1.
bir farklılığa imza atalım ve bu jenerasyonu, yalnızca “telefonunu çıkar” veya “yağ kuyrukları vardı” diyen kişiler üzerinden değerlendirmeyelim.
bahsedilen kişiler, baby boomerların en alt tabakasını oluşturuyormuş sözde.
doktor, avukat, subay, mühendis, öğretmen, akademisyen, mühendis olanların düşünce dünyalarına da bir bakalım ve şaşırtıcı bir biçimde ilk gruptakilerle büyük benzerlikler taşıdıklarına şahit olalım.
köleliği (mecazi anlamıyla değil, temel anlamıyla kullanıyorum) içselleştirmiş bir nesildir. nedenlerine bir bakalım.
yabancı yatırımcıların ve büyük sermaye gruplarının memlekete dişe dokunur yatırımlar yapmadıkları dönemlerde geçmiştir gençlik yılları. geri kalmış ve gelişmiş dünyadan büyük ölçüde izole olmuş bir memlekette hayatta kalmaya çalışmışlardır.
bugünün iran’ı gibi düşünebiliriz 70’lerin ve 80’lerin türkiye kent merkezlerini.
sadece kırsala, taşraya odaklanırsak daha da kötü bir durumla karşılaşırız ve bu kez iran’a değil nijer, somali, etiyopya gibi ülkelere benzetmemiz gerekir.
hiç abartmadan, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki “yontma taş devrinde” yaşıyormuş köylülerimiz.
yol yok, elektrik yok, doğum kontrolü yok, sağlık ocağı yok, doktor yok, su yok, modern tarım aletleri yok, eğitim yok…
bugün bile bu sorunların üstesinden tam olarak gelinebilmiş değil bildiğiniz gibi.
göbeklitepe’de ikamet etmiş olanlar (mö 9500), 70’lerde çorum’da yaşayan köylülerden çok çok daha gelişmiş bir uygarlık düzeyini temsil ediyorlar örneğin. bilhassa, orta anadolu kırsalında saha çalışması yapmış olan dönemin avrupalı bilim insanlarının çektikleri fotoğraflara, sosyo-ekonomik ve kültürel duruma ilişkin gözlemlerini aktardıkları raporlara baktığımızda bu acı gerçeğin tasdik edildiğine tanıklık ediyoruz.
sözünü ettiğimiz köylüler zaman içerisinde kentlere göç etmeye başladılar ve kimilerinin çocukları da bu sayede temel insani ihtiyaçlarını kısmen karşılayabilecekleri imkanlara kavuştular. 80 ihtilaline kadar hız kesmeden devam eden sağ - sol çatışmasının da önemli nedenlerinden biridir geri kalmışlık. kitleler, kesin bir sonuç vermesini istedikleri kurtuluş reçetelerini aramışlardır.
(o zaman dilimini “soğuk savaş” ve “iki kutuplu dünya düzeni” diyerek tarif eden abd’li akademisyenlerin hem abd dış politikası hem de dünya halkları üzerindeki etkilerini de es geçmemek lazımdır).
almanca bir kavramla ifade etmek gerekirse “naturvölker” yani “yaban - yabani - ilkel halklardır” bunlar. doğaya fazla bağlı/yakın, henüz kentsoylu olmayan, kent kültürüyle zayıf bağları bulunan primitive/savage peoples da diyebiliriz.
çetin bir hayatta kalma mücadelesiyle geçen yılların ardından medenileşme sürecine adım atan köylüler ve çocukları için önem arz eden yegâne şey bulundukları konumu korumaya yönelik dürtü olacaktır.
bu insanların: kokulara, tatlara, bedenlere, ortak dile, toplumsal dinamiklere, düşünce yaşamına dair hassasiyetleri, kavramlar aracılığıyla düşünebilme ve ayrımsayabilme yetileri yoktur. meslek erbâbı olmak ile bunlar arasında da koşutluk bulunmaz. temel anlamıyla “gerilik” , kişisel gayretlerle üstesinden gelinmesi oldukça zor olan, ilişkisel belleğin etkisiyle kendini yeniden ve yeniden var edebilen bir şeydir.
bu koşullar altında yaşamış olan boomerlar için kent merkezinde bir işe girmek, belki memur olmak bulunmaz bir nimetti. işverenlerine, amirlerine kişiliklerini, onurlarını feda etmekte bir beis görmediler. bunları yapmadıkları takdirde, çok daha berbat koşullarda çalışıp tuvalet temizlemeye, bulaşık yıkamaya veya köylerine geri dönerek kerpiç evlerinde yaşamaya devam etmeleri gerekiyordu çünkü. o nedenle kölelik ahlakını durmaksızın yücelttiler, köleliği kutsadılar ve doğru düzgün ifade edemeseler de sonraki jenerasyonlara şunu söylemeye çalıştılar: yaşamınızı anlamlandırmak istiyorsanız köle ahlakını çabucak benimsemeye, özümsemeye çalışın!
internetin icadı (yalnızca buna indirgenemeyecek olsa bile en önemli nedenlerden biridir) ve internete erişme imkanlarının artmasıyla beraber, boomerların yaşama ilişkin tavsiyeleri çöpe gitti.
25-30 sene boyunca, doğru düzgün güneş almayan, kasvetli bir devlet dairesine gidip orada evrak imzalayarak ömür çürütmenin makul bir şey olmadığını anlaşılır kıldı mesela. dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ya da farklı yerlerine seyahat eden insanlar aracılığıyla gençlerin ufku genişledi. her gün mesai yapma kuralı birçok ülkede sorgulanır oldu, bazılarında ortadan kalkmaya başladı. geleneksel eğitim yöntemleri köhnemeye, kitleleri cezbetmemeye başladı. dersliklerde, muhtelif kaynaklardan derledikleri metinleri okumakla yetinen boomer hocalar itibarsızlaştılar, ciddiye alınmaz oldular.
öyle bir dönüşüm süreci başladı ki, şehirlere yerleşip yabanıl olmaktan kurtulmaya çalıştıkları esnada, eskiden bulundukları konumdan daha da geriye düştüler zihinsel olarak.
bazı somut örnekler vereyim ki “zihinler” berraklaşsın. 55-65 yaş bandındaki bir kişiye (mesleği, sosyo-ekonomik durumu ne olursa olsun) birtakım yeni şakalardan, geyik muhabbetlerinden, eğlence ve düşünce tarzlarından uzun uzadıya söz ettiğinizde anlamsız bakışlarla süzecektir sizi. retard olmasa bile ona bunları anlatma, idrak ettirme şansınız yoktur. jung’yen bir yaklaşımla ilerleyelim.
“yılan” diye bir varlıktan haberdar olmayan dolayısıyla “yılan” sözcüğünden haberdar olmayan dolayısıyla “yılana” ilişkin zihinsel tasarımları bulunmayan bir insana “yılanı” anlatamazsınız. öğrenip deneyimleyerek dönüşmek için, öğrenme ve deneyimleme sürecine kapı aralama arzusuna dair bir bilinçlilik gerekir. belli başlı kategorilerin, kavramların ve bunlarla taşınan eklektik düşüncelerin tamamıyla dışında kalmış olan bir zihin yapıları vardır.
jenerasyonlar arasında hep bu tür büyük farklılıklar olur, biz de belki ileride aynı durumda olacağız türünden savunmalar maalesef çok anlamlı gelmiyor bana. insanlık tarihinin gördüğü en büyük devrimlerden birinin getirdikleri nedeniyle yeni düşünme tarzlarının hepten dışında kalmak, basit ve geleneksel bir “kuşak çatışmasına” benzetilemez.
özetle, boomerlar bu yeni dünyanın dışında kalmanın getirdiği hınçla kimi zaman öfke nöbetleri geçirerek gençlere saldırıp ömürlerinin son dönemlerini boşu boşuna çirkinleştiriyorlar.
en büyük değerleri olan kölelik ahlakı ve bitimsiz “mülk edinme saplantısı” günümüzde ortadan kalkmak üzeredir. ekonomik krizden bağımsız olarak durup dinlenmeden ev almaya, arabaya almaya, yazlık almaya ilişkin söylemler üretiyorlar hâlâ.
“eskinin” , gölgeler alemine geçmek üzere olanın son haykırışları bunlar.
bahsedilen kişiler, baby boomerların en alt tabakasını oluşturuyormuş sözde.
doktor, avukat, subay, mühendis, öğretmen, akademisyen, mühendis olanların düşünce dünyalarına da bir bakalım ve şaşırtıcı bir biçimde ilk gruptakilerle büyük benzerlikler taşıdıklarına şahit olalım.
köleliği (mecazi anlamıyla değil, temel anlamıyla kullanıyorum) içselleştirmiş bir nesildir. nedenlerine bir bakalım.
yabancı yatırımcıların ve büyük sermaye gruplarının memlekete dişe dokunur yatırımlar yapmadıkları dönemlerde geçmiştir gençlik yılları. geri kalmış ve gelişmiş dünyadan büyük ölçüde izole olmuş bir memlekette hayatta kalmaya çalışmışlardır.
bugünün iran’ı gibi düşünebiliriz 70’lerin ve 80’lerin türkiye kent merkezlerini.
sadece kırsala, taşraya odaklanırsak daha da kötü bir durumla karşılaşırız ve bu kez iran’a değil nijer, somali, etiyopya gibi ülkelere benzetmemiz gerekir.
hiç abartmadan, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki “yontma taş devrinde” yaşıyormuş köylülerimiz.
yol yok, elektrik yok, doğum kontrolü yok, sağlık ocağı yok, doktor yok, su yok, modern tarım aletleri yok, eğitim yok…
bugün bile bu sorunların üstesinden tam olarak gelinebilmiş değil bildiğiniz gibi.
göbeklitepe’de ikamet etmiş olanlar (mö 9500), 70’lerde çorum’da yaşayan köylülerden çok çok daha gelişmiş bir uygarlık düzeyini temsil ediyorlar örneğin. bilhassa, orta anadolu kırsalında saha çalışması yapmış olan dönemin avrupalı bilim insanlarının çektikleri fotoğraflara, sosyo-ekonomik ve kültürel duruma ilişkin gözlemlerini aktardıkları raporlara baktığımızda bu acı gerçeğin tasdik edildiğine tanıklık ediyoruz.
sözünü ettiğimiz köylüler zaman içerisinde kentlere göç etmeye başladılar ve kimilerinin çocukları da bu sayede temel insani ihtiyaçlarını kısmen karşılayabilecekleri imkanlara kavuştular. 80 ihtilaline kadar hız kesmeden devam eden sağ - sol çatışmasının da önemli nedenlerinden biridir geri kalmışlık. kitleler, kesin bir sonuç vermesini istedikleri kurtuluş reçetelerini aramışlardır.
(o zaman dilimini “soğuk savaş” ve “iki kutuplu dünya düzeni” diyerek tarif eden abd’li akademisyenlerin hem abd dış politikası hem de dünya halkları üzerindeki etkilerini de es geçmemek lazımdır).
almanca bir kavramla ifade etmek gerekirse “naturvölker” yani “yaban - yabani - ilkel halklardır” bunlar. doğaya fazla bağlı/yakın, henüz kentsoylu olmayan, kent kültürüyle zayıf bağları bulunan primitive/savage peoples da diyebiliriz.
çetin bir hayatta kalma mücadelesiyle geçen yılların ardından medenileşme sürecine adım atan köylüler ve çocukları için önem arz eden yegâne şey bulundukları konumu korumaya yönelik dürtü olacaktır.
bu insanların: kokulara, tatlara, bedenlere, ortak dile, toplumsal dinamiklere, düşünce yaşamına dair hassasiyetleri, kavramlar aracılığıyla düşünebilme ve ayrımsayabilme yetileri yoktur. meslek erbâbı olmak ile bunlar arasında da koşutluk bulunmaz. temel anlamıyla “gerilik” , kişisel gayretlerle üstesinden gelinmesi oldukça zor olan, ilişkisel belleğin etkisiyle kendini yeniden ve yeniden var edebilen bir şeydir.
bu koşullar altında yaşamış olan boomerlar için kent merkezinde bir işe girmek, belki memur olmak bulunmaz bir nimetti. işverenlerine, amirlerine kişiliklerini, onurlarını feda etmekte bir beis görmediler. bunları yapmadıkları takdirde, çok daha berbat koşullarda çalışıp tuvalet temizlemeye, bulaşık yıkamaya veya köylerine geri dönerek kerpiç evlerinde yaşamaya devam etmeleri gerekiyordu çünkü. o nedenle kölelik ahlakını durmaksızın yücelttiler, köleliği kutsadılar ve doğru düzgün ifade edemeseler de sonraki jenerasyonlara şunu söylemeye çalıştılar: yaşamınızı anlamlandırmak istiyorsanız köle ahlakını çabucak benimsemeye, özümsemeye çalışın!
internetin icadı (yalnızca buna indirgenemeyecek olsa bile en önemli nedenlerden biridir) ve internete erişme imkanlarının artmasıyla beraber, boomerların yaşama ilişkin tavsiyeleri çöpe gitti.
25-30 sene boyunca, doğru düzgün güneş almayan, kasvetli bir devlet dairesine gidip orada evrak imzalayarak ömür çürütmenin makul bir şey olmadığını anlaşılır kıldı mesela. dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ya da farklı yerlerine seyahat eden insanlar aracılığıyla gençlerin ufku genişledi. her gün mesai yapma kuralı birçok ülkede sorgulanır oldu, bazılarında ortadan kalkmaya başladı. geleneksel eğitim yöntemleri köhnemeye, kitleleri cezbetmemeye başladı. dersliklerde, muhtelif kaynaklardan derledikleri metinleri okumakla yetinen boomer hocalar itibarsızlaştılar, ciddiye alınmaz oldular.
öyle bir dönüşüm süreci başladı ki, şehirlere yerleşip yabanıl olmaktan kurtulmaya çalıştıkları esnada, eskiden bulundukları konumdan daha da geriye düştüler zihinsel olarak.
bazı somut örnekler vereyim ki “zihinler” berraklaşsın. 55-65 yaş bandındaki bir kişiye (mesleği, sosyo-ekonomik durumu ne olursa olsun) birtakım yeni şakalardan, geyik muhabbetlerinden, eğlence ve düşünce tarzlarından uzun uzadıya söz ettiğinizde anlamsız bakışlarla süzecektir sizi. retard olmasa bile ona bunları anlatma, idrak ettirme şansınız yoktur. jung’yen bir yaklaşımla ilerleyelim.
“yılan” diye bir varlıktan haberdar olmayan dolayısıyla “yılan” sözcüğünden haberdar olmayan dolayısıyla “yılana” ilişkin zihinsel tasarımları bulunmayan bir insana “yılanı” anlatamazsınız. öğrenip deneyimleyerek dönüşmek için, öğrenme ve deneyimleme sürecine kapı aralama arzusuna dair bir bilinçlilik gerekir. belli başlı kategorilerin, kavramların ve bunlarla taşınan eklektik düşüncelerin tamamıyla dışında kalmış olan bir zihin yapıları vardır.
jenerasyonlar arasında hep bu tür büyük farklılıklar olur, biz de belki ileride aynı durumda olacağız türünden savunmalar maalesef çok anlamlı gelmiyor bana. insanlık tarihinin gördüğü en büyük devrimlerden birinin getirdikleri nedeniyle yeni düşünme tarzlarının hepten dışında kalmak, basit ve geleneksel bir “kuşak çatışmasına” benzetilemez.
özetle, boomerlar bu yeni dünyanın dışında kalmanın getirdiği hınçla kimi zaman öfke nöbetleri geçirerek gençlere saldırıp ömürlerinin son dönemlerini boşu boşuna çirkinleştiriyorlar.
en büyük değerleri olan kölelik ahlakı ve bitimsiz “mülk edinme saplantısı” günümüzde ortadan kalkmak üzeredir. ekonomik krizden bağımsız olarak durup dinlenmeden ev almaya, arabaya almaya, yazlık almaya ilişkin söylemler üretiyorlar hâlâ.
“eskinin” , gölgeler alemine geçmek üzere olanın son haykırışları bunlar.
devamını gör...