1.
(tematik)
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://i.ibb.co/bL17n6X/IMG-1108.jpg)
moda, günümüzün kitle toplumu ve kitle kültürü ortamında bir iletişim kanalıdır. sokaklarda, konser salonlarında, otobüslerde, otellerin asansörlerinde ya da salonlarında, büyük mağazalarda birbirlerini bir an gören, fakat hep kalabalıklar içinde yaşayan insanlar birbirlerinden bir şeyler isterken aralarındaki iletişimin belirleyici ortamını üzerlerinde taşıdıkları oluşturmaktadır.
öte yandan, kentlerin anonim toplumsal karşılaşma ortamlarındaki demokratikleşme, insanlara, toplumsal hayattaki gerçek konumlarından daha yukarda konumlara sahipmiş gibi kendilerini gösterebilme olanağı sunmaktadır. bu durum, toplumsal sistemden yana işleyen bir aldanım olduğu kadar, derinden bakıldığında, dönüştürücü bir düş görme özelliği de taşıyor. düşlerin bu saklı duran dönüştürücü gücü, hiç umulmayan tarihsel anlarda harekete geçebilmektedir. günümüzde zorun, hâlâ düş olarak yaşadığımız, erişmeyi unutmadığımız birçok güzelliğin, toplumsal hayat tarzımızı oluşturan insan ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi ile gerçek hayata kazandırılabileceğinin kalabalıklarca anlaşılmasını sağlamaktır. insan ilişkilerine en temelden farklı bir gözle bakmadıkça düşlerimizin işlevsel olarak ‘evcilleştirilebileceğini’ de göz önünde tutmamız gerekiyor.
veblen’in (bkz: thorstein veblen) yaşadığımız yüzyılın başlangıcında söyledikleri hiyerarşik toplum ilişkileri içinde bir kıskandırıcı tüketim biçimi olarak kaldığı sürece, modanın içindeki farklı biri olabilme, güzel olma, yeni görünümlere bürünebilme, ferahlık duygusu gibi olumlu yanları ile bize yarattığı düşlerin bile ‘ziyan olabileceğini’ işaret ediyor. veblen’in amerikan toplumunda kitle kültürünün esas hatları ile oluşumunu tamamladığı günlerde söyledikleri ile, günümüzün önde gelen kültür sosyologlarından ya da kültür felsefecilerinden agnes heller’in söyledikleri sonuçta birleşiyor. her iki düşünür de, ‘insan’ın insan’a ‘avlanabilir bir hayvan’ olarak bakmasını olağan sayan bugünkü eşitsizlikçi ve hiyerarşik toplumlarındaki başat kültür eleştirel bir gözle ve kalabalıkların kendilerince en temelden eleştiriye tabi tutulmadığı sürece, günümüzün ve gelecek günlerin bilim ve teknolojideki gelişmeleri sayesinde maddi değer üretimi tam bir sınırsızlığa kavuşturulsa bile, insan’ın insan ile ilişkilerinin değişmeyeceğini ileri sürüyor.
veblen de, heller de, tarih boyunca çeşitli toplumsal formasyonlarda yaşandığı halde, en temelde, bugün de insanlığın efendi köle ilişkisinden kurtulamadığını işaret ediyor. hayat tarzımızı değiştirecek, mutluluk, onur ve itibar ölçütlerimizi yeniden biçimlendirecek bir kültürel eleştirinin toplumun her kesiminde yaygınlaşması sağlanmadıkça bilim ve teknolojideki gelişmeler ile tüketimin demokratikleştirilmesinin kültürel anlamda bir demokratikleşmeye erişmemize yetmeyeceğini vurguluyorlar.
veblen’in söyledikleri ile, burada görüşlerine yer veremediğimiz agnes heller’in ‘insan gereksinmelerinin kültürel boyutu’ üzerine söylediklerini birlikte ele aldığımızda günümüzün kapitalist toplumları için de, sosyalist toplumları için de sorunlara daha geniş boyutlar içinde bakmamız kolaylaşıyor.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://i.ibb.co/WGx2MGn/IMG-1100-k-rp.jpg)
şimdilik yalnızca thorstein veblen’in söylediklerini ele alıyoruz. tüketimin, tüketilen nesnelerin utility’sinden uzaklaştığı günümüz kültür ortamlarında tüketimin bir domination iletimleyicisi ve üreticisi oluşunu düşünmekte veblen’in öncülüğünü göz önünde tutarak yapıyoruz bu seçimimizi.
kuşkusuz, insan’a ve hayat’a ilişkin olguların tek bir kuramla açıklanamayacağını da unutmadan…
veblen’e göre insan “teleolojik” bir canlılığa, etkinliğe sahiptir. insan, bu nedenle, etkinlikte bulunmayı, çalışmayı sever. insandaki bu istek nesneldir, kişiye bağlı değildir. çok eski zamanlarda, topluluk üyelerinin mutluluğu birlikte aradıkları barışçı zamanlarda, veblen’e göre, insanlar birbirlerini değerlendirirken çalışma güçleri ile etkinlikte bulunma isteklilikleri ile birbirlerini gözlemlerlerdi. barışçı dönemlerde toplulukları oluşturan insanlar birbirlerini hemen görülebilir, göze hitap eden etkinlik ve bunlara bağlı başarıları ile karşılaştırırlardı.
bu nedendir ki, göze hitap eden başarı, tarihin en eski zamanlarından beri, kendi başına bir amaç olmuştur.
talan ve yağmacılık döneminde insanların değerlendirilmesinde ölçüt değişti. kişilerin birbirleri ile karşılaştırılmasında ve insanların birbirleri ile yarışmasında boyut değişti. talan ve yağmacılık döneminde kişilerin etkinliği sömürüyü temel aldı. cengaver’in av’ı, artık, başka avcılardı. göze hitap eden başarısı ise ganimeti oldu. saldırganlık, topluluğun anlayışınca, itibarlı bir davranış sayılmaya başladı. itibarlı biri olabilmek için saldırgan olan kişi, toplumun kendisine itibar göstermesi için, bu nitelikteki davranışları ile elde ettiği ganimet’ini saldırganlığının kanıtı olarak kullanmaya başladı. *
başkalarına meydan okuma ve gasp etme, barışçı dönemdeki insan ilişkilerinden farklı bir hayata yol açtı. bu yeni toplum hayatında imrenilen, itibarlı sayılan şeyler’e sahip olmak ve bu amaçla el koymak, işgal etmek, sömürmek değerli görülmeye başladı. çalışmak, üretmek itibarsız sayılmaya, buna karşılık sömüren olmak, talancı olmak üstünlük sayılmaya başladı.* barbarlığın bu yeni hayat anlayışında en “honourable” davranış, kişinin karşısındaki insanı avlanacak bir hayvan olarak görmesi ve onun canını alabilmesiydi. savaşmak, yenmek, öldürmek en onurlu etkinlik oldu. silahlar, can alıcı araç-gereçler de “honourable” sayılmaya başlandı. insan “tabiatının” savaşçı, kavgacı, hükmedici, can alıcı bir yön alması barbarlık döneminde oldu.
barışçı insan’dan talancı insan’a geçiş, insanların varlık sürdürmek için kullandıkları araç ve gereçlerin gelişmesinden sonra olabilmiştir. bu gelişmede, insanlara varlık sürdürmede bir “artık” yaratabilme olanağı vermişti. doğa ile etkileşiminde belirli bir derecede gelişkin teknoloji kullanabilmeye başlayan topluluklar bu düzeye gelememiş toplulukların göz dikebileceği bir “artık” yaratabilmekteydi. ilginçtir, doğa ile etkileşiminde başarılı olan toplumlar, bulundukları coğrafyanın da etkisi ile bunu başaramayan toplulukları talancı topluluklara dönüştürmüş oldular. insan’ın bir başka insanın gözünde “av” olarak görünmesi ile birlikte, “av” konumundaki insan kendisini avlamak için yaklaşan hemcinsini “başaçıkılmaz hayvan” olarak görmeye başladı. hükmedici, yakıp yıkan ve talan eden egemen insan’a “aslan” denmeye başladı. savaşmak, cenk etmek “şeref kazandırıcı” bir etkinlik oldu. ganimet ve ganimetlerden oluşan mülkiyet ise, savaşan insanın etkinliğinin, yeteneğinin kanıtı sayılmaya başladı. mülkiyet, bu dönemle birlikte, güçlülüğün kanıtı olmakla kalmayıp, kişinin toplum içindeki diğer üyeler karşısında nüfuz kazanmasına yaramaya başladı.
talancılık döneminden sonraki toplumsal hayatta çalışmaya, teknolojiler kullanarak üretimde bulunmaya önem verildi. fakat bu dönemde de talancı sömürünün zafer belirtisi olan toplanmış, biriktirilmiş servet güçlülüğün, itibarın, saygınlığın sembolü oldu. birikmiş servet, kişinin toplumsal hayattaki etkinliğinin, nüfuzunun belirtisi oldu. ayrıca, kişinin kendi talancılığı ile kazanabildiği servete oranla, babasından devraldığı servet daha itibarlı sayılmaya başlamıştı. toplumsal kurumların gelişmesi sayesinde babadan oğula aktarılabilen servetin kendisi “honourable” olmuştu artık. bu nedenle, itibarlı olmak için cengaver olmak, talancı olmak şart koşulmamaktaydı. servet, kimin elinde ise, kendisindeki itibarı ona da kazandırabilmekteydi. servetin kurumlaşması, bu yeni dönemde insanlığın her şeyi para ile değerlendiren kültüre (pecuniary culture) geçmesi sayesinde olabilmişti.
paranın her değerlendirmede tek ölçüt haline gelebilmesi ile birlikte, servet’e ne yolla olursa olsun erişebilmek, el koymak, sahip olmak toplum tarafından ayıplanmayan bir şey olmuştu. para ve servet, “baş tacı” idi artık.
paranın tek değer ve itibar ölçütü olduğu bu yeni kültür ortamına geçişle birlikte toplumdaki itibarlı kişiler de değişti. eski dönemlerin itibarlı kişileri olan cengaverler, talancılar ve yarı-talancı, mal ve mülk kazanımcı kişiler olan devlet adamları yerine para sahipleri, servet sahipleri itibarı sayılmaya başlamıştır.
bedensel güzellik ve güçlülük sahibi eski sınıfın silah kullanma yeteneği de aranan bir yetenek olmaktan çıkmıştır bu yeni dönemde. mülk edinmek, sahip olmak ise, varlık sürdürmek çabasından ayrılarak başlı başına bir amaç olmuştur. başkalarının sahip olduğundan daha fazlasına sahip olmak, bu yeni dönemde, varlık sürdürme endişelerinin çok ötesinde bir amaca yöneliktir: toplum içinde itibar gösterilen biri olabilmek, ve bu sayede kişinin kendi kendine saygı duyabileceği psikolojik bir denge tutturabilmek.
sahip olma’nın kendi başına bir amaç ve değer olması ile birlikte sahip olma’nın doyum sağlaması da sınırsız bir noktaya kadar geriye itilmiş oluyor. para kültürü’ne geçişten itibaren, dindar olan zahidler parayı ve para kültürü içerisinde onları değerlendiren toplumu küçüksemekle huzuru buluyorlar. paraya ve servete sahip olmakta sınır tanımayan kişilerde ise, “sahip olma” denetim dışı bir tutkuya dönüşüyor; hiçbir noktada doyum sağlayamıyor.
para kültürü’ne geçişin getirdiği bir yenilik de, toplumun her şeyi çok çok üretip adaletli bir biçimde herkese üleştirmesi ile de çözülemeyecek bir başka kültürel olgu oluyor: insanların birbirleri ile karşılaştırılıp değerlendirilmesinde kıskanmacı karşılaştırma temel alınmaya başlıyor. şey’lere sahip olmak, başkalarından daha güçlü olduğumuzu göstermemize yarıyor. tüketim, aşırı ve gereksiz tüketim, böylece, eşitsizliğe dayanan toplum yapıları içinde bir anda kültürel bir işlev edinmiş oluyor. tüketim’in güç ve toplumsal üst konumlara gelebilmiş biri olmanın göstergesi durumuna gelişi, tüketimin çalışan, üreten alt konumlardaki insanlar için “tabu” sayılmasını da gerektiriyor. üretici olmayan toplumsal kesimler için “honourable” sayılan tüketim, çalışan ve üreten kesimlere yasaklanıyor. bu yasaklama üretilen şeylerin azlığından değil, tüketimde bulunmanın egemen konumda bulunmanın göstergesi oluşundan ileri geliyor. pahalı, ender şeyler ve konforlu bir hayat yaşama, egemen konumdaki erkeğin, patriyarkın, hükmedicinin ayrıcalığına göz dikebilecekleri “tedip etmek” için yalnızca egemen kesimlere açık tutuluyor.
içki ve narkotiklerin pahalı olanları, belirli kumaşlar, pahalı kötü alışkanlıklar çalışan kesimdeki insanlar için yasaklanıyor. bunların tüketimi söz konusu kesimlere açıldığında soyluluk ve itibar istemlerinin de kabaracağı düşünülüyor. faziletsizlik sayılan birçok davranış bile, çalışan kadının, kölenin, işçinin erişemeyeceği kadar pahalı biçimlerde yaşandığında toplum tarafından faziletsizlik sayılmamaya başlıyor. bunlar da, hiyerarşik toplum yapısında kıskandırıcı/farkındalık kazandırıcı davranışlar sayılıyor. günümüz toplumlarında varlık sürdürmek için emek sarf etmek zorunda olmayan “leisure class”ın kadınlarının pahalı giysilere, süs eşyalarına ve pahalı içkilere erişebilmiş olmaları bile, veblen’e göre , “efendilerine sağlayacakları ek mutluluk” nedeni ile oluyor. çok eski zamanlarda kendi ürettiklerinin çok büyük bölümünü erkeğine “yediren” kadın, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “ev”in ve “ev”deki iç mekânın da iş hayatının ve iş hayatı mekânının “mütemmimcüzü ü durumuna gelmesi ile birlikte, kocasının ev dışı hayattaki yırtıcılığının, başarılarının gösterimlenmesi için düzenlenen birçok ritualistik tüketimin icracısı oluyor. ev’de çalışıp üreten kadın olmaktan çıkarak, kocasının yırtıcılığının hem seyyar büfesi/vitrini oluyor, hem de ev’i iş hayatından, o hayat çevresinden gelenlere, davet edilenlere işlevsel bir amaçla sunulmaya hazırlanan hizmetkârların nezaretçisi oluyor. ayrıca, üst sınıflar için pahalı ve zor elde edilen şeyleri bulmak ve tüketmek de yetmiyor. bunların neler olduğunu, nasıl yenileceğini, nasıl giyileceğini öğrenmek için binbir inceliklerle kurallara bağlanmış bir “adab-ı muaşeret” çıkıyor. bunu kocalarına öğretmek de kadınların görevi oluyor. 19. yüzyıl sonlarına doğru varlıklı ailelerin kızlarının gönderildiği bunlar büyük bir önemle öğretilmeye başlıyor. balolar, yemekler büyük önem kazanıyor. bu ritualistik harcamaların seyri sırasında kimin kimin yanına oturtulacağı, yemeğin başlayacağı anda mumları ev sahibesinin mi, yoksa en kıdemli uşağın mı yakacağı ev sahibesinin toplumsal görgüsünün göstergesi haline geliyor.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://i.ibb.co/XjzzFHM/IMG-1101-k-rp1.jpg)
19. yüzyılın viktoryen ingiliz toplumunda burjuvazi bunları aristokrasiden öğreniyor. jules verne’in “şehir kulüplerindeki yeni zengin burjuvalarla, yoksullaşmasa da yeni dünya”da denetimi elinden kaçırmış aristokratların ilişkileri bu açıdan ilgi çekicidir. kendi dünyasını kurmakla meşgul burjuvazi henüz “ertelenmiş doyumlar” dönemindedir. 80 günde devri alem’de şehir kulübünde dünyayı seksen günde dolaşıp aynı kulübe dönebileceğini aristokrat üyelerle iddialaşan burjuva mühendis, hindistan’da bir racanın tasallutundan kurtardığı ve âşık olduğu kadını londra’ya dönüp nikâh masasına oturuncaya kadar “ertelenmiş” ya da programlanmış doyum anlayışı içinde yanında tutar. burjuvazinin rahatlaması, tüketiminde ve mutluluk arayışında beklemeye tahammül edememezliği daha sonraları olur. toplumun üretim teknolojisi ve çalışan kesimleri denetleme bilgileri arttıkça servet birikimi de artar. servet birikimi arttıkça, bir süre sonra, üst sınıfın kendi içinde de farklılaşmalar artar. mertebe ve rütbe farklılıkları daha ayrıntılı betimlemeye başlar. veraset yolu ile servet ve itibar sahibi olmuş kişiler, yenilere oranla daha yüksek itibara sahiptir. üst sınıf üyeleri, kendi aralarında farklılaşarak, en zengin ve en güçlü olana bağımlı zenginler haline gelirler. bu bağımlı gelmenin aynı sınıf içindeki alt kesimlerdeki üyelere ideolojik olarak benimsetilmesi için birçok kültürel düzenlemelere gidilir. bunlar, bir çeşit “üniforma giymek” sayılabilir. “üniforma”, tek olan efendi’ye bağımlılığı kabul etmek sayesinde elde edilen toplumsal üst konumun göstergesidir. “üniformalı” bir üretim dışı kesimi beslemek, güçlülüğün, servetin, “efendi” konumunun görsel ifadesi olur. kan rengi ve mavi’nin karşısında bu kesimin üniformaları kahverengi ve tonları olur.
sosyal sınıflar arasındaki sınırların netliliğini kaybettiği, bir sınıftan diğerine geçişe olanak bulunabildiği günümüzün toplumlarında üst sınıfın örneklediği, hatta bir anlamda empoze ettiği itibarlılık normları alt sınıflarca da kabul edilir. toplumsal hiyerarşide yer alan tabakaların hayat şemasını benimsemeye ve ona uymaya çalışır. bu işteki başarısızlığını kendisi için hem toplumun gözünde, hem de kendi gözünde itibar yitirimi sayar.
iletişim ve ulaşım olanaklarının geliştiği, nüfusun hareketlilik kazandığı günümüzün toplumlarında insan, başka insanlarla karşılaşmakta ve onların kısa, anlık karşılaşmalar sırasında gözlemleri altında yaşamaktadır. bu herkes için böyle olduğundan herkes başkalarınca buanlık karşılaşma mekanlarında algılanırken üzerinde giymekte olduklarıyla, tüketimiyle değerlendirilmektedir.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://i.ibb.co/bzK2N3P/IMG-1101-k-rp2.jpg)
modern toplumlar kişileri ve aileleri yan yana konumlamakta, fakat sosyolojik anlamda tanıdık, arkadaş, komşu yapamamaktadır. bütün bu durumlardaki ilişkiler yakınlama, yaklaşık olarak değerlendirme diyebileceğimiz juxtaposition’a varıp, orada kalmaktadır. sokaklar, çarşılar, tiyatrolar, kilise, otobüsler, metrolar insanı kalabalıklar içinde kendini başkalarının gözetimine açma durumunda bırakmaktadır. kişi, öz saygısını yitirmemek için, kendi toplumsal konumunu yanından geçip giden kalabalıkların okuyabileceği kadar büyük harflerle yasmak zorunda kalmaktadır.
bu yeni durum yüzünden günümüzde, servetin ve gücün gösteriminde kıskandırıcı leisure’dan çok, kıskandırıcı tüketim kullanılmaktadır. kişinin, günümüzdekine oranla daha küçük topluluklar içinde yaşadığı ve insanlar arasındaki ilişkilerin bugünkü kadar anonim olmadığı biraz daha eski zamanlarda kıskandırıcı leisure kibarlığın, üst konumda olmanın belirtkeni olarak daha yaygın kullanılmaktaydı. günümüzde kıskandırıcı tüketim önem kazanmıştır. iyi biri olmak, yüksek konumda biri olmak (decency), günümüzde, kıskandırıcı leisure (bkz: conspicous leisure) ile değil kıskandırıcı tüketim (bkz: conspicous consumption) ile kanıtlanmaktadır.
bugün kırsal yerlerde yaşayanlar tüketimlerinde daha çok beslenmeye yönelirken, kentlerin kültürel ortamı yüzünden, kentlerde yaşayan çalışan kesimler tüketimlerinde gösterime daha uygun şeylere yönelmektedir. bunun nedeni, toplumdan itibarlı biri olarak kabul görme isteminin, kırsal hayat alanlarına oranla kentlerin kültürel ortamında daha ucuza gerçekleştirilebilmesidir. bugün de kırsal kesimlerde itibar isteminde bulunmak ciddi bir harcama ile, örneğin yeni bir traktör ya da kamyon alabilmekle olmaktadır. kentlerin anonim toplumsal ilişkileri, aynı istemi orta halli konfeksiyon bir ceket almakla ileri sürmenizi sağlayabilmektedir. dar gelirli kesimlerin temelde pek bir işe yaramayan bir sürü ıvır zıvıra para vermesinde gözlemlediğimiz maymun iştahlılık da, hayatlarını esas olarak değiştiremeyen bu kesimlerinumutsuz çabalarından kaynaklanıyor.
venlen’e göre günümüz toplumlarında tüketiciler gerekli gereksiz birçok şey satın almaktadır. “kıskandırıcı tüketim” nesnesi olarak satın alınan bu ucuz, basit ve frapan şeylerin satın alınması bir “ziyandır.” ama buna mecbur olan tüketicilere sorulduğunda söz konusu harcamaların “ziyan” olduğu kabul edilmemektedir. bu harcamalarını, insan’ın başka insanlara “av” gözü ile baktığı ve başka insanlara “av” olarak gözüktüğü günümüzün hiyerarşik toplumlarında kendi mutluluğu için vazgeçilmez sayan günümüzün tüketicisi, yaptığı işin kültürel boyutunu düşünmekten hoşlanmamaktadır.
venlen’e göre insan’ın insan ile bu derece çarpık bir rekabet ortamı içinde yaşaması, başka insanları kendi mutluluğu için rakip görmesi bu tür kıskandırıcı tüketimleri rasyonelleştirmekte ise de, bu harcamalar insan mutluluğuna ve hayat’a katkıda bulunmaktan çok uzaktır.
veblen günümüzün insanına rasyonel gelen bu tüketimleri değerlendirirken her şeyi paraya göre ölçüp değerlendiriren pecuniary culture ortamından, zihniyetinden uzaklaşmayı öneriyor.
insanların birbirlerini başka yetenekleri ile, başka alışkanlıkları ile, başka hünerleri ile değerlendirebilecek kadar farklı bir hayatı, farklı bir toplumu, farklı bir yaşama tarzını bir an gerçekleştirebilmiş bir durum gibi düşünmemizi ve bugünkü tüketimlerimizi böyle bir hayat içinde nasıl bulacağımızı düşünmemizi öneriyor.
kaynak: ünsal oskay, "kıskandırıcı tüketim boyutuyla moda ve thorstein veblen", gergedan, sayı 1, mart 1987
devamını gör...
2.
korkunç güce sahip olan sektör.
baktığımızda abidik gubidik tipli italyan dayıları zengin yapmıştır.
aslında kaçılamayacak olan sekördür.
bir kıyafetten diğerini seçmeniz bile modanın göstergesidir.
dünyada hep vardı hep de var olacak.
fransada osmanlı modası olması örnek gösterilebilir.
baktığımızda abidik gubidik tipli italyan dayıları zengin yapmıştır.
aslında kaçılamayacak olan sekördür.
bir kıyafetten diğerini seçmeniz bile modanın göstergesidir.
dünyada hep vardı hep de var olacak.
fransada osmanlı modası olması örnek gösterilebilir.
devamını gör...