orijinal adı: 人間失格
yazar: osamu dazai
yayım yılı: 1948
japonya'nın en çok okunan kitaplarından olan bu eser ana karakter yozo'nun hayatını esas alır. yazar burada yozo'dan bahsederken aslında kendini anlatmaktadır, okuyucuya kendi penceresini açmaktadır. hayatı anlama çabasını, kalabalıklar içerisinde yalnızlığını ve depresif ruh halini konu edinir.
yazar: osamu dazai
yayım yılı: 1948
japonya'nın en çok okunan kitaplarından olan bu eser ana karakter yozo'nun hayatını esas alır. yazar burada yozo'dan bahsederken aslında kendini anlatmaktadır, okuyucuya kendi penceresini açmaktadır. hayatı anlama çabasını, kalabalıklar içerisinde yalnızlığını ve depresif ruh halini konu edinir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "frompluto" tarafından 18.08.2021 16:10 tarihinde açılmıştır.
1.
1948'de yayınlanan osamu dazai eseri. japonya'da en çok okunan kitaplardan biridir.
eser, osamu dazai’nin hayatından da kesitler sunduğu için yarı otobiyografiktir ve yazarın büyüyememe hikâyesini anlatmaktadır. yalnızlığın, sıkışmışlığın, yaşadığı topluma yabancı olmanın ve de toplum ile kaynaşamamanın nelere sebep olduğunu okurken kendimden de parçalar bulduğumu söyleyebilirim.
not : 39 yıllık hayatına beş intihar sığdıran osamu dazai, beşinci ve son intihar denemesini sevgilisi ile birlikte tamagawa kanalına atlayarak gerçekleştirmiştir. cesedi de doğum günü olan 19 haziran’da bulunmuştur.
eser, osamu dazai’nin hayatından da kesitler sunduğu için yarı otobiyografiktir ve yazarın büyüyememe hikâyesini anlatmaktadır. yalnızlığın, sıkışmışlığın, yaşadığı topluma yabancı olmanın ve de toplum ile kaynaşamamanın nelere sebep olduğunu okurken kendimden de parçalar bulduğumu söyleyebilirim.
not : 39 yıllık hayatına beş intihar sığdıran osamu dazai, beşinci ve son intihar denemesini sevgilisi ile birlikte tamagawa kanalına atlayarak gerçekleştirmiştir. cesedi de doğum günü olan 19 haziran’da bulunmuştur.
devamını gör...
2.
bir osamu dazai romanıdır.
bu roman osamu dazai’nin başyapıtı olarak görülür ve kitabı birkaç kez okumuş bir bibliyofil olarak tereddüt etmeden söyleyebilirim ki japon edebiyatında okuduğum en iyi beş romandan biridir. aslında birçok okur gibi benim de dilim varmıyor bu esere roman demeye, çünkü kitabın yayımlanmasından sonra yazarın intiharı bize gösteriyor ki bu kitap aslında bir iç döküş, bir intihar notu, bir vasiyettir.
intihara yazgılı bir hayatın dökümünü yapar büyük yazar bu kitabıyla. çocukluk anlarından itibaren yaşadığı o yalnızlık hissini o kadar güzel anlatmış ki insan kendi yalnızlığının farkına bile varmıyor okurken. gençlik yılları ile ailenin zorunlu mahpusluğundan kurtuluşunun can yakan bir yanı da var elbette. ve bir türlü uyum sağlayamamanın verdiği bir şeylere son verme isteği her sayfada gösteriyor kendini.
insan olarak doğduk, bu kesin; en azından buna emin olabiliriz. ama adına hayat dediğimiz bu şey o kadar tuhaf ve bozguncu ki insanlığımızı yitirmeden sonuna varken imkansızdan biraz daha zor sanki.
bu roman osamu dazai’nin başyapıtı olarak görülür ve kitabı birkaç kez okumuş bir bibliyofil olarak tereddüt etmeden söyleyebilirim ki japon edebiyatında okuduğum en iyi beş romandan biridir. aslında birçok okur gibi benim de dilim varmıyor bu esere roman demeye, çünkü kitabın yayımlanmasından sonra yazarın intiharı bize gösteriyor ki bu kitap aslında bir iç döküş, bir intihar notu, bir vasiyettir.
intihara yazgılı bir hayatın dökümünü yapar büyük yazar bu kitabıyla. çocukluk anlarından itibaren yaşadığı o yalnızlık hissini o kadar güzel anlatmış ki insan kendi yalnızlığının farkına bile varmıyor okurken. gençlik yılları ile ailenin zorunlu mahpusluğundan kurtuluşunun can yakan bir yanı da var elbette. ve bir türlü uyum sağlayamamanın verdiği bir şeylere son verme isteği her sayfada gösteriyor kendini.
insan olarak doğduk, bu kesin; en azından buna emin olabiliriz. ama adına hayat dediğimiz bu şey o kadar tuhaf ve bozguncu ki insanlığımızı yitirmeden sonuna varken imkansızdan biraz daha zor sanki.
devamını gör...
3.
harika bir osamu dazai kitabıdır. kitap dazai'nin kendini yozo karakteri olarak ifade ediş biçmidir. yani kendi biyografisi de diyebiliriz kitaba.
ilk önce aoi bungaku animesini izledikten sonra bu muazzam eseri okudum. keşke ilk kitabı okusaydım dedim. zira kitap tam bir baş yapıt. bambaşka bir insanın iç dünyasına giriyorsunuz. kitabı okurken yozo'yu anlamaya çalışmıyor, direkt yozo oluyorsunuz.
kitabın anlatım dili aslında iç döküş ancak bu okura bir iç döküş değil, dazai'nin kendisine itiraflar niteliğinde benim gözümde. okuyucuya kendini ifade etme, anlayış beslemesini sağlama, beni tanıyın niteliğinde bir anlatım dili değil zira. dazai kendine kendini anlatıyor, okuyucuya ben bunu yaptım bunu hissettim demekten ziyade sadece anlatıyor. kaygısız, çabasız bir şaheser.
yozo yani dazai oldukça ilginç bir karakter. anlatırken zaten sürekili zamandan zamana sıçrıyor. bir olay karşısında küçükken hissettiklerini davranışlarını anlatırken bir anda o ana geri dönüyor, kafasının içi hem karmakarışık hem de oldukça düzenli. sanki anılarını, hislerini bir düzene göre kafasının içinde dizmiş ve yeri geldiğinde o anıları çıkarıyor, o anki olaya bağlıyor.
ruh sağlığı gençlik yıllarında oldukça bozuluyor. bunda çocukluğunun oldukça etkisi var. aslında oldukça acıklı bir çocukluk bekliyorsunuz bu denli karmaşık birinden ancak hayır. dazai'nin acıklı bir çocukluğu yok. kendisinin bu denli hassas, duygusal, çekingen ve korkak olmasının sebebini geri planda kalmış olmasına bağladım ben okurken. kalabalık bir aileden gelmesinin yanı sıra, baskın bir baba figürü ve duygusal bir çocuktan bahsediyoruz. kardeşleri ile olan ilişkilerinden de bahsetmiyor neredeyse. dazai geri kalmışlığının yanı sıra kendisini de fazlasıyla geriye çekmiş bir karakter. hayatındaki her insanı, evet ailesini bile birer figüran olarak gördüğüne oldukça eminim.
insanları anlamaya çalışmasındaki yolculuk, sürekli çatışma halinde olan iç dünyası, kabul görme çabaları, kadınlar tarafından fazla fazla sevilmesi kendisini yakasını bırakmayan toplum baskısı ve toplumdan yok oluşa sürüklüyor. tıpkı kitaptaki yozo karakteri gibi dazai de kendini yazarak ve çizerek ifade eden biri. çizdiği öz benliğini ne kadar benimsediğini, hayatının her alanına oturttuğunu gözlemledim. dazai değişmek, anlaşılmak bir yana dursun kendini insanlardan olabildiğince uzak tutmak istiyordu kanımca. bu gençliğinde yaptığı şebeklik hareketleriyle oldukça zıt düşen bir istek. diyorum ya, onu anlayamıyor direkt onun yerinde hissediyorsunuz kendinizi. yargılayamıyorsunuz da. kızamıyorsunuz.
anlatım dili olarak oldukça akıcı, içine çeken bir kitap. kesinlikle gece okunması ve hissedilmesi gereken bir başyapıt. yazarın diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum. herkes bu kitabı okumalı.
ilk önce aoi bungaku animesini izledikten sonra bu muazzam eseri okudum. keşke ilk kitabı okusaydım dedim. zira kitap tam bir baş yapıt. bambaşka bir insanın iç dünyasına giriyorsunuz. kitabı okurken yozo'yu anlamaya çalışmıyor, direkt yozo oluyorsunuz.
kitabın anlatım dili aslında iç döküş ancak bu okura bir iç döküş değil, dazai'nin kendisine itiraflar niteliğinde benim gözümde. okuyucuya kendini ifade etme, anlayış beslemesini sağlama, beni tanıyın niteliğinde bir anlatım dili değil zira. dazai kendine kendini anlatıyor, okuyucuya ben bunu yaptım bunu hissettim demekten ziyade sadece anlatıyor. kaygısız, çabasız bir şaheser.
yozo yani dazai oldukça ilginç bir karakter. anlatırken zaten sürekili zamandan zamana sıçrıyor. bir olay karşısında küçükken hissettiklerini davranışlarını anlatırken bir anda o ana geri dönüyor, kafasının içi hem karmakarışık hem de oldukça düzenli. sanki anılarını, hislerini bir düzene göre kafasının içinde dizmiş ve yeri geldiğinde o anıları çıkarıyor, o anki olaya bağlıyor.
ruh sağlığı gençlik yıllarında oldukça bozuluyor. bunda çocukluğunun oldukça etkisi var. aslında oldukça acıklı bir çocukluk bekliyorsunuz bu denli karmaşık birinden ancak hayır. dazai'nin acıklı bir çocukluğu yok. kendisinin bu denli hassas, duygusal, çekingen ve korkak olmasının sebebini geri planda kalmış olmasına bağladım ben okurken. kalabalık bir aileden gelmesinin yanı sıra, baskın bir baba figürü ve duygusal bir çocuktan bahsediyoruz. kardeşleri ile olan ilişkilerinden de bahsetmiyor neredeyse. dazai geri kalmışlığının yanı sıra kendisini de fazlasıyla geriye çekmiş bir karakter. hayatındaki her insanı, evet ailesini bile birer figüran olarak gördüğüne oldukça eminim.
insanları anlamaya çalışmasındaki yolculuk, sürekli çatışma halinde olan iç dünyası, kabul görme çabaları, kadınlar tarafından fazla fazla sevilmesi kendisini yakasını bırakmayan toplum baskısı ve toplumdan yok oluşa sürüklüyor. tıpkı kitaptaki yozo karakteri gibi dazai de kendini yazarak ve çizerek ifade eden biri. çizdiği öz benliğini ne kadar benimsediğini, hayatının her alanına oturttuğunu gözlemledim. dazai değişmek, anlaşılmak bir yana dursun kendini insanlardan olabildiğince uzak tutmak istiyordu kanımca. bu gençliğinde yaptığı şebeklik hareketleriyle oldukça zıt düşen bir istek. diyorum ya, onu anlayamıyor direkt onun yerinde hissediyorsunuz kendinizi. yargılayamıyorsunuz da. kızamıyorsunuz.
anlatım dili olarak oldukça akıcı, içine çeken bir kitap. kesinlikle gece okunması ve hissedilmesi gereken bir başyapıt. yazarın diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum. herkes bu kitabı okumalı.
devamını gör...
4.
kitabı çok duydum meraklandım evet japon edebiyatı önyargım vardı; açıp okumaya başladığımdan itibaren silinip gitti nasıl da kendimi buldum yoko da. bir solukta bitebilecek bir kitapken ; akıcı ve dilinin sade olmasına rağmen dönüp dönüp cümleleri tekrar okumak ve zihninize kazımak istiyorsunuz .herkesin bu kitapla tanışması gerekir mutluluğa insana yaşama ve hüzne yokonun açısından bakması gerekir.
devamını gör...
5.
japon edebiyatına pek de aşina olmamakla birlikte, katıldığım okuma etkinliklerinden biri vasıtasıyla okuduğum kitap. ben ithaki yayınevi'nden çıkan baskısını okudum, çeviren peren ercan.
çok otobiyografik bir roman olduğunu düşünerek ilerledim (yazarın yaşam öyküsüne azıcık bakmıştım) ancak sonsözde açıklandığına göre bu tür romanlara "ben roman" deniyormuş. yazar roman içerisinde bütünüyle kendi yaşamını yansıtıyor, sırlarını okura açıyormuş. sonsöz ben roman ile hakiki roman arasındaki farklardan bahsediyor ve hatta ben roman ile otobiyografi arasındaki farka da değiniyor. meraklısı bu entryden hareketler bu konuyu kurcalayabilir. ben kitaba geçmek istiyorum.
insanlığımı yitirirken, öncelikle kendimden çok şey bulduğum için mesafeli yaklaştığım ve çok yakınlaşmak da istemediğim bir romandı. aynısını pek beğendiğim ekim çocuğu'nu okurken de yaşamıştım.
insanlarla ve dünyayla uyuşamayan bir insanın yarattığı persona üzerinden eser miktarda kabul görüşü ile açıyoruz metni. (selam sissynin geç ergenlik yılları.) abidik gubidik personaların dönüp dolaşıp öz'le çatışacağına inanırım hep. nitekim bu kitapta da öyle oluyor. insanı insan yapma yoluna sokan baş parmak olsa da, günümüzde insanın insan olarak kalmasını sağlayan kendi özünü olabildiğince yalın ifade edebilmesi, bu öz'le kabul görebilmesi olduğuna inanıyorum. içsel çelişkiler ne kadar az ise parçalanma hali de o kadar az olacaktır gibi geliyor. karakter oba yozo için mümkün olamıyor bu. çizdiği neşeli soytarı imajı günün sonunda melankolik mizacıyla sonsuzca çatışıyor, bu çatışmayı yatıştırma işini alkol üstleniyor.
üstelik üretmemek de öz'ü saklamanın muazzam bir yolu. ama üretmemek melankolik öz ile çatışmanın da muazzam bir yolu. muharebeye hoşgeldiniz, potansiyel olarak kalmaya mahkum ettiğiniz potansiyel, sizden intikamını alacaktır. (bkz: self destruction) ki zaten aslında bu tam bir tavuk - yumurta sorunu olacaktır çünkü en başta da özünüzü yok etmeyi (değilse bile çarpıtmayı) amaçlamıştınız.
gerçekten psikoloji erbabı ve entelektüel birikimi daha yüksek kimseler bu kısacık (115 sayfa) metinden bir dolu başka başka metin çıkarabilir. ben öz değerlendirmemi kitap değerlendirmesiyle birleştirip istemeden de olsa belki bir ben yorum yapmışken, işi daha fazla dallandırıp budaklandırmak istemem. enteresan ve lezzetli bir okuma deneyimi idi, tavsiyedir.
çok otobiyografik bir roman olduğunu düşünerek ilerledim (yazarın yaşam öyküsüne azıcık bakmıştım) ancak sonsözde açıklandığına göre bu tür romanlara "ben roman" deniyormuş. yazar roman içerisinde bütünüyle kendi yaşamını yansıtıyor, sırlarını okura açıyormuş. sonsöz ben roman ile hakiki roman arasındaki farklardan bahsediyor ve hatta ben roman ile otobiyografi arasındaki farka da değiniyor. meraklısı bu entryden hareketler bu konuyu kurcalayabilir. ben kitaba geçmek istiyorum.
insanlığımı yitirirken, öncelikle kendimden çok şey bulduğum için mesafeli yaklaştığım ve çok yakınlaşmak da istemediğim bir romandı. aynısını pek beğendiğim ekim çocuğu'nu okurken de yaşamıştım.
insanlarla ve dünyayla uyuşamayan bir insanın yarattığı persona üzerinden eser miktarda kabul görüşü ile açıyoruz metni. (selam sissynin geç ergenlik yılları.) abidik gubidik personaların dönüp dolaşıp öz'le çatışacağına inanırım hep. nitekim bu kitapta da öyle oluyor. insanı insan yapma yoluna sokan baş parmak olsa da, günümüzde insanın insan olarak kalmasını sağlayan kendi özünü olabildiğince yalın ifade edebilmesi, bu öz'le kabul görebilmesi olduğuna inanıyorum. içsel çelişkiler ne kadar az ise parçalanma hali de o kadar az olacaktır gibi geliyor. karakter oba yozo için mümkün olamıyor bu. çizdiği neşeli soytarı imajı günün sonunda melankolik mizacıyla sonsuzca çatışıyor, bu çatışmayı yatıştırma işini alkol üstleniyor.
üstelik üretmemek de öz'ü saklamanın muazzam bir yolu. ama üretmemek melankolik öz ile çatışmanın da muazzam bir yolu. muharebeye hoşgeldiniz, potansiyel olarak kalmaya mahkum ettiğiniz potansiyel, sizden intikamını alacaktır. (bkz: self destruction) ki zaten aslında bu tam bir tavuk - yumurta sorunu olacaktır çünkü en başta da özünüzü yok etmeyi (değilse bile çarpıtmayı) amaçlamıştınız.
gerçekten psikoloji erbabı ve entelektüel birikimi daha yüksek kimseler bu kısacık (115 sayfa) metinden bir dolu başka başka metin çıkarabilir. ben öz değerlendirmemi kitap değerlendirmesiyle birleştirip istemeden de olsa belki bir ben yorum yapmışken, işi daha fazla dallandırıp budaklandırmak istemem. enteresan ve lezzetli bir okuma deneyimi idi, tavsiyedir.
devamını gör...
6.
osamu dazai'nin "uzun yıllara yayılan edebi intihar mektubunun son bölümü" şeklinde tanımlanan eseri.
yazar ve ana karakter oba yozo'nun oldukça paralel yaşam öykülerine sahip olması sebebiyle ben de yarı otobiyografik olarak değerlendirdim. ancak gizlenmiş, üzerinde oynanarak telafi edilmiş bir şeyler sezdim anlatımda. şunu açıkça söyleyebilirim ki; okuduğum en açık, içsel çözümlemelerde en dürüst karakterlerden biriydi ama yazarın direkt kendisi miydi? yozo, gelişmiş bir gözlem yeteneğine ve farkındalığa doğuştan sahip gibiydi. henüz yaşamadığı hayattan sıkıldığını, heyecanını yitirdiğini veya o heyecana hiç sahip olmadığını, korkunun tüm bedenine ve düşüncelerine hakim olduğunu görmek beni çok hüzünlendirdi.
yozo, insanlara gösterdiği ve bütünüyle sahte bulduğu yanını "soytarı" olarak adlandırıyor. insanları daima güldürerek, onlara karşı nazik ve ilgili görünerek gerçek kişiliğini gizlediğine inanıyor. iç dünyasında kendini hiçbir zaman hiçbir topluluğa ait hissedemeyen, anormal biri olduğunu düşünen ve bundan çektiği acıyla kıvranan bir yozo var. birlikte intihara kalkıştığı kadının, başkanlığına kadar yükseldiği yeraltı örgütünün isimlerini bile hatırlamayacak kadar ilgisiz biri. aslında bu cümleyi yazarken huzursuz hissettim çünkü doğru ifade edememişim gibi geliyor. bence yozo ilgisini bambaşka noktalara yönlendiren ve isimden çok daha önemli detayları zihninde barındıran biriydi. evet, bu çok daha güzel oldu.
kitabın çok daha uzun olmasını, özellikle çocukluğuna dair daha fazla detay barındırmasını isterdim. eminim aynı akıcılığı yakalardı. çözümlemek için yeterli veriye sahip olmadığımız bir karakter. işte yazarın gizlediğine inandığım noktalardan biri bu. tam olarak nasıl bir ailede büyüdü? babası onun için neden o kadar sarsıcı bir noktadaydı? bağımlılıklara meylinin sebebi neydi? ve en önemlisi; yozo neden bir ömür kendini cezalandırmaya ve dozu git gide arttırmaya çalıştı? çok net bir "cezalandırıcılık" hakimdi. katı bir disiplinle büyümenin dışında çok daha travmatik bir olaya dayandığını düşünüyorum. asla cevaplanamayacak bu sorularla kitabı kitaplığa uğurlarken tanımı da sonlandırıyorum.
10/10
yazar ve ana karakter oba yozo'nun oldukça paralel yaşam öykülerine sahip olması sebebiyle ben de yarı otobiyografik olarak değerlendirdim. ancak gizlenmiş, üzerinde oynanarak telafi edilmiş bir şeyler sezdim anlatımda. şunu açıkça söyleyebilirim ki; okuduğum en açık, içsel çözümlemelerde en dürüst karakterlerden biriydi ama yazarın direkt kendisi miydi? yozo, gelişmiş bir gözlem yeteneğine ve farkındalığa doğuştan sahip gibiydi. henüz yaşamadığı hayattan sıkıldığını, heyecanını yitirdiğini veya o heyecana hiç sahip olmadığını, korkunun tüm bedenine ve düşüncelerine hakim olduğunu görmek beni çok hüzünlendirdi.
yozo, insanlara gösterdiği ve bütünüyle sahte bulduğu yanını "soytarı" olarak adlandırıyor. insanları daima güldürerek, onlara karşı nazik ve ilgili görünerek gerçek kişiliğini gizlediğine inanıyor. iç dünyasında kendini hiçbir zaman hiçbir topluluğa ait hissedemeyen, anormal biri olduğunu düşünen ve bundan çektiği acıyla kıvranan bir yozo var. birlikte intihara kalkıştığı kadının, başkanlığına kadar yükseldiği yeraltı örgütünün isimlerini bile hatırlamayacak kadar ilgisiz biri. aslında bu cümleyi yazarken huzursuz hissettim çünkü doğru ifade edememişim gibi geliyor. bence yozo ilgisini bambaşka noktalara yönlendiren ve isimden çok daha önemli detayları zihninde barındıran biriydi. evet, bu çok daha güzel oldu.
kitabın çok daha uzun olmasını, özellikle çocukluğuna dair daha fazla detay barındırmasını isterdim. eminim aynı akıcılığı yakalardı. çözümlemek için yeterli veriye sahip olmadığımız bir karakter. işte yazarın gizlediğine inandığım noktalardan biri bu. tam olarak nasıl bir ailede büyüdü? babası onun için neden o kadar sarsıcı bir noktadaydı? bağımlılıklara meylinin sebebi neydi? ve en önemlisi; yozo neden bir ömür kendini cezalandırmaya ve dozu git gide arttırmaya çalıştı? çok net bir "cezalandırıcılık" hakimdi. katı bir disiplinle büyümenin dışında çok daha travmatik bir olaya dayandığını düşünüyorum. asla cevaplanamayacak bu sorularla kitabı kitaplığa uğurlarken tanımı da sonlandırıyorum.
10/10
devamını gör...
7.
bir kitap beni bu kadar mı etkiler üstelik daha yarısına geldim!
hadi gelin sizinle bir ilk yapalım ve atun amara kitap entrysi girerken sizde benim şahitlerim olun.
insanlığımı yitirirken, birçok defa karşıma çıkan bir kitap son zamanlarda. nihayet okuma fırsatı yakaladığımda * beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim.
intihar etmeden önceki son mektup olarak bilinen bu kitap, yazarın bir karakter aracılığıyla aktardığı hayat öyküsünü içeriyor.
beğendiğim yerlere gelmeden önce sadece ilk 50 sayfada benim belki de çevirmen hatası olarak gördüğüm şeylerden bahsedeceğim. kitap bir japon klasiği, muhtemelen orijinalinde ağır bir dili vardır diye tahmin ediyorum ki japonca bilmiyorum. ona rağmen elimde tuttuğum ithaki yayınlarına ait basım, gerek tekrar eden cümleleri ve gerekse uzun uzadıya anlatılan farklı betimleme cümleleriyle 128 sayfalık kitabı bana zor yarılattı.
not : daha iyi bir kafayla okumak ve kitabı tam olarak anlayabilmek için yarıda bıraktım.
sizlere bu 50 sayfalık kısımda beni en çok etkileyen paragrafı göstermek istiyorum.
"o aslan maskesini hiç mi hiç istemiyordum. onun yerine kitap daha iyi olurdu. fakat babamın bana maskeyi almak istediğini fark edip onun bu niyetine karşılık olarak gönlünü almak için gecenin o saatinde böyle bir maceraya çıkmıştım."
bu kısım beni en çok etkileyen paragraf oldu. birini mutlu etmek, böyle bir çaba için kendini zorunlu kılmak. anlamadığın bir dünya da bir piyon olarak yaşamak ya da yaşamaya çalışmak...
50 sayfada kendimden bir çok şey buldum ve bu beni bir hayli korkuttu. insanlar, dış görünüşe gerçekten aldanıyor. ve siz bir maskeyle onları idare edebiliyorsunuz...
yerin dibi not: kitap bittiğinde entry düzenlenecektir.
18.07.23
kitabı en nihayetinde bitirdim ve yine kendimi burada buldum. kitabın ağırlığı, konunun derinliği, yazarın hislerini tercüme etme şekli beni o kadar çok yordu ki bunu size ifade edemem. beklediğim gibi bitmedi, hoş nasıl bir son beklediğimi ben de bilmiyorum.
en beğendiğim kısım iki sayfalık şiir kısmıydı, anlamı derin, sözleri içine çeken cinstendi. üst kısımda da bahsetmiştim, kendimi bulduğum birçok paragraf oldu. her birini yazmaya kalksam sanırım direkt kitabı yazmış olacağım. sona yine biraz spoi bırakacağım ama, bu da benden size ön uyarı!
genel olarak ithaki yayınlarına özgü mü yoksa çevirmenlerden kaynaklanan bir durum mu bu bilmiyorum. fakat bazı cümleleri anlamak için ekstra bir mesai harcamam gerekti. hatta öyle ki kitaba bir gün ara vermek istedim. kendini sürekli tekrar eden bağlaçlar, cümlenin anlaşılmaz derecede uzun olması ve farklı betimlemelerle hikayenin anlatılması beni asıl yoran etmenlerden biriydi. sanırım kitap için yapabileceğim tek olumsuz eleştiri buydu.
ben bir intihar mektubu okumadım arkadaşlarım, ben gencecik yaşta yitip giden bir adamın hikayesini okudum ve birçok kez bunun gerçek olmamasını diledim. bu yaşanılanların kitaba özel kalmasını ve gerçekte hiç olmamasını...
ilk defa böyle bir kitap okudum, böyle bir öykü, hikaye ya da şaheser... siz ne demek isterseniz. kendimi değişik bir ruh hali içerisinde hissediyorum. kitap küçük ve az oysa ki bende bıraktığı etki bir ton demirle eş değer.
"mutluydular... ve ben, bir aptal gibi aralarına dalıp her şeyi mahvediyordum."
"tanrıya soruyorum. güvenmek bir suç mudur?"
"masum güven, nihayetinde suçun özü müydü?"
"tanrıya soruyorum. direnmemek suç mu?"
dazai bir paragrafta "acı çekenler başkalarının acı çektiğini hissederler." diyor. yo-çan çektiğin acıyı bilemem ama kalbimde bir yer bu tarifsizliği hissettiğini bağırıyor. ben hissediyorum...
hadi gelin sizinle bir ilk yapalım ve atun amara kitap entrysi girerken sizde benim şahitlerim olun.
insanlığımı yitirirken, birçok defa karşıma çıkan bir kitap son zamanlarda. nihayet okuma fırsatı yakaladığımda * beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim.
intihar etmeden önceki son mektup olarak bilinen bu kitap, yazarın bir karakter aracılığıyla aktardığı hayat öyküsünü içeriyor.
beğendiğim yerlere gelmeden önce sadece ilk 50 sayfada benim belki de çevirmen hatası olarak gördüğüm şeylerden bahsedeceğim. kitap bir japon klasiği, muhtemelen orijinalinde ağır bir dili vardır diye tahmin ediyorum ki japonca bilmiyorum. ona rağmen elimde tuttuğum ithaki yayınlarına ait basım, gerek tekrar eden cümleleri ve gerekse uzun uzadıya anlatılan farklı betimleme cümleleriyle 128 sayfalık kitabı bana zor yarılattı.
not : daha iyi bir kafayla okumak ve kitabı tam olarak anlayabilmek için yarıda bıraktım.
sizlere bu 50 sayfalık kısımda beni en çok etkileyen paragrafı göstermek istiyorum.
"o aslan maskesini hiç mi hiç istemiyordum. onun yerine kitap daha iyi olurdu. fakat babamın bana maskeyi almak istediğini fark edip onun bu niyetine karşılık olarak gönlünü almak için gecenin o saatinde böyle bir maceraya çıkmıştım."
bu kısım beni en çok etkileyen paragraf oldu. birini mutlu etmek, böyle bir çaba için kendini zorunlu kılmak. anlamadığın bir dünya da bir piyon olarak yaşamak ya da yaşamaya çalışmak...
50 sayfada kendimden bir çok şey buldum ve bu beni bir hayli korkuttu. insanlar, dış görünüşe gerçekten aldanıyor. ve siz bir maskeyle onları idare edebiliyorsunuz...
yerin dibi not: kitap bittiğinde entry düzenlenecektir.
18.07.23
kitabı en nihayetinde bitirdim ve yine kendimi burada buldum. kitabın ağırlığı, konunun derinliği, yazarın hislerini tercüme etme şekli beni o kadar çok yordu ki bunu size ifade edemem. beklediğim gibi bitmedi, hoş nasıl bir son beklediğimi ben de bilmiyorum.
en beğendiğim kısım iki sayfalık şiir kısmıydı, anlamı derin, sözleri içine çeken cinstendi. üst kısımda da bahsetmiştim, kendimi bulduğum birçok paragraf oldu. her birini yazmaya kalksam sanırım direkt kitabı yazmış olacağım. sona yine biraz spoi bırakacağım ama, bu da benden size ön uyarı!
genel olarak ithaki yayınlarına özgü mü yoksa çevirmenlerden kaynaklanan bir durum mu bu bilmiyorum. fakat bazı cümleleri anlamak için ekstra bir mesai harcamam gerekti. hatta öyle ki kitaba bir gün ara vermek istedim. kendini sürekli tekrar eden bağlaçlar, cümlenin anlaşılmaz derecede uzun olması ve farklı betimlemelerle hikayenin anlatılması beni asıl yoran etmenlerden biriydi. sanırım kitap için yapabileceğim tek olumsuz eleştiri buydu.
ben bir intihar mektubu okumadım arkadaşlarım, ben gencecik yaşta yitip giden bir adamın hikayesini okudum ve birçok kez bunun gerçek olmamasını diledim. bu yaşanılanların kitaba özel kalmasını ve gerçekte hiç olmamasını...
ilk defa böyle bir kitap okudum, böyle bir öykü, hikaye ya da şaheser... siz ne demek isterseniz. kendimi değişik bir ruh hali içerisinde hissediyorum. kitap küçük ve az oysa ki bende bıraktığı etki bir ton demirle eş değer.
"mutluydular... ve ben, bir aptal gibi aralarına dalıp her şeyi mahvediyordum."
"tanrıya soruyorum. güvenmek bir suç mudur?"
"masum güven, nihayetinde suçun özü müydü?"
"tanrıya soruyorum. direnmemek suç mu?"
dazai bir paragrafta "acı çekenler başkalarının acı çektiğini hissederler." diyor. yo-çan çektiğin acıyı bilemem ama kalbimde bir yer bu tarifsizliği hissettiğini bağırıyor. ben hissediyorum...
devamını gör...
8.
osamu dazai'nin insanlığını yitirirken yazdığı 121 sayfalık eser. *
kişiliğini kaybeden, kendini arayan, kendini sevdirmek için sürekli komiklik yapan, boşlukta yaşayan bir adamın günlüğü olarak da düşünebiliriz.
fikirleri gelgit olan, kadınları aşağıda gören, evliliği saçma bulan, yaşamla ölüm arasında bir adamın yazdıkları bunlar.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2023/07/29/7cpjfrbwa8457n36-t.jpg)
ne mutluyum ne mutsuz
her şey geçip gidiyor.
kişiliğini kaybeden, kendini arayan, kendini sevdirmek için sürekli komiklik yapan, boşlukta yaşayan bir adamın günlüğü olarak da düşünebiliriz.
fikirleri gelgit olan, kadınları aşağıda gören, evliliği saçma bulan, yaşamla ölüm arasında bir adamın yazdıkları bunlar.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2023/07/29/7cpjfrbwa8457n36-t.jpg)
ne mutluyum ne mutsuz
her şey geçip gidiyor.
devamını gör...
9.
"artık ne mutlu ne de mutsuzum.
her şey geçip gidiyor.
bu zamana kadar yaşadığım, soğuk bir cehennemi andıran sözde "insan" dünyasında tek gerçek şey bu.
her şey geçip gidiyor."
şuci tsuşima'nın osamu dazai müstear ismiyle yazdığı romandır. romanın başkahramanı oba yozo'nun hayatı ile yazarın hayatındaki büyük benzerliklerden dolayı bu roman biyografik bir eser olarak yorumlansa da japon edebiyatında bu tarz romanlara biyografi değil "ben roman" denmektedir. ben roman, yazarın bire bir hayatını yansıtmayan, mamafih onun iç dünyasıyla ilgili yeterince done veren eserler için kullanılan yazma tekniğidir.
"insanlara karşı her zaman korku dolu bir ürperme hissettiğim ve insan gibi konuşma, insan gibi davranma yeteneğime hiçbir şekilde güvenmediğim için tüm korku ve endişelerimi toplayıp göğsümün derinliklerinde bir kutuya sakladım. melankolimi ve öfkemi gizlemek için büyük çaba sarf ettim ve bunun yerine kendimi masum bir neşe havası geliştirmeye adadım. böylece yavaş yavaş bir soytarıya dönüştüm."
yozo'nun karanlık dünyasının ve derin melankolisinin sebebi budur. onun çevresine karşı geliştirdiği sürekli şebeklik yapan karakterin içinde koskocaman bir boşluk vardır. insanlardan saklamak istediği bu karamsarlığın aslında onlara duyduğu güven bağının onarılmaz şekilde sarsılmasından kaynaklandığını açık şekilde görüyoruz. bu bedbin karakterin benzerini albert camus'un yabancı'sında da görebiliriz. bu bireyci, özünü sorgulayan bağlamda düşündüğümüzde varoluşçu bir roman olduğunu söyleyebiliriz.
" bir kadının tek bir kelimeyi fısıldayıvermesi, kendilerinden bahsetmek için harcadıkları binlerce ve milyonlarca diğer kelimeden daha fazla sempati uyandırırdı. bir kadının bu tek kelimeyi söylediğini hiç duymamış olmam tuhaf ve neredeyse gizemli geliyor. tsuneko, "yalnızlık" kelimesini asla yüksek sesle söylemese de, yalnızlık onun etrafında üç santim kalınlığında bir hava akımı gibi girdap gibi görünüyordu ve ben yanındayken, beni de sardı, kendi acı veren melankoli girdabımla bir şekilde karışıp birleşti. tıpkı, "suyun derinliklerindeki bir taşın üzerine konan güz yaprağı gibi," korkumdan ve kaygımdan kendimi uzaklaştırmayı başardım. "
"şu meşhur eski deyişi biliyor musun? 'yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden uçar' çoğu insan hep yanlış anlıyor. bu, erkeğin parası bitince kadının ondan ayrıldığı anlamına gelmez. şu demek: bir adamın parası bittiğinde... kalbini kaybeder, değersizdir. o kadar zayıflar ki gülemez bile, garip bir aşağılık kompleksine kapılır, çaresiz kalır ve kadını kendinden uzaklaştıran o adam olur. bu noktada yarı delirir ve uzaklaşama kadar itmeye, itmeye ve itmeye başlar. en azından okuduğum bir kitapta öyle yazıyor. üzücü değil mi? ne yazık ki bu duyguyu çok iyi biliyorum"
devamını gör...
10.
dazai'nin kendisini okurdan çok kendine açtığı, çocukluğundan erişkinlik dönemine kadar yaşadığı kırılmalar ve içsel savaşları anlattığı otobiyografi niteliğindeki kitabı.
okurken dazai'yi iyiden iyiye tanıyor, yaşamında kendinizden parçalar buluyor ve hatta kimi zaman onun gibi düşünür ya da hissederken buluyorsunuz kendinizi.
okurken dazai'yi iyiden iyiye tanıyor, yaşamında kendinizden parçalar buluyor ve hatta kimi zaman onun gibi düşünür ya da hissederken buluyorsunuz kendinizi.
devamını gör...
11.
kitaba başlarken yazar kendini anlatmış herhalde diye düşündüm. kitap ilerledikçe yok kendi anlatamaz dedim ama sonsöz'de kendi olduğunu öğrendim. hiçbir korku ögesi olmadan bu kadar korkunç ve kan dondurucu olmayı nasıl başarmış bilmiyorum. insanlığımı yitirirken demiş ama hiç insan olmamış ki. çocukluğunda tamam sadece sosyal bozukluk diyebileceğimiz şeyler büyüdükçe acımasız suç unsurlarına dönüşüyor.
kitabı hem dinledim hem okudum. otobüste yolculuk yaparken dinledim ilk yarısını ve zaman zaman sesli tepki vermemek için kendimi zor tuttum. spoiler vermeden nasıl anlatırım bilmiyorum ama yazar ne yaptıysa bizi o pis karakterinin, kişiliğinin içine çekiyor.
bu kadar iradesiz, etkisiz insanlar görmek zaten beni hep sinirlendirir. kitap karakteri de bu konuda arşa çıkmış iğrenç biri.
aslında yazar böyle güçlü duygular uyandırabildiği için çok yetenekli, kitap da çok iyi bir kitap demek gerekir fakat bende uyandırdığı kötü duygular yüzünden öyle diyesim gelmiyor.
psikolojinizin ve midenizin sağlam olduğu bir döneminizde okumanızı tavsiye ederim.
bu ay yanlışlıkla 3 tane japon edebiyatından kitap okumuş oldum. yeto. uzun bir süre görmek istemiyorum.
kitabı hem dinledim hem okudum. otobüste yolculuk yaparken dinledim ilk yarısını ve zaman zaman sesli tepki vermemek için kendimi zor tuttum. spoiler vermeden nasıl anlatırım bilmiyorum ama yazar ne yaptıysa bizi o pis karakterinin, kişiliğinin içine çekiyor.
bu kadar iradesiz, etkisiz insanlar görmek zaten beni hep sinirlendirir. kitap karakteri de bu konuda arşa çıkmış iğrenç biri.
aslında yazar böyle güçlü duygular uyandırabildiği için çok yetenekli, kitap da çok iyi bir kitap demek gerekir fakat bende uyandırdığı kötü duygular yüzünden öyle diyesim gelmiyor.
psikolojinizin ve midenizin sağlam olduğu bir döneminizde okumanızı tavsiye ederim.
bu ay yanlışlıkla 3 tane japon edebiyatından kitap okumuş oldum. yeto. uzun bir süre görmek istemiyorum.
devamını gör...
12.
bir şey çok fazla sisiriliyorsa kesinlikle o kadar iyi değildir diye düşünenlerdenim ki bu kitapta da aynı şeyi yaşadım. kötü bir kitap değil ama abartılacak çok bir yanı da yok. fena değil.
devamını gör...
13.
okurken bir hayli zorlandığım japon yazar osamu dazai kitabı. benim için ortalama bir kitaptı. çok kötü veya çok güzeldi de diyemiyorum. okurken gerçekten zorlandım, yer yer üzüldüğüm ama genel anlamda baş karaktere epey sinirlendiğim bir öyküydü. hikayenin sonunda verilen açıklama kısmında hikayenin aslında yazarın kendi hayatından parçalarla bağdaştırıldığı açıklama kısmı benim için kitabın en etkileyici yanıydı diyebilirim.
devamını gör...
14.
bir günde silip süpürdüğüm osamu dazai eseridir. benim için okuması gayet kolay bir kitaptı. ama sindirmesi biraz zordu.
bu kitapta baş karakterimiz olan yozo'nun olmayan insanlığını yitirdiğini okuyoruz. her ne kadar kitabın son sözünde banası yüzünden böyle biri olup çıktığı söylense de bence öyle değil.
insan olup insanlardan korkan ve insanmış gibi hissetmeyen bir karakter yozo,bazı kısımlarda kendimle bağdaştırsam bile gerçekten insan olup olmadığını sorguladım. tabii kime göre neye göre?
küçüklüğünde ailesine,insanlığa ayak uyduramamış içinde kapkranlıkken dışarıya ışık yansıtmış bir çocukmuş,bu tabii ailenin ilgisizliğinden kaynaklanıyor. bir çocuk için en kötü şey ailenin onu görüp anlayamaması. liseye giderken ise iyice eğitimden kopmuş kankisi horiki ile totoyu başı dağıtmış. bu sıralarda da ailesinden elle tutulacak bir destek görmüyor maalesef.
yozo her ne kadar başka birş olarak yansıtılsa da osamu abimizi anlatıyor. karakter gibi osamu abimizde oldukça sancılı bir hayat geçirmiştir.
önerdiğim bir kitaptır,insan olduğunuzu az da olsa anlayabiliyorsunuz okurken.
bu kitapta baş karakterimiz olan yozo'nun olmayan insanlığını yitirdiğini okuyoruz. her ne kadar kitabın son sözünde banası yüzünden böyle biri olup çıktığı söylense de bence öyle değil.
insan olup insanlardan korkan ve insanmış gibi hissetmeyen bir karakter yozo,bazı kısımlarda kendimle bağdaştırsam bile gerçekten insan olup olmadığını sorguladım. tabii kime göre neye göre?
küçüklüğünde ailesine,insanlığa ayak uyduramamış içinde kapkranlıkken dışarıya ışık yansıtmış bir çocukmuş,bu tabii ailenin ilgisizliğinden kaynaklanıyor. bir çocuk için en kötü şey ailenin onu görüp anlayamaması. liseye giderken ise iyice eğitimden kopmuş kankisi horiki ile totoyu başı dağıtmış. bu sıralarda da ailesinden elle tutulacak bir destek görmüyor maalesef.
yozo her ne kadar başka birş olarak yansıtılsa da osamu abimizi anlatıyor. karakter gibi osamu abimizde oldukça sancılı bir hayat geçirmiştir.
önerdiğim bir kitaptır,insan olduğunuzu az da olsa anlayabiliyorsunuz okurken.
devamını gör...
15.
melankolik insanların aslında melankolik olmadığını öğreten bir kitap... çünkü karakter bunun en dibini yaşıyor/yaşatıyor... çabuk okunur, etkisi zor geçer... anlamlıdır ama boğucudur, özellikle vicdan olarak...
devamını gör...
16.
özgün adı 人間失格 olan ve intihar ederek yaşamına son veren japon yazar osamu dazai'nin 1948 yılında insanlığını yitirirken yazdığı kitaptır.
kitabın huzursuzluğun kitabı ile konu açısından benzerlik gösterdiği söylenebilir;
ikisinde de bir huzursuzluk, nihilizme kayma, insanlığını yitirme korkusu, hayatta bir anlam arama, hayatın anlamını yitirme, intihar düşünceleri, melankoli, acı çekme ve baskın bir umutsuzluk gözle görülür niteliktedir.
kitabımız hakkında konuşmak gerekirse;
kitabı yeni okumuş değilim ama karakterin umutsuzluğu hâlâ aklımda, kitabın karakterinin aslında yazarın kendisi olduğu düşünülüyor.
karakterin iç dünyası, olaylara ve kadınlara bakış açısı, rahatsız edici sayılabilecek şeyleri dahi olduğu gibi yazması belki de kitabı ilginç ve okunulur kılıyor.
yaşam ve ölüm arasında kalan birinin yaşamına dair sarsıcı bir kitap olduğu rahatlıkla söylenebilir.
kitap aslında bize şunu da sorgulatıyor,
insan insanlığını ne zaman yitirir?
hayat anlamını nerede ve ne zaman yitirir?
anlam bulduklarımız yok olursa insan hayatta kalabilir mi?
belki biraz iç karartıcı veya depresif bir kitap gibi durabilir ama yazarın iç dünyasını anlamak için mutlaka bir bakılması gerekiyor.
insanlığımızı yitirmeden okumamız gereken kitaplardan biri olduğu kesin.
iyiki yazmış osamu dazai...
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2024/10/03/vducyf4dnkvx7crt-t.jpg)
insanlardan yardım istemek mi?
gülünç bir fikirdi bu.
ne mutluyum ne mutsuz,
her şey geçip gidiyor.
kitabın huzursuzluğun kitabı ile konu açısından benzerlik gösterdiği söylenebilir;
ikisinde de bir huzursuzluk, nihilizme kayma, insanlığını yitirme korkusu, hayatta bir anlam arama, hayatın anlamını yitirme, intihar düşünceleri, melankoli, acı çekme ve baskın bir umutsuzluk gözle görülür niteliktedir.
kitabımız hakkında konuşmak gerekirse;
kitabı yeni okumuş değilim ama karakterin umutsuzluğu hâlâ aklımda, kitabın karakterinin aslında yazarın kendisi olduğu düşünülüyor.
karakterin iç dünyası, olaylara ve kadınlara bakış açısı, rahatsız edici sayılabilecek şeyleri dahi olduğu gibi yazması belki de kitabı ilginç ve okunulur kılıyor.
yaşam ve ölüm arasında kalan birinin yaşamına dair sarsıcı bir kitap olduğu rahatlıkla söylenebilir.
kitap aslında bize şunu da sorgulatıyor,
insan insanlığını ne zaman yitirir?
hayat anlamını nerede ve ne zaman yitirir?
anlam bulduklarımız yok olursa insan hayatta kalabilir mi?
belki biraz iç karartıcı veya depresif bir kitap gibi durabilir ama yazarın iç dünyasını anlamak için mutlaka bir bakılması gerekiyor.
insanlığımızı yitirmeden okumamız gereken kitaplardan biri olduğu kesin.
iyiki yazmış osamu dazai...
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2024/10/03/vducyf4dnkvx7crt-t.jpg)
insanlardan yardım istemek mi?
gülünç bir fikirdi bu.
ne mutluyum ne mutsuz,
her şey geçip gidiyor.
devamını gör...