821.
uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,
her an peşimizden koşan gölgemiz,
özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
uzaktadır her şey; anneler, kızlar…
uzaktadır her şey, hep… yalnız ölüm,
her yerde, her an yakınımız, ölüm.
her an peşimizden koşan gölgemiz,
özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
uzaktadır her şey; anneler, kızlar…
uzaktadır her şey, hep… yalnız ölüm,
her yerde, her an yakınımız, ölüm.
devamını gör...
822.
aşk iki kişiliktir
“değişir yönü rüzgârın
solar ansızın yapraklar;
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar;
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk, iki kişiliktir.”
…
ataol behramoğlu
“değişir yönü rüzgârın
solar ansızın yapraklar;
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar;
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk, iki kişiliktir.”
…
ataol behramoğlu
devamını gör...
823.
süratle çoğal ve dağıl! ey sisifos, efendim, küçük ve zavallı, kuduruk ellerim... atlasım, dünya derdi yüküm, derdim dünya, yüküm dünya, ellerim...
çürük kan, damarlarla yarıl ve ak... sıyır kulakları, coşmuş ruhları çakılların... taş yağdı çöle, filler öldü, kuşlar saldırdı, tarumar et, yüreğimdeki yangıyı... ey ışığı berkiten yüzün!
eli, eli, lema şevaktani?
göz görmezse dil ne der? siz bu dünyanın tuzusunuz... erdemi çürümüş toprağın, hızın, tutkunun, duyguların pazarlandığı... şehrin ayak sesi, anonslar, efendiler, çınar gövdeli ölümler, sar beni yılların akan kumu, gövdeme birik, var ol!
her suret saklıyor özünü, kum ya da cam, toprak ya da adem ne farkeder, hepsi aynı... hepsi sahte.
ne günahlar ne de etik deliller arasında, meşru bir sebep dayatarak. kazıdım zamanı, titrek ellerle sundum. sen, hep canavar kalan ruhum. zamandan kalan anıyı, anılarla karart, ruha egemen kıl!
kancık ve sırnaşık ölüm, sar, göğsüme yıldızları karartan lambalar, taşlar biriksin damarlarıma. çatlasın, benle kalan eda! denizler bürüsün, fısıldasın kumlar. bulvarlar konuşuyor, tarih yazıyor, yazıldıkça siliniyor zaman. okşadıkça kalkıyor gök. rakamlar, yazmanlar arasında.
mana arıyoruz. uyuşuk, kalın kafalara nasihatlar sokarak. estetik ve uyak, ölçü ve düş... kim umursar! cesetlerin arzuları ki lağım kokuyor, şehirden köpürüyor ahlak... bok kokuyor! insanlar azdıkça kararıyor... ak memelerinden sokuluyor tenim, sökülüyor, düğümlerle coşan ellerim. ki biliriz, dört köşesinde senet, makbuz yahut krediler çeken hayat! kör ve sağırız
yıldızlar soyunuyor ak ve kara, bir kaplan ısırır dilimi, titrer, okşar durmadan. kumlar sokulur tenime, toprak sokulur, her ölüm bir sokuluştur,
gölgem fısıldar cesetlerin türküsünü:
ölülerle konuştum diriyken.
diriyken öldüm, tüm cesetler diriyken.
ölülerle seviştik kelimelerle diriyken.
diriyken öldük, ölürken diriden
yeşil kokuyor kaldırım. belediye çöp döküyor. pire döküyor, döküldükçe hayatlar. çocuklar uyuyor, yalanıyor, yağlarından saçlarından kopuk binlerce nefret. ölüyorum yaşadıkça...
görüyor. biliyor. susuyorsun...
zavallılar!
gelen gelmişiyle geliyor. giden gidişiyle geliyor. tanrı gelişi ve gidişi, ölümü ve yaşamı pıhtılar boyu ey deniz, gidiyor...
alev titriyor, süt kesmiş kulaklar. boyunlar şu heda sıksan patlayacak korkmadan... aptallar, döviz ve altın arayın. altın gömün korkarak.
donuk suyun, ölü eşeğin, hasta güllerin kefareti. mazot sıvalı koltuklar. gürültü kutuları, mavi ekranın tutsağı. sermayedarlar...
biliyorum, hepimiz aynı kadere sürgün ve sürülüyüz. bu yürek bu ten, çürümüş nice anıyla dillerimden. ellerim ellerine tutsak, oysa özgürlüğü arzulayan da benim. kahrım ki ne kaldıysa senden ileri, biliyorum.. ölüyorum. susuyoruz. maskeli ve namuslu... sağlıklı...
çürük kan, damarlarla yarıl ve ak... sıyır kulakları, coşmuş ruhları çakılların... taş yağdı çöle, filler öldü, kuşlar saldırdı, tarumar et, yüreğimdeki yangıyı... ey ışığı berkiten yüzün!
eli, eli, lema şevaktani?
göz görmezse dil ne der? siz bu dünyanın tuzusunuz... erdemi çürümüş toprağın, hızın, tutkunun, duyguların pazarlandığı... şehrin ayak sesi, anonslar, efendiler, çınar gövdeli ölümler, sar beni yılların akan kumu, gövdeme birik, var ol!
her suret saklıyor özünü, kum ya da cam, toprak ya da adem ne farkeder, hepsi aynı... hepsi sahte.
ne günahlar ne de etik deliller arasında, meşru bir sebep dayatarak. kazıdım zamanı, titrek ellerle sundum. sen, hep canavar kalan ruhum. zamandan kalan anıyı, anılarla karart, ruha egemen kıl!
kancık ve sırnaşık ölüm, sar, göğsüme yıldızları karartan lambalar, taşlar biriksin damarlarıma. çatlasın, benle kalan eda! denizler bürüsün, fısıldasın kumlar. bulvarlar konuşuyor, tarih yazıyor, yazıldıkça siliniyor zaman. okşadıkça kalkıyor gök. rakamlar, yazmanlar arasında.
mana arıyoruz. uyuşuk, kalın kafalara nasihatlar sokarak. estetik ve uyak, ölçü ve düş... kim umursar! cesetlerin arzuları ki lağım kokuyor, şehirden köpürüyor ahlak... bok kokuyor! insanlar azdıkça kararıyor... ak memelerinden sokuluyor tenim, sökülüyor, düğümlerle coşan ellerim. ki biliriz, dört köşesinde senet, makbuz yahut krediler çeken hayat! kör ve sağırız
yıldızlar soyunuyor ak ve kara, bir kaplan ısırır dilimi, titrer, okşar durmadan. kumlar sokulur tenime, toprak sokulur, her ölüm bir sokuluştur,
gölgem fısıldar cesetlerin türküsünü:
ölülerle konuştum diriyken.
diriyken öldüm, tüm cesetler diriyken.
ölülerle seviştik kelimelerle diriyken.
diriyken öldük, ölürken diriden
yeşil kokuyor kaldırım. belediye çöp döküyor. pire döküyor, döküldükçe hayatlar. çocuklar uyuyor, yalanıyor, yağlarından saçlarından kopuk binlerce nefret. ölüyorum yaşadıkça...
görüyor. biliyor. susuyorsun...
zavallılar!
gelen gelmişiyle geliyor. giden gidişiyle geliyor. tanrı gelişi ve gidişi, ölümü ve yaşamı pıhtılar boyu ey deniz, gidiyor...
alev titriyor, süt kesmiş kulaklar. boyunlar şu heda sıksan patlayacak korkmadan... aptallar, döviz ve altın arayın. altın gömün korkarak.
donuk suyun, ölü eşeğin, hasta güllerin kefareti. mazot sıvalı koltuklar. gürültü kutuları, mavi ekranın tutsağı. sermayedarlar...
biliyorum, hepimiz aynı kadere sürgün ve sürülüyüz. bu yürek bu ten, çürümüş nice anıyla dillerimden. ellerim ellerine tutsak, oysa özgürlüğü arzulayan da benim. kahrım ki ne kaldıysa senden ileri, biliyorum.. ölüyorum. susuyoruz. maskeli ve namuslu... sağlıklı...
devamını gör...
824.
"
...
ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim"
(bkz: kaptan 4)
...
ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim"
(bkz: kaptan 4)
devamını gör...
825.
open.spotify.com/episode/6A...
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularım da
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularım da
devamını gör...
826.
heeey!
ne duruyorsun be, at kendini denize:
geride bekleyenin varmış, aldırma;
görmüyor musun, her yanda hürriyet;
yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
git gidebildiğin yere.
orhan veli kanık
ne duruyorsun be, at kendini denize:
geride bekleyenin varmış, aldırma;
görmüyor musun, her yanda hürriyet;
yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
git gidebildiğin yere.
orhan veli kanık
devamını gör...
827.
galata kantosu
benim hiç çin’de bir ablam olmadı
hiç çiçekçi dükkânım ivan milinski
üç galata gecesi ceneviz kerhânesinde
boyalı kunduralarıma büyük erkekliğime baktı kaldı
dişleri kâmilen altın dövülmüş bir kadının yüzü
peki bu güzel avratotu da kim yahu?
oldum olası ayakta bira içiyor
galiba yine yüz kişi ütülemiş kayıkta kızcağızı
biliyorsun işte bira içerken vergi vermek gücüme gidiyor
arkadaş
hem ne demeye o güllü agop ukalâsı otobüs paramı çekecekmiş
eve gitmek istemiyorum pazarlık ederiz hamamda yatarız
ulan git şimdi milli gelirden söz açma bana defol bas git yıkıl
mübeccel mübeccel ben ben olayım da seni hiç anlamayım ha
n’olur uzat bacaklarını galata’dan denizlere uzat uzat da
zırlamadan anlat onikisi de deli olan kardeşlerini mübeccel
anlat kimlerin yüreğinde kız kulesi gibi grev çivileri var
kimler boş sarnıçlara iğilmiş ha bağırır ha bağırır
sen kahırlanma bana gözlerim çin’de benim çiçek bahçelerine
kaçmış
benim hiç çin’de bir ablam olmamış hiç çiçekçi dükkânım
olmamış
geceleri galata’da gülerken bacaklarımız uzamış alıştık artık
ölüme
diyeceğim şu ivan milinski: ölüm için ayırdık geceleri gülerken
galata’da.
ece ayhan
27 temmuz 1957
benim hiç çin’de bir ablam olmadı
hiç çiçekçi dükkânım ivan milinski
üç galata gecesi ceneviz kerhânesinde
boyalı kunduralarıma büyük erkekliğime baktı kaldı
dişleri kâmilen altın dövülmüş bir kadının yüzü
peki bu güzel avratotu da kim yahu?
oldum olası ayakta bira içiyor
galiba yine yüz kişi ütülemiş kayıkta kızcağızı
biliyorsun işte bira içerken vergi vermek gücüme gidiyor
arkadaş
hem ne demeye o güllü agop ukalâsı otobüs paramı çekecekmiş
eve gitmek istemiyorum pazarlık ederiz hamamda yatarız
ulan git şimdi milli gelirden söz açma bana defol bas git yıkıl
mübeccel mübeccel ben ben olayım da seni hiç anlamayım ha
n’olur uzat bacaklarını galata’dan denizlere uzat uzat da
zırlamadan anlat onikisi de deli olan kardeşlerini mübeccel
anlat kimlerin yüreğinde kız kulesi gibi grev çivileri var
kimler boş sarnıçlara iğilmiş ha bağırır ha bağırır
sen kahırlanma bana gözlerim çin’de benim çiçek bahçelerine
kaçmış
benim hiç çin’de bir ablam olmamış hiç çiçekçi dükkânım
olmamış
geceleri galata’da gülerken bacaklarımız uzamış alıştık artık
ölüme
diyeceğim şu ivan milinski: ölüm için ayırdık geceleri gülerken
galata’da.
ece ayhan
27 temmuz 1957
devamını gör...
828.
...
ve içimde gezerim ucu sivri bir bıçakla
söylesem size söylerim ey ipini kendi gerenler
kedere kederle, ağrıya ağrıyla karşı çıkarım.
masam ki şuracıkta solgun bir köy akşamı
bir uzun yoksul, bir başka yoksul
düşer ellerim bir çağın artıklarına
çatalımda kemikler, ölü gözleri
ve iniltiler, çığlıklar
benden bir şey sorulamaz gibiyim. biri gelsin şu tabağımı kaldırsın
çatalımı da
iğrenmenin, tiksinmenin en eskisiyim
iki eşya arasında bir hiçlik
ne iskemle, ne masa, tam orda tökezlenirim.
bir haziran, bir temmuz nasıl olsa gelir de
sorsanız size söylerim ey ipini kendi gerenler
ben döğüşken olanlara açılmış bir mendilim"
ve içimde gezerim ucu sivri bir bıçakla
söylesem size söylerim ey ipini kendi gerenler
kedere kederle, ağrıya ağrıyla karşı çıkarım.
masam ki şuracıkta solgun bir köy akşamı
bir uzun yoksul, bir başka yoksul
düşer ellerim bir çağın artıklarına
çatalımda kemikler, ölü gözleri
ve iniltiler, çığlıklar
benden bir şey sorulamaz gibiyim. biri gelsin şu tabağımı kaldırsın
çatalımı da
iğrenmenin, tiksinmenin en eskisiyim
iki eşya arasında bir hiçlik
ne iskemle, ne masa, tam orda tökezlenirim.
bir haziran, bir temmuz nasıl olsa gelir de
sorsanız size söylerim ey ipini kendi gerenler
ben döğüşken olanlara açılmış bir mendilim"
devamını gör...
829.
ey acılardan umutla çıkagelen
beni bencil deryalarda bırakma
her nefeste boğulurum biraz daha
ben kendimden vazgeçsem bile
zapturapt altına da geçsem hemen
biçareliğime bakıp vazgeçme benden
umutsuz ve umarsız koyma beni
bana özgürlüğü solumayı öğret
zorlanırım belki öğrenemem birden
olur ya, korkarım belki cellatlardan
ellerini dertlerime sür o zaman
lal dilime, kör gözüme, kaderime
kara bahtıma yüreğini damlat ki
nice güller açsın kanayan yaramda
ve ille de ille öğret bana
kurtuluş uğruna sonuna kadar
özgürlük uğruna sonsuza kadar
zafer uğruna sonuncumuza kadar
vura öle dövüşmeyi öğret bana...
ey acılardan umutla çıkagelen
başımdaki fırtınaları sen anlarsın
içimden geçen o derin akıntıların
kelimesini bulup edemem kelamını
fakat bilmediğimden değil suskunluğum
kurşun kilit vurulmuştur dilime
anahtarı büyük açlığın zulasındadır
ne kadar direngensen onca konuşkanım
şimdi kırıp kilidi çözmelisin dilimi...
ey acılardan umutla çıkagelen
yolcu yolunda gerek elbet
ama beni de götürmelisin
yarın kadar yakın zamanlara
ve dün gibi uzak diyarlara
atıp atının terkisine
gönlümü götürmelisin dağlara
katıp kanadının arasına
gülümü bırakmalısın toprağına
uğruna ölüp dirildiğimiz yarınlara...
ümit ilter
beni bencil deryalarda bırakma
her nefeste boğulurum biraz daha
ben kendimden vazgeçsem bile
zapturapt altına da geçsem hemen
biçareliğime bakıp vazgeçme benden
umutsuz ve umarsız koyma beni
bana özgürlüğü solumayı öğret
zorlanırım belki öğrenemem birden
olur ya, korkarım belki cellatlardan
ellerini dertlerime sür o zaman
lal dilime, kör gözüme, kaderime
kara bahtıma yüreğini damlat ki
nice güller açsın kanayan yaramda
ve ille de ille öğret bana
kurtuluş uğruna sonuna kadar
özgürlük uğruna sonsuza kadar
zafer uğruna sonuncumuza kadar
vura öle dövüşmeyi öğret bana...
ey acılardan umutla çıkagelen
başımdaki fırtınaları sen anlarsın
içimden geçen o derin akıntıların
kelimesini bulup edemem kelamını
fakat bilmediğimden değil suskunluğum
kurşun kilit vurulmuştur dilime
anahtarı büyük açlığın zulasındadır
ne kadar direngensen onca konuşkanım
şimdi kırıp kilidi çözmelisin dilimi...
ey acılardan umutla çıkagelen
yolcu yolunda gerek elbet
ama beni de götürmelisin
yarın kadar yakın zamanlara
ve dün gibi uzak diyarlara
atıp atının terkisine
gönlümü götürmelisin dağlara
katıp kanadının arasına
gülümü bırakmalısın toprağına
uğruna ölüp dirildiğimiz yarınlara...
ümit ilter
devamını gör...
830.
“duydum bana sevgin dünya kadarmış
anladım dünyanın dar olduğunu
gel yalanlar söyle, seni sevdim de
gidiyor olsanda sana geldim de
doğruyu söyleme günün birinde
söyleme ellere yar olduğunu... “
anladım dünyanın dar olduğunu
gel yalanlar söyle, seni sevdim de
gidiyor olsanda sana geldim de
doğruyu söyleme günün birinde
söyleme ellere yar olduğunu... “
devamını gör...
831.
nurullah genç- rüveyda
nurullah genç beyefendiye aşığım..
söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını?
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere?
kim giydirir başıma tacını nihayetin?
kim takar bileğime hürriyet künyesini?
karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle.
nurullah genç beyefendiye aşığım..
söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını?
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere?
kim giydirir başıma tacını nihayetin?
kim takar bileğime hürriyet künyesini?
karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle.
devamını gör...
832.
akılla bir konuşmam oldu dün gece;
sana soracaklarım var, dedim;
sen ki her bilginin temelisin,
bana yol göstermelisin.
yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
birkaç yıl daha katlan, dedi.
nedir; dedim bu yaşamak?
bir düş, dedi; birkaç görüntü.
evi barkı olmak nedir? dedim;
biraz keyfetmek için
yıllar yılı dert çekmek, dedi.
bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
ne dersin bu adamlara, dedim;
yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
benim bu deli gönlüm, dedim;
ne zaman akıllanacak?
biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
hayyam' ın bu sözlerine ne dersin, dedim;
dizmiş alt alta sözleri,
hoşbeş etmiş derim, dedi.
ömer hayyam
sana soracaklarım var, dedim;
sen ki her bilginin temelisin,
bana yol göstermelisin.
yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
birkaç yıl daha katlan, dedi.
nedir; dedim bu yaşamak?
bir düş, dedi; birkaç görüntü.
evi barkı olmak nedir? dedim;
biraz keyfetmek için
yıllar yılı dert çekmek, dedi.
bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
ne dersin bu adamlara, dedim;
yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
benim bu deli gönlüm, dedim;
ne zaman akıllanacak?
biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
hayyam' ın bu sözlerine ne dersin, dedim;
dizmiş alt alta sözleri,
hoşbeş etmiş derim, dedi.
ömer hayyam
devamını gör...
833.
kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
su olsan kimse içmez,
yol olsan kimse geçmez,
elin adamı ne anlar senden?
çıkarsın bir dağ başına,
bir ağaç bulursun tellersin
pullarsın gelin eylersin.
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün.
köpürmüş gelen bulutları.
başka ne gelir elden?
çın çın ötüyor yüreğimin kökünde
şu dünyanın ıssızlığı.
tanrı kimsenin başına vermesin
böyle bir yalnızlığı!
yaşar kemal
su olsan kimse içmez,
yol olsan kimse geçmez,
elin adamı ne anlar senden?
çıkarsın bir dağ başına,
bir ağaç bulursun tellersin
pullarsın gelin eylersin.
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün.
köpürmüş gelen bulutları.
başka ne gelir elden?
çın çın ötüyor yüreğimin kökünde
şu dünyanın ıssızlığı.
tanrı kimsenin başına vermesin
böyle bir yalnızlığı!
yaşar kemal
devamını gör...
834.
biraz uzun ama okumaya değer
bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
hata yapmak
fırsatını adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
münacaat - ismet özel
bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
hata yapmak
fırsatını adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
münacaat - ismet özel
devamını gör...
835.
ariadne'nin yakınması
-friedrich nietzsche
kim ısıtır, kim sever beni daha?
sıcak eller uzatın bana!
yürek mangalları uzatın bana!
vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey düşünce!
adlandırılamaz! açıklanamaz! iğrenç!
sen, ey bulutların ardındaki avcı!
yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, ışkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - t a n r ı...
vur, daha derine vur!
bir kez daha, haydi vur!
kopar, parçala bu yüreği!
niye bu ışkence
körelmiş oklarla?
neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu ınsan ışkencesinden,
acı vermekten haz duyan tanrı şimşeği gözlerle?
öldürmek değil ıstediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz tanrı?
ha ha!
usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında? ...
ne ıstiyorsun?
konuş!
üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
ha! çok yaklaştın yanıma!
soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
git! defol!
o merdiven de niye?
içeri mi girmek ıstiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
utanmaz! tanınmaz! hırsız!
ne çalmak ıstiyorsun?
ne gözetlemek ıstiyorsun?
ne ışkencesi etmek ıstiyorsun?
sen ey ışkenceci!
sen - cellat - tanrı!
yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?
boşuna!
sürdür batırmanı!
zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
konuş artık!
ey şimşeklerin ardına gizlenen! tanınmaz! konuş!
ne ıstiyorsun, ey eşkiya... b e n d e n?
nasıl?
fidye mi?
ne ıstiyorsun fidye diye?
çok ıste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!
ha ha!
beni - ıstiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
ha ha!
ve ışkence ediyorsun bana, delisin ya ışte,
gururumu kırıyorsun ışkencenle?
s e v g ı ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d ı n ı!
kaçıyor!
bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
cellat-tanrım benim! ...
hayır!
gel geri!
bütün ışkencelerinle birlikte geri gel!
bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
gel, geri gel,
tanınmaz tanrım! a c ı m benim!
son mutluluğum benim! ...
devamını gör...
836.
eşdeğeriyle yan yana yürürken
cehennem sokağında birey olmak,
ve en inceldikten sonra
ilkel sözcüklerle konuşmak seninle.
saat beş nalburları pencerelerden
madeni paralar gösteriyorlar,
yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.
hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
cemal süreya
cehennem sokağında birey olmak,
ve en inceldikten sonra
ilkel sözcüklerle konuşmak seninle.
saat beş nalburları pencerelerden
madeni paralar gösteriyorlar,
yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.
hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
cemal süreya
devamını gör...
837.
ayaklarının altında görmedim cenneti,
merhametinde gizli.
şefkatle örülmüş bir hırka gibi
sarıyor şimdi beni.
senin evinde gurbetteyim.
korkudan umuda hicretteyim.
sen öğrettin bana vazgeçmemeyi.
sabıra sarıldım bekliyorum
bu dünyadaki ilk öğretmenimi.
merhametinde gizli.
şefkatle örülmüş bir hırka gibi
sarıyor şimdi beni.
senin evinde gurbetteyim.
korkudan umuda hicretteyim.
sen öğrettin bana vazgeçmemeyi.
sabıra sarıldım bekliyorum
bu dünyadaki ilk öğretmenimi.
devamını gör...
838.
papatya dolu bahçelere sıçtın, güzellik katili mahluk,
sana sevdiğim diyemem, olsa olsa anca angut.
kırda koşan kısrak gibi, güzelliğinde vardı bolluk,
şimdi ayı olmuşsun, seversin anca armut.
posta gazetesi - romantik sesli yazar - 2025
sana sevdiğim diyemem, olsa olsa anca angut.
kırda koşan kısrak gibi, güzelliğinde vardı bolluk,
şimdi ayı olmuşsun, seversin anca armut.
posta gazetesi - romantik sesli yazar - 2025
devamını gör...
839.
bazen hayat yorar insanı,
şarkılar yorar,
beklemek yorar,
özlemek yorar,
affetmek yorar,
hoş görmek yorar,
boş vermek bile yorar,
ve insan susar,
her şeye, herkese rağmen,
elinden gelen tek şeyi yapar,
bağıra bağıra susar.
can yücel
şarkılar yorar,
beklemek yorar,
özlemek yorar,
affetmek yorar,
hoş görmek yorar,
boş vermek bile yorar,
ve insan susar,
her şeye, herkese rağmen,
elinden gelen tek şeyi yapar,
bağıra bağıra susar.
can yücel
devamını gör...
840.
kışın açan bir beyaz gül,
meydan okur ya soğuğa:
var olmuştur bir kere;
vurulmuştur mührü varlığa.
işte öyle meydan oku kedere!
tebessümün, bayrağın olsun:
direğinin dibinde, zalimin kara kalbi;
başında, sulha açılan bir pencere.
yazsın üstünde;
biz, barışın hayaliyle yaşadık.
edit: şiirde değişiklikler yapıldı.
meydan okur ya soğuğa:
var olmuştur bir kere;
vurulmuştur mührü varlığa.
işte öyle meydan oku kedere!
tebessümün, bayrağın olsun:
direğinin dibinde, zalimin kara kalbi;
başında, sulha açılan bir pencere.
yazsın üstünde;
biz, barışın hayaliyle yaşadık.
edit: şiirde değişiklikler yapıldı.
devamını gör...