yenilen kazığın büyüklüğüne göre değişir.

not: çok tecrübeli biri*
devamını gör...

bugün doğum günü olan büyük usta.

"piyango günler leyla. kutlarım, sana ben çıktım"
devamını gör...

abraham sweetvoice.- ibrahim tatlıses.
devamını gör...

günlük hayatta düşüncelerimizi belirtirken 2 değil 3-5 kere düşünmek zorunda olduğumuz için anonim şekilde bir yerlerde fikirlerimi beyan etmek hoşuma gidiyor. normalde tanıyamayacağım insanlarla tanışma imkanı buluyorum, güzel sohbetler edebiliyorum.
moduma göre tanım yazıp deşarj olabiliyorum, çok bilgili yazarların tanımlarıyla hayatımda hiç duymadığım görmediğim şeyler hakkında bilgi sahibi olabiliyorum.
bilmiyorum seviyorum işte.
devamını gör...

çok eğlenceli ve samimi tanımlara sahip tatlı bir yazar. severek okudum tanımlarını, daha çok tanım yazar umarım*.

en kısa zamanda keşfedilmesi dileğiyle*.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

zaten altı üstü tek bir düşüncemi yanlış veya mantıksız bulduğu için çıkacaksa hemen çıksın. buranın girişi da var çıkışı da reis, mafya mıyız biz ayol.
devamını gör...

kendisi gerçekten çok ama çok tatlı bi yazar. tanımlarına değinmeden önce ona kocaman teşekkür etmek istiyorum bıktı benden artık biliyorum ama*. o kadar tatlı sözleri, güzel dilekleri var ki onunla sohbet etmeye başladığınızda içiniz mutluluk ve samimiyet doluyor. ne kadar üzgün olursanız olun bi yolunu bulup sizi mutlu etmeyi başarabilen birisi. kendisini tanımları sayesinde tanıyıp mesaj atmıştım ve her konuşmamızda iyiki tanışmışız diyorum. okumadığım çok az tanımı kaldı ama hepsi o kadar güzel kii*. burdan kendisine tekrardan her şey için teşekkür ederim, iyiki ama iyiki varsın ve hep sözlükte var olmaya devam et lütfen *.
devamını gör...

bana göre en iyi versiyonu aydan şener ve kenan kalav'ın oynadığı versiyon olan, reşat nuri güntekin'in romanından uyarlanmış dizi. diğer versiyon doğal olarak günümüze biraz daha uygun tarzda ve romana kıyasla fazla modern. güzel miydi, bence evet, o da eğlenceliydi ama birini tekrar tekrar izleyecek olursam bu eski versiyonu olur.

bir ara ramazan ayında her gün yarım saat kadar yayımlıyorlardı. güzel oluyordu. arada yeniden yapmalılar bence.
devamını gör...

zamanında okan bayülgen'in zaga programında, engin günaydın ve bülent polat tarafından oynanmış skeç.

devamını gör...

biraz agresif biraz üzgündür. kıyamam ağlamaklı olmuş bir de.

devamını gör...

kadından kadına değişecek süreç. tıpkı erkeklerde olduğu gibi...

tabi şunu da unutmayın; yaşla beraber birçok şey değişecek hayatınızda. gençken, yani büyük acıların da, büyük mutlulukların da sizin için çok yeni şeyler olduğu dönemlerde, her duyguyu aşırı yoğun yaşarsınız. zamanla daha olgun karşılamaya başlarsınız. bu kimseyi gerçekten sevmediğiniz anlamına gelmez; sadece bazı şeyleri kabullenmeyi öğrenirsiniz.

benim atlatma sürecim yıllar sürer mesela. eğer bazı şeyler tamamen bitmeden ayrılmak zorunda kalmışsam, yıllar sonra da aklıma geldikçe acıtan ince bir sızı olarak kalır ama biten bitmiştir ve yola devam etmek zorunludur. kadın ya da erkek olmak bu gerçeği değiştirmez.
devamını gör...

erkek denen canlı ile gizemi aynı cümle içinde kullanmak isterseniz gizem sadece kadın adı olur. erkeklerin gizemle vs. ne işi olur. bakmayın siz o ıssız adam edalı olanlara. erkek denen canlı olabildiğince düzdür.
devamını gör...

ertelememek.

iyi bir yaşantıya sahip olmanın yolu zamana uyum sağlamaktan geçer. zamanında yapmamız ya da söylememiz gereken şeyleri erteleyerek bir bakıma hayatın bizi ertelemesine sebep oluyoruz aslında.
devamını gör...

genelde ayraç kullanırım, olması gerekende budur zaten. ama ayracımı bulamıyorsam, müsvedde kağıt ya da cetvel kullanırım.
devamını gör...

hem albümü hem de şarkısı efsanedir. şarkıdan bahsedeceğim. yukarıda rock tribe isimli yazarında belirttiği gibi metal müziğin istiklal marşıdır.

aslında şarkının adının birebir çevirisi kuklaların "efendisi" dir. burada master = efendi = uyuşturucu, puppets = kuklalar = uyuşturucu kullananlar demek.

şarkı uyuşturuculara bir gönderme yapar. şarkı sözleri boyunca "efendi" sizi ve hayatınızı kontrol eder.
the master of puppets is pulling your strings, twisting your mind and smashing your dreams derken "kuklaların efendisi iplerinizi çekiyor, zihninizi büküyor ve hayallerinizi paramparça ediyor" demek istiyor. kamu spotu : siz siz olun uyuşturucudan uzak durun.

bu şarkı , metallica'nın konserlerinde mutlaka çalınır. en zevkli yeri ise seyircinin master, master diye bağırdığı bölüm ve 03:50 den sonra oooooo yapılan bölümlerdir. şarkının orjinalinde sonunda olan kahkaha da imza niteliğindedir.

acaba bunların konserine bir daha gitmek nasip olacak mı bize?

devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hayatımda karşılaştığım ilk cadı bir kelt cadısıydı. o zamanlar ankarada öğrenciydim, avukatlık bir işim vardı sakarya caddesinde, baya eski, büyük bir bina vardı adını hatırlayamıyorum iş hanı gibi bir şeydi, ama öyle betonarme ve ruhsuz cansız kasvetli bir yapı inşaa etmişlerki daha içeri girer girmez insanı boğuyor. dışarısı baya canlı ve kalabalıkken binaya girince simülasyondan gerçek hayata geçmişsiniz gibi tuaf bir his uyandırıyordu. işin garip tarafı bende, ustalıkla, ciddiyetle yapılmış mimari yapıların ve el yapımı objelerin eskidikçe ve diğer insanların yaşantılarına şahit oldukça onların enerjisini biriktirip kendine yeni bir kişilik oluşturduklarına dair garip bir inançta var. öyle yapılarla ve objelerle karşılaşınca enerjilerini hissedebiliyorum. bu bina da uğursuz ve kötü bir enerji yayıyordu.

asansör ilk 3 kata çıkmıyordu sonraki katlara çalışıyordu sadece, tek başıma bindim ve 5. kata çıktım, ucuz yollu iş çözen bir avukat için şaşılacak bir yazıhane olmamalı diye düşündüm. asansörden çıkınca koridordaki temizlikçi veya çaycıdan birisine 49 nolu yazıhaneyi sormak istedim fakat ikiside aynı yöne doğru hızlıca gittikleri için yetişemedim. arkama baktığımda yönlendirici bir tablo gördüm koridorun solundan tekrar sola dönmem gerekiyordu. odayı buldum ve kapının dışındaki zile kısa aralıklarla iki defa bastım. yüzlerce yazıhane olmasına rağmen pek az insan vardı binada, boğuk sesler ve duvarlarda oynayan gölgeler dışında birine denk gelmek güçtü. herkes terkedilmiş metruk bir binada saklambaç oynuyor gibiydi.

kapıyı orta yaşlı bir teyze açtı, avukat beyle görüşeceğimi söyledim, içeri aldı beni, bekleme odasına geçtim, avukatın görüştüğü bir müvekkili varmış. binadaki atmosfere uygun bir şekilde, bekleme odasındaki her şey en az 20 yıllık belki daha eski şeylerdi. binanın iç kısmındaki havalandırma alanına bakan küçük bir pencere vardı odada, diğer yazıhanelerin pencerelerini görebiliyordum oturduğum yerden ama çoğuna perde çekilmiş yada hareketsizlerdi. sekreterin, beklerken bir şey içmek ister misiniz? sorusuyla irkildim,

-orta şekerli kahve mümkünse.

masadaki gazete ve dergilerden avukatın politik duruşu rahatça anlaşılabilirdi. içeriden zaman zaman kahkaha sesleri geliyordu. avukat müvekkiliyle iyi vakit geçiriyor gibiydi. umarım işi erken hallederimde çıkışta yağmura yakalanmam diye düşünüyordum. hava kapalıydı yanımda şemsiye yoktu kıyafetlerim mahvolurdu. birden zilin çaldığını duydum, uzunca ve tek sefer basıldı zile. sekreterin giydiği topukludan çıkan tak tak sesler kapıyı açmasıyla son buldu. ağlamaklı bir kadın sesi işittim avukat beyi soruyordu sekreter onuda içeri, bekleme odasına aldı. en az 1.80 boyunda beyaz tenli, siyah saçlarını topuz yapmış vatkalı uzun lacivert bir elbise giymiş ay tanrıçası gibi bir kadın. kahretsin ki bende venüstrafobi var güzel bir kadın görünce anlamsız bir şekilde tedirgin oluyorum. kadını görür görmez oturduğum yerde daha bi toparlanma ihtiyacı hissettim. bana bakıp nazikçe merhabalar dedikten sonra, kolundaki çantasını kucağına koyup karşımdaki koltuğa yerleşti. görgülü bir hanımefendi gibi bacaklarını birleştirip ikisini de yana doğru yatırarak oturup, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi.

güzel kadınlar beni çok rahatsız eder, aynı ortamda durmak bile işkence gibi gelir. kan basıncım yükselir, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem...sekreter, beklerken ikram olarak ne arzu ettiğini sordu. kadın, eğer varsa bir fincan karadut çayı, yoksa bir bardak su kafi, dedi. kapıdan girdiği sıra hariç, kadına tekrar bakmaya çekindim, göz göze gelmemek için dergilerden birini alıp karıştırmaya ve rahatlamaya çalıştım. aşırı güzel kadınlardan korktuğum kadar o ürkütücü güzelliğin cazibenin beni çekmesinede dayanamam, içimi kemiren bir merakla daha iyi görmek bakmak isterim. gizlice gayet doğal refleksleri taklit ederek, çok kısa bir anlığına tekrar kadını süzdüm. kocaman göğüsler ve gayet cüretkar bir degaje ortasında, ucunda haç olan bir kolyesi vardı. bu farklı bir haçtı katolik haçı yada malta haçı değil, bu ortasında küçük bir daire olan kelt haçıydı.

***********

ankara, keltlerin yani galatyalıların kurduğu bir şehir, belkide buranın en soylu ailelerindendir, gibi saçma bir düşünce geçti kafamdan, binlerce yıl sonra hala burda kalan keltler olabilir mi? kelt haçı paganların haçı olarakta bilinir, hristiyanlıktan çok iskandinav paganlarıyla ilişkili hatta mısırlıların ankh haçıyla çok benzer bir sembol. sıradan bir hristiyan neden kelt haçı taksın ki? bu dini bir sembolden çok paganik bir haç, hiç bir hristiyan mezhep bu haçı kullanmaz. belki de kullanır bilemiyordum. sekreter elinde tepsiyle içeri girdi ve herkesin dikkatinin dağıldığı bu anda kadına tekrar bir anlığına bakma şansım oldu.

-orta şekerli kahveniz.

-teşekkür ederim.

çayını alırken bir kaç defa daha baktım, dolgun bir yüzü, düzgün ve biçimli hatları var, neredeyse kusursuz diye içimden geçirdim. elimde oyalanıp durduğum dergiyi kahvemi içmek için kenara bıraktım. bu kadar güzel bir kadınla aynı odada kalmak beni çok geriyordu. ruhum sıkışıyor, bedenim eziliyordu sanki. rujunu kırmızının öyle bir tonundan seçmişki teniyle dudakları arasında, düşünmeden ölüme atlamak isteyeceğiniz derin bir uçurum varmış gibiydi.

-siz, ne kadar oldu bekleyeli?

kısa bir anlığına, hiç üzerime alınmadım benimle konuştuğu aklımın ucundan bile geçmedi. kiminle konuştuğuna şaşırdım hatta. biraz afalladıktan sonra,

-yoo, sizden bir kaç dakika önce geldim bende.

birden kafasını dış kapıya doğru çevirip, yüksek ve tehditkar bir ses tonuyla,

-pardon, burda sigara içebiliyor muyuz? diye seslenmesiyle sekreterin kapıya gelmesi çok sürmedi,

-tabi, size küllük getireyim.

sekreterin onayını aldıktan sonra bana dönüp,

-rahatsız olmazsınız değil mi?

-aslında bende kullanıyorum. dedim, şimdi beklediğim şey sigarasından bana da ikram etmesiydi sonuçta ortamın kontrolünü hak talep ederek ele geçirmişti. şimdi adalet dağıtması gereken kısım başlıyordu. yalandan hesabı ödemeye çalışan ama pekte hevesli olmayan tipler gibi ceplerimi yoklamaya başladım.

-buyrun, burdan için.

normalde başkasının uzattığı sigarayı reddederim ama bu kadar güzel bir kadının ikram ettiği sigarayı içmemeye kesinlikle karşı koyamazdım. ademin kendisine uzatılan yasak elmayı neden reddedemediğini o an büyük bir aydınlanma yaşıyormuşçasına idrak ettim. yinede tuaf bir şey vardı, sigaralar elle sarılmış ve bir tabakanın içindeydi. bir defa almak için uzanmış bulundum ne olursa olsun içecektim, üstelik içinde kenevir falan varsa pekte yabancı olduğum bir şey değildi.

-teşekkürler, sarma sigara mı bu? yinede sorguladım ama tamamen normal davranmak için kendimi zorladığım için sordum.

-evet, özel bir harman tütünü bazı bitkilerle aromalandırdım.

ne? tütünü neyle aromalandırabilir ki yaban mersini suyuna batırıp marine mi etti? inanılmaz zevkleri olan gizemli bir kadın.

-ne tür bitkiler? bu soruyu ancak sigaramı yakıyorken sorabilirdim, yakmadan sormak güvensizlik yaratırdı.

-atropa belladona ve pelin otuyla karıştırdım. pelin otu güzel bir tat bırakıyor, diğeride biraz gevşemeni sağlıyor.

-ilginç, daha önce hiç böyle bir karışım duymadım, dedim. sigaradan çektiğim ilk nefes biraz sertti farklı bir tadı vardı, sigaranın içinde başka bir şeyler olduğu kesindi. artık kadına daha rahat bakabiliyordum, degajesi öyle bir girdap yaratıp beni içine çekiyordu ki gözlerimin kaymasına engel olamıyordum. göğüslerinin arasındaki kelt haçına tutunup kendimi boğulmaktan kurtarıyordum her seferinde. kadınla iletişim kurdukça daha çok rahatsız olsamda kendimi alıkoyamıyordum. şu kelt haçını neden takmıştı acaba.

masada ki gazetenin tarihi gözüme takıldı 31 ekim, kenarda, üzerine korkutucu bir gülen surat kazınmış bal kabağı fotoğrafı duruyordu. 31 ekim, 1 kasım... bu gece samhain bayramı yani cadılar bayramı diye bildiğimiz aslında kelt halkına ait olan kutsal bir gün. kendiliğinden kaşlarım çatılmaya başladı. arkama yaslandım, sigaradan daha derin ve daha hızlı nefesler alıyordum, elimde olmadan zihnim bir şeyleri birleştirmek istiyordu...


**********

buraya ne için gelmiştim? kadın resmen aklımı başımdan aldı. hava kararmak üzere, avukat hala içerdeki müvekkili ile görüşüyor. bende burda venüstrafobi atakları geçiriyorum. çıplak gözle güneşe bakmaya ne kadar dayanabiliyorsam, bu kadına bakmaya da o kadarcık dayanabiliyordum. karbeyaz teninin ne kadar yumuşak ve pürüzsüz olabileceğini hayal ettim. yüzüne nispeten ayaklarına bakmaya cesaret edebiliyordum, bu havalarda çorapsız, bilekten sarmalı topuklu ayakkabı giyilir mi üstelik tertemiz, dış kapıya kadar arabayla gelmiş olmalı. sadece ayak bilekleri bile bir kadının güzelliğini tek başına anlatabilecek kadar bilgi verir insana. bilekten sarmalı topuklu, ayağı kitap gibi gösteren en hoş kadın ayakkabısı, kadın çok zevkli kıyafeti, çantası sigara içerken ki yüz ifadesi, jestler dumanı üfleyişi, o dumanın odanın içinde yayılıp soluduğum havayla ciğerlerime dolması, her şey fevkalade...

-öğrenci misiniz?

duyduğu sesle irkilip, uykudan uyanan bir çocuk gibi ayıldım daldığım yerden.

-evet öğreniyoruz. yani evet öğrenciyim.

öğreniyoruz mu dedim ben? ağzım mı gevşedi acaba, kendimi tuaf hissediyordum.

-hangi bölüm?

-türk ana halk dilimi bölü, nele oluyor konujamıogn. (öksürüp boğazımı temizlemeye çalışıyorum) kahvemden bir yudum aldım, dilim kütük gibi ağır, oynatamıyordum.

-ahhaahaa iyi misiniz?

bu sinsi gülüş, tam bir cadı kahkahası.

-ana veriğin sıgara işinde ne ardı?

öyle küçümseyici bakışlarla, bana bir kuklaymışım gibi bakıp gülümsüyordu.

-biraz atropa belladonna yağı ve pelin otu vardı sadece, hoşuna gitmedi mi?

atropa belladonna bella güzel donna kadın demek italyancada, ne yani güzel avrat otundan mı bahsediyor, bu tam cadı işi işte beni zehirledi mi şimdi?

-seeen irrr jadızınn.

ağzım yüzüm yamulmuş gibi hissediyordum çenemi dilimi dudağımı zorla kımıldatabiliyordum. daha önce güzelliğinden korktuğum kadının şimdide şerrinden korkmaya başladım psikoz geçirmeme ramak kalmıştı. tüm uzuvlarıma ağırlıklar çökmüş vucudumda bir karıncalanma başlamıştı kıpırdayamıyordum ve odadaki her şey büyüyordu. kadın bana sinsice baktı ve,


-beni farkedeceğini biliyordum bu yüzden seni seçtim.

-he sejmesi?

-auranı görebiliyorum, seni içeri girerken gördüm ve takip ettim, bu gece birini baştan çıkarmam lazımdı malum ritüeller, sende bunun için çok uygun görünüyordun. aahhhahhhaa.

-gkonyen, zeen ir helt jadısızın.

-ahhhaaahhhha yok artık bunu nasıl anladın, seni hafife almışım sanırım. söylemek istediğin başka bir şey varsa şimdi tam zamanı çünkü birazdan uçmaya başlayacaksın ve uyanınca benimle karşılaştığın için çok sevineceksin.

-zehnde aynı sıgaradn içjdin ama benib givi olmadın neden??

-ahhhahhhaa çok sevdim seni, bundan sonra yediğine içtiğine dikkat edersin...

bunu söylerken karadut çayı içtiği fincanı elinde sallıyordu cümlesini bitirip fincandaki son yudumuda içerken bana göz kırptı. karadut çayı pan zehir olmalıydı. tanrım dünyanın en güzel kadını karşımda ve ben çarpılmış gibi hissediyordum. cadı veya uzaylı daha önce bu levelde bir güzellik görmemiştim şiddeti giderek artan bir zarafet... onu istiyordum, yürekten istiyordum, her zerrem onu arzuluyormuşçasına dilim damağım kurumaya başladı. kilitlenen vucudum hafiflemeye başladı, kasıklarımda soğuk ve ferahltıcı bir esinti başladı, testislerimin içindeki 4 silindirli turbo motorun pistonları vızırvızır çalışmaya başladı. aletim, paladyum nikel karışımı tank zırhı delen kalibresi 1500 bir mermi gibi ateşlenmeye hazır hale geldi.

sertleştim, kilitlendim, öfkeliydim, şehvet doluydum, eğer bana verdiği zehirli bitki beni öldürmezse çok kötü bir trip yaşayacaktım. önce bakışım bulandı daha sonra renkler hiç olmadıkları kadar parlamaya başladılar. kafam kafatasımdan sızıyordu, istediğim her şeyi görebiliyordum, kadının bacaklarını hayal etmeye başladığımda elbisesi yok oluyordu. hemen göğüslerini görmek istedim kadın çırılçıplaktı, uzanmak istiyordum, bedenim koltuğa yapışık olduğu halde hayaletimin kadına doğru uzanmasını hissettim. bedenimden çıkabiliyordum kadın çıplaktı, göğüslerini tutmak için elimi uzatıp dokunduğumda parmağıma bir diken battığını hissettim, dokunduğum yerden yani göğsünden bir anda çiçekler yeşillenmeye başladı hızlıca büyüyen sarmaşık çiçeği kadının bütün vucudunu sardı ve daha sonra koltuktaki bedenimi de ayaklarından yakalayıp sarmaya başladı o sarmaşık.

yavaşça farklı bir şekilde nefes aldığımı hissettim hayalet gibiydim silüetim vardı ama cismim yoktu duvarlardan geçebilirdim. sarmaşık yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve tarifi imkansız bir huzur kaplamaya başladı içimi. her şey mavinin ve beyazın boşluğuna dönüşmeye başladı, her hangi bir zemine basmıyordum yerde yada havada değildim ama istediğim yöne süzülebiliyordum. var olmanın dayanılmaz hafifliği böyle bir şey olmalıydı galiba. zihnim giderek bulanıklaşmaya başladı sanki hep buradaymışım gibi hissetmeye başladım. gözlerimi kapatsamda görmeye devam ediyordum. artık başka bir şey olduğumu düşünmeye çalışırken tam orada film koptu ve gerisini hatırlayamıyorum malesef...

gözümü açtığımda acilde kolumda serumlaydım, hemşireyi yıllardır tanıyormuşum gibi o kadın nerde diye sordum hala bilincim yerinde değildi. daha sonra acil çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla avukatın sekreteri beni baygınlık sebebi ile hastahaneye getirmiş tam 4 saattir kendimde değilmişim.

bir daha o cadıyla hiç karşılaşmadım, beni bir kurban olarak seçmişti beni bir oyuncak gibi kullanmıştı, bir daha asla böyle bir şeye izin vermemek için cadılara karşı yöntemler geliştirmeye karar verdim.
devamını gör...

insanı tanrı yarattı.
tanrıyı daha yetkili tanrı,
daha yetkili tanrıyı daha da yetkili tanrı.
daha yetkili tanrıyı yaratan daha yetkili tanrıyı daha da yetkili tanrı yarattı.

sen yaratma işini böyle düşünürsen sonsuzdan beri gelen sürekli yaratma silsilesi gerekir.

sonsuzdan gelir mi? el cevap gelmez

işte tanrı ilk sebeptir. zaten tanım gereği tanrı yaratılmayan zorunlu varlıktır.
devamını gör...

milos forman’ın 1974’teki guguk kuşu (one flew over the cuckoo’s nest) fiminde akıl hastanesindeki randle patrick mc murphy adında bir deliyi canlandırmış, seyircileri neredeyse gerçek bir deli olduğuna inandırmıştır. hatta rolüne hazırlanırken, çekimlerin yapılacağı hastaneye bir ay önceden takma isimle yattığı bile söylenir. bu performansıyla en iyi erkek oyuncu akademi ödülü nü almış ve “bu ödül her yerde olduğu gibi, akademi’de de pek çok delinin bulunduğunun ispatıdır.” demiştir.

(kim ne derse desin bence) oyunculuğunun doruk noktası 1980 yapımı the shining filminde colorado’daki overlook oteli’nin kış bakımını üstlenen yazar jack torrance rolüdür.

o ve ailesi sırlarla dolu otelde kış bakımı için kaldığında, yavaş yavaş delirirken her mimiğiyle izleyicileri kabuslara boğmuştur. otelin labirent gibi koridorlarındaki kovalamacalar sinema tarihinin en iyilerindendir. yönetmenin stanley kubrick olması jack nicholson'un performansını arşa çıkarmıştır.

hatta kitabın yazarı stephen king yapılan filmi hiç beğenmemiş, kitabın özünden saptırıldığını belirtmiştir. haklı olabilir, kitapta pek çok detay bu filmde olmayabilir, zaten kubrick'in amacı da bence jack torrence karakterini parlatmak olmuştur. hani hafiften stephen king'in kıskançlığı bundandır.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim