ilikli kemik suyu çorbası
hazır çorbalara, içinde zilyon tane katkı maddesi bulunan bulyonlara falan alıştığımız için faydalarından mahrum kaldığımız bir yiyecek.
açıkçası ben de diz kapaklarımdaki (çok uzun saatler masa başında oturmaktan kaynaklanan meslek hastalığıymış)* problemden sonra bu tarifi yapmaya başladım. ancak kemik iliği suyunun pek çok faydası daha varmış;
özellikle kadınlarda olmak üzere yaş ilerlemesine bağlı olarak çıkan diz kapaklarındaki sıvı eksikliğinde yürümeyi zorlaştırır, kemik suyu kaybolan sıvıyı tekrar oluşturur hatta düzenli kullanımda kemik erimeleri engellenmesine yardımcı olur.
kemik iliği vücuttaki bağışıklık sitemine yön veren lökasit, trombosit ve eritrosit denilen hücrelerin üretimine yardımcı olmaktadır. kemiğin içindeki ilik hem soğuk algınlığına karşı korur, hem de vücudun çabuk toparlanmasını sağlar.
kadınlarda menapoz dönemlerinde kemik erimesi çok yaşanır. bunu önemli derecede azaltır.
çocuklara ve bebeklere az miktarlarda yemeleri kemik gelişimlerine katkı sağlar.
kış hastalıklarına karşı etkili olup vücudun hastalıklara direncini artırır.
kemik ameliyatı geçirmiş, kırığı yada çıkığı bulunan hastalar en önemli şifa deposu kemiğin iliğinde bol tüketmeleri tavsiye edilir.
peki kemik iliğinin içinde neler varmış;
kemik suyunu jöleleştiren jelatin %13-15 oranında protein içerir. bu ilik proteinleri gastirik salgılarını artırır, karaciğer fonksiyonları için gereklidir, plazma üretiminde kullanılır, doku onarımında rol oynar. kemik suyu jelatini ayrıca faydalı bakterilerin sindirim sisteminde tutunması içinde ortam sağlar.
taze kemik suyu hazırlamak üzere kullandığınız kemiklerin eklem bölümlerindeki kıkırdaklar ise sizin eklem sağlığınız için çok gerekli glukosamine-chondroitin- tip iii kollojen-hyaluronik asit-sülfür gibi kıkırdak yapı taşlarının doğal kaynağıdır.
kemik yapısındaki kalsiyum-magnezyum-fosfor mineralleri kemik suyu hazırlarken ısı eşlinde geçen uzun sürede çok kısmi olarak suya karışır.
peki tüm bunlar iyi hoş da benim gibi şehir bebesiyseniz ve daha önce kemikle falan uğraşmamışsanız bu ilik suyunu nasıl çıkarıcaz diye düşünmeniz normal. işte tarifimiz:
öncelikle bütün bir kemiği nasıl parçalayacağımı bilmediğim için migrosta ikişer santim kalınlığında kesilmiş ve paketlenmiş kemikleri görünce direkt denemeye karar verdim. oradaki amca da sağ olsun "biz eskiden hep bunlardan içerdik bak altmış yaşındayız ayakta çalışabiliyoruz" diyerek havasını attı. neyse efendim bu kemik parçalarını alıp (750 gr civarındaydı benimki - 8 tl gibi bir fiyatı var ) önce soğuk suyla yıkayıp kanını akıtıyor ve tencereye yerleştiriyoruz. ben daha kolay pişmesi için düdüklü tencere kullandım ama normal tencere de olur. üzerine bir buçuk litre su ve biraz sirke koyuyoruz. sirke kemik minerallerin daha fazlasının suya geçişini sağlıyormuş, merak etmeyin sirke tadı gelmeyecek. ben soğan, sarımsak, havuç, kereviz, tane karabiber ve defne yaprağı da ekledim vitamin ve tad açısından daha zengin olsun diye (en son bunları çorbadan çıkartacağız o yüzden dörde falan bölüp atmanız yeterli). suyumuz kaynarken üzerinde oluşan köpükleri ise bir kaşık ya da tel süzgeç yardımı ile alıyoruz. sonrasında ocağı en kısığa alıp bir kaç saat pişiriyoruz. kemik suyumuz hazır olduğu zaman altını kapatın ve biraz soğumaya bırakın. zaten kemikler kesilmiş olduğu için iliklerin çoğu suya düşmüştü - düşmeyenleri bir kaşık yardımı ile çıkarın, kemiklerin etrafındaki etleri de sıyırıp suyun içine atın. üzerinde biriken yağı bir kepçe yardımı ile de alırsanız çok daha iyi oluyor. tek seferde tüketmek için çok fazla olduğu için ben suyun bir kısmını buz torbalarına doldurup dondurucuya attım. böylece daha sonra yemeklerde kullanmak için katkısız et suyu bulyonlarım olmuş oldu. şöyleli;

sıra geldi çorbamızın meyanesine. 6-7 kaşık yoğurdun içine 5-6 diş ezilmiş sarımsağı ve bir yumurtanın sarısını ekleyip karıştırın. daha sonra bu karışıma ilik suyundan bir kepçe ekleyin. sonra bu yoğurtlu karışımdan bir kepçe çorbaya ekleyerek karıştırın. bunu iki üç sefer tekrarlayın ki soğuk yoğurt sıcak çorbaya direkt eklenince kesilmesin. en son tuzunu ekleyin. kısık ateşte ısınana kadar biraz daha pişirin. bir tavada tereyağ ve pul biber kızdırıp üzerine dökerek servis yapın.
kocakarı işi sağlık dolu çorbanızı özellikle kış aylarında bol bol tüketin çocuğum.
hadi afiyet olsun, şifa olsun, can olsun, kan olsun.
açıkçası ben de diz kapaklarımdaki (çok uzun saatler masa başında oturmaktan kaynaklanan meslek hastalığıymış)* problemden sonra bu tarifi yapmaya başladım. ancak kemik iliği suyunun pek çok faydası daha varmış;
özellikle kadınlarda olmak üzere yaş ilerlemesine bağlı olarak çıkan diz kapaklarındaki sıvı eksikliğinde yürümeyi zorlaştırır, kemik suyu kaybolan sıvıyı tekrar oluşturur hatta düzenli kullanımda kemik erimeleri engellenmesine yardımcı olur.
kemik iliği vücuttaki bağışıklık sitemine yön veren lökasit, trombosit ve eritrosit denilen hücrelerin üretimine yardımcı olmaktadır. kemiğin içindeki ilik hem soğuk algınlığına karşı korur, hem de vücudun çabuk toparlanmasını sağlar.
kadınlarda menapoz dönemlerinde kemik erimesi çok yaşanır. bunu önemli derecede azaltır.
çocuklara ve bebeklere az miktarlarda yemeleri kemik gelişimlerine katkı sağlar.
kış hastalıklarına karşı etkili olup vücudun hastalıklara direncini artırır.
kemik ameliyatı geçirmiş, kırığı yada çıkığı bulunan hastalar en önemli şifa deposu kemiğin iliğinde bol tüketmeleri tavsiye edilir.
peki kemik iliğinin içinde neler varmış;
kemik suyunu jöleleştiren jelatin %13-15 oranında protein içerir. bu ilik proteinleri gastirik salgılarını artırır, karaciğer fonksiyonları için gereklidir, plazma üretiminde kullanılır, doku onarımında rol oynar. kemik suyu jelatini ayrıca faydalı bakterilerin sindirim sisteminde tutunması içinde ortam sağlar.
taze kemik suyu hazırlamak üzere kullandığınız kemiklerin eklem bölümlerindeki kıkırdaklar ise sizin eklem sağlığınız için çok gerekli glukosamine-chondroitin- tip iii kollojen-hyaluronik asit-sülfür gibi kıkırdak yapı taşlarının doğal kaynağıdır.
kemik yapısındaki kalsiyum-magnezyum-fosfor mineralleri kemik suyu hazırlarken ısı eşlinde geçen uzun sürede çok kısmi olarak suya karışır.
peki tüm bunlar iyi hoş da benim gibi şehir bebesiyseniz ve daha önce kemikle falan uğraşmamışsanız bu ilik suyunu nasıl çıkarıcaz diye düşünmeniz normal. işte tarifimiz:
öncelikle bütün bir kemiği nasıl parçalayacağımı bilmediğim için migrosta ikişer santim kalınlığında kesilmiş ve paketlenmiş kemikleri görünce direkt denemeye karar verdim. oradaki amca da sağ olsun "biz eskiden hep bunlardan içerdik bak altmış yaşındayız ayakta çalışabiliyoruz" diyerek havasını attı. neyse efendim bu kemik parçalarını alıp (750 gr civarındaydı benimki - 8 tl gibi bir fiyatı var ) önce soğuk suyla yıkayıp kanını akıtıyor ve tencereye yerleştiriyoruz. ben daha kolay pişmesi için düdüklü tencere kullandım ama normal tencere de olur. üzerine bir buçuk litre su ve biraz sirke koyuyoruz. sirke kemik minerallerin daha fazlasının suya geçişini sağlıyormuş, merak etmeyin sirke tadı gelmeyecek. ben soğan, sarımsak, havuç, kereviz, tane karabiber ve defne yaprağı da ekledim vitamin ve tad açısından daha zengin olsun diye (en son bunları çorbadan çıkartacağız o yüzden dörde falan bölüp atmanız yeterli). suyumuz kaynarken üzerinde oluşan köpükleri ise bir kaşık ya da tel süzgeç yardımı ile alıyoruz. sonrasında ocağı en kısığa alıp bir kaç saat pişiriyoruz. kemik suyumuz hazır olduğu zaman altını kapatın ve biraz soğumaya bırakın. zaten kemikler kesilmiş olduğu için iliklerin çoğu suya düşmüştü - düşmeyenleri bir kaşık yardımı ile çıkarın, kemiklerin etrafındaki etleri de sıyırıp suyun içine atın. üzerinde biriken yağı bir kepçe yardımı ile de alırsanız çok daha iyi oluyor. tek seferde tüketmek için çok fazla olduğu için ben suyun bir kısmını buz torbalarına doldurup dondurucuya attım. böylece daha sonra yemeklerde kullanmak için katkısız et suyu bulyonlarım olmuş oldu. şöyleli;

sıra geldi çorbamızın meyanesine. 6-7 kaşık yoğurdun içine 5-6 diş ezilmiş sarımsağı ve bir yumurtanın sarısını ekleyip karıştırın. daha sonra bu karışıma ilik suyundan bir kepçe ekleyin. sonra bu yoğurtlu karışımdan bir kepçe çorbaya ekleyerek karıştırın. bunu iki üç sefer tekrarlayın ki soğuk yoğurt sıcak çorbaya direkt eklenince kesilmesin. en son tuzunu ekleyin. kısık ateşte ısınana kadar biraz daha pişirin. bir tavada tereyağ ve pul biber kızdırıp üzerine dökerek servis yapın.
kocakarı işi sağlık dolu çorbanızı özellikle kış aylarında bol bol tüketin çocuğum.
hadi afiyet olsun, şifa olsun, can olsun, kan olsun.
devamını gör...
yok artık lebron james
murat murathanoğlu’nun bir dönem dilimize pelesenk ettiği şaşırma nidası. argo kullanılamayan ortamların kurtarıcısı olan tepki.
devamını gör...
buğu
iç tarafta bulunan cama nefesimizdeki su molekülleri çarpınca birden soğuyarak sıvılaşması ve camı bulanıklaştırması olayı.
devamını gör...
türkiye’de din tüccarları
mesele bu güruhun var olması değil, kollanması ve prim verilmesi asıl problem.
devamını gör...
ice (yazar)
ben pek nickaltı giren bi insan değilim ama, kendisinin mesaj kutusu kapalı olduğu için buraya yazayım.
yeri geliyor bunalıyorum depresyonumu atıyorum kamyonla buraya, yeri geliyor çok gülerek onbinlerce karakterlik yazı duvarları salıyorum ve bir takım güzel insanlar ilginç ve hâlâ çok şaşırdığım bir şekilde bunları atlamadan, kolaya kaçmadan okuyor. ice da okuyor ve fark ediyorum ki -ben dışında, genel tabirle- bu arkadaşımız gerçekten "okuyor" ve bu çok önemli bir eklenti insana, keşke her insanda varsayılan olarak bulunsa. buna rağmen kısa, net ve konstantre yazıyor. arada huysuz, bazen çıkıntı gibi gelse de çoğunlukla haklı bu genç dostum. enerjisi özgün, bana genç ve sivri zamanlarımı anımsatıyor.
önce benim klavye ishallerime katlandığı (ehehe tabii ki önce ben öalşsd), sonrasında da genel olarak tarzından tavrından dolayı teşekkürlerimi bırakayım buraya. yolu açık olsun.
arkadaş nickaltı bile uzun oldu ya...
yeri geliyor bunalıyorum depresyonumu atıyorum kamyonla buraya, yeri geliyor çok gülerek onbinlerce karakterlik yazı duvarları salıyorum ve bir takım güzel insanlar ilginç ve hâlâ çok şaşırdığım bir şekilde bunları atlamadan, kolaya kaçmadan okuyor. ice da okuyor ve fark ediyorum ki -ben dışında, genel tabirle- bu arkadaşımız gerçekten "okuyor" ve bu çok önemli bir eklenti insana, keşke her insanda varsayılan olarak bulunsa. buna rağmen kısa, net ve konstantre yazıyor. arada huysuz, bazen çıkıntı gibi gelse de çoğunlukla haklı bu genç dostum. enerjisi özgün, bana genç ve sivri zamanlarımı anımsatıyor.
önce benim klavye ishallerime katlandığı (ehehe tabii ki önce ben öalşsd), sonrasında da genel olarak tarzından tavrından dolayı teşekkürlerimi bırakayım buraya. yolu açık olsun.
arkadaş nickaltı bile uzun oldu ya...
devamını gör...
normal sözlük'ün ölü doğmuş olduğu gerçeği
meh, bananeh.
devamını gör...
yazarların hatırladığı ilk hayal kırıklığı
anaokulunda öğretmenime çizdiğim resmi, ertesi gün çöpte görmüştüm.
devamını gör...
bir evi daha yaşanılır kılan detaylar
anne kucağı
devamını gör...
evernevergreen
film ve kitaplara büyük ilgisi olduğunu düşündüğüm kafa sözlük yazarı. tanımları bol olsun.
keyifli sözlükler.
keyifli sözlükler.
devamını gör...
kendi işini kendi halleden insan
başı ağrımayacak kişi.
"bir işin doğru yapılmasını istiyorsan kendin yapacaksın." derler.
"bir işin doğru yapılmasını istiyorsan kendin yapacaksın." derler.
devamını gör...
ostre sledovane vlaky
türkçeye (bkz: sıkı kontrol edilen trenler (kitap)) adıyla çevirisi yapılmış kitabın yazarı bohumil hrabal'dır. eseri beyaz perdeye jiri menzel uyarlamış olup, film çek sinemasının ürünüdür. filmin yakından izlenen trenler, sıkı denetlenen trenler ismiyle de türkçe çevirileri yapılmıştır.
spoiler!
bir sahne var ki, bir karakterin repliği tüylerimi diken diken etti:
--- alıntı ---
kanatlı olan her şey uçar.
kuzgun uçar.
çocuk uçar.
zaman uçar.
tren uçar.
asker uçar.
saniyeler uçar.
ölüm uçar.
her şey uçar.
--- alıntı ---
filmin baş kahramanı milos, cinsellikle henüz tanışmamış ve bunun sıkıntısıyla boğuşan çekingen bir genç. bu problemi çözmek için farklı insanlara başvuruyor, gözlemler yapıyor. filmde milos'un bakışlarını o kadar çok gördüm ki bir süre sonra onunla empati yaparak, onun gözlerinden, tutuk ve dahil olmakta çektiği güçlüklerden bakarak izlemeye başladım filmi. milos'un yaşadığı ya da yaşayamadığı cinsellikle birlikte diğer karakterlerin cinselliği yaşama biçimleri dikkat çekici.
trajik sahneler dikkat çekici bir sadelikte, filmin bütünü bir tren istasyonunda seyrediyor. rütbeler, savaş etkileri, milos'un çekingen ama istekli dünyası, filmin şaşırtıcı sonuyla birleşince hayli etkileyiciydi.
spoiler!
bir sahne var ki, bir karakterin repliği tüylerimi diken diken etti:
--- alıntı ---
kanatlı olan her şey uçar.
kuzgun uçar.
çocuk uçar.
zaman uçar.
tren uçar.
asker uçar.
saniyeler uçar.
ölüm uçar.
her şey uçar.
--- alıntı ---
filmin baş kahramanı milos, cinsellikle henüz tanışmamış ve bunun sıkıntısıyla boğuşan çekingen bir genç. bu problemi çözmek için farklı insanlara başvuruyor, gözlemler yapıyor. filmde milos'un bakışlarını o kadar çok gördüm ki bir süre sonra onunla empati yaparak, onun gözlerinden, tutuk ve dahil olmakta çektiği güçlüklerden bakarak izlemeye başladım filmi. milos'un yaşadığı ya da yaşayamadığı cinsellikle birlikte diğer karakterlerin cinselliği yaşama biçimleri dikkat çekici.
trajik sahneler dikkat çekici bir sadelikte, filmin bütünü bir tren istasyonunda seyrediyor. rütbeler, savaş etkileri, milos'un çekingen ama istekli dünyası, filmin şaşırtıcı sonuyla birleşince hayli etkileyiciydi.
devamını gör...
yucca
anavatanı amerika kıtası olan yuka bitkisi ülkemizde avize ve hançer bitkisi olarak da tanınmaktadır. dik formlu yaprakları ve dayanıklılığı ile ofis ve özellikle evlerimizde salonlarımızın vazgeçilmez bitkilerindendir.yuka bitkisi güneşe ve sıcaklara dayanıklı bir bitki olup, susuzluğu da tolere edebilir. avize (yucca) bitkisine mümkünse içme suyu verilmeli klorlu sudan bitki korunmalıdır. sulama yapılırken asla bitki kökünü çürütecek şekilde aşırı su verilmemelidir.tercihen aydınlık yerlerde konumlandırılmalı ama asla güneşin yapraklarını yakmasına izin verilmemelidir.


devamını gör...
geceye gereksiz bir bilgi bırak
türkiye'de her 60 saniyede 1 dakika geçmektedir.
devamını gör...
mümkün dünyaların en iyisi
alman matematikçi, filozof ve hukukçu gottfried wilhelm leibniz’in dünyayı açıklamak için kullandığı cümledir.
leibniz, voltaire’in hararetle ve kararlılıkla karşı çıktığı bu cümleyi theodicee adlı eserinde şöyle kullanmıştır:
ve olası dünyaların en iyisi; her şeyi bilen tanrı sayesinde bilinmiş, sonsuz iyiyi üretebilmesinden ötürü yaratılmaya seçilmiş ve her şeye gücü yetmesi ile oluşturulmuştur.
maddi ve manevi dünyayı oluşturan çok sayıda monad kendi özlerine göre hareket etmektedir ancak tanrının onlara bahşettiği ahenk sayesinde de bu dünyayı mümkün dünyaların en iyisi haline getirmektedirler.
çok derin bir felsefe bilgisine sahip değilim. leibniz ile karşı karşıya gelip konuşma şansım olsa muhtemelen beni ve düşüncelerimi hallaç pamuğu gibi atar ancak artık bu dünyada olmadığı için kafama takılan bazı şeyleri yazmam gerekecek ve bunu korkmadan yapacağım leibniz’den.
bu dünya üzerinde yaşamaya başladığım zamandan beri mümkün acıların bir çoğuna tanık oldum, okuduklarım ve izlediklerimle de öyle. mümkün olan savaşların en iyilerine şahit olduk dünya ahalisi olarak, mümkün olan en iyi atom bombalarını, mümkün olan en iyi işkenceleri gördük, dünya mümkün olan en iyi hastalıklarla kırıldı.
insan mümkün olan yaratıkların en iyisi ama 100 yıl gibi kısa bir süre bile bozulmadan duramıyor. bu süre boyunca da sürekli arıza vermeye devam ediyor. günden güne performans kaybı da cabası.
tanrının varlığı ya da yokluğu ile ilgili bir sorunum yok, hiç de olmadı. öldüğüm zaman bunun muhasebesi yapılır zaten. çok uzun da bir zaman yok ne olup olmadığını görmek için önümde.
ama mümkün dünyaların en iyisi fikrine alışamıyorum bir türlü. sanki mümkün dünyaların en iyisinde çocuk ölüleri kıyıya vurmaz gibi geliyor bana. ya da yatılı bir okulun bahçesinde yerli çocuklara ait toplu mezarlar bulunmaz gibi geliyor. çocuklar tecavüze uğramazlarmış gibi geliyor. mümkün dünyaların en iyisinde bunlar oluyorsa en kötüsü nasıl olurdu kim bilir!
böyle bir dünyada bu kadar zaman geçirince cehennemin vaat ettiği fiziksel acı o kadar da korkutucu gelmiyor bana.
tabii ki her şey için bir yaratıcıyı sorumlu tutmayabiliriz, özgür irade sahibi insan her şeyden sorumlu tutulabilir ama ömer hayyam geliyor o zaman da aklıma:
madem bizler çamurdan halk edildik,
sebep ne ki; hak tanısın eksik, gedik?
kusursuzsak neden bizi kırıp döker?
kusurluysak acep kimde bu eksiklik?
bir şeyler yanlış ya da benim kıt aklım anlamakta zorlanıyor. o halde mümkün dünyaların en iyisinde görüşmek üzere sevgili okur yazar arkadaşım.
leibniz, voltaire’in hararetle ve kararlılıkla karşı çıktığı bu cümleyi theodicee adlı eserinde şöyle kullanmıştır:
ve olası dünyaların en iyisi; her şeyi bilen tanrı sayesinde bilinmiş, sonsuz iyiyi üretebilmesinden ötürü yaratılmaya seçilmiş ve her şeye gücü yetmesi ile oluşturulmuştur.
maddi ve manevi dünyayı oluşturan çok sayıda monad kendi özlerine göre hareket etmektedir ancak tanrının onlara bahşettiği ahenk sayesinde de bu dünyayı mümkün dünyaların en iyisi haline getirmektedirler.
çok derin bir felsefe bilgisine sahip değilim. leibniz ile karşı karşıya gelip konuşma şansım olsa muhtemelen beni ve düşüncelerimi hallaç pamuğu gibi atar ancak artık bu dünyada olmadığı için kafama takılan bazı şeyleri yazmam gerekecek ve bunu korkmadan yapacağım leibniz’den.
bu dünya üzerinde yaşamaya başladığım zamandan beri mümkün acıların bir çoğuna tanık oldum, okuduklarım ve izlediklerimle de öyle. mümkün olan savaşların en iyilerine şahit olduk dünya ahalisi olarak, mümkün olan en iyi atom bombalarını, mümkün olan en iyi işkenceleri gördük, dünya mümkün olan en iyi hastalıklarla kırıldı.
insan mümkün olan yaratıkların en iyisi ama 100 yıl gibi kısa bir süre bile bozulmadan duramıyor. bu süre boyunca da sürekli arıza vermeye devam ediyor. günden güne performans kaybı da cabası.
tanrının varlığı ya da yokluğu ile ilgili bir sorunum yok, hiç de olmadı. öldüğüm zaman bunun muhasebesi yapılır zaten. çok uzun da bir zaman yok ne olup olmadığını görmek için önümde.
ama mümkün dünyaların en iyisi fikrine alışamıyorum bir türlü. sanki mümkün dünyaların en iyisinde çocuk ölüleri kıyıya vurmaz gibi geliyor bana. ya da yatılı bir okulun bahçesinde yerli çocuklara ait toplu mezarlar bulunmaz gibi geliyor. çocuklar tecavüze uğramazlarmış gibi geliyor. mümkün dünyaların en iyisinde bunlar oluyorsa en kötüsü nasıl olurdu kim bilir!
böyle bir dünyada bu kadar zaman geçirince cehennemin vaat ettiği fiziksel acı o kadar da korkutucu gelmiyor bana.
tabii ki her şey için bir yaratıcıyı sorumlu tutmayabiliriz, özgür irade sahibi insan her şeyden sorumlu tutulabilir ama ömer hayyam geliyor o zaman da aklıma:
madem bizler çamurdan halk edildik,
sebep ne ki; hak tanısın eksik, gedik?
kusursuzsak neden bizi kırıp döker?
kusurluysak acep kimde bu eksiklik?
bir şeyler yanlış ya da benim kıt aklım anlamakta zorlanıyor. o halde mümkün dünyaların en iyisinde görüşmek üzere sevgili okur yazar arkadaşım.
devamını gör...
uzak durulması gereken insanlar
karakteri çirkin insanlar. isteklerine ulaşmak için her yolu denerler ve kendilerini haklı çıkartmak için ellerinden geleni yaparlar.
devamını gör...
athabaskan
kuzey amerika'da yaşayan, athabaskan dil ailesine ismini veren bir kızılderili kabilesidir.
a.b.d'nin alaska eyaleti ve kanada'nın kuzey bölgeleri ve british columbia, alberta eyaletlerinde yaşıyorlar. kendilerine insan anlamında dene diyorlar ama cree kabilesi onların yaşadıkları bölgede bulunan bir göle athapaskaw demiş ve kabilenin adı böyle kalmış.
bir zamanlar çoğu athabaskan yerlisi, yav burası ne pislik, ne lanet bir yer devamlı soğuk, kar, kış, devamlı balık yemek... bıktık artık deyip ayrılmaya karar vermişler. ama athabaskan reisi, yav nereye gidiyorsunuz gün gelecek burada kurulan kanada devleti dünyada en iyi on ülkeden biri olacak, dünyanın dandik ülkelerinden gençler ne olur bizi al kanada diye yalvaracak ama kanada her on kişiden dokuzuna red verecek, buraları terketmeyin demiş.
ama çoğu başlarım kanadasına demiş ve güneye doğru yola çıkmışlar. alberta'nın güneyine gelmeleri yaz mevsimini bulmuş, rocky dağlarının manzarası, göller, yemyeşil ovalar, meyveler, başta bizon birçok değişik av hayvanı bulmuşlar. tabi onları avlayan blackfoot kabilesini görmüşler ve bazı athabaskan'lar onlardan çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım, burada kalalım, burası çok güzel ve hâla kanadadayız, torunlarımız güzel bir ülkede yaşar demişler. ama yine kış gelmiş ve kabilenin çoğu amannnn iyi, güzel ama hâla kar, kış hadi daha güneye gidelim demişler. her üç kişiden ikisi yola çıkmış. geride kalan kabileye sarcee demişler ve onlar hep blackfoot'larla yaşayıp onlar gibi ova yerlisi olmuşlar.
güneye gidenler daha sıcak, daha sıcak derken taaa meksika sınırına arizona, new mexico'ya kadar gitmişler. meksika çölünün sıcağını görünce oh be dünya varmış, lanet gelsin alaska'yada, kanada'yada demişler. geldikleri bölgede pueblo yerlieri yaşıyormuş. bunlar taştan evlerde, köylerde oturan, tarım yapan, meyve bahçeleri olan, halı kilim dokuyan koyun sürüleri olan değişik bir kabileymiş. bazı athabaskan'lar bu kabileden çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım demişler. koyun sürüleri sahibi olup, meyve ağaçları diken, tarım yapan bu gruba navajo denmiş.
ama bazı athabaskan'lar, bu ne lo böyle, delikanlı adam koyun peşinde koşup, tarlada çapa yaparmı demişler ve onlardan ayrılıp avcı, toplayıcı, gaspçı, asan, kesen, delikanlı savaşçılar olarak yaşamışlar. bu son gruba da apache denilmiş.
böylece athabascan dili alaskanın ücra bir köşesinde konuşulan dil iken, bütün kuzey amerikaya yayılmış, hatta ikinci dünya savaşında haberleşmede navajo dili kullanılmış ve japonlar mesajları bir türlü çözememiş.
a.b.d'nin alaska eyaleti ve kanada'nın kuzey bölgeleri ve british columbia, alberta eyaletlerinde yaşıyorlar. kendilerine insan anlamında dene diyorlar ama cree kabilesi onların yaşadıkları bölgede bulunan bir göle athapaskaw demiş ve kabilenin adı böyle kalmış.
bir zamanlar çoğu athabaskan yerlisi, yav burası ne pislik, ne lanet bir yer devamlı soğuk, kar, kış, devamlı balık yemek... bıktık artık deyip ayrılmaya karar vermişler. ama athabaskan reisi, yav nereye gidiyorsunuz gün gelecek burada kurulan kanada devleti dünyada en iyi on ülkeden biri olacak, dünyanın dandik ülkelerinden gençler ne olur bizi al kanada diye yalvaracak ama kanada her on kişiden dokuzuna red verecek, buraları terketmeyin demiş.
ama çoğu başlarım kanadasına demiş ve güneye doğru yola çıkmışlar. alberta'nın güneyine gelmeleri yaz mevsimini bulmuş, rocky dağlarının manzarası, göller, yemyeşil ovalar, meyveler, başta bizon birçok değişik av hayvanı bulmuşlar. tabi onları avlayan blackfoot kabilesini görmüşler ve bazı athabaskan'lar onlardan çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım, burada kalalım, burası çok güzel ve hâla kanadadayız, torunlarımız güzel bir ülkede yaşar demişler. ama yine kış gelmiş ve kabilenin çoğu amannnn iyi, güzel ama hâla kar, kış hadi daha güneye gidelim demişler. her üç kişiden ikisi yola çıkmış. geride kalan kabileye sarcee demişler ve onlar hep blackfoot'larla yaşayıp onlar gibi ova yerlisi olmuşlar.
güneye gidenler daha sıcak, daha sıcak derken taaa meksika sınırına arizona, new mexico'ya kadar gitmişler. meksika çölünün sıcağını görünce oh be dünya varmış, lanet gelsin alaska'yada, kanada'yada demişler. geldikleri bölgede pueblo yerlieri yaşıyormuş. bunlar taştan evlerde, köylerde oturan, tarım yapan, meyve bahçeleri olan, halı kilim dokuyan koyun sürüleri olan değişik bir kabileymiş. bazı athabaskan'lar bu kabileden çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım demişler. koyun sürüleri sahibi olup, meyve ağaçları diken, tarım yapan bu gruba navajo denmiş.
ama bazı athabaskan'lar, bu ne lo böyle, delikanlı adam koyun peşinde koşup, tarlada çapa yaparmı demişler ve onlardan ayrılıp avcı, toplayıcı, gaspçı, asan, kesen, delikanlı savaşçılar olarak yaşamışlar. bu son gruba da apache denilmiş.
böylece athabascan dili alaskanın ücra bir köşesinde konuşulan dil iken, bütün kuzey amerikaya yayılmış, hatta ikinci dünya savaşında haberleşmede navajo dili kullanılmış ve japonlar mesajları bir türlü çözememiş.
devamını gör...
kinyas ve kayra
hakan günday'ın ilk kitabıdır. ilk eser olmasına rağmen oldukça etkileyicidir. kitap bittikten sonra uzun bir süre kinyas ve kayra akla gelir. bir yerlerde yaşayan bir karakterler olarak varlığını sürdürürler. kitabı 2016 yılında okudum. benim için yeri oldukça farklı. diğer kitapları gibi birçok dile de çevrilmiştir.
--- alıntı ---
sorarlarsa, 'ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: yalnız kaldım. kalabildim! altı milyar insanın arasında doğdum. ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından..."
--- alıntı ---
--- alıntı ---
mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun. ve en büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. dünyadan haberi olmayan bütün geri zekalılar gibi.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
sorarlarsa, 'ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: yalnız kaldım. kalabildim! altı milyar insanın arasında doğdum. ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından..."
--- alıntı ---
--- alıntı ---
mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun. ve en büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. dünyadan haberi olmayan bütün geri zekalılar gibi.
--- alıntı ---
devamını gör...
dostoyevski'den alıntılar
gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken kaybettim.
çoğunluğun yakın zamanlarıyla ilişkilendirebileceğini düşündüğüm bir alıntı.
çoğunluğun yakın zamanlarıyla ilişkilendirebileceğini düşündüğüm bir alıntı.
devamını gör...