681.
öyle yıkma kendini,
öyle mahzun, öyle garip...
nerede olursan ol,
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne - üstüne,
tükür yüzüne celladın,
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile.
tırnak ile, diş ile,
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni..

(bkz: ahmed arif)
devamını gör...
682.
hani o iki kişilik dünyalar bizimdi
hani sen iyiydin
halden anlardın
hani sen git demeyecektin bana
ve ben her şeye rağmen gelecektim
içimde bir umut
ellerimde olgun meyvalar
dünya nimetleri
gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı
ama ne sen gel dedin
ne de ben gelebildim her şeye rağmen
aşkımız ayrılıklarla başladı
deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
köpükten bir çalkantıydı içimizde  zaman
ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
sonra bir çaresizlikti zifir
akıntıya kapılmış gemiler gibiydik
bir org çalınır gibi yanıbaşımızda
öyle kendinden geçmiş öyle başıboş
öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz
sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
aldığını geri vermez dalgalara
görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk
alevden bir tasta eridi günler
bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk
tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
paslı demir kapılar kapandı üstümüze
taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık
kuşatıldık ansızın kederle ayrılıkla
aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
uyuduk bir daha uyanamadık
şu soldan ikinci benim
senin yüzünden öldüm
şimdi seni getiriyorlar karanlığıma
ağlıyorum
biraz sev beni
gül biraz
yaklaş biraz
seni affediyorum
kuşkonmaz dallarına astım kendimi
sedir ağaçlarına gül yapraklarına
başımı taşlara vurdum
gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı
tanrısal duygular içindeydim
bütün tanrısızlığımdan uzakta
bir kemiklerinin sertliğini aldım
bir teninin aklığını
sonra sıcaklığını dudaklarının
gel bak
sana bir tanrı getirdim
gel bak
bir tanrı yarattım senden
(ankara, 1957)
devamını gör...
683.
mavi sulara dalıp bir gece vakti
beyaz ışığa sesledim adını
gel, gel gel artık!
belki bir uçurtmaya takılır gelirsin;
bir eylül esintisiyle.
kurumuş yaprak gibi kalbim,
yağmurunla ıslat biraz!
devamını gör...
684.
sevdiğim
dedi ki bana
sen bana lazımsın
onun için
kolluyorum kendimi.

bertolt brecht
devamını gör...
685.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
686.
kırılgan bir çocuğum ben
yüreğim cam kırığı
bütün duygulardan önce
öğrendim ayrılığı
saldırgan diyorlar bana
oysa kırılganım ben
gözyaşlarım mücevher
saklıyorum herkesten
ürküyorlar gözümdeki ateşten
ürküyorlar dilimdeki zehirden
ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
diyorlar: bir yanı sarp bir uçurum,
bir yanı çılgın dağ doruğu.
oysa böyle yapmasam ben
nasıl korurum içimdeki çocuğu?
bir yanım çılgın nar ağacı
bir yanım buz sarayı.

murathan mungan
devamını gör...
687.

gelecek hatırası
metalin baş dönmesi 

sonsuz çarşılar 

kırk kimlikli yalnızlık 

eşyaların ıslığı 

pervane arzular 

ödünç sevinç 

hükümsüz özgürlük 

kan pıhtısı gövde 

hızın hatırası 

bir günlük gelecekler...



ışık burcum

bir karac'oğlan ıssızlığı ağzımda 

plastik zamanlara şiirler söylüyorum.
şükrü erbaş
devamını gör...
688.
"sen
eğer yine istanbul'san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben"

attila ilhân
devamını gör...
689.
ben artık bulunduğun şehirden gittim
insan kuş misali
sen hâlâ
o kalabalık evde olmalısın,
gelip gidenin çok mu bari?
üzgünüm leyla,
dünya hâli!
behzat necatigil
devamını gör...
690.
seni saklayacağım inan
yazdıklarımda, çizdiklerimde
şarkılarımda, sözlerimde.

sen kalacaksın kimse bilmeyecek
ve kimseler görmeyecek seni,
yaşayacaksın gözlerimde.

sen göreceksin duyacaksın
parıldayan bir sevi sıcaklığı,
uyuyacak, uyanacaksın.

bakacaksın, benzemiyor
gelen günler geçenlere
dalacaksın.

bir seviyi anlamak
bir yaşam harcamaktır,
harcayacaksın.

seni yaşayacağım, anlatılmaz,
yaşayacağım gözlerimde
gözlerimde saklayacağım.

bir gün tam anlatmaya...
bakacaksın,
gözlerimi kapayacağım...
anlayacaksın.

özdemir asaf
devamını gör...
691.
bazı adamlar korkaktır.
sevdanın yüküyle omuzları çöker diye,
silkinip sığınırlar bir ayrılığa.
kızamazsın...
bazı adamlar çocuktur hala.
saçlarına dokunamazsın mesela,
uyurken öpebilirsin onları.
çekinirsin...
bazı adamlar çok gider.
hiç gelmeden, hep gider.
defalarca kez terk edilirsin
bir kez bile bakmadığın yüzünü,
bin kez çevirir senden.
özlersin...
bazı adamlar yalancıdır,
inanmak istersin. her yalan bir mermidir,
vurulmak istersin. ı̇hanet ederler,
gözlerini sıkıca yumar
kaybolmuş bir kız çocuğu gibi çöker kuytu bir köşeye.
ağlarsın...
bazı adamlar cesurdur.
yanındayken dünyaya sövsen,
saçının teline dokunamazlar,
bilirsin. o sarıldıkça sana,
güçlenirsin...
bazı adamlar yalnızdır.
parmaklarının arasına sıkıştırdığı bir sigarayla el sallarlar geceye.
birkaç duble daha içerler, hiç konuşmadan seninle.
bir şarkı daha dinlerler, sustukları çoğalır.
konuşamazsın...
devamını gör...
692.
çok sevdiğim bir şiiri bırakmaya geldim. bu şiirin bendeki yeri çok farklı..
geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.
neyi özlediğini, kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.
kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.
aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için, bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.
ay´ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor.
kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.
saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum.
benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.
bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.
güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum.
her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum. benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını; bir gölün kenarında durup gümüş ay´a ´evet!´ diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.
nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor.
keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum. kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.
nerede, kiminle, ne olduğun beni ilgilendirmiyor.
diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.
kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

oriah mountain dreamer(kanadalı bir kızılderili)
devamını gör...
693.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
694.
en başta bana sonra tüm sözlük kızlarına gelsin.
jest oldu
open.spotify.com/track/78Pk...
devamını gör...
695.
"önemli olan zamana bırakmak değil zamanla bırakmamaktır." nazım hikmet
sanırım ben zamanla hayatıma kabul edip zamanla bırakıyorum.
devamını gör...
696.
ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
sevmek için güzele mi bakmalı?
çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
solması için gülü dalından mı koparmalı?
pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

victor hugo
devamını gör...
697.
insaf et de söyle
seni bu dünya da en çok kim sever ?
ben tabi ki...
seni bu yerlere göklere
kim sığdıramaz ?
ben tabi ki...
devamını gör...
698.
ben senim günebakanımsın
sıcak bir haziran günü
farkına vardığım
güne bakmaz içime bakardım
sana baktım
aydınlandım
ayıklandım
ve,
sayıkladım
adını.
güzel silüetin hayalimde,
adını sayıkladım;
adını, adını, adın...
devamını gör...
699.
yalnız bir opera

"ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

başlangıçta doğruydu belki. sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin

yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı,
değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını


gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tik-taklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi.
dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. zaman alır.
zaman
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.

zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadıysa
demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe... kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. karardı dizeler.
aşk... bitti. soldu şiir.
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren"

murathan mungan
devamını gör...
700.
keşke sen düşlerimi
gerçeğe dönüştürebilseydin,
keşke ben,
kollarıma alsaydım,
seni öyle sarsaydım,
''benim mucizem sensin''
diyebilseydim...
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"güne bir şiir bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim