yazar: nazım hikmet ran
yayım yılı: 1965
başta ''kurtuluş savaşı destanı'' olarak yayımlanan eser, 1968 yılında ''kuvayi milliye/destan'' şeklinde yayımlanır. kurtuluş savaşını konu alan destan, daha sonrasında tiyatro oyunu olarak da sergilenmiştir.
not: nazım hikmet ran bu kitabı 1941 yılında yazmıştır.
yayım yılı: 1965
başta ''kurtuluş savaşı destanı'' olarak yayımlanan eser, 1968 yılında ''kuvayi milliye/destan'' şeklinde yayımlanır. kurtuluş savaşını konu alan destan, daha sonrasında tiyatro oyunu olarak da sergilenmiştir.
not: nazım hikmet ran bu kitabı 1941 yılında yazmıştır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "eraa" tarafından 30.12.2020 15:07 tarihinde açılmıştır.
1.
nazım hikmet'in kaleme aldığı türk kurtuluş savaşını kumandan, asker, milis, kadın, köylü; tüm türk halkının gözünden anlattığı harika bir eser. genco erkal bu eseri bölümler halinde harika çizimler eşliğinde seslendirmiştir. kitabın en sevdiğim bölümü olan 26 ağustos gecesinde saatler'i aşağıda genco erkal'ın sesinden izleyebilirsiniz:
devamını gör...
2.
vatanı kurtarmak için yapılan tüm fedakarlıkları, çekilen acıları, verilen mücadeleyi bölümler şeklinde destansı bir üslupla anlatan nazım'ın destanıdır.
canıyla, kanıyla, konuşmasıyla, kalemiyle...
her bölüm konuya uygun bir söyleyen tarafından zikredildiği için de müthiş bir eserdir.
tanışmamıza vesile olması açısından küçük bir bölüm de bırakıyorum şuraya.
dördüncü bap
nurettin eşfak'ın bir mektubu
ve
bir şiiri
kardeşim,
sana bu mektubu ankara'da kuyulu kahvede yazıyorum.
hep aynı anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla,
dışarda yağmur...
mektepten istifa ettim.
cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
çocuklarımıza türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cehpede
daha büyük
daha güzel.
biliyorum :
iş bölümünden bahsedeceksin.
fakat, ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
bak, tam sana bunları yazarken
asker geçiyor sokaktan ;
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak
meclis'in önüne doğru iniyorlar,
istasyona gidecekler.
ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini incelterek marş okuyor genç türk köylüsü :
«ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak...»
yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.
tıraşları uzamış biraz.
elleri büyük ve esmer.
elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.
yine birdenbire yunus emre geldi aklıma.
başka türlü anlıyorum ben yunus'u :
bence onda bütün bir devir dile gelmiş türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
bir şiir yazdım,
garip bir şiir,
«türk köylüsü» diye.
bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak?
her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.
kardeşin
nurettin eşfak
canıyla, kanıyla, konuşmasıyla, kalemiyle...
her bölüm konuya uygun bir söyleyen tarafından zikredildiği için de müthiş bir eserdir.
tanışmamıza vesile olması açısından küçük bir bölüm de bırakıyorum şuraya.
dördüncü bap
nurettin eşfak'ın bir mektubu
ve
bir şiiri
kardeşim,
sana bu mektubu ankara'da kuyulu kahvede yazıyorum.
hep aynı anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla,
dışarda yağmur...
mektepten istifa ettim.
cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
çocuklarımıza türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cehpede
daha büyük
daha güzel.
biliyorum :
iş bölümünden bahsedeceksin.
fakat, ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
bak, tam sana bunları yazarken
asker geçiyor sokaktan ;
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak
meclis'in önüne doğru iniyorlar,
istasyona gidecekler.
ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini incelterek marş okuyor genç türk köylüsü :
«ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak...»
yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.
tıraşları uzamış biraz.
elleri büyük ve esmer.
elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.
yine birdenbire yunus emre geldi aklıma.
başka türlü anlıyorum ben yunus'u :
bence onda bütün bir devir dile gelmiş türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
bir şiir yazdım,
garip bir şiir,
«türk köylüsü» diye.
bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak?
her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.
kardeşin
nurettin eşfak
devamını gör...
3.
ön edit: başlık "kurtuluş savaşı destanı" diye açılmıştı. ah bu mod'lar ah.
nazım hikmetin kurtuluş savaşı'nı baplar halinde anlattığı destandır. kuvayi milliye destanı şeklinde söylemek de yanlış olmaz, çünkü nazım hikmet bu eserin son şeklini verip yayınlatmak istediğinde baskı nüshasının kapağına “kuvayi milliye” yazıp hemen altına da “destan” ifadesini küçük harflerle eklemiştir. nazım hikmet, kuvayi milliye'yi 1939'da yazmaya başlar, 1941'de bitirir.
nazım hikmet, bu eserini vatan hainliği suçuyla ceza aldığı hapis yıllarında yazmıştır. yapıtın sonunda "939 istanbul tevkifhanesi, 940 çankırı hapisanesi, 941 bursa hapisanesi" diye bir not bulunmaktadır. bu notlar nazım’ın el yazısıyla düşülmüştür.
ancak bu başyapıt 25 sene yasaklı kalır.
türkiye'de ilk kez 1965 yılında "kurtuluş savaşı destanı" adı ile yön yayınlarınca yayımlanır. nazım’ın hapishane günlerinde yazdığı ve destanda anlattığı hikayelerin gerçek delillere dayandığı bilinmektedir.
9 bap, 224 sayfadır. defalarca farklı tiyatro grupları tarafından sahnelenmiştir.
nazım’ın kurtuluş savaşı destanından bir bölümü ise sanatçı ahmet kaya tarafından 1985 yılında çıkan “ağlama bebeğim” adlı albümünde seslendirilmiştir.
yakın geçmiş tarihe ışık tutan eser, benim için bir başyapıttır.
nazım hikmetin kurtuluş savaşı'nı baplar halinde anlattığı destandır. kuvayi milliye destanı şeklinde söylemek de yanlış olmaz, çünkü nazım hikmet bu eserin son şeklini verip yayınlatmak istediğinde baskı nüshasının kapağına “kuvayi milliye” yazıp hemen altına da “destan” ifadesini küçük harflerle eklemiştir. nazım hikmet, kuvayi milliye'yi 1939'da yazmaya başlar, 1941'de bitirir.
nazım hikmet, bu eserini vatan hainliği suçuyla ceza aldığı hapis yıllarında yazmıştır. yapıtın sonunda "939 istanbul tevkifhanesi, 940 çankırı hapisanesi, 941 bursa hapisanesi" diye bir not bulunmaktadır. bu notlar nazım’ın el yazısıyla düşülmüştür.
ancak bu başyapıt 25 sene yasaklı kalır.
türkiye'de ilk kez 1965 yılında "kurtuluş savaşı destanı" adı ile yön yayınlarınca yayımlanır. nazım’ın hapishane günlerinde yazdığı ve destanda anlattığı hikayelerin gerçek delillere dayandığı bilinmektedir.
9 bap, 224 sayfadır. defalarca farklı tiyatro grupları tarafından sahnelenmiştir.
nazım’ın kurtuluş savaşı destanından bir bölümü ise sanatçı ahmet kaya tarafından 1985 yılında çıkan “ağlama bebeğim” adlı albümünde seslendirilmiştir.
yakın geçmiş tarihe ışık tutan eser, benim için bir başyapıttır.
devamını gör...
4.
çanakkale de bizim askerlerin mermisi biter, düşman askerleriyle mevziler çok yakıdnır, düşünürler ve yerden taş toplayıp düşmana taş fırlatmaya başlarlar. bu taşlardan ciddi biçimde yaralanan düşman askerleri olur, ve düşman hücuma kalkmaya cesaret edemez.
geri çekilmek ve kaçmak akıllarına gelen son şeydir.
mekanları cennet olsun.
geri çekilmek ve kaçmak akıllarına gelen son şeydir.
mekanları cennet olsun.
devamını gör...
5.
nazım hikmet'in destansı şiirlerinin yer aldığı kitap olup mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum.
bir gün eğer benden uzak
karanlık bir yağmur gibi
canını sıkarsa yaşamak
dün erkendi
yarın geç
vakit tamam bugün.
bir gün eğer benden uzak
karanlık bir yağmur gibi
canını sıkarsa yaşamak
dün erkendi
yarın geç
vakit tamam bugün.
devamını gör...
6.
kadınlarımız
ayın altında kağnılar gidiyordu.
kağnılar gidiyordu akşehir üstünden afyon'a doğru.
toprak öyle bitip tükenmez.
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altında akan
toprak
toprak
ve
topraktı
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar oynuyordu.
ve ayın altında kağnılar
yürüyordu akşehir üstünden afyon'a doğru
nazım hikmet ran / kuvayi milliye destanı / yedinci bap
alıntı
ayın altında kağnılar gidiyordu.
kağnılar gidiyordu akşehir üstünden afyon'a doğru.
toprak öyle bitip tükenmez.
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altında akan
toprak
toprak
ve
topraktı
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar oynuyordu.
ve ayın altında kağnılar
yürüyordu akşehir üstünden afyon'a doğru
nazım hikmet ran / kuvayi milliye destanı / yedinci bap
alıntı
devamını gör...