normal sözlük 800'ler kulübü
sözlüğün elit seviyesine yükselmiş burjuva kesiminin yer aldığı topluluktur. bu kulübe girenler yapılacak ilk genel konseyde, yüksek şura&hazirunun takdimiyle, (bkz: kafa sözlük liyakat nişanı) ve d&r dan hediye çeki takdim edilecektir. futbol derbisinde gol atmış futbolcu misali bundan sonra sözlük hayatına gerçek bir kafacı olarak devam edendir.
devamını gör...
rüyalar sarayı
bir ismail kadare kitabıdır.
franz kafka’nın günlükleri kütüphanede okunacağı zamanı bekliyordu uzun zamandır çünkü eğer o kitabı bitirirsen okunacak başka kitabı kalmayacak ve kafka gerçekten ölmüş olacaktı benim için. ama ismail kadare’nin okuduğum bu ikinci kitabıyla yeni sürüm bir franz kafka buldum ve artık günlükleri okuyabilirim.
rüyalar sarayı düşsel bir saray. yani rüyalarla dolu. sakın gözünüzün önüne masalsı bir şato gelmesin. aksine bürokratik her türlü zırvalığın bulunduğu bir yer bu saray. labirent gibi yapısıyla yolunuzu bulmanız bile bir mucize. imparatorluğun dört bir yanından gelen rüyalara önce seçilip sonra tabir biriminde tabir ediliyor. ve bu rüyalardan biri ana rüya seçilip her cuma imparatora sunuluyor.
rüyaların tabiri imparatorluğun bekası açısından çok önemli çünkü bu rüyalar aracılığıyla imparatorluğa karşı girişilecek her şey öngörülüp engellenebiliyor.
mark-alem rüyalar sarayında işe başladığında mensup olduğu köprülü ailesinin rüyalar sarayı ile ilgili bir dertleri olduğunu bilmiyor aslında ama kısa zamanda bunu öğreniyor.
tabir edilen her rüya püskürtülen bir tehlikedir.
franz kafka’nın günlükleri kütüphanede okunacağı zamanı bekliyordu uzun zamandır çünkü eğer o kitabı bitirirsen okunacak başka kitabı kalmayacak ve kafka gerçekten ölmüş olacaktı benim için. ama ismail kadare’nin okuduğum bu ikinci kitabıyla yeni sürüm bir franz kafka buldum ve artık günlükleri okuyabilirim.
rüyalar sarayı düşsel bir saray. yani rüyalarla dolu. sakın gözünüzün önüne masalsı bir şato gelmesin. aksine bürokratik her türlü zırvalığın bulunduğu bir yer bu saray. labirent gibi yapısıyla yolunuzu bulmanız bile bir mucize. imparatorluğun dört bir yanından gelen rüyalara önce seçilip sonra tabir biriminde tabir ediliyor. ve bu rüyalardan biri ana rüya seçilip her cuma imparatora sunuluyor.
rüyaların tabiri imparatorluğun bekası açısından çok önemli çünkü bu rüyalar aracılığıyla imparatorluğa karşı girişilecek her şey öngörülüp engellenebiliyor.
mark-alem rüyalar sarayında işe başladığında mensup olduğu köprülü ailesinin rüyalar sarayı ile ilgili bir dertleri olduğunu bilmiyor aslında ama kısa zamanda bunu öğreniyor.
tabir edilen her rüya püskürtülen bir tehlikedir.
devamını gör...
3 7 ve 9 yaşındaki çocuklarını bıçaklayarak öldüren anne
milletçe psikolojimiz bozuldu. kolay zamanlar değil hem ekonomik olarak hem sosyolojik olarak sıkıntılı ve neredeyse umudumuzun kalmadığını zamanlardan geçiyoruz. belirsizlik, güvensizlik ve her anlamda yoksulluk içindeyiz ama hiçbirimiz çocuğumuzu doğramıyoruz. içimizdeki caniyi beslemiyoruz.
evet kadın cani bir anne. hiçbir durum birden bire çocuğunu doğrayacak duruma getirmez insanı. bu bir süreç, işte bu noktada akıl devreye girmeli. kontrolsüz üretmek yerine, ben bu çocuklara ne verebilirim, mutlu bireyler yetiştirebilir miyim, güvenli ortam sağlayabilir miyim diye düşünmeli dünyaya gelen büyür demek yerine. kaldı ki büyümesine bile izin vermeyen de dünyaya getiren anne. hiç olmayan hayatlarını elinden alan anne.
çocuklar için kahroluyorum. çocukların ayrıştırıldığı dünyaya lanet ediyorum. hiç yaşanmayan hayatları sonlanan çocukların haberlerini almak yüreğimi sıkıyor ve biliyorum ki bu çocukların günahları hepimizin boynuna, sadece üzülüp geçtiğimiz, bu konuya hiç eğilmediğimiz, çözüm için sokaklara düşüp ebeveynliğe uygun olmayan insanların yanında güvensiz bıraktığımız için.
evet kadın cani bir anne. hiçbir durum birden bire çocuğunu doğrayacak duruma getirmez insanı. bu bir süreç, işte bu noktada akıl devreye girmeli. kontrolsüz üretmek yerine, ben bu çocuklara ne verebilirim, mutlu bireyler yetiştirebilir miyim, güvenli ortam sağlayabilir miyim diye düşünmeli dünyaya gelen büyür demek yerine. kaldı ki büyümesine bile izin vermeyen de dünyaya getiren anne. hiç olmayan hayatlarını elinden alan anne.
çocuklar için kahroluyorum. çocukların ayrıştırıldığı dünyaya lanet ediyorum. hiç yaşanmayan hayatları sonlanan çocukların haberlerini almak yüreğimi sıkıyor ve biliyorum ki bu çocukların günahları hepimizin boynuna, sadece üzülüp geçtiğimiz, bu konuya hiç eğilmediğimiz, çözüm için sokaklara düşüp ebeveynliğe uygun olmayan insanların yanında güvensiz bıraktığımız için.
devamını gör...
cahit külebi
'hikaye' adlı şiiri ayrı hoşuma giden şair. birden son dörtlükte
'sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
benim doğduğum köyler de güzeldi,
sen de anlat doğduğun yerleri,
anlat biraz!'
demesi beni benden alır. ''türkiye gibi aydınlık ve güzelsin'' tam da cumhuriyetten bahsetmiş.atatürk türkiyesinden bahsetmiş cumhuriyet şairi.
'sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
benim doğduğum köyler de güzeldi,
sen de anlat doğduğun yerleri,
anlat biraz!'
demesi beni benden alır. ''türkiye gibi aydınlık ve güzelsin'' tam da cumhuriyetten bahsetmiş.atatürk türkiyesinden bahsetmiş cumhuriyet şairi.
devamını gör...
tarihteki ilk reklam panosu
devamını gör...
çok düşünen insanlara tavsiyeler
neden bu kadar düşündüĝünü sorgulayınca aslında hiçbir şey düşünmediğini farkedeceksin.
bazen sorular cevaplardan daha önemli değil mi? öyleyse düşünme gerisini. öldüĝünde kim yıkayacak seni, bunu düşün.
bazen sorular cevaplardan daha önemli değil mi? öyleyse düşünme gerisini. öldüĝünde kim yıkayacak seni, bunu düşün.
devamını gör...
ince ama ufuk açıcı kitaplar
bir idam mahkumunun son günü-victor hugo
satranç- stefan zweig
otomatik portakal-anthony burgess
yabancı-albert camus
bulantı-jean paul sartre
deliliğe övgü-desiderius erasmus
dönüşüm-franz kafka
açlık-knut hamsun
beyaz geceler-dostoyevski
palto-gogol
dinle küçük adam-wilhelm reich
satranç- stefan zweig
otomatik portakal-anthony burgess
yabancı-albert camus
bulantı-jean paul sartre
deliliğe övgü-desiderius erasmus
dönüşüm-franz kafka
açlık-knut hamsun
beyaz geceler-dostoyevski
palto-gogol
dinle küçük adam-wilhelm reich
devamını gör...
öz yeğenine 10 yıl boyunca istismarda bulunan varlık
taş uzaktan gelmez.
kötülüğü uzakta aramayın.
kötülüğü uzakta aramayın.
devamını gör...
buz parmak
magnum ukala fabrikatör ise buz parmak yaşar ustadır!
devamını gör...
aşık mahzuni şerif
“işte gidiyorum çeşmi siyahım”
asıl adı şerif cırık olan halk ozanı 17 kasım 1939 yılında kahramanmaraş’ın afşin ilçesine bağlı berçenek köyünde doğmuştur. 17 mayıs 2002 almanya köln’de hayattan ayrılmış mıdır?
hayatı hakkında kısa kısa bilgiler vereceğim ama daha detaylı okumak isteyenlere aşağıya linki bırakıyorum.
bu dünyaya bir mahzuni geldi demek doğrudur ancak geçti demek benim için yanlış olur. türkülerini farklı yorumculardan, filmlerden, dizilerden dinlemeye devam ediyoruz. söylenecek sözü olmayanlar, bugün yaşasalar bile bana göre, gerçek ölülerdir. mahzuni yaşıyor.
-1959 yılında astsubay okulunu bitirmiş. kuleli askeri okuluna maddi imkansızlıklar yüzünden devam edememiştir.
-mahzuni şerif, 60'lı yıllarda ankara’da fikret oytam ile tanışır. aralarındaki ilişki baba oğul gibidir.
-hakkında davalar da açıldı, ödüller de aldı. 453 plak, 58 albüm, 8 kitap, hakkında 2 belgesel.
-aşık mahzuni şerif, 1989-1991 yılları arasında halk ozanları federasyonu tarafından dünyanın en büyük 3 ozanı arasında gösterildi.
öyle ki, öldüğünde hakkında açılan davada, dönemin en iğrenç mahkemeleri olan dgm’nin kararı bile sonuçlanmamıştı. hayatı, hapis cezaları ve aldığı ödüllerle dolu bir ozan.
çok sevdiğim türküsü “dargın mahkum” aşığın hapishane günlerindendir.
eserlerini dinlemeye devam ediyoruz dedim. birkaç örnek vereyim;
- cem karaca “nem kaldı”
- edip akbayram “garip”
- hayko cepkin “sarhoşum dünyada”
- teoman “boşu boşuna”
- kardeş türküler “dargın mahkum”
- ahmet kaya “ben beni”
- ceylan ertem “zalim”
- mehmet erdem “han sarhoş”
- selda mabel matiz “yuh yuh”
liste uzayıp gidiyor. bu yazıyı bir fotoğraf ve benim çok sevdiğim bir türkü ile bitirelim. yazının başlangıç cümlesini ilkay akkaya’dan dinleyelim.
fotoğraf, aşık veysel ile mahzuni şerif’i birlikte bizlere gösterir. sihay beyaz olan fotoğraf, sonradan renklendirilmiştir. hasta yatağında veysel, hemen baş ucunda mahzuni’yi görürüz.

çeşmi siyahım
kaynak
asıl adı şerif cırık olan halk ozanı 17 kasım 1939 yılında kahramanmaraş’ın afşin ilçesine bağlı berçenek köyünde doğmuştur. 17 mayıs 2002 almanya köln’de hayattan ayrılmış mıdır?
hayatı hakkında kısa kısa bilgiler vereceğim ama daha detaylı okumak isteyenlere aşağıya linki bırakıyorum.
bu dünyaya bir mahzuni geldi demek doğrudur ancak geçti demek benim için yanlış olur. türkülerini farklı yorumculardan, filmlerden, dizilerden dinlemeye devam ediyoruz. söylenecek sözü olmayanlar, bugün yaşasalar bile bana göre, gerçek ölülerdir. mahzuni yaşıyor.
-1959 yılında astsubay okulunu bitirmiş. kuleli askeri okuluna maddi imkansızlıklar yüzünden devam edememiştir.
-mahzuni şerif, 60'lı yıllarda ankara’da fikret oytam ile tanışır. aralarındaki ilişki baba oğul gibidir.
-hakkında davalar da açıldı, ödüller de aldı. 453 plak, 58 albüm, 8 kitap, hakkında 2 belgesel.
-aşık mahzuni şerif, 1989-1991 yılları arasında halk ozanları federasyonu tarafından dünyanın en büyük 3 ozanı arasında gösterildi.
öyle ki, öldüğünde hakkında açılan davada, dönemin en iğrenç mahkemeleri olan dgm’nin kararı bile sonuçlanmamıştı. hayatı, hapis cezaları ve aldığı ödüllerle dolu bir ozan.
çok sevdiğim türküsü “dargın mahkum” aşığın hapishane günlerindendir.
eserlerini dinlemeye devam ediyoruz dedim. birkaç örnek vereyim;
- cem karaca “nem kaldı”
- edip akbayram “garip”
- hayko cepkin “sarhoşum dünyada”
- teoman “boşu boşuna”
- kardeş türküler “dargın mahkum”
- ahmet kaya “ben beni”
- ceylan ertem “zalim”
- mehmet erdem “han sarhoş”
- selda mabel matiz “yuh yuh”
liste uzayıp gidiyor. bu yazıyı bir fotoğraf ve benim çok sevdiğim bir türkü ile bitirelim. yazının başlangıç cümlesini ilkay akkaya’dan dinleyelim.
fotoğraf, aşık veysel ile mahzuni şerif’i birlikte bizlere gösterir. sihay beyaz olan fotoğraf, sonradan renklendirilmiştir. hasta yatağında veysel, hemen baş ucunda mahzuni’yi görürüz.

çeşmi siyahım
kaynak
devamını gör...
carrie
(bkz: stephen king)’in sinemaya uyarlanan ilk romanıdır. carrie, beyazperdeye ilk olarak 1976 senesinde (bkz: brian de palama) tarafından uyarlandı. filmin inanılmaz bir başarı yakalaması kitabı hayli popüler bir hale getirdi ve stephen king'in başarı basamakalarını tırmanmasına büyük katkı sağladı. 2013 yılında ise (bkz: kimberly peirce) tarafından bir uyarlama daha gerçekleşti, ilk film gibi bir başarı yakalamak şöyle dursun neredeyse adından söz ettirmedi bile. kitabı okumuş, iki filmi izlemiş biri olarak naçizane birkaç fikir sunacağım.
kitabını severek okuduğum ancak 2013'te çekilen filmini her anlamda yetersiz bulduğum yapımdan başlamak gerekirse yavan bir amerikan lise geriliminden başka hiçbir anlamı döşenmemişti, oyuncularını, özellikle (bkz: chloe grace moretz)'i çok beğenmeme ve aldığı bir çok eleştiriyi haksız bulmama rağmen bu filmde nedenini anlamadığım bir şekilde fazla yetersiz kaldı. muhtemelen filmin de yetersizliği beni buna körükledi. filmin neden yetersiz olduğuna kabaca değinecek olursak : carrie'nin sıradan ve bu kadar yumuşak işlenecek bir kitap olduğunu düşünmüyorum, genç-ergen dramasından çok daha fazlası. dominant bir annenin çocuğunu bir hata olarak görmesi ve bu doğrultuda onu büyütmesini anlatıyor ama film ergen kız ve anne hikayesi izliyormuş tadı veriyordu.
1979 yılında çekilen ve hala ikonik sahneleri ile adından söz ettiren ilk uyarlamaya dönelim. (bkz: sissy spacek) hakkında diyebileceğim tek şey piyasanın tanrıçası olacağını daha o yaşta bize kanıtlamış olması, her zerresi ile oynayan spacek rolüne hazırlanırken setten kimseyle vakit geçirmeyerek yalnız başına rolüne hazırlanmış, işini bu kadar ciddiye alması da ona tertemiz bir oscar adaylığı kazandırmıştı. (bkz: piper laurie) yani esas kızımızın annesi, diğer filme göre kitaptaki sertliği çok daha iyi yakalamış ve çok daha iyi aktarmış. gerek kamera kullanımı gerekse renklerin can alıcılığı haddim olmayarak brian de palama'yı takdir etmemi sağladı. kitaptan farklı ve bence daha ince olan finali filmin en sevdiğim yeri olabilir. isa'nın çarmıha gerilmesine atıfta bulunmak için kitabın sonunu değiştiren öve öve bitiremediğim yönetmenimiz bunu iyi ki yapmış.
daha fazla uzatmadan son notumu da şöyle döşeyeyim: yönetmen palama filmde bir çok yerde (bkz: alfred hitchcock) hayranlığını sinematografisi ile bizlere hatırlattı. hatta hitchcock'un unutulmaz eseri olan (bkz: pscyho)'da kullandığı o gerici keman sesine birebir yer veriyor.
kitabını severek okuduğum ancak 2013'te çekilen filmini her anlamda yetersiz bulduğum yapımdan başlamak gerekirse yavan bir amerikan lise geriliminden başka hiçbir anlamı döşenmemişti, oyuncularını, özellikle (bkz: chloe grace moretz)'i çok beğenmeme ve aldığı bir çok eleştiriyi haksız bulmama rağmen bu filmde nedenini anlamadığım bir şekilde fazla yetersiz kaldı. muhtemelen filmin de yetersizliği beni buna körükledi. filmin neden yetersiz olduğuna kabaca değinecek olursak : carrie'nin sıradan ve bu kadar yumuşak işlenecek bir kitap olduğunu düşünmüyorum, genç-ergen dramasından çok daha fazlası. dominant bir annenin çocuğunu bir hata olarak görmesi ve bu doğrultuda onu büyütmesini anlatıyor ama film ergen kız ve anne hikayesi izliyormuş tadı veriyordu.
1979 yılında çekilen ve hala ikonik sahneleri ile adından söz ettiren ilk uyarlamaya dönelim. (bkz: sissy spacek) hakkında diyebileceğim tek şey piyasanın tanrıçası olacağını daha o yaşta bize kanıtlamış olması, her zerresi ile oynayan spacek rolüne hazırlanırken setten kimseyle vakit geçirmeyerek yalnız başına rolüne hazırlanmış, işini bu kadar ciddiye alması da ona tertemiz bir oscar adaylığı kazandırmıştı. (bkz: piper laurie) yani esas kızımızın annesi, diğer filme göre kitaptaki sertliği çok daha iyi yakalamış ve çok daha iyi aktarmış. gerek kamera kullanımı gerekse renklerin can alıcılığı haddim olmayarak brian de palama'yı takdir etmemi sağladı. kitaptan farklı ve bence daha ince olan finali filmin en sevdiğim yeri olabilir. isa'nın çarmıha gerilmesine atıfta bulunmak için kitabın sonunu değiştiren öve öve bitiremediğim yönetmenimiz bunu iyi ki yapmış.
daha fazla uzatmadan son notumu da şöyle döşeyeyim: yönetmen palama filmde bir çok yerde (bkz: alfred hitchcock) hayranlığını sinematografisi ile bizlere hatırlattı. hatta hitchcock'un unutulmaz eseri olan (bkz: pscyho)'da kullandığı o gerici keman sesine birebir yer veriyor.
devamını gör...
sevilen hakan günday sözleri
hiçbir şey yerinde durmuyor bu hayatta. hiçbiri memnun değil yerinden. belki de hiçbir şeyin yeri yok aslında. onun için sığmıyorlar bıraktığın çukurlara. halbuki sırf onlar için, boylarını ölçüp de ona göre kazmışsın. ama hiçbir halta yaramıyor! hepsi de gözünü kırpmanı bekliyor. kaçıp gitmek için. ya da yer değiştirip seni delirtmek için. özellikle de geçmişin.
hakan günday-daha
hakan günday-daha
devamını gör...
youtube kanalı önerileri
-dilozof
-tarih obası
-evrim ağacı
-flu tv
ayrıca:
-anatolian rock revival project
-grafson
-tarih obası
-evrim ağacı
-flu tv
ayrıca:
-anatolian rock revival project
-grafson
devamını gör...
iki tık tık bi şık şık
nurhan damcıoğlu'nun değeri bilinmeyen hit parçası.
devamını gör...
uyanış diriliş kuruluş dizileri
içlerinden bir tanesini severek izlediğim ama "yıkılış" versiyonu da çekilmedikçe samimi bulmayacağım dizi serisi.
devamını gör...
intihar notu
nilgün marmara'nınki en içime oturanlardandır. intiharından sonra eşinin “şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı.” sözlerinden kaynaklı olabilir.not için
devamını gör...




