muğla'da sevgilisi tarafından vurularak öldürülen 23 yaşındaki kadın
kravat takan katile, iyi hal indirimi uygulamayı adet haline getirmiş mahkemelerimiz ve yardım istemek için başvuran kadınlara yarı tatlı yarı sert şekilde kocan sonuçta, sevecek de dövecek de demeyi gelenek haline getirmiş karakollarımız, bu ortamı bir şekilde kolay duruma getiriyor ki cinayetlerin hızı ve dehşetine yetişilemiyor, katlanarak artıyor.
devamını gör...
sözlük yazarlarının söylemek istedikleri
içimden çok şey geliyor da yazacak gücü bulamıyorum.
devamını gör...
edo dönemi
başlığının açılmadığına hem şaşırdığım hem açacağım için sevindiğim bir dönem.
edo dönemi dünya tarihinde bulunmak istediğim nadir dönemlerden biri. edo, tokyo'nun eski adıdır.* bu çağ da adını buradan alır. esas itibariyle edo dönemi japonya tarihinde 1603-1868 yıllarını kapsayan dönemdir. 24 mart 1603 tarihinde edo'da tokugawa şogunluğu kurulur. bu şogunluk, ülkede her gün gücünü artırır. ardı ardına japonya'yı fetheder. nispeten kaosun olmadığı bir dönem başlar. istikrarlı bir nüfus artışıyla kültürden sanata, mühendislikten mimarlığa her alanda gelişmeler görülür. tüm bu gelişmelere rağmen toplumsal çözülmeler görülmez. japonya kısmen de olsa dış dünyaya bu dönemde açılır. yabancılarla iş yaparak ticarete başlar. meiji restorasyonuna kadar 15 nesil japonya, tokugawa şogunluğu ile yönetilir. 3 mayıs 1868'de meiji restorasyonu'nun başlamasıyla bu çağ son bulacaktır. ama edo dönemi daha sonraki dönemlerde bozulmamış, gelişime açık, nispeten huzurlu ve japonya'nın tüm renklerini, tınılarını ve özünü barındıran bir dönem olarak anılacak ve modern dünyadaki bir çok popüler içeriğe de kaynaklık edecektir.

dönem ile ilgili birkaç kavramı zikredelim:
sakoku "kapalı ülke": japonya'nın ticareti sıkı kurallar içinde genellikle çin, kore ve hollanda ile gerçekleştirilmesine verilen ad.
kanagava antlaşması: abd ve japonya delegeleri arasında kanagava'da imzalanan antlaşma. japonya ilk defa bir batılı devlete limanını* açar.
bakumatsu "kapanış perdesi": edo döneminin son yıllarını kapsayan dönem. japonya sakoku adı verilen dış dünyadan yalnızlaşma politikasından vazgeçmesini ve tokugawa şogunluğunun yerini meiji hükümetine bırakmasına atıfta bulunur.
edo dönemi dünya tarihinde bulunmak istediğim nadir dönemlerden biri. edo, tokyo'nun eski adıdır.* bu çağ da adını buradan alır. esas itibariyle edo dönemi japonya tarihinde 1603-1868 yıllarını kapsayan dönemdir. 24 mart 1603 tarihinde edo'da tokugawa şogunluğu kurulur. bu şogunluk, ülkede her gün gücünü artırır. ardı ardına japonya'yı fetheder. nispeten kaosun olmadığı bir dönem başlar. istikrarlı bir nüfus artışıyla kültürden sanata, mühendislikten mimarlığa her alanda gelişmeler görülür. tüm bu gelişmelere rağmen toplumsal çözülmeler görülmez. japonya kısmen de olsa dış dünyaya bu dönemde açılır. yabancılarla iş yaparak ticarete başlar. meiji restorasyonuna kadar 15 nesil japonya, tokugawa şogunluğu ile yönetilir. 3 mayıs 1868'de meiji restorasyonu'nun başlamasıyla bu çağ son bulacaktır. ama edo dönemi daha sonraki dönemlerde bozulmamış, gelişime açık, nispeten huzurlu ve japonya'nın tüm renklerini, tınılarını ve özünü barındıran bir dönem olarak anılacak ve modern dünyadaki bir çok popüler içeriğe de kaynaklık edecektir.
dönem ile ilgili birkaç kavramı zikredelim:
sakoku "kapalı ülke": japonya'nın ticareti sıkı kurallar içinde genellikle çin, kore ve hollanda ile gerçekleştirilmesine verilen ad.
kanagava antlaşması: abd ve japonya delegeleri arasında kanagava'da imzalanan antlaşma. japonya ilk defa bir batılı devlete limanını* açar.
bakumatsu "kapanış perdesi": edo döneminin son yıllarını kapsayan dönem. japonya sakoku adı verilen dış dünyadan yalnızlaşma politikasından vazgeçmesini ve tokugawa şogunluğunun yerini meiji hükümetine bırakmasına atıfta bulunur.
devamını gör...
sözlük kulüpleri
kafa sözlük swinger kulübünü lucifer ile merakla bekliyoruz dediğim başlıktır.
devamını gör...
takip edenleri gör özelliğinin kaldırılması gerekliliği
devamını gör...
ilginç genel kültür bilgileri
dünya üzerinde bekçi maaşı öğretmen maaşından yüksek olan ülkeler bulunmaktadır.
devamını gör...
bizi resmen soyanlara yine oy vereceğim yine destekleyeceğim
(bkz: stockholm sendromu)
devamını gör...
sıdıka
-anneye öyle denmez sıdıka.
isminden mütevellit benim dizim gördüğüm dizi.
isminden mütevellit benim dizim gördüğüm dizi.
devamını gör...
iyi insanlar kaybederken kötü insanların kazanması
çok da şaşılmayacak bir durumdur. iyi insanların etik kuralları vardir cunku ve de vicdani. bel alti vurmak, turlu oyunlarla is cevirmek cok da tercih ettikleri bir yol degildir ki. hal boyle olunca cok da kazanamazlar*. saka saka, esasinda kaybetmis gibi gorunurler ama kazanirlar. insanin onurunu, vicdanini dahasi karakterini kaybettigi noktada kazandigi ne olabilir ki?
devamını gör...
renklerin yazarlar için anlamı
grinin benim için hayata denk düşen fazlaca uzun biraz gereksiz anlamı:
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
devamını gör...
kısa sürede kilo vermek için yapılması gerekenler
bol bol su için.
devamını gör...
evrene mesaj yollamak
evrene istek ve dileklerimizi bir şekilde ulaştırmak, göndermek.
evren mesajımıza istek ve dileklerimizi gerçekleştirerek cevap veriyorsa pek ala pek güzel. yok eğer vermiyor da sitem etmemize sebep oluyorsa bunun da elbet bir sebebi vardır.
evrene nasıl mesaj yolladığımız önemli bir husus. sesli mesaj mı? yazılı mi? sözlü mü? bir de frekans ayarlarını doğru bilmek ve ona göre düzenlemek gerek tabii.
zamanlama, hız, saat bunun bir de mülakatı var, değerlendirme kısmı ve kriterler... uzar gider.
bir de evrenin mesajı doğru algıladığı ne malum. belki karıştırdı. o kadar insan var sonuçta.
o zaman ne yapıyoruz? tekrar deniyoruz!
evren mesajımıza istek ve dileklerimizi gerçekleştirerek cevap veriyorsa pek ala pek güzel. yok eğer vermiyor da sitem etmemize sebep oluyorsa bunun da elbet bir sebebi vardır.
evrene nasıl mesaj yolladığımız önemli bir husus. sesli mesaj mı? yazılı mi? sözlü mü? bir de frekans ayarlarını doğru bilmek ve ona göre düzenlemek gerek tabii.
zamanlama, hız, saat bunun bir de mülakatı var, değerlendirme kısmı ve kriterler... uzar gider.
bir de evrenin mesajı doğru algıladığı ne malum. belki karıştırdı. o kadar insan var sonuçta.
o zaman ne yapıyoruz? tekrar deniyoruz!
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının nicklerinin hikayesi
burayı bir tanıdığımın açtığını sanıp 'benden habersiz sözlük açmışsın' demeye gelmiştim aslında. bu nedenle başka iki sözlükte kullandığım isimleri birbirine ekleyip kayıt oldum. fakat kesesine bereket tren gibi bir şey oldu kullanıcı adı ve öğrendim ki o tanıdığımın pek ilgisi yokmuş. bu nedenle o tren gibi kullanıcı adından kurtulup daha derli toplu bir şey bulmam gerektiğini hissettim. kullandığım kullanıcı adlarından farklı olmalı, anlamlı ve bana yakın olmalı vs. diye ararken internetten 'hestia'yı buldum.
hestia yunan mitolojisindeki rhea ile kronos'un en büyük kızı. olimpos'taki tanrıların en kibarı olarak biliniyor ve kendisi aile tanrıçası. bu yüzden de günlük ev hayatında önemli bir yere sahip. ayrıca o dev mitolojinin aksine hiç bir entrikaya bulaşmamış, hiç evlenmemiş ve birliktelik yaşamamış. olimpos'ta yanan kutsal ateş ve dünyadaki yanan her ocak onun kutsal mekanı olarak kabul ediliyor.
bir detay bilgi olarak; sıcağı severim ve evde kimsenin olamayacağı kadar mutluyum.
hestia yunan mitolojisindeki rhea ile kronos'un en büyük kızı. olimpos'taki tanrıların en kibarı olarak biliniyor ve kendisi aile tanrıçası. bu yüzden de günlük ev hayatında önemli bir yere sahip. ayrıca o dev mitolojinin aksine hiç bir entrikaya bulaşmamış, hiç evlenmemiş ve birliktelik yaşamamış. olimpos'ta yanan kutsal ateş ve dünyadaki yanan her ocak onun kutsal mekanı olarak kabul ediliyor.
bir detay bilgi olarak; sıcağı severim ve evde kimsenin olamayacağı kadar mutluyum.
devamını gör...
isimlerin kişiliğe etkisi
ismim buse. isminin anlami ne biliyor musun bakalim diye küçüklükten beri gelen öptü giden öptü. sonuç; bayramda seyranda kalabalik her ortamda bir anda yok olan, akrabalar tarafindan yabani bu yaaa diye anilan biri cikti ortaya.
devamını gör...
erkeklerin güzel göründüğünü sandığı şeyler
sözüm meclisten dışarı diyerek sayıyorum:
- dar ve kısa paça pantolon ve altına giyilen rugan ayakkabılar ve bu kombinasyonla oluşturulmuş içi yelekli takım elbise.
- zincir kolye.
- küfürlü konuşmak.
isteyen istediğini giysin tabi efendim, ama fikrimce gerçekten yakışmıyor.
- dar ve kısa paça pantolon ve altına giyilen rugan ayakkabılar ve bu kombinasyonla oluşturulmuş içi yelekli takım elbise.
- zincir kolye.
- küfürlü konuşmak.
isteyen istediğini giysin tabi efendim, ama fikrimce gerçekten yakışmıyor.
devamını gör...
hiçbir işimi yarım bıra
nick'ini değiştirmiş bir yazarın yeni nick'idir. yalnız kafamda sürekli tamamlıyorum okurken bir yarım kalmışlık hissiyatı oluşturdu. oluyor mu hocam böyle? t, tecrübelerini paylaşan, güzel esprileri olan bir normal sözlük yazarı.
devamını gör...
çıkardığı gazı kavanozlayıp satan kadın

abd'li stephanie matto, çıkardığı gazı kavanozlayıp satarak haftalık 70 bin dolar ( 1 milyon tl ) kazanıyor.
matto, çıkarttığı gazı küçük kavanozlar halinde paketliyor. paketlemesinin kendisine özel olduğunu ifade eden matto, "çiçek yaprağı da koyuyorum. bu aslında kokuyu tuttuyor ve daha uzun süre dayanmasını sağlıyor. sonunda kavanozla işim bittiğinde kişisel bir not ekliyorum" diye konuştu.
buradan
osuruğundan da para kazanman beee kadın.
devamını gör...
sözlük dergi yazılarını bekliyor
hepimizin edebiyat, kültür-sanat, bilim teknoloji ve birçok alanda yazılarımızı yayınlayacağımız ayrıca turuncu sayfalarda içimizi ve sözlükteki dedikoduları dökeceğimiz sözlük dergisi yayında!
bu sayı, karambol adlı eski efsane modumuzun öncülüğünde yayınlandı. çok da güzel, eğlenceli ve aynı zamanda bilgi içerikli bir sayı olmuş, kendisini kutlarım.
ancak ne yazık ki, karambol kişisel meselelerden dolayı aramızda olmayacağı için, dergi yönetimini ben devralmak durumunda kaldım.
yazılarınızı [email protected] adresine ulaştırabilirsiniz, her birisini değerlendirmeye alacağımızı söylemek isterim.
haydi kafa! yazılar okuyucular ile buluşsun.
yayında olan dergi linkimiz : dergi.kafasozluk.com
bu sayı, karambol adlı eski efsane modumuzun öncülüğünde yayınlandı. çok da güzel, eğlenceli ve aynı zamanda bilgi içerikli bir sayı olmuş, kendisini kutlarım.
ancak ne yazık ki, karambol kişisel meselelerden dolayı aramızda olmayacağı için, dergi yönetimini ben devralmak durumunda kaldım.
yazılarınızı [email protected] adresine ulaştırabilirsiniz, her birisini değerlendirmeye alacağımızı söylemek isterim.
haydi kafa! yazılar okuyucular ile buluşsun.
yayında olan dergi linkimiz : dergi.kafasozluk.com
devamını gör...
atatürk’ü hatırlatan şarkılar
devamını gör...
