yazarların çocukluk anıları
başlık "acizanefikrim" tarafından 11.05.2021 23:46 tarihinde açılmıştır.
21.
daha 4. sınıfta okuyorum. bir gün yine okuldayım. ilk derse girecek öğretmenin bir işi çıkıyor ve okula gelmiyor. benim de o dönemde; tam bir çatlak, eğlenceli, samimi sıra arkadaşım var. dersin boş olduğunu duyunca, beni kaldırıp güreşe tuttu. bildiğiniz sınıfta herkes cümbüş cemaat bir şeyler yapıyor. bizde o arada güreşiyoruz. fasıllar söyleniyor falan, bir süre sonra sınıftakilerde bizi izlemeye başlamış. tabii biz böyle devam ederken, müdür gelmesin mi. bir tarafta film gibi bizi izleyen sınıftakiler ve bir tarafta da okul müdürü kendini gülmemek için zor tutuyor. asıl komik olan yıl sonunda biz gösteri olarak bunu sergilemiştik. o zamanları hatırladıkça, yüzümde hep bir tebessüm olur.
devamını gör...
22.
çok haylaz, bıcır bıcır kepçe kulaklı ve gözler çakmak çakmak bir çocuk düşünün. hah işte onun maceraları ile dolu anılarım. benım çocuklugumda kızların pembe pinokyo bısıkletı olurdu. benım kırmızı bmx m vardı mesela. paten daha yaygın değilken benım kolumu kırmışlığım. duvardan atlayıp ağaca tutunmayı ıskalamışlığım. ankara yokuşlarından ahşap kızakla kaymışlığım. edirne de arabaların üstü karla kaplıyken karsan tüneller kazmışlığım. ilk aşık olduğum çocuga serenat yapmışlığım. sokak hayvanlarını beslemek için dolabı boşaltmışlığım. başka bir ilk aşkımı yanagından öpüp dört nala kaçmışlığım ve daha niceleri.
hala anlatırken güler aile büyükleri hala aklıma gelince mutlu olurum. harıka bir ailem vardı dıyemem ama ben hayatımı hep harkulade ve değerli gördüm. hala da kendı kendıme cok eğlenir ve eğlendiririm. insanların gözlerine bakarak konuşmaya onlara enerjı vermeye çalışırım. insanlar mutlu olursa mutlu olurum ben çocukluğumdan beri.
sosyal kaygılarım yoktur, davranışlarımın uygunluğunu umursamam, sözlerine aldırış etmem, yapmak ıstedıgımı yaparım.
şimdi kendıme ilaveten , eşim ve çekirgelerm için yaşarım.
hala anlatırken güler aile büyükleri hala aklıma gelince mutlu olurum. harıka bir ailem vardı dıyemem ama ben hayatımı hep harkulade ve değerli gördüm. hala da kendı kendıme cok eğlenir ve eğlendiririm. insanların gözlerine bakarak konuşmaya onlara enerjı vermeye çalışırım. insanlar mutlu olursa mutlu olurum ben çocukluğumdan beri.
sosyal kaygılarım yoktur, davranışlarımın uygunluğunu umursamam, sözlerine aldırış etmem, yapmak ıstedıgımı yaparım.
şimdi kendıme ilaveten , eşim ve çekirgelerm için yaşarım.
devamını gör...
23.
ilk okul 2. sınıfta en sevdiğim arkadaşım ile kum havuzunda minik heykeller yapmaya çalışıyorduk ve sınıfımızın en saçmayın çocuğu gelip heykellerimize tekme atarak bozmuştu. arkadaşım müthiş bir küfür etmişti ve ilk defa küfürle tanışmıştım. müthiş bir duygu idi. ama annem o küfürü kullanırken beni duyunca biraz sevimsizlikler oldu tabii.
devamını gör...
24.
ben çocukken cips ve taso furyası vardı. bütün arkadaşlarım paket paket cips yerken benim annem izin vermezdi. ben de gizli gizli alıp yerdim tabii ki. bir gün yakalandım. annem çok kızdığı için bardak bardak süt içirmişti bana. düşününce komik ama o gün çok içerlemiştim. 1 litre sütümü içip arkadaşımın yanına döndüm, bana cips uzattı annenden gizli bi tane ye hadi diye. istemem demiştim. utanmıştım…
devamını gör...
25.
eskiye dair en çok özlenendir.
insan yaratılışındanmıdır yoksa beynimizin bize oynadığı küçük oyunlardanmıdır bilmiyorum iyi yada kötü ama hep bir eskiye,geçmişe özlem duyuyor.
benim en özel çocukluk anılarım ise cizgi romanlarımla beraber uyumam.kendimi oradaki karaktetlerin yerinemi koyuyordum,
yoksa o an da yaşamayımı hayal ediyordum orasını bilmiyorum.!!
bildiğim şu ki benim icin çocukluk anıları başucumda yanan odun sobası,yere serilen yataklar,koynumda benimle beraber uyuyan
cizgi romanlarımdır.
insan yaratılışındanmıdır yoksa beynimizin bize oynadığı küçük oyunlardanmıdır bilmiyorum iyi yada kötü ama hep bir eskiye,geçmişe özlem duyuyor.
benim en özel çocukluk anılarım ise cizgi romanlarımla beraber uyumam.kendimi oradaki karaktetlerin yerinemi koyuyordum,
yoksa o an da yaşamayımı hayal ediyordum orasını bilmiyorum.!!
bildiğim şu ki benim icin çocukluk anıları başucumda yanan odun sobası,yere serilen yataklar,koynumda benimle beraber uyuyan
cizgi romanlarımdır.
devamını gör...
26.
bi kere mahallede çok temiz dayak yemiştim. biri beni dişiyle çevirerek nakavt etmeye çalışmıştı. sebebi ise kardeşlerimi korumamdı. hiç unutmam 1 metre boyumla kendimi hiç koruyamamıştım. ama hakkım helal olsun, huzur içinde uyu ömer.
devamını gör...
27.
ilkokula giderken yolumun üzerindeki binanın cephesinde bir manken katalog afişi asılıydı. erkek ve kadın manken ayrı ayrı ama aynı afişte fotoğrafları yan yana getirilecek şekilde poz vermişlerdi. mankenler batılı ve sarışın kumral tipteler. erkek manken elini çenesine dayamış, camdan ışığa doğru bakarak poz vermiş. kadın manken de sanki gece ortamında kumral ve dalgalı kıvırcık saçlarını savurarak poz vermiş, hafiften yukarı doğru bakıyordu. özellikle akşam üzeri eve varış saatleri karşı karşıya kaldığım, uzun süreli odaklandığım ve göz okşayıcı tarafı olan etkileyici bir görseldi. tabi her şeyin de sonu olduğu gibi, gün geldi, binanın yanına başka bir bina yapıldı. cephe kapandı, içimden de " vay anasını, bizim mankenler kayboldu gitti " diye de hayıflandım. o katalog hangi firmanın markasıydı aklımda yok. kimbilir nerelerdedir o mankenler. aklımda olsa internetten belki de arayıp tarayıp bulacağım. gucci miydi, vakko muydu, beymen miydi, artık kimbilir hangi firmaydı. ama benim nezdimde geçmişin hoş hatırası ve rengi olarak kaldı.
devamını gör...
28.
sene bin dokuz yüz bilmem kaç. herhangi bir kurban bayramı. biz kurban bayramlarını genelde rahmetli dedemlerde geçirirdik. aile onların yanında bir araya gelir ve ufak bir aile kavuşma merasimi tertip edilirdi. babam yıllık izinlerini bile bu tarihlere göre çok önceden ayarlardı. biz yine ve yeniden, dedemlere ilk varan aile kafilesi olmuştuk. vardığımızın ertesi günü dedem babamla birlikte kurban almak için evden çıkacakken rahmetli anneannem yine devreye girdi ve tosbağayı da götürün bey, görsün çocuk diyerek yine yaptı bana yapacağını. eh benim ton ton anneannem hep böyleydi. kuran kursuna gitmeme vesile olan da kendisidir. sağ olsun beni her türlü dini atraksiyona sokmuştur. * yattığı yer incitmesin diyelim.
neyse efendim biz çıktık evden gittik kurban pazarına. her yer ana baba günü. hayatımda ilk defa kurban pazarı görüyorum. elini veren kolunu kaptırıyor. adamlar ellerini birbirlerine sabitlemiş salladıkça sallıyor, tabiri caizse kendilerinden geçiyorlar. tabi bu durum merakıma mucip oldu. sordum babama hemen, ''ne yapıyor baba bu adamlar?'' ''pazarlık yapıyorlar oğlum.'' ''illa böyle mi olması lazım?'' ''evet tosbik böyle olması lazım. bu bir gelenek.'' kestirip atıyor resmen beni. oysa benim sorularım babam tarafından ayrıntılı cevaplandırılırdı. incik cıncık açık nokta bırakılmazdı ama fark ediyorum ki babam o gün gergin. sanıyorum ki o ortamda bulunmaktan pek de mutlu değildi. lakin naif adamdı rahmetli, aile büyüklerini asla kırmazdı. biz de gerekli pazarlık ritüellerini takip ettikten sonra koçumuzu 1 hafta evvelden alarak evin yolunu tuttuk. dedemlere geç intikal edenler kendi dertlerine yansındı. en hızlısıydık hepsinin.
dedem asker adam, dediği dedik. emir komuta zincirine riayet etmek gerek. koç'un bakım görevini bana verdi. bayrama kadar koç bende. emredersiniz dedeciğim diyerek tekmili verip, topukları çarptım birbirine. üzerine bir de turist ömer selamı yapıştırdım ve görev tevdi töreni tamamlandı. babamla birlikte koçu kalacağı yere götürdük. samanları bile hazırlanmış keratanın. bir de güzel bakıyor ki sormayın. babama dedim ki, buna bir isim mi koysak? koy istersen ama çok da bağlanma deyiverdi. babam kesinlikle dönüşüm geçiriyordu. adama bir şeyler olmuştu. normal şartlarda koça ne isim koyacağımıza dair türlü türlü fikirler bulup, sonrasında kahkahalar atmalıydık. oysa ben ağzından cımbız marifetiyle laf çekmeye çalışmaktan kabuğumda ters dönüyordum. neyse babam gitti. kaldık mı biz koç efendi ile baş başa. biraz sohbet muhabbet derken. koça kaptan nemo ismini koymaya karar verdim. denizler altında 20 bin fersah benim okuduğum ilk kitaptı. bilinçli bir tercih değildi. evdeki kitaplıktan çekip çıkarmış sonra da müptelası olmuştum. yaşımda biraz küçüktü * okumayı nasıl söktüğüm başka bir hikâyenin konusu.
nemo ile bayağı bir kanka olduk. o samanını yerken ben gazozumu içiyorum. o bahçede koştururken bende peşi sıra eğlenceli hareketler yapıyorum. çılgın bir ikiliyiz anlayacağınız. sonrasında dedemle anneannemi konuşurken duydum. kasap sabah erkenden gelecekmiş. yok şunlar şuraya bunlar buraya. diğerlerinin koçlarını da hallediversin falan derken benim içimde bir isyan ateşi tütmeye başladı. bakın burada hiç tevazu göstermeyeceğim dedemin en sevdiği torunu bendim. ne istesem yapardı rahmetli. hakkını yiyemem. vardım gittim dedemin yanına. nemo'yu kesmesinler diyorum. ben ona bakarım diyorum. size hiç zorluk çıkarmaz diyorum. yok! adam nuh diyor peygamber demiyor. ne söylesem keyifli keyifli gülüyor. iyice atıyor tabi benim şalterler bu tavır karşısında. peki dede sen bilirsin diyerek ültimatomu verip yanından ayrılıyorum. ben koskoca komutana atarın giderin kralını yapmışım ama adam kahkahalara boğulmuş vaziyette. zoruma gidiyor. işte o anda planımı yapmaya başlıyorum. gece herkes yattığında usulca yataktan kalkıyorum ve nemocuğumun yanına intikal ediyorum. ''hadi hazırlan gidiyoruz buradan!'' inadı tutuyor hergelenin, ipini çekiyorum falan poposunu bile oynatmıyor. durumun vahameti anlatıyorum. ''oğlum seni kesecekler, sana kıyacaklar. kaçmamız lazım.'' el cevap: ''beeeeeeee beeeee'' güç bela susturuyorum. çekiştire çekiştire çıkarıyorum kaldığı yerden. ee nereye gideceğiz?
dedemlerin evinin yakınında eski bir anaokulu var. terk edilmiş. atıl kalmış. sonra yıktılar zaten orayı koca bir apartman diktiler. anılarımızı beton yığınlarının altına gömdüler. tabi mevzu bu değil. ilk aklıma gelen yer orası oluyor. çünkü orada arkadaşlarla çeşitli oyunlar oynuyorduk. avucumun içi gibi bilirim orayı. varıyoruz anaokuluna. yerleşiyoruz eski sınıflardan birisinin içine. nemo kıvrılıp yatıyor bende onun dibine sokulup uyuyorum. sonra sabah erkenden ''beeee beeee'' sesleri ile irkiliyorum. nemo susmuyor. acıkmış belli. aptal kafam! kaçış planı yapıyorsun ama yanında saman getirmeyi unutuyorsun. stratejik intihar diye buna denir. tabi bizde durum böyleyken diğer tarafta paçalar tutuşmuş durumda. tosbağa ortada yok. koçta kayıp. maaile bizim için arama ve kurtarma çalışmaları başlatmışlar. mahalleli bile bu çalışmalara katılmış.
ben nemo'ya bildiğiniz yalvarıyorum. sus oğlum lütfen sus. ama yok dinletemiyorum. ölümüne meliyor kerata. ''beeee de beeee beeee de beeee'' en sonunda sesini mahalleden birinin fark etmesi ile birlikte yakayı ele veriyoruz. dedem, babam mahalleden amcalarımız hepsi başımızda bitiveriyor. üzgün ve yılgın şekilde bakıyorum onlara. dedem hiç kızmıyor. gördüğü gibi kucaklıyor beni. sonra babamdan da aynı şefkati görüyorum. babamın kulağına fısıldıyorum; ''baba özür dilerim. ama nemo çok aç.'' tamam oğlum diyor başımı okşuyor. ''doyururuz birazdan nemo'yu (?) nemo'mu koydun adını diyor ve kahkahayı patlatıyor. babam o gün güzelce doyurdu nemo'yu. ve nemo o gün kesilmedi. ertesi gün babam beni alıp erkenden evden çıktı. lunapark'a gittik. sabahın köründe nasıl yaptıysa bir tek biz varken çalıştı en sevdiğim aletler. bolca gezdik eğlendik. ben döndüğümde ise nemo yoktu. bir süre kendi kendime takıldım. hiç kimse üzerime varmadı. bu başarısız kurban kaçırma denemesinden gerekli dersi çıkarmıştım; önümüzdeki sene muhakkak yanımda saman da götürecektim. akıllanmak dediğiniz şey böyle oluyor...
dedem o zamanlar beni şöyle teskin etmişti; ''üzülme evlat! nemo seni sırat köprüsünden gülerek geçirecek.'' nemonun artık beni oradan geçirme şansı yok. hayvanın elinden aldık o fırsatı iyi mi? *
neyse efendim işte böyle. kaptan nemo'nun hayatımda önemli bir yeri vardır. ben tahtalı köye intikal edene kadar da o aziz hatırasını muhafaza etmeye devam edeceğim.
neyse efendim biz çıktık evden gittik kurban pazarına. her yer ana baba günü. hayatımda ilk defa kurban pazarı görüyorum. elini veren kolunu kaptırıyor. adamlar ellerini birbirlerine sabitlemiş salladıkça sallıyor, tabiri caizse kendilerinden geçiyorlar. tabi bu durum merakıma mucip oldu. sordum babama hemen, ''ne yapıyor baba bu adamlar?'' ''pazarlık yapıyorlar oğlum.'' ''illa böyle mi olması lazım?'' ''evet tosbik böyle olması lazım. bu bir gelenek.'' kestirip atıyor resmen beni. oysa benim sorularım babam tarafından ayrıntılı cevaplandırılırdı. incik cıncık açık nokta bırakılmazdı ama fark ediyorum ki babam o gün gergin. sanıyorum ki o ortamda bulunmaktan pek de mutlu değildi. lakin naif adamdı rahmetli, aile büyüklerini asla kırmazdı. biz de gerekli pazarlık ritüellerini takip ettikten sonra koçumuzu 1 hafta evvelden alarak evin yolunu tuttuk. dedemlere geç intikal edenler kendi dertlerine yansındı. en hızlısıydık hepsinin.
dedem asker adam, dediği dedik. emir komuta zincirine riayet etmek gerek. koç'un bakım görevini bana verdi. bayrama kadar koç bende. emredersiniz dedeciğim diyerek tekmili verip, topukları çarptım birbirine. üzerine bir de turist ömer selamı yapıştırdım ve görev tevdi töreni tamamlandı. babamla birlikte koçu kalacağı yere götürdük. samanları bile hazırlanmış keratanın. bir de güzel bakıyor ki sormayın. babama dedim ki, buna bir isim mi koysak? koy istersen ama çok da bağlanma deyiverdi. babam kesinlikle dönüşüm geçiriyordu. adama bir şeyler olmuştu. normal şartlarda koça ne isim koyacağımıza dair türlü türlü fikirler bulup, sonrasında kahkahalar atmalıydık. oysa ben ağzından cımbız marifetiyle laf çekmeye çalışmaktan kabuğumda ters dönüyordum. neyse babam gitti. kaldık mı biz koç efendi ile baş başa. biraz sohbet muhabbet derken. koça kaptan nemo ismini koymaya karar verdim. denizler altında 20 bin fersah benim okuduğum ilk kitaptı. bilinçli bir tercih değildi. evdeki kitaplıktan çekip çıkarmış sonra da müptelası olmuştum. yaşımda biraz küçüktü * okumayı nasıl söktüğüm başka bir hikâyenin konusu.
nemo ile bayağı bir kanka olduk. o samanını yerken ben gazozumu içiyorum. o bahçede koştururken bende peşi sıra eğlenceli hareketler yapıyorum. çılgın bir ikiliyiz anlayacağınız. sonrasında dedemle anneannemi konuşurken duydum. kasap sabah erkenden gelecekmiş. yok şunlar şuraya bunlar buraya. diğerlerinin koçlarını da hallediversin falan derken benim içimde bir isyan ateşi tütmeye başladı. bakın burada hiç tevazu göstermeyeceğim dedemin en sevdiği torunu bendim. ne istesem yapardı rahmetli. hakkını yiyemem. vardım gittim dedemin yanına. nemo'yu kesmesinler diyorum. ben ona bakarım diyorum. size hiç zorluk çıkarmaz diyorum. yok! adam nuh diyor peygamber demiyor. ne söylesem keyifli keyifli gülüyor. iyice atıyor tabi benim şalterler bu tavır karşısında. peki dede sen bilirsin diyerek ültimatomu verip yanından ayrılıyorum. ben koskoca komutana atarın giderin kralını yapmışım ama adam kahkahalara boğulmuş vaziyette. zoruma gidiyor. işte o anda planımı yapmaya başlıyorum. gece herkes yattığında usulca yataktan kalkıyorum ve nemocuğumun yanına intikal ediyorum. ''hadi hazırlan gidiyoruz buradan!'' inadı tutuyor hergelenin, ipini çekiyorum falan poposunu bile oynatmıyor. durumun vahameti anlatıyorum. ''oğlum seni kesecekler, sana kıyacaklar. kaçmamız lazım.'' el cevap: ''beeeeeeee beeeee'' güç bela susturuyorum. çekiştire çekiştire çıkarıyorum kaldığı yerden. ee nereye gideceğiz?
dedemlerin evinin yakınında eski bir anaokulu var. terk edilmiş. atıl kalmış. sonra yıktılar zaten orayı koca bir apartman diktiler. anılarımızı beton yığınlarının altına gömdüler. tabi mevzu bu değil. ilk aklıma gelen yer orası oluyor. çünkü orada arkadaşlarla çeşitli oyunlar oynuyorduk. avucumun içi gibi bilirim orayı. varıyoruz anaokuluna. yerleşiyoruz eski sınıflardan birisinin içine. nemo kıvrılıp yatıyor bende onun dibine sokulup uyuyorum. sonra sabah erkenden ''beeee beeee'' sesleri ile irkiliyorum. nemo susmuyor. acıkmış belli. aptal kafam! kaçış planı yapıyorsun ama yanında saman getirmeyi unutuyorsun. stratejik intihar diye buna denir. tabi bizde durum böyleyken diğer tarafta paçalar tutuşmuş durumda. tosbağa ortada yok. koçta kayıp. maaile bizim için arama ve kurtarma çalışmaları başlatmışlar. mahalleli bile bu çalışmalara katılmış.
ben nemo'ya bildiğiniz yalvarıyorum. sus oğlum lütfen sus. ama yok dinletemiyorum. ölümüne meliyor kerata. ''beeee de beeee beeee de beeee'' en sonunda sesini mahalleden birinin fark etmesi ile birlikte yakayı ele veriyoruz. dedem, babam mahalleden amcalarımız hepsi başımızda bitiveriyor. üzgün ve yılgın şekilde bakıyorum onlara. dedem hiç kızmıyor. gördüğü gibi kucaklıyor beni. sonra babamdan da aynı şefkati görüyorum. babamın kulağına fısıldıyorum; ''baba özür dilerim. ama nemo çok aç.'' tamam oğlum diyor başımı okşuyor. ''doyururuz birazdan nemo'yu (?) nemo'mu koydun adını diyor ve kahkahayı patlatıyor. babam o gün güzelce doyurdu nemo'yu. ve nemo o gün kesilmedi. ertesi gün babam beni alıp erkenden evden çıktı. lunapark'a gittik. sabahın köründe nasıl yaptıysa bir tek biz varken çalıştı en sevdiğim aletler. bolca gezdik eğlendik. ben döndüğümde ise nemo yoktu. bir süre kendi kendime takıldım. hiç kimse üzerime varmadı. bu başarısız kurban kaçırma denemesinden gerekli dersi çıkarmıştım; önümüzdeki sene muhakkak yanımda saman da götürecektim. akıllanmak dediğiniz şey böyle oluyor...
dedem o zamanlar beni şöyle teskin etmişti; ''üzülme evlat! nemo seni sırat köprüsünden gülerek geçirecek.'' nemonun artık beni oradan geçirme şansı yok. hayvanın elinden aldık o fırsatı iyi mi? *
neyse efendim işte böyle. kaptan nemo'nun hayatımda önemli bir yeri vardır. ben tahtalı köye intikal edene kadar da o aziz hatırasını muhafaza etmeye devam edeceğim.
devamını gör...
29.
belli oldu sizin çocukluk anısı yazacağınız yok * hazır kar almış başını gidiyor. bende karla ilgili ufak bir anımı aktarayım.
20. yüzyılda herhangi bir zaman dilimi. bulunduğumuz il feci miktarda kar yağışı alıyor. okuldan dönüyorum. dizlerime kadar kar var. annemle babam işteler. bu ahval ve şerait içerisinde eve ulaşma telaşı içerisindeyken, derinden ve tiz viyaklamalar duyuyorum. adımlarımı o noktaya doğru çeviriyorum. tamı tamına 7 tane köpek yavrusu. annelerini emmeye çalışıyorlar. birbirlerine sokulmuşlar. donmak üzereler. sonra fark ediyorum ki emmeye çalıştıkları anneleri ölmüş. çaresizlik kötü. ne yapacağımı bilemiyorum. lojmanlara pek az bir mesafem kalmış. karı yara yara eve ulaşıyorum. annemle babamın yatak odasına girip orta boy bir bavul/çanta alıyorum. gerisin geri yola koyuluyorum. bu arkadaşları itina ile çantaya yerleştirip zor bela eve kadar getiriyorum. sıcağı yiyince keratalar o vıyaklamalar çığlıklara dönüşüyor. açlar hergeleler. az buçuk köpeklerle teşrik-i mesaimiz olduğu için halden anlıyoruz. karınlarını doyuruyorum. sonra mışıl mışıl uykuya dalıyorlar. yalnız ben bu arkadaşları ne yapacağım? annem/babam eve dönecek bir tosbağa yedi cüce manzarası karşısında özellikle annemin kalbine inecek. alıyorum bunları tek tek yerleştiriyorum tekrar bavula. odamda yatağımın altına sokuyorum. çok zekice bir hamle bana göre. ortaya çıkmaları mümkün değil. saklama işi benden sorulur. muazzam şekilde kamufle ediyorum.
sonra annemler eve geliyorlar. akşam yemeğiydi, günün nasıl geçti vesaireydi, kar fırtına derken, ben yavaştan odama tüyüp yatağıma uzanıyorum. pusuda beklemem lazım. sıpaların yakalanmaması lazım. sonra bunlar yavaş yavaş hareketleniyorlar boğuk boğuk ses çıkarmaya başlıyorlar yine ve yeniden. açlık fena, bebeye daha da fena. susturamıyorum hergeleleri. annem kapıya dayanıyor. ''oğlum sesleri duyuyor musun?'' ''hayır anne! ne sesi?'' kapıyı kapatıp gidiyor. bir an derin bir oh çekiyorum ama ne yapacağım? annem geldiği anda susmuş olmaları tanrının bir lütfu. biraz daha idare ediyorum durumu ama aç bunlar aç. inanılmaz bir boklu değnek durumu. bu sefer annemin sesini duyuyorum. babama sesleniyor. yahu bu sesler çok yakında geliyor, balkonun altından falan olmasın. bakarım diyor babam. sonra benim kapı yine açılıyor. ''sesleri duydun mu oğlum?'' ''hangi sesler?'' salağa mı yatıyorum yoksa gerçekten salakça mı hareket ediyorum ben de karar veremiyorum. ve o anda pati filarmoni orkestrası konsere başlıyor. babam bu muazzam sanat eserinin geldiği yeri hemen tespit ediyor. eğiliyor yatağın altına çekiveriyor çantayı. bana şöyle bir bakış attıktan sonra; ''ne yaptın be oğlum! aç bunlar aç.'' deyip koşuyor mutfağa doğru. annem kapının başında. çok delici bakışları vardır. hattori hanzoyu bir kaç kere sokup çıkarıyor yüreğime. ağzımı bile açamıyorum. babam bu kerataları beslemeye başlıyor. annem de halen ses seda yok. normalde neşeli kadındır lakin işkence saatim gelmiş olmalı. ben sus pus. babam kerataları hem seviyor hem besliyor. sonra beni yanına çağırıyor. tut bakalım şunu diyor. kerataların birini bana veriyor. böyle gergin bir ortamda yavruları besleme seansı devam ediyor. en nihayetinde bunlar yine kendilerinden geçiyorlar. annemle babam salona geçip fısırdaşıyorlar. hüküm birazdan açıklanır. bakalım başımıza ne gelecek? ikisi birden yeniden kapıda belirliyorlar. babam giriyor söze; ''bu davetsiz misafirler bir süre bizim kalacaklar. sonra ben hepsine güvenli bir yer ayarlayacağım.'' fırlıyorum kendimi tutamıyorum. sarılıyorum babama. annem gülmeye başlıyor. işkence son buluyor.
bir hafta kadar kalıyorlar bizimle. tüm angarya işler bende. seve seve yapıyorum. babam da yakından ilgileniyor. ama hepimiz biliyoruz ki annem olur vermese halimiz nanay. asıl teşekkürü anneme etmeliyiz. sonrasında babam cidden dediğini yapıyor hepsine hem de resmi dairelerde yer buluyor. devlet memuru oluyor bizim keratalar. ara ara bir kaçını görmeye bile gidiyorum. böyle de güzel bitiyor bu hikaye. ama eve gelir gelmez mevzuyu doğru şekilde aktarmadığım için gerekli uyarılar çoktan yapılmış, nasihatler verilmiş. babam yine muzırca gözünü kırparak benimle gurur duyduğunu belli ediyor. annem de sonrasında bunu kelimelere döküyor. bizim yedi cüceler çoktan hakkın rahmetine kavuşmuştur lakin bizim ailenin hafızasına kazındılar. halen annem aile efradında bu beyefendi ne yapmıştı hatırlıyor musunuz diye anlatır .
neyse buradan konuyu şuraya da bağlayayım; gücünüz oranında şu zor kış günlerinde sokaktaki dostlarımıza bir şeyler bırakmayı çok görmeyin. kuşları da unutmayın. pencere kenarlarına kuru ekmek bıraksanız dahi kafi. yani evet pisliyorlar falan ama temizlenir. elinizi korkak alıştırmayın. koyun o ekmekleri gelsinler yesinler. başkalarının aksıra tıksıra yediklerine laf etmiyorsunuz bari onların yemesine vesile olun. öptüm gözlerinizden...
20. yüzyılda herhangi bir zaman dilimi. bulunduğumuz il feci miktarda kar yağışı alıyor. okuldan dönüyorum. dizlerime kadar kar var. annemle babam işteler. bu ahval ve şerait içerisinde eve ulaşma telaşı içerisindeyken, derinden ve tiz viyaklamalar duyuyorum. adımlarımı o noktaya doğru çeviriyorum. tamı tamına 7 tane köpek yavrusu. annelerini emmeye çalışıyorlar. birbirlerine sokulmuşlar. donmak üzereler. sonra fark ediyorum ki emmeye çalıştıkları anneleri ölmüş. çaresizlik kötü. ne yapacağımı bilemiyorum. lojmanlara pek az bir mesafem kalmış. karı yara yara eve ulaşıyorum. annemle babamın yatak odasına girip orta boy bir bavul/çanta alıyorum. gerisin geri yola koyuluyorum. bu arkadaşları itina ile çantaya yerleştirip zor bela eve kadar getiriyorum. sıcağı yiyince keratalar o vıyaklamalar çığlıklara dönüşüyor. açlar hergeleler. az buçuk köpeklerle teşrik-i mesaimiz olduğu için halden anlıyoruz. karınlarını doyuruyorum. sonra mışıl mışıl uykuya dalıyorlar. yalnız ben bu arkadaşları ne yapacağım? annem/babam eve dönecek bir tosbağa yedi cüce manzarası karşısında özellikle annemin kalbine inecek. alıyorum bunları tek tek yerleştiriyorum tekrar bavula. odamda yatağımın altına sokuyorum. çok zekice bir hamle bana göre. ortaya çıkmaları mümkün değil. saklama işi benden sorulur. muazzam şekilde kamufle ediyorum.
sonra annemler eve geliyorlar. akşam yemeğiydi, günün nasıl geçti vesaireydi, kar fırtına derken, ben yavaştan odama tüyüp yatağıma uzanıyorum. pusuda beklemem lazım. sıpaların yakalanmaması lazım. sonra bunlar yavaş yavaş hareketleniyorlar boğuk boğuk ses çıkarmaya başlıyorlar yine ve yeniden. açlık fena, bebeye daha da fena. susturamıyorum hergeleleri. annem kapıya dayanıyor. ''oğlum sesleri duyuyor musun?'' ''hayır anne! ne sesi?'' kapıyı kapatıp gidiyor. bir an derin bir oh çekiyorum ama ne yapacağım? annem geldiği anda susmuş olmaları tanrının bir lütfu. biraz daha idare ediyorum durumu ama aç bunlar aç. inanılmaz bir boklu değnek durumu. bu sefer annemin sesini duyuyorum. babama sesleniyor. yahu bu sesler çok yakında geliyor, balkonun altından falan olmasın. bakarım diyor babam. sonra benim kapı yine açılıyor. ''sesleri duydun mu oğlum?'' ''hangi sesler?'' salağa mı yatıyorum yoksa gerçekten salakça mı hareket ediyorum ben de karar veremiyorum. ve o anda pati filarmoni orkestrası konsere başlıyor. babam bu muazzam sanat eserinin geldiği yeri hemen tespit ediyor. eğiliyor yatağın altına çekiveriyor çantayı. bana şöyle bir bakış attıktan sonra; ''ne yaptın be oğlum! aç bunlar aç.'' deyip koşuyor mutfağa doğru. annem kapının başında. çok delici bakışları vardır. hattori hanzoyu bir kaç kere sokup çıkarıyor yüreğime. ağzımı bile açamıyorum. babam bu kerataları beslemeye başlıyor. annem de halen ses seda yok. normalde neşeli kadındır lakin işkence saatim gelmiş olmalı. ben sus pus. babam kerataları hem seviyor hem besliyor. sonra beni yanına çağırıyor. tut bakalım şunu diyor. kerataların birini bana veriyor. böyle gergin bir ortamda yavruları besleme seansı devam ediyor. en nihayetinde bunlar yine kendilerinden geçiyorlar. annemle babam salona geçip fısırdaşıyorlar. hüküm birazdan açıklanır. bakalım başımıza ne gelecek? ikisi birden yeniden kapıda belirliyorlar. babam giriyor söze; ''bu davetsiz misafirler bir süre bizim kalacaklar. sonra ben hepsine güvenli bir yer ayarlayacağım.'' fırlıyorum kendimi tutamıyorum. sarılıyorum babama. annem gülmeye başlıyor. işkence son buluyor.
bir hafta kadar kalıyorlar bizimle. tüm angarya işler bende. seve seve yapıyorum. babam da yakından ilgileniyor. ama hepimiz biliyoruz ki annem olur vermese halimiz nanay. asıl teşekkürü anneme etmeliyiz. sonrasında babam cidden dediğini yapıyor hepsine hem de resmi dairelerde yer buluyor. devlet memuru oluyor bizim keratalar. ara ara bir kaçını görmeye bile gidiyorum. böyle de güzel bitiyor bu hikaye. ama eve gelir gelmez mevzuyu doğru şekilde aktarmadığım için gerekli uyarılar çoktan yapılmış, nasihatler verilmiş. babam yine muzırca gözünü kırparak benimle gurur duyduğunu belli ediyor. annem de sonrasında bunu kelimelere döküyor. bizim yedi cüceler çoktan hakkın rahmetine kavuşmuştur lakin bizim ailenin hafızasına kazındılar. halen annem aile efradında bu beyefendi ne yapmıştı hatırlıyor musunuz diye anlatır .
neyse buradan konuyu şuraya da bağlayayım; gücünüz oranında şu zor kış günlerinde sokaktaki dostlarımıza bir şeyler bırakmayı çok görmeyin. kuşları da unutmayın. pencere kenarlarına kuru ekmek bıraksanız dahi kafi. yani evet pisliyorlar falan ama temizlenir. elinizi korkak alıştırmayın. koyun o ekmekleri gelsinler yesinler. başkalarının aksıra tıksıra yediklerine laf etmiyorsunuz bari onların yemesine vesile olun. öptüm gözlerinizden...
devamını gör...
30.
bana en çok anımsatan şey alım gücü, 0,25 ve 0,10 kuruşa bardak meybuz ve mısır cipsi ile benden mutlusu yoktu sanırım.
devamını gör...
31.
ben de yazacağım bir anımı. herkesin bir anısı vardır. siz de yazın..
efendim mahallede benim yaşıtım bir problem kız vardı -umarım burada yazmıyordur yeminlen ifşa olurum- bu küçük sevimli ama ısırgan kız çocuğu tüm mahallenin başına neler getirdi? o dönem herkes ondan yaka silkerdi. üstelik annesi annemle çok samimiydi. bir onlar bize geliyor, bir biz onlara gidiyorduk. kekler, börekler sınırsız çaylar hava da uçuşuyordu. arada bebeklerimin gözleri oyuluyor, bacakları parçalanıp yollara atılıyor, ranzamdan aşağı itilip gözyaşlarına boğuluyordum. hepsi şaka yaptım adı altında toplanıyordu. o yaşta izlenmemesi gereken korku filmlerini izleyeyip üzerimizde uyguluyordu bu tehlikeli ufaklık. problem kız bu çocuktu işte.
en çok zarar gören de bendim. neymiş efendim annesi annemle samimiymiş. başka birini bulamadın mı annem? neyse efendim artık biraz büyümeye başlamışız. ilkokuldan ortaokula yükselmişiz.*bu kız çocuğunun vukuatları artık son bulmuş gibi gözüküyor. gönül işlerine kaymış olması bizi biraz olsun rahatlatıyordu.
eve o gün sessiz kuzenim ve yengem gelmişti. bu kuzenim o kadar sessiz ve uslu çocuktu ki annesi onu hangi koltuğa bırakırsa o koltukta milim kaymadan bulurdu. bir doğum günümde problem kız tarafından odaya kilitlenmişti. kapıyı kırarcasına açmıştık içeri daldığımızda gözyaşlarıyla bulmuştuk kendisini. o an aramızda bulunan problem kızın varlığından olacak ki kuzenim korkusundan, onu kimin kilitlediğini uzun bir zaman söylememiş olanlardan çok sonralardan haberimiz olmuştu.
herkes tedirgindi fakat kızın çok ılımlı hareketlerinden değişimine biz ikna olmuştuk bile. hatta odama geçmiyor annelerimizle sohbet ediyorduk. bu etkileyici görüntüden sonra artık problem olmayan kız çocuğu annesine -anne biz artık büyüdük, kızlarla bizim eve gidip sohbet etmek istiyorum. onlara makyaj malzemelerimi, yeni aldığım takılarımı göstereceğim ve tabii gönlünde yatan aslan hakkında paylaşımda bulunmak istiyordu. annesi bu pembe düşleri paylaşma isteğini anladı. annelerimizi ikna etti. kendi aralarında gülüşüp bizi uğurladılar.
eve gittiğimizde eline bir kova aldı, içini su ile doldurdu.
-gelin yeni bir şey keşfettim. bugün çok eğleneceğiz..
şaşırdık ama merakta ettik. en üst kattaki evin balkonundan, yolun üzerinden geçen insanların üzerine su boşaltıyorduk. ben hemen adapte oldum.
okuduğumuz okula çok yakındık. okuldan çıkan ceketli, pantolonlu bir hanımefendi hedef yerimize doğru ilerliyordu. orada o kişinin öğretmen olabileceğini ve bu kişiyi es geçmemiz gerektiğini söyledim. dikkate alınmadım tabii ki. kötü liderimiz korkmamam gerektiğini söyledi. onun direktiflerine uydum. bu sefer o suyu ben dökecektim. yapamadım. hemen elimden aldı kovayı. bu eğlenceyi kaçıramazdı.
- bak benim gibi olun, korkmayın. cesaret edin. nasıl döküyorum, dikkatle izleyin.
döktü. tam isabet hemde. kadın sırılsıklam oldu. yukarıdan onu gözetlerken bizi farketti. heyecandan ve tuhaf eğlence anlayışımızdan acayip sesler çıkarmıştık. kendimizi ele verdik. kadın çığlık atarak apartmana yöneldi. üst kattaki bütün zillere basıyordu. bu sesler siren sesi gibiydi. eğlence yerini korkuya bıraktı. karşı daireden sesler geliyordu. kadın, nerede onlar diye bağırarak karşı komşunun evine dalmıştı. kadın çaresizlik içinde bizim daireyi gösteriyordu.
-o yapmıştır.*
kapıya geldi. yumrukladı. çığlık attı, tehditler savurdu. apartman ayağı kalkmış bizim dairenin önünde toplanmıştı sanki. bu olay neredeyse 40 dk kadar sürdü. bir süre sonra sesler kesildi.
kuzenime sarılırken kalp atışlarını elimde hissediyordum. ona çok üzüldüm. en masumumuz oydu. benden iki yaş küçüktü ve eve geldiğimiz kız benim arkadaşım olduğu için fena halde vicdan yapmıştım. ilk görevim onu korumaktı.
sesler kesilince yine problem kızın önderliğinde dışarı çıkmaya karar verdik. cesareti ilk bulan oydu tabii ki. aynada kendimi gördüm. stresten yüzüm pancar gibi olmuştu. kapıyı açtık o önde biz arkada. ta ta tammm. hayır, kadın değil... ayakkabılar, yoktu. kadın giderken intikam almak istemiş ayakkabılarımızı götürmüştü. sorunlu önderimizin anne ve babasının terlikleriyle iki,üç apatman ilerdeki evimize doğru yola koyulduk. o gidiş süresinde sanki ilçe değiştirdik. her yerden kadın çıkabilirdi çok tedirgindik.
eve vardık sonunda. durumu anlattık annelerimize. evet daha büyümemiştik.. bir daha o kadar sık görüşmedik onlarla. hep bir sınır vardı aramızda. annem yüzümüzdeki korkuyu gördü, bana kızmadı bile. kendine kızdı, izin vermemeliydim dedi.
bugün bu anı çok tuhaf bir şekilde aklıma geldi.* o kız büyüdü anne oldu hatta kreş öğretmeni, bir sürü çocukları var. ama ben onu her gördüğümde o ifadeyi görüyorum. halen tırsıyorum ondan. * umarım artık değişmişsindir.
efendim mahallede benim yaşıtım bir problem kız vardı -umarım burada yazmıyordur yeminlen ifşa olurum- bu küçük sevimli ama ısırgan kız çocuğu tüm mahallenin başına neler getirdi? o dönem herkes ondan yaka silkerdi. üstelik annesi annemle çok samimiydi. bir onlar bize geliyor, bir biz onlara gidiyorduk. kekler, börekler sınırsız çaylar hava da uçuşuyordu. arada bebeklerimin gözleri oyuluyor, bacakları parçalanıp yollara atılıyor, ranzamdan aşağı itilip gözyaşlarına boğuluyordum. hepsi şaka yaptım adı altında toplanıyordu. o yaşta izlenmemesi gereken korku filmlerini izleyeyip üzerimizde uyguluyordu bu tehlikeli ufaklık. problem kız bu çocuktu işte.
en çok zarar gören de bendim. neymiş efendim annesi annemle samimiymiş. başka birini bulamadın mı annem? neyse efendim artık biraz büyümeye başlamışız. ilkokuldan ortaokula yükselmişiz.*bu kız çocuğunun vukuatları artık son bulmuş gibi gözüküyor. gönül işlerine kaymış olması bizi biraz olsun rahatlatıyordu.
eve o gün sessiz kuzenim ve yengem gelmişti. bu kuzenim o kadar sessiz ve uslu çocuktu ki annesi onu hangi koltuğa bırakırsa o koltukta milim kaymadan bulurdu. bir doğum günümde problem kız tarafından odaya kilitlenmişti. kapıyı kırarcasına açmıştık içeri daldığımızda gözyaşlarıyla bulmuştuk kendisini. o an aramızda bulunan problem kızın varlığından olacak ki kuzenim korkusundan, onu kimin kilitlediğini uzun bir zaman söylememiş olanlardan çok sonralardan haberimiz olmuştu.
herkes tedirgindi fakat kızın çok ılımlı hareketlerinden değişimine biz ikna olmuştuk bile. hatta odama geçmiyor annelerimizle sohbet ediyorduk. bu etkileyici görüntüden sonra artık problem olmayan kız çocuğu annesine -anne biz artık büyüdük, kızlarla bizim eve gidip sohbet etmek istiyorum. onlara makyaj malzemelerimi, yeni aldığım takılarımı göstereceğim ve tabii gönlünde yatan aslan hakkında paylaşımda bulunmak istiyordu. annesi bu pembe düşleri paylaşma isteğini anladı. annelerimizi ikna etti. kendi aralarında gülüşüp bizi uğurladılar.
eve gittiğimizde eline bir kova aldı, içini su ile doldurdu.
-gelin yeni bir şey keşfettim. bugün çok eğleneceğiz..
şaşırdık ama merakta ettik. en üst kattaki evin balkonundan, yolun üzerinden geçen insanların üzerine su boşaltıyorduk. ben hemen adapte oldum.
okuduğumuz okula çok yakındık. okuldan çıkan ceketli, pantolonlu bir hanımefendi hedef yerimize doğru ilerliyordu. orada o kişinin öğretmen olabileceğini ve bu kişiyi es geçmemiz gerektiğini söyledim. dikkate alınmadım tabii ki. kötü liderimiz korkmamam gerektiğini söyledi. onun direktiflerine uydum. bu sefer o suyu ben dökecektim. yapamadım. hemen elimden aldı kovayı. bu eğlenceyi kaçıramazdı.
- bak benim gibi olun, korkmayın. cesaret edin. nasıl döküyorum, dikkatle izleyin.
döktü. tam isabet hemde. kadın sırılsıklam oldu. yukarıdan onu gözetlerken bizi farketti. heyecandan ve tuhaf eğlence anlayışımızdan acayip sesler çıkarmıştık. kendimizi ele verdik. kadın çığlık atarak apartmana yöneldi. üst kattaki bütün zillere basıyordu. bu sesler siren sesi gibiydi. eğlence yerini korkuya bıraktı. karşı daireden sesler geliyordu. kadın, nerede onlar diye bağırarak karşı komşunun evine dalmıştı. kadın çaresizlik içinde bizim daireyi gösteriyordu.
-o yapmıştır.*
kapıya geldi. yumrukladı. çığlık attı, tehditler savurdu. apartman ayağı kalkmış bizim dairenin önünde toplanmıştı sanki. bu olay neredeyse 40 dk kadar sürdü. bir süre sonra sesler kesildi.
kuzenime sarılırken kalp atışlarını elimde hissediyordum. ona çok üzüldüm. en masumumuz oydu. benden iki yaş küçüktü ve eve geldiğimiz kız benim arkadaşım olduğu için fena halde vicdan yapmıştım. ilk görevim onu korumaktı.
sesler kesilince yine problem kızın önderliğinde dışarı çıkmaya karar verdik. cesareti ilk bulan oydu tabii ki. aynada kendimi gördüm. stresten yüzüm pancar gibi olmuştu. kapıyı açtık o önde biz arkada. ta ta tammm. hayır, kadın değil... ayakkabılar, yoktu. kadın giderken intikam almak istemiş ayakkabılarımızı götürmüştü. sorunlu önderimizin anne ve babasının terlikleriyle iki,üç apatman ilerdeki evimize doğru yola koyulduk. o gidiş süresinde sanki ilçe değiştirdik. her yerden kadın çıkabilirdi çok tedirgindik.
eve vardık sonunda. durumu anlattık annelerimize. evet daha büyümemiştik.. bir daha o kadar sık görüşmedik onlarla. hep bir sınır vardı aramızda. annem yüzümüzdeki korkuyu gördü, bana kızmadı bile. kendine kızdı, izin vermemeliydim dedi.
bugün bu anı çok tuhaf bir şekilde aklıma geldi.* o kız büyüdü anne oldu hatta kreş öğretmeni, bir sürü çocukları var. ama ben onu her gördüğümde o ifadeyi görüyorum. halen tırsıyorum ondan. * umarım artık değişmişsindir.
devamını gör...
32.
başlığı görünce yazmadan geçmek istemedim.
daha o zamanlar iki veya üçüncü sınıftaydım. okulumuzda epeyce büyük neyse dersteyiz yanımda da o zaman ki en yakın arkadaşım oturuyor. dersi dinliyorum falan sonra saçımla oynamaya başladım. e elimi kaldırmışken kafamın her yerine dokunmadan da indiremezdim. saçlarım gözüm yüzüm derken elim kulağıma gitmesin mi sonra bir eksiklik hissetmiyim mi. evet hissetim bir de ne göreyim küpem yok yerlere bakıyorum yok çantamda da yok ben panik.
arkadaşım beni öyle görünce ne olduğunu sordu. bende kendimi öyle deli gibi görünce dersin ortasında sorardım. neyse kıza söyledim. oda hocaya söyledi. sonra hoca bana şey dedi "küpelerin altın mıydı ?" bende ağlamaklı bir sesle "evet öğretmenim altındı annem kesin çok kızacak" diyorum. hoca hemen sıra arkadaşımla beni en son gittiğimiz yere gidip aramamız için izin verdi. ee biz de dışarı çıkmıştık haliyle bütün bahçede nasıl arıyoruz nasıl arıyoruz anlatamam. baktık olmuyor hocadan izin alıp sınıfları geziyoruz. neyse ki küpenin diğeri bende idi gittiğimiz sınıflara gösterip bulurlarsa getirmelerini tembihliyorum falan ardından bulamadık ve gün bitti. eve gitme zamanı gelip çattı ben o panikle eve dahi gitmek istemiyorum tabi neyse mecbur servise bindim. eve gittiğimde anneme " anne altın küpem kayboldu" dedim ve korkarak kızmasını bekledim. annem "küpen altın değildi ki" dedi
o an şaşırdım ve içime su serpildi ohh altın değilmiş felan diyodum kendime. annem de kızmadı. öbürsü gün okula gittiğimde öğretmen küpeyi bulup bulmadığımı sordu. altın olmadığını demedim tabi büyük rezillik o kadar ortalığı velveleye ver sonra bi bakıyorsun ki altın değil hurda parçası *
daha o zamanlar iki veya üçüncü sınıftaydım. okulumuzda epeyce büyük neyse dersteyiz yanımda da o zaman ki en yakın arkadaşım oturuyor. dersi dinliyorum falan sonra saçımla oynamaya başladım. e elimi kaldırmışken kafamın her yerine dokunmadan da indiremezdim. saçlarım gözüm yüzüm derken elim kulağıma gitmesin mi sonra bir eksiklik hissetmiyim mi. evet hissetim bir de ne göreyim küpem yok yerlere bakıyorum yok çantamda da yok ben panik.
arkadaşım beni öyle görünce ne olduğunu sordu. bende kendimi öyle deli gibi görünce dersin ortasında sorardım. neyse kıza söyledim. oda hocaya söyledi. sonra hoca bana şey dedi "küpelerin altın mıydı ?" bende ağlamaklı bir sesle "evet öğretmenim altındı annem kesin çok kızacak" diyorum. hoca hemen sıra arkadaşımla beni en son gittiğimiz yere gidip aramamız için izin verdi. ee biz de dışarı çıkmıştık haliyle bütün bahçede nasıl arıyoruz nasıl arıyoruz anlatamam. baktık olmuyor hocadan izin alıp sınıfları geziyoruz. neyse ki küpenin diğeri bende idi gittiğimiz sınıflara gösterip bulurlarsa getirmelerini tembihliyorum falan ardından bulamadık ve gün bitti. eve gitme zamanı gelip çattı ben o panikle eve dahi gitmek istemiyorum tabi neyse mecbur servise bindim. eve gittiğimde anneme " anne altın küpem kayboldu" dedim ve korkarak kızmasını bekledim. annem "küpen altın değildi ki" dedi
o an şaşırdım ve içime su serpildi ohh altın değilmiş felan diyodum kendime. annem de kızmadı. öbürsü gün okula gittiğimde öğretmen küpeyi bulup bulmadığımı sordu. altın olmadığını demedim tabi büyük rezillik o kadar ortalığı velveleye ver sonra bi bakıyorsun ki altın değil hurda parçası *
devamını gör...
33.
henüz göktaşının yeryüzünü vurmadığı, dinozorların dünyayı adımladığı geçmiş zaman dilimlerinden birinde yaşanmış bir vakıayı aktarayım sizlere. bizim mahalle keyifli bir mahalleydi. örgütlü bir çocuk gücü vardı. mahalle maçlarından tutun, meyve ağaçlarına dalma işine kadar çok organize hareket ederdik. zayiatsız yığınla operasyon gerçekleştirdik. erikler, kirazlar, vişneler, elmalar... her daim yüklü ganimetle dönerdik mahalleye. dut baskınlarımız da meşhurdu. ağaçların altına koca koca bezler çeker, ağaçları sallar, düşenleri sırtlar, anında arazi olurduk. bu organize hareket kabiliyetinin meyvesini hayatımın sonraki evrelerinde çok güzel yedim. gerek tercih ettiğim spor dalında, gerekse foça-hakkari hattında çok işime yaradı bu kolektif bilinç teranesi. hayatta kaldık daha ne olsun?
bu kadar meyve ağacı operasyonu yapmış tecrübeli neferler olarak gözümüzü çok farklı bir noktaya dikmiştik. bu görev çok zordu. çok meşakkatliydi. önden aldığımız istihbarat raporlarına göre içeri sızmanın neredeyse imkansız olduğundan bahsediliyordu. diğer mahallelerin çocukları, duvarların yanına yaklaşmaktan bile korkuyorlardı. hedefimizdeki eski köşk ve bahçesi hakkında türlü türlü tevatürler ortaya çıkmıştı. köşkün sahibi yaşlı amca yakaladığı çocukları esir alıyor ve yakalanan çocuklardan bir daha haber alınamıyordu. aynı zamanda bahçede köpekler vardı. siz deyin kerberos gibi üç başlıydılar, ben diyeyim ejderhalar kadar büyüktüler. anlayacağız köşk bahçesi hakkında aldığımız bilgiler iç rahatlatıcıydı (!) ama biz geri adım atmayacaktık. namımızı bütün çevreye duyuracaktık. ne yapıp edip o bahçeden erik ve kiraz çalacak tüm söylentilerin üzerine bir çizgi çekecektik. evvela tüf tüfler hazırlandı. köpeklere karşı kendimizi korumalıydık. bu operasyonda ciddi silah gücüne ihtiyacımız vardı. külahların ucuna iğneler takıldı. ancak zorda kalmadıkça bu silahlar kullanılmayacak, sadece nefsi müdafaa için onlardan yararlanılacaktı. herkes eski püskü kıyafetlerini giydi, şort giymek kesinlikle yasaktı. bu, köpekler için aldığımız bir önlemdi. üstümüz başımız parçalanırsa annelere hesap verme işinden bu ince strateji sayesinde yırtacaktık. bizim kuşak bilir eskiden dershanelerin dağıttığı çantalar vardı; ipli askılı. herkes onlardan takacak ganimet bunlarla taşınacaktı. 10 kişilik özel müdahale timimizden bir kişi erketeye yatacak, bir kişi de askılı çantasında köpekler için yiyecek bulunduracaktı. operasyonu en ince ayrıntılarına kadar planlamıştık. başarısız olma şansımız bize göre %0,0001'di. çünkü bizdeki kurmay zeka, o dönem yaşıtlarımızın yanından geçemeyeceği kadar yüksekti. *
bu özgüvenle harekata başladık. arkadaşımızın ailesinin deposundan aldığımız merdiven de yanımızdaydı. malumunuz lojistik mühim mevzu. sessizce duvar diplerine kadar ilerledik. merdiveni duvara dayadık ve birer birer bahçeye girmeye başladık. intikal tamamlandığında karşımızdaki manzara bizi hayretlere düşürdü. cennetin krallığına girmiş gibiydik. muhteşem çiçekler, kocaman ağaçlar, büyükçe bir havuz, muhtelif yerlerde heykeller, büyük bir kamelya... dünyanın en büyük coğrafi keşfini biz yapmış olmalıydık. en azından öyle hissediyorduk. herkes fısıltıyla ve hayretler içerisinde birbirinin omzuna vurarak, sağı solu gösteriyor ve kıkırdıyordu. işte o anda cennette olmadığımızı, cehennem köpeklerinin havlamaları ile anladık. herkes tüf tüflerine davrandı. neredeydi bunlar? nereden geleceklerdi? tedirgin bir bekleyiş aldı herkesi. köpekler havlıyor ama ortaya çıkmıyorlardı. milis güçleri komutanı olarak hemen ortaya atıldım. ''köpekler zincirli olmalı arkadaşlar. ağaçlara hücuuum!'' baktım herkeste bir tedirginlik hali mevcut ilk olarak ben koşmaya başladım. diğerleri de arkamdan geldiler. ağaçlara tırmandık, çantaları tıka basa doldurduk. operasyon bitmek üzereydi. ve o anda yaşlı amcanın sesi duyuldu. ''inin ağaçlarımdan!'' ''hepinizi keseceğim!'' diye bağırıyordu. çok da umurumuzdaydı sanki. bizim tehditlere karnımız tok. yaşlı bir amca o kadar çocuğu nasıl durdursun? işte onun cevabını bir kaç dakika içinde öğrenecektik.
ağaçlardan inilmiş, çıkış harekatı için geldiğimiz yöne doğru yönelmiştik. ancak duvarın dibinde bizi bir sürpriz bekliyordu. tonton yanaklı, sevimli bir adam, elinde kılıcıyla, yanı başında 3 tane köpekle karşımızda dikiliyordu. tabiri caizse küçük dilimizi yuttuk. acaba tüf tüfler işe yarar mıydı? şaka değil adamın elinde kılıç vardı. ''sizi keseceğim!'' derken doğru mu söylüyordu? çantaları bırakın diye bağırdı. herkes çantaları hafifçe yere bıraktı. şakaklarımdan ve ensemden hafifçe terlemeye başlamıştım. kesin köpekleri üzerimize salacaktı. sonra da işimizi bitirecekti. ''özür dileriz!'' diye bağırdım. sonra herkes hep bir ağızdan özür dilemeye başladık. ''susun kapatın çenenizi!'' herkes buz kesti. ''siz bu yaptığınızın hırsızlık olduğunu bilmiyor musunuz?'' kemler kümler ıh lar mıhlar...
düşün önüme! yaşlı amca ve köpekler arkamızda biz önde bir bilinmeze doğru yola koyulduk. kaçmak geçiyor aklımdan ama olabilecekleri düşününce vazgeçiyorum. bir de arkadaşlarımı nasıl arkada bırakayım? onu da gururuma yediremiyorum. amca bize yön talimatı veriyor, biz ilerliyoruz. en nihayetinde bahsettiğim büyük kamelyanın yanına vardık. oturun! anında hepimiz çöktük kaldık. burada bekleyeceksiniz, birazdan geleceğim. kimse de gık çıkmıyor. köpekler bize biz köpeklere bakıyoruz. yaşlı amca kılıcıyla ağır ağır köşke doğru uzaklaştı. her kafadan bir ses çıkmaya başladı. fısıltılar içerisinde; ''amca bizi kesip köpeklere yem edecek'', ''koşup kaçalım canımızı kurtaralım'', ''susun köpekler bizi parçalar!'' tam bir kaos hali mevcut bizim grupta. 5- 10 dakika geçti geçmedi amca yanında bir teyzeyle ufukta göründü. kadının elinde kocaman bir şey var ama ne var çözemiyoruz. mesafe biraz uzak. bize doğru yaklaşıyorlar. gerginlik had safhada. herhalde o geliş anı ömrümden ömür götürmüştür. ağır çekimde yaşandı. bir türlü bitmek bilmedi. yanımıza vardıklarında, teyze hafifçe gülerek; ''bunlar mı suçlular?'' diye sordu. evet diye yanıtladı yaşlı amca. teyzenin elinde koca bir tepsi, tepside içinde kırmızı renkli bir sıvı bulunan bardaklar. ''alın bakalım için!'' diye uzattı. kesin zehirleyecekler bizi. belki de diğer çocukların kanlarını içirecekler. yahu biz bu hale nasıl düştük? her şey böyle mi bitecekti? acı sonla yüzleşmeye karar verdim. güç bela kalktım ayağa. başıma ne gelecekse gelecekti. ama gururumdan taviz vermeyecektim. teyzeye yaklaşıp, bardaklardan birine uzandım, bir taraftan da göz ucuyla köpekleri kontrol ediyorum. ''hadi iç korkmuşsundur iyi gelir.'' dedi teyze.
ya allah deyip, diktim bardağı kafaya. aman yarabbi o ne güzel bir tattır. nasıl güzel geldi. buz gibi. resmen yeniden doğdum. ama bekliyorum ki, yıkılıp kalayım, vücuduma bir titreme gelsin. yok yani bir şey. işi birden yüzsüzlüğe vurdum. ''bir tane daha alabilir miyim?'' ''al tabi!'' bana bir şey olmadığını gören diğerleri de dadandı bardaklara, içildi güzelce şerbetler. daha sonra asker emeklisi olduğunu öğrendiğimiz yaşlı amca bize yepyeni bir nutuk attı. zaten nutkumuz tutuktu. can kulağıyla dinledik onu. sonrasında ise izin almak koşuluyla her daim bahçeye gelebileceğimizi söyledi ve böylece sona erdi çin işkencesi. geldiğimiz yoldan geri döndük. çantalarımıza dokunulmadı. tüm malzemelerimizi aldık ve bu sefer amcanın verdiği merdiveni kullanarak rahat bir şekilde bahçeden dışarı çıktık. nefis geyiği döndü bu işin. mahalleye dönene kadar bayağı bir rahatlamıştık. ama aramızda sözleştik; bundan kimseye bahsetmeyecek ve karizmayı çizdirmeyecektik. girişte kullandığımız merdiveni aldığımız ardiyeye koyduktan sonra sessizce dağıldık. sanıyorum ki, o gece herkes yaşadığımız o büyük mağlubiyetin muhasebesini yaparak uyumuştur. ya da kimseyi benim gibi uyku tutmamıştır.
yalnız son noktada şunu söylemem lazım; çocukluğunuzda hiçbir ağaca dalmadıysanız, bahçe duvarlarından aşmadıysanız ve meyve aşırmadıysanız, o çocukluk şaibelidir. yeniden üzerinden geçin derim. *
bu kadar meyve ağacı operasyonu yapmış tecrübeli neferler olarak gözümüzü çok farklı bir noktaya dikmiştik. bu görev çok zordu. çok meşakkatliydi. önden aldığımız istihbarat raporlarına göre içeri sızmanın neredeyse imkansız olduğundan bahsediliyordu. diğer mahallelerin çocukları, duvarların yanına yaklaşmaktan bile korkuyorlardı. hedefimizdeki eski köşk ve bahçesi hakkında türlü türlü tevatürler ortaya çıkmıştı. köşkün sahibi yaşlı amca yakaladığı çocukları esir alıyor ve yakalanan çocuklardan bir daha haber alınamıyordu. aynı zamanda bahçede köpekler vardı. siz deyin kerberos gibi üç başlıydılar, ben diyeyim ejderhalar kadar büyüktüler. anlayacağız köşk bahçesi hakkında aldığımız bilgiler iç rahatlatıcıydı (!) ama biz geri adım atmayacaktık. namımızı bütün çevreye duyuracaktık. ne yapıp edip o bahçeden erik ve kiraz çalacak tüm söylentilerin üzerine bir çizgi çekecektik. evvela tüf tüfler hazırlandı. köpeklere karşı kendimizi korumalıydık. bu operasyonda ciddi silah gücüne ihtiyacımız vardı. külahların ucuna iğneler takıldı. ancak zorda kalmadıkça bu silahlar kullanılmayacak, sadece nefsi müdafaa için onlardan yararlanılacaktı. herkes eski püskü kıyafetlerini giydi, şort giymek kesinlikle yasaktı. bu, köpekler için aldığımız bir önlemdi. üstümüz başımız parçalanırsa annelere hesap verme işinden bu ince strateji sayesinde yırtacaktık. bizim kuşak bilir eskiden dershanelerin dağıttığı çantalar vardı; ipli askılı. herkes onlardan takacak ganimet bunlarla taşınacaktı. 10 kişilik özel müdahale timimizden bir kişi erketeye yatacak, bir kişi de askılı çantasında köpekler için yiyecek bulunduracaktı. operasyonu en ince ayrıntılarına kadar planlamıştık. başarısız olma şansımız bize göre %0,0001'di. çünkü bizdeki kurmay zeka, o dönem yaşıtlarımızın yanından geçemeyeceği kadar yüksekti. *
bu özgüvenle harekata başladık. arkadaşımızın ailesinin deposundan aldığımız merdiven de yanımızdaydı. malumunuz lojistik mühim mevzu. sessizce duvar diplerine kadar ilerledik. merdiveni duvara dayadık ve birer birer bahçeye girmeye başladık. intikal tamamlandığında karşımızdaki manzara bizi hayretlere düşürdü. cennetin krallığına girmiş gibiydik. muhteşem çiçekler, kocaman ağaçlar, büyükçe bir havuz, muhtelif yerlerde heykeller, büyük bir kamelya... dünyanın en büyük coğrafi keşfini biz yapmış olmalıydık. en azından öyle hissediyorduk. herkes fısıltıyla ve hayretler içerisinde birbirinin omzuna vurarak, sağı solu gösteriyor ve kıkırdıyordu. işte o anda cennette olmadığımızı, cehennem köpeklerinin havlamaları ile anladık. herkes tüf tüflerine davrandı. neredeydi bunlar? nereden geleceklerdi? tedirgin bir bekleyiş aldı herkesi. köpekler havlıyor ama ortaya çıkmıyorlardı. milis güçleri komutanı olarak hemen ortaya atıldım. ''köpekler zincirli olmalı arkadaşlar. ağaçlara hücuuum!'' baktım herkeste bir tedirginlik hali mevcut ilk olarak ben koşmaya başladım. diğerleri de arkamdan geldiler. ağaçlara tırmandık, çantaları tıka basa doldurduk. operasyon bitmek üzereydi. ve o anda yaşlı amcanın sesi duyuldu. ''inin ağaçlarımdan!'' ''hepinizi keseceğim!'' diye bağırıyordu. çok da umurumuzdaydı sanki. bizim tehditlere karnımız tok. yaşlı bir amca o kadar çocuğu nasıl durdursun? işte onun cevabını bir kaç dakika içinde öğrenecektik.
ağaçlardan inilmiş, çıkış harekatı için geldiğimiz yöne doğru yönelmiştik. ancak duvarın dibinde bizi bir sürpriz bekliyordu. tonton yanaklı, sevimli bir adam, elinde kılıcıyla, yanı başında 3 tane köpekle karşımızda dikiliyordu. tabiri caizse küçük dilimizi yuttuk. acaba tüf tüfler işe yarar mıydı? şaka değil adamın elinde kılıç vardı. ''sizi keseceğim!'' derken doğru mu söylüyordu? çantaları bırakın diye bağırdı. herkes çantaları hafifçe yere bıraktı. şakaklarımdan ve ensemden hafifçe terlemeye başlamıştım. kesin köpekleri üzerimize salacaktı. sonra da işimizi bitirecekti. ''özür dileriz!'' diye bağırdım. sonra herkes hep bir ağızdan özür dilemeye başladık. ''susun kapatın çenenizi!'' herkes buz kesti. ''siz bu yaptığınızın hırsızlık olduğunu bilmiyor musunuz?'' kemler kümler ıh lar mıhlar...
düşün önüme! yaşlı amca ve köpekler arkamızda biz önde bir bilinmeze doğru yola koyulduk. kaçmak geçiyor aklımdan ama olabilecekleri düşününce vazgeçiyorum. bir de arkadaşlarımı nasıl arkada bırakayım? onu da gururuma yediremiyorum. amca bize yön talimatı veriyor, biz ilerliyoruz. en nihayetinde bahsettiğim büyük kamelyanın yanına vardık. oturun! anında hepimiz çöktük kaldık. burada bekleyeceksiniz, birazdan geleceğim. kimse de gık çıkmıyor. köpekler bize biz köpeklere bakıyoruz. yaşlı amca kılıcıyla ağır ağır köşke doğru uzaklaştı. her kafadan bir ses çıkmaya başladı. fısıltılar içerisinde; ''amca bizi kesip köpeklere yem edecek'', ''koşup kaçalım canımızı kurtaralım'', ''susun köpekler bizi parçalar!'' tam bir kaos hali mevcut bizim grupta. 5- 10 dakika geçti geçmedi amca yanında bir teyzeyle ufukta göründü. kadının elinde kocaman bir şey var ama ne var çözemiyoruz. mesafe biraz uzak. bize doğru yaklaşıyorlar. gerginlik had safhada. herhalde o geliş anı ömrümden ömür götürmüştür. ağır çekimde yaşandı. bir türlü bitmek bilmedi. yanımıza vardıklarında, teyze hafifçe gülerek; ''bunlar mı suçlular?'' diye sordu. evet diye yanıtladı yaşlı amca. teyzenin elinde koca bir tepsi, tepside içinde kırmızı renkli bir sıvı bulunan bardaklar. ''alın bakalım için!'' diye uzattı. kesin zehirleyecekler bizi. belki de diğer çocukların kanlarını içirecekler. yahu biz bu hale nasıl düştük? her şey böyle mi bitecekti? acı sonla yüzleşmeye karar verdim. güç bela kalktım ayağa. başıma ne gelecekse gelecekti. ama gururumdan taviz vermeyecektim. teyzeye yaklaşıp, bardaklardan birine uzandım, bir taraftan da göz ucuyla köpekleri kontrol ediyorum. ''hadi iç korkmuşsundur iyi gelir.'' dedi teyze.
ya allah deyip, diktim bardağı kafaya. aman yarabbi o ne güzel bir tattır. nasıl güzel geldi. buz gibi. resmen yeniden doğdum. ama bekliyorum ki, yıkılıp kalayım, vücuduma bir titreme gelsin. yok yani bir şey. işi birden yüzsüzlüğe vurdum. ''bir tane daha alabilir miyim?'' ''al tabi!'' bana bir şey olmadığını gören diğerleri de dadandı bardaklara, içildi güzelce şerbetler. daha sonra asker emeklisi olduğunu öğrendiğimiz yaşlı amca bize yepyeni bir nutuk attı. zaten nutkumuz tutuktu. can kulağıyla dinledik onu. sonrasında ise izin almak koşuluyla her daim bahçeye gelebileceğimizi söyledi ve böylece sona erdi çin işkencesi. geldiğimiz yoldan geri döndük. çantalarımıza dokunulmadı. tüm malzemelerimizi aldık ve bu sefer amcanın verdiği merdiveni kullanarak rahat bir şekilde bahçeden dışarı çıktık. nefis geyiği döndü bu işin. mahalleye dönene kadar bayağı bir rahatlamıştık. ama aramızda sözleştik; bundan kimseye bahsetmeyecek ve karizmayı çizdirmeyecektik. girişte kullandığımız merdiveni aldığımız ardiyeye koyduktan sonra sessizce dağıldık. sanıyorum ki, o gece herkes yaşadığımız o büyük mağlubiyetin muhasebesini yaparak uyumuştur. ya da kimseyi benim gibi uyku tutmamıştır.
yalnız son noktada şunu söylemem lazım; çocukluğunuzda hiçbir ağaca dalmadıysanız, bahçe duvarlarından aşmadıysanız ve meyve aşırmadıysanız, o çocukluk şaibelidir. yeniden üzerinden geçin derim. *
devamını gör...
34.
annemin bi kolumdan babamin bi kolumdan tutup birkaç saniyeligine beni havaya kaldirmasi. bak hatırladım elim ayagim titredi mutluluktan.
devamını gör...
35.
ilkokul ikinci sınıfta başıma gelen unutamadığım anımdır.
küçük bir ilçede yaşıyorduk mevsimlerden kıştı. kışların soğuk geçtiği bir yerdi. sabahçı öğleci döneminde sabahçıydım. saat beş gibi kalktığımı ilk dersin yedi gibi başladığını hatırlıyorum. yaklaşık on beş yirmi dakikalık yürüme yolum vardı. annem her sabah kalkar hem bana hem babama kahvaltı hazırlardı. babam da öğretmendi o da sabahçıydı ama farklı okullardaydık.babam daha uzak bir okula gittiği için benden erken çıkardı.
yine soğuk bir sabahtı kahvaltımı yapmış okula gitmiştim. biraz erken gelmiştim daha ilk derse yarım saatten fazla vardı. sınıfa ilk gelen bendim. çok geçmeden o zamanlar çocukluk aşkım olan yeşil gözlü kısa dalgalı saçlı, çok güzel çok şirin o zamanlar giydiğimiz mavi önlüğün çok yakıştığı ismi tuğçe olan kız geldi. çok sevinmiştim sonraki gelenlere kadar sınıfta başbaşa geçirecek vaktimiz olmuştu. sınıf sobalıydı daha yeni yakıldıgı için soğuktu. soba pencereye yakın bir yerdeydi hem ısınmak hem de pencereden dışarı bakmak için pencere kenarında ayakta konuşmaya başlamıştık. bir kaç dakika konuştuk gülüşmeler eşliğinde güzel geçiyordu.sonrasında tuğçe bacaklarıma baktı pantolan giymemişsin dedi güldü. ben de bacaklarıma baktım altımda sadece soğuk günlerde giydiğim içlik vardı. pantolon rengine benzer renkte kahverengi gibi bir renkteydi. ne ben ne annem pantolonsuz evden çıktığımı farketmemiştik. hatta okulda sevdiğim kızla konuşurken o görene kadar farketmemiştim. hemen sınıftan koşarak çıktım yaşanabilecek en utanç verici şeylerden birini yaşamaştım. eve kadar koşarak gittim hemen pantolonumu giyip geri koşarak okula geldim. beni yaşadığım olaydan çok sevdiğim kızın önünde yaşamam utandırmıştı ve sınıfta en azından sadece o görmüştü. geldiğimde ders başlamak üzereydi sınıf tamamen dolmuştu. sınıfa girdiğimde tuğçenin bir kaç arkadaşı kendi arasında gülüştü onlara anlatmıştı. sonrasında hiç konuşulmadı dalga geçilmedi.ama bu olay en en utamadığım çocukluk anım oldu.
küçük bir ilçede yaşıyorduk mevsimlerden kıştı. kışların soğuk geçtiği bir yerdi. sabahçı öğleci döneminde sabahçıydım. saat beş gibi kalktığımı ilk dersin yedi gibi başladığını hatırlıyorum. yaklaşık on beş yirmi dakikalık yürüme yolum vardı. annem her sabah kalkar hem bana hem babama kahvaltı hazırlardı. babam da öğretmendi o da sabahçıydı ama farklı okullardaydık.babam daha uzak bir okula gittiği için benden erken çıkardı.
yine soğuk bir sabahtı kahvaltımı yapmış okula gitmiştim. biraz erken gelmiştim daha ilk derse yarım saatten fazla vardı. sınıfa ilk gelen bendim. çok geçmeden o zamanlar çocukluk aşkım olan yeşil gözlü kısa dalgalı saçlı, çok güzel çok şirin o zamanlar giydiğimiz mavi önlüğün çok yakıştığı ismi tuğçe olan kız geldi. çok sevinmiştim sonraki gelenlere kadar sınıfta başbaşa geçirecek vaktimiz olmuştu. sınıf sobalıydı daha yeni yakıldıgı için soğuktu. soba pencereye yakın bir yerdeydi hem ısınmak hem de pencereden dışarı bakmak için pencere kenarında ayakta konuşmaya başlamıştık. bir kaç dakika konuştuk gülüşmeler eşliğinde güzel geçiyordu.sonrasında tuğçe bacaklarıma baktı pantolan giymemişsin dedi güldü. ben de bacaklarıma baktım altımda sadece soğuk günlerde giydiğim içlik vardı. pantolon rengine benzer renkte kahverengi gibi bir renkteydi. ne ben ne annem pantolonsuz evden çıktığımı farketmemiştik. hatta okulda sevdiğim kızla konuşurken o görene kadar farketmemiştim. hemen sınıftan koşarak çıktım yaşanabilecek en utanç verici şeylerden birini yaşamaştım. eve kadar koşarak gittim hemen pantolonumu giyip geri koşarak okula geldim. beni yaşadığım olaydan çok sevdiğim kızın önünde yaşamam utandırmıştı ve sınıfta en azından sadece o görmüştü. geldiğimde ders başlamak üzereydi sınıf tamamen dolmuştu. sınıfa girdiğimde tuğçenin bir kaç arkadaşı kendi arasında gülüştü onlara anlatmıştı. sonrasında hiç konuşulmadı dalga geçilmedi.ama bu olay en en utamadığım çocukluk anım oldu.
devamını gör...
36.
bu aralar çocukluğum aklıma geldiğinde en sık düşündüğüm şey annemin biberonla bana yaptığı ballı süt , dibini içerken gelen balın o keskin tadı. geçenlerde eşime ballı süt deyip duygulanıp ağladım o derece bi bağ ballı süte karşı.
devamını gör...
37.
halamlardayım. yemek yedik ve her zamanki gibi eniştem beni kızdırma derdinde. beni kızdırmayı çok severdi. nerden aklıma düştüyse ilerleyen saatlerde sütlü nuriye diye tutturdum. epey de küçüğüm. hani çikolata dersin, bisküvi dersin de sütlü nuriye diye tutturmak neden?
eniştem de beni kırmak istemediğinden geceye yakın bir saatte çıkıyor pastane pastane dolaşıyor, arıyor sırf gönlüm olsun diye. buluyor. o oluyor lakabım sütlü nuriye kalıyor. kocaman da olsam ben artık sütlü nuriyeydim onun için. nur içinde yatsın
eniştem de beni kırmak istemediğinden geceye yakın bir saatte çıkıyor pastane pastane dolaşıyor, arıyor sırf gönlüm olsun diye. buluyor. o oluyor lakabım sütlü nuriye kalıyor. kocaman da olsam ben artık sütlü nuriyeydim onun için. nur içinde yatsın
devamını gör...
38.
hayallere dayalı ısrarcılığın yoğun bir şekilde deneyimlendiği zamanlar.
bir gün annemin önemli bir işi çıkmış, apartmanın en yetkili teyzelerinden birinin yanına emanet edilmiştim. benim yaşlarımdaki torunuyla oynamaya başladık. oyuncak hamurlarla baklavalar açılmış, hayali mutfakta marifetlerimizi döktürmüştük. teyzenin torununu annesi erkenden gelip alınca, çok geçmeden sıkılmaya başladım. çocuk aklı bu, her dakika oyun ister, oyalanmak ister. bir an boş durmak istemez. bir dakika önce hamur açar iki dakika son paten kayar. ortam ve koşullara göre yeni oyunlar ve oyuncaklar belirlenir. benim de kafam böyle çalışıyordu işte.
vitrinde ağzı geniş küçük bir vazonun içinde parlak yeşil boncuklar vardı. bir anda gözüm onlara kaydı. kopmuş bir tesbihin tekrar yapılması için alelacele vazonun içine atılmış boncuklar.. ah o boncuklar.. yeşil yeşil.. avuç avuç alıp içinde yüzmek istedim. bileğimdeki ve boynumdaki boncuklardan daha güzeldi sanki. değildi tabii ki, ben öyle zannediyordum. parlaktı, küçüktü, zarifti zaafım vardı onlara. hemen elime aldım. benim olmadığının farkındaydım sadece biraz dokunup, boncuklarla oynamak istedim. oyunum bitince zaten yerine koyacaktım. oyunum tehlikeliydi, kulağının içine boncukları tıkıştırma oyunuydu.
bir kulak içi ne kadar boncuk alabilir?
bilimsel deney havasında geçen oyunun sorusu da bir garipti. ben deneyi gerçekleştirirken, ev sahibesi içeri girdi:
-güzel olmuş muyum? süslendim ben.
+aa kızım çok güzel olmuşsun.. ne yaptın bakalım anlat bana?
teyzemiz farkettiğiniz gibi ballı lokma tatlısı kıvamında. hiç farketmeden yavaş yavaş kulağımdaki boncukları çıkartıp birer birer saymaya başlıyor. ona saymamız gerektiğini söylüyorum çünkü. oyunu ve dikkatimi hiç bozmuyor. son bir tanesini çıkaramıyor, uğraşıyor ve onu çıkarana kadar benim için oyunun devam edeceğini biliyor.
+ güzel kızım şimdi oyuna başka bir yerde devam edeceğiz. bir yere gideceğiz seninle sonuncusunu orada çıkartacağız.
-ya şa sın!!
yolda dedem ile karşılaşıyoruz. tatlı teyzemiz dedeme, bizim bir oyunda olduğumuzu ama oyunun ters gittiğini benim anlamadığım dille şifreli bir şekilde anlatıyor. ben durumdan çok keyif alıyorum. oyunuma gitgide daha çok kişi katılıyor. dedem de oyunuma dahil oluyor, ilk defa aile büyüğümle bir oyunun içinde takım halindeyiz. çok mutluyum...
hep birlikte oyunumuzun bitiş yerine yani hastaneye varıyoruz. son boncuğu doktor amca çıkartıyor. bana bir şey koklatırken son sayıyı ondan duyuyorum. doktor da son anda oyunuma dahil oluyor.
ve oyun bitiyor..
en son hatırladığım bu. anneme tüm bu yaşananları sevinçle anlatıyorum. tabii ki kendisine tehlikeli oyunumun bütün detayları önceden bahsediliyor. her şeyi bilmesine rağmen beni kalbi ağzında dinliyor. teyzemiz bana belli etmemek için soğukkanlıymış gibi davransa da ona emanet edildiğim için hop oturup hop kalkıyor aslında. yan yana geliğimizde hep söyler:
-ah kızım o gün ecel terleri döktürdün bana.
halbuki ben o gün çok eğlenmiştim..
tatlı teyzemle ne zaman bir araya gelsek bu konu açılır, kıkır kıkır güleriz. onu güldürmek için 'süslendim ben' demeyi hiç ihmal etmem.
büyümek farkında olmak demek. tehlikenin her anını buram buram hissetmek demek. sorumluluk da büyümenin kardeşidir. ruhsal ağırlığı oradan geliyor işte.
bir gün annemin önemli bir işi çıkmış, apartmanın en yetkili teyzelerinden birinin yanına emanet edilmiştim. benim yaşlarımdaki torunuyla oynamaya başladık. oyuncak hamurlarla baklavalar açılmış, hayali mutfakta marifetlerimizi döktürmüştük. teyzenin torununu annesi erkenden gelip alınca, çok geçmeden sıkılmaya başladım. çocuk aklı bu, her dakika oyun ister, oyalanmak ister. bir an boş durmak istemez. bir dakika önce hamur açar iki dakika son paten kayar. ortam ve koşullara göre yeni oyunlar ve oyuncaklar belirlenir. benim de kafam böyle çalışıyordu işte.
vitrinde ağzı geniş küçük bir vazonun içinde parlak yeşil boncuklar vardı. bir anda gözüm onlara kaydı. kopmuş bir tesbihin tekrar yapılması için alelacele vazonun içine atılmış boncuklar.. ah o boncuklar.. yeşil yeşil.. avuç avuç alıp içinde yüzmek istedim. bileğimdeki ve boynumdaki boncuklardan daha güzeldi sanki. değildi tabii ki, ben öyle zannediyordum. parlaktı, küçüktü, zarifti zaafım vardı onlara. hemen elime aldım. benim olmadığının farkındaydım sadece biraz dokunup, boncuklarla oynamak istedim. oyunum bitince zaten yerine koyacaktım. oyunum tehlikeliydi, kulağının içine boncukları tıkıştırma oyunuydu.
bir kulak içi ne kadar boncuk alabilir?
bilimsel deney havasında geçen oyunun sorusu da bir garipti. ben deneyi gerçekleştirirken, ev sahibesi içeri girdi:
-güzel olmuş muyum? süslendim ben.
+aa kızım çok güzel olmuşsun.. ne yaptın bakalım anlat bana?
teyzemiz farkettiğiniz gibi ballı lokma tatlısı kıvamında. hiç farketmeden yavaş yavaş kulağımdaki boncukları çıkartıp birer birer saymaya başlıyor. ona saymamız gerektiğini söylüyorum çünkü. oyunu ve dikkatimi hiç bozmuyor. son bir tanesini çıkaramıyor, uğraşıyor ve onu çıkarana kadar benim için oyunun devam edeceğini biliyor.
+ güzel kızım şimdi oyuna başka bir yerde devam edeceğiz. bir yere gideceğiz seninle sonuncusunu orada çıkartacağız.
-ya şa sın!!
yolda dedem ile karşılaşıyoruz. tatlı teyzemiz dedeme, bizim bir oyunda olduğumuzu ama oyunun ters gittiğini benim anlamadığım dille şifreli bir şekilde anlatıyor. ben durumdan çok keyif alıyorum. oyunuma gitgide daha çok kişi katılıyor. dedem de oyunuma dahil oluyor, ilk defa aile büyüğümle bir oyunun içinde takım halindeyiz. çok mutluyum...
hep birlikte oyunumuzun bitiş yerine yani hastaneye varıyoruz. son boncuğu doktor amca çıkartıyor. bana bir şey koklatırken son sayıyı ondan duyuyorum. doktor da son anda oyunuma dahil oluyor.
ve oyun bitiyor..
en son hatırladığım bu. anneme tüm bu yaşananları sevinçle anlatıyorum. tabii ki kendisine tehlikeli oyunumun bütün detayları önceden bahsediliyor. her şeyi bilmesine rağmen beni kalbi ağzında dinliyor. teyzemiz bana belli etmemek için soğukkanlıymış gibi davransa da ona emanet edildiğim için hop oturup hop kalkıyor aslında. yan yana geliğimizde hep söyler:
-ah kızım o gün ecel terleri döktürdün bana.
halbuki ben o gün çok eğlenmiştim..
tatlı teyzemle ne zaman bir araya gelsek bu konu açılır, kıkır kıkır güleriz. onu güldürmek için 'süslendim ben' demeyi hiç ihmal etmem.
büyümek farkında olmak demek. tehlikenin her anını buram buram hissetmek demek. sorumluluk da büyümenin kardeşidir. ruhsal ağırlığı oradan geliyor işte.
devamını gör...
39.
ortaokul son ya da 2'nin yaz tatili, sanirim cocukluk donemi olarak kabul edilebilinir. ayni mahallede asagi yukari 200-300 mtr otede oturan bir is kadini vardi, annemin yakin arkadasi. bir aksam is yemegine beni goturmek istemis yalniz gitmemek icin. sordular gelir misin diye, - guzel kizlar varsa gelirim dedim hemen. neyse giyindik suslendik falan tuttuk hilton'un yolunu. buyukce bir salon bir ton kravatli, takim elbiseli, kisa elbiseli is insanlari, kimisi bistroda puro icip, kimisi viski iciyor, ortam etkileyici. ayni aksamda bizim evde babamin bir arkadasi bizde esiyle yemege gelmisler ama aile elit boy, babaminda bu adamlarla is yapmasi gerekli yatirimlari var falan buraya sonra donucez.
neyse yavas yavas millet masalardaki yerlerini almaya basladi, guzel muzikleri caliyor, siparisler alindi falan, yemek fix menu degil yani eskiden fix menu mu varmis. yanimda bi abi oturuyor falan benimle muhabbete girince cok hosuma gitti kendimi buyuk hissettirdi bana falan, karsi masadaki kizlari gosteriyor, biriyle uzun sure beraber olmus, digeriyle kisa sureli takilmis, bende senin gibi olucam abi falan diyorum, cok ozendim. sonra benim onume kucuk bir sise muhtemelen 15lik bir sarap sisesi geldi, ablaya baktim iceyim mi diye, gozlerini kirpti onaylarcasina ama yavas ic dedi. o gun ickiyle tanistigim geceydi.
vay kirmizi sarap, sarap bardagi da karsimda durunca nasil havali hissettim kendimi, etrafima bakindim yasitim disiler var mi diye, maalesef yoktu ama guzel ablalar vardi, kucuk erkeklerin korkulu ruyasi buyuk ablalar. yanimdaki abi ilerleyen saatlerde benim bardagin uzerine masa altindan eklemeler yapmaya basladi, yarasin kocum deyip, kadeh tokusturmalar falan. akabinde guzel tatli uzun sacli pic bir cocuk oldugumu anlamis olcagindan dolayi, sirketteki yeni avinin masasina yollayip, kendisinden selam soylememi isteyip bide yanagina opucuk kondurmami istedi. gittim kizin yanina kulagina fisildadiktan sonra selamini, opucem deyip dudaklarindan opup geri kosarak masaya geldigimde kahkaha tufani beni bekliyordu. artik sarhos olmustum ve durmak bilmiyordum.
gozume kistirdigim guzel ablalari dansa kaldirip, her biriyle dans etmeye basladim boyum kisa oldugundan dolayi malum bellerine uzanabiliyordum sadece, kimisinin ayva gobegi vardi, o ayva gobekleri yastik edasiyla kullanip uzerlerinde gozlerimi kapayip sizdigim anlar oldu zaman zaman slow dans esliginde. bi ara kusmam gerekti artik, tuvalete falan kitledim kendimi, biraz da orda uyumusum, akabinde yanimda oturan abi buldu beni, iceride kayboldum sanmislar ufak capli bir kriz cikartmisim ama benim bundan haberim yoktu.
gecenin ilerleyen saatlerinde taksiyle eve donus yolunda biraz da taksiye kusmusum, agzim burnum kaymis bir sekilde evin onunde durdu taksi, actim kapiyi indim taksiden, tam karsimdalar babam, annem, babamin elit arkadasi ve esi. benim agiz burun kaymis, yuzum gozum kusmuk icinde. babam kesin icinden baba demeden yuru git lan iceri falan diyordur rezil olmamak icin elit aileye, elbette istedigi olmadi once anneme sardim dans etmek icin, babama bos elimi kaldirip serefe falan diyorum. annem baya bozuldu, babam gulmeye baslayinca artik herkes gulmeye basladi. neyse babamin isinin icine etmedik en azindan ama bu aniyi hala yanyana geldigimizde konusur guleriz. bu arada o gece 15ml lik sarap, 3 tane tek raki ve masa altindan verilen sayamadigim icki icmisim.
suan ki aklim olsa zaten rakiyla - sarap? saka misin asla karistirmam.
neyse yavas yavas millet masalardaki yerlerini almaya basladi, guzel muzikleri caliyor, siparisler alindi falan, yemek fix menu degil yani eskiden fix menu mu varmis. yanimda bi abi oturuyor falan benimle muhabbete girince cok hosuma gitti kendimi buyuk hissettirdi bana falan, karsi masadaki kizlari gosteriyor, biriyle uzun sure beraber olmus, digeriyle kisa sureli takilmis, bende senin gibi olucam abi falan diyorum, cok ozendim. sonra benim onume kucuk bir sise muhtemelen 15lik bir sarap sisesi geldi, ablaya baktim iceyim mi diye, gozlerini kirpti onaylarcasina ama yavas ic dedi. o gun ickiyle tanistigim geceydi.
vay kirmizi sarap, sarap bardagi da karsimda durunca nasil havali hissettim kendimi, etrafima bakindim yasitim disiler var mi diye, maalesef yoktu ama guzel ablalar vardi, kucuk erkeklerin korkulu ruyasi buyuk ablalar. yanimdaki abi ilerleyen saatlerde benim bardagin uzerine masa altindan eklemeler yapmaya basladi, yarasin kocum deyip, kadeh tokusturmalar falan. akabinde guzel tatli uzun sacli pic bir cocuk oldugumu anlamis olcagindan dolayi, sirketteki yeni avinin masasina yollayip, kendisinden selam soylememi isteyip bide yanagina opucuk kondurmami istedi. gittim kizin yanina kulagina fisildadiktan sonra selamini, opucem deyip dudaklarindan opup geri kosarak masaya geldigimde kahkaha tufani beni bekliyordu. artik sarhos olmustum ve durmak bilmiyordum.
gozume kistirdigim guzel ablalari dansa kaldirip, her biriyle dans etmeye basladim boyum kisa oldugundan dolayi malum bellerine uzanabiliyordum sadece, kimisinin ayva gobegi vardi, o ayva gobekleri yastik edasiyla kullanip uzerlerinde gozlerimi kapayip sizdigim anlar oldu zaman zaman slow dans esliginde. bi ara kusmam gerekti artik, tuvalete falan kitledim kendimi, biraz da orda uyumusum, akabinde yanimda oturan abi buldu beni, iceride kayboldum sanmislar ufak capli bir kriz cikartmisim ama benim bundan haberim yoktu.
gecenin ilerleyen saatlerinde taksiyle eve donus yolunda biraz da taksiye kusmusum, agzim burnum kaymis bir sekilde evin onunde durdu taksi, actim kapiyi indim taksiden, tam karsimdalar babam, annem, babamin elit arkadasi ve esi. benim agiz burun kaymis, yuzum gozum kusmuk icinde. babam kesin icinden baba demeden yuru git lan iceri falan diyordur rezil olmamak icin elit aileye, elbette istedigi olmadi once anneme sardim dans etmek icin, babama bos elimi kaldirip serefe falan diyorum. annem baya bozuldu, babam gulmeye baslayinca artik herkes gulmeye basladi. neyse babamin isinin icine etmedik en azindan ama bu aniyi hala yanyana geldigimizde konusur guleriz. bu arada o gece 15ml lik sarap, 3 tane tek raki ve masa altindan verilen sayamadigim icki icmisim.
suan ki aklim olsa zaten rakiyla - sarap? saka misin asla karistirmam.
devamını gör...
40.
ılkokul 5. siniftayim, oglenci oldugum sene iyi hatirliyorum okul cikislari kisin karanliga denk geldiginden dolayi servisle gidip geliyorum. en arka cam kenari bana ait. okul cikisi kumpir ile caprisun almisim, kosemde hem yiyip hem icerken bir yandan da disariyi kesiyorum. o sene bosnadan (sanirim bosna savasindan dolayi) gelen 2 abla kardes vardi. yabanci, sarisin ve mavi gozleri oldugundan dolayi utaniyoruz konusmaya, oynamaya. neyse bi anda bu iki kiz kardes disardalar tamda benim cam kenarina denk geldiler. serviste hareket etmeye basladi hafiften, kizlarla goz goze gelince opucuk yolladim.
aksi gibi cuma gunuydu, eve geldim suratimdan dusen bin parca, herkes soruyor ne oldu diye. ıcime kapandim resmen 2 gun boyunca bosnadan askerler gelip beni tutuklucak sandim sirf opucuk yolladim kizlara diye.
cocukluk iste o sira bosnali askerler kimlerle mucadele ediyor aslanim, senin opucugunle mi ugrasicaklar….
aksi gibi cuma gunuydu, eve geldim suratimdan dusen bin parca, herkes soruyor ne oldu diye. ıcime kapandim resmen 2 gun boyunca bosnadan askerler gelip beni tutuklucak sandim sirf opucuk yolladim kizlara diye.
cocukluk iste o sira bosnali askerler kimlerle mucadele ediyor aslanim, senin opucugunle mi ugrasicaklar….
devamını gör...