scaremongering yazar profili

scaremongering kapak fotoğrafı
scaremongering profil fotoğrafı
rozet
karma: 42210 tanım: 4686 başlık: 236 apolet: 5 takipçi: 170
scaremongering ama kekliğim sisikuş da diyebilir :d ve ayrıca: We are what we pretend to be, so we must be careful about what we pretend to be.

son tanımları | başucu eserleri


scaremongering

bellerophontes hocam "overrated" demişti, kaçmış sonra.
1-2 enayi trol var, ötekileri de yerim :d bu bahane ile birkaç bişi söylemek istiyorum tabi :d

çünkü tam olarak “overrated” olan nedir anlayamadım.
sözlük yazarlarının fotoğrafları” gibi bir başlıkta, sözlük denen şeyin kendisine zaten tümüyle aykırı olan ve hepimizin insta gibi kullandığı bir başlıkta, münferit bir şekilde “flood” yapma günahı işledim diye 3 gün ceza almam kastediliyorsa, çok katılıyorum.

ancak insanların buna tepki vermek istemesi “overrated” bulunduysa bence under bile rated. çünkü tümüyle haksız bir ceza idi, süreç de son derece adaletsiz idi.

bacaklarımın bile diyemiyorum, dizlerimin göründüğü bir fotoğraf paylaştım. tanım aniden yok olunca tepki göstermek adına yeni bir tanım girdim ve dizlerimi yuvarlak içine aldığım başka bir fotoğraf paylaştım. tanımda “götümüzü atmadık alooo neden siliyorsunuz, delirdiniz mi?” gibi bir şeyler diyorum. yani çok belli orada olayın “flood” olduğunu anlamadığım. daha sonra girip bakıyorum ve “flood sebebiyle” yazdığını görüyorum. bunun üzerine ilgili başlığa değil normal sözlük” başlığına eleştirilerimi yazıyorum.

burada moderatörleri suçladığım bir yerde değilim bakın, yazdığım şey şu:

imkansızlıkların ayrımcılığa dönüştüğü sözlük, en azından öyle düşünmek istiyorum.
abicim siz analog mu yapıyosunuz her şeyi?
bi yazılım sistem falan geliştirseniz ya en azından "flood" için. zeki müren sesiyle serdar ortaç şarkısı yapan teknoloji buna da kadirdir diye düşünüyorum. x saat içinde tekrar eden herkese ait ve tüm entryler silinebilse, böyle eleştirilere maruz kalmazsınız. oysa flood gerekçesi ile sildiğiniz entrynin bana kıl olan bi hıyarın şikayeti üzerine silindiğinin çok farkındayım.
o yüzden sözlüğünüz taraflı görünüyor, yazarlar da haksızlığa uğramış hissediyor.

bunu bu şekilde düşünmemin bir nedeni var. daha önce bir tanımım “yetersiz sansür” gerekçesi ile silindi. kullandığım kelimeye başka tanımlarda da denk geldiğim için moderatöre sordum ve “tüm tanımlara yetişemiyoruz, diğer yazarların şikayetleri üzerine fark edebiliyoruz. siz de böyle tanımları bildirirseniz onlara da işlem yapılır.” minvalinde bir yanıt almam. burada ben “bana kıl olan bir yazarın beni şikâyet ettiğini ve moderatörün de doğal olarak eyleme geçtiğini düşünüyorum.
ve de devam ediyorum:

yenisini attım, imajınızı korumak için onu da silin bence :d
bakın haber de veriyorum.
yoksa gerekçenin "flood" olduğundan iyice şüphe edeceğim.
kendimi şikayet edim mi önünüze düşsün diye?
yaparım, her şey sizin için :d

burada hala aslında moderasyonla bir derdim yok, moderasyon üzerinden beni şikayet ettiğini düşündüğüm şahsa sallamaktayım. e tabi o huysuzlukla sözlüğün bu anlamdaki yetersizliği ile toştoş da geçtim :d hala demek istediğim “her flooda aynı tavrı sergilemediğiniz için taraflı duruyorsunuz bakın, ben de şüphe edicem artık” gibi bir şey.

sonra hiç uyarılmadan çot diye 3 gün ceza…
e tamam, herkesi tek tek uyarmaya zaman ayıramayabilirler, o iyi niyetli bir inisiyatiftir, anlarım. beni neden uyarmadılar gibi bir derdim yok. yemin ederim torpil peşinde değilim. ama haksızlığa uğramış hissediyorum ve derdimi anlatmak için bir muhatap arıyorum. ee hesaba giremiyorum, modlar kankam değil, ne yapacağım?

ulan mail adresi vardır diye bi bakayım diyorum.
arkadaşlar, bir şikâyet için mail adresi var, bir de genel konular için. normal insan olduğum için şikâyet için olanı denedim, kullanım dışı gibi bi uyarı aldım :d. kütüphane ile falan konunun alakası yoktu takdir edersiniz ki :d
bana ceza aldığımı bildiren maile yanıt yazmayı bi umut denedim, yanıtlanamıyor haliyle, beklenen bir şeydi :d
genel konular: [email protected] <--- şuna mail atmayı başardım ama mesaj yazdığım mod mesajımı 9 saat sonra görebildiği için mailimi de 7 sene sonra görebilirler diye düşündüm ve başka bir çare aradım. * *
eskiden editörlük yaptığım için bir editör arkadaşa ulaştım ve “muhatap bulmak istiyorum” dedim. o da ulaştı sağ olsun. bu bile sıkıntı, “kankacılık” diye şikâyet edilen şey tam olarak bu çünkü. sözlük dışında da iletişim kurduğum birileri olmasa muhatabım yok benim herhangi bir sorunda. teknik bir zırvalık yüzünden hesabıma giremiyor olsam da bi muhatap yok yani. yeni gelen arkadaşlara kanki edinene kadar totoyu kollamalarını tavsiye ediyorum. :d

arkadaş bir mod’a ulaştı.
kendisine çok teşekkür ediyorum vallahi benimle iletişim kurmak da istemiş ama kimliğini ifşa etmesi kural dışı olacağı için buna yanaşmamış. gerçekten inanıyorum da samimiyetine. ve bana bir yanıt iletmiş.

“ısrarla flood yaptığım için” bu cezayı aldığımı, bir şikayet üzerine bu cezayı almadığımı belirtmiş. şikâyet üzerine aksiyon almadıklarını da belirtmiş. (yani burada kastedilenin “birisi şikayet etti diye içeriğe bakmadan işlem yapmıyoruz” olduğunu düşünüyorum.) benim şahsımla bir alakası yokmuş.

peki tamam, burada benim şahsımla alakalı bir durum olmasın.
benim açımdan kasıtlı olarak flood yaptığım bir durum da yok, gerekçeyi fark edince başka bir başlıkta isyan ediyorum zaten, niçin haksız göründüğünü de açıklayarak. ha tanımımı da “bakın bunu da silin” diyerek yine kasıtlı olarak moderasyona bırakıyorum. ben de bilirim koşa koşa silmeyi… onlara yönelik bir inatlaşma durumum yok. bunu belirttiğim halde, ceza çok isabetli bulunmuş. eyvallah. o zaman sormak istediğim şeyler var:
1- birilerine iftira eden birileri niçin ceza almadı da sözlükte cevval bir şekilde keyifle yazan arkadaş sözlüğe küsüp gitti?
2- sözlüğü, tüm sözlüğü 3 gün boyunca taciz eden bir yazar, varlığı aleni bir şekilde de görülürken niçin ceza almadı da en sonunda 1 gün ceza alıp mantar gibi tekrar dibimizde bitti? ben tüm sözlüğü taciz etmekten daha büyük bir suç mu işledim? :d bakın adam hala feyk hesaplardan rahatsız ediyor beni :d
3- ve madem konu kişisel değil şu nedir tam olarak allah rızası için, tüm gün başını beklemedim umarım silmişinizdir ya sevgili modlar:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

valla "flood listesi" fırlatcaktım kafalarına.
sabah analiz yaparken* dedim ki sisi mal mısın ya, cadı avına mı çıkıcaz?
bu ss'i de ben almadım valla. kontrol de etmedim naapmışlar diye, silmişlerdir belki :d

ben birilerinin iyi niyetine güveneceksem haliyle benimkine de güvenilsin isterim. “uzun süreli bir yazar olduğun için kuralları bildiğin düşünülmüştür” dendi. uzun süreli bir yazar olmam hasebiyle zaten genel tutumum da çok ayan ve beyan, ne zaman kasıtlı olarak insanların iş yükünü artıracak bir iş yapmışım?

bir yeri hatır gönül işleri ile döndürüyorsak, bence profesyonelliğe soyunmak biraz anlamsız, gönülleri kırmamak lazım. çünkü onu koruyacak sistemsel altyapıya belli ki sahip değilsiniz. ha illa ki soyunacaksanız daha dikkatli ve mükemmeliyetçi olunmasını tavsiye ederim çünkü insanlar böyle sorularla karşınıza dikilebilir.:d

buna verilen tepki overrated bulunduysa, bu konuda tepki verenlerin çoğu zaten iletişimim olan insanlar, sözlüğün yarısı nickaltıma doluşmuş değil. onlar da “suçlu dahi olsam”, “ah be sisi, üzdü” falan gibi bana olan arkadaşlıklarını yansıttıkları bir tepki verebilirlerdi. bu illa taraf tutmak olmazdı “ne gerek vardı kızım ya salak mısın?” gibi bir yerden olabilirdi. ayrıca var oldukları bir yerde bir haksızlık yapılıyorsa, aklı olan gün gelir bu namlu bana da döner mi diye düşünüp tepki verir zaten.

bu vesileyle de herkesi gözlerinden öbüyorum.
yeaaaani, hadi canınız sağ olsun, biz zaten ağlamayız, saplarız :p.
şahsımla alakalı bir durum ise çıkar zaten kokusu. o zaman da yemin ederim “ifade özgürlüğüm gasp ediliyor, insanlık haklarım çiğneniyor” diye fırlarım ortalığa. :d sanal zorbalık falan allah ne verdiyse yardırırım. feci de yardırırım. beni bilirsiniz, şahıslarla da derdim olmaz… moderatör x-y-z’ye sarmam yani…

moderatör arkadaşlara da beyan ediym, bak çoğul konuşuyorum, sataşmıyorum kimseye. yazıyorum açık seçik. “sataşma” gerekçesi ile silmeye kalkmayın. latife ediyorum. kedimi ifade ediyorum, haklarımı gasp etmemenizi rica ediyorum…

tanım: şahsımdır.

tanım da girdik, hadi bakalım :d
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının kedileri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bizim evimizde marvin'in bazı yazısız kuralları var:
1-benimle ilgilen istiyorsam benimle ilgileneceksin.
2-seni en rahatsız hissettiğin pozisyonda oturmaya/ yatmaya zorlarım
3-balkon zamanı balkonda olunacak
4-acıktığımda bana tavuk haşlayacaksın
5-en çok beni seveceksin
6-eğer dediklerimi yapmazsan dayak yersin
7- eğer dediklerimi yaparsan da dayak yersin

bileğimi tırnağı ile deldi, kolumu çizdi, ısırdı ve pencerenin önünde güneşleniyor. üstelik bu gün tavuk dışında peynir bile yedi.
devamını gör...

güçlü kadınların ortak özelliği

ya öf kendimi övmicem. ***hayatımda çoook güçlü bulduğum ve hayranlık duyduğum bir kadın tanıdım. onu yazmak istiyorum:

dışardan müthiş sıradan görünüyor. kadın alanında yetkin, azimli, kariyerinde oraya gelmesi bile muazzam. aynı zamanda çocuk büyütüyor, aynı zamanda kültürlü, aynı zamanda kibirli değil. neşeli, güler yüzlü ve yardımsever. kendi kırılganlığını ortaya koymaktan çekinmiyor. ilkeli. zeki. vallahi seyit onbaşı gibi kadın. çok hayranım ya, inanılmaz hayranım. sinirleri falan da çok sağlam. duygusal zekasının da çok yüksek olduğuna inanıyorum. iş bitirici. süpervumın gibi bir şey.

bir kere bi arkadaşım "normal bir ev hanımı gibi, niye bu kadar hayransın?" demişti. ev hanımı da değil halbuki. çalışan kadın.

tam olarak bu yüzden ya.
pompalanan tüm kalıpların ötesinde kendi halinde yaşıyor kadın. plaza kadınıyım deliliği yok, işimden başımı kaldıramıyorum mızmızlanması yok. sakin sakin işinde gücünde ve aynı zamanda müthiş rutin bir hayat sürdürmekle derdi yok. herkesin muazzam şeyler yaşamak ve göze sokmak zorunda olduğu bir hayatta kadın oturup çocuğuna ödev yaptırıyor? börek konuşuyoruz kadınla ya. pırasa sevmiyorlar diye yakınıyor.

hayattaki en en en zor şey, yaşamın ve kendi var oluşunun sıradanlığına katlanmak. kadın bununla barışmış. daha büyük güç bilmiyorum.

burada** insanlar 3 tane layk için götünü yırtıyor, farklı olmak ve farklı hissetmek için kendini parçalıyor ve aynı delilik içinde sıradanlaşarak eriyor. bu kadın tüm neşesiyle yaşamın her türlü sekkoluğuna götü başı oynamadan göğüs geriyor, akıyor gidiyor.
devamını gör...

bilgi türleri

kavram karmaşası yaratan bir durumu açığa çıkarma çabasında bir başlıktır. (tanım)

fark ettim ki sözlükte bilgi'nin ne olduğu konusunda da çok fikir yok, burası bir toplum örneklemi olduğu için, demek ki toplumda da yok. benden ufak bir amme hizmeti, kendim de yazarken öğreniyorum, böyle işleri seviyorum.

her şeyden önce bana, bilgi türlerini araştırma ilhamı veren sözlüğe çok teşekkür ediyorum :d. her şey manasız abidik gubidik dizi karakteri tekmeleme tanımlarımın madalya alması, içerisinde cidden bilgi bulunan tanımımın madalya almaması ve keyfekeder bir madalya sisteminin olduğunu fark edişim ile başladı arkadaşlar. madalya almama gerekçem olarak da "gözlenebilir, ölçülebilir ve 150 kelimelik bilgi tanımı olması lazım" dendi. her şeyden önce okuduğum üç makaleden de anladığım kadarıyla, böyle bir bilgi tanımı yok. o yüzden bilimsel bilgi demeye çalıştıklarını varsayıyorum çünkü bildiğim en ölçülebilir ve doğrulanıp yanlışlanabilir bilgi türü, kendimin de halihazırda üretmeye çalıştığı bu bilgi türü. ben tabii kabul ettim bu talebi ve dedim ki: e ama bana daha önce madalya verdiğiniz bu tanımlar da bu kriteri karşılamıyor ki, ben onlarda da şahsi fikirlerimi yazıyorum. yani onları da alın o zaman. böyle denince de kitap - dizi - film kategorilerine istisna yapıyoruz dendi. niçin müzik bu istisna dahlinde değil diye sorduğumda makul bir yanıt alamadım. anladığım kadarıyla niçin "kitap- dizi- film" ve "ürün bilgisi veren, bilgi etiketli tanımlara" istisna yapıldığını tam olarak netleştirememişler. hiç üzülmeyin, niçin onlara istisna yaptığınızla beraber, hepsini açıklayacağım ben size :d

platon'dan bu yana anlamlandırılmaya çalışılan bir kavram öncelikle bilginin kendisi. neyin bilgi olduğu / olacağı konusunda çok "ölçülebilir, gözlenebilir bir tanım olamadığı için" (ki soyut ya) kullanım alanlarına göre, yapısına göre, ilettiği mesaja göre çeşitli bilgi türleri ile alakalı çeşitli kavramlar atılmış zaten ortaya.

cadı avına çıkmak istemediğim için, bana "bak bu işte hep ölçülebilir ve gözlenebilir bilgi" dedikleri ve aslında "bireysel bilgi"lerle dolu olan tanımı örneklemeyeceğim*** ve kendi tanımlarımdan yola çıkacağım arkadaşlar. uzuuun bir yazı bizleri bekliyor.

her şeyden önce bildiğim yerden başlamak ve bilimsel bilgiyi dilim döndüğünce açıklamak isterim. bilimsel bilgi diğer bilgi türlerinden yanlışlanabilir ve "ölçülebilir değil sınanabilir" olması ile ayrılır. ölçülebilir dediğiniz bilginin kendisinin kaç okka geldiği değil, doğruluğunun ölçülebilir olması çünkü. bu nedenle bilimsel bilgi dahi her zaman "mutlak" olamaz, "mutlak oluşuna" yaklaşabilmek adına "koşullar tanımlanır." biz buna kendi içimizde "metodoloji" diyoz, siz ne diyosunuz bilmiyorum :d. metodoloji dediğimiz şey, bilgiye ulaşma yolumuzu detaylıca açıklayışımızdır. benim alanımda özellikle, kullandığımız materyalin model ve marka bilgisini dahi yazarız ki, "hangi koşullar altında nasıl bir bilgi elde ettik" anlatabilelim ve başka bir araştırıcı, dilerse aynı koşulları sağlayarak bilgiyi sınayabilsin veya kendi bilgisini bu ulaşım yöntemi ışığında üretebilsin. bilgi çünkü üretilen de bir şeydir. şimdi kantitatif demeye kalkarsanız o, "kaç tane bilgi var" gibi bir şey değil. nesnel demeye kalkarsanız, öyle bi bilgi türü de yok bu 3 makalede. o bir kavram: gerçeklere ve somut verilere dayanan, tarafsızlık ve objektif olan nesneldir. dolayısıyla nesnel olduğu iddia edilen bilgiler, aslında nesnel de değil. peki niçin "yine de bilgi"?

dediğim gibi platon'dan beri ne olduğu tartışılıyor kavramın. türleri, yalnızca bizi bir ortak paydada buluşturmaya ve ne dediğimizi anlamaya yarıyor. ingilice için (aslında latinceden türeyen) iki kavram var:
1- information (data)
2- knowladge (bilgi)
bunları biz dümdüz "bilgi" diye kullanıyoruz. o dilde de "kullanımın sıkıntılı olduğu, olabildiği" söyleniyor. oysa burada bazı yazarlar, bilgi'yi, data'nın yorumlanmış, işlenmiş bir hali gibi kabul etmeyi gereksiniyor.

en basit tanımıyla bilgi için 2 şeye ihtiyaç duyuluyor:
1- bilen yani suje
2- bilinen, yani obje.

dediğimiz gibi zaten bilginin ne'liği ile alakalı kapsayıcı bir tanım yok.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
üstelik zamansal ve toplumsal bir perspektif de var bilginin ne olduğu ile alakalı:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
zaten bu nedenle "türlerden bahsediyoruz" 9. kez söylüyorum.

şöyle bir bilgi var, bilgi hakkında:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ve şöyle:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

dolayısıyla, bilgiye bakış, farklı disiplinler için farklı bir biçim alıyor:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

"bilgi bilim" ve "bilgi yönetimi" açısından şöyle bir tanım karşımıza çıkıyor:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bilgi türleri konusunda, yazarlar çeşitli sınıflamalar yapmışlar. örneğin:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

mengüşoğlu (1988) konuya bilginin "niteliği" açısından yaklaşıp şu beş sınıflamayı yapıyor:
-hayat bilgisi / doğal bilgi: yaşarken edindiğimiz her türlü tecrübe
-bilimsel bilgi: konuştuk zaten
-felsefi bilgi: tahmin ediyorsunuzdur herhalde
-sanatın sağladığı bilgi: yaratıcı aktlar aracılığı ile elde edilen bilgi.
-din bilgisi: dogmalara dayalı bilgi işte, bunu da bilirsiniz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ve son olarak, kurumlar ve işletmeler açısından gruplanan bilgiler, daha çok grup olması ile birlikte şunun altını çizmek isterim, şu şekilde bir gruplama yapıyor:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şimdi gelelim sözlükte niçin nesnel, ölçülebilir ve aynı zamanda özgün bilgi arayamayacağınıza: çünkü burada bunu üretmiyoruz. sizin deyiminizle bu, benim deyimimle bilimsel bilgi dediğiniz şeyi "ürettiğimizde" çünkü özgün olabilmesi için "benim üretmem" lazım, çünkü öteki türlü "alıntı" olur, sözlük gibi okunmayacak bir mecrada çarçur etmek yerine, hakemli dergilere yollayıp makale yaparız.

dolayısıyla niçin kitap-film- dizi ve hatta ürün bilgisi tanımlarının istisna olduğunu ben size söyleyeyim: çünkü ilk üçü sanata ilişkin, dolayısıyla üretenin dahi konuyla alakalı "nesnel bilyi"ye ulaşamayabileceği bir alan. bu yüzden bu alanda kişisel yani öznel tanımları kabul ediyorsunuz. ürün bilgisi de, ürünü üreten ben değilsem, beklediğiniz bilgiyi vermemi beklemediğiniz bir alan. o yüzden "doğal bilgi" yani "tecrübeye dayalı bilgi" yi kabul ediyorsunuz.

doğası gereği bilimsel bilgi arayamayacağınız bir mecrada, niçin müzik konusundaki "öznel tanımları", "nesnel bilgi" diye kabul ettiniz ve bu konuda direttiniz, anlamak çok güç sevgili editörler. :d sizin "nesnel" dediğiniz bilgi tam olarak şu bakın:
"bir h.g. wells kitabıdır." ---> #3502812, yapısalcılık mapısalcılık zaten konuyla alakalı değil. 4 kelime. ve sanat eseri.
"grubun aynı isimli 4. stüdyo albümünden bir parça. 99'da kaydedilmiş 2000'de yayınlamışlar." --->#3499846 bu da madalya vermediğiniz tanıma dair "nesnel bilgi" içeren kısım. üstelik o da sanat eseri.

ikisinde de geri kalan her şey kendi bilinç akışım.
herkese katkıları için çok teşekkür ediyorum. :d
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
sözlüğü iyice tumblra döndürdük.
blog gibi bir şey oldu benim için de.
güzel günler yolda değil canım kardeşim. hiç inanmıyorum buna. geleceğe umutla bakmıyoruz burada. sineğe bakıyoruz. baya sinek.
yepyeni bir sinek krizi.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

vallahi hiç sanatsal değil ama bence komik
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

seni aldattım diyen sevgiliye söylenecek ilk söz

yani ben sevgilim olmayan biri tarafından aldatıldım arkadaşlar. *
o zamanlar 20-21 yaşlarındayım, bir beyle tanıştım. kendisini de feci halde takıntı haline getirdim. tabii benim bu sağlıksız hislerimden de haberdar. her ne ise, baştan falsolu bir iletişimdi. o zamanlar kendisi de 25 yaşında. farklı şehirlerde yaşıyoruz. bir müddet sonra bu saplantılı ilgim karşılık buldu beyefendi tarafından ve aramızda ilişkiye başlayıp başlamamak üzerine bir konuşma cereyan etti. kendisine tüm açıklığımla "koskoca adamsın. gel sevgili olalım, senede birkaç kez görüşürüz. sen de geri kalan zamanda otur mastürbasyon yap diyemem sana, tek ricam senin de bana maval okumaman olacaktır" minvalinde bir konuşma yaptım.
şimdi ben zaten bunları söylemişken aldatılmam söz konusu olamaz, öyle değil mi? olmamalı yani. sadakat beklediğim sözler istediğim yok çünkü. ama oldu arkadaşlar *.
bir müddet sonra hayatındaki tek kadının ben olduğuma yeminler ediyordu. ben "beni aptal yerine koymaya çalışıyorsun" diye küplere biniyordum. komik ve kaotik zamanlardı. en sonunda gönüllü gönülsüz itiraf etti. yani kendisinin yürüdüğü hanımlardan minik bir kadınlar ordusu kurulabilirdi inanın.
e tamam da niye? ne gerek vardı ki arkadaşım?
şimdi burada hem kendim tarafımdan, hem de bu beyefendi tarafından aldatılmış oldum. zira bana kalırsa sadece gidip başkası ile yatıp kalkmak değil yalan söylemek, manipüle etmek, gerçeği çarpıtmak falan da bir kandırma ve aldatmadır.
naçizane tavsiyem, ne kendinizi aldatın ne de başkalarını, cesiden kıssadan hisseler.
devamını gör...

yazarların evcil hayvanlarının fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

duvardan duvara vurmalı seks

olmayandır.
yok öyle bir şey.
elinde telefon seksting yapmak gibi değil bu işler.
nadir gerçekleşen bir doğa olayı gibi bu, öyle de zaten, seks doğa olayı çünkü.
hayal aleminde her şey mümkün, uzay gemisinde amuda kalkıp da sevişebilirsin.
gerçekler öyle değil.
detaylıca yazmak istemiyorum erkeklerin nelere kadir olamadığını. adım çıkabilir her an.*
iffetime gölge düşsün istemem.
devamını gör...

kahraman bakkal süpermarkete karşı (kitap)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ferhan şensoy imzası taşıyan bir oyundur. ortaoyuncular yayınları 1991 senesinde basmış galiba. ve yine galiba baskısı yok çünkü kitabı gugıllayınca direkt nadirkitap çıkıyor karşınıza.

ben ilk kez ferhan şensoy okudum. kitabı okumamda dün akşam annemle seyrettiğimiz pardon filmi etkili oldu tabii. okuma konusunda inanılmaz tıkanık olduğum ve tiyatro metni okumaya da alışık olmadığım için tereddütle başladım okumaya. bu arada storytel'de e-kitap formatında mevcut, oradan okudum.

yani nereden başlamalı? lise yıllarımda aynı sınıtfa olduğum ve inanılmaz sevdiğim bir arkadaşım sıkı bir ferhan şensoy hayranıydı. şu an onu çok iyi anlıyorum. espriler çok yerinde, karakterler çok canlı ve en karikatürize çizilen karakterler bile insanı rahatsız edecek kadar karikatürize değil. bakkal abla'nın bezgin huysuzluğu, türlü çeşitli müşteri profili, şeref'in inanılmaz tatlı bir hergele oluşu, hangi birini sayayım? evlen benimle şeref!

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

isminden de çok rahat anlaşılabileceği gibi, minik kendi halinde bir mahalle bakkalının şehirde süpermarketler açılması sonucu yaşadığı sıkıntılar anlatılıyor. bir yandan bakkal açısından dönemin mali sıkıntılarını, enflasyonun halkı ne kadar çıldırttığını esprili bir dille anlatıyor ferhan şensoy, bir yandan da bu süpermarketlerdeki "marketing" olayının manipülatif taraflarını ve mutfağını kurcalıyor. size açlık derken, pahallılık derken, ekonomik kriz derken, iflas derken aynı zamanda bu kadar eğlendirmeyi nasıl başarıyor orası muamma.

oyun ilk kez 1980 senesinin kasım ayında sahnelenmiş. ve o dönem tam 138 kez sahnelenmiş. ilk yıl oyunda zeliha berksoy, fuat güner, özkan uğur, tarık papuçcuoğluhikmet karagöz, zeynep tedü, ayla aslancan, neslihan kılıç, ferhan şensoy ve baykal kent rol almış.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
vallahi hiç e-kitap okuyamam falan demeyin nadirde 350 lira, koşun okuyun storytelden. çabuk, çabuk!
devamını gör...

beni sevenler listesi

bir emre erdoğdu filmi.
ben çok sevdim. biraz temposu düşük olsa da akışı ve doğallığı bence çok tatlı.

yılmaz, kendisini bir çevreye ait hissetmek için torbacılık yaparak tarihe adını altın harflerle yazdıracak bir karakter. bunun bir adım ötesini baby reindeer'de görmüştük. dahası bende yok.

ait hissetmemek ve kök salamamak bence özünü reddetmekle çok alakalı. özünü dönüştürmek ve biçim vermek anlaşılabilir benim için ama bambaşka bir öze sahipmişsin gibi davranmak galiba en başta kendine ayıp etmek.

"ünlü" olmak önemli yılmaz için. bu bence görülür ve duyulur olmakla alakalı onun zihninde çünkü kendisi az konuşan, utangaç ve evet böyle işler yapmasa görünmez bir karakter.

cihangir entellerine torbacılık yapıyor, onlardan olabilmek için sadece. kabul görme ve arkadaşlık duygusu için.

çok üzücü bu.
insanın üzerine olmayan ceketleri giymeye çalışması ve onun üzerinde hiç de hayal ettiği gibi durmaması çok üzüyor beni. bu aralar başka insanlarda da görüyorum bunu ve eziliyorum bunun altında.

ne yapalım ya, tüm yılmazları da biz davet edemeyiz akla mantığa.
devamını gör...

stüdyo ghibli tarzı normal sözlük yazarları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çizimleri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir kediyi terk etmek babam hakkında

tripliydim sözlüğe, kendi açtığım başlıklardaki tanımları siliyordum.
5 kişinin aklı başında olup katkı sağladığı sözlük anasını satayım, sözlüğe katkı diye diye mıymıylanırken neyin şovu anlamadım. böyle böyle iyi yazan herkes gitti. tanık olduk. her neyse. öyle kızmıştım ama sonra dedim ki bunu entelektüel üretime çevireyim.* öyle işlerim var.
(bkz: düşünce özgürlüğü)
bu tanım da öyle bi reaksiyonla çıkmıştı, başlıktaki.

bir haruki murakami anlatısıdır.
muazzam bir kitap, sadece 104 sayfa. gao yan diye bir çizerin illüstrasyonları ile süslenmiş. güzel bir baskı. ve de murakami'nin şu ana dek en sevdiğim eseri garip bir şekilde.

babasına bir güzelleme, belki de yüzleşme.
babasını anlatırken japonya'nın tarihine de ister istemez değiniyor murakami.

keşiş olmak için çıktığı yolda önce asker, sonra şair, sonra da öğretmen olan bir adam murakami'nin babası. berbat bir hayat yaşamış. zırt pırt askere çağrıldığı ve eğitiminin bölündüğü, psikolojisinin mahvedildiği bir hayat.

tam da bu yüzden erkeklerin ama biz askere gidiyoruz isyanını çok destekliyorum.
müthiş travmatik bence bırakın savaşı bir çatışma deneyimi. fikirsel olarak antimilitarist bi kafada olsam da ve de şu günlerde ünili çocuklara yapılanlara accayip kurulsam da, asker & polis ölümlerine inanılmaz üzülürüm ben. b.k yoluna gidiyor gencecik insanlar çok afedersiniz. savaş daha da saçma bir şey, savaş denince aklımı oynatıyorum.

aynı zamanda bir savaş yergisi bu kitap o yüzden.

murakami'nin buradaki üslubu o kadar içten, yalın ve güzel ki beni mestetti.
bir yandan mesafeli, bir yandan içli, ajite bir hal yok. bayılıyorum böyle metinlere ya bayılıyorum.
saydamlaşma pahasına yazmak ancak bir sanatçının cesaret edebileceği bir şey olurdu zaten, somutlaşmak için maymun olunan bir çağda özellikle. kendi varlığını silip babasını ete kemiğe büründürmesine, satır satır hem de, aşık oldum.

uzun süredir beni bu kadar coşturan bir kitap olmamıştı.
anlatı sevenlere tavsiyedir, şiddetle.
devamını gör...

terbiyeli sözlük yazarını yoldan çıkartmak

benim başıma gelendir.
ben de başkası adına utanmak durumunu sıkça yaşadım ve bir noktada kayıtsız kalamadım.
hislerimi dökmeme vesile olan bu başlık için her şeyden önce teşekkür ediyorum başlığı açan yazara.

edepliydim.
zorla seküler, edepsiz ve de feminist yapıldım.
anarşi kısmında kimsenin payı yok o doğuştan vardı zaten. o konuda bir şey diyemiyorum.

feminazi kitabı sipariş verdim. *****
kadın diyo ki erkekler baş düşmanımızdır. çok merak ediyorum neden böyle diyor. manifestosunu okuyayım hayatını da araştıracağım.
ben seviyorum çünkü erkekleri.
devamını gör...

biyolojik cinsiyet

temellerini biyolojiden alan cinsiyet kavramıdır.
dişi ve erkek olmak üzere yaygın olarak iki adettir. ancak hermafrodit canlılar da elbette ki var. daha farklı üreme stratejileri de var bu arada. canlıdan canlıya değişir. -yani illa biyolojiyi buna dahil edeceksek bakteriye dek gidip kimsenin cinsiyeti yoktur diyebiliriz. kendileri bölüne bölüne çoğalıyor çünkü. ama tek hücrelilerde falan da gen değiş tokuşu olabiliyor. o ayrı.-

biyolojiye göre bunun dışında da cinsiyet falan yok arkadaşlar. gayet kromozom odaklı bakılıyor olaya. hermafrodit olup da kimi zaman erkek kimi zaman dişi olarak üreyebilen canılar var. doğuran ama erkek olan canlı da var. bir de bir istisna olarak hermafrodit canlılar var. türün genelinde görmüyoruz böyle bi evrimsel strateji, bireylerde rastlayabiliyoruz. zaten çoğu zaman hatta emin değilim ama her zaman işlevsel de olmuyor bunların biri. insanlar koşullara göre bazen erkek bazen kadın olarak üreyemiyor yani.

toplumsal roller ve cinsel kimlik ayrı bir şey.
bu davranışsal bir durum. evet vardır canlılarda homoseksüel ilişkiler. ama evrimsel bir faydası yoktur. zaten o yüzden ortaya fırlayıp herkes aslında biseksüeldir diyebiliyorlar. şempanze de çünkü üreyecekse eninde sonunda dişi ile çiftleşir, yunus da, köpek de, balina da. bunları incelemek için davranış bilimi var.

insanlardaki durum sosyal yapılanma ile çok alakalı zaten. insan dediğin entelektüel gelişimi ve soyut düşünce becerisi sayesinde her birkaç yıla bir bir kavram fırlatabiliyor ortaya. bunu da yadsımak zorunda değiliz bu arada. gelip de demiyorum ben trans bireyler şudur, gayler budur diye. ya da tedavi edin insanları falan gibi bir manyaklık içinde değilm homoseksüel oldukları için. kimlik inşasını bilime sıvayıp durmayın diyorum sadece.

yönelim yönelimdir, cinsel kimlik cinsel kimliktir, biyoloji de biyolojidir. eşeyli üreyen canlılarda da biyoloji homoseksüel eğilimi desteklemez. çünkü tür yok olur o zaman. zaten o yüzden doğada yaygın olan heteroseksüellik, bilemedin biseksüelliktir.

yani gerçekten 777, aldım kabul ettim'i kuantum fiziğine bağlamak kadar saçma buluyorum toplumsal kimlikleri ve kavramları biyolojiye bağlamayı. sadece cinsiyet rolleri için demiyorum bu arada. faşist olan fırlıyor diyor ki güçlü olan hayatta kalır, yok doğada öyle bir şey. senin algıladığın gibi bi güç kavramı yok zaten hiçbir şekilde. kuduruk erkek diyor ki benim kas kütlem daha fazla. ee ne alaka şimdi, dişinin de yağ oranı fazla. bebek mebek doğurduğu için öyle adapte olmuş. ne şimdi, ne yapalım kas kütleni senin? e madem öyle toplumsal gerekliliklerin sana kas kütlen yüzünden yüklediği sorumluluğu al övüneceksen bununla, erkekler inşaatta kum torbası taşıyor, kadınlar masa başı işlerde diye ağlama. ya zaten makineleşme ile birlikte kas kütlesi falan da yalan oldu biraz, tam değil ama biraz, bunların egosunu iyice zedeledi bu durum. baştan sona sapıttılar. yapay zekâya yüksekler şimdi de, bence de beynini zaten kullanmıyorsan, ona hiç ihtiyaç duymayacağın bir geleceği hayal etmekte sorun yok.

diyor ki erkek evrimsel olarak çok eşli zaten. o zaman kardeşim o tv kumandasını sakince yere bırak ve git dağa mağaraya otur. medeniyetin tüm nimetlerinden faydalanıyorsun, gayet de biyolojine aykırı bir hayat yaşamaktasın. konu sadakat olunca mı aklına geldi biyolojik canlı olduğun? toplumsal olarak değil. antropolojik olarak da hoş karşılanmaz bu arada. çünkü herkes büyüttüğü bebeğin kendisine ait olduğundan emin olmak ister. enerji kıymetlidir, boşa harcansın istenilmez. yavru bakımına ayrılan zaman ve harcanan enerji arttıkça erkek yani baba önemser babanın kendisi olduğunu bilmeyi. kuşta da var bu. bebeklerin tüm topluma ait olduğu ve çocukları komünün hep beraber büyüttüğü sosyal yapılanmalarda genellikle çok eşlilik sorun değildir. çünkü bebeğe tüm toplum bakar, sadece anne ve baba değil.

her şeyi niçin bilime sıvayarak destek bulmaya kalkıyor bunlar bunu da anlamış değilim. geyler lezbiyenler saldırmasın diye biyolojik cinsiyetten söz edemez olduk. niye yani, bunu biyolojiye derme çatma sıvamadığın zaman ürettiğin kavramın kıymeti olmuyor mu?

foton dalga mıymış parçacık mı, atomaltı parçacık varmış da atom temel birim değil miymiş o zaman, yok efendim evrim değişim olamazmış, vay efendim besin piramidinde tepede insan varmış... yav bilmeden etmeden siz niye böyle her şeyin içini boşaltıyorsunuz? güncel ekolojide piramit bile kalmadı, o kadar karmaşık bir şey ki o ağ diyorlar artık. bilim de kümülatiftir. yalanlanabilir, yanlışlanabilir. yarın öbür gün 5. cinsiyet de keşfedilir uzayda canlılık da, olur mu olur. ama bilim, bilim kurgu değildir. ihtimallerle konuşmaz şu anda bilinen neyse onu konuşur.

vallahi ikrah ettim herkesin her konuda konuşmasından. ben fizik anlatıyor muyum millete ya, ingiliz tarihi öğretmeye kalkıyor muyum? biraz uzmanlığa önem verin biraz bilmenin ne olduğunu kavrayın. biraz cehaletinizle barışın, her şeyi kimse bilmiyor zaten. sorun da yok bunda.
devamını gör...

4 yıldır bir kızı unutamamak

obsesif olduğunuza delalet edebilir. veya romantik olduğunuza.

benim 10 yıldır unutamadığım bir bey var.
kendisini ölene dek de hatırlamak isterim.

unutamamak dediğim aşkıyla yanıp kavrulmak falan değil. hiç öyle bir durum yok. varlığını bilmekten güç almak bağlamında bir unutmama hali hakim bende.

hayatımın bir döneminde anlaşılmaya çok önem vermiştim. ve elde edemiyordum bunu. şu anda da edemiyorum ya, insanlar salak mı anlamadım gerçekten. geri zekalıya anlatır gibi anlatıyorum, tane tane, anlamıyorlar. bir tane patlatasım geliyor, umutla da anlatıyorum ya her defasında. salak olan ben de olabilirim herhalde, bilmiyorum tam. neyse abi, o zamanlar çok önemliydi benim için.

çok gençtim, çok acı çekiyordum*, çok yalnız hissediyordum ve sonsuza dek böyle olacak sandığım için * çok da çaresiz hissediyordum kendimi. ya anlaşılmadan sevilmek gibi bir şeyi de aklım almadığı için sevgisiz de hissediyordum.

sonra bir kış gecesi bu arkadaş resmen dolunay gibi arzı endam etti. geçen demanslı teyzemi konuşuyoruz bana diyor ki sisi şimdi teyzenin bilinci bozulmuş ya, aklı gitmiş, ee diyorum, düşünsene öldüğümüzde mesela bilincimiz, düşüncelerimiz aslında yok olmuyormuş da parçalara bölünüp geziniyormuş... senin teyzeninki yaşarken de öyle ya, ölünce nası olurdu sence? ya bu kadar gereksiz ve gerzekçe bir şeyi ortaya atabilecek bir insan daha tanıyorum, o da kendimim zaten. ben de soruyorum bir de ciddi ciddi abi şimdi o düşünce parçaları yaşayanların bilincine sızıyor mu? mesela bi tane şizofren çok fazla uzayda salınan düşünce aklına sızmış diye mi şizofren olmuş mesela? diyorum. o da mal mısın aminyum ya demiyor da ya o kadar uzun düşünmedim bilmiyorum diyor... neyse yani çölde vaha gibi bir şeydi benim için. bunlar çok özel şeyler değil belki, herkes yaşıyordur benzer şeyler ama işte aynı düşünce yapısıyla karşı cinste karşılaşmak çok tatlı. benim genelde başıma gelmiyor bu.

bazen konuşmaya da çok gerek olmuyordu. o anlaşılma duygusu çok güzeldi. bu benim hislerimle alakalı bir özlemimdi ve zaten eroin gibi bir şey, yoksunluğu çok zor.

ama seneler sonra bir gün afedersiniz kaka yaparken şöyle bi kavram belirdi aklımda: ontolojik yalnızlık. kendi kendime icat ettim bunu sıçarken. tabi benden önce 29387294 filozof daha icat etmiş, benim için hayal kırıklığı olmadı bu durum.

sonra işte o anlaşılmama duygusunun kalıcı ve bitimsiz oluşu ile alakalı bir kabulleniş yaşadım büyük ölçüde. o zaman bu beyefendiyi kişi olarak değerlendirme imkânı buldum.

harika bir kişi bence, tüm duygulardan azade bir şekilde. adamın var oluş şeklini, geçmiş - bu gün ve gelecek dahil olmak üzere, dönüştüğü ve dönüşeceği her şeyi inanılmaz onaylıyorum. artık bu bir oluş ve bütünlük meselesi, eylemlerden de ayrı. aşk da değil abi.

böyle hissettiğim 1 insanım daha var.

bu insanlara hayattaki çapalarım diyorum. ve her türlü yaşam biçminin ve duygulanımın ötesinde, aynı savaşın içinde aynı cephede ve bir şekilde yan yanayız gibi hissediyorum.

bence hayatta böyle 2 insan bulmak muazzam. sadece var oluşun yüzünden onaylanmak da süper. ne iletişime gerek var, ne duyguya gerek var bu insanlar söz konusu olunca. kendi olanakları içinde yaşamaları çok yeterli. zaten bir kez var olmuş oldukları için artık ölseler dahi var olmuş oluşları değişemez.

ve kendimden şüphe ettiğimde, yolumu kaybettiğimde veya kendimi kaygan bir zeminde hissettiğimde hemen aklıma ikisinden birini getiriyorum. çok cesaret veriyor bana.

sevgi demiyorum.
yüce rabbim herkese kendi varlığının ve kaprislerinin ötesinde, sevebileceği değil onaylayabileceği en az bir insan versin.

bazı düşmanlıklar inanılmaz haysiyetlidir. filmlerde falan görürüz genelde. gerçekte yok abi o kadar kaliteli düşmanlar. salak saçma tipler var insan onlarla da düşman olmaya üşeniyor. neyse yani gözünü oymak ister ama saygı da duyar falan. bişi olur elinden tutar yardım eder sonra kaldığı yerden kuyusunu kazmaya devam eder :d. işte o da bu onay haliyle alakalı bence. böyle bir düşmanım yok. ama bir tane de böyle düşman isterim şahsen. o da insanı üretken kılabilir çünkü, haysiyetli düşmanlık.
neyse yani rabbim nasip eder inş.

tüm bu iç döküşü şu şarkı ile bitirmek isterim:



ı wanted to love you like my mother's, mother's, mother's did
civilian
devamını gör...

kurtarma mesafesi

samanta schweblin'in can yayınevi'nden 2021 senesinde çıkan kitabıdır. arjantin'li kadın yazarın ilk romanıdır. kitap 20017'de man booker ödülü kısa listesinde yer almıştır. kitabı türkçeye emrah imre kazandırmıştır.

ben utku lomlu'nun kapak tasarımlarını çok seviyorum arkadaşlar, sevmeyeni de var. ancak bu kitap da muhteşem kapağı nedeniyle gözüme çarptı ilk olarak. sonrasında da her yerde karşıma çıkmaya başladı. iki gece önce 1000kitap'ta son derece olumlu bir yorum da görünce dayanamadım ve anında e-kitap formatında satın aldım kitabı. aldığım gibi de okumaya başladım. eğer sefil bir uyku düzenim olmasaydı ve günde maksimum 4 saat uyuyarak yaşıyor olmasaydım o gece bitiriverecektim.

bana kalırsa hakkında bir kelime okumadan elinize almalısınız kitabı, o yüzden gerisini gizliyorum.


hiç beklemiyordum bu kadar vurucu bir roman okumayı. ilk sayfadan itibaren cümleler alıp götürüyor insanı. belirli bir anlatıcı karakter yok, iki kişi birlikte anlatıyorlar olup biteni. sayfaları çevirdikçe bu anlatının sayıklamalarla, acılarla ve hezeyanlarla dolu olduğunu anlıyoruz. kitap, şuursuzca kullanılan zirai ilaçlara büyük bir eleştiri. roman zehirlenen hayvanlar, zehirlenen insanlar, zehirlenmiş olarak doğan çocuklar ve sonradan zehirlenen çocuklar üzerinden ilerliyor. hava kötü, su kötü, toprak kötü. yöre halkı için her an bir tehdit yaşadıkları çevre. bir hastane yok, mevcut sağlık ocağı köye uzak ve doktor bulabilecek misiniz muallak. çalışanlar bilgisiz veyahut ilgisiz.

yöre halkından bir ailenin dramı, çocuğuyla kısa bir tatil yapmak için gelen bir annenin dramı ile birleşiyor. bilirsiniz, ülkemizde de yaygındır. tıbbın yetersiz kaldığı veya tıbba güvenilmeyen yerlerde hacılar, hocalar, şifacılar bulunur. bu köyde de durum değişmiyor, şifacı bir kadın var. insanlar doktora yetişemeyeceklerini anladıklarında, çok geç kalındığını anladığında bu şifacı kadına koşuyor. marazlı zihinler, yarım yamalak hayatlar çıkıyor ortaya. yaşam devam ediyor ama nasıl ve ne uğruna? bu şifacı kadının varlığı, hasta bir kadının sayıklamaları, her şey birleşince kitaba hem mistik hem de tekinsiz ve gerilim dolu bir hava veriyor.

anlatıcı karakterin değiştiğinden bahsettim. sakın gözünüz korkmasın, yazar bunu da harika kurgulamış ve akışta hiçbir kopma yaşamıyorsunuz, ne oluyor ne bitiyor diye kafanız karışmıyor.


104 sayfaya bu kadar iyi bir hikaye sığdırmak maharet ister. ilginizi çektiyse bakın demeyeceğim. biri karşıma geçse ve "cessie, kitap okumaktan nefret ediyorum ama kitap okumaya alışmak istiyorum. bana bir kitap ver." dese eline tereddüt etmeden kurtarma mesafesi'ni sıkıştırırım. hemen hemen hemen okunsun! herkesler okusun ve sonra toplaşıp sarılalım, mahvettiğimiz yerküre için.
devamını gör...

başarısız yemek yapma anısı

ağır depresif ataklarımdan birini geçiriyorum. öyle ki uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum, banyo yapamıyorum o dönem. pencere kenarında sigara içip ağlıyorum sonra üşüyüp ikili koltuğa tüneyip ağlıyorum. kafam çorba gibi hiçbir şey izleyemiyor ve okuyamıyorum. günlerim nasıl geçiyor kendim bile anlamıyorum çünkü insan hiçbir şey yapmadan onca saati nasıl geçirir?

işte öyle günlerden birinde büyük bir inanç ve kararlılıkla ev arkadaşıma döndüm ve kurabiye yapacağım. dedim. evet, tam olarak mrs dalloway'in çiçekleri kendisinin alması gibi. kendiliğinden ve aniden ve bütün bir yaşam buna bağlıymışçasına.

ellerimi yıkadım, internette gözüme bir tarif kestirdim ve gerekli malzemeleri bir kabın içinde karıştırdım. yoğurdum. yuvarlak şekiller verdim ve yağladığım tepsiye dizdim. gururla fırına yolladım tepsiyi ve yere oturup kurabiyelerimi izlemeye başladım.

bir süre sonra burnuma yanık kokuları gelmeye başladı. bir baktım üstü henüz kızarmaya bile yaklaşmamış kurabiyelerimin altı yanmış. oturduğum yerde ağlamaya başladım. ev arkadaşım koşa koşa geldi. bir yandan kurabiyeleri gözümün önünden uzaklaştırmaya, bir yandan beni teselli etmeye çalışıyor.

güller, diye düşündü alayla. hepsi çöpe güzelim. yeme-içme, çiftleşme, iyi günler, kötü günler derken hayatın hiç de ilgisi yoktu güllerle- izninizle kurabiyelerle de...
devamını gör...

körler ülkesi

bir emine pir zola tavsiyesidir ve bir h.g. wells kitabıdır.
bunlara novella deniyor sanırım. emine çeşitli övgüler ve duygu sömürüleri ile okuttu bize bu kitabı. çok da iyi oldu. nefis bir kitapmış.

bir sembolik anlatım var mı bilmiyorum, wells'e o kadar hakim değilim ama bana amerika - kızılderililer olayına göz kırpıyor gibi geldi. aklımda çağrışımdan çağrışıma atladım.

bir dağcının, kimsenin görmediği bir ülkeye yolunun düşmesi ile başlayan bir hikaye var. antropoloji biliyosunuz "gelişmiş" ülkelerin yabanileri keşfetmesi ile meydana çıktı. bir süre kafatasçı bir şekilde ilerledi ve sonra aklıselim biri ortaya yapısalcılık diye bir şey fırlattı. bunun peşine takılan insanlar sağ olsun kültür faşizmine ufak bir ara verdiler. handikapları var, mesela çocuk ölümlerine yol açan, akıl dışı bi uygulama olan kadın sünneti ne olacak, erginlenme töreni diye insanların kendini veya birbirini çatır çutur kesmesine izin mi vereceğiz gibi. etikle alakalı sorular uyandırıyor insanın aklında, buna bireysel bakarsan müdahale etmek istiyorsun ama daha geniş bir perspektifte "bence sorun yok" diyebilirsin çünkü sayılar tabii kimlikleri yok eder. aklıma bunlar düştü bi' yandan.

bir yandan da körler ülkesinde gören kişi kraldır mevzusu var.
amerika ve yerliler meselesine oradan zıplıyorum. dinsiz yamyamlara gelişmiş ve aydınlanmış insanlar olarak tanrı ile birlikte "su çiçeği"ni de götürüp soykırım yapmaları muazzam oldu gerçekten :d. bizim kahraman da yeltendi böyle işlere, neyse ki aşk hepimiz için kurtarıcı.*

aşkı için gözlerinden vazgeçecek miydi? aşk için ne yapılır?
zaten o da tüm bir geçmişten ve bütün gerçeklikten vazgeçmek bu arada. aşk da tam olarak budur aslında bi noktada, bunlara arkanı dönmek. orada da doğru ve yanlış belirleyici, idealizm aşka yönelik olmazsa aşkı her zaman sekteye uğratıyor.

bir de dilin evrimi meselesi var.
nasıl konuşuyorsan öyle düşünürsün, neyi yaşıyorsan öyle konuşursun.
tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan meselesini hiçbir şekilde çözebilmiş değilim ama eril dil ile tam olarak bu yüzden derdim yok. ben de toplumun değişmesi ile dilin de kendiliğinden zaten değişeceğini düşünüyorum bi yandan. körler ülkesinde ışık, görmek gibi kavramların hiç olmayışı da zihnimde işte böyle bir pencere açıyor.

tebrik ediyorum kendisini 62 sayfalık bir kitapla beni böyle sağa sola savurduğu için.
emine'ye de çok teşekkür ediyorum.
tavsiyedir.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük yazarlarının dövmeleri

normalde "aaa dövmen mi var? fotoğrafını atsana" diyaloğundan nefret etsem de sevgili eren bozun çizdiği ve evime kadar gelerek dövdüğü en sevdiğim dövmeyi paylaşmadan edemeyeceğim.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

fındık kabuğu

ian mcewan'ın yapı kredi yayınları'ndan çıkan neffis kitabı. çeviren ilknur özdemir.

aşkımıza. yaşandı. gerçekti.

pek çok aşk gibi, trudy ile john'un aşkı da yaşandı, gerçekti. her şeyden önce bu cümle çarpıcı geliyor bana çünkü biz aşkla peri masallarını karıştırıyoruz galiba. bir aşkın bitmiş olması bizde acı ve kalp kırıklığı yaratıyor evet ama hemen ardından demek ki aslında aşk değildi, aşk olsa bitmezdi yanılgısını da getiriyor. oysa ki aşk da bir his, değişmeye, dönüşmeye, yok olmaya açık. üstelik bizler bir aşk, o spesifik kişiye duyulan aşk, sonsuza uzanmadığında bu sefer de aşk diye bir şey yok sanıyoruz. benim aşkla alakalı engiiiin düşüncelerimi bir yana bırakıp kitaba dönersek, benim gibi düşünen, romantik olan, şair olan john.

trudy ise biten bir aşkı değersizleştirmekte aceleci. john'un kardeşi claude ile inanılmaz sığ ve salt şehvete dayalı bir ilişki yaşama konusunda ısrarcı. üstelik karnında john'un bebeğini taşımaktayken.

babasının rakibinin penisini burnunun dibinde bulmanın ne demek olduğunu herkes bilmez. doğum bu kadar yakınken beni düşünerek bundan kaçınmaları gerekirdi. tıbbi zorunluluktan değilse de nezaket icabı yapmalılardı bunu.

hiç yanlış okumuyorsunuz. en başta söylemedim ama şimdi söylüyorum, bu modern hamlet uyarlamasını bir fetüsün ağzından dinliyoruz. anne ve amca, babayı öldürmek ve onun pahabiçilemez evine konmak ve parayı paylaşmak için inanılmaz bir plan yaparlar. tüm bu planlara baştan sona şahit olan, üstelik bize de anlatan henüz doğmamış, hatta bir isme bile layık görülmemiş huysuz bir fetüstür. anne onu bir gereklilik gibi taşır, bir yük gibi. herhangi bir organını içinde taşırmış gibi. bebek dünyayı dışarıda duyduğu sesler, annesinin dinlerken uyuyakaldığı tartışma programları ve podcastler vesilesiyle tanır. öyle de güzel anlatır ki, kim içinden böyle entelektüel bir bebek çıkarmak istemez ki?

birkaç ufak aksilik nedeniyle okumak benim birkaç günümü almış olsa da, bu incecik kitabı bir solukta okumanız çok olası. ben mcewan'a hayran olup başka kitaplarını sipariş ettim bile.
devamını gör...

yabancı (kitap)

bir albert camus romanıdır.

ikinci kez okudum bu kitabı. o kadar okumamışım ki ilkinde, unutmuşum. ya da belki tekrar unutacağım.

anlatıcı karakter gerçekten çok tuhaf. çok çok tuhaf. bir açıdan da kendimi buluyorum onda. sevmediğim bir yanımı. belki de bu yüzden ısrarla kitabı kendime unutturuyorum.

mersault ile alakalı sorun bence aykırı olmasından çok var olmaması. biz okur olarak onun var olmayışını görebiliyoruz çünkü olanları onun ağzından duyuyoruz. ilgisizliğini, uzaklığını farkedebiliyoruz. ama onunla muhatap olan insanlar zihnini okuyamadıkları için muhtemelen bir psikopatla karşı karşıya olduklarını sanıyorlar.

karakterin ilgisizliği ve mesafeliliği ve uyuşmazlığı bize topluma "yabancı" oluşunu düşündürüyor olabilir, ilk bakışta. ama aslında karakterin en çok kendine yabancılaşmış olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. hislerimize yabancı olmak, onları duymayacak kadar yabancı olmak bunun ispatı olabilir diye düşünüyorum. bir diğer ispat dayanağım da "seçim yapmamak." oysa bizi biz yapan bir şeyi değil öteki şeyi istememiz, isteyebiliyor olmamız değil mi mesela? evet bazen bazı şeyler gerçekten "farketmez." sütlü kahve istediğin halde "aa süt bitmiş ama" diyen arkadaşına "tamam sade olsun, farketmez." diyebilirsin. bu farketmeyebilir. ama seninle evlenmek isteyen birine"oluur, farketmez" demek, "beni seviyor musun?" sorusuna "muhtemelen sevmiyorum ama ne önemi var ki, hepsi aynı" demek çok akıl alır gibi değil. şahsiyetin ve varlığın olduğunda"muhtemelen sevmiyorum" söz konusu olmaz, kesin olarak bilirsin ne hissettiğini. o zaman evlenip evlenmemen, sevip sevmemen, öldürüp öldürmemen ve ölüp ölmemen "aynı" olmaz. anlam kazanır, en başta senin için. bunların hepsi sana başka duygular, başka kaygılar yaşatır. kendi başına gelenleri televizyon seyreder gibi seyretmezsin. bence burada anlam kaybı değil, kimlik kaybı söz konusu. topluma değil kendine yabancılaşma söz konusu.

biraz zorlu bir okuma deneyimi idi benim için, tekrar.
bu defa unutmamak dileği ile.
devamını gör...

fetiş

aslında akla gelen ve tepki çeken cinsel fetişizm olanıdır. o da aslında cinsellikle alakası olmayan herhangi bir beden bölümü veya eşyaya erotik ilgi duyma hali.

ya mesela şöyle bir durum okumuştum, ben de hep böyle garip şeyler okuyorum, çocuklara özgü nesnelere duyulan fetiş. bunu mesela pedofil hislerin tezahürü olarak nitelendirdikleri durumlar var. çocuğun kendisinde hayata geçemeyen dürtüsel doyumun daha risksiz ve işte kimseye zarar vermeyecek şekilde oyuncak ayıya yönelmesi atıyorum. daha önce boklu bebek bezi fetişi olan bi adamla alakalı bir makale okumuştum, orada bu durumu mesela pedofili ile ilişkilendirmediklerini yazmışlar. o yüzden çok garip bir şey bence. *

fetiş denince de ayak ve ayakkabı yalamacalar, kulak memesi emcüklemeler falan geliyor. kültürel de bir şey. bizde niyeyse ayak yaygın. japonlarda kulak ve göbek deliğinin yaygın bir fetiş nesnesi olduğunu okumuştum. abi birileri de illa ki aşağılıyor bunu. ama moda olan ve herkesin gururla söz ettiği bir fetiş var, sapyoseksüellik.

zekâ da aslında baktığın zaman cinsellikle alakalı bir şey değil. her şeyden önce cinsel çağrışımı olan bir uzuv değil. bu çok havalı geliyor insanlara çünkü işte daha kabul edilebilir ve entelektüel bir yere gönderme yapıyor. zaten onu bir fetiş olarak, gerçekten cinsel uyarıcı olarak algılayan da çok yok gibi geliyor.

şimdi şöyle, ben kadın bedenini estetik buluyorum. meme denen organ çok hoş bence görünüş olarak. ama işte bir şeyi "güzel bulmak" aslında ona "cinsel anlamda yükselmek" olmayabilir ya. kadın memesine yükselmediğimden çok eminim. tatbik ettim çünkü, boşa konuşmuyoruz. hiç böyle "içten içe homoseksüel abi" gibi düşünülmesin. benim yok öyle kendimi köşeye sıkıştırmalarım. dıştan dışa da lezbiyen olabilirdim. her neyse.

zekâ da öyle.
zekâ zaten sevilir arkadaşlar. zekâ etkileyici bir şey. niçin bir gerizekalılıktan etkileneyim durduk yere? ya ne bileyim güzel bir çiçek görünce için açılır, solmuş bir çiçek de çok dikkatini çekmez, yanından geçip gidersin. onun gibi. zekâ sevmek, zeki insanlardan hoşlanmak ayrı bir şey. onun cinsel uyaran veya haz kaynağına dönüşmesi ayrı bir şey.

abi kaç sapyoseksüel olduğunu iddia eden insan quasimodo bedeninde ve müthiş zeki, entelektüel ve de kültürlü biri ile cinsel birliktelik yaşar? allah rızası için söyleyin.

ben biriyle konuştum obezken. yav yalvarıyor adam nolur bana şans ver diye. abi sordum ben buna, hocam dedim yani standart güzellik algısının da dışındayım. yazdın allah razı olsun (instadan yazmış, tanımadığım biri) da hani muhabbet de yok. nedir yani olay neye tutuldun bu kadar dedim. diyo ki yav ben şişman kadın seviyorum. abi obez kadına şu kafayla yaklaşan beyler var: yav zaten buna yürüyen çok yoktur, kesin verir. ya böyle düşünen bir sürü deli olduğu için güzel ülkemizde, obez kadınlara da yürüyen çok var. hatta bana şu anda o kadar yürüyen yok, şişkoyken daha çok şansını deneyen oluyordu. böyle de salak bunlar işte. her neyse abi, adama sordum, dedim ama bir sürü şişman kadın var yani, daha istekli olan biri ile mi denesen dedim. öyle de kibarım. abi diyo ki ama sen farklısın. yav niye dedim, memem küçük diyeymiş abi. adam küçük memeli obez istiyor. şişman kadınların genelde memeleri de büyük oluyor diyor. hayallerini küçük memeli bir şişman olduğum için süslemişim... ama olamadı tabi.

yav böyle manyak manyak beğeniler var. ben anlıyorum hepsini. boklu bebek bezi dışındakilere de aşağılayıcı bir yaklaşımda bulunmak istemem ama boklu bebek bezi fetişi beni dehşete düşürmüştü. yani açık fikirli oluşun da bi sınırı varmış benim için de.
devamını gör...

yazarların kırdığı potlar

-ya mühendisler mal zaten boşver.
+abla ben de mühendisim.

ulan dlsjfkle.
devamını gör...

untitled goose game

epic games'den satın aldığım bir kaz oyunudur abi.
evet kaz.
böyle bir oyunun başlığı olmamasına hiç şaşırmadım, benden başkası da para vermezdi zaten.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bir kasabada yaşayan bir kazsın.
hayvan olan.
ve ortalığın annesini düdüklüyorsun, görev bu.
bunun süveterini de örücem.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şu şekil delirtiyorsun kasaba sakinlerini. amaç kimseye huzur vermemek. çöp bidonu dök, adamı oraya buraya kitle, yok efendim bahçesini ziyan et gibi görevler var.

isteğe bağlı koştururken bağırmak da mümkün.
ben sinsi işler çevirmiyorsam bağırmayı tercih ediyorum.

hayattaki kişiliğime pek uymuyor. * ama fantezilerime inanılmaz hizmet ediyor. ** çok rahatlıyorum.

şimdi mesela r'da yapamadım regresyon analizi. delirdim ona spss öğrenebilirim diyorum, bi yandan yeniden bişi öğrenmeye de üşeniyorum. açtım oyniycam, bi resetlicem kafamı. burdaki tüm görevlerim tamamlandı.
-boykot desteği (tik)
-köylüyü stalk ve nickaltı (dabıl tik)
-sözlüğü eleştirme (tik)
-ona buna sataşma* (tik)
-kitap (bile) okuma (tik)

kim ne diyebilir şu oyunla kendimi şımartmama? hiç kimse.
şu anda 165 lira. ben aldığımda çok ucuzdu. 23 lira falandı belki, aşırı ucuzdu.
bence her kuruşuna değer 165'in de.

tavsiye ediyorum herkese.
sinirinizi stresinizi, düşmanlığınızı atarsınız mis gibi.
devamını gör...

yapay zeka kullanmamak

bir aklım var eylemidir.
yapay zeka şu anda bilgiyi derleme konusunda dahi kusurlu. hiç kullanmıyorum demiyorum. tarot falı baktırmak için kullanıyorum, falcılara para akıtacak kadar aklımı yemediğim için. bir de son 2 gündür kendimi çizdirdim. kullanımım bu kadar.

akademik hayatıma çeviri için dahi bulaştırmam. zaten kendi konumda hiç sözlük kullanmadan da makale okuyabilir hale geldim, hep aynı konularda benzer metinler okuduğum için.

2023 senesinde hocam şu x konuda yazılan ilk makaleyi bul dedi. elimde ne yıl, ne başlık, ne yazar var. literatürde savruluyorum. doktora öğrencisi bir arkadaşım yapay zekâya sorsana dedi, sordum. ilk yapay zekâ kullanımımdı :d. bana makale künyesi verdi. isim, tarih, başlık, her şey var. makalenin kendisi asla yok. araştırıcı gerçekte var olan bir araştırıcı bu arada. 2 yayın yapmış. hocaya sordum yav hocam böyle bir bilgi var elimde, bu olabilir mi, hatırlıyor musunuz makale hakkında bir şey diye, olabilir dedi. yapay zekânın bahsettiği bilim dergisinin editörüne mail attım arkadaşlar. kadın sanal arşivlerini taradığı gibi, basılı arşivi de taramış ve bulamamış böyle bir yayın, yokmuş çünkü. bu olayla güvensizliğim ve kinim iyice arttı.

allah yapay zekaya tapan ve büyük nimet olduğunu düşünen herkese akıl fikir versin.
görmemişlik ve bilim kurgu eksikliği diye düşünüyorum, bundan 120 kat havalı ve imkansız şeyler hayal edildi daha önce. bunu niye bu kadar süper buldular anlamadım.

dertleşenler hepten delirmiş.
verdiğin komutu bile düzgün anlamıyor 96 kez revize ediyorsun. hangi derdinize makul bir yanıt aldınız gerçekten merak içindeyim. dertleşmek, sohbet ve hatta entel dantel sohbet için bile canlı insan tercih ediyorum.

bence kimse de kendisini ve zekasını ve insan zekasını bu kadar küçümsemesin.
yazıktır yahu.

ödevini yaptırana zaten götümle gülüyorum o ayrı da, sözlük için entry yazdırmak?
abi mal mısın hangi başlık için yapay zekaya ihtiyaç duyuyorsun ya?
başlık: oğuz atay tanım: bir yazardır. <--- şu bile uyuyor formata zaten deli misin?
aklında yoksa ilgili başlıkla alakalı bir fikir ve bilgi, yazma?
tek cümlelik üretime yetecek kadar da aklım yok diyorsan sık kafana bence, hayat senin için zor geçiyordur çünkü :d.

işiniz gücünüz ambalaj, pazarlama ve de şov :d
kafayı yicem.
devamını gör...

feminist manifesto (he yin zhen)

bunları unutmuşum başlıkları nası yazmak lazımdı.
var zaten feminist manifesto, bu bambaşka kitap, yazarıyla açtım ben de nabim?

gerçek bir feminazi manifestosudur.
bir daha da "aa mee kaa demesek mi ya" diyene feminazi diyen kuduruk bir erkek görürsem kafasına bunu fırlatacağım.

ben kendi halimde kitap bakınırken bu güzide eser arka kapaktaki şu satırlarda dikkatimi çekti:

tüm kadın arkadaşlarımın anlaması için şunu açıkça söyleyeyim: erkekler kadınların baş düşmanıdır. kadınlar erkeklerle eşit olmadıkça, öfke ve keder asla karşılığını bulamayacaktır.

bunu açıkçası 6.45 yayınevi'nin bir satış stratejisi kepazeliği sandım. yani belirli koşullar altında, belirli erkekler için söylenmiş bir şey herhalde dedim. gerçi 6.45'in de bence yok öyle ticari oynaklıkları bu arada ama, ciddi olabileceğini düşünmemiştim kadının. o yüzden de çok merak etmiştim. yoo ciddiymiş, bağlam kapsam falan yok. cidden böyle düşünüyormuş.

çin'in ilk anarşist feministiymiş. bu işlere 1907'de başlamış, eşiyle birlikte sosyalizm çalışmaları derneği'ni kurmuşlar. takma isimlerle hükümet karşıtı yayınlar yapan dergiler falan çıkarmışlar. genel olarak aktif bi hanımmış. yönetici sınıfa ve kapitalizme baş kaldırma sevdası ile sonraki yıllarda kadın haklarını kurtarma derneği'ni kurmuş.

kitapta 2 makalesi yer alıyor. kitap incecik zaten. 6.45 galiba bu yüzden sayfa sayılarını yazmaya zahmet etmemiş. 1 tane kitap da okumadım şunlardan doğru dürüst basılmış olsun. neyse.

ilk makale manifestosu işte, ikincisi de antimilitarizme çağrı.

şunu belirtmek isterim, o zamanlar çin'de işte kadınların ayakları küçük dursun diye bebekken büktürüp bağlıyorlar ya, o tür şeyler yaygınmış. cariyelik diye bir şey varmış kitap öyle diyor, nassı ya dedim. sonra işte savaş mavaş var, kadınlar iğfal ediliyor. ne bileyim genelevler çok yaygın. böyle bi dünyada erkeklere tepkisel olmayı anlayabilirdim. beni dehşete düşüren şu ki he yin zhen'de ne erkeğe ne de kadına huzur var.

her şeyden önce, karısına sadakatsiz davranan bir erkeğin karısı tarafından öldürülmesi ile hiçbir derdi yok, kadınlara bu hakkın tanınması gerektiğini düşünüyor. bakın kadınlara boşanma hakkı verin demiyor, kadınlara öldürme hakkı verin diyor. :d abla manyak mısın?!

ya ikinci olarak eşine kendi rızası ile, sevgi ile, isteyerek "hizmet eden kadınların" toplumdaki tüm kadınlar tarafından kınanması ve dışlanması gerektiğini düşünüyor. abla niye kadın erine aşkla çay getiremiyo şimdi, deli misin ya?!

bitmiyor abi, tam dedi ki "kız çocukları ve erkek çocukları hem maruz kaldıkları davranış biçmi hem de eğitim fırsatları açısından eşit büyütülmeli", ben de ohhh dedim mantıklı bişi evet, onu da sonra da erkekler toplumsal hiçbir şeye karışmasın, o iş sadece kadınların yönetiminde olsun dedi...

bakire bir kadınla sadece bakir bi erkeğin evlenmesini savunuyo abi. yine bakire kadın kendi rızası ile dul bir adamla evlenirse yüzüne tükürülmeliymiş.ablacım hadi erkeklere kızdın da kadınlarla da derdin ne?

kadınlar erkekler tarafından fuhuşa zorlanıyor diye çok kinli hocam erkeklere. mantıklı tamam, anlayabiliriz. diyor ki tüm genelevler kapatılmalı. süper. yani ardından şey beklersin di mi, burada çalışmaya zorlanan kadınlar eğitilmeli, toplumda işlevsel kılınmalı, kurtarılmalı. demedi. güneşin altına bırakılmalı dedi... ben de daha umuyorum ki metafor, hani güneş aydınlatır ya, onu şeyapıyo. yooo fahişeleri güneşin altında kavrula kavrula ölmeye terk edin diyomuş düz.

yav aklım dondu aklım.
mesela çocuklar komün halinde büyütülsün ki kadınla erkek eşit çalışabilsin diyor. kadınları askere de gönderme çabası var. ya daha doğrusu antimilitarist olduğu için savaşa, orduya morduya karşı. kadınları silahlandırma çabası var desek daha doğru olur. onları da aynı toplumdaki erkeklerle birbirine kırdırma peşinde. ya böylece kadın nüfusu da azalacağı için toplumdaki kadın erkek sayısı da eşitlenirmiş.

antimilatirzm kısmında çok katılıyorum işte, savaş karşıtlıüı, insanlar ölüyo bilmemne şeyine. orda bi dedi yani allah için erkekler savaşlarda bok yoluna ölüyo minvalinde bişi. ama orda da çok bi acıma yok erkeklere karşı, bunlar ölüp durduğu için olan yine kadınlara oluyor gibi bir kafada.

ya bu arada toplumda kadın erkek eşitsizliği inanılmazmış o da ayrı da, ne bileyim, çok değil abi yaşam hakkını da kabul edecek kadar hümanist olsaydı daha iyiydi bence :d.

cehalet yemin ederim mutluluk, önüne gelene feminazi diyen erkekler için söylüyorum...
tarihten böyle bi çinli anarko- feminist geçmiş. kadınlara o...pu diyemezsiniz dedim diye kuduruk feminazi ben mi oluyorum cidden ezik hıyartolar?!

beni hayretten hayrete sürükleyen, kanımı donduran bir okuma deneyimi oldu.
çok teşekkür ederim emeği geçen herkese.
devamını gör...

lioness

bence songs: ohia'nın tartışmasız en en en en iyi şarkısıdır.
grubun aynı isimli 4. stüdyo albümünden bir parça. 99'da kaydedilmiş 2000'de yayınlamışlar.

albümün tamamı çok güzel zaten, coxcomb red ile tanıdım bu grubu ben.

depresif melodiler ile muhteşem cümleleri bir araya getirmişler bir şekilde. toksik aşkın daha güzel bir yorumunu bilmiyorum.

ıt is for me the eventual truth
of that look of the lioness to her man across the nile
ıt is that look of the lioness to her man across the nile

vallahi ağzım dilim kitleniyor, ne demeliyim bilmiyorum. daha güzel bir ifade düşünemiyorum. sonra da ekliyor:

want to feel my heart break if it must break in your jaws
want you to lick my blood off your paws


yani böyle bir şey olması lazım gibi geliyor. güvensizlikten gelen bir güven, bana her türlü zararı ancak o kişi verebilir tercihi, izni, hatta bazen de bunu dilemek.

böyle yerlerde durduk.
böyle yerlerde karşılıklı olarak duruluyor ise, o zaman her şey daha sağlıklı bir yere çekiliyor-muş. dışarıdan korkunç görünse de. terapistim öyle diyor.*

bu seçimi de yapmak hiç kolay değil.
her önüne gelene böyle hisler besleyebilen insanların katıksız geri zekâlı olduğunu düşünüyorum.
çünkü hiç hormonal bir karar ve sığ aşk draması olduğunu düşünmüyorum bu arada.
çünkü aşık olmadan da böyle hissettiğim bir insan oldu.

bence birinin var oluş şeklini tümüyle onaylamakla ve kucaklamakla alakalı. bu, o insanı kusursuz bulmak ya da idealize etmek değil. benim kendiliğim diye ortaya her ne koyduysa, onu kucaklayabilmek. bence insanlara zaten başka türlü olamazdın ve olduğun da her neyse güzel o yüzden de sakin ol, sorun yok, demek.

hepimizin dış çeperleri olduğunu düşünüyorum. katman katman. hepsi seçici geçirgen. özümüze almayı bırak, yaklaştırdığımız insan sayısı kaçtır bilmiyorum. samimi ve iyi bir yerde durduğumu düşündüğüm insanlar ile aramda en az 3 çeper var bence benim.

i will swim too diyebildiğim insanlar çeperleri pıtı pıtı aşmaya bir çaba ve yaşanmışlık dolayısıyla vakıf olmadılar. karşılaşma anında aşıldı zaten. yani nilin karşısındaki lioness'e bakış gibi. bazen biz de birbirimize bakıyoz sadece. konuşmak çok gerekmiyor öyle anlarda. iletişimin kelime gerektirmeyen halini de çok seviyorum.

şöyle bir şey şarkı da:
devamını gör...

normal sözlük yazarları kitap kulübü telegram grubu

inanılmaz bir gruptur güncel olarak.
akıl almaz dramalar var. bir bakıyorsunuz biri bir kitabı örseledi diye ortalık hararetlenmiş, bir bakıyorsunuz en iyi dolma kalem pistonlu olan mı, pompalı olan mı, kartuşlu olan mı ve jinhao ne kadar iyi bi marka olabilir tartışmaları.
bubbles of death burjuva olduğu için öyle anlarda 70 bin liralık bi dolma kalem gösteriyor, sulh ortamı sağlanıyor hemen.

az önce sanatta ve sarayda bok yeşili & bok sarısının önemi üzerine delirip geldim. şöyle şeyler attım delildir diye:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hestia bir tekme darbesi ile kapıları kırıp açılın ben sanat tarihçisiyim!!! diye geldi. gerçekten muazzam bir yer.

her şey gayet saygı çerçevesinde ve usturuplu cümleler ile cereyan ediyor. en edepsiz benim grupta, öyle düşünün... birden bire bir şeye sinirlenip bu bok kafalılar aklını kaçırmış diye dalabiliyorum gördüğüm bir habere ya da sözlüğe falan. başka böyle bok mok diyen yok. öyle bi ortam.

hiç birinizi de aramızda görmek istemeyiz.
gerçi bu insanlar kibar ve kucaklayıcı olduğu için isteyebilirler. ben şahsen istemem. mis gibi yaşıyoz entelektüel balonumuzda. martin eden'in sevgilisini falan ayıpladığımız birilerinin de onu anlayabildiği güzel bi dünyamız var.

ayşe ahmeti seviyormuş dramalarını veli hasana şunu demiş dedikoduları burayı ele geçirir ise kendimi öldürmeyecek kadar bileklerimi kesmek zorunda kalırım.
devamını gör...

eleştirel düşünme

her saniye yaptığım iş.
kafama bok atmaya kalkacaksınız fırsat bulsanız bu yüzden.
neyse ki meydan vermiyoz.
bakın yine eleştirdim.

ben bir sorun görücüyüm arkadaşlar. ben okulda, işte falan hep böyleyim. laps diye aksaklık tespit ederim. doktor olsam süper teşhis koyardım. olmadım neyse ki. sonra diyorlar ki e çözüm de bul o zaman, ukalalık yapıyon anca. sorunun büyüklüğüne göre süre istiyorum. genelde etrafımdaki insanların zottirik sorunları olduğu için çözüm maksimum 3 dakikamı alıyor. öyle takma yeaa gibi mabattan sallamaca, hiçbir derde deva olmayan çözüm de değil. bayılıyorum o göt oldum aminyum ifadesine.

benim için keyif bu, hobi ve de beyin cimnastiği.
devamını gör...

insan cinselliğinin evrimi

biyoloji ve coğrafya eğitimi almış ve aynı zamanda herkesin duyduğuna inandığım tüfek, mikrop ve çelik'in de yazarı olan jared diamond'ın pegasus yayınları'ndan çıkan kitabıdır.
sanıyorum tüfek, mikrop ve çelik de evde bir yerlerde var ancak yazara ait okuduğum ilk kitap bu oldu.

her şeyden önce şunu söylemem gerekir ki dilini oldukça beğendim. terimler içinde boğulmadan ve olabilecek en basit ve yalın haliyle, cinsel evrim ve eşeysel seçilim örneklenerek anlatılmış.

kitap, başka türlerde pek sık rastlamadığımız "zevk için seks" olayını açıklamakla başlıyor. çünkü biliyoruz ki pek çok canlı türünde belirli koşullara ve zamana bağlı bir "üreme dönemi", "kızışma" hali olur ancak insan bunun dışındadır. ilk bölümü hayvanlar dünyasından da örnekler vererek bu garipliği sorgulamaya ayırıyor jared diamond.

ikinci bölümde ise cinsiyetlerin en temel çatışma problemine parmak basıyor: çokeşlilik - tekeşlilik meselesi.
şunu anlamak gerekir ki evrim aslında ne adaletle ne de güçle alakalı bir süreç. canlıların nesillerini sürdürebilecekleri bir hayatta kalma stratejisini, seneler içerisinde ve planlanmamış bir şekilde oluşturmasına dayalı bir süreç. dolayısıyla aslında biyoloji dünyasında bizim anladığımız manada bir doğru & yanlış ilişkilenme biçmi yok.

diamond bu mantıkla yola çıkarak, tekeşliliğin ne tür topluluklarda / popülasyonlarda desteklendiğini ve hangi koşullarda, ne şekilde avantaj sağladığını anlamaya çalışıyor. bu bölümde yavru bakımına da babanın iştirak etmesi de söz konusu olduğundan ve çiftleşme stratejileri çeşitli olduğundan kuşlarla alakalı bol bol örnek veriyor ve süper bence bu.

bebek bakımı ve babalık ilişkisi konusunu, emzirme işinin kadına kalışıyla birleştirerek incelemesi de güzel. erkeklerde aslında meme bulunurken niçin beslenme gibi bir amaca hizmet edecek şekilde düzenlenmediğini bu bölümde tartışıyor.

dördüncü bölüm, eğlence amaçlı seksin evrimine ayrılmış. bu bölümde diamond gayet güzel bir şekilde, cinsel birlikteliğe açık oluş halinin aleni ve örtük işaretlerini ve bunun aleni veya örtük oluşunun nedenlerini tartışıyor.

erkeklerin ve kadınların evrimsel süreçteki görev ve rollerinin önemini sorguladığı kısımda, neredeyse hiçbir canlı grubunda görülmeyen "menopoz"un nedenlerini, avantaj ve dezavantajlarını (popülasyon ve birey için) masaya yatırıyor.

son bölümde ise bedensel işaretlerin evrimi, bedenimizle verdiğimiz ve karşı cinsin içgüdülerine hitap eden subliminal mesajlar :d üzerinde duruyor.

hayatta insan davranışını anlamlandıramadığımda, herhangi bir davranışı, psikolojiden önce evrime koşuyorum. evrim inanılmaz mantıklı ve sistemli bir dünya sunuyor ve çok mutluyum bunun için.

penis büyüklüğünün aslında tavus kuşu kuyruğu gibi, hiçbir işe yaramayan bir güç göstergesi aracı olduğunu biliyor muydunuz? beyler, verdiğiniz pipi boyu mücadelesini kadınların niçin asla anlayamadığını bilmek isterseniz, koşa koşa bu kitabı satın alabilirsiniz.

benim için keyifli bir okuma idi. konuya ilgisi olan herkese tavsiyedir.
devamını gör...

tanrım o kadar güzelsin ki yağmur başladı

çevirmenliğini kerem uğur'un yaptığı, içinde richard brautigan'ın basılan tüm şiirlerinin bulunduğu, sub yayıncılık'tan çıkan güzel kitap. benim en sevdiğim şiirlerden biri şu (kitabı arayıp bulmaya üşendiğim için çevirisini değil ingiliççesini yazıyorum):

ıt's so nice
to wake up in the morning
all alone
and not have to tell somebody
you love them
when you don't love them
any more.
devamını gör...

agatha christie

ingiliz kadın polisiye roman yazarıdır. kendisi ile 12 yaşındayken tanıştım ve külliyatını hala bitiremedim. zira kitapları benim için kara gün dostudur. elim hiçbir şeye gitmiyor mu, biraz keyiflenmek mi istiyorum, hemen koşar sarılırım bir kitabına.

kitaplarında gerilim unsurları yok denecek kadar azdır. genellikle bir cinayet işlenmiştir ve sakin sakin suçlu aranır. ben özellikle bu sakinliği çok seviyorum. en bilindik karakterleri hercule poirot ve miss marple'dır. ben kendi adıma miss marple'ın olduğu kitapları daha komik ve eğlenceli buluyorum. yaşlı bir kadının örgü örüp dedikodu yapar görünürken cinayeti çözüvermesi inanılmaz keyiflendiriyor beni.

şimdilerde mary westmacott takma adıyla yazdığı aşk romanları da basıldı ve ilgi gördü. onlardan birini hiç okumadım. oldukça da merak ediyorum.
devamını gör...

nefha

bir sezgin kaymaz romanıdır. kırmızı kedi yayınevi'nden çıkmış.

geçen sene öyküleri ile (bkz: bakele), (bkz: bu gün bize kim geldi) keşfettiğim ve bayıldığım, kendimi öykü okuru olarak görmediğim halde bayıldığım bir yazar sezgin kaymaz. bir romanı vesilesiyşe tanışıp çok sevdiğim bir yazarı öyküleri ile karşıma almak veya tam tersi beni hep ürkütür. çünkü iyi öykücü olmak iyi romancı da olmayı, iyi roman yazmak iyi öykü de yazmayı garanti etmiyor. o yüzden sezgin kaymaz'ın romanlarını hem delice merak ediyor hem de biraz okumaktan kaçıyordum. sonunda dün sabah nefha'yı elime almadan edemedim. bu sabah da bitirdim zaten.

sevenleri bu kitapla ikiye bölünmüş durumda. bir kısım okur, sezgin kaymaz'ın kitabı uzattıkça uzattığını, okurunu da hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyor. ben katılmayanlardanım. bayıldım bu romana.

adem'in cezalandırılıp yer yüzüne gönderilişi, iblisin iblis oluşu cennetteki tüm dengeleri altüst ediyor. kahramanlarımız mikail, azrail ve israfil ve hatta cebrail bir yandan bu duruma adapte olmaya çalışırken bir yandan cennetteki "küçük melekler" vesilesiyle kendileri ile yükleniyor. kainatta yepyeni bir düzen kuruluyor ve biz de sezgin kaymaz'ın mizahi anlatımı ile bu sürece tanıklık ediyoruz.

elimde olmadan, sezgin kaymaz bu kitabı seri yapsa da habil ile kabilden tutun isa'ya, musa'ya ve hatta muhammed'e tüm dini halleri anlatıverse diye geçiriyorum aklımdan. hatta uzuuuun uzun iblisi de anlatsa bize, adem ile havva'yı da. eminim hepsini keyifle okurdum.

başarısız addedilen bir romandan bile bu denli keyif aldıysam öteki kitaplarını düşünemiyorum. yazarın bir sonraki yazacağı kitap ne olur bilinmez ama o zamana dek benim halihazırdaki roman ve öykülerine sarılacağım kesin.

bir de kapak çizdim nefha'ya, yaparken çok eğlendim.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

düşünce özgürlüğü

beni bilirsiniz, takıntılı olduğum kadar pragmatistimdir de. saçmalıklardan fayda devşirmeyi severim.
o yüzden oturdum bu yazıyı yazıyorum, saat 2.31, keşke şu işlere ayırdığım vakti kendi tezime ayırsam...

düşünce özgürlüğünün ne olduğunu ve sınırlarını bilmenin özellikle bizimki gibi toplumlarda önemli olduğunu düşünüyorum. benim jenerasyonum galiba en yaygın ve dehşet verici haliyle gezi parkı direnişleri sırasında karşılaştı özgürlük ihlallerinin, daha öncesinde bunun neredeyse tüm topluma dönük bir tehdit haline gelişini deneyimlemiş miydik, anımsamıyorum. ama yaşça daha büyük yazarlar elbette ki daha vahim olaylara tanık olmuşlardır, belki benim dikkatimden kaçan başka önemli olaylar da yaşanmış olabilir.

düşünce ve ifade özgürlüğü dendiği zaman hepimizin aklına istediğimizi düşünme / söyleme hakkımız olduğu geliyor. ancak benim okuduklarımdan anladığım kadarıyla, tam olarak öyle değil. ayrıca -bunun sözlükte de sıkça karıştırıldığını düşünüyorum, bir başlık açılmış bu konuda :d (bkz: düşünce özgürlüğü diyerek herkese sallayan insan)- düşünce özgürlüğü ile düşünceyi ifade etme özgürlüğü karşımıza farklı kavramlar olarak çıkıyor. ilki içsel bir işlem niteliğindeki hak ve özgürlükleri içerirken diyor, ikincisi dışsal bir eylem niteliği taşıyor diyor, yani toplumu ve diğer bireyleri etkiliyor. bu arada bi başka makalede de düşünce özgürlüğünü açmışlar ve aslında "düşünceyi üretmeyi sağlayacak kaynaklara ulaşabilme hakkını" da burada belirtmişler, doğru habere ulaşma özgürlüğü, eğitim alma özgürlüğü falan gibi.

10 aralık 1948 tarihli insan hakları evrensel bildirisi'nin (declaration of universal human rights) 19. maddesine göre; “herkes, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak, düşüncelerinden ötürü rahatsız edilmemek, haberleri ve düşünceleri istenilen araçla aramak, elde etmek ve yaymak özgürlüklerini içermektedir


4 kasım 1950'de roma'da imzalanan ve 3 eylül 1953'de yürürlüğe giren avrupa insan hakları sözleşmesi'nin (european convention of human rights) 10. maddesinde “herkes düşünceyi açıklama hakkına sahiptir. bu hak, düşünce hürriyetini ve resmi makamların müdahalesi ve memleket sınırları sözkonusu olmaksızın, haber veya fikir almak veya vermek özgürlüğünü içerir” ifadesine yer verilmektedir


ancak devletler tabii yasalarını düzenleme haklarına sahipler. bizim ülkemizde 82 anayasasının 25. maddesinde

“herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”

şeklinde ifade edilmiş ve 26. maddede ise çeşitli sınırlama nedenleri öngörülmüş, onlar da şöyleymiş:

suçun önlenmesi ve suçluların cezalandırılması,
devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanamaması,
başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının korunması,
kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması,
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi,


burada yani benim anladığım, düşünce özgürlüğü derken bu kavramın sınırları içerisine giren bir takım başka kavramların söz konusu olduğu, haber alma özgürlüğü gibi, eğitim alma özgürlüğü gibi, demokratik ve eşit koşullarda eğitim alma özgürlüğü gibi bi madde de geçiyor hatta, bunlar düşünceyi "oluşturabilme" ayağı işin. düşünceyi "paylaşabilme" durumu da önemli. burada da basın yayın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi durumlar işin içine giriyor.

anayasaya göre de (aslında temelde yasaların amacı da budur ya) kamu düzenini ve devlet bütünlüğünü koruyacağı düşünülen sınırlamalar var. hepsi çok güzel. e peki o zaman, bu hakaret davaları ne? mesela ben buradan birine uluorta "sen salaksın" yazarsam "şöhret ve hakları" ihlal edileceği için suç olacak da, kulağına fısıldarsam okey mi? bu arada burada "şöhret" derken itibar gibi algıladım, belki onu da g.tümden anladım.

o yüzden bacınız üşenmedi ve buna da baktı. bir kaynakta şöyle diyor:

bir kimsenin şeref, haysiyet ve toplum içindeki itibarı kişilik haklarının bir parçası olup bu kişilik haklarına yönelik saldırıların gerek özel hukuka ilişkin yaptırımlar gerekse cezai yaptırımlarla önlenmesi esası benimsenmiştir. bu nedenle hakaret suçu genel olarak ceza kanunlarında şerefe karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiştir.


hakaret teşkil eden fi il ile bir insanın kendisine yönelik beslediği iyi duygu (sübjektif-iç şeref) ve diğer kişilerin o insana verdiği değer ve saygı (objektif-dış şeref) zedelenebileceğinden, hakaret suçunda suçun hukuki konusunu, kişinin toplum içinde ve başka kişiler nezdindeki saygınlığı ile bizzat kişinin kendisine verdiği saygı ve değer oluşturmaktadır. yani hakaret suçu ile korunan hukuki varlık veya menfaat, bireyin gerek kişisel, gerekse toplum içindeki şerefi , saygınlığı ve itibarıdır.


bu arada bu tür davalar sadece kişinin kendisinin kendisi için açabildiği davalar değil. çocuk ve zihinsel engelli bireyler söz konusu olduğunda onlar adına da dava açmak mümkün.

bir diğer anladığım da, fiskos fiskos itibar karalaması yapmak da aslında suç teşkil ediyor. yani ben birine toplum içinde parmağımı uzatıp sen salaksın diyorsam sorun, evet ama hakkında kulaklara bu kişi salak diye fısıldayarak bir karalama süreci kuruyorsam da bu da sorun. *

gerçi sözlükte avukat arkadaşlar var. onlar daha derli toplu yazarlarsa daha iyi olabilir ve daha doğru bilgi verebilirler. ben kendimce böyle anladım ve özetlemeye çalıştım. hukukçu değilim ve kapsam ve bağlamı çeşitli senaryolar ile ilişkilendiremem.

kusurum olduysa affola.
düzeltmek isteyen olur ise de elini korkak alıştırmasın, bilakis memnun olurum. kendi aklımda da oturtmuş ve düzeltmiş olurum.
devamını gör...

ajanda

çeşitli amaçlarla kullanılabilecek, yaşamı planlama yardımcısı, genellikle tarihli defter.
yıllık ajandalar olabildiği gibi, yani belirli bir seneye özgü düzenlenmiş, tarihlenmiş ve özel günlerin belirtildiği, tarihsiz günlük / haftalık ajandalar da var. bu tür ajandalarda yalnızca gün isimleri var.

nasıl bir amaçla kullanacağınıza göre ebat, kalınlık olarak seçim yapabilirsiniz. ben ufak notlar almak niyetinde olduğum ve çok da düzenli kullanamadığım için dümdüz, ince ve nispeten taşıması kolay bir şey seçtim. şimdi size ajandamı açıyorum, hazır mısınız?*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ajandam bu. düz, gri, 2025 yazıyo üstünde. manası olan bi fotoğraf değil stickerları seviyom diye paylaştım.

ajandamdan aslında kime ne, ama benim okulla alakalı ufak notlar alayım diye çıktığım bu yolda, ajandam semptom takipçisine dönüştü . o yüzden böyle bi paylaşım kararı aldım zaten.

özellikle psikolojik sorunlarda teşhis koymak çok zor. ama bazı biyolojik hastalıklar için de bu geçerli. şimdi ben 19 yaşından beri bazı şeyler yaşadım kendi aklımda ve bunun ne olduğunu tam bilemedi kimse. en son 25 yaşında bipolar bozukluk şeklinde karar verildi ancak epilepsi de olabilirmiş, şu an öyle bi şüphe de var güncel olarak. sonuç olarak da kesin bir teşhis ve teşhise yönelik tedavi yok.

bunu 19 yaşında yapmaya başlamış olsaydım bir şeyler daha kesin olabilirdi diye düşündüğümden ve iyi biri olduğumdan insanlara tavsiyeye geldim.

psikolojik sorunlar aklınızda olduğu için, genel olarak bir şeyleri doğru değerlendirmek ve nesnel olmak zor olabiliyor. beyin zaten yanlı bir organ. ayda bir gittiğin psikiyatr görüşmesinde bu ay süperdi diyebiliyosun, hekim de ona göre bi karara varıyor, sen de o ay süperdi sanıyorsun ama meğerse o ayın sadece 1 haftası süpermiş ve kalanında sürünmüşsün aslında. böyle şeyler olabiliyor. bunun için basitleştirilmiş bir ruh hali / semptom takipçisi faydalı olabilir diye düşünüyorum.

ajandamı buna dönüştürdüm.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şurayı işte yıllık bilanço ne onu görmek için kullanıyorum. kaç film izlemişim kaç yeni şarkı keşfetmişim, kaç kitap okumuşum falan gibi.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şu kısım gördüğünüz gibi masumca okulla alakalı bi takım tarihleri not aldığım bir yer iken fiziksel semptopmları ve semptomsuzlukları not ettiğim bir alana dönüştü.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
burası da duygu ve uyku takip alanı. burada not aldığım şey o gün uzun süreli ve baskın olarak hissettiğim şey. yoksa tüm gün sürekli öfkeli gezmiyorum ya da anksiyeteden tırnaklarımı yemiyorum tabii ki.

renklerle de nasıl uyumuşum onu belirtiyorum. uyku belirleyici bir şey çünkü. mesela turuncu olanlar hiç uyumadığım ya da gece uykusu uyumadığım günler. yeşil olanlar gece uyumayı başardığım ama kaliteli bir uyku uyumadığım günler. maviler de normal güzel bir uyku uyuduğum günler.

günleri böldükleri alanlara da rutinlerimi ve ödevlerimi ve hobilerimi özetledim:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
cilt bakım kadar boktan bir şeyi de ekledim, banyo, diş fırçalama falan hepsini yazacaktım. yer yoktu. rutinler çok bozuluyor çünkü bir terslik varsa, istikrarlı olarak hiçbir şey yapılamıyor. ama onları not düşüyorum işte. şimdilik böyle bir noktada değiliz çok şükür ama bir gün 1 haftadır banyo yapmadım falan yazılabilir oraya :d. depresyon bir öz bakım düşmanı çünkü... onu dışında x film izlendi, z kitap bitti falan gibi şeyleri not ediyorum. onların amacı yok, onlar anı olsun diye.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şöyle de asla uymadığım aylık hedef belirlemecelerim var. bunu ısrarla yaparım. her sene de mutlaka tu du listim olur. asla da uymam. * bu sayfayı ileride kendimle dalga geçerim diye dolduruyorum.

neyse arkadaşlar. bu çantamda ne var videosu tadındaki yazı umarım aklınızda ulan ben de yapim hakkaten gibi bir kapı aralar ama daha da umarım böyle salak saçma şeylerle uğraşma ihtiyacınız yoktur.

herkesi öbüyorum.
devamını gör...

1000kitap

bir 31ci mekânıdır.
ya tanrı sizi affeder ama ben etmem abi, tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem, sago versiyon ve lütfen avlu görüntüleri ile, görelim:

valla ağlamıştım bu sahnede, gerçek bir savaştığın canavara dönüşürsün tasviri idi.

her neyse yani eğer konumuza dönecek olursak, allah belanızı versin burayı da keşfedip nasıl istila edebilirsiniz ya? geçende d&r poşetleri ile espressolab kuyruğuna giren tipler, abi siz misiniz burayı da istila edenler, doğru söyleyin.

herkesin bir zayıf karnı var. ben edebiyat faşistiyim hocam. mantıklı dayanaklarım yok, okulunu okumadım, ama buyum. her faşist de zaten cehaleti kadar faşisttir.*daha dün insanolunbirazsamanlı hayvan çiftliği alıp evine koymuş diye örseledim. kendisi yapmaya utanmadıysa ben yazmaya hiç utanmam.*****

neyse ki edebi 31ci değil ya, bibliyofil. kabul ediyorum yani ufak bi günah. **

edebi 31ciyi de ben uydurdum şu an. muazzam bir sıfat oldu. her şeyi açıklayan, kapsayan ve özetleyen.

abi eskiden gitar çalıp şiir okurdu bunlar ya. eskiden utangaçtı bunlar. en fazla feysbuk iletisinde yine mi yenildik olric? falan diye ipe sapa gelmez ağlak sorular sorup hakan günday güzellerlerdi. muazzam günlermiş, değerini bilememişim. o zamanlar sana şiir okuyim mi diyene acil bi işim çıktı ya, ayşe mesaj atmış çocuk düşürüyomuş, yanında olmam lazım falan diyip kibarca uzardım. her şey tatlı tatlı hallolurdu olmayan bir ayşe ve olmayan bir günah gecesi meyvesi ile.

bunlar apayrı deliler, hasta bunlar. bunlar bana azap çektirmek için doğmuşlar. kitap sitesine "isyanım gülüşümü çalan geceye..." diye paylaşım giriyor, 5 tane kitap ekliyor ve ava çıkıyor, aklımı yitiricem. goodreads tavsiye ediyorum herkese ya, bu eşşeklerin ingilizcesi yok sanırım, abi fırsat bulamamışlar demek ki öğrenmeye, kan hep başka yerlere gitmiş, oksijen az az :d. kafayı yiycem cidden çok sinirliyim. goodredste rastlamadım. en son aldığım mesaj bi ingiliz bipolar elemanın anılarını yazdığı kitabı haber verişi idi. okuyup yorumlarsan çok sevinirim falan demiş. teşekkür ederim dedim listeme ekledim dedim. amazondan sipariş vermicez denk gelirse libgenden indiricez ama olsun, elin kibar ingilizinin gönlünü kırmaya ne gerek var?

bu dallamalara dönersek yukarıda dediğim ayarda bir şeyler yazıp, ortama halil sezai- isyeaaaan vidyosu salıp ava çıkıyorlar. abi profil fotoğrafımda güneş gözlüklü sigara içen ayçiçeği fotoğrafı var ... nesi azdırdı bunun seni de elin dikinde bana "slm" yazma kararı aldın? abi bu nası bi çaresizlik ya manyak mısın? hali hazırda azıp geldiysen, yav kitap sitesi kitap kitap.

bi ara gözlüklü takkeli bi eleman ele geçirdi... bütün gerzek kezolar bunun videolarını atıyor, yemin ederim günahım kadar sevmiyorum adamı da ya, şu:

istemem hocam ya gözünü oymak zorunda kalabilirim çünkü. suça bulaşmadan ahir ömrümü sonlandırabilmek isterim. kimsenin de dikinde değil notlarını nasıl aldığın ve kitap okuma yöntemlerin 30 liralık katıl kısmındaki. kafayı yicem açtım dinliyorum, şimdi size atim derken açmış oldum, cevap yetiştiriyorum...

ne çok öfke biriktirmişim meğer içimde, ne çok hınç sığdırmışım kısacık ömrüme... edebiyat demişken hastalarından nemalanan, duygu pornografisi eserleri ile özellikle dizileri ile gönlümüze taht kurmuş hanımı es geçmek istemedim.

allahım ya flsjfl.
blog yazardım eskiden, çok sevdiğim bi hanım vardı, her yazının aniden sağı solu tekmeleyerek bitmesine bayılıyorum derdi. kendisinin her yazısı her paragrafta bi yerleri tekmeliyordu halbuki :d. muazzam biriydi. sende kendimi görüyorum dedi bi kere, 3 hafta buna sevindim.

bu entry de o zamanlara götürdü beni. genç ve ateşliydim o zaman, tahammül az, her şeyi ben biliyorum ya :d. şimdi sivri yanlarımı azıcık törpüledim ama edebiyatı 31e alet eden hıyartolara delirmeden edemiyorum hâlâ.

abi sizin ananız bacınız yok mu manyaklar? kendi halinde kitap alıntısı paylaşmaya yeltenen kız kardeşine hıyarın biri yanında tuvalet kağıdı ile "slm" yazsa hoşuna gidecek mi? beni çıldırtmayın abi... beni bununla sınamayın. yemin ederim elimde olsa beynini patlatırım bu tiplerin ya.

abi niye böyleyim onu da anlamadım ya. valla çok anlayışlıyım normalde insana. ben lisedeydim, bi dayıyla tanışmıştım saçı sakalı ağarmış, pembe babydoll giyip muhabbet ediyodu benle kamerada ya. ortada ne 31 vardı ne de yargı. ne zaman bu hale geldik aminyum, toplum olarak ne zaman bu kadar yozlaştık? beni de delirttiniz...
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının 2025'te okuduğu kitaplar

ay ay geleyim buraya, süper fikirmiş. ben de tebrik ediyorum başlık açan yazarı.

tanım: sözlük yazarların 2025 senesinde okudukları kitapları paylaştıkları başlık.

bu yıl benim için çok yavaş başladı her şeyden önce. inanılmaz kötü gidiyor okuma serüvenim.

ocak:
1- josh ve hazel'ın sevgili olmama rehberi - christina lauren
2- canavar (kitap) - stephen crene (bu süperdi çok tavsiye)
3-yırtıcı kuşlar zamanı - ahmet ümit
4- karayel hüznü - buket uzuner
5- sevgi ile bağlanma - stan tatkin

mart:
6- %99 için feminizm: bir manifesto - cinzia arruzza

nisan:
7- bir kediyi terk etmek babam hakkında - haruki murakami.
8- agatha'nın anahtarı - ahmet ümit
9- körler ülkesi - h.g. wells
10- feminist manifesto (he yin zhen)
devamını gör...

evcil hayvanını insandan daha üstün tutmak

muazzam bir iş.
benim kedim harika biri. yemin ederim ondaki aklın yarısı tanıdığım bir çok insanda yok.
şahıs olarak da istediğimi istediğimden üstün tutarım müsaadenizle.
ben size pizzayı makarnadan üstün tutmayın diyor muyum ya?
hür bir insanım.
kedim hepinizden iyi.
devamını gör...

aldatılmanın acısını bir sonraki sevgiliden çıkarmak

(bkz: kaygılı bağlanma stili)
yani hiç şüphesiz ki dangalaklıktır, hemfikiriz ama bu işler çok karışık ya gerçekten.

uzun uzun psikoloji parçalayamam şimdi. psikologlar yazsın her naneyi ben yazamam. *

hayattaki tecrübelerimiz davranışlarımızı etkiliyor. bunun olmamasını bekleyemeyiz. ama şunu kendimize sormak durumundayız arkadaşlar: benim sektiriboktan travmalarımı bana değer vermeye uğraşan insanların yüzüne gözüne sıvamaya hakkım var mı?
yok çünkü.

ayrıca insanlar arasındaki her ilişki çıkar ilişkisidir. anne & çocuk arasında dahi vardır bu çıkar. şunu da kendinize bir zahmet sorun: ebemin dikildiği bir ilişkiden çıkmayı reddediyorsam, burada çıkarım ne? kimse mağdur falan değil ya, var bi çıkarınız. bi çoğumuzu eve kitleyip demirle döven kocalar söz konusu değil çünkü, boktan boktan kendi seçtiğimiz ucuz dramalarda savruluyoruz. kendinize fedakarlık diye yutturduğunuz şey neye hizmet ediyor bir zahmet bi bakın. biyolojik canlılar faydacıdır. fedakârlık yapıyorsa, orada da fayda vardır. yok bizim karşılıksız hiçbir şeyimiz.

bir kere terapide annemi konuşuyorduk ve ben kendimi çok kaptırmıştım o konuştuğumuz anındaki his ve düşüncelere, yardırıyordum. terapist dedi ki sisi hanım siz 5 yaşındaki küçük çocuk değilsiniz, yetişkinsiniz. müthiş bir hatırlatma, çok teşekkür ediyorum kendisine. var herkesin ıbık zıbık travmaları zattirik zottirik. yav tamam acı da yarıştırmayalım da, abi benim için çok kallavi travma nedenleri var, aşılması güç. mesela tecavüz, yaş farketmez bu konuda, mesela savaş, mesela işkence vb. yav geri kalan babam dövdü, annem kızdı, yok araba çarpmıştı da ölmedim, yok ilkokulda arkadaşlarım dövdü... abi bunlar hangimizde yok ya, mal mısınız siz? bunlar insan ruhuna etki etmez ve etmesin demiyorum, bunlar aşılamaz değil diyorum. allah için, bir zahmet, herkes hem kendi selameti adına hem etrafındaki insanların huzuru ve akıl sağlığı adına biraz ılıkgötlüğü bırakıp kendine baksın lütfen.

sekko sekko kişilik bozukluklarına da herkes bi kılıf bulmuş, yardırıyor. bi videoda diyordu ya kimse götün tekiyim demiyor da travmalarım var diyor diye.

bakın insanların varlığınızdan keyif aldığı ilişkiler ve hayatlar inşa etmeye uğraşmak gerekir. insanların sizi yaka silkerek idare ettiği değil.
devamını gör...

bir paris semtinin tüketilme denemesi

georges perec'ten bir nefis bir anlatıdır. ismi gibi, bir semtin tüketilme denemesi.

eğer bir flanör olsaydım ve bir metin yazsaydım sanırım aşağı yukarı böyle bir şey yazardım. gezdiğim, bildiğim, geçtiğim sokakları anlatan bir metin olsaydı, perec istanbul'u tüketseydi mesela, alacağım hazzı tahmin edemiyorum.

çok rastgele sokak manzaraları, anları gibi dursa da şehrin tüm duygu durumunu ortaya seriyor. semt anlık görüntülerle ete kemiğe bürünüp kendi başına bir karaktere dönüşüyor.

insanların olduğu gibi mekanların da rutinleri oluyor. cansızların dinamiği bana daha büyüleyici geliyor. perec'ten okuduğum ilk kitap sayacağım, galiba bir tane daha okudum ama anımsamıyorum bile. bu yüzden de o sayılmaz diye düşünüyorum.

çok keyif aldım.
devamını gör...

ayşegül boşanıyor

iletişim yayınları'ndan çıkan bir arzu çur romanıdır.

iletişim de hayal kırıklığına uğrattı beni. çok mu kitapsız kalmıştnız, şunu basmaya nasıl karar verdiniz? süreç nasıl işledi allah aşkına anlatın bana.

dandik ikinci şans aşk romanları nı düşünün. hiçbir farkı yok. elinize aldığınız pembe kapaklı chick-lit boktan bir roman düşünün, tam olarak bu kitap.

yazarda ipek ongun tadı aldım ve ufakken burjuva serra'nın sekko hayatını okumak keyifli gelse de büyüdükten sonra kadının samimiyetsizliğine katlanamamaya başladım. o nedenle bir eziyetti kitap benim için. bitirmekteki tek motivasyonum şu tanımı girebilmekti.

182 sayfa boyunca 32 yaşında bir kadının mızmızlanmalarını okuduk. üstelik olabilecek en sığ ve şımarık yerden. yazar herhalde böylece esprili olduğunu düşündü. galiba bu boşanma sürecini eğlenceli kılmaya çalıştı kendince. başaramadı.

3. sınıfa giden oğluyla kendisini yaşam keşmekeşi içinde bulan ayşegül'ün çocukluğu kabak tadı verdi. gerçek bir kezonun zihnine ufak bir yolculuk, sanki çok lazımmış gibi.

sevilmediğinde mızmızlanıyor. sevildiğinde mızmızlanıyor. insanlar başına bir iş geldi sanıp fıttırınca azar işitiyor. hayatını dramaların başrolü olarak yaşıyor ayşegül. hepsi kendi yarattığı dramalar.

evine misafir çağırıyor, geldiler diye mızmızlanıyor. evine çatkapı gelip kendisine hakaretler eden ve fazla fazla dert anlatan insanlara kapıyı göstermeyi beceremiyor, bunu yaptılar diye mızmızlanıyor. en nefret ettiğim her şey ayşegül: mağduriyetlerin kadını.

sarışın ve uzun boylu olmanız uçuş uçuş olup aşk hayalleri kurmasına yetiyor. sevilme ihtimali kendisini yok sayması için yeterli. hiç sevmediği bir adamla sırf kendisini sevdi diye evlenip, sonra da kendisini ona deli gibi aşıktım diye ikna edecek kadar iç görüden ve dürüstlükten uzak. bütün bunlar yaşanırken bir de kendimi sevmeyi öğrendim diye ahkam kesiyor aynı ikiyüzlülükle.

kendine dürüst olamayan insandan korkarım.
kezolardan korkarım.

dünyadaki tüm ayşegüller, kadın erkek farketmeksizin anksiyetemi tetikliyor ve midemi bulandırıyor. kimseye de tavsiye etmiyorum kitabı.
devamını gör...

ağaçkakan (kitap)

bir tom robbins kitbıdır.
amerikan edebiyatı nası sevmezsiniz anlamıyorum sizi gerçekten ya. ben ne zaman kendimi tükenmiş, üzgün, kaygılı, kaybolmuş, berbat hissetsem ya kurt vonnegut ya da tom robbins okumak istiyorum.

tom robbins için "edebiyatın oyuncu haylaz çocuğu" diyorlar. bazen bana fazla cıvık geliyor, bu kadar haylazlığı ve oyunu kaldıramadığım anlar oluyor. o yüzden tom robbins okumak benim için her zaman büyük keyif olsa da, okumaya başlamak her zaman kolay değil.

ağaçkakan'dan 2 tane varmış evimde. muhtelif zamanlarda "okunur yaa" diyerek almışım iki kez muhtemelen. birini itelerim eşime dostuma.

hayatın kendi içinde bir ritmi ve matematiği var, hep söylüyorum bunu. bunu görmezden gelerek yaşamaya kalkarsanız, bedelini ödersiniz, bunu da söylüyorum. ama yazara katıldığım çok önemli bir nokta var: hayatın kendi sihri de var. ben yaratıcı bir insan olduğuma inanıyorum, yaşamın sihriyle karılaşmak ve sihir üretmek yaratıcılıkla çok ilgili diye düşünüyorum.

ancak herkes ne yazık ki böyle değil, etrafımız kabız sığırlarla dolu...
bazen koruyamıyorum kendimi üstüme ezberlenmiş rasyonalite ve eleştiri kusulunca, bir "hayat böyle yaşanır" perspektifinin ezici çoğunluğu ile uğraşmak çok zor çünkü. tom robbins bu tür bir deliliğe "lüzumsuz delilik" diyor. lüzumsuz deliler, asla deli oldukları dile getirilmeden yaşayıp gitme ayrıcalığına da sahipler.

birey oluştan kaynaklanan ve yaşamın matematiği ve şahsi etikle uyumlu her davranışımız "lüzumlu delilik" tom robbins'e göre. en yargılanan ve en sevilmeyen yanlarımız yani, ay'ın bize yansıttıkları. şöyle diyor:

lüzumsuz delilikler insanın başını kendisiyle belaya sokar. lüzumlu delilikler insanın başını başkalarıyla belaya sokar. insanın başının başkalarıyla belaya girmesi her zaman daha iyidir.


ve nihayet kendimden ve yazardan bahsetmeye ara verip, kitaptan bahsetmeye geçiyorum


aşk, uğruna uç noktalara gitmeye istekli olanlara aittir. hoşça kalın.


bir prensesin ekolojik kaygıları ve yalnızlığı ile başlıyor kitap. cinsel özgürlüğü keşfetmiş, hoppa ve kafası karışık bir ergen prenses: leigh - cheri. bir ekoloji konferansı için hawaii'ye gitmesi ile hem kitap hem de prensesin yaşamı renkleniyor, çünkü hawaii ona yepyeni bir ekolojik perspektif sunmuyor ama aşkı getiriyor.

düzen yıkıcı, kural delici, çılgın bir bombacı: bernard, nam-ı diğer ağaçkakan yani.

hayatımda kendimi tam olarak leigh- cheri gibi hissettiğim bir aşk öyküm oldu. ex enişteniz de herhalde benim bernard'ımdı. aşkımın yakıcı ve hararetli olduğu zamanlarda okumuş olsam kurduğum bu özdeşlik mahvederdi beni. şimdi galiba, artık benim bernard'a dönüştüğüm bambaşka bir hikaye yaşanıyor. ve nostalji çağrıştıran bir gülümseme ile okuyorum doğal olarak kitabı.

adada geçirilen aşk ve seks dolu günlerin elbette ki bir sonu var. bernard her ne kadar prensesle birlikte olabilmek için "normal bir insan gibi" kendisini prensesin ailesine takdim etse ve onaylanmaya çalışsa da tabiatı ve talih pek de normal davranmasına izin vermiyor.

en sonunda yaşam bernard'ı yüksek güvenlikli bir tecrit hücresine, prensesi de tavan arasındaki odasına hapsediyor. ayrılık ikili için çok zor olsa da, bir noktada kalpleri bir ve katlanabiliyorlar her şeye. ama aşk yanlış anlaşılmalar ve fevriliklerle doludur. bernard'dan bir ayrılık notu almak, cheri'nin tecritini sona erdiriyor.

sonrası piramitler, develer, dinamitler ve gökte kocaman parlayan ay.

yazar inanılmaz saçma hikayeler anlatırken, edebiyatın sihriyle hepsinin doğruluğuna her zaman inandırıyor bizi. tüm bunları yaparken içinde yaşadığımız sistemi ve anlam yitimini sonsuzca eleştiriyor. her zaman bir müttefik benim için ve çok kıymet veriyorum silah arkadaşlarıma, hayatta herkesten çok onları önemsiyorum.

her zaman insan oluşumu hatırlıyorum ve yaşama cesaretimi geri kazanıyorum.
bu kez bu okuma benim için bir aşk hikayesini bitirmek anlamına da geldi sanırım. şimdi o defteri tümüyle kapatmış gibi hissediyorum. her türlü lüzumsuz delilikle baş edebilecek kadar kuvvetli hissediyorum. benim de kendi dinamitlerim olduğunu biliyorum ve her zaman yanımda sigara ve çakmak taşıdığımı da. ve şu hatırlatma ile bitiyor kitap:

mutlu bir çocukluğa sahip olmak için asla geç değil.
devamını gör...

bayan ming'in hiç olmayan on çocuğu

eric-emmaunel schmitt'in yazdığı, doğan kitap'tan çıkan, kısacık ama dopdolu bir roman.

işi gereği sık sık ülke dışına çıkan bir adam ile, o dönemde çalışmakta olduğu şirketin tuvaletinde çalışan yaşlı bir kadının diyalogları üzerinden ilerliyor kitap. çin'de yaşayan bayan ming, on çocuğu olduğundan bahsediyor ve çin'de nüfus kontrolü sebebiyle kişilerin birden fazla çocuk sahibi olması yasak olduğundan aslında bu imkansız. bayan ming on çocuğun her birinden bahsediyor anlatıcı karakterimize ve aslında bu on çocuğun her birinin kişilikleri üzerine yapılan çözümlemeler başka bir bilgelik öğüdü. önemli olan da bize sunulan gerçeğe inanmak ve öğütleri zihnimizin bir köşesine yazmak belki de.

senelerce elimin gitmediği bu kitabı, bu gün bir çırpıda bitiriverdim ve çok da sevdim. bakmak isteyebilirsiniz.
devamını gör...

beholder

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
harika bir casusluk, gözetleme, simülasyon oyunu beholder.
totaliter bir rejimde, kendinizi ve ailenizi hayatta tutmaya çalışıyorsunuz. bir apartmanda yaşıyorsunuz. apartman yöneticisisiniz. insanlara daire kiralayıp ihtiyaçlarına yardımcı olarak itibar kazanıyorsunuz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şöyle bi' apartman, 6 daire var. en alt katta siz yaşıyorsunuz. bir eşiniz 2 çocuğunuz var. bunların ihtiyaçlarına para yetiştirmeye çalışırken bir yandan da apartman sakinlerini gözetlemelisiniz. bunun için evlerine kamera yerleştirmeniz gerekiyor ki siz ortalıkta yokken neler döndüğünden haberiniz olsun. tabi kapı deliğinden gözetlemek de bir seçenek.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şöyle sekme var. gördüğünüz gibi buradan posta yoluyla hökümete komşularınızın zevkleri, kişilikleri ile alakalı profil dosyası oluşturup yollayabiliyorsunuz. bu size para sağlıyor. şayet yasa dışı herhangi bir faaliyetleri olduysa bunu da gerekli alanları doldurarak ihbar etmeniz gerekiyor. ancak siz tabi bunu hökümete ihbar etmek yerine komşularınıza şantaj da yapabiliyorsunuz.

oyunun atmosferi çok karanlık. çizimleri falan harika. ben yaklaşık 1 haftadır oynuyorum ama zatürreye yakalanan küçük kızımı kurtarmak için gerekli parayı toplayamadım. o noktadan sonra da konu komşuyla kavga edip kendimi de öldürtüyorum zaten.* konudan komşudan çaldığınız eşyaları karaborsada satabilirsiniz ama bu işi de dikkatli yapmanız gerekiyor. abartırsanız dikkat çekiyorsunuz, polis tepenize biniyor.

beholder 2 ve 3 de çıkmış. 1 ve 2'yi türkçe de oynayabiliyorsunuz. 3'ün (henüz) böyle bir dil desteği yok. bolca okumanız gereken bir oyun olduğu için bunu dikkate almalısınız. geçen akşam 2'ye de bakındım ama 1 kadar sevmedim. bakalım... zaman ayırıp oynarsam onu ayrıca yazarım.

steam'de şu an 18 lira ancak dönem dönem dehşet indirimler oluyormuş, 2 liraya kadar düşüyormuş. indirimde yakalarsanız bence 2 saniye düşünmeyin.

#2182627 şurada do not feed the monkeys'i yazmıştım. mantık olarak epeyce benzeseler de bana kalırsa beholder çok daha aktif olmanız gereken bir oyun. do not feed the monkey ise hem atmosferi, hem karakterleri nedeniyle bir nebze daha neşeli.
devamını gör...

gerçekten iyi olan tanrı mı yoksa şeytan mı sorusu

tanrı vs şeytan atışmasında bizim tarafımız belli.
şeytan tarihteki ilk dürüst varlıktır, karşımda tanrı var diye omurgasızlık etmemiş ve fikirlerini söylemiş ve savunmuştur. düşünce hürriyeti hiçe sayılmış ve cezalandırılmıştır.
ne bakunin, ne kropotkin.
en t.ş.klı anarşist şeytandır arkadaşlar.
kral çıplak demeyi başaran örnek bi figürdür.
devamını gör...

kılıç onlusu

günaydınlar, güne melanet bir kartla başlayalım istedim, başlığı da varmış *
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kılıç serisinin son kartı. allahın belası bir kart. gördüğünüz gibi yerde yatan bir zavallı ve üstüne başına saplanmış 10 kılıç tasvir edilir. gökler bile kapkara çizilmiş. ama hâlâ bir parça güneş var.

kılıçların hep zihinle alakalı olduğunu söylemiştim. buradaki sefalet ve acı da fiziksel değil duygusal bir acı, depresif bir hali betimler.

bu kartta kişiyi sefil perişan eden genellikle bir dış kaynaktır, otorite figürü. kendisi dışında gelişen olaylar, belki de hökümet.

buradaki kişi acılar içinde ve çaresizdir evet ama artık daha fazla çabalamanın ve çırpınmanın anlamı yoktur. kişiye acıyı kabul etmeyi ve sabretmeyi öğütleyen bir karttır. acı çek ve acınla otur biraz der.

zaten yerde yatan gariban da artık debelense daha fazla acıdan başka bir şeye yaramayacaktır bu debeleniş.

bazı kartlarda alakasızca beliren güneş (bu kartta da olduğu gibi) yeniden başlamanın mümkün olduğunu veya yeni bir dönemin başlayacağını ifade eder.

karanlıkla ışığın sınırları çok net çizilmiştir. hayatta boktan şeyler var ve bazen bunlar başımıza gelir, ve bazen başımıza gelenleri kabul etmek yeni başlangıçlar yapmanın olası tek yoludur der.

o nedenle geçmiş travmalarla yüzleşmek, acı verici durumu kabullenmek, acı çekmenin kendisini kabullenmek ve biraz sakin durup götün başın oynamadan keyifsiz bir sürece de izin verebilmek anlamı taşır. zaten eninde sonunda bu süreç de bitecektir.

bir dönemin sona erişi, kesin bir bitiş anlamına gelir.

birilerine fal bakarken görmeyi sevmediğim bir kart (çünkü diyo ki enis beni hâlâ seviyo mu, bu çıkıyo, sevmiyo diyemiyom fjsnjdks. olum insanlar ciddiye alıyo böyle şeyleri çok, o yüzden enis depresyonda diyom yolluyom :d) olsa da acı çekmek konusundaki yaklaşımını seviyorum.
devamını gör...

yazarların engellediği yazarlar

merak ettiren ve baktıran başlık.
açıyorum.
kaan - gitti
sabata- gitti
adam gibi adam vede erkeğin dibi - gitti
kekliğim - sadece mesaj - özelden bişi yazmaya kalkarsa diye. dm'de irtibat kurmak istemiyorum. yoksa kekliğimin sapık manyak hali yok onla derdimiz bambaşka.
archie bunker - mesaj ve tanım - bu arkadaşın da büyük bi yamuğunu görmedim. cinsiyetçi ve saldırgan buluyodum kadınlara karşı ve görünce de adama salça oluyordum falan. ondan engelledim.
frante - gitti
kaneka - kadın düşmanı diye

edit: artık yazabilirim diye düşündüm. güncellicem bu listeyi zamanla. şu engelli - gitmeyenlere açıklama da eklicem çünkü şurda çok kötü durdular şu tabloda.
devamını gör...

toplumda kadınlara yapılan baskı

kadınlar kendilerini ve birbirlerini ikide birde bir yerlere sıkıştırmayı bırakırlarsa el ele verip içinden inşallah geçeceğimiz baskıdır.
ya bu çapsızların tek sorunu acınası ve sayıca çok olmaları, böcek gibi bunlar.
böcek fobisi olan ablalarımı örnek alıyorum.
bende tüm hayvanlar eşit çünkü gerçek böceği de ezmiyorum ben.
devamını gör...

nickaltı savaşları

#3490102
köylü ile aramda olmayandır.
yav yanıltmasana insanları allahallah.
bana ne kızıyorsun ya? ben fındığımın derdinde idim. tutmuşun abidik gubidik bişi yazmışın.
utanıyosun di mi bi de bilmediğin bir şey sana kibarlıkla söylenince? utanmana gerek yok öğreniyoz böyle böyle işte hepimize oluyor bu. normal bir süreç.

ben şimdi gitsem ablacım ne bileyim erdoğan 2. öcalandır, bence soyadının erdoğan öcalan olmasında bir beis yok desem benim içimden geçilir mi geçilmez mi? buyur sen söyle yav.

salak mısın? değilsin.
farkında mısın? evet.
dün aklım dondu aklım uzun uzun sana milli mücadele yıllarından bahsedecektim edemedim. ben uzun yazıyorum bilirsin.
devamını gör...

kedi resimleri başladıysa ben çıkayım

bir yazarın kedi fotoğraflarına bakışını ifade ettiği başlıktır.
öncelikle kimsenin düşünce özgürlüğüne zeval gelmesin diye çok teşekkür ederiz düşüncelerini paylaştığı için.

kedi fotoğrafları paylaşma özgürlüğüm eleştirildiğinde bunu haklarıma saldırı sanmadığım için kendime de teşekkür ederim.

bende saydığı her şey mevcut. hem bunlara sahip olup hem de kedi fotoğrafları paylaşabildiğim için de yürekten kutluyorum kendimi.

içimi dökmeme vesile olan herkese çok teşekkür ediyorum.

edit: aynı yazarın gayet de bilgi ve fikir içeren madalyalı tanımlarıma da laf ettiğini ve bu çelişkiyi de buraya not düşmek isterim :d.

edit 2: içeriğe laf etse düşmem. eleştiriyi saldırı sanmıyorum çünkü :d. madalya almama ediyor. :d
devamını gör...

ev diye bir şey yok

2022 yapımı bir kısa film, nur özkaya'ya ait. 3 dakika.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
her şeyden önce animasyon stilini ve çizgileri çok sevdim. böyle deli işi şeylere bayılıyorum. rahatsız edici, çiğ ve çirkin olan her şeyde kendimden bir parça buluyorum ve çok mutluyum buna.

(bkz: herkesin kendisini öldürecek bir silah seçtiği bir rus ruletinde kendini seçmek)*herkesin hayatta yapmak zorunda olduğu bir işmiş gibi geliyor ve kendini öldürmenin en iyi yolu kendilik, kendin olmak gibi de geliyor.

aidiyet hissi hepimiz için önemli. ev benim için de önemli bir sembol, aklımda dönüp duran bir figür. bu yaz insan bazen evini yakmalı ve dışarı çıkıp seyretmeli ile başlayan zihinsel yolculuğum aynı yere bağlanmıştı aklımda, önce kendi zihnime ve bedenime varıp evin bur'da'ya evrilmişti ve oradan da ortak ana cümleye: ev diye bir şey yok.

ait hissetmekle kendin olmak arasında verilen mücadelenin kaybedeni her zaman kendin oluyorsun, kişi olarak sen yani. ait ol(a)mayışla barışmak da tek çıkar yol gibi duruyor.

ev diye bir şey yok ve bu bir sorun olmak zorunda değil.
sonuç olarak herkes kendi boşluğunu arıyor.
devamını gör...

kar (film)

allah seni kahretmesin emre erdoğdu demek isterim her şeyden önce. beni sevenler listesi'ni epeyce sevmiştim. bana kalırsa kar (film) biraz daha ağır.

bir ilk film için ben de oldukça başarılı buluyorum. kenar mahalle serserileri ile karşılaştırıyor bu kez bizi, ünlü cihangir keşleri ile değil ve bu yüzden de teşekkür ediyorum kendisine.

galiba bu bir fakir avuntusu olabilir ama para her türlü samimiyetin içine sıçrıyor gibi bir fikrim var benim ya. neyse ki param yok. buna da bir miktar mutluyum.

müzeyyen'in yaşamına üvey kardeşinin ortaya çıkışı keskin bir ara veriyor. başka bir dünyanın varlığını hissetmek ve tam da kendini daha güvenli bi olanağa teslim etme imkânı bulmuşken çuvallamak, hepimiz yaşadık bunları.

öyle ki kimseye kızamıyorsun, hiç kimseye.
"ben babam değilim."
"hepiniz babalarınızsınız."
güzel tespit.

madde kullanımı meselesi çok ilginç. ben inanmıyorum insanı canavarlaştırdığına pek çok uyarıcı ve uyuşturucunun bu arada. var olanın ortaya konmasına yardımcı oluyor tabii, bir zihinsel duvarı yıktığı için.

işte seks, en temel iç güdü.
bunu modern insan olarak inkâra kalkışmak ve türlü çeşitli dini & ahlâkî norm icat etmek doğayı değiştirmiyor. yine de ben biyolojik canlıyız yeaaa'ya sığınmaktansa 2 gram etik değer üretimine daha okeyim.

mahvetti film beni mahvetti.
tavsiye değildir.
devamını gör...

bir annenin sonatı

18 dakikalık bir kısa filmdir.
fütüristik bir dünyada geçen bir film izliyoruz. bir anne- kız ilişkisi. bende enteresan çağrışımlar yaptı, özellikle kişisel gelişim destekli modern ebeveynlik konusunda.

tepkilerin ve yaşamın otomatikleştiği, yaşamın inanılmaz sığ bir rutin içerisinde dönüşemediği ve otantisitenin tamamen yok olduğu bir dünya çiziyor film. oysa ki biriciklik ve farklılık her canlının var oluşu ile alakalı temel bir gereklilik. kedinin köpeğin dahi kendi var oluş düzleminde tercih ve kişikliği var zira. her şeyden önce böyle bir kavga var ama ben kalıplaşan annelik rolleri üzerinde de durmak isterim.

doğru ebeveynlik diye bir şey de türedi. çocuğuna yüzlerce açıklama yapan ve bitimsiz bir pozitiflik içerisinde savrulan ebeveynler gerçekten var ve sayıca artmaya başladılar. duyguları rasyonalize etmek aslında onları yaşamanın önünde büyük bir engel. kendi iç dünyasına ulaşamayan ve acı çekme korkusuyla zaten ulaşmayı da reddeden bireylerin başka insanlara ulaşması ve derinlikli ilişkiler kurması zaten beklenemez. bunun ebeveynliğe de sirayet etmesi bence çok korkunç.

kusursuz ebeveynlik gerçekten yok ve kusursuzluk saplantısı zaten bir noktada ciddi bir kusura dönüşüyor. düzen ve disiplin çocukların hayatında bence de elzem ama nefes alma alanları tanımak önemli. çocuğu desteklemek bence de önemli ama bu destek olma hali bitimsiz bir pohpohlamaya dönüştüğünde, çocuğun dünyayla ve kendisiyle gerçeklik dışı bir ilişki kurmasına neden oluyor ve bu insanlar daha sonra karşımıza iflah olmaz narsistler olarak çıkıyor. üstelik o sığlık her zaman çocuk tarafından hissedilir.

oysa bazen öfkelenmek, bazen bağırmak, bazen çocuğa haksızlık etmek çok insani ve sonrasında samimi özürler dileniyorsa ve çocuk ebeveynin de, kendisinin de eksikleri olan insanlar olduğunu farkedebiliyorsa bence sorun yok burada. çünkü öfkede de gerçek bir duygusal paylaşım ve kırılganlık var, sonrasında yaşanan pişmanlıkta da. oysa ki negatif duyguların samimiyetle paylaşılmadığı bir ilişkide kişiler pozitif duyguların samimiyetinden ve gerçekliğinden nasıl ve ne kadar emin olabilir?

anne kaybının acısının yaşanamadığı ve muadil annelerin rahatlıkla bulunabildiği bir gelecek tasviri gerçekten çok acı. çünkü hayatımızdaki ilk ilişkilerimiz ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkiler ve aslında onlar çok biricik ve özel. ben bu samimi ve gerçekliğe dayalı farklı ve biricik oluş duygusunun kaybının insanı derin bir boşluğa ve gerçek dışı bir imaja yönelttiğine çok inanıyorum.

tüm bunları hatırlatan bir kısa film olması nedeniyle, donuk ve samimiyetten uzak olmasını da konuyla çok uyumlu bularak, herkese tavsiye ediyorum.
devamını gör...

toksik pozitiflik

bir yerde çalışmaya başlamıştım. molada sigara içmek için bina dışına çıktım arkadaşımla. yanımıza çocuk arabasında ufak bir çocuğu olan, biraz mendil satan biraz dilenen bir kadın yaklaştı ve para istedi. hava da soğuktu, üstlerinde başlarında bir şey yok, çocuğun ayakları çıplak. para istedi. biraz da sohbet ettik. yanımdaki arkadaş neden çalışmak yerine dilendiğini sordu, çocukla beraber iş bulamadığını söyledi. kocan peki diye sorunca kocadının eroin bağımlısı olduğunu öğrendik. e kadın sığınma evleri var öyle bir yerden yardım istesen diyince "o kadar kötü değil durumumuz, buna da şükür" dedi. işte bu düşünce tarzının sosyoekonomik açıdan daha iyi durumda olan insanlar tarafından sağa sola sıvanmasıdır toksik pozitiflik. asap bozmakla kalmaz, gerçeklikten uzaktır, kötü olanı onarmayı / düzeltmeyi de engeller.
devamını gör...

karpuz şekerinde

en sevdiğim yazarlardan biri olan richard brautiganın türkçeye karpuz şekerinde ismiyle çevrilmiş kitabıdır. çeviri gonca gülbeye aittir ve altıkırkbeş yayınlarından çıkmıştır.

seneler önce türkçe çevirisini okuyup aşık olduğum kitabı bu sene orijinal dilinde okudum.* kitap post apokaliptik distopya olarak kabul görüyor. bana sorarsanız susuzluktan dilinizi damağınıza yapıştıran karman çorman bir rüya gibi.
seneler önce yazdıklarımı paylaşmak isterim bu noktada.


karpuz şekerinde, her şeyin karpuzdan (sadece kabuğu yeşil ve içi pembe olan karpuzlardan değil türlü renklerdeki türlü karpuzlardan bahsediyorum) yapıldığı bir kasabada yaşayan, bir ismi olmayan bir adamın ağzından anlatılıyor.  belki çok sıkı bir yağmur vardı ve onun adı oydu*. benölüm'de (kasabanın ismi bu) karpuzdan eşya, yiyecek vs üretmek dışında yapacak çok bir işi olmayan adsız kahramanımız kitap yazmaya başlıyor. çok durgun bir kasaba bu ve belki de bu yüzden ismi benölüm.

bir zamanlar kasaba yakınlarında kaplanlar yaşıyormuş, kaplanlar çok bilge hayvanlarmış ve insan dilini konuşabiliyorlarmış. fakat doğaları gereği, insanları öldürmek ve yemek zorundalarmış. kasaba halkı eskiden kaplanlarla ortak bir ataları olduğunu fakat onlar kaplan olarak yaşamaya devam ederken kendilerinin bir şekilde insan olduğunu, bu nedenle aynı dili konuşabildiklerini düşünüyorlarmış. kaplanlar bir gün kahramanımızın anne ve babasını öldürmüş ve yemişler. o da evini terk edip benölüm'de yeni bir yaşama başlamış.

kasabanın çok uzağında, içi unutulmuş şeylerle dolu devasa bir fabrika varmış, buraya uğursuz işletmeler deniyormuş. eskiden benölüm'de yaşayan içtenkaynayan zamanla buraya gitmeyi alışkanlık haline getirmiş, kasabayı terk etmiş ve orada, kaybolan ve tekrar bulunan şeylerden içki yapmaya ve bir çete toplamaya başlamış.

benölüm'de yaşayan başka biri, bir kadın, margaret de uğursuz işletmeler'e dadanmış. neden? bilmiyoruz. belki hiçbir zaman benölüm'e ait olmadığından, belki hiçbir zaman uğursuz işletmeler'e de ait olamadığından ve sonuç olarak hiçbir zaman hiçbir yere ait olamadığından kendini bir ağaca asıyor ve ölüyor. sonra küçük bir cenaze merasimi ve işte bu kadar.




belki bir nehre bakakaldın. yanında seni seven birileri vardı. neredeyse dokunacaklardı sana. daha onlar dokunmadan hissetmiştin bunu. sonra dokundular. 

işte benim adım o.




peki sizin adınız ne?

not: brautigan'ın kitapları ile alakalı genellikle orijinal dilinde başlıklar açılmış. o nedenle "karpuz şekerinde" diye açmadım başlığı.
devamını gör...

kadını ezerek öldürüp ardından cenazede cesede saldıran fil

ülkeye fil getirme hayalleri kurmama neden olan başlıktır. zekası gelişmiş bir fil bu ülkede 1 hafta yaşadıktan sonra kimi öldürüp cesedini havaya fırlatıp kaçması gerektiğini şıp diye anlayacaktır.
devamını gör...

palyatif toplum

filozof ve kültür kuramcısı byung chul han'ın 2020 senesinde almanca orijinali yayınlanan ve ülkemizde metis yayınları tarafından basılan kitabıdır.

palyatif toplum için bir "acı çekme güzellemesi" demek geliyor içimden.

bana acıyla olan ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim
cümlesi ile başlıyor kitap. ve günümüz insanının acıyla olan ilişkisini irdeleyerek devam ediyor.

byung chul han'ın, modern insanın acı çekme konusundaki isteksizliğinin yaşama, topluma ve siyasete ne gibi "olumsuz" etkileri olduğu üzerine yaptığı açıklamalar çarpıcı ve yerinde. 70 sayfalık kısacık bir kitap herkesin pozitif olmak ve olumlu hissetmek anlamında kendini parçaladığı bu çağda hem toplumu hem de bireyin kendisini sorgulaması açısından gerçekten tetikleyici.
devamını gör...

fanzin

underground yayıncılık benim kafamda. çok da sevdiğim bir olay. ankara'da araftafaray diye bi mekan vardı, çok sevdiğim bi' yer. orada buluyordum birkaç tuhaf fanzin. her istanbul'a gidişimde de kadıköy saharlarını dolaşır, bulduğumu toplarım. kimisi 1-2 lira gibi bir ücret mukabilinde verilir, %90'ı bedavadır.

edebi anlamda çok güçlü metinlerle karşılaşma ihtimaliniz benim için yarı yarıya. ummadık taş baş yarabiliyor çünkü. enteresan resimler, enteresan konular (sansür gibi bir sıkıntı da olmadığı için), enteresan öyküler okuyabiliyorsunuz.

hayatımda sadece 1 yazım yayınlandı (lisede çıkardığımız okul dergisini saymıyorum) o da bir fanzinde yayınlandı. başka da hiçbir yere "acaba yayınlarlar mı ya?" diye yazı göndermedim. olayımız beleş üretim, beleş tüketim lol.
devamını gör...

taş kaktüs

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

türkiyede taş kaktüs ya da yaşayan taş adıyla bilinen bu bitki aslında aizoaceae familyasına ait bir tür sukkulenttir. afrikanın güneyinden köken almıştır. taşa benzeyen bir görünümü olması, hayvanlar tarafından yenmesini engelleyerek bitkiye avantaj sağlar.

bitki karşılıklı iki yapraktan oluşur. yeni yapraklar bu iki yaprağın arasından çıkar, onlar büyüyünce dıştaki yapraklar ölür. bitkinin gövdesi yokmuş gibi görünür ancak toprak altında bir gövde mevcuttur. bu adaptasyon su kaybını azaltmada işe yarar.

iri taneli ve kumlu topraklarda yaşarlar. su ihtiyacının rahatça giderilemediği bölgelerde yetişen pek çok bitkide olduğu gibi bu bitkide de kökler oldukça uzundur. bu nedenle eğer bu bitkiyi yetiştirmek isterseniz derin bir saksı seçmeniz faydalı olacaktır.

tahmin edebileceğiniz gibi sık sulanmasına gerek yoktur.
devamını gör...

do not feed the monkeys

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

fictiorama studios tarafından geliştirilmiş, kendi başınıza oynayabileceğiniz bir yaşam simülasyonu ve gizem çözme oyunu do not feed the monkeys.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

insanları sinsice gözlemleyen bir organizasyon için çalışıyorsunuz. oyundaki masaüstünüzde bir kamera izleme sistemi, msn tarzı bir online iletişim platformu, bir mail kutusu ve web tarayıcınız bulunuyor. bunun haricinde bulduğunuz ip uçlarını not ettiğiniz bir not defteriniz var. organizasyon sizinle mail yoluyla iletişime geçiyor ve işte atıyorum "13 numaralı kameradaki kişinin adresi nedir?" gibi bir soru soruyor ve belirli bir mühlet veriyor maili yanıtlamanız için. bu süre içerisinde doğru bilgi iletmeyi başarırsanız hesabınıza para yatırılıyor.

oyunda ilerledikçe gece görüşlü kamera, görüntü kaydetme seçeneği gibi şeyleri aktive edebiliyorsunuz. bu esnada yemek yemeniz, uyumanız, ev kiranızı ödeyebilmek için başka işlerde de çalışmanız gerekiyor. bir üst seviyeye geçebilmek için kamera sayınızı da arttırmalısınız.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

gördüğünüz gibi dilediğiniz görüntüyü büyüterek insanları detaylıca gözetlemeniz mümkün.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bu da notlar alıp şemalar oluşturduğunuz not defteriniz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

her gün günlük gazete oluyor masanızda. bu gazetede de kimi zaman gözetlediğiniz birileri / bir şeyler ile alakalı haberler yayınlanmış olabiliyor. bu haberlerden de ip uçları toplayabiliyorsunuz.

en önemli kural, gözetlediğiniz insanlarla iletişime geçmemek ve yaşamlarına müdahale etmemek. ancak aldığınız kayıtlar sayesinde gerek insanlara şantaj yaparak para koparmak, gerek onlara yardım etmek mümkün.

son zamanlarda keyifle oynadığım bir oyun.
devamını gör...

william s. burroughs

1914 doğumlu amerikalı yazar. beat edebiyatı veya beat kuşağı denince akla jack kerouac ve allen ginsberg ile beraber bu dayı geliyor. bi dönem kitaplarını altıkırkbeş yayınevi basmış, bir kısmı sel yayınevi'nden çıkmış, galiba bi dönem bi iki tanesini de ayrıntı yayınevi basmış. son zamanlarda daha ufak tefek metinlerini şenol erdoğan bastı kendi yayınevinde. (bkz: sub press factory) veya subyayın. hani nerde diyene link bıraktık hehe.

ben okudum bikaç kitabını. galiba en bilineni benim henüz okumadığım çıplak şölen. benim okuduklarım içinde favorim tabi junky. queer veya daha eski çevirisini bulursanız top junky'nin devamı gibi diyolla ama bence bağımsız da okunabilir. bu ikisi güzel. içerdeki kedi, kedilerinden bahsedip durduğu bi kitap. beni ağlatmıştı. nesine ağladın mal mısın derseniz, muhtemelen malım. ilk dövmemi de o ağlamalı ilhamla yaptırdım, orjinal dilinde basılan kitapların böyle baya eski basımlarının birinin kapağındaki kediye benzemeyen kedi benim boynumda. her gören soruyo bu ne diye, kedi diyorum. hani nerde diyolar. * neyse, deneysel bi üçlemesi var: yumuşak makine - patlamış bilet- nova ekspresi. bunlara "cut-up üçlemesi" diyolla. sinemada böyle kes birleştir görüntülerden kompozisyon oluşturma olayını neden edebiyatta denemeyeyim ki demiş. hepsi yok bende, yumuşak makine var. okuması imkansız bi metin, denedim, başaramadım. kitap sonsuza dek öyle mi devam ediyo bilemiyorum ama ilk sayfalar birbiriyle alakasız kelimelerin, bakınız cümlelerin de değil kelimelerin yan yana sıralanması ve mantıklı veya mantıksız bi cümle de oluşturmamasından ibaret. vahşi oğlanlar'ı çok hatırlamamakla birlikte sanki anarşi güzellemesi diyesim geliyor. ama dediğim gibi, okuyalı bi 6-7 sene olmuştur. eğer merak ettiyseniz kendisini kendisinden okumanız da mümkün çünkü son demlerinde tuttuğu günlükleri de son sözler adıyla basmış sel. yani bu tanımda bahsi geçen üçlü içerisinde bana en samimi gelen yine bu dayı. ama beat'in en dokunaklısı ve en samimisi kim derseniz tamamen taraf da tutarak ve asla objektif de olmayarak, beat edabiyatına ittir kaktır dahil edilen richard brautigan'dır derim.
devamını gör...

crystal fairy & the magical cactus

senaristliğinden yönetmenliğine her bi' şeyini sebastian silva'nın yaptığı film.


dallamanın teki olan jamie'nin bir partide kafası güzelken bir kızı, arkadaşları ile birlikte gidecekleri san pedro kaktüsü (halüsinojenik bi kaktüs) deneme yolculuğuna davet edişi ile başlıyor film. jamie rolü için de eblek suratlı michael cera harika seçim olmuş. dallama erkek rolünün daha fazla yakıştığı çok az insan var bence.

her neyse, bir gece önce crystal'ı davet ettiğini bile unutan jamie, kızcağızın buluşmayı kararlaştırdıkları yerde kendisini beklediğini öğrenince mızmızlanmaya ve kızı yolculuktan elemine etmeye çalışıyor ama arkadaş grubunun diğer üyeleri dallama olmadığı için crystal yolculuğa dahil oluyor günün sonunda.

kendi şizotipal deliliği içinde tatlı bi' karakter olduğunu düşünüyorum crystal'ın. çeşitli ritüelleri, inançları, işte hayatı güzelleştirmek için uydurup sonra inandığı çeşitli peri masalları var. tabii bir yandan herkesin olduğu gibi, onun da dünyasında bazı karanlık yanlar var. jamie ise bencil, düşüncesiz ve sabırsız bir tip. tipik haşin oğlan çocuğu.

film boyunca ikilinin çatışmasını izliyoruz. günün sonunda kaktüsler pişirilip tüketiliyor. tripten tribe giriliyor ve çatışma çözümleniyor.



inanılmaz sıcak ve tatlı bir film. peki filmden çıkarmamız gereken en önemli ders ne?
1- dallamalarla meskalin denemek tehlikelidir.
2- madde etkisi altında grubu dağıtmak tehlikelidir.

meskalinsiz günler efenim.
devamını gör...

kızılcık şerbeti pembe

türk dizi tarihinde, en çok annemi gördüğüm karakterdir.
inanılmaz dehşete sürüklüyor bu durum beni. az önce son bölümü izledim, başlığın açılmamasına şaşırdım.

tamamen rast gele şunu açtım. nasıl bir şeymiş yazarken bakıyorum ben de. maskeli deliler vardı, hemen çekti ilgimi.

pembe hanım, gerçek bir ev annesi. dini bütün, muhafazakar, iyiliksever, sevgi dolu, ailesine bağlı, temiz, tonton. dışarıdan bakınca o kadar kendi halinde ve "tamam" ki. mazbut mu diyorlar, yabancıyım bu kelimelere pardon.

dışarıdan böyle görünüyor. bu gibi insanlara el iyisi deniyor halk arasında. elaleme iyi, yakınlarına kan kusturuyor yani.

evi onun kalesi gibi, evdeki her şeye karşı inanılmaz kontrolcü. oğulları, eşi, kızı, gelinleri, herkes onun istediği gibi olmak ve yaşamak zorunda. çocukları hep dizinin dibinde olmalı. yapışık bir anne. bir sahne vardı, gelini nilay oğlunun göbek bağını nereye gömeceğine karar vermeye çalışıyordu ve pembe hanıma soruyordu sen nereye gömdün diye. yanımdan hiç ayrılmasınlar diye kasaya koydum diye yanıt veriyordu. zaten izin de vermiyor buna.

kızı nursema ile ilişkisi çok ilginç. nefret ediyor kızdan. her davranışında görüyoruz bunu, bakışlarında, yaptıklarında. zaman zaman yakınlık kurmak istese de bunu da tam olarak nasıl yapacağını bilemiyor. kızı tarafından reddedilme / ihanete uğrama duygusu onu daha acımasız ve hırçın yapıyor. aslında bir şeyden korkan, tehdit altında hisseden ve köşeye sıkışmış vahşi bir hayvan gibi.

annem pembe hanım kadar uç bir noktada durmuyor bu arada, o kadar manyak değil. ama biliyorum ki olabilse olurdu. onu pembe hanım olmaktan alıkoyan 2 şey var:
1- ben nursema değilim
2- babam da abdullah bey değil.

pembe hanım nursemayı içten içe kıskanıyor. bir annenin çocuğunu kıskanması fikrini ilk kez benbirneyimki hocamdan duymuştum ve inanılmaz saçma gelmişti. ama olabiliyor böyle şeyler. sanırım kızı üzerinden bir hayat idealize eden baskı görmüş kadınlarda olan bir şey. annem de beni kıskanıyor. bence annemin en çok kıskandığı şey eylemsel olarak özgür olmamdan çok ifadesel olarak özgür olmam. tabii hepsini kısıtlamak adına bir çabası var bu arada ama beni sindiremedi bunlar cezayla falan hiç. o yüzden annemin yöntemi pembe hanımınki gibi aleni bir şekilde saldırgan ve sabote edici değil. annem daha çok duygu sömürüsü kullanıyor. o yüzden daha pasif.

pembe hanımın güçlü olmak ve gücünü hissettirmekle kurduğu bir tahakküm var. bu annemde ben 5 yaşındayken bile çalışmadı. merhametli birisi olduğumu keşfettiği için 5 yaşındayken de önce güç üzerinden otorite kurmaya çalışır sonra strateji değiştirip duygu sömürüsü yapardı.

pembe hanım kızının tam olarak ne olmasını istiyor bilmiyorum, galiba mutsuz olmasını istiyor. annem benim mutluluğumla ya da mutsuzluğumla ilgili değil. yani özel olarak mutsuz olmamdan haz aldığını sanmıyorum. mutlu olmam da onu çok enterese etmiyor gibi duruyor. işler onun istediği gibi yürürse kimseyle derdi yok.

annem hiçbir zaman aldatılmadı. babamla çok fazla çatışmadı. çünkü dediğim gibi, babam abdullah bey değil. bir noktada var oluş olarak anneme uygun zaten, evcimen bir adamdı. genel olarak huzur yanlısıydı. her şeye burnunu sokmazdı ama en önemlisi netti. babamın kendi fikirleri her zaman olur, abdullah bey gibi yönlendirilmeye açık değildir. akıl alır ama sonuçta kendi aklına yatan şeyi yapar.

bunu öğrenince çok şaşırtmıştım ama, pembe hanım nasıl babasını kızının üstüne salmaya çalışmışsa, annem de aynını yapmış. yahu bunu da kendisi söylüyor, gerçekten çok ilginç. babamın genel tavrı elleme kıza şeklinde olmuş. galiba babam belli bir yaşa geldikten sonra benim kendi var oluş şeklime de saygı duydu. muhtemelen kendisininkini bende gördü.adama zaten çok benziyorum. babamla muhatap olurken kendimi her zaman görünür hissettim. bu çocukluğumda da ergneliğimde de yetişkinliğimde de hiç değişmedi. hayatımın her evresinde birey oluşuma büyük ölçüde saygı duydu. annemde ve pembe hanımda bu yok. bir keresinde doktoruma annemle iletişimimde kendimi kadının kulak memesi gibi hissediyorum demiştim. muazzam tanımladım bence çünkü çok saçma bi vücut parçası. kimse onun üzerine düşünmez. kulak memesi sadece kulağımız kaşınıyorsa falan elimize takılır, bir de imajımızı tamamlamak için süslemek istediğimizde. narsistik tutum bu değilse nedir bilmiyorum.

geçenlerde doktorum bazı şeyler annenin elinde değil dedi. ruh hastası ve manyak olduğu için mi? dedim afallamalı güldü * ve o senin tanın, ben öyle bir şey iddia etmedim. ama seni sevemiyorsa bile yapamadığı için yapamıyor, yoksa neden yapmasın? bacağı olmadığı için koşamıyor gibi düşünebilirsin dedi. o da yerinde bi benzetme çünkü 2 bacağı da olmayan birini etrafındaki insanlar taşır, annem böyle olmayı sever. çok zeki biridir ama sonnnsuzca salağa yatar. aciz ve mağdur olmakta nasıl bir konfor olduğunu biliyorum, bence var oluşun en kötü biçimi.

annem benim başarılarımı sabote edemez pembe hanımın yaptığı gibi çünkü onun ulaşabileceği yerlerde değiller. daha soyut ve onun algısının dışında. benim başarı algım da çok bireyseldir o yüzden. yani annemin dokunabileceği bir yerde değil. ama başarıya ulaşma ihtimalim olduğunda bir şekilde sabote etme çabası olur, işte mutluysam olay çıkartır mesela. bir pürüz mutlaka olur yani. her şey ona çok soyut geldiği için o da çok soyut bir alanda oyun oynuyor, duygularımla alakalı bir yerde yani.

nursema'nın en büyük talihsizliği onu gören bir ebeveyne sahip olmayışıydı. yani ebeveynlerden biri böyle olursa bence kurtuluş umudu daha yüksek oluyor.

bu arada babam da kusursuz falan değil. çok mükemmeliyetçi ve empati duygusu düşük biraz. mesela çaresizlik gibi bir duyguyu asla anlamıyor. dümdüz bir kafası var, bir şey gerçekten yapılamaz ise yapmaya çalışmaz. bir şey yapılabilir ise de yapmak için yol arar. o yüzden yapılabilir şeyleri yapamıyor oluş halini anlamıyor, o süreci o kaygılı ve sıkışmış yaşamıyor. sorun varsa git çöz gibi bir yaklaşımı var. çözmeye muktedir olmadığına ikna olana dek ellemez. ama ben babamın böyle olmasından hoşlanıyorum. çalıştığım insanların da mümkünse böyle olmasına gayret ederim. ortalıkta çaresiz ve kafası kesilmiş tavuk gibi dolaşan insan görmeyi ben de sevmem.

pembe hanım da annem de sabit fikirli. bu biraz tahayyül etme eksikliği bence biraz da tahayyül etme isteksizliği. çünkü ben de hayal etmenin riskli bir şey olduğunu düşünmüyorum özellikle öz güven ve öz değer gibi şeylere sahip değilseniz.

kendiyle yüzleşme hali herkes için zor. bunu kolaylıkla yapabilen kimse olduğunu düşünmüyorum. hepimiz kendimizde görmek istemediğimiz şeyler görüyoz. ya işte hem istemiyorsun o olmak hem de osun. bu bir mücadele alanı. değişim de zor bir şey. bazen ona da cesaret edemeyip sıkışıp sıkıştığın yerde kendinle dövüşüyorsun. çok insani, bunu herkesin yaşadığını düşünüyorum. bence ama yine de oraya bir bakmak ve biraz da köşede sıkışmak o kadar dehşet verici değil çünkü sonuçta her kavga çözümleniyor.

işte bunu sen unuttuğunda birilerinin sana hatırlatması önemli. orada da iyi ve destekleyici arkadaşlar etkili bence. bunun tamamen de şansa bağlı olduğunu düşünmüyorum çünkü bir noktada kim olduğun da çoğu zaman işlerin seyrini değiştiriyor. doğru kişileri bulmak başka, uygun kişileri bulmak başka, işte bunlar olabilmek başka. hiç birimizin de her zaman başardığı şeyler değil.

bu kadar kişisel bir şeyi de burada paylaşmak ne kadar doğru bilemedim çünkü arniyetli kuduruk delilerle dolu bir yer. bir çok kişinin de ahlakla alakalı çok bir mevhumu yok. ama yani babamın ekolünde de piştiğimden, annemden saldırdılar diye ağlayacak değilim, karşı atak yapacak malzemeler her zaman vardır ve o yüzden de yayınlicam :d

çok alakasız bi şarkıyla girdim çok manasız bi yerden çıkmak istiyorum:

ağlak şarkı beklediniz di mi, pank iz nat ded ama.*
devamını gör...

kadınların efendi erkek sevmemesi

sevmek zorundalar mı sorusu ile karşılaşır.
ne efendi erkek onu bilmiyorum. nerde efendi olunacak?
siz bazı şeylerin farkında değilsiniz, ben hemen uyandırayım. erkekler antisosyal kişilik bozukluğundan muzdarip değilse veya ciddi bir zihinsel özür durumu yok ise toplum içinde gayet efendiler zaten.
kadınların çoğu efendi olduğunu sandığı erkeklerle birlikte oluyor. özellikle balici fantezisi olan ablalarım varsa ona bir şey demiyorum ama o seri köz getirci dediğiniz, maganda dediğiniz, kadın da birlikte olmasaydı dediğiniz adam sanıyor musunuz ki ilk buluşmada kadının ağzının ortasına iki tane çakıyor?

erkeğin manyaklığı nerede ezik hissediyorsa orada ortaya çıkıyor. yatakta öyle hissediyorsa orada eziyet edip güç gösteriyor. burada sert seksten bahsetmiyorum, tahakkümden bahsediyorum. duygusal arenada zaten çoğu mızmız çocuklar gibi, 5 yaş kompleksleri ve algıları fix.

abicim çok kültürlü ve süper bi erkek olduğunu düşünüyorsan, telefonda "ya beni bi dinler misin?" diye dert anlatmaya çalışan ablaya engeli çakıp 10 gün ortadan kaybolmakla had bildirdiğini sandığın anda çıktın o profilden, geçmiş olsun. duygusal şiddet de şiddettir.

bi de burda maçoluğu alfalık olarak satmazlar mı? okumuşluğu ve imaj kaygısını efendilik diye kakalamaya çalışmazlar mı ve sonra da her gece niçin elimi silkiyorum isyanıyla buralarda ağlamazlar mı? :d
devamını gör...

laik atak

bu gün bir yazar sayesinde yaşadığımdır.
inanılmaz kimlikler edindim sözlükte. normalde fikirsel olarak "devlet" ve "ülke" denen şeye inanmıyorum bile ama öyle söylemler karşıma çıkıyor ki kendimi "burası laik bir ülke! böyle burası!" derken buluyorum.
burası sayesinde feminist oldum.
umarım burası sayesinde milliyetçi olup ülkücü bıyığı bırakmam.

ya özür dilerim mümkünse insanlık haklarım çiğnenmeden özgürce yaşamak istediğim için :d.
tek eşlilik, kılık kıyafet serbestisi, taşlanmamak, öldürülmemek, demokratik haklara sahip olmak, hukuki eşitlik ve toplumda yer edinmek istediğim için çok özür dilerim gerçekten :d. ne haddime diyemedim :d.
devamını gör...

yazarların whatsapp’tan attığı son mesaj

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
dünya çirkini bir dolma kalemim var onu tartıştık. mükemmel bi tespit yaptı hakkımda.
kalem şu:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bunun pembeli morlu lilalı harika geçişleri olan bi versiyonu vardı, tercih etmedim mesela. insan gibi mavili kremli olanını da gördüm, onu da tercih etmedim. kalemi gördükçe tadım kaçıyor.
devamını gör...

agatha'nın anahtarı

bu ay okuduğum 4. kitaptır. helal lan bana, tebrik ediyorum kendimi. aynı zamanda bir ahmet ümit kitabıdır ve başkomiser nevzat'ı polisiye sahnesinde gördüğümüz ilk kitap.

bu yıl kitap fuarından almıştım ve yazara imzalatmıştım. bu serinin bir de son kitabı yırtıcı kuşlar zamanı'nı okudum. sondan başladım, baştan devam ettim yani.

içerisinde 15 polisiye öykü var.
bence kitap çok akıcı ve güzeldi her şeyden önce. bir oturuşta bitirebilirdim odaklanma kapasitem biraz daha artmış olabilseydi.

diğer arkadaşlara şu noktada katılıyorum: evet öyküler tahmin edilebilirdi.
benim için bu tahmin edilebilirlik hali hiç sorun olmadı çünkü derin ya da çetrefilli öyküler okumayı en başta beklememiştim. daha rahat, daha geniş ve şöyle çerez bir şey olduğu ön yargısı ile başlamıştım kitaba. bu beklentimi karşıladı.

savcıyı öldürmek isimli öykü en sevdiğim öykü oldu. çok absürt, çok saçma sapan oluşu nedeniyle. papağanları da seviyorum ayrıca, çok komikler. sevgilim tiner ve kör bican'ı kim vurdu da en keyif aldığım diğer iki öykü oldu. sevgilim tiner biraz içimi sızlattı tabii.

son 5 öyküyü hiç ama hiç sevemedim. yasını tutacağım özellikle en bayık öyküydü gibi geldi bana. aşk ve kıskançlık cinayeti gerçekte de sık rastlanan, çok saçma sapan bir katil oluş nedeni bence. kitaptaki kurgulanışı da beni tatmin etmedi.

genel olarak akıcı ve hafif oluşu ile sevdiğim bir kitap oldu. polisiye okuyasım geldiğinde muhtemelen ara ara komiser nevzat'a el atarım.
devamını gör...

pandaların nesli nasıl tükendi

2021 yapımı 4 dakikalık bir halim yentür animasyonu. pandaların mücadelesine içli ve yumuşak bir bakış.

yine çizgiler harika ya. gerçekten tarz olarak çok sevdim bu animasyonu da. ve de akşamdan kalmalığın verdiği tatsız melankoli ile birlikte oturup ağlayacaktım neredeyse.

zaten olay pandalar değil, pandalar üzerinden kültürün tektipleşmesi ve her şey bi çıtır sanki eleştirilmiş. modern dinler ve tarım ve hatta sanayileşme.

pandalar çok tatlı her koşulda.
4 dakikaya sığdırılmış bir küçük insanlık tarihi özeti.
bakmak isteyebilirsiniz.
devamını gör...

mal sayımı

bir erlend loe kitabıdır.
doppler , bildiğimiz dünyanın sonu ve naif süper'i okumuştum. naif süper benim çoook sevdiğim bir kitap olsa da doppler serisini sevmedim. mal sayımı ise benim çok arada kaldığım bir kitap oldu. yine de doppler serisinden daha iyi diye düşünüyorum.

kitabı okurken sık sık aklıma le daim denen film geldi nedense. bence çok benzer havalarda eserler.


kendisini edebiyata, özellikle de şiire adamış bir yazarın olgunluk yıllarında bir şiir kitabı basılır ve kitap eleştirmenlerden oldukça kötü yorumlar alır. yaşadığı hayal kırıklığı, bir üniversitedeki söyleşisinin de iptali ile bitimsiz bir öfkeye dönüşür ve yanlışlıkla bir cinayet işler.

akıl sağlığındaki bozulmaları, sanki bardak kırmış gibi bir bezginlikle cesede bakıp sigara içtiğini okuyunca fark ediyoruz zaten...
sonra da kitabıyla alakalı sert bir eleştiri yazısı kaleme alan, genç bir eleştirmenin peşine düşer. aslında niyeti nasıl birisi olduğunu görmek, onunla konuşmak, daha doğrusu hesaplaşmaktır. kimseyi öldürme niyeti yoktur. ama yine sinirlerine hakim olamayıp koca bir kitabı kafasına geçirmek suretiyle onu da öldürür. *
(bkz: terminal ereksiyon)
neye bakacaksınız kimsenin de yazdığını sanmıyorum :d yazılmadıysa yazcam ben, bakarsınız. bkz veriyoz bakcak bişe yok :d neyse...

hazır ne güzel erekte oldu, bari bir işe yarasın diyerek bir de adama tecavüz etmesi hiç hoş olmadı bu arada, bunu da belirtmek isterim. adamın öldüğünün farkında değildi, bu nedenle nekrofil diyemiyorum hanım yazarımıza ama çok rahat bir şekilde tecavüzcü ve psikopat diyebiliyorum.

kurguda bir şekilde, kimse de peşine düşmüyor bu arada hanımefendinin. en son bir okuma programına katılıp iyiden iyiye fıttırması ve tramvayların altında sürüklenmesi ama asla ölmemesi gibi hadiseler yaşanıyor.


bize aslında bu hanımefendinin gerçekte başarılı bir şair olduğu ancak değerinin bilinmediği sezdiriliyor. kitabın başında onu zavallı, saplantılı bir kadın gibi algılasak da, aslında mücadele verdiği kişilerin son derece yetersiz ve çapsız olduğunu görebiliyoruz. kadının bir türlü ölmeyişi ve haykırışları, iyi sanat delik deşik edilse de bir şekilde sağ kalır mesajı mı veriyor emin değilim ama öyle düşünmeyi tercih ediyorum.
devamını gör...

kattenstoet feativali

insanity adlı kitap serisinin ilk kitabında bahsi geçen, bu gerçekten yaşanmış mı diye hayretle araştırdığım ve yaşanmış olduğunu öğrendiğim festival.

ortaçağda belçika'nın bir şehri olan ypres kumaş endüstrisi ile ünlüymüş. kumaşın bol olduğu yerde ne olur? fare. halkın başı farelerle beladaymış. farelerle baş etme umudu ile kumaş tüccarları kedileri getirmişler şehre. besin cennetine düşen kedilerin nüfusu hızla artmış ve bu kez de kediler sorun olmaya başlamış. böylece insanlar kedilerden kurtulmak ama vicdanlarını da rahatlatmak için cadılıkla ve karanlık güçlerle ilişkilendirmişler kedileri. böylece kediler boğularak, yakılarak, yüksek kulelerden atılarak coşkuyla öldürülmeye başlanmış. böylece bu kıyım lentin 2. haftası çarşamba günü gerçekleşen bir ayin haline gelmiş. günümüzdeyse halkın bir kısmı cadı, bir kısmı kedi kostümleri giyerek kedi geçit törenleri düzenliyorlarmış.
devamını gör...

güne bir görsel bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
saat sabah 5tir ve birisi ayaklarıma saldırmaya hazırlanmaktadır.
devamını gör...

howl (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

amerikalı şair allen ginsberg'ün aynı ismi taşıyan şiirini müthiş animasyonlarla harmanlayan, aynı zamanda müstehcen olduğu gerekçesi ile yayıncısının dava edilişini ve duruşma sürecini kurgulayan, bir yandan da ginsberg'ü kendisinden dinlememize olanak tanıyan bir röportaj kısmını da barındıran, yani üç eksende ilerleyen bir film.

yönetmenler rob epstein ve jeffrey freidman. ginsberg'ü ise james franco canlandırıyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

animasyonlar anladığım kadarıyla kitabın grafik-roman şeklinde hazırlanan baskısına uygun olarak hazırlanmış. bakmak isterseniz çizer eric drooker.

film olaylar üzerinden ilerlemiyor aslında. hem belgesel, hem şiir dinletisi gibi. jack kerouac, neal cassady gibi isimler kulağımıza çalınsa da onlarla çok fazla hemhal olamıyoruz.

ginsberg'ün annesinin akıl hastanesi deneyimi, kendisinin akıl hastanesi deneyimi belli ki yaşamını etkilemiş.

2010'da gösterilmiş, bu vakte kadar nasıl duymadım hayret.
ben keyifle izledim, bu gün de kendi uluyan'ımı çizdim:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sözlüklerin erkeklere ait olduğu gerçeği

her şeyin erkeklere ait olduğu gerçeği...

erkek dediğin canlı böyle bi şey çünkü. otu b*ku sahiplenmezse, alanı olarak işaretlemezse, tahakküm kurmazsa rahat edemiyor. mesela bir kadın olarak reglinizden veya meme boyunuzdan bahsedin. muhakkak memeniz veya regl döngünüz hakkında sizden daha bilgili olacaktır. hiç tanımadığınız biri bile olabilir bu. selam verdiğiniz anda birden her şey onun etrafında dönmeye başlar. yani iletişim kurmanız yeterlidir bu tahakkümle karşılaşmak için. bazen duygu ve düşünceleriniz bile onun tasarrufundadır. rahatlıkla size "hayır aslında böyle hissediyorsun" diyebilir.

bunun dışına çıkan erkekler de vardır ama muhtemelen erkek nüfusunun %0.5ine filan tekabül ediyorlar. ve dağılmış vaziyetteler, endemik değiller. bunlardan burada vardır diyip gidip bulamıyorsunuz o nadide beyleri.

dolayısıyla alın canlarım, sözlükler de sizin olsun.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ordu

mis gibi havası, sıcacık insanları, tarifsiz bi manzara sunan teleferiği, tadı damaklarda iz bırakan pidesi, yeşilin maviyle dans ettiği eşsiz doğası ile allahın belası bir ilimizdir.
devamını gör...

wetlands

her şeyden önce allah belanızı versin sizin diyerek tanımıma başlamak istediğim filmdir. mubi allah senin de belanı versin orada seksli gençlik filmi izleyip neşemi bulacağımı sandığım bir açıklama girdiğin için...

2013 çıkışlı bir david wnendt filmi.
yok seksli cahil ergen aşkları. üzücü hadiseler var filmde. komedi & dram demişler imdb'de. bir anında bile gülmedim, onu söyleyeyim.

ya çok çaresiz bi ergen var.
anne sevgisizliği, baba ilgisizliği, üstüne bi de bunların boşanması çocuğun üzerinde çok etkili olmuş tabi negatif anlamda. annenin temizlik konusunda obsesyonu var. anne şizotipal zaten bi yandan, çok ciddi dini arayışları var. bir yandan iki ebeveyn de salak saçma tiplerle takılıp duruyor. çocuklar hayat içinde savruluyor.

buna başkaldırı olarak hanım kızda dirty, filthy tavırlar var.
seksüel anlamda da, normal anlamda da. o yüzen türkçe olarak "kirli" diyemedim.

abla pislik seviyor.
pis bi abla.

cinselliği keşfeder ve cinsellik üzerinden hayata başkaldırırken sebzelerle, kadınlarla ve oğlanlarla, her şeyle açık ve umarsız bir münasebeti var.
pasif agresif çığlıkları ve çırpınışları var.

aynı zamanda bu bir basur hikayesi.
basur evet, götteki basur dümdüz...

biraz şefkat görmek adına hastalığı kullanma durumu var.
öyle bir yerde ki kendisine zarar vermek ve acı hiç umrunda değil.

bacım, seni çok iyi anlıyorum ya.

ameliyatlı götümüze sandalye sokmadık çok şükür ama, benzer yerlerde durduk. sen de çok haklısın güzelim, kafanı göğsüme bastırıp "geçecek" demek istiyorum sana.


puanı 5.8 bu arada.
haksız bi puanlama olduğunu düşünüyorum.
çok derinlikli bi film değil, akıl uçurmuyor, onu söyleyeyim.
görsel olarak voaa denecek şovlar yok, onu da söyleyeyim.
yine de o kadar da kötü değil.
devamını gör...

ilginç dövmeler

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
her yere atıyorum her yere.
en gururla taşıdığım tatu bu.
bu fikirle ortamlara girdiğimde mal mısın aminyum ahıahsueıhsıwh diyen herkes sonradan abuk dövme tabir ettiğim şeyi keşfetti. koluna göt deliğine bakan ördek yaptıran soluğu yanımda alıp abi çoook iyi dövme yaa yeri de çook iyi falan demeye başladı. çok grotesk diyen var, değil grotesk, ne alaka aminyum?

toplum baskısına boyun eğmedim. size ne dalyapraklar dedim ve geçtim.
işte sonuç.
devamını gör...

tüm sevgilileri aynı eve toplayıp intihar etmek

benim vardı öyle bi tane hayalim ama tek bir kişiye yönelik.
aspova dinletiyodu ya fksnfl
babam ölmüş adam aspova dinletiyodu.
sisi diyo, gel diyo, gidelim buralardan.
aspova da fonda "kimine paket hayat kimine bi dal" diyor.
ben de diyorum ki olmaz önce kilo veriym... kilo veriym dediğim de 60 kilo vercem :d 3-5 değil.

dedim ki ya bi gün senin yanında intihar edicem, ayarlicam travma olsun da dinleyeme diye fonda da aspova çalcak!

caydım sonra ama :d.
sanıyordum ki ancak ben ölürsem adamda bir duygulanım yaratırım, meğer yaratıyomuşum zaten.
gerek kalmadı yani ölmeye :d.
devamını gör...

vesikalı yarim

benim en sevdiğim yeşilçam filmlerinden biridir. nedeni de ex eniştenizdir.
senelerdir adama vesikalı yarim diyorum. o bana genelde bir şekilde hitap etmiyor nadiren de alt dudak diyor. ** en sonunda dedi ki vesikalı yarim ne demek? attım film afişini. kayboldu ortadan. abi adama 3 dakikalık şarkı atsam dinlemez, açmış izlemiş. meğer ondan kaybolmuş. gelmiş diyor ki "ya sisi niye diyosun anlamadım, senin hiç öyle bi o...puluğun yok?"
garibim ya... saf işte...
hayatım dedim vesikalı olan ben değilim sensin.ben bu hikayedeki halil'im. dlsjkflskf.
devamını gör...

salkım hanımın taneleri

allah kahretmesin, insanın içinden geçen bir filmdir. 99 yapımı.

eğlenceye, mutluluğa düşman biri miyim anlamadım. gerçekten elimi neye atsam içimi deşiyor.

filmde adapsız köylü kurnazı dallamalar var *, tecavüzcü sapıklar var. bir şekilde herkes başka bir acı çekiyor.

hülya avşar bu filmde o kadar güzel ki. gerçek bir yıldızlar geçidi.

her şey çok içli.

kültürlü, nazik bir kadının, bu köylü kurnazına niçin kaçtığını anlamak çok güç. yine bir şekilde senelerce beraber kalmayı başarmışlar. kadınların işte insanca yaşamaya çalışırken yaşamak zorunda kaldıkları inanılmaz. bok gibi adamlarla sevişe sevişe yaşıyorlar bir şekilde.

bunu pırlantalar ve kürkler için yapan bir hanım var. kendi aşüfteliğinin neşesinde bakıyor dalgasına. onun kabullenişinde ve kendisiyle barışıklığında onaylanmayan bir güzellik var. bu yaşama ve kendine dürüstlüğü seviyorum. niçin tercih edilir çok anlayamamakla beraber seviyorum.

varlık vergisi bahanesiyle yapılan yağma ve sömürü inanılmaz, iğrenç ve korkunç. fakirlerin zengin nefreti çok anlamsız. kapitalist bir yerde durmak istemem ama şunu anlamak zorundayız ki, para kazanmak ve parayı tutabilmek bir beceridir. insanlar yalnızca fırsat eşitsizliği yüzünden fakir değiller. bilgi eksikliği, bakış eksikliği, zeka ve eğitim eksikliği gün be gün fakirleştiriyor onları. bizi ülkece bu hale getiren bu değil mi? kaynakları doğru değerlendirenlerin zenginleşmesi ve sömürmesi ne yazık ki kaçınılmaz.

orta karar grup, hem zekâ hem varlık bakımından, bu fikirsiz cahillerin ve bencil zenginlerin el birliği ile çarçur oluyor işte. kimsede huzur kalmıyor, kimsede.

kapitalizmden ve aptallıktan tam olarak bu yüzden nefret ediyorum.
devamını gör...

kum kusu (yazar)

ne kadar tatlı bir nick ya, hoş gelmiş.
bu yaz sahilde bulduk 1 tane.
inanılmaz sevimliydi.

bunlar yumurtalarını kuma gömüyormuş hakikaten, yüzeysel bi gömü olduğuna inanıyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

galiba cılıbıt deniyor bunlara. *
sevgiler çok.
devamını gör...

flash lash colored maskara

bir golden rose ürünüdür.
renkli renkli maskaralar yapmışlar böyle. inanılmaz iyi renk veriyor, yeşili var bende. fırçası bombeli ve zannediyorum kıl.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yalnız suyu bırakın neme bile dayanıklı değil. unutup da yüzüme su çarpayım derseniz ortalıkta joker gibi gezersiniz valla. göz kaşımayı falan da unutun.

ucuz olması nedeniyle saldırdı insanlar.
günlük makyajda mürdüm veya siyah okey bana. arada gaza gelip bunu da sürdüğüm oluyor. ama renkli kirpiklere çok yüksek değilim. o yüzden başka renklerini alır mıyım? evet muhtemelen alırım evdeki denemelerim için :d. tasarım yapmayı seviyom.

yüzümde max 15 dakika kalacağı için (evdeki boya cila denemelerim öyle oluyor çünkü) sorun yok. ama baya bildiğiniz gün boyu benimle kalsın isteyeceğim bir makyajda kirpiklerim yeşil veya mor veya mavi olsun desem, tutup da bunu tercih etmem.

kirpikleri kaldırma ve kıvırma konusunda da bence yetersiz.

cilde kirpiklerden daha çok tutunması tatsız. yağ bazlı bi temizleyiciyle bir güzel çıkarmanız lazım oranızdan buranızdan.
devamını gör...

bir iş görüşmesi hikayesi

alkım özmen kısa filmidir.
insan olun biraz ile fikir ayrımı yaşadığım ender konulardan biri bu.

her şeyden önce ibrahim selim'i hiç yakıştıramadım durduğu yere. elinden gelen en iyi performansı sergilemiş ve insan öyle bir durumda öyle donuk ve şokta olur muhtemelen ama asla hiçbir duygu hissetmedim.

işsizlik baskısının kıskacında kıvrandığımız modern dünyada bence çok olabilir bir senaryo bu gerçekten ama olabilirliği duru değil sığ işlenmiş gibi geldi bana.

karım hamile ve işsizim durumunu yalın ve ajite etmeden belirtmesi gayet güzel. ağlayıp zırlayan ve üzerini parçalayan birini görsek ne hissederdik bilmiyorum. belki daha etkili, daha sömürücü * ve daha çarpıcı dururdu. böyle durumları yalınlıkla anlatma fikrini seviyorum.

ama her şeye rağmen öyküye giremiyorum ve dışarısında kalıyorum. bende herhangi bir duygu uyandırmıyor ve tüm film 15 dakika boyunca inanılmaz uzak ve samimiyetsiz geliyor ne yazık ki.

beğenmedim.
devamını gör...

tiffany'de kahvaltı

başlık açılmamasına şaşırdığım bir truman capote kitabıdır. tiffany'de kahvaltı şeklinde başlık açınca da filme yönlendiriyor.(bkz: breakfast at tiffany's)
titiz editörlere bu bilgiyi de vereyim.

kitabı okurken hissettim ama sonraki araştırmalarım da gerçekten de beat'e göz kırpan bir tarzı olduğunu ortaya koydu. capote daha ziyade güney gotiği (bkz: southern gothic) denen türde yazıyor olsa da anladığım kadarıyla tiffany'de kahvaltı ile kendi bibliyografisinin dışına çıkıyor. 1940-1970 en üretken olduğu dönem ve ikinci dünya savaşısonrası bir süreci deneyimlediği için, amerikan halkının bireyselleşmesi ve medyanın önem kazanması, kapitalizmi merkeze alan bir yaşamın yükselişi gibi durumlar yazınını etkiliyor.

bu kitap ise holly golightlyisimli "kaçık" bir kadının yaşamından bir kesit sunan bir novella.* kitabı da chatgpt karakteri bana benzetti diye okudum bu arada :d başta holly ile kendim arasında bir benzerlik kuramamış olsam da, sayfalar ilerledikçe manasız bir melankoli ve şefkat ile benzerlikleri yakaladım.

holly gerçekten derinlikli bir karakter.
en başta karşımıza çok da ünlü olmayan hoppa bir oyuncu olarak çıksa da, hikaye ilerledikçe onun acılarına ve açmazlarına da bakma imkanı buluyoruz. köksüzlük holly'nin en temel problemi. bağlanma arzusu ile çatışan özgürlük arzusu hayatın içinde savurup duruyor onu.


sevdiğin insanları yabancı gibi tutabilirsin hayatında, arkadaşın olan bir yabancı gibi.


inanılmaz ben bir cümle bu ve yakınlık teklifinin getirdiği dehşetli kaçma arzusunu ve boğuculuğu holly kadar iliklerimde hissediyor ve onu anlıyorum. çocuk gelin olması, ailesinden ve hayattaki tek yakını olan, içtenlikle yaklaşmak isteyebileceği tek insan olan ailesinden koparılmış olması sevgi karşısındaki kaygısını anlayabilmemiz için çok yeterli. bir vahşi kedi holly.


holly "sakın bir yabaniyi sevmeyin bay bell", diye ona öğüt verdi. "dok'un yaptığı yanlışlık buydu. eve durmadan yabani şeyler taşıyordu. kanadı incinmiş bir şahin. bir kez, ayağı kırılmış kocaman bir vaşak getirdi. kalbini bir yabaniye vermemelisin: onları ne kadar çok seversen onlar da o kadar kuvvetlenirler. en sonunda ormana kaçacak kuvveti kazanırlar. ya da bir ağacın en tepedeki dalına uçarlar. sonra daha yüksek bir ağaca. sonun bu olur bay bell. eğer kendini yabanıl bir şeye kaptırırsan, sonunda gökyüzüne bakakalırsın.


holly de belki de çaresiz ve yaralı iken, 14 yaşında alındığı kafesten kaçarak şehre yerleşiyor, gerekli kuvveti kazandığında.

dedikleri de çok doğru. vahşi hayvanları serbest bırakmak için sevmek lazım. sonsuza dek birlikte olunmayacağını bilerek. hiçbir zaman bunun özrünü dilemek ve ağırlığını hissetmek zorunda kalmayan bir vaşağa ne kadar imrendiğimi anlatamam. bir bar taburesi üstünde kendini aklamaya çalışırken, sarhoş bir vaziyette ve bütün kalma çabasında, holly'i görebiliyorum ve vahşi bir hayvanı seyreder gibi, yüzümde ufak bir tebessümle izliyorum onu.

bazı insanlar böyledir.
taparlar vahşi şeylere. bir hobidir bu, daha vahşi olanı, daha egzotik olanı bulana dek beslerler. hapsederler ve tüm vahşi doğayı ellerinden almaya çalışırlar vahşi şeylerin. vahşi şeylerle sevgi bağı kurmak zordur. karşılık alma umuduna kapılmadan sevmeyi başarırsan, bir ihtimal karşılık alabilirsin. bazı vahşiler hayatımızdan geçip gitmek için vardır. şansımız varsa tekrar karşılaşırız onlarla ve ufak bir baş selamı veririz. sonra yine ayrılmak için birkaç kelime ederiz. ve yollarımıza gideriz.


sana söyledim, bir gün nehrin kıyısında karşılaşmıştık. hepsi bu. ikimiz de özgürüz. birbirimize hiçbir zaman söz vermedik. hiçbir zaman...


yine de tüm bunlar, birlikteliği özgürlükle takas etmiş gibi davranmak, yalnızlığı maskelemekten başka bir şey değil gibi geliyor. acısını duymamak için mantıklı bir hava vermek, çirkinliği ile karşılaşmamak için süslemek gibi, özgürlük sosuyla. oysa gerçek özgürlük kalmak isteyeceğin yerleri de seçebilmekle alakalı. sonuçta insan ne olursa olsun, kendisine zincirli.


buradan kapıya gitmek senin dört saniyeni alır. ben sana iki saniye veriyorum.


devamını gör...

swimming pool

2003 yapımı bir françois ozon filmi.

102 dakikalık bu film izleme listemde vardı ve örgü örerken akıp gitti.
polisiye kitap yazarı bir kadının tıkanması (zihinsel olarak :d) üzerine yayıncısı kendi yazlık evinin anahtarını verir ve kitabını yazmak için orada kalabileceğini söyler, en azından film böyle başlıyor.

sessiz ve sakin günler içerisinde ilham perileriyle tekrar barışmış kitabını yazarken, yayıncının kızı julia'nın eve gelmesi ile tadı kaçıyor huysuz yazarın. öbür yandan julia'nın da karmaşık bir aile yaşantısı, kişilik ve öfke kontrol sorunları var ve bir ihtimal nemfoman.

önce kızın varlığından çok rahatsız olan yazar, odasında bir defter bulması ile (sanıyoruz kızın günlüğü) julia'ya ilgi göstermeye başlar ve onu bir romana dönüştürür.

gerisi biraz karışık. izleyici bir işler döndüğünü sezse de tam olarak ne olduğunu anlayamıyor.

julia'nın bir adam öldürmesi ve yazarın ona serinkanlılıkla yardım etmesi kafamızda soru işaretleri uyandırırken ikilinin dostluğunun temellerini atıyor.

son sahnede yayıncının kızını ofise girerken görüyoruz ve anlıyoruz ki günlerimizi beraber geçirdiğimiz julia o julia değil. ve gerçekten o yazlık evde bir julia var mıydı emin olamıyoruz.

julia diye karşımıza çıkan ve yazarla kol kola giren karakter, yazarın yeni romanı ve bizi kurmaca içerisinde sanatçının yaratımıyla kurduğu ilişkiyi de atlamadan bir geziye mi çıkarıyorlar, yoksa yazar aslında kendisini mi yazıyor? şahsi bir itiraf mı tüm izlediklerimiz, gençlik anıları mı?



bana kalırsa öyküyü her türlü kurgulamak mümkün ve net bir karşılaşma yaşanmıyor zaten karakterler arasında. dolayısıyla yönetmenin de seçimi bize bıraktığını düşünmek mümkün.

ben filmi daha orijinal ve keyifli bulmak adına ilk teorime sarılacağım.
derin bir öyküsü olduğunu düşünmemekle birlikte akıcı ve çarpıcı buldum filmi.
bakmak isteyebilirsiniz.
devamını gör...

bipolar duygudurum bozukluğu

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bipolar bozukluk budur.
devamını gör...

felaketzedeler evi

1987de letras de oro roman ödülünü kazanan, guillermo rosales'e ait muazzam bir kitap felaketzedeler evi. kitabı gökhan aksay çevirmiş ve jaguar kitap basmış.

"insana inanmıyorum. tanrıya inanmıyorum. ideolojilere inanmıyorum." diyen marazlı yazarın bize ulaştırabildiği tek çığlığı, belki de fısıltısı. fakat unutmayalım, bazı fısıltılar çığlıklardan daha kuvvetlidir.

yurdunu terk edip amerika'ya yerleşmiş bir göçmenin, kaldığı bakımevinde yaşadıklarını anlattığı bir kitap. aynı zamanda otobiyografik sayılabilecek bir roman olduğu söyleniyor.

huzurevleri, tımarhaneler ve hastahaneler doğası gereği insanlık onurunu çiğneyen yerlerdir bana sorarsanız.

birbirinden zayıf, birbirinden çaresiz, deliliğin ortasında dolaşan bir adam neye tutunabilir peki? sanata mı? aşka mı? aşk sesleri bastırabilir, aşkın sesi güçlüdür çünkü ama ya sonra? otoritenin sesi daha mı güçlüdür? her şeyin değer kaybettiği bir dünyada kişi, varlığını ne üzerinden tanımlayabilir? ve son nefesine dek bu savaşı nasıl verebilir.

benim adıma çok çarpıcı bir kitaptı felaketzedeler evi. es geçmeyiniz.
devamını gör...

bir tweet görseli bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yazarları ağlatan şarkılar


çok var ama bu günün salya sümük ağlamalı şarkısı bu olabilir.
yüzyıllarca beklemiş gibiyim ve yüzyıllarca daha beklesem şikayet etmem. beklenecek biri/ bir şey olsa yani.

bütün ayçiçekleri ezilmiş, bütün yaşlı, kirli lokomotifler zafere koşuyor gibi bir dünya. (bkz: günebakan sutra) oysa ben bununla çok mücadele etmiştim hem de gördüğüm manzarayı çok sevmiştim.

your deepest hell, never the same as them
ı've burned a lot of bridges
so we can love until infinity
devamını gör...

otopsim


oscar wilde şöyle yazmış: "hepimiz çukurdayız ama aramızdan bazıları yıldızlara bakıyor."
ben burnu havada biri gibi görünme ve kafamı kırma uğruna yıldızlara baktım.
beni moliere gibi geceleyin gömsünler isterdiö.
yıldızlar için.



otopsim, fournier'den okuduğum ilk kitap. dolayısıyla tarzına hakim değilim. ancak anladığım kadarıyla otobiyografik kurgular söz konusu. çünkü otopsim'de bol bol başka kitaplarından söz ediyor.

kitabın kahramanımıza, yani fournier'nin kadavrasına aslında antikahraman demek bence yanlış olmaz. ancak öyle yeraltı edebiyatı tabir ettiğimiz türde karşımıza çıkan, ağzı bozuk, kendini kaybetmiş ve bulamamış bir anti kahraman değil. daha çok sevimsiz, uyumsuz bir karakter. bir hayli benmerkezci hatta insan bu işi narsizme vardırıyor mu acaba diye düşünmeden edemiyor.

"bu gün kadavra dağıtımı var." diye başlıyor kitap. ve ilk sayfada öğreniyoruz kendisinin de o kadavralardan biri olduğunu. genç bir kız öğrenci bedeninin otopsisini gerçekleştirirken, fournier de yaşamının ve zihninin otopsisini gerçekleştiriyor. açık yüreklilikle de bizlerle paylaşıyor. ben okurken, sıklıkla empati kurmayı denerim. kahramanla benzer yanlarımı yakalar, ayrı yanlarımızı incelerim. eh, sizde de böyle bir alışkanlık varsa, kitap ister istemez sizi de kendi yaşamınızın ve zihninizin otopsisini yapmaya davet ediyor.

kara mizah her zaman sevdiğim bir şey oldu. şarkıyı değiştireceğim ve "acıdan geçmeyen gülümsemeler biraz eksiktir" diyeceğim, ayh kendi içimi şişirme pahasına inanıyorum da buna. ve fournier de bu işi çok iyi yapıyor, acının tatlı tebessümü hehehe hepimizin galbinde.
devamını gör...

sözlük yazarlarının onayından geçen sosyolog olmak

yani bence aklıselim ve bol diplomalı bir sosyolog diploma krizinden nemalanmak yerine en çok dehşete düşen kişidir. çünkü yarın öbür gün devlet onun diplomalarını da elinden alabilir.
bende 1 tane var abi 4 yıl daha okur alırım yeniden. 5-10 tane olan naapsın, ömür yetmez yerine koymaya.

bunları düşüneceğine aşık veysel vs atatürk başlığı açıyor ülke konjonktüründe, yaptığı çıkarım bu ayarda yani. nası güvenim? hepsi böyleyse memleketin de bu durumda olmasına şaşmamalı.
devamını gör...

normal sözlük

beni zaman zaman ahmet'e dönüştüren sözlük:
youtube.com/shorts/utNrHmfb...
edit: ilişkiler açısından değil yav genel manada
devamını gör...

sözlük yazarlarının yetenekleri

sözlük yazarlarının sahip oldukları yetenekleri paylaştığı başlıktır:tanım**
-çizim/ illüstrasyon
-üstünde durur isem yazı-çizi.
-incel örseleme
-çok sıkışır isem pick me / kezban örseleme
-ikiyüzlülük ile yılmaz ve bitmez bi mücadele
-aşka hâlâ inanıyor oluş ve umutlu olma hali

teşekkür ederim, hepsinin muazzam yetenekler olduğunu düşünüyorum. insanlar kafasına sıkmasın diye allah bi de müzikal & teatral yetenek vermemiş. teşekkür ediyorum kendisine ayrıca bunun için de. beni orta çağda yaratmadığı için de çok teşekkür ediyorum hazır yeri gelmişken.
devamını gör...

acun ılıcalı

melisa ılıcalı'nın babasıdır.
fark etmiş olabilirsiniz, ben melisa fanıyım.
devamını gör...

adventures of god

(bkz: matteo teo ferrazzi) ve corey jay tarafından yaratılan bir komedi webtoon. isminden de anlaşılacağı üzere tanrı ve onun maceraları anlatılıyor. bahsi geçen tanrı alkolik, göbekli ve biraz çatlak. dünyayı yaratımı sırasındaki çılgın fikirleri, sarhoşken aldığı kararlar, lucifer ile olan çekişmeleri, zavallı cebrail ve isa mesihin ortalığı toparlama çabaları inanılmaz eğlenceli anlatılmış. okurken yer yer kahkahalar atıyorum. buradan türkçe çevirisi yapılmış kısımlara ulaşabilirsiniz. eminim bir yerlerde ingiliççesi de vardır. keyifli okumalar
devamını gör...

osuruk böceği

latince tür adı nezara viriduladır. pis kokulu yeşil böcek olarak da bilinir. ergin ve nimf formunda olanlar bitkinin yaprak ve meyvelerinden beslenir. senede yaklaşık üç kez döl verir. bitki öz suyu ile beslendikleri için meyvelerde şekil bozukluğuna yol açarlar. bakın bu da görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ağız kopuzu

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
şöyle bir şeydir.
nefes üflerken dilinizi kırpıştırarak ve ortadaki tele "dınn dınnn" vurarak ses elde ediyorsunuz anladığım kadarıyla. bana kalırsa ses elde etmek bile çok zor.

burada da elektronik müzik ile harmanlamışlar. çok da yakışmış bana sorarsanız.
devamını gör...
100.

alice and the mayor

nicolas pariser 'in yönetmenliğini yaptığı 2019 yapımı bir fransız filmidir. edebiyat ve felsefe eğitimi alan alice, yepyeni bir işe başlar. sol görüşlü bir belediye başkanı için fikirler üretmek yeni işidir. ancak fikirleri çarpıcı bulununca başkanın konuşmalarını hazırlamaya yardım etmeye başlar ve politik olarak izlediği yolun eleştirilmesi gibi bir durum da gündeme gelir.

açıkçası bir politikacının bir filozoftan yardım alması fikri beni heyecenlandırmıştı. fikirler ve tartışmalar üzerinden ilerleyen bir film olacağını düşünmüştüm ancak sanki diyaloglar ve hatta mekanlar son derece yüzeyseldi. bilemedim, hiç bilemedim.
devamını gör...
101.

aşk hayatını bir görsel ile anlat

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
102.

kişinin aşık olduğunu anladığı an

bi' anda dünya benim değil onun etrafında dönmeye başladı. dedim kızım sen egoist g*tün tekisin, normalde böyle olmaması lazım. o an anladım.
devamını gör...
103.

geceye bir şiir bırak


ölümden önceki uyak
konaklaması bir ipte iki cambazın
sevişerek mümkün ancak...
özge dirik
devamını gör...
104.

kitap alıntıları


ben de pazartesi günü gibi hüzünlü ölümsüz erkekler tanımıştım...


dul ölümsüz eş arıyor - jean louis fournier
devamını gör...
105.

ekşi sözlük'ten gelen yazarlar

hoş gelmişler dediğim yazarlardır. (tanım)
içlerinde mantık, huzur, akıl ve fikir bulacağını umanlar var. hocam bizim hiç birimizde mevcut değil bunlar ya, ben de ortamı yeni kanlar düzeltir diye umuyorum bi süredir.
adalet de yok.
ayrıca muhatap da yok burada.
orman kanunları ile yaşıyoz.
siz yine de iyi düşünün, el ele verip çözeriz diye umuyorum ben de.
kucaklıyorum herkesi.
devamını gör...
106.

cipka

az evvel izlediğim kısa filmdir, tanım bu.
ben yine görsel olarak bayıldım filme, ba yıl dım.
ama içerik olarak pek bir mana bulamadım.

mastürbasyon yapalım diye çıkılan bir yolda bitimsiz bir başarısızlık ve sonra minik klitorisin (ki ben buna içgüdü diyeceğim) ipleri ele alması.

sonuç: başarı.

herhalde cinselliği bu kadar dertli tecrübe eden tek tür yine insan :d
devamını gör...
107.

yazarların kendisine en yakın bulduğu dizi film karakteri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kendimi en yakın hissettiğim karakter değil ama arkadaşlarımın beni en çok benzettiği dizi karakteri.
devamını gör...
108.

adana sıcağı

bir hocam bunu şu şekilde ifade etmişti: "sıcakta 2 şey süblimleşir. 1 - naftalin 2- beyin. bunu adanada öğrendim."
devamını gör...
109.

sözlük yazarlarının ruh halini anlatan görseller

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
110.

güne bir şarkı bırak

open.spotify.com/track/3rCt...
devamını gör...
111.

öyle bir geçer zaman ki dizisindeki ali kaptan karakteri

galiba muadili ile flört ediyordum yakın bir vakte kadar, şimdi fark ediyorum.
devamını gör...
112.

henri rousseau

varlığını az önce öğrendiğim 1844 doğumlu primitivist fransız ressam. kendisi gümrük memuru olarak çalışıyormuş. yaşadığı dönemde eserleri alaya alınsa da, ölümünden sonra bir dahi olarak anılmaya başlanmış. resimleri sürrealist ressamlara ilham kaynağı olmuş.
şunların güzelliğine bakın, renkler ve üslup nefes kesici.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim