolon sendromunu veya tekrarlayan karın ağrısını (nabelkoliken) tanımladı. lactobacillus acidophilus'u (şekerleri laktik aside fermente eden gram pozitif bir bakteri) çocuk midesinden izole etti. ''moro'nun sütü'' denen bebek mamasını üretti. bebeklerde kucaklama refleksi de denen ''moro refleksi''ni keşfetti. tüberküloz için altmışlı yıllara kadar kullanılan bir deri testi geliştirdi. anne sütünün bir bebeğin bağışıklık sistemi üzerindeki etkisini, biberon ile beslenen bebekler ile kıyaslayarak gösterdi. ''ilk trimester'' terimini ve özelliklerini açıkladı. diyare tedavisinde elma diyetini yayınladı.
1936 yılında evli olduğu eşinin yahudi olması sebebiyle bulunduğu heidelberg üniversitesinden istifa ederek özel doktor olarak çalışmaya başladı ve 1951 yılında öldü.
kaynakça: biacaip, wikipedia, brightside, beyinsizlern.net
ernst moro'nun tıbba katkısı bununla sınırlı değildi:
çocuklarda ittirabl kolon sendromunu veya tekrarlayan karın ağrısını (nabelkoliken) tanımladı. lactobacillus acidophilus'u (şekerleri laktik aside fermente eden gram pozitif bir bakteri) çocuk midesinden izole etti. ''moro'nun sütü'' denen bebek mamasını üretti. bebeklerde kucaklama refleksi de denen ''moro refleksi''ni keşfetti. tüberküloz için altmışlı yıllara kadar kullanılan bir deri testi geliştirdi. anne sütünün bir bebeğin bağışıklık sistemi üzerindeki etkisini, biberon ile beslenen bebekler ile kıyaslayarak gösterdi. ''ilk trimester'' terimini ve özelliklerini açıkladı. diyare tedavisinde elma diyetini yayınladı.
1936 yılında evli olduğu eşinin yahudi olması sebebiyle bulunduğu heidelberg üniversitesinden istifa ederek özel doktor olarak çalışmaya başladı ve 1951 yılında öldü.
kaynakça: biacaip, wikipedia, brightside, beyinsizlern.net
devamını gör...