yine boyle ilkokul zamanlari, kis mevsimi. aksam yemeginden sonra annem otururdu masaya elinde bir meyva sepeti ile, soyardi biz cocuklarina. ne zaman elime portakal verse ikiye ayirdigimda portakalin ortasinda buyuk dilimlerin sonunda yapisik yavru gibi ufak portakal parcalari olurdu, onlari portakalin yavrusu sanip yemeye korkardim ölürler diye.
dicen simdi nereden aklina geldi, az evvel ogluma portakal soyup ikiye ayirdigimda yine ufak yavru portakal dilimlerini gorunce o gunlere gidiverdim.
devamını gör...
annem elektrik süpurgesiyle halıları süpürürken uykum gelirdi ve koltuğa kıvranırdım.süpürge sesi bittiğinde fena mayışırdım.bir gün mayıştıktan sonra babaannemlere çıkmıştım ve koltuğa arabama sarılıp dediğim şekilde kıvranmıştım.o arabayı ve o günü hiç unutamıyorum.
devamını gör...
sırf pedifen içebilmek için hasta olurdum...
devamını gör...
annemle babam ben 7 yaşımda iken ayrıldı. babam antalya'ya taşındı. annem yaz tatillerinde şoföre, muavine beni emanet ederek antalya'ya, babamın yanına yollardı.

babam kaleiçi'nde pansiyon, bar ve restaurant işletiyor. pansiyonda yatıp kalkiyoruz. her gün konyaaltı sahilinde denize giriyoruz. tüm gün kaleiçi'nin sokaklarında dolaşıyorum. akşam olunca bizim barda tüm kaleiçi esnafı toplanıp kumara başlardı, babam da dahil. o zamanlar hepsi turizmden büyük paralar kazanıyor. akşam tek başıma gezmem yasak olduğu için ben de kumarlarini izliyorum. beni bakkala sigara vs almaya yolluyorlar, para üstlerini de bahşiş olarak bana veriyorlar. ben de paket paket cips alıp taso biriktiriyorum, malum pokemon yılları...

bir süre sonra izle izle hep aynı şeyleri gördüğün için tüm kağıt oyunlarını öğreniyorsun. okeyi mesela 3 yaşımda öğrenmiştim. batak oyununu 8, pokeri ise 9 yaşımda öğrendim. 10 yaşımda (sene 2001) babamın barın içine koyduğu amerikan bilardosunda partisi 200 liraya çiftli bilardo oynar, babamla geleni geçeni tokatlardik. boyum yetmediği için altıma takoz odun parçası koyarlardı. tek sırada arka arkaya 5 top soktuğum çılgın zamanlardı. tüm parayı babam indirir, bana da cips, dondurma, kola, fanta, bisküvi alacak kadarını ateşlerdi. hey gidi günler hey. *
devamını gör...
geceleri tüm mahalle cocukları ile saklambaç oynamak. hatta yakalanmamak ıcın görece büyükler daha mınıklerı omzuna alır yetişgin insanmış gibi karanlıkta ebeyı kandırmaya çalışırdık. elma dersem cık armut dersem çıkma…
devamını gör...
çocuk olmamdi.
devamını gör...
çocukluğunu hatırlayanlar var mı ya
devamını gör...
3 yaşımdayken siyah topuklu ayakkabıdan korkuyormuşum . karıştırmayayım diye çekmece önlerine falan topuklu ayakkabı koyuyorlarmış.
devamını gör...
çamura düşen topu duvara vura vura duvarın anasını bellerdik.
devamını gör...
futbolcu kartları vardı ne günlerdi be.
devamını gör...
hiç unutmam birinci sınıfta besleme çantamda yarım ekmek ve kare küçük çikolatam vardı bir yıl öyle geçmişti.bir de unutmadığım 3 gün para biriktirip gazoz aldığımı.
devamını gör...
henüz ilkokula dahi gitmiyorsunuzdur. mesafe olarak yakın sayılabilecek bir yere -kuvvetle muhtemel ananenize veya babaannenize- ailecek oturmaya gitmişsinizdir. vakit -bir çocuğa göre- gecenin ilerleyen saatleridir ve birazdan eve dönülecektir. üzerinizde bir üşengeçlik veya yorgunluk hissi vardır ve kısa mesafe de olsa o sırada o yolu yürümek istemiyorsunuzdur. henüz çocuksunuzdur ancak aklınız numaracılığa ermektedir. işte tam misafirlikten kalkılacağı sırada üzerinize birdenbire müthiş bir uyku hâli gelir. o anda uyukladığınızı gören aile büyükleri tabii ki sizi yürütmeye kıyamaz ve kucağına alır, tıngır mıngır eve gidersiniz ve hemen sıcacık yatağınıza yatırılır, mışıl mışıl uyursunuz. o anı yaşayanlar bilir ki o durum bir çocuk için dünyanın en güzel hisselerinden biridir ve paha biçilemez. çocukluğunda o güzel hisleri yaşayanlara selam olsun..
devamını gör...
ben çocukları çok sevdiğim için, çocuklarla çocuk olurum. arkadaşlarımın belli yaş çocuklarıyla taş kağıt makas oynar, onlara yenilir, hadi büfeden istediğinizi alın derim.

bir ağabeyim vardı, bana neden böyle yaptığımı sordu.

ben çok küçükken, babam içki içer, beni de birtakım yerlere götürürdü yanında. sıhhi tesisatçıya giderdik. fikret hakan gibi bir adam vardı. o böyle tam top şamandıraları keser, tam bir top yapardı. ben de oynardım. benim gönlüm eğlenirdi.

dedim böyle böyle, yutkundum. ben böyle büyüdüm. bana ben çocukken elimden tutup bakkala götürürlerdi, sakız alırlardı.

ben şimdi başka türlü davranmam çocuklara. bir çocukla bakkala girer, her şeyden alır çıkarım.
devamını gör...
8.sınıfın ya nisan ya da mayıs ayıydı. havalar günlük güneşlik, normal bir insan evladı düşmüş sokaklara keyfine keyif katarken biz büyümüş de küçülmüş, teog* telaşına düşmüşüz. sürekli deneme sınavlarına girip eksiklerimizi kapatma uğraşındayız. o sırada dershaneye de gidiyorum tabii, daha dershaneleri kapatmadıkları dönem, 2014.

şunu keşfettim, bizim bu okulun deneme sınavlarıyla dershanenin yaptığı deneme sınavı aynı. senkronize gidiyorlar ve farklı zamanlarda aynı sınavı yapıyorlar. zaten verdikleri eğitim, siyasi zihniyet, kafa yapısı da aynıydı benim gittiğim okul ve dershanenin. neyse, abi ben bunu anlayınca dedim ki ikisine birden gireyim, beyin bedava, niye hamallık yapayım?* dershanede de şöyle bir olay var, dondurma mevsimi başlayınca dediler ki, tüm soruları doğru yaparsanız dondurma bizden hediye. benden kaçar mı, önce okuldaki sınava girdim. 3 yanlışım çıktı. sonra o yanlışların doğrusunu ezberledim, gittim dershanedeki sınava girdim. tahmin ettiğiniz üzere tüm soruları doğru cevapladım. dondurma hakkı kazandım bedavadan, hiç yoktan.* ha, sonra da vicdan muhasebesi yaptım, o dondurmayı almadım. yani öyle aynı sınava iki kere gittim geldim amaçsız kral sabri sarıoğlu misâli.*

o değil de teog telaşına kapılmak da ne aptallıkmış be. teog ne la? yks varken, üniversitedeki vize ve finaller varken, özel ve genel hayatta yaşanan onca acı, yenen onca darbe varken teog ne? işte bu da böyle bir anımdır. iyi geceler.*
devamını gör...
geçmişe bakıp özlemle hatırlayacağım o yaz sabahlarından birinde, evi saran reçel kokusuyla neşe içinde uyanıyorum. annem yine çilek reçeli pişirmiş; kocaman bir tencere ağzına kadar mutlulukla dolu. koşarak fırlıyorum yatağımdan. sabahın köründen beri reçelle uğraşan annemin yüzündeki tebessüm, kaynayan çileklerden bile daha sıcak; yanağına minik bir öpücük konduruyorum. salonun kapısındaki buzlu camdan el sallayan turuncumsu ışığın çağrısına kapılıyorum sonra. küçücük ellerimle masallardaki kahramanların şatolara girişleri gibi aralıyorum devasa kapıyı. kadife bordo perdelerin içinden usulca süzülüp kollarını uzatmış güneş. huzmelerin arasında uçuşan tozlar adeta dans ediyor. şaşkın bir şekilde parkenin üzerine dökülen ışığın üzerinde kayan zerrecikleri izliyorum. çatlakların arasından karıncalar fırlıyor aniden. onlar da uçuşan tozlara eşlik etmek istiyor gibiler. bir şey var noksan olan ve ben her zamanki gibi fazla meraklıyım. uzanıp yere, onları daha yakından görmek istiyorum. burnumda karınca kokusu, gözlerimde ışığın yansıması, dilimde hiçbir yere ait olmayan tuhaf kelimelerle örülü bir şarkı; eksik olan parça tamamlanıveriyor. karıncalar tozlara, tozlar ışığa, ışık çocukluğuma ayak uyduruyor. yaşadığım şey öylesine büyüleyici ki, hiç bitmesin istiyorum. bu anı bir an evvel abilerimle paylaşmak için yanlarına gidip uyanmalarını bekliyorum. hiç de uyanacak gibi görünmüyorlar. salona geri geldiğimde ortada ne karıncalar var ne de dans eden tozlar. hayal kırıklığı ve bir tutam hüzün kaplıyor içimi. parkenin üzerine uzanıp karıncaların tekrar belirmesini sabırsızlıkla beklerken uykuya dalıyorum. rüyamda kendimi yaşlı bir adam olarak görüyorum. bir ağacın gölgesinde oturmuş, yanımda küçük bir çocuk; elimde gitarla çocuğa bir şeyler çalarken, o da hikayeler anlatıyor bana. çocuk bir ayna sanki ve geçen onca zamana karşın çocukluk dünden daha yakın...
devamını gör...
aradan yıllar geçmiş ama dün gibi hatırımda. ilkokul birinci sınıftaydım. bırakın okul tuvaletini, başka bir eve misafirliğe gittiğimde bile tuvalete girememe huyum vardı o dönemlerde. aşırı tiksinirdim. kaldı ki okul tuvaletlerinin düşüncesi korku filmlerindeki leş mekanlar gibi işlenmişti bilinçaltıma. pis, kötü kokulu ve ürkütücü bir görüntü canlanıyordu gözümde. gel zaman git zaman derken bir gün tam da son dersin ortasındayken feci çişim geldi. öyle böyle değil. kendimi sıktıkça sıkıyorum, ayakları yerlere vuruyorum, hık mık kıvranıyorum. bana mısın demiyor, bir türlü geri kaçmıyor. vicdansız hocam da bu hallerimi görmesine rağmen yanıma gelip derdimi soracağına sanki inadına tahtaya kaldırdı. aklım çişte, cevap da veremedim haliyle. sınıfın karşısında koyverdim gitti. şarıl şarıl işiyorum, don pantolon derken yerde kocaman bir sidik gölü. önce herkes suspus, hoca dahil. sonra küçük canavarlar erol taş ve aliye rona gibi alaycı kahkahalar patlatıyor karşımda. başta utancımdan kafam öne eğildi, ağlamaklı gözler; küçük emrah loading. hemen ardından, banane ya çok da umurumda kafasında. çantamı alıp sidikli sidikli bastım gittim eve, sanki büyük bir marifet etmişçesine göğsümü gere gere. eve gidene kadar sokakta herkesin gözü üzerimde. sonrası kısa bir çığlık, tatlı anne şamarı ve ıvır zıvır nasihatler. büyük rezillikti fakat gülümsüyorum şimdi o anki halim aklıma gelince.
devamını gör...
sıra arkadaşımın dedesinden kalma eski bir açık hava sineması vardı. orada amerikan filmlerine özenip bir kulüp kurmuştuk. koskocaman arazi bize aitti; duvarlarında eski yeşilçam filmlerinin afişleriyle beraber birkaç ses dergisi posteri olan baraka gibi bir evin içerisinde ilkokul veletleri, tuhaf oyunlar oynar, tahta ve taşlarla bir şeyler inşa edip aynı hızda parçalar, odun sobasında ısınır, patates haşlar, matah bir şeymiş gibi sigara içmeye çalışır ve büyük abilerden çaldığımız gençlik dergileriyle siyah beyaz çizgi romanların sayfalarında kaybolurduk. üzerinde bin yıllık toz tabakası bulunan külüstür, devasa fakat aşırı rahat bir kadife koltuğumuz da vardı. iki tane de sokak köpeğini yanımıza alıp beslemeye başlamıştık. hayatımın en mutlu, en sorunsuz ve en eğlenceli dönemleriydi. ta ki içimizdeki arkadaşlardan birini kaybedene kadar. çocukluk dönemleri her saniyesiyle bir hazineydi fakat o zamanlar farkında bile değildim, büyüyünce anlıyormuş insan.
devamını gör...
doksanların başı; ergenliğe geçişten önceki son çıkış dönemleri. ne karşı cinsi düşünür veledimiz ne de aşkı. cinselliği de keşfetmemiştir henüz. varsa yoksa haylazlık ve atari salonundaki oyunlardır onun için. bir gün evvelinden planlar yapılır. sabahın köründe evden çıkmasına rağmen okulu asıp tüm gün arkadaşıyla beraber atari salonlarında geçirilir. cepteki son kuruş bitinceye kadar da bir güzel harcanır üstelik. hiç jetonu kalmayınca mekanın efsane oyuncularının etrafında çember oluşturulur. geçemediği bölümlerin nasıl üstesinden geldiğini izleyerek bir dahaki sefer için hazırlık yapılır. eğer ki dövüş oyunlarının müptelesıysa, jetonlarını tüketen vicdansızı yenmesi için sonuna kadar destek olur. parası bittiğinden eve dönüş için kilometrelerce yolu tabanvay ile yürümeyi de göze almıştır. takati yoksa eğer yaşından beklenmeyecek derecede cesur davranıp indi bindi yapıp bi' köşeye saklandığı dolmuşlarda beleşe getirir yolculuğunu. "para vermedi bunlar!" bağırışları ile minibüslerden kaçarcasına inerek eve dönülür ve anılar defterinde hoşlukla boşluk arasında bir hatıra olarak kaydedilecek sıradan ama bir o kadar da keyifli bir günün daha sonuna gelinir.

devamını gör...
bu entry kan ve yaralanma içeren bir olayı anlatmaktadır, hassasiyeti olanlar okumasın lütfen.

sanırım ilkokul 3. sınıf yıllarım, yeni sünnet olmuşum üzerinden 3 gün falan geçmiş ayaklanmışım artık, deli gibi dışarı çıkıp oynayasım dolaşasım var ve felaket yaramaz bir çocuğum kafaya ne koyduysam onu yaparım.

her neyse, 4.gün üzerimde o dize kadar gelen beyaz gömlekle kimseye yakalanmadan kaçtım evden indim aşağıya garajda da sevgili dedem kardeşim ve benim bisikletimi tamir ediyor, benimki bitmiş ve koltuğu sökük biçimde kenarda yatıyor. dedemle aramda bir tur binebilir miyim diyalogu ve ardından meclisten ışık hızıyla geçen bir ret oyu ile kenarda üzgün üzgün dururken birden bisikleti kaptığım gibi kaçıyorum dedem haliyle yetişemiyor o yaşı başı ile.

neyse efendim sen akıllı koltuksuz bisikletle alttan estire estire ayakta pedalla son hız ve bir çukurun üstünden geçerken ayağın pedaldan kaysın mı, minik kuş koltuğun olması gereken yerdeki boşlıktaki demire gelsin mi, dikişler patlasın mı zırlaya zırlaya eve koşulsun güzel bir dayak yensin ardından hastaneye gidilsin mi...

önce dayağı atmış olmaları da ilginçti tabii.
hakettim mi ? evet.
tekrar o yaşıma dönsem aynı şeyi yapar mıydım ? tabisi.
çüklere özgürlük yaşasın koltuklu bisikletler !!!
devamını gör...
başlığı okuyunca aklıma çocukken suya fobim olduğu geldi. o kadar ki denizden denize kamptan kampa koşan bir ailenin ferdi olarak sahil kenarında çiçekli elbisemle oturduğumu ve denizin keyfini çıkaranları şaşkınlıkla izlediğim zamanları hatırlattı hatta.

ufak bir çocuktum ve yaşadığımız mahallenin sokağın suları kesilmişti. babamda hem komşulara hem bize tankerle su getirmişti. koca bir hortumla bahçedeki varillere su doldurulduğunu gördüğümde aklım çıkacak sanmıştım. çığlık çığlığa kaçmıştım eve. annem beni zorla sokardı banyoya. yıkanacağımı anladığım gibi evden kaçar bir yerlere saklanırdım.

hah ay aklıma ne geldi. bir gün yine yıkanmamak için direndiğim günlerin birinde ablam 'kurtlanacaksın artık yeter ya. git yıkan' diye bağırdı bana. ben de o ara yayılmışım çayıra çimene. yalova'ya taşınmıştık o zamanlar her yer çayır çimen efem. neyse ona nanik mi yapayım keyfimemi bakayım diye karar veremezken. ablam 'ay o ne be?' diye yaklaştı yanıma ve bastı çığlığı 'ay kurt mu be bu?' diye. bağırışlara canım abim geldi tabi 'ne oluyorsunuz ya?' diye. ablam dedi 'banu kurtlanmış.' hah abim koştu 'o ne demek be?' dedi. ensemdeki canavarı aldı eline. 'tırtıl kızım bu. hadi dağılın' dedi.

sonra dağıldık işte. büyüdük ve dağıldık. ablam evlendi gitti. abimi denizin en mavisi aldı. şimdi düşünüyorum sudan neden bu kadar korktuğumu soruyorum en derinlerime. cevabını almak korkutuyor beni. ruhum biliyormuşta işte zihnim kabul etmiyor.

neyse efem bu da benim bir kaç anım. keyifle hatırlıyorum o günleri. umut ve sevgi aşılıyorlar ruhuma. ne hoş değil mi? bir yerlerde mutlu, sevilen bir çocuk var. kendisi biraz kokmuş ve kurtlu olsada hah.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yazarların çocukluk anıları" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim