401.
bir nöbet vakti akşamı
düşünceler ardı ardına
yanı başında çaresizlik
küfre çatmış kaşlarını
günün beyhude karanlığına itaatkar,
duygulara secdetmiş kalemin mürekkebi.
zamana latife yaparcasına,
sıraladı sözlerini berrak sayfasına
berduşluk esti mi kafasına!
salıverir gurbete esrarengiz kelebeği.
haysiyetine zulmettiği duygulara küfreder şair
küfreden şair, küfre icabet eden de.
düşünceler ardı ardına
yanı başında çaresizlik
küfre çatmış kaşlarını
günün beyhude karanlığına itaatkar,
duygulara secdetmiş kalemin mürekkebi.
zamana latife yaparcasına,
sıraladı sözlerini berrak sayfasına
berduşluk esti mi kafasına!
salıverir gurbete esrarengiz kelebeği.
haysiyetine zulmettiği duygulara küfreder şair
küfreden şair, küfre icabet eden de.
devamını gör...
402.
''şans sırtını dönecekse,
hep kötüler gülecekse,
seven her gün ölecekse,
olmaz olsun böyle dünya...''
hep kötüler gülecekse,
seven her gün ölecekse,
olmaz olsun böyle dünya...''
devamını gör...
403.
testi
dolu bir testiydim ben,
baş aşağı ettiniz beni;
eh, boşalıverdim derken...
iyi mi ettiniz yani?
sevgiler vardı içimde
ezgiler vardı, iyilikler...
boşaltıverdiniz, hem de
düşürüp kırmaktan beter.
hoş, yine bir testiyim ben,
yine varım ama bomboş.
ahmet muhip dıranas.
dolu bir testiydim ben,
baş aşağı ettiniz beni;
eh, boşalıverdim derken...
iyi mi ettiniz yani?
sevgiler vardı içimde
ezgiler vardı, iyilikler...
boşaltıverdiniz, hem de
düşürüp kırmaktan beter.
hoş, yine bir testiyim ben,
yine varım ama bomboş.
ahmet muhip dıranas.
devamını gör...
404.
biraz yorgunum
kavgaları birikiyor insanın
her uzvundan ayrı ayrı taşıyor acısı zamanla.
yaşımdan yorgunum
yaşından telâşlıyım bu günlerde
kaç yaşındayım sahi?
saymadım, bilmiyorum
kavgaları birikiyor insanın
her uzvundan ayrı ayrı taşıyor acısı zamanla.
yaşımdan yorgunum
yaşından telâşlıyım bu günlerde
kaç yaşındayım sahi?
saymadım, bilmiyorum
devamını gör...
405.
406.
neylesem bu benim iç kavgalarımla?
pişmanlığım, kendime düşmanlığımla?
sen bağışlasan da ben yerim kendimi:
neylesem bu yüzkaram, bu utancımla?
ömer hayyam
pişmanlığım, kendime düşmanlığımla?
sen bağışlasan da ben yerim kendimi:
neylesem bu yüzkaram, bu utancımla?
ömer hayyam
devamını gör...
407.
"ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik."
| cemal süreya - aşk
bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
çünkü iki kişiydik."
| cemal süreya - aşk
devamını gör...
408.
bir martıyı ağlattın sen
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!
ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!
bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık.
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!
ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!
bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık.
devamını gör...
409.

ellerimizi yitiririz birdenbire, yokturlar;
yanaklarımız tozlu bir ülkedir
unutulmuş masallarda
ve şuramızda
bir gökyüzü sürekli kuşsuzluğa doğurur kendini
ve eşyalar
aslında birer boşluk olduklarını anımsarlar ansızın
sonra boşluk taşar boşluk kelimesinden,
taşar.
artık ne yapsak yapmıyoruzdur,
ne yıksak yıkmıyoruz.
babalar ki, yalnızlığın en uzun tarihidir
içlerinden gelip geçtiğimiz .
- yalnızlıklar / hasan ali toptaş
devamını gör...
410.
sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır
herşey olmaya hazır
sana bakmak, suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak,
bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak,
allah'a inanmaktır!...
yılmaz erdoğan
herşey olmaya hazır
sana bakmak, suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak,
bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak,
allah'a inanmaktır!...
yılmaz erdoğan
devamını gör...
411.
kendi şiirimi bırakıyorum :)
ey selim, ey süleyman, ey kemal
iki minaredir sizden ileriye kalan
anladım ki kardeş, dost yok el yaman
düşman değil dostmuş ayağa bakan
övünür olmuşuz minareyle, ezanla değil
dövünür olmuşuz dört duvara, yuvaya değil
ver çalışana kırk kuruş
rahman'ın önünde eğil
hayır kerim bu değil
ey ki ey bedbaht
kurulsa önüne taht
görkem senindir
saltanat değil
ey selim, ey süleyman, ey kemal
iki minaredir sizden ileriye kalan
anladım ki kardeş, dost yok el yaman
düşman değil dostmuş ayağa bakan
övünür olmuşuz minareyle, ezanla değil
dövünür olmuşuz dört duvara, yuvaya değil
ver çalışana kırk kuruş
rahman'ın önünde eğil
hayır kerim bu değil
ey ki ey bedbaht
kurulsa önüne taht
görkem senindir
saltanat değil
devamını gör...
412.
kızıma prensesler hakkında hikaye okumayacağım.
sihirli ayakkabılar hakkında, arabalar hakkında
ve bir yerlerde harika bir orman olduğu gerçeği hakkında,
çünkü prensler ve ormanlar yoktur.
kılıçları düşen kötü adamlar hakkında
yüksek kuleler ve mucize kapıları hakkında,
bu sözleri ona gece okumayacağım
çünkü korkarım ki inanacak.
bunu kimseye okumayacağım
çünkü ben bir kez
iyiler kazanacak diye inandırılmıştı.
kalbin duygusu önemli olduğu söylenmişti.
son anda bir kahramanın koşarak geleceğini
ve beni beladan kurtaracağını.
sadece hayat tamamen farklı gösterdi
ve ejderhalar içeride yaşar.
yapmayacağım!
ama ne kadar konuşursak ta
korkarım ki yatmadan önce gideceğim... ve kitabın üzerine bir el feneri tutuğunu
ve bunu kendi kendine okuduğunu.. ve kirpiklerinin altında yanan gözlerle
kısık bir fısıltıyla bana "anne, prenslerin olduğu doğru mu?" diye soracak.
ve elbette cevap vereceğim - "evet ..".
buradan
sihirli ayakkabılar hakkında, arabalar hakkında
ve bir yerlerde harika bir orman olduğu gerçeği hakkında,
çünkü prensler ve ormanlar yoktur.
kılıçları düşen kötü adamlar hakkında
yüksek kuleler ve mucize kapıları hakkında,
bu sözleri ona gece okumayacağım
çünkü korkarım ki inanacak.
bunu kimseye okumayacağım
çünkü ben bir kez
iyiler kazanacak diye inandırılmıştı.
kalbin duygusu önemli olduğu söylenmişti.
son anda bir kahramanın koşarak geleceğini
ve beni beladan kurtaracağını.
sadece hayat tamamen farklı gösterdi
ve ejderhalar içeride yaşar.
yapmayacağım!
ama ne kadar konuşursak ta
korkarım ki yatmadan önce gideceğim... ve kitabın üzerine bir el feneri tutuğunu
ve bunu kendi kendine okuduğunu.. ve kirpiklerinin altında yanan gözlerle
kısık bir fısıltıyla bana "anne, prenslerin olduğu doğru mu?" diye soracak.
ve elbette cevap vereceğim - "evet ..".
buradan
devamını gör...
413.
köylüleri niçin öldürmeliyiz ?
çünkü onlar ağırkanlı adamlardır.
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
herşeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını
büyütmeye çalışırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarıda ezildikçe içeride zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar.
karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştirmezler
evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
birgün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler,
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!...
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında azarlarlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar otobüslerde ayakkabılarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatır,
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin akrabalarından sözederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz hünküre hünküre
yollara tükürürler...
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar ilk akışamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşlerini, ekinlerini yeşertirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu, verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarının ipoteği altındadır
ve bir kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
zamanın derin ırmakları önünde...
köylüleri söyleyin nasil
nasil kurtaralim?
çünkü onlar ağırkanlı adamlardır.
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
herşeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını
büyütmeye çalışırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarıda ezildikçe içeride zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar.
karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştirmezler
evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
birgün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler,
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!...
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında azarlarlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar otobüslerde ayakkabılarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatır,
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin akrabalarından sözederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz hünküre hünküre
yollara tükürürler...
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar ilk akışamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşlerini, ekinlerini yeşertirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu, verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarının ipoteği altındadır
ve bir kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
zamanın derin ırmakları önünde...
köylüleri söyleyin nasil
nasil kurtaralim?
devamını gör...
414.
ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... değil mi yoksa?
devamını gör...
415.
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
devamını gör...
416.
...
şimdi hülyaya gömülmüş ölüyüm;
ne gelen var, ne giden var, ne soran.
ıztırap yaylasıyım gam çölüyüm;
esiyor sadece gönlümde boran.
bir hayal alemi ardında; uzak,
sisli iklimlere sürdüm, gittim.
varlığım burda sönüp kaybolacak...
belki ben şimdiden öldüm... bittim...
devamını gör...
417.
bir yıldız iliklerine kadar yalnız
bir adam yağmur altında yalnız
tahammül edilemez düşüncesine
o inadına yaslanır kayıtsız
ne söylenecek tek sözü vardır
ne büyük hikayesi yaşayanlara dair
ağır sallanışını duyar yarasaların
vakit gecedir
o çoktan affetmiştir unutanları
alır götürür gözlerini bir deniz
bırakır boşluğa kanatlarını
bir yarasa gece vakti bahanesiz
bir adam yağmur altında yalnız
tahammül edilemez düşüncesine
o inadına yaslanır kayıtsız
ne söylenecek tek sözü vardır
ne büyük hikayesi yaşayanlara dair
ağır sallanışını duyar yarasaların
vakit gecedir
o çoktan affetmiştir unutanları
alır götürür gözlerini bir deniz
bırakır boşluğa kanatlarını
bir yarasa gece vakti bahanesiz
devamını gör...
418.
eski duvar diplerinde karanlık sular
ay vurmuş gölgelenmiş kuytular
canım oğul, güzel yiğit
al gel kanlı gömleğini,
sana nasıl kıydılar?
ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan'da duymuştum
bir külüstür mapusâne zindanların en kötüsü
gözlerinin moru vurmuş ak mendillere
bir kelepçe sabahı ki türkülerin en acısı
ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan’da duymuştum
akşamlar bir karakuş gibi
sağılıp inerdi tenha yollara
yıldızlar dut kokardı iğdeler ay kokardı
öflez ışıkları yol boylarında osmanlı karakolların
tilkiler üşüşünce akşam yıldızıyla bağlara
kelepçemin karasına bir ak güvercin
nazlı nazlı, canım yiğit, süzüm süzüm,
canım oğul, gelip konardı
ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan'da duymuştum
ekmek yedim su içtim, ben nasıl yadsıyayım
nurhak dağlarının hemencecik eteğinde o yerde
toprak kına gibidir etlidir damarlıdır
sanırsın balla yoğrulmuştur kehribar üzümleri
kütükleri hititlerden, kan gütmesi osmanlıdan
ekmek yedim su içtim, ben nasıl yadsıyayım
taze peynir gibi taze, sarı yabangülü selâm
ya nasıl yadsıyayım o ishaklı selvilerde ayışığını
ya bu kanlı gömleği ben kime giydireyim?
ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan'da duymuştum
sen nezaman büyüdün de
nezaman kaptırdın gönlünü o nurhak’lara
sen daha bebek bebek, sen daha baba baba
canım oğul, o kıraç topraklarımın yabangülü yiğidim
sen nezaman büyüdün de düştün yollara
yolunu mavi kargalardan toylardan sorar oldun?
hâlâ duruyor mu telefon tellerinde
o mavi kargaları maraş topraklarının
o karamuk çalıları, o çobandöşekleri,
o müslüman kayalar
beni sordun mu gözüm,
o kanlı toprakların menekşeli sabahlarından
çıkınımda kara zeytin bile yok
kara alman kelepçesi bileklerimde
ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan'da duymuştum
bileklerim, canım oğul,
yeni yeni başladı sızlamağa
sen büyüdün de demek, düştün demek
o damar damar kınalı topraklara?
tüketmişim yirmi yılı,
canım yiğit, bir salkım üzüm gibi
ay vurmuş gölgelenmiş kuytular
canım oğul güzel yiğit
al gel kanlı gömleğini
sana nasıl kıydılar!
ben bu yürek yarasını
bir gece elbistan'da duymuştum
hasan hüseyin korkmazgil
( 1927 - 1984 )
devamını gör...
419.
/insan daha mutlu acılar içinde
gür kanı daha bir canlı
sürse ya ne varsa götürmese ya
biter rüzgarı başın gövdenin
durulur küçülür yoksullaşır
beyaz mendilde kara düğüm
uykudan iyisi yok alın ellerinizi
tutmuşum tutmamışım
sevmişim sevmemişim
şu yaşama şu ölüm
beyaz mendilde kara düğüm/
gülten akın - acı için karşılama
gür kanı daha bir canlı
sürse ya ne varsa götürmese ya
biter rüzgarı başın gövdenin
durulur küçülür yoksullaşır
beyaz mendilde kara düğüm
uykudan iyisi yok alın ellerinizi
tutmuşum tutmamışım
sevmişim sevmemişim
şu yaşama şu ölüm
beyaz mendilde kara düğüm/
gülten akın - acı için karşılama
devamını gör...
420.
1
herkes seni sen zanneder.
senin sen olmadığını bile bilmeden,
sen bile..
seni ben geçerken,
derim ki,
saati sorduklarında;
onu ”o” geçiyordur.
kimse anlam veremez.
tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
ettirmek istiyor musun demezler.
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
zamanı durdururum yüreğimde,
sensiz geçtiği için,
akrep yelkovana küskündür.
şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
bil ki akrep yelkovanı geçerse,
atan bu yüreğim durur.
bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
2
senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz
kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz
alır başımı erzincan'a giderim seni düşünmek için
dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor
kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için
bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur
ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan
durmadan
dağ biraz daha benden deniz her zaman senden
hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan
kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm
seni övdüğüm zaman
güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda
seni övdüğüm zaman
turgut uyar
herkes seni sen zanneder.
senin sen olmadığını bile bilmeden,
sen bile..
seni ben geçerken,
derim ki,
saati sorduklarında;
onu ”o” geçiyordur.
kimse anlam veremez.
tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
ettirmek istiyor musun demezler.
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
zamanı durdururum yüreğimde,
sensiz geçtiği için,
akrep yelkovana küskündür.
şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
bil ki akrep yelkovanı geçerse,
atan bu yüreğim durur.
bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
2
senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz
kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz
alır başımı erzincan'a giderim seni düşünmek için
dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor
kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için
bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur
ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan
durmadan
dağ biraz daha benden deniz her zaman senden
hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan
kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm
seni övdüğüm zaman
güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda
seni övdüğüm zaman
turgut uyar
devamını gör...