kuchisabishii
canınız istemese bile alışkanlıktan dolayı bir şeyler yiyip içmeyi ve sürekli atıştırmayı istemek manasına gelen japonca sözcük.
devamını gör...
türk kadınının eleştiri kabul etmemesi
eleştiriyi nasıl yaptığınıza bağlı. üslup çok önemli. eğer hadsiz bir üslub kullanırsanız eleştiriyi kabul etmemekle birlikte karşılığını da alırsınız.
devamını gör...
evli birinin eşinden başka birine aşık olması
düşünmeli insan, yaşatacağı duyguyu önce kendi hissedebilmeli. eğer vicdan süzgecinden geçiyorsa ondan sonra ilerlemeli.
bir insan kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamalı. bu küresel bir ahlak kuralıdır, evrensel ahlak kuralı.
nevzat tarhan
sadakatsizi, sadakatsiz bulsun! *
bir insan kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamalı. bu küresel bir ahlak kuralıdır, evrensel ahlak kuralı.
nevzat tarhan
sadakatsizi, sadakatsiz bulsun! *
devamını gör...
bir kadının yaşamından yirmi dört saat
zweig'in klasikleşen anlatımıyla bahsedilen konudan çok daha güzel olan kitap.
bir zweig hayranı olarak abartıyor olabilirim ama okuduysanız bilirsiniz; bu yazar tek oturuşta bitirilen hikâyeleriyle meşhurdur ve okunduğuna pişman etmez.
yazar hataların yalnızca suçlu sınıfına mahsus olmadığını göstermiş, ufacık bir karar anının insana nelere mal olabileceğini yansıtmıştı.
kitabın başındaki anlatıcı gittiği otelde bir başkasının da benzerini yaşadığını üzücü bir olayla karşılaşır fakat olaya karşı olan anlayışlı tavrı, malum geceyi yaşayan kadının hoşuna gider ve kadına yaşadıklarını anlatır. kumar müptelası olmuş bir beyefendiye güvenmenin yanlışlığını gösterir.
eğer genç müptela, kadına "bana para vermeyin" dediğinde kadın vermeseydi aynı şeyler mi yaşanırdı, diye sormadan edemiyorum, sonuçta o bağımlı biriydi ve parayı görür görmez alışkanlığının depreşeceği kesindi. olanlar oldu; kadının güveni ve niyeti suistimal edildi. üzücüydü açıkçası, gerçek hayatta da böyle şeyler oluyor çünkü. insanların iyi niyetleri tek seferde heba olup gidiyor.
her neyse, çıtır çerez güzel bir kitap olduğundan tavsiyedir. bir de verdiğimiz kararların ne kadar doğru olduğunu yeniden sorgulatabilir. konunun önemi yok, sonuca ulaşırken ani hareket etmek yanlış yaptırabilir. işin sonunda kitaptaki karakter gibi bulunduğumuz çevreyi bırakacak kadar utanmamak için* ince eleyip sık dokumak hayli önemli.
not: alıntı cümle bırakılacaktır.
bir zweig hayranı olarak abartıyor olabilirim ama okuduysanız bilirsiniz; bu yazar tek oturuşta bitirilen hikâyeleriyle meşhurdur ve okunduğuna pişman etmez.
yazar hataların yalnızca suçlu sınıfına mahsus olmadığını göstermiş, ufacık bir karar anının insana nelere mal olabileceğini yansıtmıştı.
kitabın başındaki anlatıcı gittiği otelde bir başkasının da benzerini yaşadığını üzücü bir olayla karşılaşır fakat olaya karşı olan anlayışlı tavrı, malum geceyi yaşayan kadının hoşuna gider ve kadına yaşadıklarını anlatır. kumar müptelası olmuş bir beyefendiye güvenmenin yanlışlığını gösterir.
eğer genç müptela, kadına "bana para vermeyin" dediğinde kadın vermeseydi aynı şeyler mi yaşanırdı, diye sormadan edemiyorum, sonuçta o bağımlı biriydi ve parayı görür görmez alışkanlığının depreşeceği kesindi. olanlar oldu; kadının güveni ve niyeti suistimal edildi. üzücüydü açıkçası, gerçek hayatta da böyle şeyler oluyor çünkü. insanların iyi niyetleri tek seferde heba olup gidiyor.
her neyse, çıtır çerez güzel bir kitap olduğundan tavsiyedir. bir de verdiğimiz kararların ne kadar doğru olduğunu yeniden sorgulatabilir. konunun önemi yok, sonuca ulaşırken ani hareket etmek yanlış yaptırabilir. işin sonunda kitaptaki karakter gibi bulunduğumuz çevreyi bırakacak kadar utanmamak için* ince eleyip sık dokumak hayli önemli.
not: alıntı cümle bırakılacaktır.
devamını gör...
ünlülerin isimleri ile hemhal olmuş objeler
gökhan özen - jet ski
devamını gör...
quentin tarantino denince akla gelenler
kesinlikle ayak fetişi.
devamını gör...
angaje olma
bir şeyi yapmayı üstlenme.
devamını gör...
aslen nerelisin terör örgütü
özellikle de “istanbulluyum” deyince ikna olmayanların üyesi olduğu terör örgütüdür.
devamını gör...
ekşi sözlük’te gündem olmamız
reklam gibi bir şey oldu bence ki ben de oradan haberdar olup geldim,iyi de oldu.
devamını gör...
yüzüklerin efendisi (seri)
adını hiç duymamıştım. fantastik, bilim kurgu ve de polisiye gerilim okuyan, seven bir adamdım gençlik yıllarımda. farklı okumalar alanına henüz yeni geçiş yapıyordum, ki o zamanlar kitap okuyabileceğim ve de ödünç alabileceğim bir çok güzel insan da vardı yakın çevremde.
mevcut şartlarım da iyiydi hemen hemen ne zaman istersem kitap alabiliyordum.
sene 1991 veya 1992, üniversite zamanlarım hafta sonu eve gelmişim ve izmit'e* gittim iyi bir dostumla buluşmak için.
neyse görüştük ettik eve döneceğim minibüsle o zaman da yanlış değilsem iki adet köprü* var ana yolu aşıp sahil tarafına minibüs yoluna geçmek için.
hiç unutmuyorum yine bu zamanlar muhtemelen, üst geçitlerden biri o an için bana daha yakın ama ben yine de minibüslerin kalktığı yöne ve uzak olana gittim, dedim akşam saati araba tıklım tıklım olmasın biraz daha erken duraklardan birinden bineyim.
ve bu kararım ile yüzüklerin efendisi* ile karşılaştım.
bu üst geçit köprülerde o zamanlar sürekli ikinci el kitap satan tipler olurdu, çoğunlukla genç ve de orta yaşlı,
yere bir naylon serip üzerine onlarca kitabı yığarlar ve satarlardı.
o zamanlar böyle zabıtalar falan var ama kimseyi bu işlerden dolayı kovalamıyorlar. iyi zamanlar yani.*
köprüye çıktım karşı tarafın sonuna doğru yerde bir yığın kitap var ve sakallı bir abi başlarında, muhtemelen 35-40 yaşlarında.
s.a. dedim ve bakmaya başladım, 3-4 kitap sonra ilk cildi (birinci kısım yazardı o zamanki baskılarda ki metis yayınları olması lazım yine) gördüm. ve inceledim biraz, arka yazısı falan da vardı yanlış değilsem.
dedim; "üstadım bunun diğer ciltleri de var mı?" dedi; "var."
ver dedim ve aldım. geçmiş gün, çok oldu hatırlamıyorum kaç para olduğunu.
ve eve döndüm, hafta başına da eskişehir'e okula geri dönüyorum trenle.
ilk kitabı trende bitirdim neredeyse akşamına da evde tamamladım ve devamını aynı hafta içi halletmiştim 3 cilt/kısım olarak tüm seriyi.
mezun olduktan sonra yıllar sonra yani tekrar okudum, arada da bir kez daha okuduğumu hatırlıyorum ve hatta yakın zamanda tekrar okumuştum. belki bir kaç sene sonra tekrar okurum, hafızayı tazelemek adına.
ve iddia ediyorum bu üçleme serisini ve the silmarillion'u ben okuduğum yıllarda türkiye'de seriyi okumuş insan sayısı 10.000 değildi ve artık bir fenomen halinde ünlendi, özellikle 2005 sonrası.
not olarak da the silmarillion kitabını önden okumasını tavsiye ederim bu seriyi okumak isteyenlere, o da muhteşem bir kitaptır aslında ama bu 3'lemenin gölgesinde kalmıştır bence.
3'lemenin tek cilt olanı da mevcut yine yanlış değilsem metis yayınlarından fakat yazı karakterleri çok küçük deniliyor ve ben almaya değer olduğunu düşünmüyorum, eğer sahaflarda eski baskılarını bulursanız cilt cilt alıp okumanız iyi olur.
demem şudur;
bu üçleme gerçekten çok çok iyi ve filmlerinden bağımsız olarak kitabın içindeki tasvirler muhteşem bir kere.
film size bir heves verebilir ama kitabı okumak apayrı bir olay ve keyif.
ayrıca yukarıda dediğim gibi bunu da önden okuyun ve bir tür mitoloji efsanesiyle karşılaşın derim.
(bkz: the silmarillion)*
1-the lord of the rings: vol. ı - the fellowship of the ring
yüzüklerin efendisi cilt ı – yüzük kardeşliği
2-the lord of the rings: vol. ıı - the two towers
yüzüklerin efendisi cilt ıı – iki kule
3-the lord of the rings: vol. ııı - the war of the ring or the return of the king
yüzüklerin efendisi cilt ııı – yüzük savaşı / kralın dönüşü
şimdilik bunlar efendim.
imla: ufak tefek düzeltmeler.
mevcut şartlarım da iyiydi hemen hemen ne zaman istersem kitap alabiliyordum.
sene 1991 veya 1992, üniversite zamanlarım hafta sonu eve gelmişim ve izmit'e* gittim iyi bir dostumla buluşmak için.
neyse görüştük ettik eve döneceğim minibüsle o zaman da yanlış değilsem iki adet köprü* var ana yolu aşıp sahil tarafına minibüs yoluna geçmek için.
hiç unutmuyorum yine bu zamanlar muhtemelen, üst geçitlerden biri o an için bana daha yakın ama ben yine de minibüslerin kalktığı yöne ve uzak olana gittim, dedim akşam saati araba tıklım tıklım olmasın biraz daha erken duraklardan birinden bineyim.
ve bu kararım ile yüzüklerin efendisi* ile karşılaştım.
bu üst geçit köprülerde o zamanlar sürekli ikinci el kitap satan tipler olurdu, çoğunlukla genç ve de orta yaşlı,
yere bir naylon serip üzerine onlarca kitabı yığarlar ve satarlardı.
o zamanlar böyle zabıtalar falan var ama kimseyi bu işlerden dolayı kovalamıyorlar. iyi zamanlar yani.*
köprüye çıktım karşı tarafın sonuna doğru yerde bir yığın kitap var ve sakallı bir abi başlarında, muhtemelen 35-40 yaşlarında.
s.a. dedim ve bakmaya başladım, 3-4 kitap sonra ilk cildi (birinci kısım yazardı o zamanki baskılarda ki metis yayınları olması lazım yine) gördüm. ve inceledim biraz, arka yazısı falan da vardı yanlış değilsem.
dedim; "üstadım bunun diğer ciltleri de var mı?" dedi; "var."
ver dedim ve aldım. geçmiş gün, çok oldu hatırlamıyorum kaç para olduğunu.
ve eve döndüm, hafta başına da eskişehir'e okula geri dönüyorum trenle.
ilk kitabı trende bitirdim neredeyse akşamına da evde tamamladım ve devamını aynı hafta içi halletmiştim 3 cilt/kısım olarak tüm seriyi.
mezun olduktan sonra yıllar sonra yani tekrar okudum, arada da bir kez daha okuduğumu hatırlıyorum ve hatta yakın zamanda tekrar okumuştum. belki bir kaç sene sonra tekrar okurum, hafızayı tazelemek adına.
ve iddia ediyorum bu üçleme serisini ve the silmarillion'u ben okuduğum yıllarda türkiye'de seriyi okumuş insan sayısı 10.000 değildi ve artık bir fenomen halinde ünlendi, özellikle 2005 sonrası.
not olarak da the silmarillion kitabını önden okumasını tavsiye ederim bu seriyi okumak isteyenlere, o da muhteşem bir kitaptır aslında ama bu 3'lemenin gölgesinde kalmıştır bence.
3'lemenin tek cilt olanı da mevcut yine yanlış değilsem metis yayınlarından fakat yazı karakterleri çok küçük deniliyor ve ben almaya değer olduğunu düşünmüyorum, eğer sahaflarda eski baskılarını bulursanız cilt cilt alıp okumanız iyi olur.
demem şudur;
bu üçleme gerçekten çok çok iyi ve filmlerinden bağımsız olarak kitabın içindeki tasvirler muhteşem bir kere.
film size bir heves verebilir ama kitabı okumak apayrı bir olay ve keyif.
ayrıca yukarıda dediğim gibi bunu da önden okuyun ve bir tür mitoloji efsanesiyle karşılaşın derim.
(bkz: the silmarillion)*
1-the lord of the rings: vol. ı - the fellowship of the ring
yüzüklerin efendisi cilt ı – yüzük kardeşliği
2-the lord of the rings: vol. ıı - the two towers
yüzüklerin efendisi cilt ıı – iki kule
3-the lord of the rings: vol. ııı - the war of the ring or the return of the king
yüzüklerin efendisi cilt ııı – yüzük savaşı / kralın dönüşü
şimdilik bunlar efendim.
imla: ufak tefek düzeltmeler.
devamını gör...
hayatın bazı anlarında gelen save alma isteği
keşke olsaydı diye öykünülen, vakti zamanında çokça oyun oynamış olmanın bir göstergesidir belki de.
devamını gör...
kadına şiddetin suistimal edilmesi
prusyadaki kral'ın önemli bir noktaya değindiği başlık.
evet böyle olaylar oluyor ve tepkimizi ortaya koyuyoruz. sonra hayat devam ediyor. ve unutmuş gibi görünüyoruz.
ben şahsen bu tarz tepkiler verirken kendime diyorum ki sen bunları yazacaksın ve hiçbir işe yaramayacak, somut bir şey mi yapmış olacaksın böylelikle?
sonra düşünüyorum somut ne yapılabilir diye. ben kendi adıma inandığım doğruları burada sözlükte paylaşabilirim. ülkenin bu hale gelmesinin esas sebebi olarak gördüğüm partiye oy vermeyebilirim, nitekim vermiyorum. zira eğitim konusunda bir şeyler yapmayı bırakın sistemi daha da geriye götürdüler.
açıkçası bu konuda kendimi çaresiz hissediyorum. bilemiyorum.
ne yapalım 3000 kişi toplanıp ankara'ya mı gidelim? aslında fena fikir değil. muhalif partilerin eğitim konusunda güçlü bir ses çıkarmadıkları bir gerçek. gidelim diyelim ki kardeşim mevcut iktidara bunun üzerinden yüklen, seçmenden oy isterken bunu dile getir, eğitim sistemini tartışmaya aç. çünkü bütün yollar eğitime çıkıyor. şikayet ettiğimiz ne varsa eğitim sisteminin* kötülüğünden.
en fazla, bilgiyi yayabiliriz gibime geliyor. bu anlamda ufak gibi görünse de sözlük güzel işler yapıyor.
daha kaliteli içerikler üretebiliriz yazarlar olarak. ataların dediği gibi kalem kılıçtan keskindir. romantik gelebilir ama ben böyle inanıyorum. çünkü şiddeti şiddetle kalıcı olarak çözemezsiniz. vâki değildir.
toplanıp eylem yapalım desem? maazallah sözlüğü kapatırlar.
toplantı ve gösteri hakkı da yurttaşlardan esirgeniyor zaten. böyle bir atmosferde insanlar ses çıkaracak cesareti kendilerinde bulamıyorlar. bulanların da anayasal haklarını kullanmaları engelleniyor. renkli bir şemsiyeden bile rahatsızlar.
sevgili yazarlar yıllardır bu kabusu yaşıyoruz. içinde olduğumuz için kanıksamış durumdayız.
antidemokratik hava daha güçlü estikçe suçlular daha bir cesur oluyor. kötünün sesi daha bir gür çıkıyor.
yine de ileride demokratik taleplerini dile getiren, hakkını arayan bir toplum haline gelebiliriz. yaşadığımız şey aslında bunun sancısı. ama maalesef zamanı 1,5x hızında yaşayamıyoruz. bu travma bizim kaderimiz. yüzleşmek zorundayız.
ama unutmayın bu ülkede cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini istemeyen en az yüzde elli yurttaş var. ve her geçen gün sayıları artıyor.
sanki hiç ummadığımız bir anda karanlık yerini aydınlığa terk edecek, bulutlar yerini aydınlık gökyüzüne bırakacakmış gibi hissediyorum.
umarım gelecekte tek derdimiz fıstık yeşili olur.
evet böyle olaylar oluyor ve tepkimizi ortaya koyuyoruz. sonra hayat devam ediyor. ve unutmuş gibi görünüyoruz.
ben şahsen bu tarz tepkiler verirken kendime diyorum ki sen bunları yazacaksın ve hiçbir işe yaramayacak, somut bir şey mi yapmış olacaksın böylelikle?
sonra düşünüyorum somut ne yapılabilir diye. ben kendi adıma inandığım doğruları burada sözlükte paylaşabilirim. ülkenin bu hale gelmesinin esas sebebi olarak gördüğüm partiye oy vermeyebilirim, nitekim vermiyorum. zira eğitim konusunda bir şeyler yapmayı bırakın sistemi daha da geriye götürdüler.
açıkçası bu konuda kendimi çaresiz hissediyorum. bilemiyorum.
ne yapalım 3000 kişi toplanıp ankara'ya mı gidelim? aslında fena fikir değil. muhalif partilerin eğitim konusunda güçlü bir ses çıkarmadıkları bir gerçek. gidelim diyelim ki kardeşim mevcut iktidara bunun üzerinden yüklen, seçmenden oy isterken bunu dile getir, eğitim sistemini tartışmaya aç. çünkü bütün yollar eğitime çıkıyor. şikayet ettiğimiz ne varsa eğitim sisteminin* kötülüğünden.
en fazla, bilgiyi yayabiliriz gibime geliyor. bu anlamda ufak gibi görünse de sözlük güzel işler yapıyor.
daha kaliteli içerikler üretebiliriz yazarlar olarak. ataların dediği gibi kalem kılıçtan keskindir. romantik gelebilir ama ben böyle inanıyorum. çünkü şiddeti şiddetle kalıcı olarak çözemezsiniz. vâki değildir.
toplanıp eylem yapalım desem? maazallah sözlüğü kapatırlar.
toplantı ve gösteri hakkı da yurttaşlardan esirgeniyor zaten. böyle bir atmosferde insanlar ses çıkaracak cesareti kendilerinde bulamıyorlar. bulanların da anayasal haklarını kullanmaları engelleniyor. renkli bir şemsiyeden bile rahatsızlar.
sevgili yazarlar yıllardır bu kabusu yaşıyoruz. içinde olduğumuz için kanıksamış durumdayız.
antidemokratik hava daha güçlü estikçe suçlular daha bir cesur oluyor. kötünün sesi daha bir gür çıkıyor.
yine de ileride demokratik taleplerini dile getiren, hakkını arayan bir toplum haline gelebiliriz. yaşadığımız şey aslında bunun sancısı. ama maalesef zamanı 1,5x hızında yaşayamıyoruz. bu travma bizim kaderimiz. yüzleşmek zorundayız.
ama unutmayın bu ülkede cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini istemeyen en az yüzde elli yurttaş var. ve her geçen gün sayıları artıyor.
sanki hiç ummadığımız bir anda karanlık yerini aydınlığa terk edecek, bulutlar yerini aydınlık gökyüzüne bırakacakmış gibi hissediyorum.
umarım gelecekte tek derdimiz fıstık yeşili olur.
devamını gör...
hibernom
çocuklarda görülen daha çok boyunda lokalize kahverengi yağ dokusunun benign tümörüdür.
devamını gör...
bakire meryem
asla ama asla milli oyuncu olamayacak olması....
bağzı şeylerin şakası yapılmazdı değil mi?
bağzı şeylerin şakası yapılmazdı değil mi?
devamını gör...
lisede en nefret edilen dersler
cuma günlerinin kabusu milli güvenlik.
herifin sorusuna yanıt verirdik,doğru olsa da kabul etmezdi ruh hastası.
19 mayıs cuma gününe denk gelmişti bir sefer,çok iyi olmuştu.
bir defa da cuma sabahı rapor almıştım.aksilik o hafta ders olmadı.
yaşasan da gebermiş olsan da umrumda değilsin iktidarsız viagracı pezevenk.
herifin sorusuna yanıt verirdik,doğru olsa da kabul etmezdi ruh hastası.
19 mayıs cuma gününe denk gelmişti bir sefer,çok iyi olmuştu.
bir defa da cuma sabahı rapor almıştım.aksilik o hafta ders olmadı.
yaşasan da gebermiş olsan da umrumda değilsin iktidarsız viagracı pezevenk.
devamını gör...
hipnik baş ağrısı
karakteristik olarak gece uykuya daldıktan birkaç saat sonra ortaya çıkan, orta şiddette baş ağrısıdır,genel olarak 30 dk sürer.
bu hastalar gece yatarken lityum karbonat kullanırlar, lityuma cevabı iyidir.
bu hastalar gece yatarken lityum karbonat kullanırlar, lityuma cevabı iyidir.
devamını gör...
arkadaşının arkadaşın olmadığını anladığın an
en yakın arkadaşım diyemediğimiz ama sırf ona ait bir özellik sebebiyle hayatımızdaki kimsenin sahip olmadığı bir noktada olan arkadaşlıklar vardır. en çok onlarla zaman geçirmeyiz hatta seçeneklerimiz arasında olduklarında bazen diğer seçeneklere yöneliriz. ama değerlidir de anlatabiliyor muyum?
bir arkadaşım var. bana sorarsanız hayatlarımızın kesişen bazı noktalarında iyi zaman geçiriyoruz. birbirimizin günlük rutinlerine dahiliz gibi bir şey. ikindi üstü hep aynı saatte içilen ikinci kahve gibi. ilki yakalanan ilk fırsatta içilirken ikinci kahve daha keyfidir. belirli bir saate sahip olan da odur. arkadaşlığımız da tıpkı böyle.
aylar önce benim hayal bile edemeyeceğim kadar ağır bir şey yaşadı. destek olmaya hazırdım, hepimiz hazırdık. yok saymaya mı çalışıyor yoksa tamamen kendine mi saklıyor bilmiyorum ama bu konuya ket vurmuş durumda. psikolog olduğu için sanırım bir parça olsun rahatlıyor içim. en azından aşamaları iyi tahlil ediyordur. tabii saçma bir varsayım ama..
tabii kontrol edemediği bazı şeylerin farkındayım. o günden sonra gizli bir neşenin altına saldırganlık sakladı. büyük acılar çekmiş birçok insan bence kısa bir süre de olsa bu tavra bürünüyordur. "siz ne yaşadınız ki peh!" tavrına. geçici bir şeydir diye düşünmüştüm, en azından bana sıra gelmez diye. benimki de epey bencilce biliyorum. o günden beri insanların dış görünüşlerinden tutun da en hassas noktalarına kadar ince ince saldırmaya başladı. ben de devamlı kendimi "neler yaşadı biliyorsun, seninle ilgili değil" diye fısıldarken bulmaya başladım. son günlerde sıra bana da geldi. bunu da olabildiğince görmezden geldim ve kırmadan püskürtmeye çalıştım fakat son hamlesiyle arkadaşı olmadığımı, aslında arkasını temizlemeye yardımcı olduğumu ve maalesef bunun farkında olduğunu gördüm.
iş yerinde yabancı uyruklu bir iş arkadaşımız var. 15 yıl önce falan filistin'den gelmiş ve tamamen iş sebebiyle. kaldı ki şu açıklamayı yapmak da bana üzücü geliyor. ailesini çok ama çok uzun zamandır görmüyor, bizlere uyum sağlamakta zorlanıyor. onunla ne kadar aşağılayıcı ve alaycı bir tavırda konuştuğuna inanamazsınız. ilginç tarafı ise asla söylediği şeyleri açık bir niyetle söylemeden ağzından kaçmış gibi davranması. zaten işin bu noktasında bile beynimden vurulmuşa dönmüşken kadına dönüp dedi ki "yagami şimdi size neyi neden söylediğimi açıklar. sırf bu yüzden her yere onunla gidesim geliyor bazen haha"
ben onun arkadaşı değilim. ben onun arkadaşı olamamışım, hiçbir zaman. o kadar üzüldüm ki. o kadar kırıcıydı ki. hâlbuki ben her zaman cümlelerini seçmekte zorlandığını düşünmüştüm. zahmete girmiyormuş meğer.
bir arkadaşım var. bana sorarsanız hayatlarımızın kesişen bazı noktalarında iyi zaman geçiriyoruz. birbirimizin günlük rutinlerine dahiliz gibi bir şey. ikindi üstü hep aynı saatte içilen ikinci kahve gibi. ilki yakalanan ilk fırsatta içilirken ikinci kahve daha keyfidir. belirli bir saate sahip olan da odur. arkadaşlığımız da tıpkı böyle.
aylar önce benim hayal bile edemeyeceğim kadar ağır bir şey yaşadı. destek olmaya hazırdım, hepimiz hazırdık. yok saymaya mı çalışıyor yoksa tamamen kendine mi saklıyor bilmiyorum ama bu konuya ket vurmuş durumda. psikolog olduğu için sanırım bir parça olsun rahatlıyor içim. en azından aşamaları iyi tahlil ediyordur. tabii saçma bir varsayım ama..
tabii kontrol edemediği bazı şeylerin farkındayım. o günden sonra gizli bir neşenin altına saldırganlık sakladı. büyük acılar çekmiş birçok insan bence kısa bir süre de olsa bu tavra bürünüyordur. "siz ne yaşadınız ki peh!" tavrına. geçici bir şeydir diye düşünmüştüm, en azından bana sıra gelmez diye. benimki de epey bencilce biliyorum. o günden beri insanların dış görünüşlerinden tutun da en hassas noktalarına kadar ince ince saldırmaya başladı. ben de devamlı kendimi "neler yaşadı biliyorsun, seninle ilgili değil" diye fısıldarken bulmaya başladım. son günlerde sıra bana da geldi. bunu da olabildiğince görmezden geldim ve kırmadan püskürtmeye çalıştım fakat son hamlesiyle arkadaşı olmadığımı, aslında arkasını temizlemeye yardımcı olduğumu ve maalesef bunun farkında olduğunu gördüm.
iş yerinde yabancı uyruklu bir iş arkadaşımız var. 15 yıl önce falan filistin'den gelmiş ve tamamen iş sebebiyle. kaldı ki şu açıklamayı yapmak da bana üzücü geliyor. ailesini çok ama çok uzun zamandır görmüyor, bizlere uyum sağlamakta zorlanıyor. onunla ne kadar aşağılayıcı ve alaycı bir tavırda konuştuğuna inanamazsınız. ilginç tarafı ise asla söylediği şeyleri açık bir niyetle söylemeden ağzından kaçmış gibi davranması. zaten işin bu noktasında bile beynimden vurulmuşa dönmüşken kadına dönüp dedi ki "yagami şimdi size neyi neden söylediğimi açıklar. sırf bu yüzden her yere onunla gidesim geliyor bazen haha"
ben onun arkadaşı değilim. ben onun arkadaşı olamamışım, hiçbir zaman. o kadar üzüldüm ki. o kadar kırıcıydı ki. hâlbuki ben her zaman cümlelerini seçmekte zorlandığını düşünmüştüm. zahmete girmiyormuş meğer.
devamını gör...
tanrının acımasız olma ihtimali
bu neye inandığınıza göre değişir?
mesela benim hayatımda başıma çok kötü birsey gelecek iken ucundan,kıyısından ,köşesinden döndüğüm o kadar çok olay oldu ki.hepsi hayra döndü. halbuki o an çok kötü gibi gelmişti. yıllar geçtikçe hakkımda hayırlısı olduğuna kanaat getirdim daha doğrusu bunu gördüm.
kader kavramının ne olduğunu da mantığimiz çerçevesinde anlamaliyiz.beynimizde konumlandirmaliyiz.
ben çocuklara yapılan zulüm ,masum insanlara yapılan zulüm,hayvanlara yapılan eziyet ve bu masum varlıkların ölümü ile ilgili tanrıyı acımasız buluyorum.inanıyorum varlığına ve sorguluyorum. bazen vazgeçme eşiğine geliyorum o duruma gelmemek için bunları düşünmemeye ve kötü haberler izlememeye çalışıyorum. nitekim televizyon izlemiyorum.
birisi bana çocuk ve bebeklerin neden acı çektiği ve öldüğü ile ilgili durumu şöyle açıklamıştı :
"o çocuk ölmeseydi ileride belki çok kötü bir insan olup insanları öldürecekti. "
bana saçma geliyor.olamaz.
bu melek varlıklar eziyeti ,o anlik da olsa acı çekmeyi haketmiyorlar.
afrika 'daki çocuklar sırf orada dogduklari için ,sırf görüp de şükür edelim diye her gün ölümle pençeleşip acı çekmemeliler.
tanrı buna engel olmalı. engel olursa mantıklı beyinler tarafından daha çok sevilir.
mesela benim hayatımda başıma çok kötü birsey gelecek iken ucundan,kıyısından ,köşesinden döndüğüm o kadar çok olay oldu ki.hepsi hayra döndü. halbuki o an çok kötü gibi gelmişti. yıllar geçtikçe hakkımda hayırlısı olduğuna kanaat getirdim daha doğrusu bunu gördüm.
kader kavramının ne olduğunu da mantığimiz çerçevesinde anlamaliyiz.beynimizde konumlandirmaliyiz.
ben çocuklara yapılan zulüm ,masum insanlara yapılan zulüm,hayvanlara yapılan eziyet ve bu masum varlıkların ölümü ile ilgili tanrıyı acımasız buluyorum.inanıyorum varlığına ve sorguluyorum. bazen vazgeçme eşiğine geliyorum o duruma gelmemek için bunları düşünmemeye ve kötü haberler izlememeye çalışıyorum. nitekim televizyon izlemiyorum.
birisi bana çocuk ve bebeklerin neden acı çektiği ve öldüğü ile ilgili durumu şöyle açıklamıştı :
"o çocuk ölmeseydi ileride belki çok kötü bir insan olup insanları öldürecekti. "
bana saçma geliyor.olamaz.
bu melek varlıklar eziyeti ,o anlik da olsa acı çekmeyi haketmiyorlar.
afrika 'daki çocuklar sırf orada dogduklari için ,sırf görüp de şükür edelim diye her gün ölümle pençeleşip acı çekmemeliler.
tanrı buna engel olmalı. engel olursa mantıklı beyinler tarafından daha çok sevilir.
devamını gör...
snopluk
özgüvenimizin yüksek olmasının başkalarından saygı görmemize bağlı olması birçok konuyu açıklığa kavuşturuyor: insanlar neden borç batağında yüzen arkadaşından uzaklaşır da mevkii ve kariyer sahibi insanların peşinden koşar? neden son model otomobil sahibine saygı duyarız da işine dolmuşla gelen çaycıya tepeden bakarız? bunların nedeni şimdi açıklayacağım olguda yatıyor: snopluk.
snop sözcüğü "sine nobiliate" (soylu olmayan) sözcüğünün kısaltılmasına dayanıyor. google'da arattığımızda "züppelik" gibi bir anlam çıksa da günümüzde yüksek statülü olmadığı halde onlar gibi davranmaya çalışan, yüksek konumda olmayan insanlardan rahatsızlık duyan kişiler için kullanılıyor. snoplar tarih boyunca aristokrasiye ilgi duymuş, güçlü kişi her kimse onun peşinde koşmuştur. bu kimi zaman din görevlileri, kimi zaman askerler, kimi zaman ressamlar, kimi zaman sporcular, kimi zaman şairler olmuştur.
bir snopla arkadaş olmak , onun aradığı kişi değilseniz, çoğu zaman sinir bozucudur. siz istediğiniz kadar en iyi resimleri çizin, en karmaşık yazılımlar sizin klavyenizden çıksın hatta kara deliklerle ilgili yaptığınız çalışma bilim yarışmalarında ödüllere layık görülsün, eğer yaptıklarınız toplum tarafından konuşulmuyor, yeteneklerinizi kabul görmek için kullanmıyorsanız kuru bir kayıtsızlıktan başka bir şey görmeyeceksinizdir.
gelin görün ki snopluktan snopluk doğmaktadır. kanser hücrelerinin vücutta yayılım hızına paralel bir hız ile üzerimize gelen snopluk bizi hortumun içine çekmektedir. günün birinde biz de bir snop olup çıkmışızdır. sürekli küçümsenmek, bizi küçümseyenlerin ilgisini çekme çabasına dönüşmektedir.
bütün bunlar göz önüne alındığında yine de hayatları gücü kaybetme korkusuyla geçen bu insanları küçük görmektense onları anlamaya çalışmak hatta biraz da onlar adına keder duymak yerinde olacaktır.
güç sahibi olmamanın yaptırımı fakirlikse, snopluğun yaptırımı sürekli kıvranıp durmamıza sebep olan bir aşağılık duygusu ve derinlere doğru kayan bakışlarımız olacaktır.
kaynaklar:
1- www.nedirnedemek.com
2. alain de botton- statü endişesi
snop sözcüğü "sine nobiliate" (soylu olmayan) sözcüğünün kısaltılmasına dayanıyor. google'da arattığımızda "züppelik" gibi bir anlam çıksa da günümüzde yüksek statülü olmadığı halde onlar gibi davranmaya çalışan, yüksek konumda olmayan insanlardan rahatsızlık duyan kişiler için kullanılıyor. snoplar tarih boyunca aristokrasiye ilgi duymuş, güçlü kişi her kimse onun peşinde koşmuştur. bu kimi zaman din görevlileri, kimi zaman askerler, kimi zaman ressamlar, kimi zaman sporcular, kimi zaman şairler olmuştur.
bir snopla arkadaş olmak , onun aradığı kişi değilseniz, çoğu zaman sinir bozucudur. siz istediğiniz kadar en iyi resimleri çizin, en karmaşık yazılımlar sizin klavyenizden çıksın hatta kara deliklerle ilgili yaptığınız çalışma bilim yarışmalarında ödüllere layık görülsün, eğer yaptıklarınız toplum tarafından konuşulmuyor, yeteneklerinizi kabul görmek için kullanmıyorsanız kuru bir kayıtsızlıktan başka bir şey görmeyeceksinizdir.
gelin görün ki snopluktan snopluk doğmaktadır. kanser hücrelerinin vücutta yayılım hızına paralel bir hız ile üzerimize gelen snopluk bizi hortumun içine çekmektedir. günün birinde biz de bir snop olup çıkmışızdır. sürekli küçümsenmek, bizi küçümseyenlerin ilgisini çekme çabasına dönüşmektedir.
bütün bunlar göz önüne alındığında yine de hayatları gücü kaybetme korkusuyla geçen bu insanları küçük görmektense onları anlamaya çalışmak hatta biraz da onlar adına keder duymak yerinde olacaktır.
güç sahibi olmamanın yaptırımı fakirlikse, snopluğun yaptırımı sürekli kıvranıp durmamıza sebep olan bir aşağılık duygusu ve derinlere doğru kayan bakışlarımız olacaktır.
kaynaklar:
1- www.nedirnedemek.com
2. alain de botton- statü endişesi
devamını gör...