desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır
rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
ormanların en kuytusunu sende görmekteyim
senden kopardım çiçeklerin en solmazını
toprakların en bereketlisini sende sürdüm
sende tattım yemişlerin cümlesini
desem ki sen benim için,
hava kadar lazım,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin.
( cahit sıtkı tarancı - desem ki )
devamını gör...

kuzgun

ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
o acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
başka kim gelir bu zaman?"

ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,
örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
ışısın istedim şafak çaresini arayarak
bana kalan o acının kaybolup gitmiş lenore'dan,
meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili lenore'dan,
adı artık anılmayan.

ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
başka kim olur bu zaman?"

kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"özür diliyorum" dedim, "kimseniz, bay ya da bayan
dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
kapıyı açtığım zaman.

gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
fısıltıyla bir kelime, "lenore" geldi uzaklardan,
sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
yalnız bu sözdü duyulan.

duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: "muhakkak pancurda bir şey olacak;
gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
başkası değil rüzgârdan..."

çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
bugüne kalmış bir kuzgun pancuru açtığım zaman.
bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
kondu pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
kaldı orda oynamadan.

gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
gelmekten, kocamış kuzgun, gecelerin kıyısından;
söyle, nasıl çağırırlar seni ölüm kıyısından?"
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
adı "hiçbir zaman" olan.

durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
o kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
sustu, sonra ben konuştum: "dostlarım kaçtı yanımdan
umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
hiç -ama hiç- hiçbir zaman."

çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
sonra kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
çatlak çatlak: "hiçbir zaman."

oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
durup o kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
elleri lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
değmeyecek hiçbir zaman!

sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"aptal," dedim, "dön hayata; tanrın sana acımış da
meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

"geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

"şu yukarda dönen gökle tanrı'yı seversen söyle;
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
buluşacak o lenore'la, adı meleklerce konan,
o sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

kalkıp haykırdım: "getirsin ayrılışı bu sözlerin!
rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
dağıtma yalnızlığımı! bırak beni, git kapımdan!
yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."

oda kapımın üstünde, pallas'ın solgun büstünde
oturmakta, oturmakta kuzgun hiç kıpırdamadan;
hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
o gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
kalkmayacak - hiçbir zaman!

edgar allan poe

çeviri : ülkü tamer
devamını gör...

tencere kapak, kral kraliçe şeklinde sevgili tişörtleri.
devamını gör...

akıl sağlığı.
devamını gör...

aradan yıllar geçse de hatırlanan, insanın yüreğinde iz bırakan anlardır. bazıları hiç unutulmasın, hep hatırlansın.

“minik bir adamın gözlerinin içindeki gülümsemeye şahit olduğum o anı unutmak istemiyorum.”
devamını gör...

karga ve trol.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

o huzur değil, bence psikolojik bozukluktur.

araştırın ;

sosyopat nedir?

veya

narsistik kişilik bozukluğu nedir?
devamını gör...

yazdıklarınızı böyle okuyorum bak :
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

daha çok siyaset, din ve futbol konularıdır.

şimdiye kadar biri fenerbahçe diğeri galatasaray taraftarı olan iki insanın tartıştığı masadan bir karara varılarak kalkıldığı görülmemiştir.
devamını gör...

kullandığı dil o kadar sade ve o kadar içerden ki. siyasi duruşundan sebep türkiye'de çok sıkıntılar çekmiş ve ince memed kitabını yayınevleri basmaya yanaşmamıştır. daha sonra (bkz: tilda yaşar), (bkz: münevver andaç) ve (bkz: güzin dino) tarafından kitap ingilizce'ye çevrilmiş, hak ettiği değeri ancak bu sayede görmüştür malesef. nobel'e kadar gitmiştir.
devamını gör...

benim için kadın albümüyle özelinde de “yağmurlar” parçasıyla vardır. onun adına yapabileceğim güzellemeler bu kadar.
zira çok büyük hayran güruhu tarafından taşlanmam pahasına da olsa söyleyeceğim. şarkılarında, yerli yersiz avazı çıktığı kadar bağırmasına tahammül edemediğim şarkıcıdır. yıllar önce bir yerde ronnie james dio vokal tekniğini örnek aldığını okumuştum. bu çok sempatik gelmişti ki ben de mesela bir black sabbath şaheseri “when death calls” şarkısında, canım dio’ nun “bağırmalarına” ömrüm boyunca maruz kalayım gıkım çıkmaz.
ve şu malum kıyas klişesi için de görüş beyan edeyim madem. müziği “yürekleri dağlayan” o ağlak liriklerden nispeten münezzeh, özlem tekin’ i daha samimi, sesindeki atraksiyonlarla da daha özgün bulurum.
devamını gör...

ben buna yaşarken değeri bilinmeyen, tıpkı bazılarımız gibi değeri çok sonra bilinen oğuzcuğum atay demek istiyorum...
-korkuyoruz. düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. insan olmaktan korkuyoruz.
devamını gör...

ses nefreti anlamına gelen misofonya, insanların belirli seslere karşı orantısız gösterdikleri olumsuz tepkidir. insanlar bu tepkiyi verirken gayet farkındadırlar. ama onların kontrolü dışında olduğunu bilirler. çeşitli seslere karşı duyulan bu rahatsızlık özellikle ağız veya yemeyle, nazal sesler, nefes alışverişi, el veya parmak seslerinde daha sık görülür. misofanyaya sahip insanlar, nefret ettikleri bu sesleri eğer aile bireylerinden biri tarafından yapılıyorsa yabancılara nazaran daha çok tepki verirler.
devamını gör...

her sene bugün doğum günüdür.her günü doğum günü mutluluğu içinde geçsin.
devamını gör...

bu son derece derin ve acıklı şiiri çok yakın arkadaşımın aşık olduğum abisine yazdım. abilere kavuşamayan tüm gönül dostlarına gelsin bu şiirim. sevdiğim beyefendiye kavuşmak için arkadaşımın ölmesi gerekiyor. dualarınızı bekliyorum.

a klımın ulaşamadığı bir yerdi kollarına bir omuz mesafesi kaldı
b ütün ölümler uyudu göğsünün kesik nefes alışının üstünde
i mkansız bir kavuşma hali durur tam orada adına kardeşin diyorlar
n asıl olur nereye varır bilmem ben kendimden geriye düştüm
i ddet müddeti başladığı gün kendi silahıma dönüştüm

y angın benim, sana sönmüşlüğümün suyudur ağzın
e bediyete varmış bir huzurdur fetiş unsuru ellerin
r enklerinin içinde en kırmızı benim, bana siyahlan
i stersen mafya ile anlaşırım hiç sorun olmaz bilesin
m (b)iraderi dövdürüp buradan uzaklara kaçalım neden demedin?

ah ah.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir gün gelecek, yazarların en sevdiği fotoğrafları diye bir başlık açılacak. ve o gün artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. *
devamını gör...

istek parça: yeni türkü /fırtına. *
üst edit: yoldaş benjamin favlayabiliyormus. *
(bkz: bu ne biçim hikâye böyle) *

mobilden girdim, arka planda çalıyor sevdim bunu. olmuş bu.
devamını gör...

sadri alışık'tan dinleyince insanın içine daha da işleyen bir şiiri vardır bu filmin. *


semtimizin bir tanesiydi müjgan.
saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür
elleri ufacık, gözleri dört defa lacivertti.
ve de her ne hikmetse o da bana gönüllüydü.
öyle bir sevdim ki müjgan'ı, dünyamı şaşırdım,
haddimi bilemedim, evleniriz gibi geldi bana.
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar,
fakir soframız kurulur gibi geldi.
sahil bahçesinde gazoz içerekten gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
sonra da çarşılara giderdik.
eşya beğenirdik elden düşme;
aynalı konsolumuz topuzlu karyolamız bile olacaktı.
müjgan'ın her an her bi daim yanında olacaktım ama olmadı gitti.
nereye mi ? paraya gitti abicim paraya

nasıl da sevmiştim yıllarca ben seni
her akşam bekledim yollarını
elbet bir gün biz yuva kurarız derken
duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
zengin olsaydım sensiz kalmazdım
her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
param olsaydı aşkım kalırdın
seve seve yanımda benimle yaşardın

nikah resimlerimizi de çektirdik.
sonra karpuzcu raşit ağabeyinin kayınbiraderine borç ederekten nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.
ama müjgan takmadı bunu takamadı uçuverdi elimden.
meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine.
müjgan'ın gelinliğini hususi diktirmişler,
benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar.
öyle sevindim ki. mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim.
müjgan gibi ben de birbirimize ettiğimiz sözleri ettiğimiz yeminleri unuttum.
bir daha mahalleye gelmedi müjgan, gelemedi.
bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.
senede birkaç ay zaten avrupa'daymış dediler.
zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler,
unuttum ben de. hiç aklıma gelmedi.
hatırlamıyorum bile müjganı. hatırlamıyorum

öptüğünü düşünüyorum dudak yerine parayı
para için açar mı sevişenler arayı
madem para mühimdi al koluna parayı
çantana da koy aldığın o kocayı
zengin olsaydım sensiz kalmazdım
her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
param olsaydı aşkım kalırdın
seve seve yanımda benimle yaşardın...
devamını gör...

oldukca eski bir sarkidir ama mod yukseltme de uzerine sarki tanimam. . .

devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim