21.
bezelyeler gibi
gülüyordum doyasıya gülüyordum
yeşil kabuğumdan taştım da
insan olmuşum yanlışlıkla mendel.
gülüyordum doyasıya gülüyordum
yeşil kabuğumdan taştım da
insan olmuşum yanlışlıkla mendel.
devamını gör...
22.
köylüleri niçin öldürmeliyiz ?
çünkü onlar ağırkanlı adamlardır.
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını
büyütmeye çalışırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarıda ezildikçe içeride zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar.
karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştirmezler
evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler,
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!...
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında azarlarlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar otobüslerde ayakkabılarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatır,
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin akrabalarından söz ederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz hünküre hünküre
yollara tükürürler...
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar ilk akışamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşlerini, ekinlerini yeşertirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu, verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarının ipoteği altındadır
ve bir kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
zamanın derin ırmakları önünde...
köylüleri söyleyin nasil
nasil kurtaralim?
bir şükrü erbaş şiiri.
çünkü onlar ağırkanlı adamlardır.
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını
büyütmeye çalışırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarıda ezildikçe içeride zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar.
karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştirmezler
evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler,
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!...
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında azarlarlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar otobüslerde ayakkabılarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatır,
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin akrabalarından söz ederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz hünküre hünküre
yollara tükürürler...
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar ilk akışamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşlerini, ekinlerini yeşertirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu, verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarının ipoteği altındadır
ve bir kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
zamanın derin ırmakları önünde...
köylüleri söyleyin nasil
nasil kurtaralim?
bir şükrü erbaş şiiri.
devamını gör...
23.
gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; toprağı rüzgârı denizi göğü
o her zaman bir insanla anlamlı
tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
ve ucuz korkuların kör kuyularına
daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.
fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
unuttunuz başkalarının acısını duymayı
küçük çıkarların büyük kurnazları
alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
dışa vurmayı duygularınızı
unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.
gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-ki bu en büyük kötülüktür size-
yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi
gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar
uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.
sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde
insanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke
anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim
koşaradım
duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde
-şükrü erbaş
devamını gör...
24.
dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.
oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların
uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
içimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...
ahmet telli - belki yine gelirim
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.
oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların
uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
içimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...
ahmet telli - belki yine gelirim
devamını gör...
25.
yarin dudağından getirilmiş
bir katre alevdir bu karanfil,
ruhum acısından bunu bildi
düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer
kızgın kokusundan kelebekler,
gönlüm ona pervane kesildi.
bir katre alevdir bu karanfil,
ruhum acısından bunu bildi
düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer
kızgın kokusundan kelebekler,
gönlüm ona pervane kesildi.
devamını gör...
26.
sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.
sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyeceğim
sen de bilme, lavinia.
özdemir asaf
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.
sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyeceğim
sen de bilme, lavinia.
özdemir asaf
devamını gör...
27.
erdem beyazıt-veda
bu şehirden gidiyorum
gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
gururu yıkılmış soy atlar gibi
bu şehirden gidiyorum
insanlar taş gibi bana yabancı
ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
o ışıksız pencereden
ben onu bile bile duymuyor gibiyim.
bu şehirden gidiyorum
gömerek geceyi içime
sabahın hüznünü beklemeden
gidiyorum bu şehirden.
bu şehirden gidiyorum
gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
gururu yıkılmış soy atlar gibi
bu şehirden gidiyorum
insanlar taş gibi bana yabancı
ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
o ışıksız pencereden
ben onu bile bile duymuyor gibiyim.
bu şehirden gidiyorum
gömerek geceyi içime
sabahın hüznünü beklemeden
gidiyorum bu şehirden.
devamını gör...
28.
necati cumalı'dan gece rüzgarı
efkarın arttı mı geceleri
geçir paltonu sırtına
atkını iyice sar
bırak adımlarına kendini
arsalar apartmanlar arasından
yürü kenar mahallelere doğru
gittikçe daralan sokakları
ışığı azalan dükkanları
fakirleşen kalabalığı geç
birden yol önünde yükseliverir
başlar ovadan doğru esmeye
garip bir gece rüzgârı
havada kekremsi tohum kokuları
gözlerin etrafa alışır yürüdükçe
düşüncen açılır
kıyı gibi pırıl pırıl her tren geçtikçe
yerden kara bir bulut gibi kalkar dumanı
ilerler yük arabaları taşlara çarpa çarpa
ilerler sırtlarında yorganları gene de
anadolu’nun âvare gece yolcuları
rüzgârda hızını arttırdıkça arttırır
karanlıkta görür gibi olursun yarını
gittikçe daha hızlı daha sert
yüzüne saçlarına doğru estikçe
sıklaştır adımlarını
efkarın arttı mı geceleri
geçir paltonu sırtına
atkını iyice sar
bırak adımlarına kendini
arsalar apartmanlar arasından
yürü kenar mahallelere doğru
gittikçe daralan sokakları
ışığı azalan dükkanları
fakirleşen kalabalığı geç
birden yol önünde yükseliverir
başlar ovadan doğru esmeye
garip bir gece rüzgârı
havada kekremsi tohum kokuları
gözlerin etrafa alışır yürüdükçe
düşüncen açılır
kıyı gibi pırıl pırıl her tren geçtikçe
yerden kara bir bulut gibi kalkar dumanı
ilerler yük arabaları taşlara çarpa çarpa
ilerler sırtlarında yorganları gene de
anadolu’nun âvare gece yolcuları
rüzgârda hızını arttırdıkça arttırır
karanlıkta görür gibi olursun yarını
gittikçe daha hızlı daha sert
yüzüne saçlarına doğru estikçe
sıklaştır adımlarını
devamını gör...
29.
can yücel
özledim seni…
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin…
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
yokluğun,
hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları…özledim seni…
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin…
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
yokluğun,
hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü…
nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
´´git artık´´ demek
´´beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa´´
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden…
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek…
özledim seni – can yücel
özledim seni…
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin…
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
yokluğun,
hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları…özledim seni…
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin…
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
yokluğun,
hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü…
nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
´´git artık´´ demek
´´beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa´´
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden…
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek…
özledim seni – can yücel
devamını gör...
30.
orhan veli kanık
handan, hamamdan geçtik,
gün ışığında hissemize razıydık;
saadetinden geçtik,
ümidine razıydık;
hiçbirini bulamadık;
kendimize hüzünler icadettik,
avunamadık
yoksa biz...
bu dünyadan değil miydik?
handan, hamamdan geçtik,
gün ışığında hissemize razıydık;
saadetinden geçtik,
ümidine razıydık;
hiçbirini bulamadık;
kendimize hüzünler icadettik,
avunamadık
yoksa biz...
bu dünyadan değil miydik?
devamını gör...
31.
-nazım hikmet
çok yorgunum,beni bekleme kaptan.
seyir defterini başkası yazsın.
kubbeli,çınarlı mavi bir liman.
beni o limana çıkaramazsın..
çok yorgunum,beni bekleme kaptan.
seyir defterini başkası yazsın.
kubbeli,çınarlı mavi bir liman.
beni o limana çıkaramazsın..
devamını gör...
32.
her evin bir hikayesi vardir.
kimbilir kac kisi gezinmistir,
cilasiz parkelerin de..
ne yalvarislara, aglayislara, kahkahalara,
taniklik etmistir bu rutubetli duvarlar..
mutfaginda ki sunta dolaplar,
yillarin cizdigi tezgah..
ne yokluga, ne bolluga, solen sofralarindan..
bir kuru ekmek bir de aci sogana..
doymustur doymamistir kim bilir?
holde ki ayak sesleri, dinlesen duyulacak gibi..
sabah telasi, aksam rehaveti, gece sessizligi..
tum odalarin kokusu ayri..
sanki hala eski sahipleri gibi.
kiminin cekmece de ki lavantasi,
kiminin odadan cikarken ki surdugu misk-i amberi..
kapilar kisilerin, olaylarin, duygularin devinimi.
gun ola carpis ve gidis,
gun ola -aman uyanmasin!- urkekligi..
pencere pervazlari kuru catlak.
kim bilir hangi eller aldi uzerinde ki nemi..
camlar macunundan ayri dusmus,
hangi gozlere, yurege; aglamis, gulmus..
kimini basin da bekletmis, gozleri yolda kalmis..
kimine sevdigini gostermis; hic ayrilmamis gibi..
her evin bir degil cok hikayesi var.
banyoda ki buhar gibi; biri yeni bircogu eski..
kimbilir kac kisi gezinmistir,
cilasiz parkelerin de..
ne yalvarislara, aglayislara, kahkahalara,
taniklik etmistir bu rutubetli duvarlar..
mutfaginda ki sunta dolaplar,
yillarin cizdigi tezgah..
ne yokluga, ne bolluga, solen sofralarindan..
bir kuru ekmek bir de aci sogana..
doymustur doymamistir kim bilir?
holde ki ayak sesleri, dinlesen duyulacak gibi..
sabah telasi, aksam rehaveti, gece sessizligi..
tum odalarin kokusu ayri..
sanki hala eski sahipleri gibi.
kiminin cekmece de ki lavantasi,
kiminin odadan cikarken ki surdugu misk-i amberi..
kapilar kisilerin, olaylarin, duygularin devinimi.
gun ola carpis ve gidis,
gun ola -aman uyanmasin!- urkekligi..
pencere pervazlari kuru catlak.
kim bilir hangi eller aldi uzerinde ki nemi..
camlar macunundan ayri dusmus,
hangi gozlere, yurege; aglamis, gulmus..
kimini basin da bekletmis, gozleri yolda kalmis..
kimine sevdigini gostermis; hic ayrilmamis gibi..
her evin bir degil cok hikayesi var.
banyoda ki buhar gibi; biri yeni bircogu eski..
devamını gör...
33.
yaseminlerin sabahı
gökyüzü bulut bulut uyanıyordu
tanrının büyük yalnızlığından
ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında
ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi
yasemin kokularından bir ışık sokaklarda
gittim denizin lacivert bahçesine oturdum
ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum
arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu
ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil
ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları
kirpik ırmakları dil pınarları parmak yağmurları
kayaların masalını dinliyordum kumlardan
dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha
ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri
ayrılığın büyük harfiydi her şey
sen bir deniz kıyısında gonca zamandın
ben eski şarkılardan eskiydim kimsesizdim
içimde dünyanın bütün akşamları
tuttum ağzının sabahına sözler söyledim
ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
yalnız ölenler unutur birbirini
seni sevmeye yeni başladım…
şükrü erbaş
gökyüzü bulut bulut uyanıyordu
tanrının büyük yalnızlığından
ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında
ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi
yasemin kokularından bir ışık sokaklarda
gittim denizin lacivert bahçesine oturdum
ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum
arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu
ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil
ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları
kirpik ırmakları dil pınarları parmak yağmurları
kayaların masalını dinliyordum kumlardan
dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha
ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri
ayrılığın büyük harfiydi her şey
sen bir deniz kıyısında gonca zamandın
ben eski şarkılardan eskiydim kimsesizdim
içimde dünyanın bütün akşamları
tuttum ağzının sabahına sözler söyledim
ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
yalnız ölenler unutur birbirini
seni sevmeye yeni başladım…
şükrü erbaş
devamını gör...
34.
her şey sende gizli
yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatların çırpındığı kadar hafif..
kalbinin attığı kadar canlısın.
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
sevdiklerin kadar iyisin.
nefret ettiklerin kadar kötü..
ne renk olursa olsun kaşın gözün.
karşındakinin gördüğüdür rengin..
yaşadıklarını kâr sayma:
yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün..
gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi,
sevdiğin kadar sevileceksin.
güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
işte budur hayat!
işte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebektir
ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
sevdiğin kadar sevilirsin...
-can yücel-
yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatların çırpındığı kadar hafif..
kalbinin attığı kadar canlısın.
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
sevdiklerin kadar iyisin.
nefret ettiklerin kadar kötü..
ne renk olursa olsun kaşın gözün.
karşındakinin gördüğüdür rengin..
yaşadıklarını kâr sayma:
yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün..
gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi,
sevdiğin kadar sevileceksin.
güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
işte budur hayat!
işte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebektir
ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
sevdiğin kadar sevilirsin...
-can yücel-
devamını gör...
35.
ş i i r .*
devamını gör...
36.
feci
diyebilirim ki kırk yıl sürdü içim
kırk yıl sürdü içimi titreten zaman
bu muamma
başımı en feci yastığa koyup
yüzündeki tek tanrılı dinleri denedim
yüzündeki en unutkan yerleri
diyebilirim ki bilinmeyen dualar buldum
başka bitkiler
ıhlamur
susmak ve yutkunmak
geldiğimde tek tanrılı dinlerde yer yoktu
suratımı astım
kırk vakt’e bakıp sana inandım
her duası feciyle biten bir ibadet çeşidi buldum
kırk yıl günde beş öğün yutkunmak
sefadan uzadı saç
cefadan uzadı tırnak
diyebilirim ki her duası feciyle biten bir ibadetti yaşamak
seyyidhan kömürcü
diyebilirim ki kırk yıl sürdü içim
kırk yıl sürdü içimi titreten zaman
bu muamma
başımı en feci yastığa koyup
yüzündeki tek tanrılı dinleri denedim
yüzündeki en unutkan yerleri
diyebilirim ki bilinmeyen dualar buldum
başka bitkiler
ıhlamur
susmak ve yutkunmak
geldiğimde tek tanrılı dinlerde yer yoktu
suratımı astım
kırk vakt’e bakıp sana inandım
her duası feciyle biten bir ibadet çeşidi buldum
kırk yıl günde beş öğün yutkunmak
sefadan uzadı saç
cefadan uzadı tırnak
diyebilirim ki her duası feciyle biten bir ibadetti yaşamak
seyyidhan kömürcü
devamını gör...
37.
durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk
adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun elini tutmuş
adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
kadın güzel
güzel anılar gibi güzel
çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel
cemal süreya
adam kadın ve çocuk
adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun elini tutmuş
adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
kadın güzel
güzel anılar gibi güzel
çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel
cemal süreya
devamını gör...
38.
"geleceğim bekle" dedi, gitti.
ben beklemedim, o da gelmedi.
ölüm gibi bir şeydi,
ama kimse ölmedi.. özdemir asaf
ben beklemedim, o da gelmedi.
ölüm gibi bir şeydi,
ama kimse ölmedi.. özdemir asaf
devamını gör...
39.
aynanın sırrı nedir ki?
kırıldığında
beni bile göstermediği zaman?
can yücel.
kırıldığında
beni bile göstermediği zaman?
can yücel.
devamını gör...
40.
ıs there an imagination that sits enthroned
as grim as it is benevolent, the just
and the unjust, which in the midst of summer stops
the auroras of autumn, wallace stevens (vii)
as grim as it is benevolent, the just
and the unjust, which in the midst of summer stops
the auroras of autumn, wallace stevens (vii)
devamını gör...