en sevdiğim yazarlardan bir olan ve yazdığı kitapların isimleri ile beni benden alan füruzan'ın sevda dolu bir yaz isimli kitabında geçen bir hasret sözüdür.

kokular hayatımızda önemli bir yer tutar. elbette ki kötü kokulardan bahsetmeyeceğim. o yüzden toplu taşıma araçlarında duyduğunuz kokuları hemen unutun. unutun zira koku hafızasının sadece güzel yanlarına odaklanmamız gerek bu yazı boyunca. füruzan olumlu bir anlamda kullanmış bu sözü. ben de haddimi aşmak istemediğim için onun yolundan gideceğim.

bu sözün geçtiği bölümü okur okumaz, aslında tam olarak bu söze denk gelir gelmez hemen çocukluğuma gitti zihnim. türkiye'nin en güzel sahil ilçesi başlığında ismine denk gelmediğim için biraz üzüldüğüm bizim vona dediğimiz ama insanların çarşamba ve pazar ilçeleri ile birlikte andığı ordu'nun perşembe ilçesinde geçirdiğim o ışıklı, güneşli ve sorumsuz zamanları düşündüm.

anneannem ve babaannem vardı o zamanlar. hatta inanmazsınız belki ama iki tane de dedem vardı. artık hiçbiri yok. ne zaman yaz tatili gelse vona'ya gitmek müthiş olurdu benim için. ya anneannemlerde kalır denizin tadını çıkarıp kuran kursuna giderdim ya da babaannemlerde kalıp köy havası ve yemyeşillikle bezenmiş olarak oyunlar oynar ve kuran kursuna giderdim. konu ile alakası yok ama bu kuran kursu meselesini ufacık bir paragraf ile anlatmak ve sonra başlığın konusu olan kokuya dönmek isterim.

babamın bu konularla pek alakası olmasa da ben küçükken annem beni sürekli kuran kursuna gönderirdi. o kadar çok kuran kursuna gittim ki bir ara annemin peygamber olmam için uğraştığını düşünmeye başladım ciddi ciddi. olamadım tabii. yaşadığımız yağmurlu şehirde yaz tatili başlar başlamaz kuran kursuna giderdim. sübhaneke ile başlayan maceram biz vona'ya gidene kadar devam ederdi. vona'ya gelince de yeni bir kuran kursuna gider yine sübhaneke ile başlardım işe. hatta bazen annem iki şehir arasında mola verdiğimiz yerde camii varsa beni yarım saatliğine oradaki kuran kursuna yollardı. onlar için çaylar şirketten olurken ben sübhaneke okurdum. annemin istediği evlat olamadım ama ben sırattan düşerken annemi görürsem oralarda gandalf gibi son bir sözüm olacaktır elbette. bir teşekkür.

döndüm asıl konumuza. bu söz, yani başlıktaki söz beni o zamanlara götürdü. teyzelerim, dayım, kuzenlerim, cümbür cemaat topladığımız yaz tatillerinde akşamları ütü yapılırken tam da füruzan'ın bahsettiği o kokuyu duyardık. saf beyaz sabunla elde yıkanmış çamaşırlar bizim sonradan shire adını verdiğimiz bahçede ipe asılıp kurtulurdu. o kurutma anları bizim saklambaç anlarımıza denk gelirdi. ya da top oynadığımız anlara. ya da yakalamacılık oynadığımız anlara. yani o çamaşırlara bir şekilde temas edip sonunda dayak yiyeceğimiz zamanların öncesine.

konuya ufak bir ara verip yaz tatili ve dayak konusuna da değinmem gerek. yaz tatillerinde büyük teyzemin benden büyük olan iki oğlu, en küçük teyzemin bir oğlu, diğer teyzemin oğlu, ben ve iki kardeşim birlikte oyun oynardık her zaman. çok keyifli zamanlardı. hepsi hala en yakın arkadaşlarım.

yedi erkek çocuğu oyun oynarsa mutlaka bir maraza çıkar. mutlaka ya biri birini düşürür, biri birine vurur, bir mızmız çıkar sümüğünü çeke çeke ağlardı. ve annelerimiz bu zamanlarda her zaman adaletli ve paylaşımcı olurdu. herkes kendi çocuğunu döver ve hiçbir çocuk dayaktan kurtulmazdı. iyi insanlardır annelerimiz.

bu dayaktan sonra herkes bir köşeye çekilir ve surat asardı. sonra birisi hafif bir kıkırdama ile yolu açar ve biz kahkahalarla gülüp sonra yeni bir oyuna geçer ve de yeni dayaklar için çalışmalar yapmaya başlardık.

o çamaşırlar kuruduğunda zaten bizim de oyun vaktimiz bitmiş olurdu. en azından açık havadaki. sonra akşam ezan okunurken çamaşırları toplarken mutlaka ağzında bir mandal olan biri bizi eve çağırırdı.

çamaşırlar ütülenirken de füruzan'ın söylediği gibi ütünün çamaşırlara değmesi ile buharlaşan saf sabun etrafa nefis bir koku yayardı. bu koku bize hem bir huzur duygusu verir hem de sabahki dayağı hatırlatıp birbirimize bakıp gülmemize neden olurdu.

bu kokunun da etkisi ile akşam yapmayı planladığımız yaramazlıkları erteler ve yatmaya giderdik. üst kattaki büyük oda adını verdiğimiz büyük odada yatardık hepimiz. çok yaratıcı değildik o zaman odalara isim verme konusunda. büyük oda büyük oda idi. mutfağın üstünde olan odanın adı mutfağın üstündeki oda, dedem ve anneannemin odasının üstündeki oda ise anneannemin üstündeki oda idi. anneanneme haksızlık etmişiz sanki.

anneannem deyince her halta yeni paragraf açıp araya giren bir sözlük yazarı olarak anneannem için de konuyu sündürebilirim.

çok severdik anneannemi. herkes sever. ama biz çok severdik. anneannem gideli 24 yıl oldu. aklımda kalan en güzel anılardan biri bahsettiğim koku ve o odanın adını anmam ile su yüzüne çıktı yeniden.

odanın adının anneannemin üstündeki oda olmasının nedeni anneannem çok hasta olduğunda o odada yatması idi aslında. artık yürüyemez olmuştu. bazı bazı bizimle konuşurdu. gücü yeterse. pervin hanım hayata da küsmüştü biraz.

öyle yaşlı da değildi aslında. zaten bu yüzden kendine yedirememişti o halde olmayı. insanlara yük olduğunu düşünmenin mahcubiyeti de bir nedendi ölmeye yatmasında.

liseden mezun olduğum gün yeni alınmış afili takım elbisemle yanına gittim. elini öptüm. gözleri doldu. büyümüştüm. ağlamadı anneannem. gitmesine üç ay kalan anneanneler ağlamaz.

dedeme seslendi. tuhaf bir şekilde dedemle anneannem birbirine mahmut diye seslendirdi. ikisinin adı da mahmut değildi ama öyle tuhaf bir aileyiz biz. aileydik.

kısık sesiyle " mahmut" dedi " harçlık ver çocuğa". dedem zaten harçlık vermişti bana ama 2. mahmut öyle buyurunca bir kez daha attı elini cebine. anneannemin sesi az çıkmıştı ama ikimiz de onu tanıdığımız için ne dediğini anlamıştık hemen.

ben üniversiteyi kazanıp ankaradan gelen abi olduğum zaman, yani bu olaydan üç ay sonra anneannem gitti. ben resulullahla benim aramdaki farkları düşündüm. hala anneannemin üstündeki odaya girerken parmak uçlarımda girerim. kıyamam anneanneme, çok güzel uyuyor çünkü.

bizim yattığımız büyük oda mutfağın üstündeki oda ile anneannemin üstündeki odanın arasında kalan bir oda idi. ütülenmiş o çamaşırların kokusu biz uyurken de burnumuzda olurdu ama bu nostalji değil. zira biz yatarken o çamaşırların bazıları büyük odaya serilirdi.

uykuya dalmadan önce o sabun kokusu ile birlikte biraz sohbet eder, elbette ki sabahki dayağı konuşurduk. aramızdan dindar eğitime en kolay teslim olan kuzenim yatmadan önce dua eder ve sonunda şöyle derdi:

- allah'ım beni güzel rüyalara daldır.

o zamanlar henüz banu alkan harikalar yaratan şarkısını çıkarmamıştı. ama en küçük teyzemin olduğu vizyon sahibi olduğu için duaya her seferinde tehdit tonu içeren bir ekleme yapardı:

- daldıramazsan daldırırlar.

bu eklemeden sonra duayı eden kuzenim sinirlenirken içinden allah'a bizim şikayet ettiğini hisseder ama gülmekten de kendimizi alamazdık.

güneşte kurutulmuş çamaşırların ütülenince saldığı koku ile uyurduk. yedi cüce bir odada. rüyalarında herkes kendi pamuk prensesinin peşinde.

anlatmak istediklerim bu kadar çok değildi aslında ama koku hafızası böyle bir şey işte. bir koku sizi alıp aklınızda kaldığının farkında bile olmadığınız geçmiş zamanlara götürüyor.

ne diyeyim. geçmiş olsun.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"güneşte kurutulmuş çamaşırların ütülenince saldığı koku" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim