yazar: sabahattin ali
yayım yılı: 1943
edebiyatımızın nahif yazarlarından biri olan sabahattin ali'nin özellikle son yıllarda fazlaca popüler olmuş lakin ''çok satanlar'' kültüründen uzak tutulup okunması gereken eseridir. popüler olması popülist, okunmaya değmez, sanat eseri olmadığı algısı yaratmamalıdır. edebi değeri, içeriği ve üslubu kaliteli bir kitabın ülkemizde karşılığının verilmesi nadir olsa da yerinde bir harekettir.
sabahattin ali'nin son romanı olan kürk mantolu madonna, çevresi tarafından alelade ve kendi halinde görülen raif efendi'nin, geçmişinde babasının isteği üzerine almanya'ya sabunculuğun tekniklerini öğrenmek için gitmesini ve oradaki saf aşk hikayesini anlatır. elbette anlatılan sadece aşk hikayesi değildir, bunu keşfetmek okuyucuya düşecektir.
yayım yılı: 1943
edebiyatımızın nahif yazarlarından biri olan sabahattin ali'nin özellikle son yıllarda fazlaca popüler olmuş lakin ''çok satanlar'' kültüründen uzak tutulup okunması gereken eseridir. popüler olması popülist, okunmaya değmez, sanat eseri olmadığı algısı yaratmamalıdır. edebi değeri, içeriği ve üslubu kaliteli bir kitabın ülkemizde karşılığının verilmesi nadir olsa da yerinde bir harekettir.
sabahattin ali'nin son romanı olan kürk mantolu madonna, çevresi tarafından alelade ve kendi halinde görülen raif efendi'nin, geçmişinde babasının isteği üzerine almanya'ya sabunculuğun tekniklerini öğrenmek için gitmesini ve oradaki saf aşk hikayesini anlatır. elbette anlatılan sadece aşk hikayesi değildir, bunu keşfetmek okuyucuya düşecektir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "delirmiş_psikolog" tarafından 07.11.2020 14:42 tarihinde açılmıştır.
61.
bana kalırsa gereksizlik derecesinde abartılan sabahattin ali eseridir.
kitabın dili ve atmosferi çok güzeldir ama raif efendi'nin saçma tavırları yüzünden yer yer bunaltır. raif efendi, en nefret ettiğim kitap karakterlerinden biridir aynı zamanda çünkü maria'ya yaptığı haksızlıklar korkunçtur.
yazarın içimizdeki şeytan adlı romanı çok daha güzeldir.
kitabın dili ve atmosferi çok güzeldir ama raif efendi'nin saçma tavırları yüzünden yer yer bunaltır. raif efendi, en nefret ettiğim kitap karakterlerinden biridir aynı zamanda çünkü maria'ya yaptığı haksızlıklar korkunçtur.
yazarın içimizdeki şeytan adlı romanı çok daha güzeldir.
devamını gör...
62.

sabahattin ali klasikleri arasında yerini almış kitap son üç yılda muazzam bir başarıya imza attı aslında gizlenmiş bir edebi akım oluşumu oluşunuda gün yüzüne çıkardı. yediden yetmişe herkesin ortak buluşma noktası haline gelen kitap okurlar arasında ortak paydaş ve fikir alışverişinde bulunduğunu bilmekteyiz kitabımızın konusu ise bir hanımefendi ve bir beyefendi arasındaki aşkı anlatıyor. okunması hususunda tamamen aşkın sade, yalın bir halini anlatan kitap tipik ama farklı klasik türk romanı özelliğinde muhteviyatında şu şekilde baş gösteriyor “tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.” diyordu
günlüğünde aslında yaşanmış bir hayat hikayesi olan bu kitap maria purder kürk mantolu madonna karakterinin sayfalara da ruh buluşunu gözlemliyoruz.
genç edebiyatın kuvvetli yönlerinin gizlendiği ülkemizde bu denli yaşanılmış masum bir hayatların gizlenmesi yıllar sonra karşımıza çıkması da üzüntü içinde karşılanması gereken bir olgudur. yazar sabahattin ali seven okuyucularının gözdesi haline gelen kitap magazinsel olarakta bir akıma sebep olmuştur. gözlük kullanan kişilerin farklı bir çerçeve ile kullanmayanların ise bende bu gözlükten almalıyım akımını beraberinde cüretkar bir eda ile sunmaktadır.
öğretmenler tarafından büyük ilgi gören kitap ise cafe, restoran, metro, gibi umuma açık alanda insanların ellerinde görünce ben dahi mutlu olma şerefine nail oluyorum.
kitap severlerin kütüphanesinde yerini almasını şiddetle tavsiye ediyorum. sabahattin ali’nin gereken önemi gördüğüne yürekten seviniyor okur arkadaşlara
sözlükdaşlara en masum aşklarının raif efendi gibi yalnızlığa yenilmemelerini umuyor iyi okumalar diliyor ve kitaptan alıntıyla sizlere keyifli okumalar dileklerimi sunuyorum ;
kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. kollarıyla bizi sarar. sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.
devamını gör...
63.
sabahattin ali'nin kuyucaklı yusuf ve içimizdeki şeytan gibi kültleşen romanlarından biri olan mükemmel eseri.
raif efendi belli bir amaç için babası tarafından apar topar almanya'ya yollanır. gerek kaldığı oteldeki çevresi gerekse kendi umarsızlığıyla amacını unutur ve resim sergilerine, tiyatrolara vs. dadanır.
her şey gittiği bir resim sergisinde karşısına çıkan kadın portresiyle başlar. portre maria puder ismindeki bir kadına aittir ve raif efendi resmi görür görmez ondan oldukça etkilenir. bu kadında onu kendine çeken bir şey vardır. günler sonra saçma bir anda tablodaki kadınla karşılaşır. ertesi günden itibaren ise neredeyse her gün görüşüp konuşmaya başlarlar. olay üzerine olay yaşanırken tahmin edildiği gibi mutlu bir son olmaz maalesef.
iki kez okudum, ikisinde de aynı etkiyi hissettim. sabahattin ali kelimeleri kullanırken "nasıl ruhlarına dokunurum?" diye mi düşünüyor acaba? gün içinde belki de on kez aynı kelimeleri kullanıyor, belki benzer cümleleri kullanıyoruzdur, fark etmiyoruz hiç ama bu adam yazınca cidden bir başka oluyor.
ayrıca maria puder bana fakat müzeyyen bu derin bir tutku filmindeki müzeyyen'i hatırlattı nedense. hayatlar farklı, evet lakin sevgiye olan inançsızlıkları aynıydı. bir de böyle kadınlar aramızda da var.
eğer çok sevgili kürt mantolu madonna'mız biraz daha erken fark etseydi raif'i sevdiğini, belki de araya yıllar* girmezdi. onu da anlıyorum, raif'i daha çok anladığım doğru olsa da. velhasıl okumalısınız. aşk romanları kategorisinde zirvedir bana göre.
not: alıntı cümle bırakılacaktır.
raif efendi belli bir amaç için babası tarafından apar topar almanya'ya yollanır. gerek kaldığı oteldeki çevresi gerekse kendi umarsızlığıyla amacını unutur ve resim sergilerine, tiyatrolara vs. dadanır.
her şey gittiği bir resim sergisinde karşısına çıkan kadın portresiyle başlar. portre maria puder ismindeki bir kadına aittir ve raif efendi resmi görür görmez ondan oldukça etkilenir. bu kadında onu kendine çeken bir şey vardır. günler sonra saçma bir anda tablodaki kadınla karşılaşır. ertesi günden itibaren ise neredeyse her gün görüşüp konuşmaya başlarlar. olay üzerine olay yaşanırken tahmin edildiği gibi mutlu bir son olmaz maalesef.
iki kez okudum, ikisinde de aynı etkiyi hissettim. sabahattin ali kelimeleri kullanırken "nasıl ruhlarına dokunurum?" diye mi düşünüyor acaba? gün içinde belki de on kez aynı kelimeleri kullanıyor, belki benzer cümleleri kullanıyoruzdur, fark etmiyoruz hiç ama bu adam yazınca cidden bir başka oluyor.
ayrıca maria puder bana fakat müzeyyen bu derin bir tutku filmindeki müzeyyen'i hatırlattı nedense. hayatlar farklı, evet lakin sevgiye olan inançsızlıkları aynıydı. bir de böyle kadınlar aramızda da var.
eğer çok sevgili kürt mantolu madonna'mız biraz daha erken fark etseydi raif'i sevdiğini, belki de araya yıllar* girmezdi. onu da anlıyorum, raif'i daha çok anladığım doğru olsa da. velhasıl okumalısınız. aşk romanları kategorisinde zirvedir bana göre.
not: alıntı cümle bırakılacaktır.
devamını gör...
64.
programda funda özkalyoncuoğlu her ne kadar şarkıcı olan madonna zannetse de popülerlik döneminde o kitabı okumayanlardanım. aslında devamlı kitap okurken özenticilik sıfatına girmek istemiyorum. vel hasıl kelam daha önce okumadığım için o kadar pişman oldum ki. son 5 sayfada üzüntüden panik atağım tuttu. ağzım yüreğimde okudum. kitap bitince elimde 15 dk sadece halıya bakarak yas tuttum ben de. gerçekten harika bir yazar olan (bkz: sabahattin ali) bize bu eserleri bıraktığı için teşekkürler.
devamını gör...
65.
kendimi en çok bulduğum, gerçekten bittikten sonra 1 2 gün kendime gelemediğim, kitabı sindirmeye çalışırken aklımda yeniden yeniden camlanması ve insan ruhuna çok iyi gelen , insanı sûkûta büründüren bir kitap. asla ve asla burada tarif edelebilecek türden değil. belki 5 defa okumuşumdur, kitap her okuyuşumda yeni yeni duygular hissettirdi. bu kitabın yaşayan kitaplardan olduğunu düşünüyor ve okumayan herkesin en kısa zamanda mutlak suretle okumasını tavsiye ediyorum. güzel uyu sabahattin ali, son kitabımı okuyana dek en sevdiğim yazar olarak kalacaksın. huzur içinde uyu ...
devamını gör...
66.
67.
kitabi okumaya başladığımda klasik bir sabahattin ali kitabı olduğunu, zar zor geçinen az maaşlı ve şikayet eden ama bu düzeni de kabullenmiş bir memur tipinin çizildigini, o uzun bazen fazlaca uzun olan betimlemelerini diğer bir kitabında da gördüğüm birebir ayni kelimelerin vişne çürüğü bir rengin anlatilislariyla, araya sıkıştırılmış eski türkçe kelimeleriyle pek abartılacak bi seyi yokmuş canım (her kitabin abartilmasini doğru buluyorum ama popüler kültür şeyleri anlarsiniz ya!) dediğim bir kitap gibi ilerliyordu. ama sonra bu memur beyi falan unutmuş raif efendinin defterini okuduğumun farkinda bile değildim. bunun üzerinde başlarda sıkılıp ikide bir kitabı bırakmamın etkisi olduğunu düşünüyorum çünkü asıl olaya kitlendikten sonra bir çırpıda bitiriverdim. kitapta aslında insanin içinde birden oluşan tutkuyu okuduk. raifin her gün tabloda gördüğü bir kadını seyredip diğer her şeye gözünü kulağını kapatmasi, hatta tablodaki kadının yaninda olduğunu bile farketmeyecek kadar tabloya kapılması çok ilginçti. raifteki tutkuydu aşktı ama mariadaki bence aşk değildi. çoğu zaman raifi kırmamak icin onunla beraber gibi hissettim. sabahattin ali yine insanin zihninde oluşan sonsuz düşüncelerden birçoğuna kitabında yer vermiş okurken altını çizdiğim çok yer oldu. soruları düşündüm sorguladım ve kendime göre farklı cevaplar verdiklerimde oldu. raif ve maria beraber olsalardı nasıl ilerlerdi hayatları diye de düşündüm. bu aslında onların elindeydi. hepimizin elinde hayatı istediğimizyöne çevirmek, akışa uymak zorunda değiliz. ama insan ilişkileri özellikle kadın erkek ilişkileri belirtildiği ve bilindiği üzere cok karmaşık. bu konuya bir baska yazimda tekrar uzun uzun değinmek isterim. sevgiler.
devamını gör...
68.
sosyal medyada ergenlerin eline düşmüş olsa da sabahattin ali'nin efsane hissiyatına tanık olabileceğiniz bir roman. canım aliye ruhum filiz adlı kitabında eşine ve kızına yazdığı mektuplardan da gözlemleyebileceğiniz üzere sabahattin ali tam bir gönül adamıdır, bu kitapta da bunu harika yansıtmış. roman, aşk üzerine temellenmiş olsa da dostoyevski'nin, 'bu dünyada zekası ve hissiyatı normalin biraz üzerinde olan herkes acı çekmeye mahkumdur.'* sözünün kitaplaşmış versiyonudur. insanın psikolojisini, duygularını hatta sorunlu bir aile yapısını eksiksiz anlatır. okuyun okutun, ergenlerden dolayı önyargılı yaklaşmayın.*
devamını gör...
69.
kitap kesinlikle güzel bi kitap , okunmalı mı evet. ama sabahattin ali'nin çok çok daha kaliteli bi olay örgüsü çok daha sağlam karakterleri çok daha iyi anlatımıyla taçlanan kitapları varken bu kitabının bu denli abartılmasını garipsiyorum. bence kesinlikle sabahattin ali'nin başyapıtı kuyucaklı yusuf'tur. aksini iddia eden , etmesin.
devamını gör...
70.
overrated kavramının ete kemiğe bürünmüş hali türk edebiyatında olsa olsa bu kitap olurdu herhalde.
kitap iyi hoş ama bu kadar abartılması ve bu derece sahiplenilmesinin bence mühim bir sebebi var.
böyle bir araştırma yoktur elbette ama sanıyorum bir dönem sosyal medyada en çok paylaşılan kitaptı kendileri. zaten daima çok satanlar arasında olan bir kitap aynı zamanda. peki neden? neden bu kitap bu kadar çok okunuyor, bu kadar çok öneriliyor, bu kadar çok paylaşılıyor?
kitaplar bir mesaj taşır fakat kitap okumak da bir mesaj taşır.
orhan pamuk "saf ve düşünceli romancı" kitabında bununla ilgili bir örnek vermişti şimdi tam net hatırlayamayacağım ama örneği üç aşağı beş yukarı yazabilirim sanırım. verdiği örnekte üniversiteli bir kız james joyce'un ulysses romanını gururla elinde gezdiriyor. sonra tramvayda bir kızla karşılaşıyor. kızın tarzından, konuşmasından, kıyafetinden "bayağı" bir kız olduğu sonucuna varıyor ve ulysses romanı okuduğunu fark ediyor. kendisi gibi bu bayağı kızın da bu romanı yanında taşımasına hatta okumasına müthiş öfkeleniyor falan.
yani okunan kitaplar dışarıya bir mesaj taşır bizden ve bazen bu mesajı bizzat biz kendimiz kurgularız. "ulysses'i okunacaksa ancak bunu ben ve benim gibi seçkin bir zümre okumalı. bu kitap bize yaraşır. buna ne oluyor da bu kitabı okuyor? bununla aynı komüntede yer alamam ben"
(ulysses'i ben okuyamadım bu arada. dünyanın en zor romanlarından olabilir :d)
neyse. kitabın bu kadar çok okunması bir tarafa bu kadar çok paylaşılması önerilmesinin sebebinin kitaptaki ana alt metin olduğunu düşünüyorum. nedir o alt metin? kitabın daha ilk paragrafında yazar bunu açıkça ifade ediyor zaten. kitap da bu altmetin üzerine ilerliyor sürekli. hemen bakalım;
halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan
geçtiğimiz insanlardan biriydi. hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. böyle
kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: "acaba bunlar neden yaşıyorlar? yaşamakta ne buluyorlar? hangi mantık,
hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?"
fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye
mahkûm birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. bu âlemin
tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul âlemi
merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur.
yani aslında kitap sık sık aslında son derece sıradan görünen, herkes gibi davranan, bomboş yaşayıp giden insanların bile esasen içlerinde ne büyük fırtanalar koptuğunu, içlerinde keşfedilmeyi bekleyen ne büyük hazineler olduğunu söylüyor. kitap herkes gibi gözüken, sinik, sıradan insanların keşfedilmesi üzerine bir kitap zaten. buna da psikolojik betimleme falan diyoruz.
raif efendi'nin ilk bölümde ne çeşit bir adam olduğunu, ne derece silik bir adam olduğunu görüyoruz sonra günlüğünü bir açıyoruz ki aman allahım adam ne fırtınalı bir aşk yaşamış, neler neler de düşünmüş falan diyoruz.
"bana da bakın" çağında bu kitap bulunmaz bir nimet bu yüzden.
21. yüzyılda, sosyal medya çağında bu kitabın bu derece çok paylaşılmasının sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. sıradan, silik, pasif insanların keşfedilmeyi bekleyen büyük hazineler içerdiğine herkesi inandırmak istiyoruz çünkü biz de herkes gibi toplum içerisine karıştığımız zaman sıradanlık zırhlarımızı üzerimize çekiyor ve herkes gibi gözükmeye özen gösteriyoruz.
kitap bu makus talihin kırılması için bir araç aslında. sıradan insanların o kadar da sıradan olmadığını, bir tanısanız neler neler vadettiğinin mesajını veriyor.
bu sebepten fark edilmek isteyen 21. yüzyıl sosyal medya insanı homo economicus için bu kitabı dış dünyaya göstermek epey işlevsel bir araç.
emsallerine göre bir miktar kısır bir kitabın bu denli göklere çıkartılmasının sosyolojik gerekçesinin esas olarak bu olduğuna inanıyorum. sosyoloji bağlamında bir tez yazacak olsaydım bu konu ekseninde bir çalışma yapmayı ciddi ciddi düşünürdüm.
bana da bakın çağı entry sırasında ortaya çıkan hoş bir sınıflandırma oldu. literatüre eklensin hemen. :d
(bkz: bana da bakın çağı)
kitap iyi hoş ama bu kadar abartılması ve bu derece sahiplenilmesinin bence mühim bir sebebi var.
böyle bir araştırma yoktur elbette ama sanıyorum bir dönem sosyal medyada en çok paylaşılan kitaptı kendileri. zaten daima çok satanlar arasında olan bir kitap aynı zamanda. peki neden? neden bu kitap bu kadar çok okunuyor, bu kadar çok öneriliyor, bu kadar çok paylaşılıyor?
kitaplar bir mesaj taşır fakat kitap okumak da bir mesaj taşır.
orhan pamuk "saf ve düşünceli romancı" kitabında bununla ilgili bir örnek vermişti şimdi tam net hatırlayamayacağım ama örneği üç aşağı beş yukarı yazabilirim sanırım. verdiği örnekte üniversiteli bir kız james joyce'un ulysses romanını gururla elinde gezdiriyor. sonra tramvayda bir kızla karşılaşıyor. kızın tarzından, konuşmasından, kıyafetinden "bayağı" bir kız olduğu sonucuna varıyor ve ulysses romanı okuduğunu fark ediyor. kendisi gibi bu bayağı kızın da bu romanı yanında taşımasına hatta okumasına müthiş öfkeleniyor falan.
yani okunan kitaplar dışarıya bir mesaj taşır bizden ve bazen bu mesajı bizzat biz kendimiz kurgularız. "ulysses'i okunacaksa ancak bunu ben ve benim gibi seçkin bir zümre okumalı. bu kitap bize yaraşır. buna ne oluyor da bu kitabı okuyor? bununla aynı komüntede yer alamam ben"
(ulysses'i ben okuyamadım bu arada. dünyanın en zor romanlarından olabilir :d)
neyse. kitabın bu kadar çok okunması bir tarafa bu kadar çok paylaşılması önerilmesinin sebebinin kitaptaki ana alt metin olduğunu düşünüyorum. nedir o alt metin? kitabın daha ilk paragrafında yazar bunu açıkça ifade ediyor zaten. kitap da bu altmetin üzerine ilerliyor sürekli. hemen bakalım;
halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan
geçtiğimiz insanlardan biriydi. hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. böyle
kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: "acaba bunlar neden yaşıyorlar? yaşamakta ne buluyorlar? hangi mantık,
hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?"
fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye
mahkûm birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. bu âlemin
tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul âlemi
merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur.
yani aslında kitap sık sık aslında son derece sıradan görünen, herkes gibi davranan, bomboş yaşayıp giden insanların bile esasen içlerinde ne büyük fırtanalar koptuğunu, içlerinde keşfedilmeyi bekleyen ne büyük hazineler olduğunu söylüyor. kitap herkes gibi gözüken, sinik, sıradan insanların keşfedilmesi üzerine bir kitap zaten. buna da psikolojik betimleme falan diyoruz.
raif efendi'nin ilk bölümde ne çeşit bir adam olduğunu, ne derece silik bir adam olduğunu görüyoruz sonra günlüğünü bir açıyoruz ki aman allahım adam ne fırtınalı bir aşk yaşamış, neler neler de düşünmüş falan diyoruz.
"bana da bakın" çağında bu kitap bulunmaz bir nimet bu yüzden.
21. yüzyılda, sosyal medya çağında bu kitabın bu derece çok paylaşılmasının sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. sıradan, silik, pasif insanların keşfedilmeyi bekleyen büyük hazineler içerdiğine herkesi inandırmak istiyoruz çünkü biz de herkes gibi toplum içerisine karıştığımız zaman sıradanlık zırhlarımızı üzerimize çekiyor ve herkes gibi gözükmeye özen gösteriyoruz.
kitap bu makus talihin kırılması için bir araç aslında. sıradan insanların o kadar da sıradan olmadığını, bir tanısanız neler neler vadettiğinin mesajını veriyor.
bu sebepten fark edilmek isteyen 21. yüzyıl sosyal medya insanı homo economicus için bu kitabı dış dünyaya göstermek epey işlevsel bir araç.
emsallerine göre bir miktar kısır bir kitabın bu denli göklere çıkartılmasının sosyolojik gerekçesinin esas olarak bu olduğuna inanıyorum. sosyoloji bağlamında bir tez yazacak olsaydım bu konu ekseninde bir çalışma yapmayı ciddi ciddi düşünürdüm.
bana da bakın çağı entry sırasında ortaya çıkan hoş bir sınıflandırma oldu. literatüre eklensin hemen. :d
(bkz: bana da bakın çağı)
devamını gör...
71.
sabahattin ali tarafından yazılmış türk edebiyatına damgasını vurmuş bir türk klasiğidir. kitabı iki şekilde ele almak biraz daha doğru olur sanki. kitabın başı toplumcu gerçekçi yani fakir fukara bir adam var (raif efendi) kazandığı para kendini ve ailesini geçindirmeye zar zor yetiyor. aile dediysem öyle bildiğimiz klişe mutlu türk aile pozlarından değil. ailesi adamdan nefret ediyor sırf az buçuk parası var diye onu evde tutuyorlar. maaşı olmasa kapı dışarı edecekler adamı. bu raif efendinin birde eski arkadaşı var tesadüfen karşılaşıyor arkadaşı çok büyük işler başarmış çok büyük adam olmuş. kısacası yaz dizilerindeki şirket sahibi adam. raif efendiyle alaylı konuşuyor onu gömüyor. kısacası raif efendinin berbat bir hayatı var. dönemin yoksulluğunu,yoklukla geçen o yılları anlatıyor kitabın başı.
kitabın ikinci kısmı ise bir aşk öyküsü. gençliğinde raif efendi almanya'ya sabun yapmayı öğrenmek için gidiyor. orada biraz çalıştıktan sonra işten çıkıyor. boş boş dolaşan raif efendi bir sanat galerisine gidiyor. galeride kitabın ismini aldığı kürk mantolu bir kadın portresi görüyor. tablodaki kadına aşık oluyor her gün gelip o tabloya saatlerce bakıyor. tablonun yaratıcısı ve tablodaki kadın olan maria puder raif efendiyi fark ediyor ve büyük bir aşk başlıyor. sonra raif efendi babası öldüğü için türkiye'ye dönmek zorunda kalıyor. maria puder' den de bir daha haber alamıyor onu terk ettiğini düşünse de mükemmel sonuyla maria puder'in öldüğünü ve bir çocuğunun olduğunu öğreniyor.
kitabın ikinci kısmı ise bir aşk öyküsü. gençliğinde raif efendi almanya'ya sabun yapmayı öğrenmek için gidiyor. orada biraz çalıştıktan sonra işten çıkıyor. boş boş dolaşan raif efendi bir sanat galerisine gidiyor. galeride kitabın ismini aldığı kürk mantolu bir kadın portresi görüyor. tablodaki kadına aşık oluyor her gün gelip o tabloya saatlerce bakıyor. tablonun yaratıcısı ve tablodaki kadın olan maria puder raif efendiyi fark ediyor ve büyük bir aşk başlıyor. sonra raif efendi babası öldüğü için türkiye'ye dönmek zorunda kalıyor. maria puder' den de bir daha haber alamıyor onu terk ettiğini düşünse de mükemmel sonuyla maria puder'in öldüğünü ve bir çocuğunun olduğunu öğreniyor.
devamını gör...
72.
aşkı ifade ediş şeklinde bu kitabın üstüne tanımam.
(okuduklarım arasında tabii)
zaten kürkçü dükkanı gibi dönüp dolaşıp sabahattin ali başlıklarına yazıyorum sözlüklerde.
o zaman bir alıntı
"tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin."
(okuduklarım arasında tabii)
zaten kürkçü dükkanı gibi dönüp dolaşıp sabahattin ali başlıklarına yazıyorum sözlüklerde.
o zaman bir alıntı
"tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin."
devamını gör...
73.
türk edebiyatı adına mükemmel bir eserdir. sabahattin ali'nin eserleri genelde öyledir. gereksiz bir öne çıkartma durumu var, bu durum stefan zweig için de geçerli. sayfı duymak, yazarları antipatikleştirmemek gerekiyor.
kitap için şunu da söylemeden geçmeyeceğim; kürt mantolu madonna'nın kürt giyen bir kadın olmadığını söylerler ama bildiğin kürt giyen kadındır. bir şeyin suyunu çıkarmaya, değiştirmeye gerek yoktur.
kitap için şunu da söylemeden geçmeyeceğim; kürt mantolu madonna'nın kürt giyen bir kadın olmadığını söylerler ama bildiğin kürt giyen kadındır. bir şeyin suyunu çıkarmaya, değiştirmeye gerek yoktur.
devamını gör...
74.
geçen hafta bitirdiğim sabahattin ali kitabı. kitap cidden çok güzeldi. sonu üzücüydü. daha farklı bir son yazılırdı ama sanırım yazıldığı edebi dönem ile ilgili. onun dışında şuan sabahattin ali'nin içimizdeki şeytan kitabını okuyorum gayet güzel.
devamını gör...
75.
anlatımı harikaydı bı hafta boyunca etkisinden çıkamadım sanırım herkese tavsiye ederim harika bı eser.
"insanlara kızmama imkan yoktu, çünkü insanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti; diğerlerinden başka bir şey beklenebilir miydi? insanlar sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama da imkan yoktu; çünkü en inandığım, en güvendiğim insanda aldanmıştım. başkalarına emniyet edebilir miydim?"
bu paragrafı okuduğumda çevremde olan insanları baya düşünmüştüm yanlış kişiler mi doğru kişiler mi diye bazılarının yanlış insanlar olduğunu da anlamıştım bı kitap sayesinde
teşekkürler sabahattin ali.
"insanlara kızmama imkan yoktu, çünkü insanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti; diğerlerinden başka bir şey beklenebilir miydi? insanlar sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama da imkan yoktu; çünkü en inandığım, en güvendiğim insanda aldanmıştım. başkalarına emniyet edebilir miydim?"
bu paragrafı okuduğumda çevremde olan insanları baya düşünmüştüm yanlış kişiler mi doğru kişiler mi diye bazılarının yanlış insanlar olduğunu da anlamıştım bı kitap sayesinde
teşekkürler sabahattin ali.
devamını gör...
76.
sabahattin ali 25 şubat 1907 eğridere doğumlu türk yazar ve şairdir. toplumcu gerçekçi bir yazardır ve eserlerinde yaşamındaki deneyimlerini çoğunlukla yansıtmıştır, kendisinden sonra gelecek olan yazarlara ilham olmuştur. kürk mantolu madonna, sabahattin ali'nin yazdığı üç romandan üçüncüsüdür. 1943 yılında yayımlanmıştır. en bilinen ve en çok okunan kitaplardan bir tanesidir ve ne yazık ki popüler kültüre köle bile olmuştur.
rasim işini kaybetmiştir ve arkadaşı ona raif efendi isimli bir adamın yanında iş bulmuştur. raif efendi çevirmenlik yapan yaşlı, hasta ve çok az konuşan bir adamdır. işi olmadığı zamanlarda yanında duran kitabını okur. raif efendi hasta olduğundan işe gelmediği bir gün rasim ona çeviri vermek için evine gider ve sessizliğini evin durumuna bağlar. raif efendi'nin evi fazlasıyla kalabalıktır ve eve para getiren tek kişinin o olmasına rağmen sürekli ezilip hor görülüyordur. raif efendi çok hasta olduğu için rasim'e iş yerindeki eşyalarını getirmesini rica eder, masasındaki siyah defteri fark eden rasim onu okuduktan sonra yakacağına dair bir söz verir ve asıl hikâye burada başlar.
raif efendi'nin babası sabun fabrikası işletmektedir ve işi öğrenmesi için oğlu raif'i almanya'ya yollar. raif, almanya'ya gittikten sonra kendine bir pansiyon bulur, fabrikada işe girer ama zaman geçtikçe iş hevesi kaçar ve almanya'yı keşfetmeye başlar. her gün farklı yerleri gezerek gününü gün eder. bir gün gazetede sergi ilanı görür, oraya gidip kürk mantolu madonna adında bir tablo karşısında büyülenir; saatlerce tabloya bakar ve oradan hiç ayrılmaz. günlerce tabloyu ziyarete gelir, bunu fark eden bir kadın tabloyu birine benzetip benzetmediğini sorar. raif utanarak yalan söyler ve annesine benzettiğinden bahseder.
yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresi önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum.
o benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.*
raif, bir gün arkadaşıyla gezerken sergide tanıştığı kadınla karşılaşır, ertesi gün onu tekrar görme umuduyla aynı yerde bekler ve onu takip ederek gece kulübüne gider. kadın, gece kulübünde şarkı söyler ve raif'in yanına oturmaya gelir. tablodaki kadının kendisi olduğunu, adının maria puder olduğundan bahseder ve o günden sonra raif ile birlikte arkadaş olurlar. raif, maria'ya
seni seviyorum... deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... diyecek kadar aşık olmuştur ama maria en başından beri "ondan aşk anlamında bir şey beklememesi gerektiğini," söylemiştir. neredeyse her gün buluşup almanya'yı gezerler ve bir gün maria, raif'e aşık olduğunu itiraf eder. her şey bir süre yolunda giderken raif, babasının öldüğünün haberini alır ve türkiye'ye dönmek zorunda kalır. işlerini yerine koyduğunda maria'yı yanına alacağını söyler ve ülkeden gider.
içimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı.
raif ile maria mektuplaşmaya başlar ama bir süre sonra maria'nın mektupları kesilir ve raif ondan haber alamaz. bu durumda perişan olan raif eski hâline geri döner üstelik bu sefer içine daha çok kapanmıştır, on yıl boyunca maria'dan hiç haber almadan onu sevmeye devam eder.
hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. sonra, aradan seneler geçtiği hâlde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum. o beni çoktan unutmuş olacaktı. kim bilir şimdi kimlerle yaşıyor, kimlerle dolaşıyordu.
aradan yıllar geçtikten sonra istanbul'da maria'nın kuzeniyle karşılaşır, yanında küçük bir kız çocuğu görür ve yıllar önce maria'nın öldüğünü bu küçük çocuğun da kendisine ait olduğunu öğrenir. raif efendi kızıyla ilk ve son kez orada görüşmüştür.
dün gece bir saniye bile uyuyamadım. yatakta arkaüstü yatarak hep trendeki çocuğu düşündüm. vagonun sarsıntılarıyla kımıldayan başını görür gibi oluyordum. bol saçlı bir çocuk başı... ne gözlerinin, ne saçlarının rengini hatta ne de ismini biliyordum. ona hiç dikkat etmemiştim. yanı başımda, bir adım ötemde durduğu hâlde bir kere merakla yüzüne bakmamıştım. ayrılırken elini bile sıkmamıştım. hiçbir şey, aman yarabbi, kendi kızıma dair hiçbir şey bilmiyordum. kadın muhakkak ki birçok şeyler sezmişti... niçin bana o kadar hain bakmıştı? herhalde bir şeyler tahmin etmişti. ve kızı alıp gitti... şimdi yoldalar... tekerlekler bir raydan diğer bir raya atlarken kızımın uyuyan başı hafifçe sarsılıyor...
ve kitap şöyle biter;
tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana, dünyada başka bir türlü hayatın da mevcut olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin. bunu sonuna kadar götüremediysen, kabahat senin değil... bana hakikaten yaşamak imkânını verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim. böyle birkaç ay, birkaç ömür kıymetinde değil midir? vücudunun bir parçası olarak geride bıraktığın çocuk, bizim kızımız, yeryüzünde bir babası bulunduğundan habersiz, uzak yerlerde dolaşıp duracak... yollarımız bir kere karşılaştı. fakat ona dair hiçbir şey bilmiyorum. ne ismini, ne bulunduğu yeri. buna rağmen hayalimde onu daima takip edeceğim. kafamda ona bir hayat seyri icat edip yanında yürüyeceğim. onun nasıl büyüdüğünü, nasıl mektebe gittiğini, nasıl güldüğünü ve nasıl düşündüğünü tasavvur ederek bundan sonraki senelerimin yalnızlığını doldurmaya çalışacağım. hep yazmak istiyorum. ama ne lüzumu var? bu kadar yazdım da ne oldu? bizim kıza yarın başka bir defter almalı ve bunu kaldırıp saklamalı. her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı...
raif efendi'nin defteri burada bitiyordu. diğer sahifelerde hiçbir not, hiçbir kayıt yoktu. sanki, büyük bir korkuyla sakladığı ruhunu bir kereye mahsus olmak üzere dışarıya, bu defterin yapraklarına aksettirmiş, ondan sonra gene içine kapanıp senelerce susmuştu...
.......
raif efendi'nin hikâyesinin gerçek olduğunu çok düşünmüştüm, sanki raif efendi sabahattin ali'ydi, belki de böyledir bilemeyiz. zaten her yazar kendi hayatından bir şeyler katmaz mı kitaplarına? ilk okuduğumda ağlamıştım; sabahattin ali'nin dilini, yazım şeklini, toplumcu gerçekçiliğini çok seviyorum ve bu eseri de gerçekten okumaya değerdi. insanın içinde bir süre bir boşluk bırakıyor ve böyle sevgilerin gerçek olup olmadığını sorguluyorsunuz. "insan birini, bir daha hiç görmeden on yıl boyunca sever mi?" sorusunu kitabı okurken kendinize sorabilirsiniz. ben çok sormuştum ama güzel olan her şey bir gün bitse de insanda her zaman kalacağını öğrenme fırsatı bulmuştum.
size birkaç tane daha alıntı yazayım ve bu kitabı sonsuza kadar konuşalım...
belki yazacaklarım yaşadığım kadar acı olmaz ve ben biraz ferahlarım.
hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağı henüz idrak edememiştim.
artık maria puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı.
bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum.
rasim işini kaybetmiştir ve arkadaşı ona raif efendi isimli bir adamın yanında iş bulmuştur. raif efendi çevirmenlik yapan yaşlı, hasta ve çok az konuşan bir adamdır. işi olmadığı zamanlarda yanında duran kitabını okur. raif efendi hasta olduğundan işe gelmediği bir gün rasim ona çeviri vermek için evine gider ve sessizliğini evin durumuna bağlar. raif efendi'nin evi fazlasıyla kalabalıktır ve eve para getiren tek kişinin o olmasına rağmen sürekli ezilip hor görülüyordur. raif efendi çok hasta olduğu için rasim'e iş yerindeki eşyalarını getirmesini rica eder, masasındaki siyah defteri fark eden rasim onu okuduktan sonra yakacağına dair bir söz verir ve asıl hikâye burada başlar.
raif efendi'nin babası sabun fabrikası işletmektedir ve işi öğrenmesi için oğlu raif'i almanya'ya yollar. raif, almanya'ya gittikten sonra kendine bir pansiyon bulur, fabrikada işe girer ama zaman geçtikçe iş hevesi kaçar ve almanya'yı keşfetmeye başlar. her gün farklı yerleri gezerek gününü gün eder. bir gün gazetede sergi ilanı görür, oraya gidip kürk mantolu madonna adında bir tablo karşısında büyülenir; saatlerce tabloya bakar ve oradan hiç ayrılmaz. günlerce tabloyu ziyarete gelir, bunu fark eden bir kadın tabloyu birine benzetip benzetmediğini sorar. raif utanarak yalan söyler ve annesine benzettiğinden bahseder.
yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresi önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum.
o benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.*
raif, bir gün arkadaşıyla gezerken sergide tanıştığı kadınla karşılaşır, ertesi gün onu tekrar görme umuduyla aynı yerde bekler ve onu takip ederek gece kulübüne gider. kadın, gece kulübünde şarkı söyler ve raif'in yanına oturmaya gelir. tablodaki kadının kendisi olduğunu, adının maria puder olduğundan bahseder ve o günden sonra raif ile birlikte arkadaş olurlar. raif, maria'ya
seni seviyorum... deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum...
içimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı.
raif ile maria mektuplaşmaya başlar ama bir süre sonra maria'nın mektupları kesilir ve raif ondan haber alamaz. bu durumda perişan olan raif eski hâline geri döner üstelik bu sefer içine daha çok kapanmıştır, on yıl boyunca maria'dan hiç haber almadan onu sevmeye devam eder.
hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. sonra, aradan seneler geçtiği hâlde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum. o beni çoktan unutmuş olacaktı. kim bilir şimdi kimlerle yaşıyor, kimlerle dolaşıyordu.
aradan yıllar geçtikten sonra istanbul'da maria'nın kuzeniyle karşılaşır, yanında küçük bir kız çocuğu görür ve yıllar önce maria'nın öldüğünü bu küçük çocuğun da kendisine ait olduğunu öğrenir. raif efendi kızıyla ilk ve son kez orada görüşmüştür.
dün gece bir saniye bile uyuyamadım. yatakta arkaüstü yatarak hep trendeki çocuğu düşündüm. vagonun sarsıntılarıyla kımıldayan başını görür gibi oluyordum. bol saçlı bir çocuk başı... ne gözlerinin, ne saçlarının rengini hatta ne de ismini biliyordum. ona hiç dikkat etmemiştim. yanı başımda, bir adım ötemde durduğu hâlde bir kere merakla yüzüne bakmamıştım. ayrılırken elini bile sıkmamıştım. hiçbir şey, aman yarabbi, kendi kızıma dair hiçbir şey bilmiyordum. kadın muhakkak ki birçok şeyler sezmişti... niçin bana o kadar hain bakmıştı? herhalde bir şeyler tahmin etmişti. ve kızı alıp gitti... şimdi yoldalar... tekerlekler bir raydan diğer bir raya atlarken kızımın uyuyan başı hafifçe sarsılıyor...
ve kitap şöyle biter;
tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana, dünyada başka bir türlü hayatın da mevcut olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin. bunu sonuna kadar götüremediysen, kabahat senin değil... bana hakikaten yaşamak imkânını verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim. böyle birkaç ay, birkaç ömür kıymetinde değil midir? vücudunun bir parçası olarak geride bıraktığın çocuk, bizim kızımız, yeryüzünde bir babası bulunduğundan habersiz, uzak yerlerde dolaşıp duracak... yollarımız bir kere karşılaştı. fakat ona dair hiçbir şey bilmiyorum. ne ismini, ne bulunduğu yeri. buna rağmen hayalimde onu daima takip edeceğim. kafamda ona bir hayat seyri icat edip yanında yürüyeceğim. onun nasıl büyüdüğünü, nasıl mektebe gittiğini, nasıl güldüğünü ve nasıl düşündüğünü tasavvur ederek bundan sonraki senelerimin yalnızlığını doldurmaya çalışacağım. hep yazmak istiyorum. ama ne lüzumu var? bu kadar yazdım da ne oldu? bizim kıza yarın başka bir defter almalı ve bunu kaldırıp saklamalı. her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı...
raif efendi'nin defteri burada bitiyordu. diğer sahifelerde hiçbir not, hiçbir kayıt yoktu. sanki, büyük bir korkuyla sakladığı ruhunu bir kereye mahsus olmak üzere dışarıya, bu defterin yapraklarına aksettirmiş, ondan sonra gene içine kapanıp senelerce susmuştu...
.......
raif efendi'nin hikâyesinin gerçek olduğunu çok düşünmüştüm, sanki raif efendi sabahattin ali'ydi, belki de böyledir bilemeyiz. zaten her yazar kendi hayatından bir şeyler katmaz mı kitaplarına? ilk okuduğumda ağlamıştım; sabahattin ali'nin dilini, yazım şeklini, toplumcu gerçekçiliğini çok seviyorum ve bu eseri de gerçekten okumaya değerdi. insanın içinde bir süre bir boşluk bırakıyor ve böyle sevgilerin gerçek olup olmadığını sorguluyorsunuz. "insan birini, bir daha hiç görmeden on yıl boyunca sever mi?" sorusunu kitabı okurken kendinize sorabilirsiniz. ben çok sormuştum ama güzel olan her şey bir gün bitse de insanda her zaman kalacağını öğrenme fırsatı bulmuştum.
size birkaç tane daha alıntı yazayım ve bu kitabı sonsuza kadar konuşalım...
belki yazacaklarım yaşadığım kadar acı olmaz ve ben biraz ferahlarım.
hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağı henüz idrak edememiştim.
artık maria puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı.
bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum.
devamını gör...
77.
hiç değmeyen birine altını çizdiğim cümlelerle hediye ettiğim, sabahattin ali'nin 1943 yılında kaleme aldığı çok popüler bir eser.
"seni deli gibi değil, gayet aklı başında seviyorum." cümleleriyle beynimize kazınan bu kitap raif'in madonna'ya olan aşkı sebebiyle hayata, insanlara karşı tamamen sessizliğe bürünmesini ve yeryüzünden her şeyiyle yavaş yavaş nasıl silindiğini çok başarılı bir şekilde aktarır.
"seni deli gibi değil, gayet aklı başında seviyorum." cümleleriyle beynimize kazınan bu kitap raif'in madonna'ya olan aşkı sebebiyle hayata, insanlara karşı tamamen sessizliğe bürünmesini ve yeryüzünden her şeyiyle yavaş yavaş nasıl silindiğini çok başarılı bir şekilde aktarır.
devamını gör...
78.
maria hakkında bir sürü eleştiride bulunduktan sonra, kitabın sonunda içimi paramparça etti. garibim raifin sevdiği kadından olan çocuğuna bir kez dahi sarılamadan öylece ellerinden kayıp gitmesi gerçekten çok büyük bir ters köşeydi, hiç beklemiyordum böyle bir sonu.
marianın güçlü kadın karakteri beni apayrı cezbetti. hep okumak istediğim ama biraz popülerliğinden dolayı uzak durduğum bir kitaptı. 1 günde okuyup bitirilebilir. oldukça akıcı sürükleyici bir anlatımı var.
devamını gör...
79.
çok popüler olmasıyla "kesin çok şişirdiler bu kitabı popüler kültürün kölesi olmıyım" diyerek uzun süre okumayıp daha sonra "keşke daha önce okusaydım" dediğim kitaptır. akıcı olay örgüsü ile heyecan yaptıran, sonuyla şaşırtan bir kitap.
devamını gör...
80.
okudum ve aylarca kendime gelememiştim.ikisine de çok kızdım. bu nedir abi ya kadın hamileyim demedi diğer salak merak edip geri dönmedi. derdi beni aylarca aldı götürdü.
devamını gör...