whisper'ın gidişi
whisper artık geri gelmez.ama onu sevenler onun yanına gidebilirler.*
devamını gör...
yavru kedi sahiplenmek
bir anda aklıma gelen ve de mutlaka düşüncelerimi paylaşmalıyım, dediğim kritik bir konudur.
doğar doğmaz acımasızca annesinden koparılan bir yavruysa sahiplenebilirsiniz. zaten bakanı olmayacaktır ve ilgisizlik, açlık, susuzluk vs. ortam koşulları onu öldürecektir. bu nedenle sahiplenilmesi en uygun davranış olur.
lakin annesi/babası yanında olan yavruları sahiplenirseniz hem kendinize hem o yavruya zarar verirsiniz. bu kez kediyi anne hasreti, anne sütü eksikliği vs. gibi sebepler öldürecektir. ölmezse bile mutlaka psikolojik olarak etkilenir. "hayvanın psiokojisi mi olur canım?" demeyin lütfen. korkmayı, özlemeyi hatta sevmeyi insanlardan daha iyi anlıyorlar.
doğar doğmaz acımasızca annesinden koparılan bir yavruysa sahiplenebilirsiniz. zaten bakanı olmayacaktır ve ilgisizlik, açlık, susuzluk vs. ortam koşulları onu öldürecektir. bu nedenle sahiplenilmesi en uygun davranış olur.
lakin annesi/babası yanında olan yavruları sahiplenirseniz hem kendinize hem o yavruya zarar verirsiniz. bu kez kediyi anne hasreti, anne sütü eksikliği vs. gibi sebepler öldürecektir. ölmezse bile mutlaka psikolojik olarak etkilenir. "hayvanın psiokojisi mi olur canım?" demeyin lütfen. korkmayı, özlemeyi hatta sevmeyi insanlardan daha iyi anlıyorlar.
devamını gör...
çirmen savaşı
türk tarihinin en ilginç zaferlerinden biridir. anlatılana göre 800 osmanlı askeri, meriç nehri dolaylarında 50.000-70.000 kadar birleşik sırp ordusunu bozguna uğratmıştır. 26 eylül 1371'de yaşanan savaşın öncesinde osmanlılar anadolu'daki işleri meşgul iken sırplar böylesine büyük bir ordu ile meriç nehri'ne doğru ilerlemektedir. balkan sınırında osmanlı ordusunun yeterli takviye gücü yoktur. bu yüzden osmanlı komutanı lala şahin paşa düşman ordusuyla hiç çarpışmaya girmeden sırpların ilerlemesine izin verir ve gece vaktinde nehrin kenarına kamp kurmalarını bekler. gece vakti olduğunda, durum tam da kendisinin istediği gibi olacaktır. karanlıkta yapılan ani bir baskın ile meriç'in doğusuna doğru saldırırlar ve düşman hatlarına sızan osmanlı askerleri komuta merkezini şaşkına uğratır. daha ne olduğunu bile anlamadan komutanları öldürülen sırp ordusu iki tarafa doğru disiplinsizce dağılmaya başlar. meriç nehri'ne doğru kaçan askerlerin birçoğu boğulur, geriye kalanlarının ise çok ufak bir kısmı ise geri çekilmeyi başarır. o gün sırplar çok ağır bir zayiat verip ordusunun büyük bir kısmını kaybetmiştir. bu durum, osmanlı'nın balkanlar'a ileri tarihlerde yapacağı seferleri de oldukça kolaylaştıracaktır.
devamını gör...
asosyal yaşam tarzı
bir süre önce birçok arkadaşımla arama duvar örmemle başlayan süreçtir. ablamın beni zorla psikiyatriste götürmesiyle sonuçlanmıştır.
psikiyatristin söylediklerini aktarıyorum: kendine gayet iyi bir yol çizmişsin. bu ülkede çok herkesin destekleyeceği yollar değil tabi ki.*en son sen buraya neden geldin ki? diye sormuştu.
yani şov olsun diye veya zorunluluktan değil* tamamen tercihen asosyalim.
t. insanlar arasına karışmaktan hoşlanmayan yaşam tarzı.
psikiyatristin söylediklerini aktarıyorum: kendine gayet iyi bir yol çizmişsin. bu ülkede çok herkesin destekleyeceği yollar değil tabi ki.*en son sen buraya neden geldin ki? diye sormuştu.
yani şov olsun diye veya zorunluluktan değil* tamamen tercihen asosyalim.
t. insanlar arasına karışmaktan hoşlanmayan yaşam tarzı.
devamını gör...
ısırgan otu
ısırganotu (urtica urenus) doğada kendiliğinden yetişen, yaprak ve saplarında küçük tüy şeklinde dikenleri olan ısırgangillerden bir ottur. yapısı formik asit içerdiğinden güçlü bir anti-oksidandır. kaynatılarak içildiğinde böbrek taşlarının oluşumunu engeller, romatizma ve mafsal ağrılarına iyi gelir, prostat büyümesini önler. macun haline getirilip ciltteki yaralara sürüldüğünde iyileşme sürecini çok kısalttığı görülmüştür. son yıllarda her türlü kanser tedavisinde etkili olduğu yolunda yaygın bir görüş vardır.
devamını gör...
galiçyaca
galiçyaca veya galiççe -kendi dillerindeki şekilde galego-, ispanya'nın galiçya bölgesinde konuşulan bir romen dilidir.

koyu kısım çoğunluk, açık kısım azınlık tarafından konuşulan bölgeler
yaklaşık 3.5 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır.
eo-navia bölgesinde, batı asturias'ta ve castilla ve león'un kuzeybatısındaki el bierzo ve sanabria bölgelerinin batısında farklı galiçya lehçeleri konuşulmaktadır.
bazı dilbilimciler ayrıca, extremadura'nın en kuzeybatısındaki jálama vadisinin üç kasabasının yerel olarak fala olarak adlandırılan veya her kasaba için yerel bir adla anılan konuşmasını galiçya dilinin bir parçası olarak kabul ederler.
galiçyaca, tüm romen dilleri gibi, eski roma eyaleti gallaecia'da -burası günümüzde portekiz'in kuzeyi, asturias, şimdiki leon ili ve zamora'nın bir bölümünü içerir- konuşulan halk latincesi'nden gelir.
batı roma imparatorluğu'nun çöküşünden sonra, farklı latin varyantları ortaya çıktı. bunlardan biri ortaçağ galiçyası veya galiçyaca-portekiz idi. bu yüzden de özellikle portekizce ile çok yakındır. aşağıda aynı cümlenin sırayla portekizce ve galiçyaca versiyonlarını karşılaştırarak benzerliği görebilirsiniz.
pouco a pouco você vai começar a entender o texto sem traduções ou explicações.
pouco a pouco comezarás a comprender o texto sen traducións nin explicacións.
kaynak

koyu kısım çoğunluk, açık kısım azınlık tarafından konuşulan bölgeler
yaklaşık 3.5 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır.
eo-navia bölgesinde, batı asturias'ta ve castilla ve león'un kuzeybatısındaki el bierzo ve sanabria bölgelerinin batısında farklı galiçya lehçeleri konuşulmaktadır.
bazı dilbilimciler ayrıca, extremadura'nın en kuzeybatısındaki jálama vadisinin üç kasabasının yerel olarak fala olarak adlandırılan veya her kasaba için yerel bir adla anılan konuşmasını galiçya dilinin bir parçası olarak kabul ederler.
galiçyaca, tüm romen dilleri gibi, eski roma eyaleti gallaecia'da -burası günümüzde portekiz'in kuzeyi, asturias, şimdiki leon ili ve zamora'nın bir bölümünü içerir- konuşulan halk latincesi'nden gelir.
batı roma imparatorluğu'nun çöküşünden sonra, farklı latin varyantları ortaya çıktı. bunlardan biri ortaçağ galiçyası veya galiçyaca-portekiz idi. bu yüzden de özellikle portekizce ile çok yakındır. aşağıda aynı cümlenin sırayla portekizce ve galiçyaca versiyonlarını karşılaştırarak benzerliği görebilirsiniz.
pouco a pouco você vai começar a entender o texto sem traduções ou explicações.
pouco a pouco comezarás a comprender o texto sen traducións nin explicacións.
kaynak
devamını gör...
sudûr teorisi
farabi'nin geliştirmiş olduğu bir plotinos teorisi. bu teoriyi, neoplatonizm ve ismaililik'ten * etkilenerek geliştirmiştir. fakat teoriyi daha çok neoplatonizm daha doğrusu plotinos'un görüşlerinden etkilenerek geliştirmiştir. kendisinden sonra, teoriyi geliştirmeye ibn-i sina devam etmiştir. tabii bu teori için emek veren filozoflar sadece farabi ve ibn-i sina ile sınırlı değildir. fakat teorinin "ana geliştiricileri" bunlardır. teorinin amacı ise, allah'ın mutlak kudretiyle evrenin yoktan yaratıldığına dair bilgiler arasında görülen mantıksal paradoksların açıklanmasıdır. yani onlar, evrenin ortaya çıkışını çelişkisiz ve rahat bir şekilde açıklamak istemişlerdir. sudûr teorisi, plotinos'un "bir" kavramıyla benzerdir çünkü bu teori de bu kavramdan etkilenmiştir. aslında bu teoriden ilk olarak plotinos, islam aleminde ün kazanmış enneades isimli eserinde bahseder. fakat teoriden düzenli ve sistematik bir şekilde ilk kez farabi bahseder. şöyle düşünün, evrimden charles darwin öncesi bir çok insan bahsetmiştir, hatta bu konudan islam aleminde de bahsedilmiştir fakat evrim fikrini daha da geliştiren kişi charles darwin olmuş ve bu yüzden evrimin babası olarak anılmıştır. işte farabi, bu teoriyle ezelî olan varlıkla, sonradan ortaya çıkan varlık arasında, değişmeyen varlıkla, değişen varlık arasında, varlığı gerekli, mutlak olanla, varlığı mümkün olan arasında ilişkiyi açıklamak istemiştir. o bunu başarırsa, kâinatı sistematik, düzenli bir biçimde yorumlayabileceğini düşünmüştür.
teoriye göre, 3 varlık vardır:
1. manevî varlık.
2. manevî varlık (evet varlık 3tür ve 2si manevidir)
3. maddî varlık
peki bu varlıklar kimdirler? bunları farabi şöyle açıklamıştır;
1. manevî varlık - mutlak olan allah.
2. manevî varlık - göksel akıllar. bunlar, farabi'nin madde olmadıklarını söylediği ruhanî varlıklar yani meleklerdir.
3. maddî varlık - herhangi bir mükemmelliği olmayan, aksine noksanı bulunan ilk madde. (bkz: heyûlâ)
şimdi bu 3 sınıfı anlamamız için, hepsi birer-birer açıklanmıştır.
1. mutlak bir. burda, farabi, allah'ın, her türlü noksandan uzak, her şeyin ilk sebebi, sırf iyi, herhangi bir ortağı ya da bir benzeri bulunmayan, her konuda hiçbir şeye muhtaç olmayan aşkın ve yüce bir varlık olduğunu söylemiştir. o'nun aklınıza gelecek ve gelmeyecek her türlü güzelliğin ve iyiliğin kaynağı olduğunu söylemiştir. allah, kendisi tarafından bilinen bir varlıktır. allah, 1. akıldır. 2. akledendir. 3. akledilendir. bunlar mutlak bilinç'tir. allah'ın herhangi bir amacı yoktur, çünkü amaç eksikliktir, ihtiyaçtır. ve işte sudûr teorisi burda devreye girer: allah salt akıldır, kendini bilir, düşünmesi sayesinde herhangi bir iradesi ve ihtiyarına gerek kalmadan, varlık, tabii bir zorunluluk sayesinde o'ndan çıkarak (işte bu sudûr'dur) meydana gelmiştir.
(ufak bir not: işte yukarıda gördüğünüz açıklama, özellikle siyahla işaretlediğim kısım, (gbkz: islam)'a aykırı olarak düşünülmüş ve gazzâlî tarafından eleştirilmiştir. hatta iş o kadar büyümüştür ki, farabi ve ibn-i sina'nın kâfir ilân edilmesine kadar gelip çıkmıştır. tabii burda kim haklı, kim haksız tartışması yapmadan teoriyi anlattığımız için, mutlak bir kavramını anlatmaya devam edelim):
burda kastedilen "zorunluluk" ise, allah'ın zorunlu bir varlık oluşunu temsil eder. ilk varlığın yani allah'ın kendini bilmesi demek, tamamen varlığı ve varlıkta yer alan muazzam düzeni de bilmesi demektir. teori de, bilmenin, eylemin sebebi olduğunu söyler. ibn sina da bu konuda kendi görüşlerini paylaşarak teoriyi daha da geliştirmiştir. ibn sina, irade sıfatını, ilim sıfatına getirir, ve allah'ın kendini bilmesinin varlıktaki düzen ve var oluşun bir irade sonucu gerçekleştiğini söyler. ve işte işin çok şaşırtıcı kısmı burda ortaya çıkıyor: ibn sina der ki, allah'ın bilgisi, kendisi gibi ezelî olduğuna göre, ve o ezelden beri kendini bildiğine göre, bilmenin sonucunda oluşan varlık da ezelîdir, çünkü mantık bunu gerektirir. demek ki evren de ezelîdir!
(ufak bir not: beyler-bayanlar bu arada burda şunu da söyleyeyim, evrenin ezeli olmadığı hususu daha yakın bir dönemde keşfedilmiş bir şey, yani o dönem evrenin ezelî olduğuna inanan kişilerin varlığı muhtemeldi ve bu dönem ibn sina'nın da buna böyle bir açıklama getirip din ile ezelî evren teorisini bağdaştırabilmesi cidden ne denli büyük bir deha olduğunu gösterir, çünkü bu husus 40 yıl düşünülse insanın aklına gelemeyecek bir şey, "mutlak bir" kavramıyla devam edelim):
fakat bu açıklamaya rağmen, bu bağdaştırmaya rağmen, "sudûr" semavî dinlerle görüldüğü üzere çelişir. çünkü semavî dinler, evreni allah'ın yarattığını söyler, bu da evrenin ezelî olamayacağını gösterir. e bazı filozoflar da bunun farkında oldukları için, ama "sudûr"u destekledikleri için, kâinatın zamansal olarak ezelî fakat ontolojik bakımdan sonradan meydana geldiğini savunmuşlardır. fakat bu da teoriyi kurtaramamıştır çünkü evrenin zamansal olarak ezelî olması demek, allah'ı zamanla bağdaştırmak demektir ki bu da bir çelişkiye yol açar.
işte birinci "manevî varlık"ın özeti buydu. şimdi de gelelim ikinci "manevî varlık"a;
2. on akıl. bu düşünceye göre, mutlak bir, tektir, demek ki fiili de tektir. fakat plotinos, "birden, bir çıkar" der. demek ki allah kendini bilince o'ndan ilk akıl ortaya çıkar. çünkü allah, 1. akıl. 2. akleden. 3. akledilen ise, aklın fiili, akıl olmalıdır. ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur fakat özünde mümkün bir varlıktır. akıldır bu akıl, yani zorunlu olarak düşünür. kendisinin çıktığı "ilk" olanı, yani allah'ı hem de kendisinin sonradan ortaya çıkan bir "mümkün" olduğunu düşünmek zorundadır. ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl meydana gelir. ve ilk akıl daha sonra kendisinin mümkün bir varlık olduğunu düşününce de birinci göğün nefsi ile maddesi meydana gelir. birinci gök, felektir. peki ilk akıl ortaya çıkınca, bu allah'ın tekliğine zıt olmaz mı? ilk akıl, "mutlak bir"den değil kendi özü vasıtasıyla çoğalmaktadır. bu sayede de allah'ın birliğine noksan gelmez. ibn-i sina, ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur ve özü itibariyle mümkündür demiştir. yani ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl oluşmuştur ama allah'a münasebetle zorunlu olduğunu düşünmesinden de birinci gök yani feleğin nefsi ve kendisinin mümkün varlık olduğunu düşünmesinden de birinci göğün maddesi meydana gelmiştir. plotinos da çok eski dönemlerde bu konuyu açıklamıştır. şöyle ki o, ilk aklın, allah'tan taşması sonucu çıkmasının, o'nun birliğine bir noksan getirmediğini söyler. plotinos özetle der ki;
güneş ışınlarının çıkması sonucu azalması, aciz duruma gelmesi, güneşte herhangi bir eksilmeye yol açmaz. o zaman ilk aklın tanrıdan taşması sonucu çıkması da o'nun birliğine bir noksanlık getirmez.
ikinci akıla gelirsek, ikinci akıl, birinci akıla göre zorunludur, ama özü bakımından mümkündür. ikinci akıl, allah'ı düşününce üçüncü akıl meydana gelir. ve ikinci akıl, mümkün olduğunu düşünmesiyle sabit yıldızlar küresinin nefsi ile maddesi meydana gelir. işte bu böyle devam eder, daha sonra diğer akıl oluşur, daha sonra diğer akıl, daha sonra diğer akıl diye devam eder ve her akıl başka bir aklı ve bundan ilave nefsi ile beraber gök küresini oluşturur. nefs ise gök kürelerini dairesel bir biçimde olmak üzere hareket ettirir. akıllar, gözlemleyebildiğimiz gezegenlerin, hayır daha doğrusu güneş sisteminde yer alan gezegenlerin sayısına ulaşır. daha sonra son akıl, yani "faal akıl" oluşur. bu akıl, ay küresinin aklıdır. sudûr düzenine göre, her akıl, sonraki akıldan allah'a yakınlığı sebebiyle daha üstündür. ayrıca bu yakınlığa göre akıllar daha çok feyiz alırlar. kim daha yakınsa o daha çok feyiz alır.
burda en ilginç akıl ise, faal akıl'dır. çünkü bu akıl allah'a en uzak olan akıldır. ama dünyaya en yakın olan akıl da budur. farabi, faal aklın hz. cebrail'e karşılık olduğunu iddia eder. fakat faal akıl allah ile maddî kâinat arasında bir aracı olduğu için ve hz. cebrail'in dünyayı idare etme gibi bir görevi olmadığı için bu iddia yanlıştır.
şimdi gelelim üçüncü ve son sınıfa, yani "maddî varlık"a.
3. madde, heyûlâ. heyûlâ bütün maddî varlıkların ilkesi olarak sayılır. en olgunlaşmamış varlıktır. heyûlâ, faal akıl ve gök kürelerinin dairesel bir biçimde dönmesi sayesinde oluşur. ve madde yönünden bir tanedir. faal akıl ise eşyaya şekil verir. bu sayede heyûlâ suret kazanır. ilk olarak su, toprak, ateş ve havadan oluşan 4 ilke ortaya çıkar. bunlar birleşir ve cismî(cisimler) dünyası oluşur. önce cansız cisimler sonra canlı cisimler oluşur. daha sonra bitki alemi ve daha sonra hayvanlar alemi oluşur. daha sonra düşünen canlı, insan oluşur. insanların en üst mertebesinde filozof ve peygamber yer alır. filozofda "heyulanî akıl" vardır. faal akıl bu akla etki eder ve bu aklı aktifleştirir. böylece "bilfiil akıl" oluşur. sonra da "müstefâd akıl" oluşur. bu akıl en yüksek akıldır. bu akıl, doğrudan faal akılla ilişki kurabilecek olgunlukta ve düzeydedir. bu akıl, filozoflarda yer alır. faal akır, filozofun bu aklına ve peygamberin hayal gücüne etki ederek ilk felsefî bilgiyi daha sonra da vahiy bilgisini oluşturur.
(ufak bir not: bazıları bu düşünceyi eleştirmiş, aklî gücün, hayal gücünden daha üstün olduğunu söylemiştir. onlar böylece farabi, filozofu peygamberden üstün tuttu demişlerdir. fakat burda büyük bir incelik vardır, peygamber yetkin, müstefâd akla sahiptir. faal aklın gönderdiği feyiz peygamberin aklına daha sonra da hayal gücüne girer. böylelikle peygamber hem teorik hem pratik açıdan üstünlük kazanır. dolayısıyla burdan yola çıkarak ünlü filozof farabi'nin peygamberi filozoftan üstün tuttuğu söylenebilir).
peki nedir "yükseliş"? insan nasıl yükselir? insanın görevi nasıl tamamlanır? son nedir?
bu konuda farabi ve ibn sina aynı görüşü benimser, plotinos ise ayrı bir şey söyler. şimdi sizce hangisi doğrudur orasını bilemem.
farabi ve ibn-i sina'ya göre "yükseliş": beşerî akıl, faal akıla ulaşınca görev tamamlanacaktır. işte yükseliş budur. (bkz: ittisal)
plotinos'a göre "yükseliş": mistik bir yükseltilme/çekme * sonucu, insan kendinden geçer. ve "ilk"te yani "mutlak bir"de fânileşir. işte yükseliş budur.
şimdi de tanımı sonlandıralım;
farabi ve ibn-i sina, felsefe ile dini uzlaştırmak için çalışmışlardır. ve ikisi de ilk olarak plotinos'un ortaya attığı bu teoriyi, bu istekleri için bir şans olarak değerlendirmişlerdir. ve her şey, bazılarının, onların küfre düştüğünü söylemesiyle sonuçlanmıştır. kafalarında canlandırdıkları "evren" ise, artık 500 yıldır kabul görmeyen batlamyus'un evren modelidir..
teoriyi eleştirenlerden bazıları:
1. gazzali - islam alimi, mutasavvıf, kimi kaynaklarda "filozof" olarak da anılmıştır. (teoriyi en çok gazzali eleştirmiştir)
2. ebu'l -berekât bağdâdi - islam felsefesi'nin en güçlü filozoflarından biri. fakat maalesef unutulmuştur.
3. ibn rüşd - meşşailik'in temsilcilerinden olan filozof.
4. ibn teymiyye - selefi anlayışın en önemli âlimlerindendir.
sudûr teorisini desteklediğini söyleyemesek bile, bu teoriden etkilenenlerden bazıları:
1. şihabeddin sühreverdî - işrakilik ya da diğer adıyla illüminasyonizm akımının kurucusu olan filozof.
2. muhyiddin ibnü'l-arabî - ünlü filozof, mutasavvıf.
3. seyyid şerif curcânî - matematikçi, fıkıh, kelam ve arap dili bilgini.
teoriye göre, 3 varlık vardır:
1. manevî varlık.
2. manevî varlık (evet varlık 3tür ve 2si manevidir)
3. maddî varlık
peki bu varlıklar kimdirler? bunları farabi şöyle açıklamıştır;
1. manevî varlık - mutlak olan allah.
2. manevî varlık - göksel akıllar. bunlar, farabi'nin madde olmadıklarını söylediği ruhanî varlıklar yani meleklerdir.
3. maddî varlık - herhangi bir mükemmelliği olmayan, aksine noksanı bulunan ilk madde. (bkz: heyûlâ)
şimdi bu 3 sınıfı anlamamız için, hepsi birer-birer açıklanmıştır.
1. mutlak bir. burda, farabi, allah'ın, her türlü noksandan uzak, her şeyin ilk sebebi, sırf iyi, herhangi bir ortağı ya da bir benzeri bulunmayan, her konuda hiçbir şeye muhtaç olmayan aşkın ve yüce bir varlık olduğunu söylemiştir. o'nun aklınıza gelecek ve gelmeyecek her türlü güzelliğin ve iyiliğin kaynağı olduğunu söylemiştir. allah, kendisi tarafından bilinen bir varlıktır. allah, 1. akıldır. 2. akledendir. 3. akledilendir. bunlar mutlak bilinç'tir. allah'ın herhangi bir amacı yoktur, çünkü amaç eksikliktir, ihtiyaçtır. ve işte sudûr teorisi burda devreye girer: allah salt akıldır, kendini bilir, düşünmesi sayesinde herhangi bir iradesi ve ihtiyarına gerek kalmadan, varlık, tabii bir zorunluluk sayesinde o'ndan çıkarak (işte bu sudûr'dur) meydana gelmiştir.
(ufak bir not: işte yukarıda gördüğünüz açıklama, özellikle siyahla işaretlediğim kısım, (gbkz: islam)'a aykırı olarak düşünülmüş ve gazzâlî tarafından eleştirilmiştir. hatta iş o kadar büyümüştür ki, farabi ve ibn-i sina'nın kâfir ilân edilmesine kadar gelip çıkmıştır. tabii burda kim haklı, kim haksız tartışması yapmadan teoriyi anlattığımız için, mutlak bir kavramını anlatmaya devam edelim):
burda kastedilen "zorunluluk" ise, allah'ın zorunlu bir varlık oluşunu temsil eder. ilk varlığın yani allah'ın kendini bilmesi demek, tamamen varlığı ve varlıkta yer alan muazzam düzeni de bilmesi demektir. teori de, bilmenin, eylemin sebebi olduğunu söyler. ibn sina da bu konuda kendi görüşlerini paylaşarak teoriyi daha da geliştirmiştir. ibn sina, irade sıfatını, ilim sıfatına getirir, ve allah'ın kendini bilmesinin varlıktaki düzen ve var oluşun bir irade sonucu gerçekleştiğini söyler. ve işte işin çok şaşırtıcı kısmı burda ortaya çıkıyor: ibn sina der ki, allah'ın bilgisi, kendisi gibi ezelî olduğuna göre, ve o ezelden beri kendini bildiğine göre, bilmenin sonucunda oluşan varlık da ezelîdir, çünkü mantık bunu gerektirir. demek ki evren de ezelîdir!
(ufak bir not: beyler-bayanlar bu arada burda şunu da söyleyeyim, evrenin ezeli olmadığı hususu daha yakın bir dönemde keşfedilmiş bir şey, yani o dönem evrenin ezelî olduğuna inanan kişilerin varlığı muhtemeldi ve bu dönem ibn sina'nın da buna böyle bir açıklama getirip din ile ezelî evren teorisini bağdaştırabilmesi cidden ne denli büyük bir deha olduğunu gösterir, çünkü bu husus 40 yıl düşünülse insanın aklına gelemeyecek bir şey, "mutlak bir" kavramıyla devam edelim):
fakat bu açıklamaya rağmen, bu bağdaştırmaya rağmen, "sudûr" semavî dinlerle görüldüğü üzere çelişir. çünkü semavî dinler, evreni allah'ın yarattığını söyler, bu da evrenin ezelî olamayacağını gösterir. e bazı filozoflar da bunun farkında oldukları için, ama "sudûr"u destekledikleri için, kâinatın zamansal olarak ezelî fakat ontolojik bakımdan sonradan meydana geldiğini savunmuşlardır. fakat bu da teoriyi kurtaramamıştır çünkü evrenin zamansal olarak ezelî olması demek, allah'ı zamanla bağdaştırmak demektir ki bu da bir çelişkiye yol açar.
işte birinci "manevî varlık"ın özeti buydu. şimdi de gelelim ikinci "manevî varlık"a;
2. on akıl. bu düşünceye göre, mutlak bir, tektir, demek ki fiili de tektir. fakat plotinos, "birden, bir çıkar" der. demek ki allah kendini bilince o'ndan ilk akıl ortaya çıkar. çünkü allah, 1. akıl. 2. akleden. 3. akledilen ise, aklın fiili, akıl olmalıdır. ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur fakat özünde mümkün bir varlıktır. akıldır bu akıl, yani zorunlu olarak düşünür. kendisinin çıktığı "ilk" olanı, yani allah'ı hem de kendisinin sonradan ortaya çıkan bir "mümkün" olduğunu düşünmek zorundadır. ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl meydana gelir. ve ilk akıl daha sonra kendisinin mümkün bir varlık olduğunu düşününce de birinci göğün nefsi ile maddesi meydana gelir. birinci gök, felektir. peki ilk akıl ortaya çıkınca, bu allah'ın tekliğine zıt olmaz mı? ilk akıl, "mutlak bir"den değil kendi özü vasıtasıyla çoğalmaktadır. bu sayede de allah'ın birliğine noksan gelmez. ibn-i sina, ilk akıl, allah'a münasebetle zorunludur ve özü itibariyle mümkündür demiştir. yani ilk akıl, allah'ı düşününce ikinci akıl oluşmuştur ama allah'a münasebetle zorunlu olduğunu düşünmesinden de birinci gök yani feleğin nefsi ve kendisinin mümkün varlık olduğunu düşünmesinden de birinci göğün maddesi meydana gelmiştir. plotinos da çok eski dönemlerde bu konuyu açıklamıştır. şöyle ki o, ilk aklın, allah'tan taşması sonucu çıkmasının, o'nun birliğine bir noksan getirmediğini söyler. plotinos özetle der ki;
güneş ışınlarının çıkması sonucu azalması, aciz duruma gelmesi, güneşte herhangi bir eksilmeye yol açmaz. o zaman ilk aklın tanrıdan taşması sonucu çıkması da o'nun birliğine bir noksanlık getirmez.
ikinci akıla gelirsek, ikinci akıl, birinci akıla göre zorunludur, ama özü bakımından mümkündür. ikinci akıl, allah'ı düşününce üçüncü akıl meydana gelir. ve ikinci akıl, mümkün olduğunu düşünmesiyle sabit yıldızlar küresinin nefsi ile maddesi meydana gelir. işte bu böyle devam eder, daha sonra diğer akıl oluşur, daha sonra diğer akıl, daha sonra diğer akıl diye devam eder ve her akıl başka bir aklı ve bundan ilave nefsi ile beraber gök küresini oluşturur. nefs ise gök kürelerini dairesel bir biçimde olmak üzere hareket ettirir. akıllar, gözlemleyebildiğimiz gezegenlerin, hayır daha doğrusu güneş sisteminde yer alan gezegenlerin sayısına ulaşır. daha sonra son akıl, yani "faal akıl" oluşur. bu akıl, ay küresinin aklıdır. sudûr düzenine göre, her akıl, sonraki akıldan allah'a yakınlığı sebebiyle daha üstündür. ayrıca bu yakınlığa göre akıllar daha çok feyiz alırlar. kim daha yakınsa o daha çok feyiz alır.
burda en ilginç akıl ise, faal akıl'dır. çünkü bu akıl allah'a en uzak olan akıldır. ama dünyaya en yakın olan akıl da budur. farabi, faal aklın hz. cebrail'e karşılık olduğunu iddia eder. fakat faal akıl allah ile maddî kâinat arasında bir aracı olduğu için ve hz. cebrail'in dünyayı idare etme gibi bir görevi olmadığı için bu iddia yanlıştır.
şimdi gelelim üçüncü ve son sınıfa, yani "maddî varlık"a.
3. madde, heyûlâ. heyûlâ bütün maddî varlıkların ilkesi olarak sayılır. en olgunlaşmamış varlıktır. heyûlâ, faal akıl ve gök kürelerinin dairesel bir biçimde dönmesi sayesinde oluşur. ve madde yönünden bir tanedir. faal akıl ise eşyaya şekil verir. bu sayede heyûlâ suret kazanır. ilk olarak su, toprak, ateş ve havadan oluşan 4 ilke ortaya çıkar. bunlar birleşir ve cismî(cisimler) dünyası oluşur. önce cansız cisimler sonra canlı cisimler oluşur. daha sonra bitki alemi ve daha sonra hayvanlar alemi oluşur. daha sonra düşünen canlı, insan oluşur. insanların en üst mertebesinde filozof ve peygamber yer alır. filozofda "heyulanî akıl" vardır. faal akıl bu akla etki eder ve bu aklı aktifleştirir. böylece "bilfiil akıl" oluşur. sonra da "müstefâd akıl" oluşur. bu akıl en yüksek akıldır. bu akıl, doğrudan faal akılla ilişki kurabilecek olgunlukta ve düzeydedir. bu akıl, filozoflarda yer alır. faal akır, filozofun bu aklına ve peygamberin hayal gücüne etki ederek ilk felsefî bilgiyi daha sonra da vahiy bilgisini oluşturur.
(ufak bir not: bazıları bu düşünceyi eleştirmiş, aklî gücün, hayal gücünden daha üstün olduğunu söylemiştir. onlar böylece farabi, filozofu peygamberden üstün tuttu demişlerdir. fakat burda büyük bir incelik vardır, peygamber yetkin, müstefâd akla sahiptir. faal aklın gönderdiği feyiz peygamberin aklına daha sonra da hayal gücüne girer. böylelikle peygamber hem teorik hem pratik açıdan üstünlük kazanır. dolayısıyla burdan yola çıkarak ünlü filozof farabi'nin peygamberi filozoftan üstün tuttuğu söylenebilir).
peki nedir "yükseliş"? insan nasıl yükselir? insanın görevi nasıl tamamlanır? son nedir?
bu konuda farabi ve ibn sina aynı görüşü benimser, plotinos ise ayrı bir şey söyler. şimdi sizce hangisi doğrudur orasını bilemem.
farabi ve ibn-i sina'ya göre "yükseliş": beşerî akıl, faal akıla ulaşınca görev tamamlanacaktır. işte yükseliş budur. (bkz: ittisal)
plotinos'a göre "yükseliş": mistik bir yükseltilme/çekme * sonucu, insan kendinden geçer. ve "ilk"te yani "mutlak bir"de fânileşir. işte yükseliş budur.
şimdi de tanımı sonlandıralım;
farabi ve ibn-i sina, felsefe ile dini uzlaştırmak için çalışmışlardır. ve ikisi de ilk olarak plotinos'un ortaya attığı bu teoriyi, bu istekleri için bir şans olarak değerlendirmişlerdir. ve her şey, bazılarının, onların küfre düştüğünü söylemesiyle sonuçlanmıştır. kafalarında canlandırdıkları "evren" ise, artık 500 yıldır kabul görmeyen batlamyus'un evren modelidir..
teoriyi eleştirenlerden bazıları:
1. gazzali - islam alimi, mutasavvıf, kimi kaynaklarda "filozof" olarak da anılmıştır. (teoriyi en çok gazzali eleştirmiştir)
2. ebu'l -berekât bağdâdi - islam felsefesi'nin en güçlü filozoflarından biri. fakat maalesef unutulmuştur.
3. ibn rüşd - meşşailik'in temsilcilerinden olan filozof.
4. ibn teymiyye - selefi anlayışın en önemli âlimlerindendir.
sudûr teorisini desteklediğini söyleyemesek bile, bu teoriden etkilenenlerden bazıları:
1. şihabeddin sühreverdî - işrakilik ya da diğer adıyla illüminasyonizm akımının kurucusu olan filozof.
2. muhyiddin ibnü'l-arabî - ünlü filozof, mutasavvıf.
3. seyyid şerif curcânî - matematikçi, fıkıh, kelam ve arap dili bilgini.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
yayını aksatmadan dinlemeye devam ederek, maksimum iki hafta içerisinde verem olup sanatoryumdan bildirmeye devam edeceğimi düşündüğüm yayın...
devamını gör...
normal bir kadıköy beyefendisi
tanımlarını keyifle okuduğum yazar arkadaşımızdır.
hatta o kadar iyi bir insandır ki 'nickaltı olmayan yazar kalmayacak' prensibi ile hareket eder sağ olsun.
takipteyiz efendim.
hatta o kadar iyi bir insandır ki 'nickaltı olmayan yazar kalmayacak' prensibi ile hareket eder sağ olsun.
takipteyiz efendim.
devamını gör...
spontane radyo yayını
devamını gör...
medine
eski ismi yesrib olan şehir. aynı zamanda anlamı şehir demektir.
devamını gör...
ölüm gibi bir şey olup ölünmeyen durumlar
geleceğim, bekle dedi, gitti.
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi bir şey oldu.
ama kimse ölmedi
özdemir asaf
ben beklemedim,
o da gelmedi
ölüm gibi bir şey oldu.
ama kimse ölmedi
özdemir asaf
devamını gör...
harlan coben
zx80 ukdesidir.
1962 doğumlu abd'li yazar.
korku, gizem, polisiye gibi çeşitli türlerde romanlar yazmıştır. en sevdiğim serisi (bkz: myron bolitar) serisidir.
myron bolitar, coben’in çok fazla romanında kullandığı bir ana karakterdir. eski bir basketbol yıldızıdır. daha sonra serinin başka bir kitabında karşımıza çıkacak bir sebepten ötürü sakatlanıp kariyerini yarıda bırakmış, hukuk okumuş, spor menajerliği yapmak üzere bir şirket kurmuş ve önemli sporculara, ünlülere menajerlik yapmaya başlamıştır.
genelde serilerde de bu menajerliği esnasında menajerliğini yaptığı kişilerin başına gelen olaylar, yahut geçmişlerinden gelen bir takım mevzular üzerine olayların gelişmesini okuruz. ayrıca bu olayların çözümünde bolitar’a en yakın arkadaşı, kankası, çok varlıklı ve asil bir aileden gelen (bkz: windsor horne lockwood ııı) kısaca (bkz: win)’in çok kıymetli katkıları olduğunu ve zaman zaman bolitar'ın hayatını kurtardığını da belirtmeden geçemem. yan karakter olmasına rağmen kitaplarında en sevdiğim karakterdir.
genelde kurgusuna polis dahil etmediğinden, polisiye demek çok doğru olmaz ama kitaplarında muhteşem derecede zekice bir kurgusu vardır. her kitabında defalarca ters köşe olursunuz. son 50 sayfayı okurken heyecanlanır, bir polisiye sever olarak dünya dursa kitabı elinizden bırakamazsınız.
meraklısı için ilgili myron bolitar serisi sırasıyla aşağıdaki gibidir. yazılan sıra ile okumanızı şiddetle tavsiye ederim:
(bkz: oyun bozan)
(bkz: büyük vuruş)
(bkz: zor oyun)
(bkz: geri dönüş)
(bkz: yanlış bir adım)
(bkz: son detay)
(bkz: zaman tükeniyor)
(bkz: bana söz ver)
(bkz: kayıp)
(bkz: yüksek gerilim)
(bkz: home) ilgili kitabın türkçe çevirisini bulamadığımdan henüz okumadım.
mickey bolitar serisi (kim olduğunu söylersem okuyacaklara spoiler olur, o yüzden söylemeyeceğim ama yukarıdaki kitaplarla bağlantılı bir seridir.)
(bkz: sığınak)
(bkz: saniyeler kala)
(bkz: found) ilgili kitabın çevirisini bulamadığımdan okumadım.
haricinde okuduğum diğer tekil kitapları aşağıdaki gibidir.
(bkz: hoşça kal demeden)
(bkz: kimseye söyleme) bu kitabın fransız yapımı uyarlama bir filmi mevcuttur. filmi kitabı okuduktan sonra izlememe rağmen gayet başarılı buldum. ki, kolay kolay kitap uyarlamalarını beğenen bir okur/izleyici değilimdir.
(bkz: ihanetin 5 yüzü)
(bkz: başka şansın yok)
(bkz: karanlık fotoğraf)
(bkz: şantaj)
(bkz: orman) kitaplığımda var henüz okumadım. edinip okumya kıyamadığım tek kitabıdır. aynı yazarı seri olarak alıp, arka arkaya okumak en büyük keyfim olduğundan, olmayan kitaplarını edinip öyle okuyacağım.
(bkz: asla vazgeçme)
(bkz: kapan)
(bkz: geçmişle dans)
türkçe'ye çevrilmemiş diğer kitaplarını yazmadım. çeviriler gerçekleşir ve kitapları edinip okursam, tanımı editleyeceğim.
1962 doğumlu abd'li yazar.
korku, gizem, polisiye gibi çeşitli türlerde romanlar yazmıştır. en sevdiğim serisi (bkz: myron bolitar) serisidir.
myron bolitar, coben’in çok fazla romanında kullandığı bir ana karakterdir. eski bir basketbol yıldızıdır. daha sonra serinin başka bir kitabında karşımıza çıkacak bir sebepten ötürü sakatlanıp kariyerini yarıda bırakmış, hukuk okumuş, spor menajerliği yapmak üzere bir şirket kurmuş ve önemli sporculara, ünlülere menajerlik yapmaya başlamıştır.
genelde serilerde de bu menajerliği esnasında menajerliğini yaptığı kişilerin başına gelen olaylar, yahut geçmişlerinden gelen bir takım mevzular üzerine olayların gelişmesini okuruz. ayrıca bu olayların çözümünde bolitar’a en yakın arkadaşı, kankası, çok varlıklı ve asil bir aileden gelen (bkz: windsor horne lockwood ııı) kısaca (bkz: win)’in çok kıymetli katkıları olduğunu ve zaman zaman bolitar'ın hayatını kurtardığını da belirtmeden geçemem. yan karakter olmasına rağmen kitaplarında en sevdiğim karakterdir.
genelde kurgusuna polis dahil etmediğinden, polisiye demek çok doğru olmaz ama kitaplarında muhteşem derecede zekice bir kurgusu vardır. her kitabında defalarca ters köşe olursunuz. son 50 sayfayı okurken heyecanlanır, bir polisiye sever olarak dünya dursa kitabı elinizden bırakamazsınız.
meraklısı için ilgili myron bolitar serisi sırasıyla aşağıdaki gibidir. yazılan sıra ile okumanızı şiddetle tavsiye ederim:
(bkz: oyun bozan)
(bkz: büyük vuruş)
(bkz: zor oyun)
(bkz: geri dönüş)
(bkz: yanlış bir adım)
(bkz: son detay)
(bkz: zaman tükeniyor)
(bkz: bana söz ver)
(bkz: kayıp)
(bkz: yüksek gerilim)
(bkz: home) ilgili kitabın türkçe çevirisini bulamadığımdan henüz okumadım.
mickey bolitar serisi (kim olduğunu söylersem okuyacaklara spoiler olur, o yüzden söylemeyeceğim ama yukarıdaki kitaplarla bağlantılı bir seridir.)
(bkz: sığınak)
(bkz: saniyeler kala)
(bkz: found) ilgili kitabın çevirisini bulamadığımdan okumadım.
haricinde okuduğum diğer tekil kitapları aşağıdaki gibidir.
(bkz: hoşça kal demeden)
(bkz: kimseye söyleme) bu kitabın fransız yapımı uyarlama bir filmi mevcuttur. filmi kitabı okuduktan sonra izlememe rağmen gayet başarılı buldum. ki, kolay kolay kitap uyarlamalarını beğenen bir okur/izleyici değilimdir.
(bkz: ihanetin 5 yüzü)
(bkz: başka şansın yok)
(bkz: karanlık fotoğraf)
(bkz: şantaj)
(bkz: orman) kitaplığımda var henüz okumadım. edinip okumya kıyamadığım tek kitabıdır. aynı yazarı seri olarak alıp, arka arkaya okumak en büyük keyfim olduğundan, olmayan kitaplarını edinip öyle okuyacağım.
(bkz: asla vazgeçme)
(bkz: kapan)
(bkz: geçmişle dans)
türkçe'ye çevrilmemiş diğer kitaplarını yazmadım. çeviriler gerçekleşir ve kitapları edinip okursam, tanımı editleyeceğim.
devamını gör...
talassofobi
talasofobi; büyük su kütlelerinden, denizin veya okyanusun devasa boşluğundan korkma ve karadan uzak kalma korkusudur.
devamını gör...
herkesin sevdiği sizin sevmediğiniz şey
acun yapımları. ithal formatların hiçbirini izlemedim. yiyecek olarak da yumurta ve sakat at.
devamını gör...
yalnızlık
bununla ilgili harika bir video ...yalnız fazla da kalmamak lazım anlaşılan.
devamını gör...