erkek kadın için bir şey yapmalı mı sorunsalı
ne kadar da kırıcı bi tanım. nankörlüğe denk gelmiş yazarımız, üzücü cümlelerinden anladığım kadarıyla.
bir kadın olarak ben şahsen benim için nelerden vazgeçildiğinden tatmin olmam hatta kendisine böyle hissettirdiğim için kendimi yer dururum. örneğin; ben hayatına yeni giren bir insan olarak, karşımdakinden kaç yıllık arkadaşlarından vazgeçmesini isteyemem. bana da yapılsa kızarım. sen kimsin? ne sıfatla böyle büyük bi talepte bulunuyosun? derler adama.
önemli olan değer görmek, birlikte bir şeyler inşa edebileceğini bilmek, ve tabiki en büyük değer olarak; güven duygusunu damarlarında hissetmek.
bir kadın olarak ben şahsen benim için nelerden vazgeçildiğinden tatmin olmam hatta kendisine böyle hissettirdiğim için kendimi yer dururum. örneğin; ben hayatına yeni giren bir insan olarak, karşımdakinden kaç yıllık arkadaşlarından vazgeçmesini isteyemem. bana da yapılsa kızarım. sen kimsin? ne sıfatla böyle büyük bi talepte bulunuyosun? derler adama.
önemli olan değer görmek, birlikte bir şeyler inşa edebileceğini bilmek, ve tabiki en büyük değer olarak; güven duygusunu damarlarında hissetmek.
devamını gör...
güne bir şarkı bırak
incesaz - kalbimdeki deniz
eğer öksüz kalırsa bu ölümüne sevda
sussun rüzgâr, solsun güneş, bitsin bu rüyâ
....
dünya bölündü, ortasında ikimiz
sevdamı saklıyor kalbimdeki deniz
eğer öksüz kalırsa bu ölümüne sevda
sussun rüzgâr, solsun güneş, bitsin bu rüyâ
....
dünya bölündü, ortasında ikimiz
sevdamı saklıyor kalbimdeki deniz
devamını gör...
yazarların en sevdiği diller
fransızca.
devamını gör...
yazarların yalnız olma nedeni
yalnızlığımızın görkemli kalelerinden çıkabilecek kadar cesur olamadığımız için.
devamını gör...
iyi geceler mesajı atacağın bir kişinin bile olmaması
aslında sorun iyi geceler dileği değildir. istediğiniz kişiden gelen iyi geceler dileğini istersiniz. o iyi geceler demezse gece iyi olmaz . yoksa size bin kişi iyi geceler desin gecenizin iyi olmasını samimiyetle istemiyorsa bir anlamı yoktur .
devamını gör...
bolu belediye meclisinin aldığı tarihi karar
bugün kanada'ya giderseniz, kanada vatandaşlarına bedava olan liseyi üniversite fiyatı ödeyerek okursunuz.
üniversiteye giderseniz, kanada vatandaşlarının iki ila beṣ katı eğitim ücreti ödersiniz.
dünyada görülmemiş, gelişmiş ülkelerde benzeri olmayan bir karar değildir.
üniversiteye giderseniz, kanada vatandaşlarının iki ila beṣ katı eğitim ücreti ödersiniz.
dünyada görülmemiş, gelişmiş ülkelerde benzeri olmayan bir karar değildir.
devamını gör...
arkadaşlar biri var
arkadaşlar biri var ama onun yanında da biri var.
devamını gör...
anne with an e
ah benim canım annecim. sende gördüğüm cesarete, sevgi dolu kalbe, hayal gücüne sahip insanlara gerçek hayatta da rastlayabilsek, keşke hepimiz senin gibi olabilsek. hayatıma tat verdiğin için sana teşekkür ederim...
tanım: netflix'te yayımlanan kanada yapımı canım dizi hayata dair azıcık umut beslemek istiyorsanız seve seve izlemenizi tavsiye ederim. ben diziyle yetinmeyip kitaplarını da okuyorum.
tanım: netflix'te yayımlanan kanada yapımı canım dizi hayata dair azıcık umut beslemek istiyorsanız seve seve izlemenizi tavsiye ederim. ben diziyle yetinmeyip kitaplarını da okuyorum.
devamını gör...
selene ve endymion efsanesi
menderes ırmağı, kendi adıyla anılan ovadan gümüş gibi parıltısıyla kıvrıla kıvrıla akarak bafa gölü’nün sularıyla buluşur. gümüş rengindeki bafa gölü'ne "ay tanrıçası selene’nin aynası" denilmiştir. efsane, gölün yanında yükselen beşparmak dağları’nda - latmos geçer. selene, boğaların çektiği gümüş bir araba üzerinde, başında bir yarım ay, elinde meşalesiyle dünyayı dolaşırken günün birinde doğanın kalbine nakış nakış işlenen büyüleyici bir ses duyar. tüm kuşların ötmeyi bırakıp, bu sesi dinlediğini görür.
endymion adında bir çoban, kavalından dökülen ezgileriyle doğayı şenlendirmektedir. tanrıça selene bu yakışıklı çobana aşık olur. çobanın uyumasını bekler ve gökyüzünden kayarak uyuyan çobanın yanına gelir. onu bir süre hayranlıkla seyrettikten sonra öper. sihirli öpücükle uyanan çoban, karşısında tanrıçayı görünce onun güzelliğinin büyüsüne kapılır.
o günden sonra her gece buluşmaya başlarlar. fakat selene, zeus’un haberi olmadan bir ölümlüyle sevişerek tanrıların yasasını çiğnemiştir. birlikte oldukları bir gece, gökyüzünden zeus şimşekler gönderir. aşkından vazgeçmeyen selene, sevgilisini ölümsüz kılması için zeus’a yakarır. zeus, iki sevgiliye acır ve çobanın sonsuza kadar uyuyarak genç kalmasını sağlar. işte o gün bu gündür bafa gölü'nden yükselen ay, aşkla dokunur beşparmak dağları’na.
bu ilişki sonsuz uykuyu dileten aşk olarak da bilinir.

selene ve çoban endymion'un aşkı şöyle dile gelir homeros'un dizelerinde:
parlak ayın çevresinde sayısız yıldız
rüzgarsızken duru gökyüzü
nasıl yanarsa ışıl ışıl.
bütün doruklar, sivri kayalar ve çayırlar
nasıl serilirse göz önüne,
gökler yırtılıp da açılır,
tekmil yıldızlar görünür
ferahlar yüreği çobanın.
endymion adında bir çoban, kavalından dökülen ezgileriyle doğayı şenlendirmektedir. tanrıça selene bu yakışıklı çobana aşık olur. çobanın uyumasını bekler ve gökyüzünden kayarak uyuyan çobanın yanına gelir. onu bir süre hayranlıkla seyrettikten sonra öper. sihirli öpücükle uyanan çoban, karşısında tanrıçayı görünce onun güzelliğinin büyüsüne kapılır.
o günden sonra her gece buluşmaya başlarlar. fakat selene, zeus’un haberi olmadan bir ölümlüyle sevişerek tanrıların yasasını çiğnemiştir. birlikte oldukları bir gece, gökyüzünden zeus şimşekler gönderir. aşkından vazgeçmeyen selene, sevgilisini ölümsüz kılması için zeus’a yakarır. zeus, iki sevgiliye acır ve çobanın sonsuza kadar uyuyarak genç kalmasını sağlar. işte o gün bu gündür bafa gölü'nden yükselen ay, aşkla dokunur beşparmak dağları’na.
bu ilişki sonsuz uykuyu dileten aşk olarak da bilinir.

selene ve çoban endymion'un aşkı şöyle dile gelir homeros'un dizelerinde:
parlak ayın çevresinde sayısız yıldız
rüzgarsızken duru gökyüzü
nasıl yanarsa ışıl ışıl.
bütün doruklar, sivri kayalar ve çayırlar
nasıl serilirse göz önüne,
gökler yırtılıp da açılır,
tekmil yıldızlar görünür
ferahlar yüreği çobanın.
devamını gör...
sözlük yazarlarının yetenekli olduğu konular
resim çiziyorum. çöp adam falan...
şarkı söylüyorum... horoz gibi çıkan sesimle falan...
şarkı söylüyorum... horoz gibi çıkan sesimle falan...
devamını gör...
taras bulba
gogol'un mirgorod öykülerinde yer alan ilk cildin ikinci öyküsü. kendi içinde barındırdığı muazzam ironi ile muhtemelen gogol'un kaleminden çıkmış olan en etkileyici eserlerden biri bu kazak destanı. çocukluk yıllarını vasilyevka'da geçiren gogol panayırlar ve düğünlerde halk ozanlarından dinlediği şarkılar, söylenceler ve hikayeler ile zamanını geçirdi ve bunun etkisi ile aslında erken dönem eserlerinin bir kısmı bu halk hikayelerinden, destanlardan ve masallardan izler taşıdı. bundan ötürü taras bulba gogol'un çocukluğunun izlerini taşıyan bir eser demek yanlış olmayacaktır. destan ismini ana kahramanı olan kazak taras bulba'dan alıyor. eserin üzerine odaklandığı kişi taras bulba olsa bile ilk bölümünde uzun uzun kazak boylarının yaşamlarını, geleneklerini, uyguladıkları cezaları yani bir nevi bu yarı göçebe savaşçı topluluğun adalet anlayışını ve ne kadar milliyetçi bir biçimde hareket ettiklerine odaklanıyoruz. öykü taras bulba'nın kiev papaz okuluna göndermiş olduğu büyük oğlu ostap ve küçük oğlu andrey'in dönüşü ile başlıyor daha sonra ise bu üçlünün kazak savaşçılarının bir ataman altında toplandığı zaporozhye'ye uzanan yolculuğunu izliyoruz. bu yolculuk boyunca gogol bozkırları öyle güzel betimlemiştir ki bugün bile aklımdan görüntüsü çıkmıyor. lehler ve kazaklar'ın ucu nereye varılacağı kestirilemeyen savaşının orta yerinde taras bulba gibi savaşmayı yaşam amacı olarak gören bir adamın küçük oğlu andrey'in kovno voyvodasının kızına aşık olarak taraf değiştirmesi william shakespeare trajedilerini aratmayacak cinstendir. en sonunda taras bulba onu kendi elleri ile vurmak zorunda kalmış, büyük oğlunun ise lehlerin elinde işkence görerek ölmesini seyretmeye mahkum olmuştur.
eser bir kazak coşkunluğu ile anlatılsa bile sanılanın aksine gogol milliyetçilik ve dindarlık altına gizlenmiş olan ve bir ırkı kıyıma götüren tüm bu düşüncelerin anlamsızlığını bir çok bölümde üstüne basa basa alaya alır. özellikle taras bulba'nın ölümü güzel bir kara mizah örneğidir. leh birliklerinden kaçan taras bulba tütün kesesini düşürür ve herhangi bir polonyalının onu bulup kullanması fikrinden o kadar tiksinir ki geri dönüp sazlıkların arasında onu aramaya koyulur. bu aptallığı ise yakalanmasına ve en sonunda acımasızca öldürülmesine sebebiyet verir. taras bulba'da bulunan pek çok detay dönemine bir çok noktada ışık tuttuğu gibi ani-semitizm izleri de taşıyor fakat 1962 yılında yul brynner, tony curtis ve christine kaufmann'ın rol aldığı taras bulba filminde bu detay tamamen yok sayılmış durumda. 2009 yılında çekilen ve bohdan stupka'nın oyunculuk dersi verdiği taras bulba filmi ise bu dahil pek çok konuda gogol'a daha sadık kalmıştır. özellikle yul brynner muhteşem bir oyunculuk sergilese bile ne yazık ki 60'larda çekilen film taras bulba'yı hiç yansıtmaz hatta neredeyse öykü tahrip edilmiştir ve taras bulba bir kahraman edası ile izleyiciye servis edilmiştir. özellikle son sahnede kahkaha atmaktan kendimi alamadım, ne alaka taras bulba gibi bir adamın çıkıp şehri ele geçirdik ama kimseye zarar verip çalıp çırpmayacağız demesi? ne yazık ki üzeri kahramanlık sosu ile bulandığı için film oyuncularına rağmen öykünün etkileyiciliğinden oldukça uzak bir çizgide. eserin çevirisine gelecek olursak eğer koleksiyonerler için 20'li yıllarda basılmış olan constance garnett imzalı mirgorod ülke sınırları içerisinde bulunması zor olsa bile bulunabilecek bir çeviri ama dili çok ağır, kendi adıma okuduğumdan bir şey anlamadığım için ikinci sayfada bıraktım. dilimize pek çok çevirmen tarafından çevrilmiş olsa bile mehmet özgül ve nurullah ataç çevirileri okunabilir düzeyde.
"ama ilerde neler olacağını kimse kestiremez. bataklıklardan kalkan bir güz sisine benzer gelecek denen bilinmezlik. o sisin içinde güvercin atmacayı, atmaca güvercini tanımaksızın boşlukta döner dururlar... ölüme kıl payı yaklaşmışken bile tehlikeyi göremezler." s.68
"onlar ilerledikçe bozkır da büsbütün güzelleşiyordu. şimdi yeni rusya dediğimiz güney bölgesi, o zamanlar ta karadeniz'e değin uzanan ıssız, yemyeşil topraklardı. yabanıl otların bürüdüğü bitmez-tükenmez kırlar hiç saban yüzü görmemişti. adam boyu yükseklikteki bitki örtüsünü yalnızca buralardan gelip geçen atlılar çiğnerlerdi. bu yerlerde doğa öylesine güzeldi ki, yeşilli-kırmızılı milyonlarca çiçek, geniş ovaları uçsuz-bucaksız bir renk denizine dönüştürürdü. otların ince uzun sapları arasında mavi, mor, lacivert çan çiçekleri boy gösteriyor; katırtırnakları sarı çiçeklerini kat kat açıyor; ak yoncalar şemsiye biçimi yaprak kümeleriyle yükseliyor; buralara nereden geldiği bilinmeyen buğdaylar başaklarını sallıyorlardı. çil keklikler dolaşıyordu ince bitki kökleri arasında. havayı binlerce kuşun cıvıltısı doldurmuştu. gökte bir atmaca kocaman kanatlarını açmış süzülüyor, keskin gözleriyle otların arasını tarıyordu. uzaklarda bir gölde uçuşan yaban kazlarının çığlıkları yankılanıyordu arada bir. ölçülü kanat vuruşlarıyla havalanan bir martı göklere doğru yükseldi, mavilikler arasında yiterek bir noktaya dönüştü. fakat sonra geriye döndü, tüyleri güneşte ışıl ışıl yanmaya başladı. ah, bozkırlar, canım bozkırlar, ne kadar da güzelsiniz!" s.32
" o temmuz gecesinin güzelliğine şimdi bir de korkunç, görkemli bir kızıllık karışmıştı. çevreyi yakıp kül eden yangınların kızıllığıydı bunlar. alevler gökyüzünün bir köşesini kan rengine boyadıktan sonra hareketsiz dururken; başka bir köşesinde yeni yeni yangınlar çıkararak göğe doğru fışkırıyor, sıçrayan ateş parçaları sanki yükselip yıldızların altında sönüyordu. yanmış bir manastırın kapkara kaburgası, kudurgan ateşin kızıllığında, kolları havada açık duran öfkeli bir keşişe benzetilebilirdi." s.70
"kasyan nerelerde! borodavka'ya ne oldu? koloper'den, pidsişok'tan ne haber?" borodavka'nın tolopan'dan asıldığını, koloper'in kizikirmen kalesi önünde diri diri derisinin yüzüldüğünü, pidsişok'un kellesinin uçurulup tuzlandığını, sonra bir fıçı içinde istanbul'a gönderildiğini duyunca bulba başını önüne eğdi; "yaman kazaklardı! hepsi de yaman kazaklardı!" diye mırıldandı. s.43
ordu komutanı elçiye;
- başrahibine benden ve bütün zaporojyelilerden selam söyle, dedi. bizden korkmalarına hiç gerek yok, çünkü çubuğumuzu daha yeni yakıyoruz. aradan çok geçmedi, o görkemli manastırı alevler sardı; dev gözlerini andıran karanlık gotik pencerelerden, dalga dalga ateşler saçıldı. kaçışan keşişlerin, yahudilerin, kadınların oluşturduğu yığınlar kentlere doluştular. oralarda askeri birlikler bulunduğunu, kentlerin ne de olsa iyi korunacağını sanıyorlardı. s.65
eser bir kazak coşkunluğu ile anlatılsa bile sanılanın aksine gogol milliyetçilik ve dindarlık altına gizlenmiş olan ve bir ırkı kıyıma götüren tüm bu düşüncelerin anlamsızlığını bir çok bölümde üstüne basa basa alaya alır. özellikle taras bulba'nın ölümü güzel bir kara mizah örneğidir. leh birliklerinden kaçan taras bulba tütün kesesini düşürür ve herhangi bir polonyalının onu bulup kullanması fikrinden o kadar tiksinir ki geri dönüp sazlıkların arasında onu aramaya koyulur. bu aptallığı ise yakalanmasına ve en sonunda acımasızca öldürülmesine sebebiyet verir. taras bulba'da bulunan pek çok detay dönemine bir çok noktada ışık tuttuğu gibi ani-semitizm izleri de taşıyor fakat 1962 yılında yul brynner, tony curtis ve christine kaufmann'ın rol aldığı taras bulba filminde bu detay tamamen yok sayılmış durumda. 2009 yılında çekilen ve bohdan stupka'nın oyunculuk dersi verdiği taras bulba filmi ise bu dahil pek çok konuda gogol'a daha sadık kalmıştır. özellikle yul brynner muhteşem bir oyunculuk sergilese bile ne yazık ki 60'larda çekilen film taras bulba'yı hiç yansıtmaz hatta neredeyse öykü tahrip edilmiştir ve taras bulba bir kahraman edası ile izleyiciye servis edilmiştir. özellikle son sahnede kahkaha atmaktan kendimi alamadım, ne alaka taras bulba gibi bir adamın çıkıp şehri ele geçirdik ama kimseye zarar verip çalıp çırpmayacağız demesi? ne yazık ki üzeri kahramanlık sosu ile bulandığı için film oyuncularına rağmen öykünün etkileyiciliğinden oldukça uzak bir çizgide. eserin çevirisine gelecek olursak eğer koleksiyonerler için 20'li yıllarda basılmış olan constance garnett imzalı mirgorod ülke sınırları içerisinde bulunması zor olsa bile bulunabilecek bir çeviri ama dili çok ağır, kendi adıma okuduğumdan bir şey anlamadığım için ikinci sayfada bıraktım. dilimize pek çok çevirmen tarafından çevrilmiş olsa bile mehmet özgül ve nurullah ataç çevirileri okunabilir düzeyde.
"ama ilerde neler olacağını kimse kestiremez. bataklıklardan kalkan bir güz sisine benzer gelecek denen bilinmezlik. o sisin içinde güvercin atmacayı, atmaca güvercini tanımaksızın boşlukta döner dururlar... ölüme kıl payı yaklaşmışken bile tehlikeyi göremezler." s.68
"onlar ilerledikçe bozkır da büsbütün güzelleşiyordu. şimdi yeni rusya dediğimiz güney bölgesi, o zamanlar ta karadeniz'e değin uzanan ıssız, yemyeşil topraklardı. yabanıl otların bürüdüğü bitmez-tükenmez kırlar hiç saban yüzü görmemişti. adam boyu yükseklikteki bitki örtüsünü yalnızca buralardan gelip geçen atlılar çiğnerlerdi. bu yerlerde doğa öylesine güzeldi ki, yeşilli-kırmızılı milyonlarca çiçek, geniş ovaları uçsuz-bucaksız bir renk denizine dönüştürürdü. otların ince uzun sapları arasında mavi, mor, lacivert çan çiçekleri boy gösteriyor; katırtırnakları sarı çiçeklerini kat kat açıyor; ak yoncalar şemsiye biçimi yaprak kümeleriyle yükseliyor; buralara nereden geldiği bilinmeyen buğdaylar başaklarını sallıyorlardı. çil keklikler dolaşıyordu ince bitki kökleri arasında. havayı binlerce kuşun cıvıltısı doldurmuştu. gökte bir atmaca kocaman kanatlarını açmış süzülüyor, keskin gözleriyle otların arasını tarıyordu. uzaklarda bir gölde uçuşan yaban kazlarının çığlıkları yankılanıyordu arada bir. ölçülü kanat vuruşlarıyla havalanan bir martı göklere doğru yükseldi, mavilikler arasında yiterek bir noktaya dönüştü. fakat sonra geriye döndü, tüyleri güneşte ışıl ışıl yanmaya başladı. ah, bozkırlar, canım bozkırlar, ne kadar da güzelsiniz!" s.32
" o temmuz gecesinin güzelliğine şimdi bir de korkunç, görkemli bir kızıllık karışmıştı. çevreyi yakıp kül eden yangınların kızıllığıydı bunlar. alevler gökyüzünün bir köşesini kan rengine boyadıktan sonra hareketsiz dururken; başka bir köşesinde yeni yeni yangınlar çıkararak göğe doğru fışkırıyor, sıçrayan ateş parçaları sanki yükselip yıldızların altında sönüyordu. yanmış bir manastırın kapkara kaburgası, kudurgan ateşin kızıllığında, kolları havada açık duran öfkeli bir keşişe benzetilebilirdi." s.70
"kasyan nerelerde! borodavka'ya ne oldu? koloper'den, pidsişok'tan ne haber?" borodavka'nın tolopan'dan asıldığını, koloper'in kizikirmen kalesi önünde diri diri derisinin yüzüldüğünü, pidsişok'un kellesinin uçurulup tuzlandığını, sonra bir fıçı içinde istanbul'a gönderildiğini duyunca bulba başını önüne eğdi; "yaman kazaklardı! hepsi de yaman kazaklardı!" diye mırıldandı. s.43
ordu komutanı elçiye;
- başrahibine benden ve bütün zaporojyelilerden selam söyle, dedi. bizden korkmalarına hiç gerek yok, çünkü çubuğumuzu daha yeni yakıyoruz. aradan çok geçmedi, o görkemli manastırı alevler sardı; dev gözlerini andıran karanlık gotik pencerelerden, dalga dalga ateşler saçıldı. kaçışan keşişlerin, yahudilerin, kadınların oluşturduğu yığınlar kentlere doluştular. oralarda askeri birlikler bulunduğunu, kentlerin ne de olsa iyi korunacağını sanıyorlardı. s.65
devamını gör...
sülün osman
insanlar saf ise sülün osman'ın suçu ne?
(sülün osman vatandaşa boğaz köprüsünü satan adam)
(sülün osman vatandaşa boğaz köprüsünü satan adam)
devamını gör...
bal yerine reçel yapan arı (yazar)
türkiye'nin en ünlü bal markası olan balparmak'ın oldukça zor şartlarda ve zorla çalıştırdığı gdo'lu arıdır.
not: ayrıca lafa sözlük yazarıdır ve eğer bu vaad ettiğini yapabiliyorsa ayakta alkışlanmalıdır.
*
not: ayrıca lafa sözlük yazarıdır ve eğer bu vaad ettiğini yapabiliyorsa ayakta alkışlanmalıdır.
*
devamını gör...
metamfetamin
halk arasında kristal, ateş buz, met gibi isimlerle de bilinen metamfetamin, kuvvetli bağımlılık yapıcı etkisi olan renksiz ve kokusuz bir maddedir. burundan çekilebilir, ağız yoluyla alınabilir ve damar yoluyla kullanılabilir. metamfetaminin kısa/uzun süreli kullanımı dolaşım, solunum, nörolojik sorunlarla birlikte anksiyete, saldırganlık ve depresyon gibi birçok ruh sağlığı sorununa neden olmaktadır.
detay
......................
kullanmayalım, çevremizde kullanan varsa uyaralım ve bırakması için gerekli yönlendirmeleri yapalım.
detay
......................
kullanmayalım, çevremizde kullanan varsa uyaralım ve bırakması için gerekli yönlendirmeleri yapalım.
devamını gör...
izmir'de nükleer çöplüğün 7 bin kat artan radyasyon seviyesi
izmir'in çernobili gaziemir'de kurşun fabrikasının arazisine gömülen nükleer atıklar haberini duymuştuk. radyasyon cihazıyla yapılan ölçümlerde normalde olması gereken değerin tam 7 bin 291 kat üzerinde olduğunu tespit etmişler. tüm şehri tehdit ediyor. umarım bir felakete yol açmaz.
gaziemir belediye başkanı halil arda ile avukat arif ali cangı, gaziemir emrez mahallesi'nde eski kurşun fabrikasının alanında gömülü olan nükleer atıkların bulunduğu bölgede incelemeler yaptı. başkan arda ile cangı, fabrikanın harabeye dönmüş binalarında girerek, almanya'dan getirilen cihazla radyasyon ölçümü yaptı. yapılan ölçümlerde cihaz 832.3µsv/h (mikrosievert/saat) rakamını gösterdi. fabrika bahçesine bulunan atık kutularını da inceleyen başkan arda ile cangı, topraktan duman tüten alanlarda da ölçüm yaptı.
ölçüm cihazının gösterdiği rakamlar karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen gaziemir belediye başkanı halil arda, "avukat arif ali cangı ile yaptığımız ölçümlerde gördüğümüz rakamlara inanamadım. bilim insanlarının söylediklerine göre 1 msv/y oranı normal kabul ediliyor; ancak kurşun fabrikasında ölçtüğümüz oran bunun 7 bin 291 katı. buradaki nükleer atıklar tüm izmir'i tehdit ediyor. yetkililer bir an önce harekete geçerek tüm canlıları zehirleyen bu alandaki atıkları temizlemelidir" diye konuştu
buradan
gaziemir belediye başkanı halil arda ile avukat arif ali cangı, gaziemir emrez mahallesi'nde eski kurşun fabrikasının alanında gömülü olan nükleer atıkların bulunduğu bölgede incelemeler yaptı. başkan arda ile cangı, fabrikanın harabeye dönmüş binalarında girerek, almanya'dan getirilen cihazla radyasyon ölçümü yaptı. yapılan ölçümlerde cihaz 832.3µsv/h (mikrosievert/saat) rakamını gösterdi. fabrika bahçesine bulunan atık kutularını da inceleyen başkan arda ile cangı, topraktan duman tüten alanlarda da ölçüm yaptı.
ölçüm cihazının gösterdiği rakamlar karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen gaziemir belediye başkanı halil arda, "avukat arif ali cangı ile yaptığımız ölçümlerde gördüğümüz rakamlara inanamadım. bilim insanlarının söylediklerine göre 1 msv/y oranı normal kabul ediliyor; ancak kurşun fabrikasında ölçtüğümüz oran bunun 7 bin 291 katı. buradaki nükleer atıklar tüm izmir'i tehdit ediyor. yetkililer bir an önce harekete geçerek tüm canlıları zehirleyen bu alandaki atıkları temizlemelidir" diye konuştu
buradan
devamını gör...
bu devirde bilgisayar alınıp alınmayacağı
hüzünle hayır diye cevaplıyorum. 10 yıllık laptopumla ders veriyorum, elim kolum olduğu için bozulup beni yarı yolda bırakmasın diye kendisine çok iyi davranıyorum.
devamını gör...
karma puanı biriktiren yazarlar
çoluk çocuğa saklayacağım karma puanı.
devamını gör...
çocukken hayal edilen tanrı şekli
hayal edelim, küçük bir çocuk. deneme-yanılma yöntemi ile doğru ve yanlışı öğreniyor. doğru yapınca aferin; yanlış yapınca günah, deniyor. günah işleyenlere ne olur, diye sorunca da cehennemde yanar, yanıtını alıyor. bu yüzden bence; tanrı, bizi cezalandıran biriydi ve kaşlarını çatıp yukarıdan bizi izliyordu.
bir de çocuk halimle nereden bulup okuduysam bir dini ansiklopedide (sanırım o ara gazetelerin kupon karşılığı dağıttıklarından biri idi.) günahların karşılığı olarak tasvirler vardı. mesela yalan söyleyenlerin dili yerlerde sürünecek kadar kocaman ve irinli olacaktı. hayal etmesi şimdi zor, kendim kadar bir dil ağzımdan çıkmaz gibi ama o zaman zihnim tahayyül ediyordu. sonra hangi günahtı pek emin değilim ama etlerimiz parça parça dökülüyordu.
böyle işte... konudan komşudan, yaşlı akrabalardan duyduğum hep günah işlediğimdi. ee tanrı da beni cezalandıracak kişi. bir de çok merhametli olduğu için cezalarımızı çekince yine de bizi cennetine alacaktı.
oysa isterdim ki tanrı sadece sığınacağım, güveneceğim, dualar edeceğim biri olarak aktarılsaydı. yine büyüyünce hayal kırıklığım olurdu belki ama en azından çocukluk anılarımdaki tanrı, insanları seviyor olurdu.
bir de çocuk halimle nereden bulup okuduysam bir dini ansiklopedide (sanırım o ara gazetelerin kupon karşılığı dağıttıklarından biri idi.) günahların karşılığı olarak tasvirler vardı. mesela yalan söyleyenlerin dili yerlerde sürünecek kadar kocaman ve irinli olacaktı. hayal etmesi şimdi zor, kendim kadar bir dil ağzımdan çıkmaz gibi ama o zaman zihnim tahayyül ediyordu. sonra hangi günahtı pek emin değilim ama etlerimiz parça parça dökülüyordu.
böyle işte... konudan komşudan, yaşlı akrabalardan duyduğum hep günah işlediğimdi. ee tanrı da beni cezalandıracak kişi. bir de çok merhametli olduğu için cezalarımızı çekince yine de bizi cennetine alacaktı.
oysa isterdim ki tanrı sadece sığınacağım, güveneceğim, dualar edeceğim biri olarak aktarılsaydı. yine büyüyünce hayal kırıklığım olurdu belki ama en azından çocukluk anılarımdaki tanrı, insanları seviyor olurdu.
devamını gör...
ezberlenen en saçma şey
eski sevgilimin telefon numarasıdır. siz siz olun hayatınızdan çıkması muhtemel olan birine dair herhangi bir şeyi ezberlemeyin. unutmaya çalışır, unutamazsınız.
devamını gör...
