orijinal adı: der amokläufer
yazar: stefan zweig
yayım yılı: 1922
çok zengin bir kadının ekonomik sıkıntı yaşadığı dönemde doktora başvurmasını konu alan eser, doktorun kadının hesapçı tavrı karşısında duygularına yenik düşüp tedaviyi reddetmesi ve ardından yaşadığı vicdan azabıyla kadının peşine düşmesinin öyküsüdür.
yazar: stefan zweig
yayım yılı: 1922
çok zengin bir kadının ekonomik sıkıntı yaşadığı dönemde doktora başvurmasını konu alan eser, doktorun kadının hesapçı tavrı karşısında duygularına yenik düşüp tedaviyi reddetmesi ve ardından yaşadığı vicdan azabıyla kadının peşine düşmesinin öyküsüdür.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "gezgin" tarafından 07.12.2020 10:25 tarihinde açılmıştır.
1.
orijinal adı 'der amoklaufer' olan bir kitap.
stefan zweig tarafından kaleme alınmış olan bu kitap amok hastalığının insandaki etkilerini anlatmaktadır.
1922 yılında yazılmıştır.
stefan zweig tarafından kaleme alınmış olan bu kitap amok hastalığının insandaki etkilerini anlatmaktadır.
1922 yılında yazılmıştır.
devamını gör...
2.
"söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz."
kitabın ismini aldığı amok hastalığı, genelde orta asya'da ve yaygın olarak malezya'da görülen bir psikiyatrik hastalıktır. bir cinnet hali olarak da tanımlayabileceğiz bu hastalık, malezya halk dilinde "mengamok", dünyada ise "running amok" olarak bilinir. malezya dilinde kelime anlamı olarak, gözü kara, cani, hiddetli, öldüren anlamlarına gelir. bu hastalığın görüldüğü bireylerin neredeyse tamamı, yaralayıcı bir alet ile başkalarına zarar vermeleri veya öldürmeleri ile teşhis edilir. hastalığın ismi de burdan gelir. hasta geçirmiş olduğu cinnet hali ile, durmadan koşar, önüne çıkan kişilere zarar verir veya öldürür ta ki kendisini de bitkin düşene kadar. bu koşunun sonunda söyledikleri şey de genelde "gerçekten hiçbir şey hatırlamıyorum, bana ne oldu bilmiyorum." olur.
stefan zweig ise bu durumu kitabında şöyle açıklıyor:
"amok’un ne olduğunu biliyor musunuz?
-"işte amok... evet amok, şöyle oluyor: bir malezyalı, herhangi bir sıradan, kendi halinde adam içkisini içiyor... ruhsuz, ilgisiz, donuk bir biçimde oturuyor oracıkta... tıpkı benim odamda oturduğum gibi... sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa fırlıyor... dosdoğru koşuyor, dosdoğru... nereye gittiğini bilmeden... yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun, hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor... ağzı köpürüyor, kudurmuş gibi uluyor... ama koşuyor, koşuyor, koşuyor, ne sağa bakıyor ne sola, acı acı haykırarak, elinde kanlı hançeriyle, korkunç koşusunu sürdürüyor... köylerdeki insanlar bu amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler... o gelirken uyarmak için ‘amok! amok!’ diye haykırırlar ve herkes kaçışır... ama o bunları hiç duymadan koşar, görmeden koşar, önüne çıkanı devirir... sonunda kuduz bir köpeği vururcasına vurup öldürürler onu ya da o ağzından köpükler çıkararak yere yığılıp kalır..."
stefan zweig bu hastalığı metafor olarak kullandığı bu çarpıcı öyküsünün merkezine bir doktoru ve bir kadını alır. kendisinden yardım isteyen bir hastasını, sırf önyargıları nedeniyle reddeden bir doktorun daha sonrasında yaşamış olduğu vicdan azabını konu alıyor kitap. doktor bu noktada adeta bir amok koşucusuna dönüşmektedir. tek istediği, kadını bulup tedavi edip içindeki pişmanlığı gidermektir. kitapta küçük bir önyargının aslında bir kişinin hayatını nasıl da değiştirdiğine yazarın harika üslubu ile tanıklık ediyoruz. kitabın dili oldukça sürükleyici ki bir oturuşta bitirebilirsiniz. üzerine düşünerek okunup satır aralarındaki mesajların dikkate alınması gereken harika bir stefan zweig eseri.
kitabın ismini aldığı amok hastalığı, genelde orta asya'da ve yaygın olarak malezya'da görülen bir psikiyatrik hastalıktır. bir cinnet hali olarak da tanımlayabileceğiz bu hastalık, malezya halk dilinde "mengamok", dünyada ise "running amok" olarak bilinir. malezya dilinde kelime anlamı olarak, gözü kara, cani, hiddetli, öldüren anlamlarına gelir. bu hastalığın görüldüğü bireylerin neredeyse tamamı, yaralayıcı bir alet ile başkalarına zarar vermeleri veya öldürmeleri ile teşhis edilir. hastalığın ismi de burdan gelir. hasta geçirmiş olduğu cinnet hali ile, durmadan koşar, önüne çıkan kişilere zarar verir veya öldürür ta ki kendisini de bitkin düşene kadar. bu koşunun sonunda söyledikleri şey de genelde "gerçekten hiçbir şey hatırlamıyorum, bana ne oldu bilmiyorum." olur.
stefan zweig ise bu durumu kitabında şöyle açıklıyor:
"amok’un ne olduğunu biliyor musunuz?
-"işte amok... evet amok, şöyle oluyor: bir malezyalı, herhangi bir sıradan, kendi halinde adam içkisini içiyor... ruhsuz, ilgisiz, donuk bir biçimde oturuyor oracıkta... tıpkı benim odamda oturduğum gibi... sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa fırlıyor... dosdoğru koşuyor, dosdoğru... nereye gittiğini bilmeden... yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun, hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor... ağzı köpürüyor, kudurmuş gibi uluyor... ama koşuyor, koşuyor, koşuyor, ne sağa bakıyor ne sola, acı acı haykırarak, elinde kanlı hançeriyle, korkunç koşusunu sürdürüyor... köylerdeki insanlar bu amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler... o gelirken uyarmak için ‘amok! amok!’ diye haykırırlar ve herkes kaçışır... ama o bunları hiç duymadan koşar, görmeden koşar, önüne çıkanı devirir... sonunda kuduz bir köpeği vururcasına vurup öldürürler onu ya da o ağzından köpükler çıkararak yere yığılıp kalır..."
stefan zweig bu hastalığı metafor olarak kullandığı bu çarpıcı öyküsünün merkezine bir doktoru ve bir kadını alır. kendisinden yardım isteyen bir hastasını, sırf önyargıları nedeniyle reddeden bir doktorun daha sonrasında yaşamış olduğu vicdan azabını konu alıyor kitap. doktor bu noktada adeta bir amok koşucusuna dönüşmektedir. tek istediği, kadını bulup tedavi edip içindeki pişmanlığı gidermektir. kitapta küçük bir önyargının aslında bir kişinin hayatını nasıl da değiştirdiğine yazarın harika üslubu ile tanıklık ediyoruz. kitabın dili oldukça sürükleyici ki bir oturuşta bitirebilirsiniz. üzerine düşünerek okunup satır aralarındaki mesajların dikkate alınması gereken harika bir stefan zweig eseri.
devamını gör...
3.
bir tür cinnet hali olan amok'un bir nevi kitaplaştırılmış hali olduğunu düşünüyorum.
stefan zweig'in çok iyi bir yazar olduğunu düşünmüyorum ama bu kitabı gerçekten güzel. bu kitap bana asıl tokatı şahsiyet dizisini izlerken atmıştı. bir sahnede çok küçük bir şekilde gözüküyor. (yönetmen bilerek koymuş çünkü o esnada agah bey panik içindeydi) o an kitabı tekrar okumuşta bana tokat atmış gibi hissettim. o yüzden benim için yeri ayrıdır.
stefan zweig'in çok iyi bir yazar olduğunu düşünmüyorum ama bu kitabı gerçekten güzel. bu kitap bana asıl tokatı şahsiyet dizisini izlerken atmıştı. bir sahnede çok küçük bir şekilde gözüküyor. (yönetmen bilerek koymuş çünkü o esnada agah bey panik içindeydi) o an kitabı tekrar okumuşta bana tokat atmış gibi hissettim. o yüzden benim için yeri ayrıdır.
devamını gör...
4.
insanın içerisindeki pişmanlık ve hata yapmanın verdiği acizlik hissinin en güzel anlatıldığı kitaptır. hata yaptığımızda vücudumuz içten içe harekete geçmek için çırpınır ama zihnimiz bilinçsiz ve telaşlı olur ya hani amok koşucusu olmak böyle ortaya çıkar işte.
devamını gör...
5.
stefan zweig 'in en etkileyici kitaplarındandır.kitabın ismindeki “amok”, aslında bir hastalık.önündeki her şeyi yakarak yıkarak kendi ölümünü hazırlayanlara böyle denir.
'söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz' cümlesi yazarın kitapta ne anlatmak istediğinin özeti niteliğinde olmuş.
sessiz kalırsak hepimiz suçlu oluruz.
'söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz' cümlesi yazarın kitapta ne anlatmak istediğinin özeti niteliğinde olmuş.
sessiz kalırsak hepimiz suçlu oluruz.
devamını gör...
6.
stefan zweig farkıyla beğenilmemesi elde olmayan sürükleyici ve bir solukluk kitap. insan psikolojisini her kitabında olduğu gibi bunda da başka bir yönünden ele alan zweig oldukça iyi bir iş çıkarmış. ha okuyorsunuz, ha siz yaşıyorsunuz hiç fark yok inanın. hissedecebileceğiniz nadir kitaplardandır.
devamını gör...
7.
stefan zweig tarafından yazılan, ince olmasına rağmen içerik olarak oldukça yoğun bir kitap. üstte de dendiği gibi amok hastalığını metafor olarak kullanan kitapta doktorun geçirdiği ruhsal bunalımlar o kadar iyi anlatılır ki stefan zweig ın insanların psikolojilerini analiz edip tahlil yapma konusunda ne kadar başarılı bir yazar olduğu anlaşılır ve önemli olan kitabın kalınlığı değil yazarın başarısı dedirtir insana.
devamını gör...
8.
stefan zweig kitabıdır.
stefan zweig varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1881 yılında doğan bir yazardır. nazi baskıları yüzünden avrupa’da, kuzey ve güney amerika’da yaşayan yazar çeviri yapıp şiirler yazdı. yazar 1942 yılında eşiyle birlikte intihar ettiğinde amok koşucusu kitabının aslında bir plan olduğunu ortaya koymuş oldu.
amok koşucusu 7 öyküden oluşan her öykünün sonunda bizi bir ölüm bekliyor; cinayet, intihar, cinayet ve intihar…
ilk öykü olan “bir çöküşün öyküsü”nde kralın gözünden düştükten sonra sürgüne gönderilen madame de prie’nin hikayesi anlatılır. madame de prie hüküm sürdüğü dönemlerde şımarıklığı, horgörüsü, para tutkusu, zorbalığıyla zenginlik içinde, balolarda aşıklarıyla birlikte güzel zamanlar geçirmektedir. ancak artık madame de prie’nin kaprislerine ve doğal kötücüllüğüne dayanamayan kral onu sürgüne gönderir. gittiği kente kalabalıktan uzak kalan madame, aklını oynatmamak için saraya mektuplar yazar,af diler ama bir sonuç alamaz. eskiden çevresinde olan insanlar da ona yüz çevirir.
bunun üzerine egosunu tatmin etmek için bulunduğu yerde gözü yüksklerde olan, paris diye yanıp tutuşan bir genci aşığı yapar ama bu ilişki de aşağıladığı gencin onu dövmesiyle hüsranla sonuçlanır.
artık dayanamayacağını anlayan madame de prie çok pahalı balolar düzenleyip paris’teki insanları kandırarak oraya toplamaya ve eski günlerinin bir yanılsamasını yaşamaya başlar. bu sırada söylediği “kıskançlık olmadan, nefret olmadan, yalan olmadan yaşanmaya değmezdi.” cümlesi madame’ın ruh halini açıkça ortaya koymaktadır.
madame insanlara 7 ekim tarihinde öleceğini söylediğide ona kime inanmaz ama o 7 ekim tarihnde intihar eder, ama ölmeden önce bir zamanlar aşığı olan genç adamdan da intikamını alır.
“madalyon” isimli öyküdeyse bir birlikte albaylık yapan adam birliğiyle birlikte yol alırken ispanyol bir çetenin saldırısına uğrar, bütün askerlerini kaybeden aybay ormana sığınır. korkudan va çaresizlikten ne yapacağını şaşırır. çaresizlik içinde olması onurunu zedeler. onurunu kurtarmak için ertesi gün yoldan geçen bir ispanyola saldırır ve onun giysilerin üzerine giyer. kendi üniformasındansa sadece napolyon tarafından kendine verilen madalyonu alır. albay yakınlardaki bir ispanyol köyüne gidip dilsiz bir dilenci rolünü oynayarak karnını doyurur ama bunun karşılığında onurunu ortaya koymuş olur. albay, artık korkuya va çaresizliğe dayanamayacağını anlayınca tekrar ormana gider. bu esnada bir birliğin seslerini duyar ve elinde tabancasıyla onlara doğru koşmaya başlar ancak gelen birlik onun bir ispanyol olduğunu anlayınca, hemen orda infazını gerçekleştirir ve bir albay’a ait olan madalyonu da üzerinde bulur ve alırlar.
üçüncü öykü olan “bezginlik”bir öğnecinin öyküsüdür. öğrenci öğretmeni tarafından aşağılandığını düşünür. o adam dediği ve küçük gördüğü öğretmen onun bir sene kaybetmesine; bu yüzden de sanata, bilime olan tutkusunun sönmesine, arkadaşlarını kaybetmesine, en kötsü de umudunu yitirmesine neden olur. bir gün sınıfa girdiğinde öğretmen yine üzerine gelince öğrenci ,o adama karşılık verir ve aralarında bir arbede yaşanır.
öğrenciden yediği yumrukla sendeleyen adamın şaşkınlığı geçmeden öğrenci kendini dışarı atmıştır bile. bezginliğinin nedeni olan bu adama attığı intikam yumruğu onu dönüşü olmayan bir yola götürür ki, bu yol onunn madame de prie’yle aynı kaderi payalşmasına neden olur.
kitaba ismini veren “amok koşucusu” da aynı izlekler etrafında dolaşan ve efsane olmayı başarmış bir öyküdür. bu öyküde bir gemi yolculuğu esnasında karşılşan iki adamın konuşmalarıyla açılır sahne. kendi öyküsünü anlatmak için birini arayan garip adam ve hikayenin anlatıcısı. garip adam bir doktordur, doktorluk yaptığı köyde kendinden kürtaj için yardım isteyen soylu ve küstah kadına para istemediğini, kendisiyle birlikte olması karşılığında bu işi yapacağını söyler. bunu yapmasının nedeni ahlaksızlık değil, kadının küstahlığıdır. kadının kendisinden ricada bulunmadığı, doktoru para karşılığı satın alabileceğini düşünmesi garip adamı kızdırır ve bu yola başvurmasına neden olur. bunun üzerine kadın kimseye bir şey söylememesini emrederek ordan uzaklaşır. bu küstahlık ve soyluluk karşısında nutku tutulan doktor kadının peşinden gidip özür dilemek, yalvarmak, hatta ölmek ister. işte tam da bu anda bizlere amok koşucularını anımsatır.
amok koşucusu bir anda çılgınlar gibi koşmaya başlayıp elindeki hançeriyle önüne çıkanh herkesi öldüren ve ölene ya da öldürülene kadar koşmayı sürdüren insanlara verilen addır. bu hastalık artık tanımlanmış ve tanınmış bir hastalktır, kadının peşinden koşan doktor da artık bir amok koşucusu gibi gözü sadece kadını görerek kadınnı peşinden sekiz saatlik mesafedeki şehre kadar gider.
kadının kocası iş için şehir dışındadır ve söylemey gerek kadının karnındaki çocuk ondan değil genç bir subaydandır. doktor ne yaparsa yapsın kendini affettiremez. kadına intihar edeceğini belirten bir not yazar ama kadının yumuşaması mümkün değildir. ama bir gün odasında otururken bir köle çocuk gelir ve onu çinli bir kadının evine getirir. soylu kadın can çekişmektedirr. doktordan yardım almaktansa ölmeyi tercih etmiştir. yanlış müdahale sonucu çok kan kaybeden kadını evine götüren doktor kadının ölümüne mani olamaz ama sırrını saklar.
kadını aşığı olan genç subayın yardımıyla ülkeyi terk etmek için bu gemiye biner ancak onun kadını takip ettiği gibi kadın da onu takip etmektedir. tabutu ve kocası aynı gemidedir. sonra anlatıcının gazeteden okuduğu habere göre doktor ,kadının tabutu denize indirilirken tabutun üzerine atlamıştır. tabut çıkarılamaycak şekilde denize gömülür ve doktorun cesedi ise kıyıya vurulmuş olarak bulunur.
diğer üç öykü de aynı izlekte devam etmektedir bulun ve okuyun.
stefan zweig varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1881 yılında doğan bir yazardır. nazi baskıları yüzünden avrupa’da, kuzey ve güney amerika’da yaşayan yazar çeviri yapıp şiirler yazdı. yazar 1942 yılında eşiyle birlikte intihar ettiğinde amok koşucusu kitabının aslında bir plan olduğunu ortaya koymuş oldu.
amok koşucusu 7 öyküden oluşan her öykünün sonunda bizi bir ölüm bekliyor; cinayet, intihar, cinayet ve intihar…
ilk öykü olan “bir çöküşün öyküsü”nde kralın gözünden düştükten sonra sürgüne gönderilen madame de prie’nin hikayesi anlatılır. madame de prie hüküm sürdüğü dönemlerde şımarıklığı, horgörüsü, para tutkusu, zorbalığıyla zenginlik içinde, balolarda aşıklarıyla birlikte güzel zamanlar geçirmektedir. ancak artık madame de prie’nin kaprislerine ve doğal kötücüllüğüne dayanamayan kral onu sürgüne gönderir. gittiği kente kalabalıktan uzak kalan madame, aklını oynatmamak için saraya mektuplar yazar,af diler ama bir sonuç alamaz. eskiden çevresinde olan insanlar da ona yüz çevirir.
bunun üzerine egosunu tatmin etmek için bulunduğu yerde gözü yüksklerde olan, paris diye yanıp tutuşan bir genci aşığı yapar ama bu ilişki de aşağıladığı gencin onu dövmesiyle hüsranla sonuçlanır.
artık dayanamayacağını anlayan madame de prie çok pahalı balolar düzenleyip paris’teki insanları kandırarak oraya toplamaya ve eski günlerinin bir yanılsamasını yaşamaya başlar. bu sırada söylediği “kıskançlık olmadan, nefret olmadan, yalan olmadan yaşanmaya değmezdi.” cümlesi madame’ın ruh halini açıkça ortaya koymaktadır.
madame insanlara 7 ekim tarihinde öleceğini söylediğide ona kime inanmaz ama o 7 ekim tarihnde intihar eder, ama ölmeden önce bir zamanlar aşığı olan genç adamdan da intikamını alır.
“madalyon” isimli öyküdeyse bir birlikte albaylık yapan adam birliğiyle birlikte yol alırken ispanyol bir çetenin saldırısına uğrar, bütün askerlerini kaybeden aybay ormana sığınır. korkudan va çaresizlikten ne yapacağını şaşırır. çaresizlik içinde olması onurunu zedeler. onurunu kurtarmak için ertesi gün yoldan geçen bir ispanyola saldırır ve onun giysilerin üzerine giyer. kendi üniformasındansa sadece napolyon tarafından kendine verilen madalyonu alır. albay yakınlardaki bir ispanyol köyüne gidip dilsiz bir dilenci rolünü oynayarak karnını doyurur ama bunun karşılığında onurunu ortaya koymuş olur. albay, artık korkuya va çaresizliğe dayanamayacağını anlayınca tekrar ormana gider. bu esnada bir birliğin seslerini duyar ve elinde tabancasıyla onlara doğru koşmaya başlar ancak gelen birlik onun bir ispanyol olduğunu anlayınca, hemen orda infazını gerçekleştirir ve bir albay’a ait olan madalyonu da üzerinde bulur ve alırlar.
üçüncü öykü olan “bezginlik”bir öğnecinin öyküsüdür. öğrenci öğretmeni tarafından aşağılandığını düşünür. o adam dediği ve küçük gördüğü öğretmen onun bir sene kaybetmesine; bu yüzden de sanata, bilime olan tutkusunun sönmesine, arkadaşlarını kaybetmesine, en kötsü de umudunu yitirmesine neden olur. bir gün sınıfa girdiğinde öğretmen yine üzerine gelince öğrenci ,o adama karşılık verir ve aralarında bir arbede yaşanır.
öğrenciden yediği yumrukla sendeleyen adamın şaşkınlığı geçmeden öğrenci kendini dışarı atmıştır bile. bezginliğinin nedeni olan bu adama attığı intikam yumruğu onu dönüşü olmayan bir yola götürür ki, bu yol onunn madame de prie’yle aynı kaderi payalşmasına neden olur.
kitaba ismini veren “amok koşucusu” da aynı izlekler etrafında dolaşan ve efsane olmayı başarmış bir öyküdür. bu öyküde bir gemi yolculuğu esnasında karşılşan iki adamın konuşmalarıyla açılır sahne. kendi öyküsünü anlatmak için birini arayan garip adam ve hikayenin anlatıcısı. garip adam bir doktordur, doktorluk yaptığı köyde kendinden kürtaj için yardım isteyen soylu ve küstah kadına para istemediğini, kendisiyle birlikte olması karşılığında bu işi yapacağını söyler. bunu yapmasının nedeni ahlaksızlık değil, kadının küstahlığıdır. kadının kendisinden ricada bulunmadığı, doktoru para karşılığı satın alabileceğini düşünmesi garip adamı kızdırır ve bu yola başvurmasına neden olur. bunun üzerine kadın kimseye bir şey söylememesini emrederek ordan uzaklaşır. bu küstahlık ve soyluluk karşısında nutku tutulan doktor kadının peşinden gidip özür dilemek, yalvarmak, hatta ölmek ister. işte tam da bu anda bizlere amok koşucularını anımsatır.
amok koşucusu bir anda çılgınlar gibi koşmaya başlayıp elindeki hançeriyle önüne çıkanh herkesi öldüren ve ölene ya da öldürülene kadar koşmayı sürdüren insanlara verilen addır. bu hastalık artık tanımlanmış ve tanınmış bir hastalktır, kadının peşinden koşan doktor da artık bir amok koşucusu gibi gözü sadece kadını görerek kadınnı peşinden sekiz saatlik mesafedeki şehre kadar gider.
kadının kocası iş için şehir dışındadır ve söylemey gerek kadının karnındaki çocuk ondan değil genç bir subaydandır. doktor ne yaparsa yapsın kendini affettiremez. kadına intihar edeceğini belirten bir not yazar ama kadının yumuşaması mümkün değildir. ama bir gün odasında otururken bir köle çocuk gelir ve onu çinli bir kadının evine getirir. soylu kadın can çekişmektedirr. doktordan yardım almaktansa ölmeyi tercih etmiştir. yanlış müdahale sonucu çok kan kaybeden kadını evine götüren doktor kadının ölümüne mani olamaz ama sırrını saklar.
kadını aşığı olan genç subayın yardımıyla ülkeyi terk etmek için bu gemiye biner ancak onun kadını takip ettiği gibi kadın da onu takip etmektedir. tabutu ve kocası aynı gemidedir. sonra anlatıcının gazeteden okuduğu habere göre doktor ,kadının tabutu denize indirilirken tabutun üzerine atlamıştır. tabut çıkarılamaycak şekilde denize gömülür ve doktorun cesedi ise kıyıya vurulmuş olarak bulunur.
diğer üç öykü de aynı izlekte devam etmektedir bulun ve okuyun.
devamını gör...
9.
kitabı bir günde bitirdim. açıkçası kitaba başladığımda üstüme yoğun bir karamsarlık çöktü. baş karakteri pek sevmedim, ki zaten kölelere davranma biçiminde benim için bitmişti. ancak bu, onun bir "amok koşucusu" gibi davranmasından dolayı olabilir. zweig her zaman olayı,karakterlerin içinde bulunduğu psikolojiyi önde tutmuştur. kitaplarını her ne kadar çok sevsem ve sanki zilyon liram varmış gibi düşünmeden alsam da sanırım ilk kez bir kitabı karakterler konusunda çok yüzeysel geldi. ben doktorun hastasına aniden gelişen bağlılığının biraz daha anlatılmasını isterdim. sonuçta iki sayfa okuduk hop tamam ben bu kadına bağlı oldum şimdi peşinde amok koşucusu misali koşucam, önüme gelene tokat atıcam ve mal mal hareketler yapıcam diyerek kitabın ilerlemesine gerek yoktu. yani çok acele geldi. satrançta, bilinmeyen bir kadının mektubunda, bir çöküşün öyküsünde hissettiğim ve yaşadığım o duygusal derinliği burada bulamadım. ama okunur mu okunur tabii.
devamını gör...
10.
modern dünya edebiyatı için oldukça güzel bir stefan zweig eseridir. hikayelerden oluşur. ancak postmodern edebiyatı sevenler için hayalkırıklığı olabilir. açıkçası ben okuduğumda hikayeler bana çok klişe geldi. bunun sebebi daha önce bu hikayelerdeki vurgulara sahip çok fazla içeriği tüketmiş olmam. okuduğumda "ya bu mu şimdi" diye hayalkırıklıkları yaşattı bana hikayeler.
devamını gör...
11.
kitap ismini amok hastalığından alıyor. amok hastalığı özellikle orta asya ve malezye2da görülüyor evet ama bence bir çok insanda bu hastalıktan var. özellikle de günümüzde. bizi amok koşucusu yapan ise arzularımız , hırslarımız, korkularımız ,beynimizi ve ruhumuzu ele geçiren diğer isteklerimiz. tüm önceliğimizi istediğimiz şeye verdiğimizde onun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu dahi düşünmeden tüm gücümüzle ilerleriz . önce minik adımlar, daha sonra tempolu yürüme ve gittikçe hızlanan koşmalar ve en sonunda artık dayanamayarak kalbimizin göğüs kafesimizde patlaması. tıpkı amok koşucuları gibi boş gözlerle ölüme koşmak...
devamını gör...
12.
aceleye gelmiş gibi hissettiğim stefan zweig kitabı. hikaye aslında güzel başlıyor. kadınla ilk karşılaşmalarında; kadının zor durumda olmasına rağmen dik başlılığı karşısında, adamın hissettiği hırsla karışık tutkuyu, okurken hissettim. kadının, zor durumda ve yardıma ihtiyacı olmasına rağmen; tedaviyi reddeden doktora üstten bakması ve konuşması... bunu yapmasının nedenini, kadının da doktor gibi bir tutku girdabının içinde olmasına bağladım. adamın, kadının arkasından koşarken yaşadığı pişmanlık duygusunu hissettim. buraya kadar tamam. ama buradan sonra her şey çok hızlı ilerledi. kadına yardıma koşan ama geç kaldığını anlayan doktorumuz, bir anda büyük bir vicdan yükünün altında kalıyor ve eziliyor. buralar çok üstün körü ve yüzeysel geçiyor. bir anda kadına kendini adamış bir adamla karşılaşıyorum. adamın çektiği vicdan azabı, ilk yarıdaki tutku kadar tesir etmiyor bu yüzden bana. benim için, müthiş başlayıp, eh işte şeklinde biten kitap. aceleye gelmiş dememdeki neden de bu.
devamını gör...
13.
aslında hissettiği duygular deyip kestirp atmak doğru değil bence bu duygular kötü duygular evli bi kadına karşı ilk andan itibaren hissedilen duygular çok uç çok yukarıda . yani böylesi hastalık derecesinde birini ilk gördüğün anda sevmek ne kadar mantıklı bilemiyorum tabi
devamını gör...
14.
amok koşucusu, avusturyalı yazar stefan zweig'in 1922 tarihli bir novellasıdır. zweig'in en önemli eserleri arasında yer alan amok koşucusu, bir tropik adada görev yapan bir doktorun hikayesini anlatır.
hikaye, bir yabancı doktorun anlattığı bir hikayeyle başlar. doktor, gemiden indiğinde kendisine akıl sağlığı yerinde olmayan bir adam getirilir. adam, daha önce söz konusu tropik adada görev yaptığı sırada karısı tarafından terk edilmişti. doktor, adamın hikayesini dinledikten sonra, aşık olduğu bir kadının tedavisini yapmak üzere adaya gider. ancak, kadının tedavisi sırasında doktorun kendisini de bir çıkmaza sokan tuhaf hisler hissetmesiyle, hikaye gittikçe karanlık bir hal alır.
amok koşucusu, zweig'in psikolojik gerilim ve toplumsal baskı temalarını ustalıkla birleştirdiği bir eserdir. zweig, hikayesinde, insanların yaşadığı bireysel çıkmazlar ve toplumsal baskılar karşısındaki reaksiyonlarını sorguluyor. ayrıca, zweig, yabancılaşma, aşk ve cinsellik gibi temaları da ele alarak, insanın iç dünyasının karmaşıklığına vurgu yapıyor.
amok koşucusu, zweig'in kısa ama etkileyici kariyerinin en önemli eserlerinden biridir. zweig, kariyerinin zirvesindeyken, nazilerin yükselişi ve ikinci dünya savaşı'nın başlangıcı ile birlikte, yazarların ve entelektüellerin nazi almanyası'ndan kaçışı sırasında hayatını kaybetti.
zweig'in eserleri, savaş sonrası dönemde yeniden keşfedilerek, tekrar popüler hale geldi. amok koşucusu, zweig'in diğer eserleri gibi, insanın iç dünyasının karmaşıklığına dair anlayışı ve insan psikolojisine dair gözlemi sayesinde, bugün bile okuyuculara güçlü bir etki yapmaktadır.
yazar hakkında bilgi vermemek de olmaz;
stefan zweig (1881-1942), avusturyalı yazar, oyun yazarı ve biyografi yazarıdır. zweig, özellikle kısa hikayeleri ve tarihsel ve biyografik eserleri ile tanınır.
zweig, 20. yüzyıl avrupa edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilir. ilk olarak 1900'lerin başında yazmaya başladı ve ı. dünya savaşı sırasında, savaş karşıtı görüşleri nedeniyle almanya'dan isviçre'ye kaçtı. isviçre'de, çeşitli gazetelerde çalıştı ve eserlerini yazmaya devam etti.
zweig'ın en ünlü eserleri arasında "satranç", "bir çöküşün hikayesi", "amok koşucusu", "ustalar ve sevgililer" ve "marie antoinette: bir portre" gibi kitaplar bulunur. zweig, edebiyatı ve dünya tarihini anlatan bir dizi biyografi de yazdı, bunların arasında fyodor dostoyevski, marie antoinette, joseph fouche ve montaigne yer almaktadır.
zweig'ın eserleri, insanın iç dünyasını ve duygusal çatışmalarını ele alır ve genellikle entelektüel, sanatsal ve kültürel konulara odaklanır. zweig, ayrıca, birçok avrupalı yazar ve düşünür gibi, nazizm'in yükselişine tanık oldu ve 1942'de brezilya'da kendini ve eşi lotte altmann'ı öldürdü.
hikaye, bir yabancı doktorun anlattığı bir hikayeyle başlar. doktor, gemiden indiğinde kendisine akıl sağlığı yerinde olmayan bir adam getirilir. adam, daha önce söz konusu tropik adada görev yaptığı sırada karısı tarafından terk edilmişti. doktor, adamın hikayesini dinledikten sonra, aşık olduğu bir kadının tedavisini yapmak üzere adaya gider. ancak, kadının tedavisi sırasında doktorun kendisini de bir çıkmaza sokan tuhaf hisler hissetmesiyle, hikaye gittikçe karanlık bir hal alır.
amok koşucusu, zweig'in psikolojik gerilim ve toplumsal baskı temalarını ustalıkla birleştirdiği bir eserdir. zweig, hikayesinde, insanların yaşadığı bireysel çıkmazlar ve toplumsal baskılar karşısındaki reaksiyonlarını sorguluyor. ayrıca, zweig, yabancılaşma, aşk ve cinsellik gibi temaları da ele alarak, insanın iç dünyasının karmaşıklığına vurgu yapıyor.
amok koşucusu, zweig'in kısa ama etkileyici kariyerinin en önemli eserlerinden biridir. zweig, kariyerinin zirvesindeyken, nazilerin yükselişi ve ikinci dünya savaşı'nın başlangıcı ile birlikte, yazarların ve entelektüellerin nazi almanyası'ndan kaçışı sırasında hayatını kaybetti.
zweig'in eserleri, savaş sonrası dönemde yeniden keşfedilerek, tekrar popüler hale geldi. amok koşucusu, zweig'in diğer eserleri gibi, insanın iç dünyasının karmaşıklığına dair anlayışı ve insan psikolojisine dair gözlemi sayesinde, bugün bile okuyuculara güçlü bir etki yapmaktadır.
yazar hakkında bilgi vermemek de olmaz;
stefan zweig (1881-1942), avusturyalı yazar, oyun yazarı ve biyografi yazarıdır. zweig, özellikle kısa hikayeleri ve tarihsel ve biyografik eserleri ile tanınır.
zweig, 20. yüzyıl avrupa edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilir. ilk olarak 1900'lerin başında yazmaya başladı ve ı. dünya savaşı sırasında, savaş karşıtı görüşleri nedeniyle almanya'dan isviçre'ye kaçtı. isviçre'de, çeşitli gazetelerde çalıştı ve eserlerini yazmaya devam etti.
zweig'ın en ünlü eserleri arasında "satranç", "bir çöküşün hikayesi", "amok koşucusu", "ustalar ve sevgililer" ve "marie antoinette: bir portre" gibi kitaplar bulunur. zweig, edebiyatı ve dünya tarihini anlatan bir dizi biyografi de yazdı, bunların arasında fyodor dostoyevski, marie antoinette, joseph fouche ve montaigne yer almaktadır.
zweig'ın eserleri, insanın iç dünyasını ve duygusal çatışmalarını ele alır ve genellikle entelektüel, sanatsal ve kültürel konulara odaklanır. zweig, ayrıca, birçok avrupalı yazar ve düşünür gibi, nazizm'in yükselişine tanık oldu ve 1942'de brezilya'da kendini ve eşi lotte altmann'ı öldürdü.
devamını gör...
15.
söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz.
amok (gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren) güneydoğu asya bölgesinde ve bu bölge kültüründe "cinnet" hâlini ifade etmek için kullanılan bir tanımdır.
avrupa'dan ve beyaz insanlardan uzak kalmış bir mecrâdaki doktorun kliniğe peçeli bir kadın gelmesi ile yaşadıklarını konu edinen stefan zweig imzalı 60 sayfalık eserdir. türkçeye nafer ermiş çevirmiş.
sırf tıp diploman var diye dünyadaki bütün insanlara yardım etme sorumluluğunun altında ezilmeyi, bir yandan kadına ön yargı ile yaklaşımını, daha sonra pişman oluşunu ve amok koşucusu gibi kendini durduramaz hale gelişini, vicdanı ve mesleği arasında kalışını yazarın müthiş tahlilleriyle okuyoruz.
doktorun kadına neden öfke dolu olduğunu az çok tahmin ediyorum, kadının kocası seyahatte olduğu için kadın başka biriyle kocasını aldatıyor ve kocası gelene kadar bu başkasından bebeği aldırmak istiyor.
doktor ise kadının aldatmasını bütün erkeklere hakaret kabul ettiği için ona yardım etmek istemiyor ve nefret ediyor, nefretini mesleğinden ileride tutuyor, yaşamını kurtarmaktan bile vazgeçiyor ve burada devreye vicdan kavramı giriyor. sırf öznel düşündü diye hastanın ve bir insanın kendisi yüzünden ölmesini istemiyor.
devamını gör...
16.
stefan zweig'in hikaye türündeki kitabıdır.
kitapta hepsinin merkezinde bir şekikde intihar olgusunun olduğu birkaç hikaye var ama en ilginç olanı kitaba da adını veren amok koşucusudur.
bu hikayeyi okurken hikayeye konu olan doktorun anlatıya girmeye başladığı bölüm de bana biraz korkutucu gelmişti. gerçek bir edebiyat dehası zweig çünkü bana da ürpertici gelen bu kısım, aslında doktorun içine düştüğü ruhsal karanlığın da okuyucuda gözlemsel bir betimlemeyle canlandırılması amacıyladır.
hikayede geç kalınmış ya da zamanında yapılması gerekip de yapılamayan bir fedakarlığın vicdana oturan ağır yüküyle kalakalmış bir adam vardır.
zweig'in karakterleri kendilerine karşı da yalan söylemeyen, götünü başını oynatmayan haysiyetli insanlardır ve bu haysiyet, incindiği noktada yaşamak için bir motivasyonları da kalmaz. o incinmişliğin peşini sonsuzca kovalamaktır amok koşuculuğu da. bir nevi sisyphos mevzusudur aslında onlarınki.
doktor da artık sonucu pek değiştirmeyecek de olsa ödemesi gereken o borcu ödemenin çabasındadır.
o güne kadar çizgisinden çıkmayarak özenle uyduğu toplumsal normların anlamsız bir toz bulutu gibi kaybolup gitmesinden sonra arta kalan şeyle yüzleşmesidir biraz da.
okuyun böyle kitapları. hepimizin her şeyden önce kendimiz üzerinde çalışmalara ihtiyacımız var.
kitapta hepsinin merkezinde bir şekikde intihar olgusunun olduğu birkaç hikaye var ama en ilginç olanı kitaba da adını veren amok koşucusudur.
bu hikayeyi okurken hikayeye konu olan doktorun anlatıya girmeye başladığı bölüm de bana biraz korkutucu gelmişti. gerçek bir edebiyat dehası zweig çünkü bana da ürpertici gelen bu kısım, aslında doktorun içine düştüğü ruhsal karanlığın da okuyucuda gözlemsel bir betimlemeyle canlandırılması amacıyladır.
hikayede geç kalınmış ya da zamanında yapılması gerekip de yapılamayan bir fedakarlığın vicdana oturan ağır yüküyle kalakalmış bir adam vardır.
zweig'in karakterleri kendilerine karşı da yalan söylemeyen, götünü başını oynatmayan haysiyetli insanlardır ve bu haysiyet, incindiği noktada yaşamak için bir motivasyonları da kalmaz. o incinmişliğin peşini sonsuzca kovalamaktır amok koşuculuğu da. bir nevi sisyphos mevzusudur aslında onlarınki.
doktor da artık sonucu pek değiştirmeyecek de olsa ödemesi gereken o borcu ödemenin çabasındadır.
o güne kadar çizgisinden çıkmayarak özenle uyduğu toplumsal normların anlamsız bir toz bulutu gibi kaybolup gitmesinden sonra arta kalan şeyle yüzleşmesidir biraz da.
okuyun böyle kitapları. hepimizin her şeyden önce kendimiz üzerinde çalışmalara ihtiyacımız var.
devamını gör...
"amok koşucusu (kitap)" ile benzer başlıklar
amok
6