801.
bir daha bana benzeme angel

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca cesedime yağdı

bana bir şey olursa diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
düşünürken üşürsem diye korktum
oturup siyah portakallar yedim
oturup korkunç kitaplar okudum
içimde bir sıkıntı gibi cinayet
içimde bir sığıntı gibi telaş
içimde felaket gibi bir merak
hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm
daha da düşersem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
ay kıvrılırsa diye
kan kıvranırsa diye
can sıçrarsa ölürken bir yerlere,
daha da ölürsem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
sessem, sersem bir heceysem eğer
seni bir kelime edersem diye korktum
seni kötü bir cümlede kullanırsam
adını söylerken takılırsam, yalnış telaffuz edersem
böyle bir günah işlersem
tanrı affeder diye korktum

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca bu şiire yağdı

sağol aşkım
sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

her şeye rağmen
yağmura bulanmış, güzel bir yazdı...

küçük iskender
devamını gör...
802.
kalsaydı bir anlamı, yaratılsaydık. sokulsaydık kelimeden içre bir nefs olan hayat, sürünür ve gerilirdik, kuytu bakışlardan, dağlara... gök yarılır ve susardık, bilirdik, avucumuzda saklanır isimler.
koşardık, güneşin altında denizim, şişer şişer, iner...

her söz tözüyle sarardı gırtlağımı. mührü kırık onlarca kelime... kusarak gırtlağımdaki ergeni, yumruklarımı sıktım, saldırdım!
sana karşı ey ölüm, yaman bir oyun oynadım, kendimi kandırdım, yanıldım...

duyuluyor mu sustuklarım? zonklar mı sema, tenimde yıldız tozları tanrıların, sen, nice ölümle ebedi kalan ruhum... yansıdın ve soldum...

yaralar ektim bacaklarıma, zevkle kanattım, kara öpücükler gibi aydın, yandaş bilim, iktidar ve simya... çürük kanı mumyaların, zırvaların... hepsi çöp, hepsi rezalet! bacaklarımda kara lekeler, bilimce tanılı, meşru ve kutsal!

ne kaldıysa bunca serzeniş arasında ileri yahut geri, kahrettim çarpılar çarpımlar arasında gençliği... etek boyu sokaklar, sürgün ve sürülü laflar, ne farkeder? şehir aynı şehir, çürük ve lanetli.

insanlar, çok tuhaf, çok basit... kudurgan bir lanetle basıyor toprağa.
devamını gör...
803.
umduğun inceliğe inmiyorsa söz
çekil suskunluğun tüneklerine
ucuz etme anlamı.
böyle zamanlarda insan
çokluk yalnız kalmalı.

sevgisiz seslerde çevren çiğ
uysan uzaklaşırsın kendi özünden
dirensen günün karanlık
bu yüzdendir gecelerin güzelliği
geceler aydınlık.

al getir kendi derinliklerine
ufuksuz sularda duran gemini
getir ki sabaha çok var.
hem bakarsın gecelerin koynundan
bir binen çıkar.
şükrü erbaş bütün şiirleri. sf.25
devamını gör...
804.
oysa herkes öldürür sevdiğini
kulak verin sözlerime iyice, herkes öldürebilir sevdiğini kimi bir bakışıyla yapar bunu, kimi dalkavukça sözlerle, korkaklar öpücük ile öldürür, yürekliler kılıç darbeleriyle!

kimi gençken öldürür sevdiğini kimileri yaşlı iken öldürür; şehvetli ellerle öldürür kimi kimi altından ellerle öldürür; merhametli kişi bıçak kullanır çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

kimi aşk kısadır, kimi uzundur, kimi satar kimi de satın alır; kimi gözyaşı döker öldürürken, kimi kılı kıpırdamadan öldürür; herkes öldürebilir sevdiğini ama herkes öldürdü diye ölmez!
oscar wilde | çeviri: özdemir asaf
devamını gör...
805.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
806.
"nazlan!
sitem et!
kırıl bana!
beni geç vakit
tek başıma suya yolla
bahçede yüzünü öteye çevir
güle hayret ediyormuş gibi yap
gülümseyerek konuş da başkalarıyla
somurt, avluda sadece ikimiz kalınca
kızıp en evecen adımlarınla üst kata çık
en sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık

yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan
dağ sıradağdı hangi haşin belden yol veresi
gece hep süzüldü yukardan lâkayt kehkeşân
altımda hep beni yutmaya çağladı nehir
yetişir hecelemen sök beni bir kere
en zoruma gideni yap hengâme getir
çel beni tökezlet tuttur çitlere
ah'la istida edecek ahvâl değil
kim bana kıymazsan bilebilir
dünya dedikleri samut küp
acılar tınladıkça bende
hep seni seslendirir.
"

ismet özel
devamını gör...
807.
çürük
renk basıyor o noktayı, donuk mor.
bedenin geri kalanı hepten ak-ü pak,
inci renginde.

taşlık bir oyuğu
soğuruyor deniz, takıntılı takıntılı,
bir kovuk bütün deniz mihveri.

bir sinek boyunda,
kıyamet işareti
sürünerek iniyor duvardan aşağıya.

kalp kapanır,
deniz geri çekilir,
aynalar tabakalanır.

slyvia plath 1963
devamını gör...
808.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
809.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
810.
''çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu
sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra
boyuna ateşler söndü dağlarda
bir yıldız boyuna söndü durdu
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu

o zaman ben atlıydım işte
saçlarımda geceler morarırdı
yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü
boyuna tüfenkler doldurmuştum sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum ulu bir askerdim sanki

ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi

düşler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerime engel oluyor güneş.''

ismet özel-tüfenk
devamını gör...
811.
“ölüyorum tanrım
bu da oldu işte.

her ölüm erken ölümdür
biliyorum tanrım.

ama, ayrıca, aldığın şu hayat
fena değildir...

üstü kalsın..”
cemal süreya, sevda sözleri
devamını gör...
812.
doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı yağmurun
bulutların rüzgarla sökün ettiği
ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla gelmez
onu bulup getiren insanlardır
duman tüten topraktan bahar boyunca
dökülüp yükselir birden gökyüzü
ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin
sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir.

bertolt brecht
devamını gör...
813.
korkma ecel yolları çıkarmam seni baştan
bir baştan bir başa aklımda buhran ama gönlüm sevdiğime ayan
onsuz olamaz kalbimin tahtı
o olmadan ne edeyim öteki hayatı.
devamını gör...
814.

“kızının adını sarmaşık koy anne
hayata ve hayale sarılarak büyüsün
oğlunun adını veda koy anne
hayatı ve hayali terk ederek büyüsün
kendi adını cefa koy anne
hayatı ve hayali önüne katıp da sürüsün
benim adımı koymayı bir zahmet unut anne
hayattan ve hayalden utanıp da çürüsün”
devamını gör...
815.
sen unutulmuş bir adamsın
şu yarım milyonluk şehirde
gençliğini bir deli rüzgar götürmüş
umutların kim bilir nerede
hangi sevgilinin kollarında kalmış

sen çok gezmiş çok görmüş
şimdi alabildiğine yalnız adam
hatıralar eski bir şarkıdır dudaklarında
söylemek istersin söyleyemezsin
kahreder, kahreder seni zaman
bu şehrin aşina sokaklarında


ölesiye ağlamak istiyordun
bilmediğin bir şey değildi ağlamak
kaderinin ağırlığınca sarhoştun
hayallerinin genişliğince
dünyadan uzak

seni tozlu aynalarda tanıdım
saçların alnına dökülmüştü tel tel
gözlerin göz olduklarından uzak
kederliydin sonbahar akşamları gibi
ve sonbahar akşamları kadar güzel

yorgun ellerin ceplerindeydi
varlığından utanırcasına saklı
ellerin ki bir keman kadar hassas
bir şarkı gibi dokunaklı

sen unutulmuş bir adamsın
anlaşılmamış şiirlerim gibi
bütün güzelliğiyle unutulmuş
şiirlerim ki yalnızlığa benzer
öylesine mahsun öylesine kahrolmuş
unutulmuş adam / ümit yaşar oğuzcan
devamını gör...
816.
küçücük bir bakışın çözer beni kolayca
kenetlenmiş parmaklar gibi sımsıkı kapanmış olsam da
yaprak yaprak açtırırsın ilk yaz nasıl açtırırsa
ilk gülünü gizem dolu hünerli bir dokunuşla
bilmem nedir bu sendeki bir açan bir kapayan
yalnız kalbim anlar gözlerini
bütün güllerden derin olan
hiçkimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur
devamını gör...
817.
bugunlerde daha iyi anliyorum bu siiri

gökyüzünün baska rengi de varmıs
gec farkettim tasın sert oldugunu
su insanı bogar ates yakarmıs
her dogan gunun bir dert oldugunu
insan bu yasa gelince anlarmıs

ayva sarı nar kırmızı sonbahar
her yıl biraz daha benimsedigim
ne dönüp duruyor havada kuslar
nerden cıktı bu cenaze? ölen kim?
bu kacıncı bahce gordum tarumar?


*
devamını gör...
818.
uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,
her an peşimizden koşan gölgemiz,
özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
uzaktadır her şey; anneler, kızlar…
uzaktadır her şey, hep… yalnız ölüm,
her yerde, her an yakınımız, ölüm.
devamını gör...
819.
aşk iki kişiliktir

“değişir yönü rüzgârın
solar ansızın yapraklar;
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar;
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk, iki kişiliktir.”


ataol behramoğlu
devamını gör...
820.
süratle çoğal ve dağıl! ey sisifos, efendim, küçük ve zavallı, kuduruk ellerim... atlasım, dünya derdi yüküm, derdim dünya, yüküm dünya, ellerim...

çürük kan, damarlarla yarıl ve ak... sıyır kulakları, coşmuş ruhları çakılların... taş yağdı çöle, filler öldü, kuşlar saldırdı, tarumar et, yüreğimdeki yangıyı... ey ışığı berkiten yüzün!

eli, eli, lema şevaktani?

göz görmezse dil ne der? siz bu dünyanın tuzusunuz... erdemi çürümüş toprağın, hızın, tutkunun, duyguların pazarlandığı... şehrin ayak sesi, anonslar, efendiler, çınar gövdeli ölümler, sar beni yılların akan kumu, gövdeme birik, var ol!

her suret saklıyor özünü, kum ya da cam, toprak ya da adem ne farkeder, hepsi aynı... hepsi sahte.

ne günahlar ne de etik deliller arasında, meşru bir sebep dayatarak. kazıdım zamanı, titrek ellerle sundum. sen, hep canavar kalan ruhum. zamandan kalan anıyı, anılarla karart, ruha egemen kıl!

kancık ve sırnaşık ölüm, sar, göğsüme yıldızları karartan lambalar, taşlar biriksin damarlarıma. çatlasın, benle kalan eda! denizler bürüsün, fısıldasın kumlar. bulvarlar konuşuyor, tarih yazıyor, yazıldıkça siliniyor zaman. okşadıkça kalkıyor gök. rakamlar, yazmanlar arasında.

mana arıyoruz. uyuşuk, kalın kafalara nasihatlar sokarak. estetik ve uyak, ölçü ve düş... kim umursar! cesetlerin arzuları ki lağım kokuyor, şehirden köpürüyor ahlak... bok kokuyor! insanlar azdıkça kararıyor... ak memelerinden sokuluyor tenim, sökülüyor, düğümlerle coşan ellerim. ki biliriz, dört köşesinde senet, makbuz yahut krediler çeken hayat! kör ve sağırız

yıldızlar soyunuyor ak ve kara, bir kaplan ısırır dilimi, titrer, okşar durmadan. kumlar sokulur tenime, toprak sokulur, her ölüm bir sokuluştur,

gölgem fısıldar cesetlerin türküsünü:

ölülerle konuştum diriyken.
diriyken öldüm, tüm cesetler diriyken.
ölülerle seviştik kelimelerle diriyken.
diriyken öldük, ölürken diriden

yeşil kokuyor kaldırım. belediye çöp döküyor. pire döküyor, döküldükçe hayatlar. çocuklar uyuyor, yalanıyor, yağlarından saçlarından kopuk binlerce nefret. ölüyorum yaşadıkça...

görüyor. biliyor. susuyorsun...
zavallılar!

gelen gelmişiyle geliyor. giden gidişiyle geliyor. tanrı gelişi ve gidişi, ölümü ve yaşamı pıhtılar boyu ey deniz, gidiyor...

alev titriyor, süt kesmiş kulaklar. boyunlar şu heda sıksan patlayacak korkmadan... aptallar, döviz ve altın arayın. altın gömün korkarak.

donuk suyun, ölü eşeğin, hasta güllerin kefareti. mazot sıvalı koltuklar. gürültü kutuları, mavi ekranın tutsağı. sermayedarlar...

biliyorum, hepimiz aynı kadere sürgün ve sürülüyüz. bu yürek bu ten, çürümüş nice anıyla dillerimden. ellerim ellerine tutsak, oysa özgürlüğü arzulayan da benim. kahrım ki ne kaldıysa senden ileri, biliyorum.. ölüyorum. susuyoruz. maskeli ve namuslu... sağlıklı...
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"güne bir şiir bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim