41.
evrim mevrim yok. ahanda bunlar da ispatı.
devamını gör...
42.
vardır.
devamını gör...
43.
tanrı ve ilk insan kavramlarını teknik olarak geçersiz kılan sözcük. (bence)
bir popülasyondaki canlının gen ve özelliklerinin nesiller içinde evrilmesi olarak tanımlanır.
evrime inanmak ölümden sonrasının da olmayacağına inanmaktır, çünkü evrim varsa hz. adem yok, tanrı yok, tanrı yoksa ölümden sonrası da yoktur.
bir popülasyondaki canlının gen ve özelliklerinin nesiller içinde evrilmesi olarak tanımlanır.
evrime inanmak ölümden sonrasının da olmayacağına inanmaktır, çünkü evrim varsa hz. adem yok, tanrı yok, tanrı yoksa ölümden sonrası da yoktur.
devamını gör...
44.
bana kalırsa sadece bir biyolojik ögeden çok daha fazlası olup;
kişinin dini inancını da şekillendiren bir unsur.
evrimi savunmak tanrıyı reddetmeyi beraberinde getirir.
dindar olan ise evrimi reddetmeyi seçer.
popülasyondaki gen ve özellik dağılımının nesiller içerisinde seçilim baskısıyla değişmesidir.
kişinin dini inancını da şekillendiren bir unsur.
evrimi savunmak tanrıyı reddetmeyi beraberinde getirir.
dindar olan ise evrimi reddetmeyi seçer.
popülasyondaki gen ve özellik dağılımının nesiller içerisinde seçilim baskısıyla değişmesidir.
devamını gör...
45.
insanlığın gelişimini açıklayan kuram, aynı zamanda ilginç bir erkek ismi.
beşiktaş'ta yaşayan evrim isimli bir arkadaşım vardı, geçen günlerde şişlendi. hayat kısa...
beşiktaş'ta yaşayan evrim isimli bir arkadaşım vardı, geçen günlerde şişlendi. hayat kısa...
devamını gör...
46.
47.
yalandir. kandirmayin elalemi.
devamını gör...
48.
tanrı, din ve yaratılış masallarını yalanlayan bilimsel olgu.
devamını gör...
49.
evrim diye bir şey olmadığını söyleyen biyoloji ana bilim başkanı profesör gördüm ben. ankara üniversitesi fen fakültesinde görev yapıyordu hazret. kendisiyle internet üzerinden biraz sohbet edip sıkıştırınca sizin mesleğiniz bu değil, benim de işim var deyip arazi olmuştu.
bilen varsa adı turhan'dı da soyadını anımsamıyorum.
bilen varsa adı turhan'dı da soyadını anımsamıyorum.
devamını gör...
50.
evrim veya genel olarak bilim tanrı veya din konusu ile ilgilenmez, bunlardan bağımsızdır. bazı dini öğretiler ile çelişir ama tanrı ile çelişmez. çelişir diyenler neyin kafasını yaşıyor? şimdi büyük patlama öncesi vs girerim üşeniyorum. işin sonunda ya maddeyi ezeli ve edebi kabul edeceksiniz ya da bilinçli bir yaratıcının varlığına gidiyor. ya da panteizm, panenteizm gibi görüşlere çıkar.
daha sonra bigbang olayı öncesi konusuna değineceğim orda yazarım.
daha sonra bigbang olayı öncesi konusuna değineceğim orda yazarım.
devamını gör...
51.
temel manası ile aslında "değişim" demektir. **
bu nedenle çeşitli konularda bu kelime kullanılabiliyor. (jeolojik evrim, kültürel evrim vs gibi)
ancak genel olarak akıllara "biyolojik evrim" kavramını getiriyor tabii ki, yine de bunu bu şekilde ifade etmeyi daha doğru bulan araştırıcılar var, inatla o "biyolojik" kelimesini ekliyorlar, bence iyi de yapıyorlar.
evrim konusunda iki önemli isim karşımıza çıkıyor, biri darwin. tabii öteki de mendel.
darwin'in seyehatleri herkes tarafından aşikar ancak aslında mucizevi bir şekilde bi gemi yolculuğu sonucunda uğranan bir adada aklına "anaaa maymunlarla akraba olabiliriz çünkü kuşlar çok çeşitli, gagaları farklı" gibi bir fikir gelmiyor elbette. yaşamı boyunca doğaya meraklı olmuş, çeşitli fosil ve iskelet kalıntıları toplamış, fizyoloji araştırmış, böcekten ağaca pek çok canlıya merakı olan bir adam darwin.
bir yandan mendel de bezelyeleri ile deneyler yapmakta. ne yazık ki birbirlerinden çok da haberdar değiller. aslında darwin'in evrim teorisinin o yıllarda dahi şüpheyle karşılanmasının nedeni, genetik'ten tam olarak faydalanabildiği bir model önerememesi.
günümüzde bunu her tarafından inceliyorlar. genetik temelli evrim çalışan biyologlar olduğu gibi popülasyonlar üzerinden araştırmalarına devam edenler de var ancak mikro / makro ölçekte olması fark etmeksizin yine de genetiği dışlayan bir evrimsel çalışma olduğunu sanmıyorum.
insanlar için en kafa karıştırıcı kısım, canlıların birbirine dönüşümünün mümkünlüğünü sorgulamak değil aslında, düşünürken kendileri öyle sansa da. insanların bu konuda algılamakta zorlandıkları şey aslında zaman. çünkü milyarlarca yıllardan bahsederek başlıyoruz ve insanlar kendi 80 senesini güç bela algılıyor zaten. o kadar geniş bir zaman dilimini hayal etmek güç olabiliyor.
miller deneyi diye bir şey var. dünyanın henüz canlılık oluşmamışken nasıl bir dünya olduğunu tasavvur eden bir modeli basitçe tatbik ediyor. basitçe bahsedilirse ilk atmosferde bulunduğu düşünülen gazlar, yıldırımı modellemesi açısından kullanılan elektrik ve çevresel sıcaklık bir deney düzeneği içerisinde bir araya getiriliyor. şöyle bi sistem:

ilkel biraz aslında. ve şöyle bir amaca hizmet ediyor:
deneyin genel gidişatı ise şu şekildeydi: öncelikle sıvı haldeki su ısıtılarak su buharı oluşturuldu. elektrodlardan geçirilen elektrik akımıyla oluşturulan kıvılcımlar enerji kaynağı olarak kullanıldı. bu şekilde de atmosfer ortamındaki yıldırımların deney tüpünde karşılığı elde edilmeye çalışıldı. devamında da, oluşturulan yapay atmosfer soğutularak suyun tekrar sıvı hale geçmesi sağlandı. böylece ilk dünya ortamındaki yağmurlar deney tüpünde canlandırılmış oldu. bir hafta boyunca tekrarlayarak devam eden deney sonunda sisteme ilk başta eklenen karbonun yüzde 10-15’inin organik bileşiklerin yapısına geçtiği gözlemlendi. karbonun yüzde 2’si proteinlerin yapısını oluşturan amino asitlerin yapısına katılırken, şeker, yağ ve nükleik asitlerin bazı yapıtaşları da üretilen organik bileşikler arasındaydı.
böylece inorganik moleküllerin aslında bir protein yapı oluşturabileceğini anlamış oluyoruz.
bilim birikimli bir şey. dolayısıyla bu çalışmalar başka modelleme çalışmalarına kapı aralıyor. şu anda geleceğe dönük evrimsel senaryo modellemeleri yapan araştırıcılar var.
soru işareti barındıran bir kavram olmaktan çıktı. evrimsel sürecin mekanizmaları araştırıldı ve tanımlandı. adaptasyon, mutasyon ve modifikasyon gibi kavramlar ortaokul - lise yıllarından beri aşina olduğumuz kavramlar. ama başka anlaşılmayan kavramlar var, türleşme gibi veya ortak ata gibi.
dolayısıyla insanların aklında "ara geçiş formu" dendiğinde yarısı balık yarısı sürüngen bir yaratık canlanıyor mesela. oysa ki kastedilen şey bu değil. çok tuttuğum bi figür olmasa da dawkins bunu şöylece açıklamış, benden daha derli toplu açıkladığı kesin:
“bu insanların ara-form olmadığının düşünmesinin nedeni ara-formun neye benzeyeceği ile ilgili çok garip bir fikre sahip olmalarından kaynaklanıyor. bebek bir timsal ile yer sincabını gösterip: “timsahlarla sincaplar arasında bir ara geçiş formu yoktur.” diyorlar. iyi de niye sincapla timsah arasında ara-form olsun ki? sanıyorlar ki modern bir hayvanı ve diğer bir modern hayvanı alacaksınız ve bir çeşit ikisinin ortasını bulacaksınız. (…) aslında ara geçiş formu diye birşey yoktur, çünkü bulacağınız her fosil bir şeyle başka bir şey arasında bir “şey” olacaktır zaten.”
dolayısıyla halihazırda her canlı, evrimsel süreçte birer form ve bir süre sonra "geçiş formu" olarak adlandırılmaları olası.
çevresel koşullar, ani değişimler çok önemli, adaptasyon üzerinde çok etkili çünkü. süreçte "birey" odaklı düşünmek de insanı yanılgıya sürüklüyor. şu anda bir nükleer felaket oldu ve hamamböcekleri sağ kurtuldu diyelim, dünyadaki tüm hamamböcekleri bireylerden oluşan bir grup aslında ve bu değişimden etkilenmemiş olabilirler. ancak yalnızca sağ kalmaları önemli değil, yeni nesiller üretebilmeleri de gerekir. yani sağ kalım olayı üzerinden evrimi anlamak istiyorsak, kaç kuşak sağ kalınabildiğine de biraz bakmamız gerekiyor. bu hamamböceklerinin tüm besin kaynaklarının yok olduğunu düşünelim, ve biyolojileri de mevcut kaynakları besin olarak kullanmaya el vermedi, böyle bir senaryoda hamamböceği grubundaki son hamamböceği öldüğünde*, tür başarısız olmuş olacaktır.
oradan başarı konusuna zıplıyoruz. güçlü olan değil, öyle bir kavram yok çünkü. insanlar olarak bu güç denen şeyi aslında av veya avcı olmakla ilişkilendirmek gibi bir yanılgıya düşüyoruz. aslan güçlü ama ceylan güçsüz gibi. oysa hiç öyle bir şey yok, türler arasında böyle bir karşılaştırma yapmak zaten yanlış çünkü ekolojik ve evrimsel olarak bakacak olursak bir niş işgal eden ve halihazırda mevcut bulunan her canlı "güçlü" zaten. o nedenle bu söylemi "iyi adapte olan" diye kabaca düzeltirler. ve bunun da eksik bir bakış açısı olacağını eklerler.
çok kapsayıcı da bir konu. ekolojik terimleri anlamadan ve ekolojik ilişkileri anlamadan kafada oturtmak çok güç. genetik ayağı zaten allahlık. o nedenle herkesin bir şekilde fikir sahibi olduğu ancak uzmanlarının hala çalışmalar sürdürebildiği enteresan bir alan.
deneysel çalışmalarda genellikle daha "basit" organizmalar tercih ediliyor bu arada. hani değişimi görmek için "birkaç kuşağı" takip edebilmek önemli ya. 12 sene içerisinde eşeysel olgunluğa ulaşacak ve 90 sene yaşayacak bir canlıda bunu gözlemek imkansız, öyle bir ömrümüz yok çünkü. o yüzden bakteriler, böcekler, daha çok sinekler gibi tek seferde çok yumurta bırakan veya hızlıca üreyen canlı grupları tercih ediliyor.
bu nedenle çeşitli konularda bu kelime kullanılabiliyor. (jeolojik evrim, kültürel evrim vs gibi)
ancak genel olarak akıllara "biyolojik evrim" kavramını getiriyor tabii ki, yine de bunu bu şekilde ifade etmeyi daha doğru bulan araştırıcılar var, inatla o "biyolojik" kelimesini ekliyorlar, bence iyi de yapıyorlar.
evrim konusunda iki önemli isim karşımıza çıkıyor, biri darwin. tabii öteki de mendel.
darwin'in seyehatleri herkes tarafından aşikar ancak aslında mucizevi bir şekilde bi gemi yolculuğu sonucunda uğranan bir adada aklına "anaaa maymunlarla akraba olabiliriz çünkü kuşlar çok çeşitli, gagaları farklı" gibi bir fikir gelmiyor elbette. yaşamı boyunca doğaya meraklı olmuş, çeşitli fosil ve iskelet kalıntıları toplamış, fizyoloji araştırmış, böcekten ağaca pek çok canlıya merakı olan bir adam darwin.
bir yandan mendel de bezelyeleri ile deneyler yapmakta. ne yazık ki birbirlerinden çok da haberdar değiller. aslında darwin'in evrim teorisinin o yıllarda dahi şüpheyle karşılanmasının nedeni, genetik'ten tam olarak faydalanabildiği bir model önerememesi.
günümüzde bunu her tarafından inceliyorlar. genetik temelli evrim çalışan biyologlar olduğu gibi popülasyonlar üzerinden araştırmalarına devam edenler de var ancak mikro / makro ölçekte olması fark etmeksizin yine de genetiği dışlayan bir evrimsel çalışma olduğunu sanmıyorum.
insanlar için en kafa karıştırıcı kısım, canlıların birbirine dönüşümünün mümkünlüğünü sorgulamak değil aslında, düşünürken kendileri öyle sansa da. insanların bu konuda algılamakta zorlandıkları şey aslında zaman. çünkü milyarlarca yıllardan bahsederek başlıyoruz ve insanlar kendi 80 senesini güç bela algılıyor zaten. o kadar geniş bir zaman dilimini hayal etmek güç olabiliyor.
miller deneyi diye bir şey var. dünyanın henüz canlılık oluşmamışken nasıl bir dünya olduğunu tasavvur eden bir modeli basitçe tatbik ediyor. basitçe bahsedilirse ilk atmosferde bulunduğu düşünülen gazlar, yıldırımı modellemesi açısından kullanılan elektrik ve çevresel sıcaklık bir deney düzeneği içerisinde bir araya getiriliyor. şöyle bi sistem:

ilkel biraz aslında. ve şöyle bir amaca hizmet ediyor:
deneyin genel gidişatı ise şu şekildeydi: öncelikle sıvı haldeki su ısıtılarak su buharı oluşturuldu. elektrodlardan geçirilen elektrik akımıyla oluşturulan kıvılcımlar enerji kaynağı olarak kullanıldı. bu şekilde de atmosfer ortamındaki yıldırımların deney tüpünde karşılığı elde edilmeye çalışıldı. devamında da, oluşturulan yapay atmosfer soğutularak suyun tekrar sıvı hale geçmesi sağlandı. böylece ilk dünya ortamındaki yağmurlar deney tüpünde canlandırılmış oldu. bir hafta boyunca tekrarlayarak devam eden deney sonunda sisteme ilk başta eklenen karbonun yüzde 10-15’inin organik bileşiklerin yapısına geçtiği gözlemlendi. karbonun yüzde 2’si proteinlerin yapısını oluşturan amino asitlerin yapısına katılırken, şeker, yağ ve nükleik asitlerin bazı yapıtaşları da üretilen organik bileşikler arasındaydı.
böylece inorganik moleküllerin aslında bir protein yapı oluşturabileceğini anlamış oluyoruz.
bilim birikimli bir şey. dolayısıyla bu çalışmalar başka modelleme çalışmalarına kapı aralıyor. şu anda geleceğe dönük evrimsel senaryo modellemeleri yapan araştırıcılar var.
soru işareti barındıran bir kavram olmaktan çıktı. evrimsel sürecin mekanizmaları araştırıldı ve tanımlandı. adaptasyon, mutasyon ve modifikasyon gibi kavramlar ortaokul - lise yıllarından beri aşina olduğumuz kavramlar. ama başka anlaşılmayan kavramlar var, türleşme gibi veya ortak ata gibi.
dolayısıyla insanların aklında "ara geçiş formu" dendiğinde yarısı balık yarısı sürüngen bir yaratık canlanıyor mesela. oysa ki kastedilen şey bu değil. çok tuttuğum bi figür olmasa da dawkins bunu şöylece açıklamış, benden daha derli toplu açıkladığı kesin:
“bu insanların ara-form olmadığının düşünmesinin nedeni ara-formun neye benzeyeceği ile ilgili çok garip bir fikre sahip olmalarından kaynaklanıyor. bebek bir timsal ile yer sincabını gösterip: “timsahlarla sincaplar arasında bir ara geçiş formu yoktur.” diyorlar. iyi de niye sincapla timsah arasında ara-form olsun ki? sanıyorlar ki modern bir hayvanı ve diğer bir modern hayvanı alacaksınız ve bir çeşit ikisinin ortasını bulacaksınız. (…) aslında ara geçiş formu diye birşey yoktur, çünkü bulacağınız her fosil bir şeyle başka bir şey arasında bir “şey” olacaktır zaten.”
dolayısıyla halihazırda her canlı, evrimsel süreçte birer form ve bir süre sonra "geçiş formu" olarak adlandırılmaları olası.
çevresel koşullar, ani değişimler çok önemli, adaptasyon üzerinde çok etkili çünkü. süreçte "birey" odaklı düşünmek de insanı yanılgıya sürüklüyor. şu anda bir nükleer felaket oldu ve hamamböcekleri sağ kurtuldu diyelim, dünyadaki tüm hamamböcekleri bireylerden oluşan bir grup aslında ve bu değişimden etkilenmemiş olabilirler. ancak yalnızca sağ kalmaları önemli değil, yeni nesiller üretebilmeleri de gerekir. yani sağ kalım olayı üzerinden evrimi anlamak istiyorsak, kaç kuşak sağ kalınabildiğine de biraz bakmamız gerekiyor. bu hamamböceklerinin tüm besin kaynaklarının yok olduğunu düşünelim, ve biyolojileri de mevcut kaynakları besin olarak kullanmaya el vermedi, böyle bir senaryoda hamamböceği grubundaki son hamamböceği öldüğünde*, tür başarısız olmuş olacaktır.
oradan başarı konusuna zıplıyoruz. güçlü olan değil, öyle bir kavram yok çünkü. insanlar olarak bu güç denen şeyi aslında av veya avcı olmakla ilişkilendirmek gibi bir yanılgıya düşüyoruz. aslan güçlü ama ceylan güçsüz gibi. oysa hiç öyle bir şey yok, türler arasında böyle bir karşılaştırma yapmak zaten yanlış çünkü ekolojik ve evrimsel olarak bakacak olursak bir niş işgal eden ve halihazırda mevcut bulunan her canlı "güçlü" zaten. o nedenle bu söylemi "iyi adapte olan" diye kabaca düzeltirler. ve bunun da eksik bir bakış açısı olacağını eklerler.
çok kapsayıcı da bir konu. ekolojik terimleri anlamadan ve ekolojik ilişkileri anlamadan kafada oturtmak çok güç. genetik ayağı zaten allahlık. o nedenle herkesin bir şekilde fikir sahibi olduğu ancak uzmanlarının hala çalışmalar sürdürebildiği enteresan bir alan.
deneysel çalışmalarda genellikle daha "basit" organizmalar tercih ediliyor bu arada. hani değişimi görmek için "birkaç kuşağı" takip edebilmek önemli ya. 12 sene içerisinde eşeysel olgunluğa ulaşacak ve 90 sene yaşayacak bir canlıda bunu gözlemek imkansız, öyle bir ömrümüz yok çünkü. o yüzden bakteriler, böcekler, daha çok sinekler gibi tek seferde çok yumurta bırakan veya hızlıca üreyen canlı grupları tercih ediliyor.
devamını gör...
52.
evrim toorisi ilk düşünüldüğünde, ortaya atıldığında hücreyi içi su dolu kesecik zannediyordu insanlar. dna'ya zaten ufukları yetmiyordu. bugün teknolojide geldiğimiz seviye canlılığın öyle sanıldığı kadar basit olmadığını gösterdi bize. canlılık dediğimiz şey aslında bir yazılım. bilgisayar programı. ve öyle delicesine ileri bir teknoloji ki, bu teknoloji seviyesine yaklaşabilmemiz için belki binlerce yıl daha çalışmalıyız. böyle bir yapının rastlantısal olaylarla "geliştiğine" inanmak için raporlu deli olmak lazım. abi canlılığı uzaylılar geliştirmiş, dünyayı engineer'lar dna'larıyla döllemiş diyen bir insanın toorisi daha ayakları yere basan bir tooridir yani. daş düşmüş, şişmek çakmış biz olmuşuk diyen adamları birileri tutup tımarhaneye atsa da az kafa dinlesek.
devamını gör...
53.
temel manasıyla değişim demektirden sonrasını okumadım. zira evrimi tek kelimeye indirgememiz istenirse en temel anlamıyla uyumdur. *
devamını gör...