franz joseph haydn
joseph haydn 31 mart 1732 - 31 mayıs 1809 yılları arasında yaşamış avusturya'lı bir klasik müzik bestecisi, müzisyendi. mozart, beethovan gibi isimleri etkilemiş olan haydn; 800 üzerinde besteye, yüzü aşkın senfoniye imza atarak klasik müzik tarihinin en üretken sanatçılarından biri olmuştu. zengin macar esterházy ailesi için esterházy kalesinde baş müzisyenlik yaparak kariyerinin büyük çoğunluğunu geçirdi. burada izole bir şekilde müzikler yapması onu diğer bestecilerden ve müzik akımlarından ayrı kıldı, kendine özgün eserler üretti. kariyerinin bu noktasına gelene kadar da çocukluktan itibaren müziğe yatkınlığı olduğu düşünülerek eğitim verilen haydn'ın müziği geniş çaplı bir etki yaratmıştı. paris, londra gibi büyük şehirlerde de konserler veren sanatçı mozart ile arkadaştı ve beethovan'a dersler verirdi. arkadaşı mozart ile bazen viyana'da birlikte çalarlardı. daha sonra zaten ünlü olduğu londra'ya gitti ve senfonilerine devam etti. yıllar 1795'i gösterdiğinde viyana'ya geri döndü fakat 1800'lere doğru yaşlılığı ve sağlık durumu onu yıpratmaya başladı. artık beste yapamaz hale gelmişti. her ne kadar beste yapamayacak durumda olsa da müzik, zihninde durmuyordu. biyografisini yazan dies, 1806 yılında şunları yazmıştı:
"ı must have something to do—usually musical ideas are pursuing me, to the point of torture, ı cannot escape them, they stand like walls before me. ıf it's an allegro that pursues me, my pulse keeps beating faster, ı can get no sleep. ıf it's an adagio, then ı notice my pulse beating slowly. my imagination plays on me as if ı were a clavier."[q] haydn smiled, the blood rushed to his face, and he said "ı am really just a living clavier."
''yapacak bir şeyim olmalı, genellikle müzik fikirleri beni işkence noktasına kadar takip ediyor. onlardan kaçamıyorum, karşımda bir duvar gibi duruyorlar. eğer beni takip eden tempo hızlı ise nabzım daha hızlı atıyor; uyuyamıyorum. eğer tempo yavaş ise nabzım yavaş atıyor. hayal gücüm benimle bir klavyeymişim (müzik tuşları) gibi oynuyor.
haydn gülümsedi, yüzü kızarmıştı ve şöyle söyledi: ben sadece gerçekten yaşayan bir klavyeyim.''
26 mayıs 1809 yılında haydn, emperor's hymn'ı zevk içinde üç kez çaldı ve yere yığıldı. öleceği yere taşınan sanatçı 31 mayıs 1809'da, saat 12.40, 77 yaşında hayatını kaybetti.
"ı must have something to do—usually musical ideas are pursuing me, to the point of torture, ı cannot escape them, they stand like walls before me. ıf it's an allegro that pursues me, my pulse keeps beating faster, ı can get no sleep. ıf it's an adagio, then ı notice my pulse beating slowly. my imagination plays on me as if ı were a clavier."[q] haydn smiled, the blood rushed to his face, and he said "ı am really just a living clavier."
''yapacak bir şeyim olmalı, genellikle müzik fikirleri beni işkence noktasına kadar takip ediyor. onlardan kaçamıyorum, karşımda bir duvar gibi duruyorlar. eğer beni takip eden tempo hızlı ise nabzım daha hızlı atıyor; uyuyamıyorum. eğer tempo yavaş ise nabzım yavaş atıyor. hayal gücüm benimle bir klavyeymişim (müzik tuşları) gibi oynuyor.
haydn gülümsedi, yüzü kızarmıştı ve şöyle söyledi: ben sadece gerçekten yaşayan bir klavyeyim.''
26 mayıs 1809 yılında haydn, emperor's hymn'ı zevk içinde üç kez çaldı ve yere yığıldı. öleceği yere taşınan sanatçı 31 mayıs 1809'da, saat 12.40, 77 yaşında hayatını kaybetti.
devamını gör...
#20liyaşlarchallenge
bebeğim senin 20yearschallenge'ından ne olacak zaten 25'sin
devamını gör...
sci-hub
10. yılını kutlayan makale platformu.
yıllardır ücretli makaleleri doi adresleri sayesinde indirebildiğiniz platform yıldönümünü kutluyor. sizlerin huzurunda alexandra elbakyan'a şükranlarımı sunuyor ve bu teşekkür aracılığıyla siteden haberi olmayan arkadaşları bilgilendirmek istiyorum.
yıllardır ücretli makaleleri doi adresleri sayesinde indirebildiğiniz platform yıldönümünü kutluyor. sizlerin huzurunda alexandra elbakyan'a şükranlarımı sunuyor ve bu teşekkür aracılığıyla siteden haberi olmayan arkadaşları bilgilendirmek istiyorum.
devamını gör...
nasılsın sorusu
şu sıralar resmen, servet-i fünunculardan daha iyisini yapacaklarını söyleyip bir bok yapamayan fecri ati topluluğu gibiyim.
devamını gör...
kırmızı ayakkabı giyen hanımların seks arzulaması
sivri burun ayakkabılı erkekte halay arzuluyormuş öyle diyorlar.
devamını gör...
hayatı çekilir kılan detaylar
saçma sapan şeylere bile gülebilme duygusunu hala yitirmemiş olmak.
devamını gör...
jose saramago
körlük romanı ile insanın vahşileşmeye ne derece meyilli, bencil bir yaratık olduğunu müthiş bir metaforla anlatan yazar.
henüz diğer kitaplarını okumadım. sırada kabil var
--- alıntı ---
"evet, su katılmamış bir ateistim ve bunun bin tane sebebi var. sadece bir tanesini hatırlatayım size. kainat yaratılana kadar, ebediyette, tanrı hiçbir şey yapmadı. sonra, nedendir bilinmez, onu yaratmaya karar verdi. altı günde yaptı bunu, yedinci gün istirahate çekildi. o günden beri istirahatte. ebediyen de istirahate devam edecek. ona nasıl inanılabilir ki?"
--- alıntı ---
henüz diğer kitaplarını okumadım. sırada kabil var
--- alıntı ---
"evet, su katılmamış bir ateistim ve bunun bin tane sebebi var. sadece bir tanesini hatırlatayım size. kainat yaratılana kadar, ebediyette, tanrı hiçbir şey yapmadı. sonra, nedendir bilinmez, onu yaratmaya karar verdi. altı günde yaptı bunu, yedinci gün istirahate çekildi. o günden beri istirahatte. ebediyen de istirahate devam edecek. ona nasıl inanılabilir ki?"
--- alıntı ---
devamını gör...
üniforma alamadığı için okula giremeyen öğrenci
gerçekten kapıdan yollamak eğitim hakkını elinden almak mı çözüm? okul aile birliği ne işe yarıyor? milletten para toplayıp bir odada oturup gün yapmak mı tek işleri? sadece bu çocuk değil birden fazla çocuk varmış bu durumda. çok mu zor ihtiyaç sahibi çocukları belirleyip yardımcı olmak?
devamını gör...
rüyada son görülen kişi
ne yalan söyleyeyim, dün gece yine rüyamda yoldaşı'ı gördüm. tuhaf bir şekilde rüyama girip duruyor bu arkadaş. *
devamını gör...
anın fotoğrafı
devamını gör...
kinyas ve kayra
üç bölümden oluşan hakan günday kitabı . çok başarılı bir kitaptır çıktığı günden beri bir çok insana ulaşmış üzerinde izler bırakmış bir kitaptır. hakan günday’ın ilk kitabıdır gençlik yıllarında yazmıştır . kitabı okurken hakan günday’ın gelişimini takip edebiliriz o yüzden. kitap asansör dördüncü katta durdu cümlesiyle başlar. hakan günday o dönemlerde bu cümleyi hangi amaçla yazdığını bilmediğini söylemiştir . sonralarda bir söyleşide asansör benim hayatımın dördüncü katındaymış belki de demiştir . kitap kendini kolay teslim etmeyen bir eserdir biraz sabretmek gerekir. kurgusu son derece başarılı olmasının yanında bu kitap bir soruyla ortaya çıkmıştır. hayattan zevk almayan varoluş amacını arayan iki insan neler yapar nasıl yaşar sorusunu okuruz . kitap hakkında alıntıları yazmaya kalksak yeni bir kitap ortaya çıkar. ben en sevdiğim alıntıyı buraya ekleyip gideyim . --- alıntı ---
bir buçuk ay boyunca sallandım. mürettebatla bir sorun yaşamadım. pek konuşmuyordum onlarla. vahşetlerini amerika'ya saklıyorlardı. yolculuğun tek heyecanı, aşçının yamağına sarkan birinin linciydi. adamı dövüp bir depoya kapattılar. tabii genç tecavüzcü yerde kıvranırken çevresinde oluşmuş ve tekme yağdıran zincirin halkalarından biri de bendim. yanımdakilerin omuzlarına tutunarak birkaç tekme de ben fırlattım, kendi kanında boğulmak için dua etmeye başlamış olan adamın kafasına. iki gün sonra unutuldu her şey. ve aşçı yamağının kalçaları başkalarının da ilgisini çekmeye başladı. bu sefer kimse linç girişiminde bulunmaya çalışmadı çünkü yamağı düzenlerin sayısı ahlakçılık oynayanlarınkini geçmişti. kanıksanmıştı çocuğun kalçalarının lezzeti. ama ilk hareketi yapıp dişleri paramparça olan adam, tabuyu yıkan kişi olarak, bütün insanların günahlarına karşılık çarmıha gerilmiş isa gibi, yolculuk boyunca hücresinde tutuldu.
--- alıntı ---
bir buçuk ay boyunca sallandım. mürettebatla bir sorun yaşamadım. pek konuşmuyordum onlarla. vahşetlerini amerika'ya saklıyorlardı. yolculuğun tek heyecanı, aşçının yamağına sarkan birinin linciydi. adamı dövüp bir depoya kapattılar. tabii genç tecavüzcü yerde kıvranırken çevresinde oluşmuş ve tekme yağdıran zincirin halkalarından biri de bendim. yanımdakilerin omuzlarına tutunarak birkaç tekme de ben fırlattım, kendi kanında boğulmak için dua etmeye başlamış olan adamın kafasına. iki gün sonra unutuldu her şey. ve aşçı yamağının kalçaları başkalarının da ilgisini çekmeye başladı. bu sefer kimse linç girişiminde bulunmaya çalışmadı çünkü yamağı düzenlerin sayısı ahlakçılık oynayanlarınkini geçmişti. kanıksanmıştı çocuğun kalçalarının lezzeti. ama ilk hareketi yapıp dişleri paramparça olan adam, tabuyu yıkan kişi olarak, bütün insanların günahlarına karşılık çarmıha gerilmiş isa gibi, yolculuk boyunca hücresinde tutuldu.
--- alıntı ---
devamını gör...
normal sözlük'ün artık ekşiden daha beter bir hal alması
harbiden katılmadığım rezalet başlıktır.
ya babacım artık salın lütfen ya her ay her hafta bu tarz başlıklar açıp durmayın.
bak harbi küfür edip kendimi ölene kadar banlattırırım.
ulan madem öyle bir durum var çek git bebeğim uzaklara.
veya bazı başlıklardan rahatsızsın engelle o başlıkları ve o başlıkları açanları.
hayır tadı kaçtı yani gerçekten sürekli kafa sözlüğün şöyle olması böyle olması gidip geliyoruz.
bir topluluk kuralıdır eğer bir topluluğun içindeyseniz herkes sizin gibi düşünmek zorunda değildir.
herkes aynı başlıklardan keyif alırsa zaten bir yere varamayız.
hayır üç beş kişi çıkıp ben o tarz başlıklardan o tarz yazarlardan daha fazla keyif alıyorum sanane bencil herif derse ne diyeceksiniz bilmiyorum.
ya babacım artık salın lütfen ya her ay her hafta bu tarz başlıklar açıp durmayın.
bak harbi küfür edip kendimi ölene kadar banlattırırım.
ulan madem öyle bir durum var çek git bebeğim uzaklara.
veya bazı başlıklardan rahatsızsın engelle o başlıkları ve o başlıkları açanları.
hayır tadı kaçtı yani gerçekten sürekli kafa sözlüğün şöyle olması böyle olması gidip geliyoruz.
bir topluluk kuralıdır eğer bir topluluğun içindeyseniz herkes sizin gibi düşünmek zorunda değildir.
herkes aynı başlıklardan keyif alırsa zaten bir yere varamayız.
hayır üç beş kişi çıkıp ben o tarz başlıklardan o tarz yazarlardan daha fazla keyif alıyorum sanane bencil herif derse ne diyeceksiniz bilmiyorum.
devamını gör...
yazılacak kitabın ilk cümlesi
bir şeyler oldu. bir şeyler oluyor. bir şeyler daha olacak.
devamını gör...
public philosophy
son yıllarda felsefe literatüründe, popüler bilim veya popüler tarih terimlerine denk geldiği söylenebilecek yeni bir alt eğilim doğdu, “public philosophy.” ne olduğunu tek kelimeyle tam olarak tercüme etmek zor. özetle, kitle iletişim aracılarını kullanarak kamusal alanda popüler konular üzerine gündelik bir dil ile yapılan felsefe olduğu söylenebilir —yani akademik felsefenin tam aksi. “simpsonlar ve felsefe” başlıklı bir blog yazısının, ludwig wittgenstein’ın “felsefi soruşturmalar” adlı kitabında yaptığı felsefeden farklı bir şekilde felsefe yaptığı açık. bu yeni kamusal felsefe, 2500 senelik tarihinin verdiği sorumluluk ve terminolojik yapı yüzünden akademik geleneğin içerisine hapsolmuş “ağır” felsefeye bir alternatif oluşturmaya çalışır. toplumsal fenomenleri idealleştirme çabasına girmeden olduğu haliyle ele alır ve bizim için ne anlama geldiği üzerine felsefenin araçlarıyla düşünmeye başlar. bu açıdan akademinin yapmakta yetersiz kaldığı, belki de yapmayı zaten amaçlamadığı bir şeyi başararak gündelik hayatlarımızın içine sızar. böylelikle felsefe eğitimi almamış insanlara da hitap ettiği gibi felsefe eğitimi almamış kişiler tarafından da yapılabilir hale gelir.
bu yeni eğilim, başta akademisyen-felsefeciler olmak üzere entelektüel çevreler tarafından epey tartışıldı. hala da tartışılıyor. kimileri bu sokağa inen felsefeyi bayağı bulurken, kimileri ise çok geç kalınmış bir hamle olarak görüyor. o yüzden üzerine düşünmek istiyorum, bir şeyin popülerleşmesi her zaman sığlaşması anlamına mı gelir? öyleyse bile bunun tamamen kötü olduğu söylenebilir mi? insanların aristoteles’in metafizik adlı kitabıyla cebelleşmek yerine “aristoteles ile bir karıncayiyen washington'a gider” adlı kitabını okuması, özünde felsefe olmayan bir şeyi mi yaygınlaştırmaktadır? [bir not, bu sığ (!) ve esprili kitabın yazarları harvard mezunu felsefe profesörleridir.]
bu sorular dijital platformlarda felsefeci olmayanlar için felsefe anlatmaya başladığımdan beri aklımı kurcalıyor. insanların benim veya diğer popüler felsefi yayınları yalnızca daha entelektüel gözükmek ya da eğlenmek için tüketiyor olma ihtimali oldukça yüksek. bu açıdan çileli de olsa akademik felsefe doğru düşünmenin araçlarını öğretmeye çalışırken bu yeni kamusal felsefe tüketim nesnesi yaratıyor gibi gözükebilir. fakat böyle bile olsa, popüler kültürün kendisi kültür teorisi içerisinde yer alan yeni bir akademik araştırma alanıyken, felsefenin yüksek zümrelerince pop olanın görmezden gelinmesini anlamsız buluyorum. bu durum bana modern sanat ortaya çıktığında onu sığ bulan klasistlerin tavrını hatırlatıyor. kişisel olarak gelenekçilere karşı hep yenilikçilerden yana olmuşumdur. şanlı günlerinde yapıldığı biçimiyle felsefe yapmanın tek doğru yol olduğunu söyleyip bunu dayatmanın muhafazakar bir yanı var.
eğer felsefe benim ondan anladığım şeyse, yani özünde ilkelere dayalı eleştirel düşünme edimi ise, akademik felsefe bu düşünme biçiminde ustalaşmayı temsil eder. ustalaşmak, yeni ilkeler koymak ve öğrenmek isteyenlere bu bilgeliği aktarmak için akademi elbette şart, bunu tartışmıyorum. buna karşın popülerleşen kamusal felsefe, çağrı ve farkındalık rolü üstlenerek toplumsal ölçekte etki yaratabilir. başta amerika ve avrupa olmak üzere günümüzde felsefenin seyrini değişmesine etki eden pek çok çağdaş filozof twitter kullanıyor, ted konuşmalarına katılıyor, new york times, verso, aeon gibi popüler bloglarda yazıyor, hatta tanrının varlığı üzerine yaptıkları en ciddi tartışmaları dahi video kaydına alıp youtube’da yayınlıyor. çünkü felsefe fildişi kulelerde kendimize saklamamız gereken bir sır değil. yaklaşık 2000 senedir filozofların hak ve adalet üzerine yazmasına rağmen hala trump gibileri başkan olabiliyorsa felsefi öğretilerimizin gündelik hayatımıza ne derece yansıdığı üzerine düşünmemiz gerekir. bu durumda tüm derinliği ve yalıtılmışlığıyla akademik felsefenin iyi tek yol olduğunu söylemek biraz zor. o yüzden kamusal felsefe toplumsal ölçekte eleştirel düşünmeyi aşılamanın iyi bir yolu olabilir mi bırakalım bunu zaman göstersin. görünen o ki, kaybetmekten korkmamız gereken çok bir şey yok.
bu yeni eğilim, başta akademisyen-felsefeciler olmak üzere entelektüel çevreler tarafından epey tartışıldı. hala da tartışılıyor. kimileri bu sokağa inen felsefeyi bayağı bulurken, kimileri ise çok geç kalınmış bir hamle olarak görüyor. o yüzden üzerine düşünmek istiyorum, bir şeyin popülerleşmesi her zaman sığlaşması anlamına mı gelir? öyleyse bile bunun tamamen kötü olduğu söylenebilir mi? insanların aristoteles’in metafizik adlı kitabıyla cebelleşmek yerine “aristoteles ile bir karıncayiyen washington'a gider” adlı kitabını okuması, özünde felsefe olmayan bir şeyi mi yaygınlaştırmaktadır? [bir not, bu sığ (!) ve esprili kitabın yazarları harvard mezunu felsefe profesörleridir.]
bu sorular dijital platformlarda felsefeci olmayanlar için felsefe anlatmaya başladığımdan beri aklımı kurcalıyor. insanların benim veya diğer popüler felsefi yayınları yalnızca daha entelektüel gözükmek ya da eğlenmek için tüketiyor olma ihtimali oldukça yüksek. bu açıdan çileli de olsa akademik felsefe doğru düşünmenin araçlarını öğretmeye çalışırken bu yeni kamusal felsefe tüketim nesnesi yaratıyor gibi gözükebilir. fakat böyle bile olsa, popüler kültürün kendisi kültür teorisi içerisinde yer alan yeni bir akademik araştırma alanıyken, felsefenin yüksek zümrelerince pop olanın görmezden gelinmesini anlamsız buluyorum. bu durum bana modern sanat ortaya çıktığında onu sığ bulan klasistlerin tavrını hatırlatıyor. kişisel olarak gelenekçilere karşı hep yenilikçilerden yana olmuşumdur. şanlı günlerinde yapıldığı biçimiyle felsefe yapmanın tek doğru yol olduğunu söyleyip bunu dayatmanın muhafazakar bir yanı var.
eğer felsefe benim ondan anladığım şeyse, yani özünde ilkelere dayalı eleştirel düşünme edimi ise, akademik felsefe bu düşünme biçiminde ustalaşmayı temsil eder. ustalaşmak, yeni ilkeler koymak ve öğrenmek isteyenlere bu bilgeliği aktarmak için akademi elbette şart, bunu tartışmıyorum. buna karşın popülerleşen kamusal felsefe, çağrı ve farkındalık rolü üstlenerek toplumsal ölçekte etki yaratabilir. başta amerika ve avrupa olmak üzere günümüzde felsefenin seyrini değişmesine etki eden pek çok çağdaş filozof twitter kullanıyor, ted konuşmalarına katılıyor, new york times, verso, aeon gibi popüler bloglarda yazıyor, hatta tanrının varlığı üzerine yaptıkları en ciddi tartışmaları dahi video kaydına alıp youtube’da yayınlıyor. çünkü felsefe fildişi kulelerde kendimize saklamamız gereken bir sır değil. yaklaşık 2000 senedir filozofların hak ve adalet üzerine yazmasına rağmen hala trump gibileri başkan olabiliyorsa felsefi öğretilerimizin gündelik hayatımıza ne derece yansıdığı üzerine düşünmemiz gerekir. bu durumda tüm derinliği ve yalıtılmışlığıyla akademik felsefenin iyi tek yol olduğunu söylemek biraz zor. o yüzden kamusal felsefe toplumsal ölçekte eleştirel düşünmeyi aşılamanın iyi bir yolu olabilir mi bırakalım bunu zaman göstersin. görünen o ki, kaybetmekten korkmamız gereken çok bir şey yok.
devamını gör...
vize haftası gelince descartes'a kanka senin felsefen iyiydi not tuttun mu hiç diye soran tip
descartes:
rastgele bir doğruya ulaşmaktansa, yöntemli bir çabayla yanlışa ulaşmayı yeğlerim.
git notunu kendin tut. gerekirse zayıf not al ama bana bir şey sorma.
tip: havalara bak.
descartes:
yani diyeceğim o ki, ister uyanık olalım ister uykuda, hükümlerimizi ancak berrak bir akılla vermek zorundayız.
tip: sana soranda kabahat.*
rastgele bir doğruya ulaşmaktansa, yöntemli bir çabayla yanlışa ulaşmayı yeğlerim.
git notunu kendin tut. gerekirse zayıf not al ama bana bir şey sorma.
tip: havalara bak.
descartes:
yani diyeceğim o ki, ister uyanık olalım ister uykuda, hükümlerimizi ancak berrak bir akılla vermek zorundayız.
tip: sana soranda kabahat.*
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının favori oyunları
39 yaşındayım ve bazen oğlumla oyun oynuyoruz. favori oyunum: cs go. (bkz: ergen annesi olmak)
devamını gör...
geceye bir söz bırak
" insan için en zor olan şey her gün insan kalmaktır. " cengiz aytmatov
devamını gör...
3 bin sma hastası çocuğun sadece izlenmesi
maalesef tik tok videosu kadar ilgi çekmeyecek başlıktır.
devamını gör...

