ceket giyince terleten tişört giyince üşüten havalar
balıkesir’de yaşadığım dönem sıkça maruz kaldığım havalardır. sabah ceket/hırka/trençkot giyer çıkarsın evden, öğlen yanar atarsın üstünden, tişörtle kalırsın, akşamüstü tekrar çıkardıklarını giyer, gece de kombiyi açarsın.
devamını gör...
ilk defa bir sözlük ortamına girenlere tavsiyeler
tanım girerken emoji kullanmayı acilen bırakın
devamını gör...
yönetim üzerine ikinci inceleme
bir süredir üzerinde çalıştığım yazı için bana yardımcı olur ümidi ile aldığım lakin bir yerden sonra "dayı yeter ne anlatıyon sabahtan beri!" deyip ilerleyen zamanlarda tekrar okumak niyeti ile kitaplığa attığım kitap.
kitabın ilk başında yani birinci bölümde hz. adem ile ilgili safsataları okuyamıyoruz, evet, okuyamıyoruz çünkü bir yerden sonra bayıyor...
tam ya bu adam dinsiz imansız anarşik diyecekken ikinci bölümde adam bir tanrı * güzellemesi yapıyor, işte vay efendim tanrı yeryüzündeki her şeyi insana hizmet için yarattı diye bir giriyor, yani zannedersin birazdan guzum tanrının dediğinden gayrısı boş diye bitirecek kitabı diyecekken... akıl, akıl, akıl diye saydırmaya başlıyor.
şimdi john locke abi diyor ki kitabın bir yerinde efendim birisi bize bir zarar vermişmişmiş, işte doğal hukuk falan, oturup bu adamla konuşup zararın telafisi hususunda anlaşabilirsek oh ne güzel dünya... işte şuna buna gerek yokmuşmuşmuş. kendisine diyeceğim tek şey: gel 2021 turkiyesinde trafikte motosiklet sür. daha bir kaç km geçmeden o kitapları çöpe atar küfür dolu şiirler kaleme alırsın. pollyanna seni...
yalnız bu antik yunan ve sanayi inkılabı dönemi çok iyi ya. ne desen kült oluyor...
kitabın ilk başında yani birinci bölümde hz. adem ile ilgili safsataları okuyamıyoruz, evet, okuyamıyoruz çünkü bir yerden sonra bayıyor...
tam ya bu adam dinsiz imansız anarşik diyecekken ikinci bölümde adam bir tanrı * güzellemesi yapıyor, işte vay efendim tanrı yeryüzündeki her şeyi insana hizmet için yarattı diye bir giriyor, yani zannedersin birazdan guzum tanrının dediğinden gayrısı boş diye bitirecek kitabı diyecekken... akıl, akıl, akıl diye saydırmaya başlıyor.
şimdi john locke abi diyor ki kitabın bir yerinde efendim birisi bize bir zarar vermişmişmiş, işte doğal hukuk falan, oturup bu adamla konuşup zararın telafisi hususunda anlaşabilirsek oh ne güzel dünya... işte şuna buna gerek yokmuşmuşmuş. kendisine diyeceğim tek şey: gel 2021 turkiyesinde trafikte motosiklet sür. daha bir kaç km geçmeden o kitapları çöpe atar küfür dolu şiirler kaleme alırsın. pollyanna seni...
yalnız bu antik yunan ve sanayi inkılabı dönemi çok iyi ya. ne desen kült oluyor...
devamını gör...
en nefret edilen hayvan
sivrisinek.
devamını gör...
migren
migren, başta zonklama, ışık ve sese hassasiyet ve hatta mide bulantıları belirtileri ile birlikte günlük yaşamı insanlar için oldukça zorlaştıran bir rahatsızlıktır. migren için reçete ile satılan ilaçlar bulunsa da yan etkileri nedeniyle çoğu kişi bu ilaçları kullanmaktan kaçınır.
bazı gıda maddeleri; eskimiş peynir, tuzlu ve işlenmiş gıdalar, birçok yiyecekte bulunan tatlandırıcı aspartam ve koruyucu monosodyum glutamatın, migreni tetikleyebilir.
stres, migren ataklarında önemli bir rol oynar. yüksek sesler, parlak ışıklar ya da güneş ışığına maruz kalmak migren atağını başlatabilir.
bazı koku çeşitleri; parfüm de dahil olmak üzere, tiner, sigara dumanı gibi bazı kokular migren atağını tetikleyebilir.
uykusuzluk, aşırı uyku, uyku kalitesindeki bozulmalar, yoğun fiziksel efor migren atağının sıklaşmasına ya da ortaya çıkmasına neden olabilir. lodoslu havalar migren ataklarını tetikler.
migren ataklarını engellemek için düzenli egzersiz yapın. keskin kokuların ve parlak ışıkların yoğun olduğu ortamlardan, bilhassa yüksek sesten uzak durun. günde 2-3 litre su için.
sinirleri koruyucu etkiye sahip omega-3 zengini olan başta somon, hamsi, uskumru ve ton balığını tüketin.
serotonin zengini kabuklu yemişler olan badem ve ceviz, süt, susam ve kepekli tahıllar yiyin.
migren ataklarına karşı müzik
bazı gıda maddeleri; eskimiş peynir, tuzlu ve işlenmiş gıdalar, birçok yiyecekte bulunan tatlandırıcı aspartam ve koruyucu monosodyum glutamatın, migreni tetikleyebilir.
stres, migren ataklarında önemli bir rol oynar. yüksek sesler, parlak ışıklar ya da güneş ışığına maruz kalmak migren atağını başlatabilir.
bazı koku çeşitleri; parfüm de dahil olmak üzere, tiner, sigara dumanı gibi bazı kokular migren atağını tetikleyebilir.
uykusuzluk, aşırı uyku, uyku kalitesindeki bozulmalar, yoğun fiziksel efor migren atağının sıklaşmasına ya da ortaya çıkmasına neden olabilir. lodoslu havalar migren ataklarını tetikler.
migren ataklarını engellemek için düzenli egzersiz yapın. keskin kokuların ve parlak ışıkların yoğun olduğu ortamlardan, bilhassa yüksek sesten uzak durun. günde 2-3 litre su için.
sinirleri koruyucu etkiye sahip omega-3 zengini olan başta somon, hamsi, uskumru ve ton balığını tüketin.
serotonin zengini kabuklu yemişler olan badem ve ceviz, süt, susam ve kepekli tahıllar yiyin.
migren ataklarına karşı müzik
devamını gör...
hayao miyazaki
her filmi şaheser, dünyasına girdiğinizde sizi büyüleyen anime yönetmeni.
devamını gör...
merhaba ben larktwain_123_ sorularınızı yanıtlamıyorum
bir şakayı tezeği çıkana kadar devam ettirmek türklere özgüdür. bunu kanıtlayan başlıktır.
devamını gör...
islam’da kadının yeri
apaçık ayette erkeklerin tarlası olduğu hükmedilir. miras eşitsizliği ve şahitlik hakkında insan yerine konmaması hususunun polemiğine gelmedim daha. başka söze gerek yok.
devamını gör...
kitap bitmesin diye azıcık okumak
eğer çok sevdiğim bir kitapsa, ve içine hapsolduysam, içindeki karakterlerden ayrılmak istemiyorsam kitabı yavaş yavaş okurum. daha iyidir.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
ne zaman feyruz dinlesem aklıma eski sevgilim gelir. antakyalıydı kendisi. o zamanlar ilk üniversitemi okuyorum, heyecanlıyım tabii. seval ile teoman konserinde denk gelmiştik ve arkadaşlığımız ilerlemişti ve sevgili olmuştuk. neyse. adana'da aile evinde kalıyordum üniversiteye başlamadan önce, antep'e geçince özgürlüğüme kavuşmuştum, daha doğrusu seval'e. haftanın neredeyse her günü antep'ten hatay'a gidiyordum onu görmeye. kendisi aile evinde yaşıyor ve ek olarak çalışıyordu. evden 8'de çıkıyordu ve benim onu görmem için en geç 8'de hatay'da olmam gerekiyordu. olmalıydım, çünkü gün boyunca beraber zaman geçirmemizin tek yolu buydu. her neyse. haftanın neredeyse her günü akşam otogara gidiyor ve otobüsün saatini ayarlamaya çalışıyordum. eğer gece 12 ya da 2'deki otobüse binersem saat 3'te ya da 5'te antakya'da oluyordum. eğer şanslıysam 2'deki araca biniyordum, çünkü daha az dışarda bekliyordum. yanlış duymadınız. gece varıyordum ve ondan başka gidecek kimsem olmadığı için dışarda bekliyordum, şanslıysam boş bir otobüs durağı buluyor ve onu bekliyordum. havanın ne kadar soğuk olduğunun önemi yoktu, onu düşünürken içim ısınıyordu. haftanın neredeyse her günü, saatlerce onu duraklarda bekledim. onu ilk gördüğümde ise içim ısınıyor, tüm yorgunluğum gidiyordu. bana bir "yeruhe" dediğinde ruhum çekiliyor, içim ısınıyor, dünyanın en mutlu insanı oluyordum. sonra ne mi oldu? her güzel şey gibi bizim de ilişkimizin sonu geldi. galiba arkadaşım haklıydı. bana her zaman "bedirhan sen acı çekmeyi seviyorsun" derdi. feyruz dinleyince aklıma yine o geldi ve içim burkuldu. galiba ben sahiden de acı çekmeyi seviyorum.
devamını gör...
anahtar sözcük
bir metnin içeriğini özetleyen ve gösterge olarak kullanılan kelimedir. kılavuz kelime.
devamını gör...
nimona
noelle stevenson tarafından hazırlanan ve martı yayınları’dan ekim 2020’de çıkmış çizgi roman.
devamı olmaması açısından alıp okunabilecek türden. (ülkemizde malum seriler geç çıkıyor.)basit çizimleri ve sınırlı karaktere sahip olması da ayrıca okumayı kolaylaştırıyor. iyilik ve kötülüğü kendine göre yorumlayan nimona karakteri ile tanışmak güzeldi.
nimona, kötülüğe marifeti olan, atılgan, genç bir şekildeğiştiren. lord ballister blackheart ise kan davası olan bir hain.
yardımcı ve kötü adam olarak, nimona ve lord blackheart ciddi tahribatlara neden olmak üzere. görevleri: sör ambrosious goldenloin ve adalet ve kahramanlık kurumu’ndaki arkadaşlarının aslında hiç de kahraman olmadıklarını tüm krallığa kanıtlamak. işin içinde patlamalar da olacak. bilim ve köpekbalıkları da. ama küçük yaramazlıklar kötü bir savaşa dönüştükçe lord blackheart, nimona’nın güçlerinin, en az geçmişi kadar gizemli ve şüpheli olduğunu fark eder. onun sağı solu belli olmayan hali blackheart’ın itiraf etmek isteyeceğinden belki biraz daha tehlikelidir…
devamı olmaması açısından alıp okunabilecek türden. (ülkemizde malum seriler geç çıkıyor.)basit çizimleri ve sınırlı karaktere sahip olması da ayrıca okumayı kolaylaştırıyor. iyilik ve kötülüğü kendine göre yorumlayan nimona karakteri ile tanışmak güzeldi.
nimona, kötülüğe marifeti olan, atılgan, genç bir şekildeğiştiren. lord ballister blackheart ise kan davası olan bir hain.
yardımcı ve kötü adam olarak, nimona ve lord blackheart ciddi tahribatlara neden olmak üzere. görevleri: sör ambrosious goldenloin ve adalet ve kahramanlık kurumu’ndaki arkadaşlarının aslında hiç de kahraman olmadıklarını tüm krallığa kanıtlamak. işin içinde patlamalar da olacak. bilim ve köpekbalıkları da. ama küçük yaramazlıklar kötü bir savaşa dönüştükçe lord blackheart, nimona’nın güçlerinin, en az geçmişi kadar gizemli ve şüpheli olduğunu fark eder. onun sağı solu belli olmayan hali blackheart’ın itiraf etmek isteyeceğinden belki biraz daha tehlikelidir…
devamını gör...
tavan arasındaki buda
bir julie otsuka romanıdır.
bir tanımımda bahsetmiştim aslında. ama hangisi olduğundan emin değilim. unutmamanız gereken şeylerden biri “ itirazın iki şartı” idi. şöyle bir şeydi adını andığım nevzat çelikşiiri:
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye'de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya'da türk olacağız
hollanda'da surinamlı
fransa'da cezayirli
iran'da azeri
amerika'da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil'de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı
daha önce hiç duymadığım bir azınlık hikayesini anlattı bana julie otsuko, ki kendisi hala amerika’da bir azınlık olarak yaşamakta. ama bu hikayede anlatılan azınlık olma durumu çifte kavrulmuş. zira bu insanlar hem amerika’ya göç eden japon’lar hem de erkekler tarafından kandırılarak göçe zorlanmış insanlar.
kadınların zaten zor bir hayat sürdükleri konusunda herkes hemfikirdir sanırım. ancak uğradıkları cinsiyetçi ayrımcılık ve baskılara bir de başka bir ülkede başka bir ırktan olarak maruz kaldıkları itilmişliği de eklersek ne demek istediğim anlaşılır sanırım.
yalan dolan bir amerikan rüyasını yaşamak için aldatılıp yeni dünya topraklarına ayak basan japon kadınlar uykularından sıçrayarak, korku ve ter içinde uyanır. biz de bu kitabı okurken azınlıklar içinde kadın olmanın ne kadar zor olduğunu, bu saçma dünya düzeninde hala değiştirmeye gücümüzün yetmediği haksızlıklar olduğunu sessizce okuyoruz. ses çıkarmamız gerekirken.
bir tanımımda bahsetmiştim aslında. ama hangisi olduğundan emin değilim. unutmamanız gereken şeylerden biri “ itirazın iki şartı” idi. şöyle bir şeydi adını andığım nevzat çelikşiiri:
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye'de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya'da türk olacağız
hollanda'da surinamlı
fransa'da cezayirli
iran'da azeri
amerika'da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil'de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı
daha önce hiç duymadığım bir azınlık hikayesini anlattı bana julie otsuko, ki kendisi hala amerika’da bir azınlık olarak yaşamakta. ama bu hikayede anlatılan azınlık olma durumu çifte kavrulmuş. zira bu insanlar hem amerika’ya göç eden japon’lar hem de erkekler tarafından kandırılarak göçe zorlanmış insanlar.
kadınların zaten zor bir hayat sürdükleri konusunda herkes hemfikirdir sanırım. ancak uğradıkları cinsiyetçi ayrımcılık ve baskılara bir de başka bir ülkede başka bir ırktan olarak maruz kaldıkları itilmişliği de eklersek ne demek istediğim anlaşılır sanırım.
yalan dolan bir amerikan rüyasını yaşamak için aldatılıp yeni dünya topraklarına ayak basan japon kadınlar uykularından sıçrayarak, korku ve ter içinde uyanır. biz de bu kitabı okurken azınlıklar içinde kadın olmanın ne kadar zor olduğunu, bu saçma dünya düzeninde hala değiştirmeye gücümüzün yetmediği haksızlıklar olduğunu sessizce okuyoruz. ses çıkarmamız gerekirken.
devamını gör...
the culture of narcissism
christopher lacsh’in savaş sonrası amerikan toplumunda narsist bir karakterin ortaya çıkışını, ekonomik ve toplumsal sebepleri ile incelediği 1979 yılında yayınlanan kitabının ismidir. amerika, günümüz endüstriyel toplumunun ileri aşamasını temsil ettiğinden, 1979 yılında amerika toplumu için yazılan bu eserin, 2000’li yıllar ile birlikte türkiye içinde bazı gerçeklere işaret ettiği söylenebilir.
kendisi haricinde her şeyi kendisi için bir ayna olarak gören, kendi dış görünüşü, çekiciliği, toplumdan kendisine yansıyan görüntüsünden (bu yansımayı sosyal medyadan aldığı likelar ile ölçer) başka hiçbir şeyle gerçekten ilgilenmeyen bir karakter olarak tanımlar lasch narsisti. geleceğe ve gelecek nesillere olan tüm ilgisini yitirmiştir. ilgilendiği şeyler ya da inançları, bütünlüklü bir dünya görüşünün parçaları değil, yansımasını geliştirmek amaçlı bir takım terapilerdir. (vücut geliştirme, yoga, sağlıklık beslenme, pilates, karatay diyeti, organik besinler vb.) bu karakterin ortaya çıkmasında ekonomik, toplumsal ve tarihsel sebepler nelerdir? lasch ile beraber incelemeye çalışalım.
dünyanın sonu, umutların yıkılışı ve tek çare olarak bireysel terapi
bireysellik, her ne pahasına olursa olsun mutluluğun peşinde koşma, kültürel devrim adı altında narsistik davranış biçimleri ile çökmekte olan bir medeniyetin tezahürleri haline gelmiştir.
bir felaketin yaklaştığı hissi, dünyanın sonunun geldiği düşüncesi, daha iyi günlerin bizi beklemediği duygusu, kolektif ve organize bir kurtuluşa duyulan inancın yitirilmesi karşısında bireysel kurtuluşun, mutluluğu aramanın, kişisel gelişimin, yani terapinin tek mantıklı çare olduğu inancı yerleşmiştir. politik tüm hedeflerin, hayallerin çökmesinden sonra, geriye terapatik bir takım uğraşlar kalmıştır. yoga, sağlıklı beslenme, fitness, kendini keşfetme, veganizm vb.
kitlelerde yaygın olan bir diğer duygu durumu devamlı bir zamanın, tarihin bir parçası olduğumuzun fikrinin çöküşüdür. geçmişten gelip geleceğe doğru giden bir tarihin parçası değiliz artık. geleceği olmayan bir toplumda ve dünyada, şimdiki zamanda yaşamak kadar doğal bir şey yoktur.
lasch’in terapatiden kastettiği insanların anlık olarak iyi, sağlıklı hissetmeye çalışmalarıdır. bu genel bir inanca, dünya görüşüne oturan bir pratik değildir. arzuların anlık doyurulmasıdır.
aslında bireysellik yüceltilirken bireyin mega makineye bağlı kalmadan yaşamasının tüm şartları ortadan kalkmıştır. insan gerçek anlamda yalnız kalamadığı gibi, birlikte de değildir. totaliter hareketlerin, yalnız kitle insanını hareketin deviniminde birbirine doğru itmesi gibi bir durum ile kaşı karşıyayız.
yalnızlık, boşluk hissi gündelik hayatın bir savaş alanı haline gelmesinden, kimsenin yanında kendimizi emin hissetmeme duygusundan kaynaklanmaktadır. meta ilişkilerinin yoğunluğunun artması ile işin kişisel rekabet haline gelmesi, üremenin sosyalleşmesi sonucu aile ilişkilerinin çökmesi gibi sebepleri vardır.
modern insan kendi fiziksel ihtiyaçlarından, çocuklarını yetiştirmeye, psikolojik gereksinimlerine kadar devlete, şirketlere, büyük organizasyonlara bağlıdır. bu da güçsüzlüğe sebep olur. içten içe kendi ile barışık olamayan narsist bir toplumun kökenleri burada yatmaktadır.
narsist, başkalarının olumlayıcı, övücü bakışlarına muhtaçtır. kendisi için ayna olan dünyaya muhtaçtır. normal olmak, sıradan kişi olmak narsist için insanın başına gelebilecek en kötü şeydir. narsist bir fandır. sürekli ünlüler ile özdeşleşir. başkaları üzerinden sıradışı bir yaşam sürmeye çalışır.
insanların özel hayat, yani bedensel ihtiyaçlarını giderdikleri alanın dışında kalan kamuda, birlikteliklerini düzenleyen kurallar bütününü ifade eden civilitasın çöküşü kamu ile özel alanın ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. türkçe’ye nezaket kuralları olarak çevrilebilecek civilitas kısıtlayıcı olmaktan öte insanların, kişisel çekincelerini bırakarak biraraya gelmeleri için gerekli ortamı yaratıyorlardı. bu kurallar sayesinde daha rahat bir ilişki tesis etmek mümkündü. civilitas’ın ortadan kalkması ile tüm sosyal ilişkiler arada hiçbir sınırın olmadığı bir itiraf seansına dönüşmüştür. politika ve iş somut hedeflerinden sıyrılarak, özel hayattaki kişiliğin sergilendiği bir yer haline gelmiştir.
işin bürokratikleşmesinin, iş ile ilgili kabiliyetleri anlamsız hale getirmesi, şirketin, kurumun kişinin yaptıklarından bağımsız olarak bürokratik tarzda otomatik işleyişi, iş hayatında başarı kriteri olarak kişiliği ön plana çıkarmıştır. günümüz yöneticisi örneğin belirli bir hedef ya da görev için uğraşmaz. onun için önemli olan başkalarını geçmektir. winner olmaktır. gerçek bir kabiliyeti ve hedefi yoktur. amaç bir değer yaratmak değil kendisini, kendi karizmasını sergilemek, rakiplerini alt ederek winner olmaktır. aurası genç, dinamik olmasına bağlı olduğu için yaşlanmak en büyük korkulu rüyasıdır.
bu kendi kişiliğini, görüntüsünü sergileme motivasyonunu artıran bir değer husus sürekli kayıt altında olduğunun bilincidir. kameralar tarafından sürekli çekildiğini bilmek, sürekli fotoğrafının çekildiği bir ortamda yaşamak davranışların bir gösteriye dönüşmesini destekler.
burada kapitalizmin ilk ortaya çıktığı zamanlardaki, weber’in kapitalizm ile özdeşleştirdiği puritan ahlakın terk edilmesi söz konusudur. aslında puritan ahlak, kapitalist değer yargılarının tam olarak topluma nüfüz etmediği bir dönemin ürünüdür. puritan ahlakta fayda kavramı, topluma yararlı bir iş yapmakla ilişkilendirilir. puritan ahlaka göre disiplinli, kendi zevklerini bir kenara atmasını bilen, tutumlu kişiler, yaptıkları ile topluma faydalı olurlar ve böylece bunun maddi karşılığını da alırlar. önemli olan insanın yeteneklerini geliştirmesidir. maddi kazanç onunla birlikte gelecektir. ancak günümüzde insanın kendi yeteneklerini geliştirmesi ile ilgili rekabet yerini başkaları ile olan rekabete bırakmıştır. bir iş yapma kabiliyetinden daha çok kişisel ilişkilerdeki üstünlük, kendini pazarlama konusundaki maharet yükselmenin kaynağı olmuştur.
başarının kendisi neyin başarısı olduğundan bağımsız olarak önemlidir. başarının kendi ötesinde bir anlamı yoksa başarının tek ölçüm birimi başkalarının başarısıdır. bu durum hayatın bir savaş alanı haline gelmesi ve geleceğin belirsizleşmesinin en önemli sebeplerindendir.
puritan ahlaktan, narsist ahlaka geçiş, kapitalizmde üretimin başatlığından tüketimin başatlığına geçiş ile bağlantılıdır. puritan etiğin yerini tüketimin anlık zevklerine bıraktığı bu ahlak biçimi aslında kapitalizmin kendi içkin ahlak yapısının geçmişten gelen tortulardan sıyrılarak ortaya çıkmasıdır. sade’ın tahayyül ettiği, herkesin kendi kişisel zevk ve arzularından başka bir kural ve değer tanımadığı ve başka hiçbir kısıtlama olmadan bunların peşinde koştuğu bir toplumsal düzen.
hiçbir baskı altında kalmadan her türlü arzunun kolayca gerçekleştirilebileceği, meta üretimi ve bunların tüketimine dayalı bir toplum, arzuların anlık tatminin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmaya çalışır. bunların önünde hiçbir dini, ahlaki, felsefi bir engel olmamalıdır. birey arzularını tatmin etmek istediği hiçbir ailevi, geleneksel yani ekonominin yasaları haricinde hiçbir kuralın baskısı altında kalmamalıdır. bireyin bu tarz bir tahayyülü, tüm bireyleri, fiziksel ihtiyaçlarının peşinde koşan, birbirinin aynı monadlar olarak görür. bu ihtiyaçlar da meta olarak tanımlandığı ve karşılanması da bunların satın alınması ile eş değer tutulduğu için aslında birey tam anlamı ile topluma, bu metaları üreten endüstriyel/kapitalist topluma mahkum edilmiş demektir. geleneksel değerlerden özgürleşmek gibi algılanan şey aslında kendini tamamı ile topluma terk etmektir.
kapitalist topluma topyekun bir karşı duruş olan 68 hareketinin dağılmasının sonuçları olan kadın hareketi, gençlik hareketi, gay hareketi, yeşiller vb. parçaların temelde gördükleri işlev bu civilitasın, saf kapitalist mantığın önündeki engellerin ortadan kalkmasıdır.
örneğin kadının ekonomik özgürleşmesi, aslında temel olarak kadının kapitalist ekonomiye dahil olması demektir. ailede paternalizmin yıkılması, çocukların ekonominin, şirketlerin, devletin yönlendiriciliğine ve tahakkümüne girmesi demektir. (bu örneklerde geçen eski tip tahakkümlerin kısıtlayıcı etkilerinden bağımsız olarak)
lasch’in bahsettiği bir başka yaygın ruh hali, insanların yaptıkları işe ve gündelik hayatlarına karşı ironik bir tavır ve ciddiyetsizlik ile yaklaşmalarıdır. yapılan iş meslekten ve kabiliyetten bağımsız hale geldiğinde, sergilenen yapılan işler değil karakterin kendisi haline geldiğinde, işin anlamanın ölmesi ile birlikte yapılan işe duyulan saygı da ölür. iş, absürt bir noktaya doğru kayar ve bu sebeple insanlar yaptıkları işe karşı alaycı bir uzaklık takınırlar. aynı ironik tavrı sosyal hayattaki ilişkilerde de görebiliriz. sosyal yaşam geleneksel rutinlerinden sıyrılıp bir role playing haline geldiğinde insan gündelik faliyetinin tümüne ciddiyetsiz bir uzaklık ile yaklaşır.
iş ve sosyal yaşamın kendisi bir ilüzyona dönüştüğünde hiçbirşeye inanmayan ve herşeye inanan bir insan profili ile karşılaşırız. semptomları gittikçe yaygınlaşan komplo teorilerinde görülebilir.
spor ve oyunun sektörleşmesi
lasch sporda ve oyunda meydana gelen değişimleri de incelemektedir. oyun, spor, toplumun kendi ritüellerine, geleneklerine, hayata bakışına bağlı bir faaliyet (örneğin ilyada’da achilleus’un düzenlediği müsabakalar gibi) olmaktan çıkarak, kitle iletişim araçları ile yayınlanan bir eğlence, dolayısı ile bir business faliyetine dönüşmüştür.
oyun, keyfi kuralları ile hayatın askıya alındığı, yapay bir şekilde gerilimin sürekliliğinin sağlandığı ve böylece rekabet, macera duygularının tatmin edildiği bir faaliyet ve fiziksel ve zihinsel kapasitelerin sergilenmesi için bir imkandır. oyunun bu beklentileri karşılaması için oyuncuların ve izleyicilerin kuralların keyfiliğini kabul etmesi, oyunu kendi içerisinde ciddiye alması şarttır. kendi hayatını ciddiye almakta zorlanan bir insanın oyunu ciddiye alması imkansızdır. narsistik insanın en önemli özelliklerinden birisi oyunda, tiyatroda, sinemada gerçekliği askıya alma yetisini kaybetmesidir.
oyunun büyüsünün bozulmasının kapitalist üretim ile alakalı başka sebepleri de vardır. çalışma ve boş zamanın birbirinden ayrılması, kitle iletişim araçları ile sporun geniş kitleler için bir eğlence haline gelmesi sporun büyüsünü öldüren etkenlerdendir. spor gerçekliğin askıya alındığı bir temsil değil, büyük paralar yatırılan, müsabaka öncesinideki yatırım ve hazırlığın müsabakadan daha önemli hale geldiği bir business faaliyetidir. sporun bir business haline gelmesi lokalliği ve bağlılığı öldürür. sonuçta oyun tüm ciddiliğini, büyüleyici özelliğini kaybetmiştir. holiganlık ve taraftar grubu faaliyetleri oyunun ciddiye alınmasından ileri gelmez bilakis oyun ile alakasız faaliyetlerin oyunun önüne geçmesini simgeler. taraftar gruplarının ilgilendikleri şey oyunun kendisi değil, oyun dışındaki kendi şovları ve gösterileridir. örneğin we are the best diye bağıran ultraaslan galatasaray klübünü değil, kendi taraftar gruplarını kastediyordur. burada en iyi olmak futbol sahası içinde yapılanın haricinde en iyi kareografiyi yapmak, deplasmana en kalabalık gitmek gibi oyun ile alakasız aktivitelerdir.
sonuç olarak spor bireysel olarak ilgilenildiğinde sağlıklı yaşam için yapılan bir terapi, organize halinde ise bir sektör halini almıştır.
yeni cahillik, cahilliğin öğretimi
peki günümüzde çok yaygın görülen yeni cahilliğin sebepleri neler olabilir. lasch’in bu konuda da tatmin edici açıklamaları mevcut.
en elitinden daha yaygın kurumlara kadar, eğitimin ve öğrencilerin kalitesi düşmüştür. kültür geleneğinden kopmuş, kendi ülkesinin tarihi ile ilgili temel bilgilerden habersiz, bu hali ile eğitim sürecini tamamlayabilmiş bir kitle oluşmuştur. okuma-yazma oranlarını artıran genelleştirilmiş eğitim yeni oluşan cahillik biçimleri karşısında etkisiz kalmıştır. konuşma ve yazmada duyulan zorluklar, okuduğunu anlama kabiliyetinde gerileme, en temel hukuki haklarından habersiz bir yurttaşlık, geleneksel bilgiler ile kuşaktan kuşağa aktarılan gündelik yaşam bilgisinin uzmanların mesleki faaliyet alanı haline gelmesi vb. genel manada yaşanan bu kabileyet düşüşünün etkilerini aile ilişkileri, çocuk bakımı, beslenmeye kadar her alanda görmek mümkündür. hayatın her alanı, uzmanların ezoterik bilgisi tarafından düzenlenmesi gereken, sokaktaki adama terk edilemeyecek uzmanlık alanları haline gelmiştir.
yukarıdaki gelişmelerin temel sebebi günümüzde yapılan işlerin gerçek bir kabiliyet, inisiyatif ve organizasyon yeteneği istememesidir. hatta işlerin çoğunun bunlara sahip olanları tatmin etmeyen bir yapısı vardır. alalade özelliklere sahip, ortalama bir eğtimden geçmiş bir kişi, yaptığı iş için kendi yeteneklerini fazla görmektedir. endüstriyel üretim tarzı sürekli söylendiği gibi, kalifiye çalışanlara değil, rutin işleri baştan savma yapacak, boş zamanında tüketim ile kendisini tatmin edecek bir iş gücüne ihtiyaç duymaktadır. dolayısı ile sistemin hedefi tam olarakta vasat öğrenciler yetiştirmektedir.
okulun bu hedef doğrultusunda şekillendirilmesinde ilerici pedegojik görüşlerin katkısı yadsınamaz. bu görüşlere göre öğrencinin dikkati korunmalıdır. öğrencinin sınıfta geçirdiği zaman aynı zamanda eğlenceli olmalıdır. öğretmen ile öğrenci arasında eşit bir ilişki kurulmalıdır. öğretmen yönlendiren kişi değil, öğrenci ile birlikte öğrenen kişidir. bu anlayış öğretmen kalitesinin düşüşünde muazzam etkili olmuştur. demokratik pedegojik görüşe göre öğrenci ciddi çalışma kapasitesinden mahrum, konsantrasyonunu toplayamayan bir karaktere sahiptir. bu sebeple ilgisi ciddi akademik faaliyetlere girmeden oyunlarla, yeni teknolojik cihazlarla canlı tutulmalıdır. bu görüşlerin arendt’in crisis in education makalesi ile büyük paralellikler içerdiği söylenebilir.
ailenin çöküşü
üretimin ailenin ve bireyin bir faliyeti olmaktan çıkarak, toplumsal bir boyut kazanması ile üreme de sosyal bir faaliyet haline gelmiştir. çocuk yetiştirme ailenin tekelinden çıkarak devletin, uzmanların, özel şirketlerin meşgalesi haline gelmiştir.
modernite ve ilerleme nüfuzunu artırdıkça ailenin tutucu, çağın gerekliliklerine uyum sağlayamayan bireyler yetiştirdiği varsayılarak, eğitim ile ilgili faaliyetler ailenin tekelinden peyderpey alınmıştır.
son ve yeni uzman görüşlerine göre normal ve sağlıklı bir aile yapısı dahi, çocuk yetiştirme konusunda yetersizdir. bu sebeple toplum, devlet aracılığı ile çocuk yetiştirmeyi eline almalıdır.
böylece çocuk yetiştirme ile ilgili geleneksel bilgiler, kuşaktan kuşağa aktarılmış doğrular kaybolmakta, ebeveynler çocukları karşısında ne yapacaklarını bilemez bir durumda kalmaktadırlar. uzman görüşüne muhtaç bir ebeveyn profili ortaya çıkmaktadır. başarılı ve sağlıklı çocuklar yetiştirmek belirli bir yurt ve özel okula, bir vitamine, protein içerikli mamaya, çeşitli özel kurslara bağlanır. ebeveynler, başarılı çocuk yetiştirme stresini sürekli üzerlerinde taşır.
geleneksel otoritenin ve aile değerlerinin çağın gerekliliklerini karşılamadığının iddia edildiği, çocuk yetiştirmenin değişik uzmanlık alanlarının bilimsel yönlendirmesi ile sağlıklı olabileceği ilan edildiğinde ebeveynin çocuk üzerinde hiçbir ahlaki otoritesi ve yükümlülüğü kalmıştır. bu fiili durum, liberal ahlaki özgürlük kavramının, çocuğun kendi seçim hakkı düsturu ile meşrulaştırır. aslında herhangi bir yönlendirici ve örnek olma kabiliyetini kaybetmiş ebeveynin bu sorumluluğundan gönül rahatlığı ile sıyrılmasının bir imkanıdır bu.
sonuçta modern ebeveynlik pazardaki çocuk yetiştirme ile ilgili metaların alımına indirgenir. özetle, doğum uzmanları çocuğun doğumundan, pediyatrikler hastalıklarından ve tedavisinden, öğretmenler zekasından, süpermarketler ve gıda endüstrisi yiyeceklerinden, kitle kültürü ise dünya görüşünden sorumludur, ebeveynler ise bunları satın alan kişilerdir.
nesiller arasındaki hiyerarşinin tersine dönmesi, ebeveyn otoritesinin çökmesi, ben merkezci, fiziksel arzular ile hareket eden, hedonist bir toplum yapısı yaratır. bunun kapitalist toplumun tüketim endeksli yapısı ile birbirini destekleyen yapısı mağlumdur.
ancak bu durumun birey üzerinde hiçbir disiplin, eleştirel bir otorite bırakmadığı düşünülmemeli. kısıtlayıcı geleneksel disiplin yerine, yeni eleştirel bakış, herkes tarafından beğenilme, popüler olma, en çok like alma, sosyal başarı üzerine kriterlerini inşa eder. bu aslında insanlar üzerinde çok daha sert, eleştirel bir baskı oluşturur. bunun somut örneklerinden birisi, facebookta belirli sayıda like almazsa çocuğunu 15. kattan atmakla tehdit eden babadır.
kadın erkek ilişkileri
üremenin sosyalleşmesi, kişisel ilişkileri sıradanlaştırır. kendi ölümünden sonraki dünyaya ilgi duymamak ile sonuçlanır. çünkü ebeveynler çocuklarını kendilerine ait hissetmezler. çocuklar da otorite ve rol model olarak anne-babayı kabul etmedikleri için, nesiller arası devamlılık duygusu kopmuştur. kendi ölümünden sonraki her şeye ilgisini kaybeden kişi anı yaşamak zorundadır. narsistik karakterin bu özelliğinin bir türlü gelmek bilmeyen ekolojik bilinçle ya da sınıf bilinci ile ilgisi yok mudur? dünyanın sonunun geldiği sayısız raporda, filmde, belgeselde dile getirilmesine hatta dünyanın sahipleri tarafından kabul edilmesine rağmen bunun hiçbir etki bırakmamasının sebeplerinden biri bu olamaz mı?
modern toplum öncesinde kadın-erkek ilişkilerinin temel normları centilmenlik kültürü üzerine oturmaktaydı. bu centilmenlik kültürü, zayıf cinsiyeti korumak, centilmenlik görevleri gibi kavramlar altında, temelde fiziksel güce dayanan kadının sömürüsünü yumuşatan bir etkiye sahipti. günümüzde bu kültür ortadan kalkmıştır.
kadın erkek ilişkilerindeki bu ilüzyonun ortadan kalkması doğal bir takım zıtlıkların doğrudan yaşanmasına, kadın erkek ilişkilerinin şiddetlenmesine sebep olmuştur.
lasch cinsel devrimin kadın-erkek ilişkilerinde yarattığı bazı komplikasyonlara da dikkat çekiyor. örneğin seksin sadece kendisi için değerli hale gelmesi, geleceğe dair tüm referanslarını kaybetmesine ve sürekli bir ilişkinin temeli olabilme özelliğini yitirmesine sebep olmuştur. seksi aşka, evliliğe ve yeni nesillere bağlayan bağlar böylece kopmuştur.
feminizmin bazı çelişkileri konusunda ise şunları söylüyor. feminizmin kadın ve erkeği haklarında değil kendi doğalarında da eşit kabul etme eğilimi, eşitsizliği yaratan faktörün ise geleneksel değerler olduğu iddiası, bu ilişkileri düzenleyen normların (lasch için bu gelenekselliklerde herhangi bir ideal söz konusu değil) ortadan kalkmasına sebep olarak kadın ve erkeği doğadan gelen bir takım zıtlıkları ile baş başa bırakmıştır. örneğin feminizm , erkeği vahşi bir hayvan olarak tanımlarken, kadına yönelik vahşiliğini eleştirmekte, aynı zamanda bu vahşiliği törpüleyecek geleneksel değerleri (centilmenlik kültürü gibi) kadın-erkek eşitsizliğinin temeli olarak görmektedir.
yaşlılık nefreti ve korkusu
günümüzdeki en yaygın hislerden bir tanesi yaşlılık karşısında duyulan nefret ve korkudur. birincisi henüz uzakken, ikincisi yaklaştığı zaman. lasch’e göre bunun sebebi nesiller arasındaki bağın kopmasıdır. yaşlılık ile ilgili en büyük teselli, yeni nesillerin bizim yerimize geliyor oluşu ve bir anlamda bizim devamlılığımızı sağlayacak olmalarıdır. ancak insanoğlu kendi ölümünden sonraki hayata karşı tüm ilgisini kaybettiğinde, kendisini sadece güzelliği, çekiciliği, dış görünüşü ve gücünün (hepsi gençlikle bağlantılıdır ve yaşlandıkça erir) dış dünya tarafından takdir edilmesi ile tatmin edebildiğinde yaşlılık dayanılması en zor bela ve başa gelebilecek en büyük felaket halini alır. çünkü sürekli teknolojik yenilenme altında bir gelenek oluşturabilmek mümkün değildir. birbirini takip eden nesiller daha önceki nesillerin yani bir geleneğin devamını değil tam tersine önceki neslin yok oluşunu temsil eder. çocuk yapma karşısında duyulan tereddütün sebeplerinden bazıları buralardadır. bilgilerin sürekli yenilenmesi, yaşlıların bir toplumdaki en büyük değerini oluşturan bilgeliğin ortadan kalkmasına sebep olur. orta yaşını geçen insanın, tecrübeye, bilgiye ve geleneğe saygısı olmayan bir toplumda son kullanma tarihi geçmiş demektir.
kendisi haricinde her şeyi kendisi için bir ayna olarak gören, kendi dış görünüşü, çekiciliği, toplumdan kendisine yansıyan görüntüsünden (bu yansımayı sosyal medyadan aldığı likelar ile ölçer) başka hiçbir şeyle gerçekten ilgilenmeyen bir karakter olarak tanımlar lasch narsisti. geleceğe ve gelecek nesillere olan tüm ilgisini yitirmiştir. ilgilendiği şeyler ya da inançları, bütünlüklü bir dünya görüşünün parçaları değil, yansımasını geliştirmek amaçlı bir takım terapilerdir. (vücut geliştirme, yoga, sağlıklık beslenme, pilates, karatay diyeti, organik besinler vb.) bu karakterin ortaya çıkmasında ekonomik, toplumsal ve tarihsel sebepler nelerdir? lasch ile beraber incelemeye çalışalım.
dünyanın sonu, umutların yıkılışı ve tek çare olarak bireysel terapi
bireysellik, her ne pahasına olursa olsun mutluluğun peşinde koşma, kültürel devrim adı altında narsistik davranış biçimleri ile çökmekte olan bir medeniyetin tezahürleri haline gelmiştir.
bir felaketin yaklaştığı hissi, dünyanın sonunun geldiği düşüncesi, daha iyi günlerin bizi beklemediği duygusu, kolektif ve organize bir kurtuluşa duyulan inancın yitirilmesi karşısında bireysel kurtuluşun, mutluluğu aramanın, kişisel gelişimin, yani terapinin tek mantıklı çare olduğu inancı yerleşmiştir. politik tüm hedeflerin, hayallerin çökmesinden sonra, geriye terapatik bir takım uğraşlar kalmıştır. yoga, sağlıklı beslenme, fitness, kendini keşfetme, veganizm vb.
kitlelerde yaygın olan bir diğer duygu durumu devamlı bir zamanın, tarihin bir parçası olduğumuzun fikrinin çöküşüdür. geçmişten gelip geleceğe doğru giden bir tarihin parçası değiliz artık. geleceği olmayan bir toplumda ve dünyada, şimdiki zamanda yaşamak kadar doğal bir şey yoktur.
lasch’in terapatiden kastettiği insanların anlık olarak iyi, sağlıklı hissetmeye çalışmalarıdır. bu genel bir inanca, dünya görüşüne oturan bir pratik değildir. arzuların anlık doyurulmasıdır.
aslında bireysellik yüceltilirken bireyin mega makineye bağlı kalmadan yaşamasının tüm şartları ortadan kalkmıştır. insan gerçek anlamda yalnız kalamadığı gibi, birlikte de değildir. totaliter hareketlerin, yalnız kitle insanını hareketin deviniminde birbirine doğru itmesi gibi bir durum ile kaşı karşıyayız.
yalnızlık, boşluk hissi gündelik hayatın bir savaş alanı haline gelmesinden, kimsenin yanında kendimizi emin hissetmeme duygusundan kaynaklanmaktadır. meta ilişkilerinin yoğunluğunun artması ile işin kişisel rekabet haline gelmesi, üremenin sosyalleşmesi sonucu aile ilişkilerinin çökmesi gibi sebepleri vardır.
modern insan kendi fiziksel ihtiyaçlarından, çocuklarını yetiştirmeye, psikolojik gereksinimlerine kadar devlete, şirketlere, büyük organizasyonlara bağlıdır. bu da güçsüzlüğe sebep olur. içten içe kendi ile barışık olamayan narsist bir toplumun kökenleri burada yatmaktadır.
narsist, başkalarının olumlayıcı, övücü bakışlarına muhtaçtır. kendisi için ayna olan dünyaya muhtaçtır. normal olmak, sıradan kişi olmak narsist için insanın başına gelebilecek en kötü şeydir. narsist bir fandır. sürekli ünlüler ile özdeşleşir. başkaları üzerinden sıradışı bir yaşam sürmeye çalışır.
insanların özel hayat, yani bedensel ihtiyaçlarını giderdikleri alanın dışında kalan kamuda, birlikteliklerini düzenleyen kurallar bütününü ifade eden civilitasın çöküşü kamu ile özel alanın ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. türkçe’ye nezaket kuralları olarak çevrilebilecek civilitas kısıtlayıcı olmaktan öte insanların, kişisel çekincelerini bırakarak biraraya gelmeleri için gerekli ortamı yaratıyorlardı. bu kurallar sayesinde daha rahat bir ilişki tesis etmek mümkündü. civilitas’ın ortadan kalkması ile tüm sosyal ilişkiler arada hiçbir sınırın olmadığı bir itiraf seansına dönüşmüştür. politika ve iş somut hedeflerinden sıyrılarak, özel hayattaki kişiliğin sergilendiği bir yer haline gelmiştir.
işin bürokratikleşmesinin, iş ile ilgili kabiliyetleri anlamsız hale getirmesi, şirketin, kurumun kişinin yaptıklarından bağımsız olarak bürokratik tarzda otomatik işleyişi, iş hayatında başarı kriteri olarak kişiliği ön plana çıkarmıştır. günümüz yöneticisi örneğin belirli bir hedef ya da görev için uğraşmaz. onun için önemli olan başkalarını geçmektir. winner olmaktır. gerçek bir kabiliyeti ve hedefi yoktur. amaç bir değer yaratmak değil kendisini, kendi karizmasını sergilemek, rakiplerini alt ederek winner olmaktır. aurası genç, dinamik olmasına bağlı olduğu için yaşlanmak en büyük korkulu rüyasıdır.
bu kendi kişiliğini, görüntüsünü sergileme motivasyonunu artıran bir değer husus sürekli kayıt altında olduğunun bilincidir. kameralar tarafından sürekli çekildiğini bilmek, sürekli fotoğrafının çekildiği bir ortamda yaşamak davranışların bir gösteriye dönüşmesini destekler.
burada kapitalizmin ilk ortaya çıktığı zamanlardaki, weber’in kapitalizm ile özdeşleştirdiği puritan ahlakın terk edilmesi söz konusudur. aslında puritan ahlak, kapitalist değer yargılarının tam olarak topluma nüfüz etmediği bir dönemin ürünüdür. puritan ahlakta fayda kavramı, topluma yararlı bir iş yapmakla ilişkilendirilir. puritan ahlaka göre disiplinli, kendi zevklerini bir kenara atmasını bilen, tutumlu kişiler, yaptıkları ile topluma faydalı olurlar ve böylece bunun maddi karşılığını da alırlar. önemli olan insanın yeteneklerini geliştirmesidir. maddi kazanç onunla birlikte gelecektir. ancak günümüzde insanın kendi yeteneklerini geliştirmesi ile ilgili rekabet yerini başkaları ile olan rekabete bırakmıştır. bir iş yapma kabiliyetinden daha çok kişisel ilişkilerdeki üstünlük, kendini pazarlama konusundaki maharet yükselmenin kaynağı olmuştur.
başarının kendisi neyin başarısı olduğundan bağımsız olarak önemlidir. başarının kendi ötesinde bir anlamı yoksa başarının tek ölçüm birimi başkalarının başarısıdır. bu durum hayatın bir savaş alanı haline gelmesi ve geleceğin belirsizleşmesinin en önemli sebeplerindendir.
puritan ahlaktan, narsist ahlaka geçiş, kapitalizmde üretimin başatlığından tüketimin başatlığına geçiş ile bağlantılıdır. puritan etiğin yerini tüketimin anlık zevklerine bıraktığı bu ahlak biçimi aslında kapitalizmin kendi içkin ahlak yapısının geçmişten gelen tortulardan sıyrılarak ortaya çıkmasıdır. sade’ın tahayyül ettiği, herkesin kendi kişisel zevk ve arzularından başka bir kural ve değer tanımadığı ve başka hiçbir kısıtlama olmadan bunların peşinde koştuğu bir toplumsal düzen.
hiçbir baskı altında kalmadan her türlü arzunun kolayca gerçekleştirilebileceği, meta üretimi ve bunların tüketimine dayalı bir toplum, arzuların anlık tatminin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmaya çalışır. bunların önünde hiçbir dini, ahlaki, felsefi bir engel olmamalıdır. birey arzularını tatmin etmek istediği hiçbir ailevi, geleneksel yani ekonominin yasaları haricinde hiçbir kuralın baskısı altında kalmamalıdır. bireyin bu tarz bir tahayyülü, tüm bireyleri, fiziksel ihtiyaçlarının peşinde koşan, birbirinin aynı monadlar olarak görür. bu ihtiyaçlar da meta olarak tanımlandığı ve karşılanması da bunların satın alınması ile eş değer tutulduğu için aslında birey tam anlamı ile topluma, bu metaları üreten endüstriyel/kapitalist topluma mahkum edilmiş demektir. geleneksel değerlerden özgürleşmek gibi algılanan şey aslında kendini tamamı ile topluma terk etmektir.
kapitalist topluma topyekun bir karşı duruş olan 68 hareketinin dağılmasının sonuçları olan kadın hareketi, gençlik hareketi, gay hareketi, yeşiller vb. parçaların temelde gördükleri işlev bu civilitasın, saf kapitalist mantığın önündeki engellerin ortadan kalkmasıdır.
örneğin kadının ekonomik özgürleşmesi, aslında temel olarak kadının kapitalist ekonomiye dahil olması demektir. ailede paternalizmin yıkılması, çocukların ekonominin, şirketlerin, devletin yönlendiriciliğine ve tahakkümüne girmesi demektir. (bu örneklerde geçen eski tip tahakkümlerin kısıtlayıcı etkilerinden bağımsız olarak)
lasch’in bahsettiği bir başka yaygın ruh hali, insanların yaptıkları işe ve gündelik hayatlarına karşı ironik bir tavır ve ciddiyetsizlik ile yaklaşmalarıdır. yapılan iş meslekten ve kabiliyetten bağımsız hale geldiğinde, sergilenen yapılan işler değil karakterin kendisi haline geldiğinde, işin anlamanın ölmesi ile birlikte yapılan işe duyulan saygı da ölür. iş, absürt bir noktaya doğru kayar ve bu sebeple insanlar yaptıkları işe karşı alaycı bir uzaklık takınırlar. aynı ironik tavrı sosyal hayattaki ilişkilerde de görebiliriz. sosyal yaşam geleneksel rutinlerinden sıyrılıp bir role playing haline geldiğinde insan gündelik faliyetinin tümüne ciddiyetsiz bir uzaklık ile yaklaşır.
iş ve sosyal yaşamın kendisi bir ilüzyona dönüştüğünde hiçbirşeye inanmayan ve herşeye inanan bir insan profili ile karşılaşırız. semptomları gittikçe yaygınlaşan komplo teorilerinde görülebilir.
spor ve oyunun sektörleşmesi
lasch sporda ve oyunda meydana gelen değişimleri de incelemektedir. oyun, spor, toplumun kendi ritüellerine, geleneklerine, hayata bakışına bağlı bir faaliyet (örneğin ilyada’da achilleus’un düzenlediği müsabakalar gibi) olmaktan çıkarak, kitle iletişim araçları ile yayınlanan bir eğlence, dolayısı ile bir business faliyetine dönüşmüştür.
oyun, keyfi kuralları ile hayatın askıya alındığı, yapay bir şekilde gerilimin sürekliliğinin sağlandığı ve böylece rekabet, macera duygularının tatmin edildiği bir faaliyet ve fiziksel ve zihinsel kapasitelerin sergilenmesi için bir imkandır. oyunun bu beklentileri karşılaması için oyuncuların ve izleyicilerin kuralların keyfiliğini kabul etmesi, oyunu kendi içerisinde ciddiye alması şarttır. kendi hayatını ciddiye almakta zorlanan bir insanın oyunu ciddiye alması imkansızdır. narsistik insanın en önemli özelliklerinden birisi oyunda, tiyatroda, sinemada gerçekliği askıya alma yetisini kaybetmesidir.
oyunun büyüsünün bozulmasının kapitalist üretim ile alakalı başka sebepleri de vardır. çalışma ve boş zamanın birbirinden ayrılması, kitle iletişim araçları ile sporun geniş kitleler için bir eğlence haline gelmesi sporun büyüsünü öldüren etkenlerdendir. spor gerçekliğin askıya alındığı bir temsil değil, büyük paralar yatırılan, müsabaka öncesinideki yatırım ve hazırlığın müsabakadan daha önemli hale geldiği bir business faaliyetidir. sporun bir business haline gelmesi lokalliği ve bağlılığı öldürür. sonuçta oyun tüm ciddiliğini, büyüleyici özelliğini kaybetmiştir. holiganlık ve taraftar grubu faaliyetleri oyunun ciddiye alınmasından ileri gelmez bilakis oyun ile alakasız faaliyetlerin oyunun önüne geçmesini simgeler. taraftar gruplarının ilgilendikleri şey oyunun kendisi değil, oyun dışındaki kendi şovları ve gösterileridir. örneğin we are the best diye bağıran ultraaslan galatasaray klübünü değil, kendi taraftar gruplarını kastediyordur. burada en iyi olmak futbol sahası içinde yapılanın haricinde en iyi kareografiyi yapmak, deplasmana en kalabalık gitmek gibi oyun ile alakasız aktivitelerdir.
sonuç olarak spor bireysel olarak ilgilenildiğinde sağlıklı yaşam için yapılan bir terapi, organize halinde ise bir sektör halini almıştır.
yeni cahillik, cahilliğin öğretimi
peki günümüzde çok yaygın görülen yeni cahilliğin sebepleri neler olabilir. lasch’in bu konuda da tatmin edici açıklamaları mevcut.
en elitinden daha yaygın kurumlara kadar, eğitimin ve öğrencilerin kalitesi düşmüştür. kültür geleneğinden kopmuş, kendi ülkesinin tarihi ile ilgili temel bilgilerden habersiz, bu hali ile eğitim sürecini tamamlayabilmiş bir kitle oluşmuştur. okuma-yazma oranlarını artıran genelleştirilmiş eğitim yeni oluşan cahillik biçimleri karşısında etkisiz kalmıştır. konuşma ve yazmada duyulan zorluklar, okuduğunu anlama kabiliyetinde gerileme, en temel hukuki haklarından habersiz bir yurttaşlık, geleneksel bilgiler ile kuşaktan kuşağa aktarılan gündelik yaşam bilgisinin uzmanların mesleki faaliyet alanı haline gelmesi vb. genel manada yaşanan bu kabileyet düşüşünün etkilerini aile ilişkileri, çocuk bakımı, beslenmeye kadar her alanda görmek mümkündür. hayatın her alanı, uzmanların ezoterik bilgisi tarafından düzenlenmesi gereken, sokaktaki adama terk edilemeyecek uzmanlık alanları haline gelmiştir.
yukarıdaki gelişmelerin temel sebebi günümüzde yapılan işlerin gerçek bir kabiliyet, inisiyatif ve organizasyon yeteneği istememesidir. hatta işlerin çoğunun bunlara sahip olanları tatmin etmeyen bir yapısı vardır. alalade özelliklere sahip, ortalama bir eğtimden geçmiş bir kişi, yaptığı iş için kendi yeteneklerini fazla görmektedir. endüstriyel üretim tarzı sürekli söylendiği gibi, kalifiye çalışanlara değil, rutin işleri baştan savma yapacak, boş zamanında tüketim ile kendisini tatmin edecek bir iş gücüne ihtiyaç duymaktadır. dolayısı ile sistemin hedefi tam olarakta vasat öğrenciler yetiştirmektedir.
okulun bu hedef doğrultusunda şekillendirilmesinde ilerici pedegojik görüşlerin katkısı yadsınamaz. bu görüşlere göre öğrencinin dikkati korunmalıdır. öğrencinin sınıfta geçirdiği zaman aynı zamanda eğlenceli olmalıdır. öğretmen ile öğrenci arasında eşit bir ilişki kurulmalıdır. öğretmen yönlendiren kişi değil, öğrenci ile birlikte öğrenen kişidir. bu anlayış öğretmen kalitesinin düşüşünde muazzam etkili olmuştur. demokratik pedegojik görüşe göre öğrenci ciddi çalışma kapasitesinden mahrum, konsantrasyonunu toplayamayan bir karaktere sahiptir. bu sebeple ilgisi ciddi akademik faaliyetlere girmeden oyunlarla, yeni teknolojik cihazlarla canlı tutulmalıdır. bu görüşlerin arendt’in crisis in education makalesi ile büyük paralellikler içerdiği söylenebilir.
ailenin çöküşü
üretimin ailenin ve bireyin bir faliyeti olmaktan çıkarak, toplumsal bir boyut kazanması ile üreme de sosyal bir faaliyet haline gelmiştir. çocuk yetiştirme ailenin tekelinden çıkarak devletin, uzmanların, özel şirketlerin meşgalesi haline gelmiştir.
modernite ve ilerleme nüfuzunu artırdıkça ailenin tutucu, çağın gerekliliklerine uyum sağlayamayan bireyler yetiştirdiği varsayılarak, eğitim ile ilgili faaliyetler ailenin tekelinden peyderpey alınmıştır.
son ve yeni uzman görüşlerine göre normal ve sağlıklı bir aile yapısı dahi, çocuk yetiştirme konusunda yetersizdir. bu sebeple toplum, devlet aracılığı ile çocuk yetiştirmeyi eline almalıdır.
böylece çocuk yetiştirme ile ilgili geleneksel bilgiler, kuşaktan kuşağa aktarılmış doğrular kaybolmakta, ebeveynler çocukları karşısında ne yapacaklarını bilemez bir durumda kalmaktadırlar. uzman görüşüne muhtaç bir ebeveyn profili ortaya çıkmaktadır. başarılı ve sağlıklı çocuklar yetiştirmek belirli bir yurt ve özel okula, bir vitamine, protein içerikli mamaya, çeşitli özel kurslara bağlanır. ebeveynler, başarılı çocuk yetiştirme stresini sürekli üzerlerinde taşır.
geleneksel otoritenin ve aile değerlerinin çağın gerekliliklerini karşılamadığının iddia edildiği, çocuk yetiştirmenin değişik uzmanlık alanlarının bilimsel yönlendirmesi ile sağlıklı olabileceği ilan edildiğinde ebeveynin çocuk üzerinde hiçbir ahlaki otoritesi ve yükümlülüğü kalmıştır. bu fiili durum, liberal ahlaki özgürlük kavramının, çocuğun kendi seçim hakkı düsturu ile meşrulaştırır. aslında herhangi bir yönlendirici ve örnek olma kabiliyetini kaybetmiş ebeveynin bu sorumluluğundan gönül rahatlığı ile sıyrılmasının bir imkanıdır bu.
sonuçta modern ebeveynlik pazardaki çocuk yetiştirme ile ilgili metaların alımına indirgenir. özetle, doğum uzmanları çocuğun doğumundan, pediyatrikler hastalıklarından ve tedavisinden, öğretmenler zekasından, süpermarketler ve gıda endüstrisi yiyeceklerinden, kitle kültürü ise dünya görüşünden sorumludur, ebeveynler ise bunları satın alan kişilerdir.
nesiller arasındaki hiyerarşinin tersine dönmesi, ebeveyn otoritesinin çökmesi, ben merkezci, fiziksel arzular ile hareket eden, hedonist bir toplum yapısı yaratır. bunun kapitalist toplumun tüketim endeksli yapısı ile birbirini destekleyen yapısı mağlumdur.
ancak bu durumun birey üzerinde hiçbir disiplin, eleştirel bir otorite bırakmadığı düşünülmemeli. kısıtlayıcı geleneksel disiplin yerine, yeni eleştirel bakış, herkes tarafından beğenilme, popüler olma, en çok like alma, sosyal başarı üzerine kriterlerini inşa eder. bu aslında insanlar üzerinde çok daha sert, eleştirel bir baskı oluşturur. bunun somut örneklerinden birisi, facebookta belirli sayıda like almazsa çocuğunu 15. kattan atmakla tehdit eden babadır.
kadın erkek ilişkileri
üremenin sosyalleşmesi, kişisel ilişkileri sıradanlaştırır. kendi ölümünden sonraki dünyaya ilgi duymamak ile sonuçlanır. çünkü ebeveynler çocuklarını kendilerine ait hissetmezler. çocuklar da otorite ve rol model olarak anne-babayı kabul etmedikleri için, nesiller arası devamlılık duygusu kopmuştur. kendi ölümünden sonraki her şeye ilgisini kaybeden kişi anı yaşamak zorundadır. narsistik karakterin bu özelliğinin bir türlü gelmek bilmeyen ekolojik bilinçle ya da sınıf bilinci ile ilgisi yok mudur? dünyanın sonunun geldiği sayısız raporda, filmde, belgeselde dile getirilmesine hatta dünyanın sahipleri tarafından kabul edilmesine rağmen bunun hiçbir etki bırakmamasının sebeplerinden biri bu olamaz mı?
modern toplum öncesinde kadın-erkek ilişkilerinin temel normları centilmenlik kültürü üzerine oturmaktaydı. bu centilmenlik kültürü, zayıf cinsiyeti korumak, centilmenlik görevleri gibi kavramlar altında, temelde fiziksel güce dayanan kadının sömürüsünü yumuşatan bir etkiye sahipti. günümüzde bu kültür ortadan kalkmıştır.
kadın erkek ilişkilerindeki bu ilüzyonun ortadan kalkması doğal bir takım zıtlıkların doğrudan yaşanmasına, kadın erkek ilişkilerinin şiddetlenmesine sebep olmuştur.
lasch cinsel devrimin kadın-erkek ilişkilerinde yarattığı bazı komplikasyonlara da dikkat çekiyor. örneğin seksin sadece kendisi için değerli hale gelmesi, geleceğe dair tüm referanslarını kaybetmesine ve sürekli bir ilişkinin temeli olabilme özelliğini yitirmesine sebep olmuştur. seksi aşka, evliliğe ve yeni nesillere bağlayan bağlar böylece kopmuştur.
feminizmin bazı çelişkileri konusunda ise şunları söylüyor. feminizmin kadın ve erkeği haklarında değil kendi doğalarında da eşit kabul etme eğilimi, eşitsizliği yaratan faktörün ise geleneksel değerler olduğu iddiası, bu ilişkileri düzenleyen normların (lasch için bu gelenekselliklerde herhangi bir ideal söz konusu değil) ortadan kalkmasına sebep olarak kadın ve erkeği doğadan gelen bir takım zıtlıkları ile baş başa bırakmıştır. örneğin feminizm , erkeği vahşi bir hayvan olarak tanımlarken, kadına yönelik vahşiliğini eleştirmekte, aynı zamanda bu vahşiliği törpüleyecek geleneksel değerleri (centilmenlik kültürü gibi) kadın-erkek eşitsizliğinin temeli olarak görmektedir.
yaşlılık nefreti ve korkusu
günümüzdeki en yaygın hislerden bir tanesi yaşlılık karşısında duyulan nefret ve korkudur. birincisi henüz uzakken, ikincisi yaklaştığı zaman. lasch’e göre bunun sebebi nesiller arasındaki bağın kopmasıdır. yaşlılık ile ilgili en büyük teselli, yeni nesillerin bizim yerimize geliyor oluşu ve bir anlamda bizim devamlılığımızı sağlayacak olmalarıdır. ancak insanoğlu kendi ölümünden sonraki hayata karşı tüm ilgisini kaybettiğinde, kendisini sadece güzelliği, çekiciliği, dış görünüşü ve gücünün (hepsi gençlikle bağlantılıdır ve yaşlandıkça erir) dış dünya tarafından takdir edilmesi ile tatmin edebildiğinde yaşlılık dayanılması en zor bela ve başa gelebilecek en büyük felaket halini alır. çünkü sürekli teknolojik yenilenme altında bir gelenek oluşturabilmek mümkün değildir. birbirini takip eden nesiller daha önceki nesillerin yani bir geleneğin devamını değil tam tersine önceki neslin yok oluşunu temsil eder. çocuk yapma karşısında duyulan tereddütün sebeplerinden bazıları buralardadır. bilgilerin sürekli yenilenmesi, yaşlıların bir toplumdaki en büyük değerini oluşturan bilgeliğin ortadan kalkmasına sebep olur. orta yaşını geçen insanın, tecrübeye, bilgiye ve geleneğe saygısı olmayan bir toplumda son kullanma tarihi geçmiş demektir.
devamını gör...
dünyanın en yorucu şeyi
yapmak istemeyip de yapmak zorunda olduğum her şey
devamını gör...
normal sözlük yönetimi vs ak parti
bir şeyi açıklığa kavuşturmak gerek. jetonu düşmeyenler ya da geç düşenler olabilir, normal kabul ederim. olabilir.
bir ortamı düzenleyen kurallar olması, sansür olduğu anlamına gelmez. kimsenin düşüncesini, fikrini sansürleyen bir sözlük görmüyorum. insan öldürmek, hakaret etmek ve hırsızlık yapmak suçtur. ben özgürüm, hakaret ederim adam da öldürürüm diyorsan; varsa bunları kabul eden bir yasası olan ülke, oraya iltica edersin; benim özgürlüğümü kısıtlıyorlar diye.
toplumumuz kendini ifade etmeyi bilmiyor. akıl ve fikir kıtlığı var. bu nededenle en çok bildiği şeyi yani küfürü ve hakareti kullanıyor. bu da kaliteyi yere seriyor. kendini küfür kullanmadan ifade edemeyecek insanlar varsa zaten gelip de kaliteyi düşürmesinler. kimseyi zorla üye yapmıyorlar.
bir ortamı düzenleyen kurallar olması, sansür olduğu anlamına gelmez. kimsenin düşüncesini, fikrini sansürleyen bir sözlük görmüyorum. insan öldürmek, hakaret etmek ve hırsızlık yapmak suçtur. ben özgürüm, hakaret ederim adam da öldürürüm diyorsan; varsa bunları kabul eden bir yasası olan ülke, oraya iltica edersin; benim özgürlüğümü kısıtlıyorlar diye.
toplumumuz kendini ifade etmeyi bilmiyor. akıl ve fikir kıtlığı var. bu nededenle en çok bildiği şeyi yani küfürü ve hakareti kullanıyor. bu da kaliteyi yere seriyor. kendini küfür kullanmadan ifade edemeyecek insanlar varsa zaten gelip de kaliteyi düşürmesinler. kimseyi zorla üye yapmıyorlar.
devamını gör...
kendime saygım yok davranışları
kendi fikirlerini yok sayıp bir başkasına göre yaşamak
devamını gör...




