bir sözlük yazarına aşık olmak
sözlük yazarı olduğunu bilmeden aşık olunduysa sıkıntılı bir durumdur. kim bilir sizden habersiz neler yazıyordur, belki itiraf başlıklarında eski sevgilisini ne kadar çok özlediğinden bahsediyordur.
devamını gör...
şiir alıntıları
ruhun mu ateş yoksa
o gözler mi alevden
bilmem bu yanardağ
ne biçim korla tutuştu
pervane olan kendini
gizler mi alevden
sen istedin ondan
bu gönül zorla tutuştu.
o gözler mi alevden
bilmem bu yanardağ
ne biçim korla tutuştu
pervane olan kendini
gizler mi alevden
sen istedin ondan
bu gönül zorla tutuştu.
devamını gör...
iğrenç espriler
-küçük su birikintisine ne denir?
+ne denir?
-sucuk.
+allahım sana geliyorum.
+ne denir?
-sucuk.
+allahım sana geliyorum.
devamını gör...
kızların espri yapmayı becerememesi
kızların aksine erkeklerin komik bulduğu ve daha çok güldüğü küfür ve hakaret içerikli, fazlasıyla bel altı ve daha ziyade bir insanın fiziksel özellikleri dikkate alınarak onu tabiri caizse gömmeye yönelik esprileri koyarsak bir kenara, geriye pek bir şey kalmıyor.
geriye kalan bu rafine esprileri de biz kızlar yapıyoruz kendi aramızda, erkekler anlamıyorsa demek...
geriye kalan bu rafine esprileri de biz kızlar yapıyoruz kendi aramızda, erkekler anlamıyorsa demek...
devamını gör...
sönmez reyiz
internetin derinliklerinde ortaya çıkmış yaratıcı küfürbaz alemin dayısı alemin reyizidir. en son twitchte yayın açmaya başlamıştı şu an ne yapıyor bilmiyorum. ayrıca eski sevgilimin attığı uzun mesaja sönmez reyizin kim okuyacak lan bunu videosunu gönderdiğim için kavga etmiştik.
devamını gör...
çaylaklardan mesaj bekleyen yazarlar veri tabanı
bir iki yıla olacak olaydır. sözlüğe giren her çaylağı, mahallenin abisi olarak sorgu suale çekicez
devamını gör...
buddha siddhartha gautama
budist felsefenin kurucusu. (budizm'in kurucusu.) prens sidarta veya śākyamuni (sakya kabilesinden gelen bilge) de denmektedir kendisine. lakin biz onu buda olarak biliriz. ki sanskritçe "uyanmış kişi" manasına gelir buda.
devamını gör...
ingilizce öğretmeni
her zaman hamile ve uzun deri çizmeli olanlardır. ama iyi insanlardır.
devamını gör...
engellilik
bu başlığa engelli insanların hayatları boyunca yaşadığı bir takım sorunları yazarak faydalı olmaya çalışacağım.
1)ailelerin yeterince donanımlı olmaması maddesi ile başlayayım;
öncelikle gebelik döneminde tanılanan çocuklarla ilgili ailelerin yeterli eğitime tabi tutulmaması sebebiyle hem ebeveynler hem de çocuğun yakın çevresinde bir kargaşa durumu söz konusu oluyor. ne ile karşı karşıya olduğunu bilmeyen aile çocuğa karşı tepkisel yaklaşabiliyor, istemeyebiliyor veya engel durumunu reddedebiliyor.
-reddetme evresi bambaşka bir başlıkta yeniden incelenebilir ancak sebeplerinden birisi kuşkusuz bu kaygı durumu- yine yakın çevresinde bulunan bireylerce bu engel durumunun sorumlusu ebeveynlermiş gibi bir tepki doğuyor ve bu sebep ile aileler bile dağılıyor malesef.
2) tanılama süreci sorunları;
bu maddeyi alt basamaklarına ayırarak incelemek daha sağlıklı olacak geliyor bana.
engel durumunun tanılanma süreci ne kadar erken başlar ise çocuğu hayata kazandırmamız o kadar mümkün oluyor ancak buna rağmen hastanelerde oluşan sonsuz yoğunluk sebebi ile tanılayacak hekimlere ulaşmak ayları bulabiliyor özellikle çift tanılı ve ekstra sendromlar yaşayan çocuklarda farklı branşlarda uzmanlaşmış hekimlerce tedavi edilmesi gerektiği için süreç iyice kör düğüm halini alıyor.
-hekim arkadaşlar alınmasın lütfen derdim emekçi ile değil-
bu durumun sonucunda ise çocuklar aylarca rehabilitasyon merkezlerinden eğitim alamıyorlar ve ciddi bir zaman kaybı yaşanıyor.
itiraz mercilerinin yavaş ilerlemesi yine bürokratik bir problem. 5 dakikada tanı koyması beklenen yetkin kişiler elbette otizmli çocuğa; zihinsel engelli raporu verebiliyor yada reaktif bağlanma bozukluğugibi tanılanması görece daha zor tanıları gözden kaçırabiliyorlar ve bu sebeple rehberlik araştırma merkezinde yapılan değerlendirme testleri ile bir uyumsuzluk oluyor ve yine rapor kurumlara ulaşmadığı için eğitim süreci başlayamıyor. bu tür durumlar karşısında itiraz mercileri çok önem kazanıyor.
son olarak bu maddenin altında incelenmesi gereken bir diğer konuda hastanelere erişim engellileri. toplu taşıma kullanamayan veya farklı sebepler ile sosyal hayata karışması mümkün olmayan çocukların ulaşımları hasta nakil araçları ile gerçekleştirilmiyor ve bu yük rehabilitasyon merkezlerinin üzerine yükleniyor.
3) okul ve rehabilitasyon merkezi süreci sorunları;
bugün sektör çalışanlarının bildiği bir gerçek varsa o da şüphesiz; bir dönem iş yeri açma belgesi alıp bugün rehabilitasyon merkezi işleten kurum sahipleridir. eğitimden zerre anlamayan kişiler öğretmenlere hede hödö emirler yağdırarak iş yaptırıyor ve bu durumun sonucunda facia düzeyde eğitim veren kurumlar varlıklarını sürdürüyor.
-evet, tüpçü doğru okudunuz.-
bir diğer problem ise eğitim fakülteleri müfredatlarında yeterince özel eğitim dersleri olmaması sebebiyle özellikle sınıf öğretmenleri çok ciddi zorluklar çekiyor. hangi durum karşısında nasıl tepki vereceğini bilemeyen öğretmenler davranış problemlerinin iyice palazlanmasına sebep olabiliyor veya veliler arasında olası bir didişmeye farkında olmadan sebebiyet verebiliyor. elbette, 30 çocuk içerisinde davranış problemleri olan bir çocuğu kontrol etmek kolay değildir ancak unutulmamalıdır ki; rehabilitasyon merkezleri destek eğitim kurumlarıdır, ana eğitim merkezi değil,
diğer bir sorun ise iş okullarında yeterince mesleki branş olmaması sebebiyle çocuklar sosyal hayatta somut iş olanağı olan meslek yerine daha çok günü geçirmelik işler öğreniyorlar ve bu hayata katılmaları noktasında bağımsızlıklarını ciddi manada olumsuz etkiliyor.
4) çevresel düzenlemelerin yetersizliği;
daha yazılacak yığınla şey var aslında ama son madde olarak ekliyorum bunu.
ülkemizde bir şeyleri -mış/miş gibi yapma hastalığının hızlı bir şekilde tedavi edilmesi gerektiğinin bir göstergesidir aslında bu madde.
görme engelliler için sarı şeritler döşenir ama ortasına ağaç dikilir.
ortopedik engelliler için sempozyum düzenlenir ama asansörü olmayan bina tercih edilir.
otizmliler için etkinlik düzenlenir ama pavyona gelinmiş gibi gözleri kör eden mor-mavi ışıklar döşenir velhasıl kelam bir şeyleri yapıyor olmak için değil gerçekten faydalı olmak için yapmak gerekiyor.
1)ailelerin yeterince donanımlı olmaması maddesi ile başlayayım;
öncelikle gebelik döneminde tanılanan çocuklarla ilgili ailelerin yeterli eğitime tabi tutulmaması sebebiyle hem ebeveynler hem de çocuğun yakın çevresinde bir kargaşa durumu söz konusu oluyor. ne ile karşı karşıya olduğunu bilmeyen aile çocuğa karşı tepkisel yaklaşabiliyor, istemeyebiliyor veya engel durumunu reddedebiliyor.
-reddetme evresi bambaşka bir başlıkta yeniden incelenebilir ancak sebeplerinden birisi kuşkusuz bu kaygı durumu- yine yakın çevresinde bulunan bireylerce bu engel durumunun sorumlusu ebeveynlermiş gibi bir tepki doğuyor ve bu sebep ile aileler bile dağılıyor malesef.
2) tanılama süreci sorunları;
bu maddeyi alt basamaklarına ayırarak incelemek daha sağlıklı olacak geliyor bana.
engel durumunun tanılanma süreci ne kadar erken başlar ise çocuğu hayata kazandırmamız o kadar mümkün oluyor ancak buna rağmen hastanelerde oluşan sonsuz yoğunluk sebebi ile tanılayacak hekimlere ulaşmak ayları bulabiliyor özellikle çift tanılı ve ekstra sendromlar yaşayan çocuklarda farklı branşlarda uzmanlaşmış hekimlerce tedavi edilmesi gerektiği için süreç iyice kör düğüm halini alıyor.
-hekim arkadaşlar alınmasın lütfen derdim emekçi ile değil-
bu durumun sonucunda ise çocuklar aylarca rehabilitasyon merkezlerinden eğitim alamıyorlar ve ciddi bir zaman kaybı yaşanıyor.
itiraz mercilerinin yavaş ilerlemesi yine bürokratik bir problem. 5 dakikada tanı koyması beklenen yetkin kişiler elbette otizmli çocuğa; zihinsel engelli raporu verebiliyor yada reaktif bağlanma bozukluğugibi tanılanması görece daha zor tanıları gözden kaçırabiliyorlar ve bu sebeple rehberlik araştırma merkezinde yapılan değerlendirme testleri ile bir uyumsuzluk oluyor ve yine rapor kurumlara ulaşmadığı için eğitim süreci başlayamıyor. bu tür durumlar karşısında itiraz mercileri çok önem kazanıyor.
son olarak bu maddenin altında incelenmesi gereken bir diğer konuda hastanelere erişim engellileri. toplu taşıma kullanamayan veya farklı sebepler ile sosyal hayata karışması mümkün olmayan çocukların ulaşımları hasta nakil araçları ile gerçekleştirilmiyor ve bu yük rehabilitasyon merkezlerinin üzerine yükleniyor.
3) okul ve rehabilitasyon merkezi süreci sorunları;
bugün sektör çalışanlarının bildiği bir gerçek varsa o da şüphesiz; bir dönem iş yeri açma belgesi alıp bugün rehabilitasyon merkezi işleten kurum sahipleridir. eğitimden zerre anlamayan kişiler öğretmenlere hede hödö emirler yağdırarak iş yaptırıyor ve bu durumun sonucunda facia düzeyde eğitim veren kurumlar varlıklarını sürdürüyor.
-evet, tüpçü doğru okudunuz.-
bir diğer problem ise eğitim fakülteleri müfredatlarında yeterince özel eğitim dersleri olmaması sebebiyle özellikle sınıf öğretmenleri çok ciddi zorluklar çekiyor. hangi durum karşısında nasıl tepki vereceğini bilemeyen öğretmenler davranış problemlerinin iyice palazlanmasına sebep olabiliyor veya veliler arasında olası bir didişmeye farkında olmadan sebebiyet verebiliyor. elbette, 30 çocuk içerisinde davranış problemleri olan bir çocuğu kontrol etmek kolay değildir ancak unutulmamalıdır ki; rehabilitasyon merkezleri destek eğitim kurumlarıdır, ana eğitim merkezi değil,
diğer bir sorun ise iş okullarında yeterince mesleki branş olmaması sebebiyle çocuklar sosyal hayatta somut iş olanağı olan meslek yerine daha çok günü geçirmelik işler öğreniyorlar ve bu hayata katılmaları noktasında bağımsızlıklarını ciddi manada olumsuz etkiliyor.
4) çevresel düzenlemelerin yetersizliği;
daha yazılacak yığınla şey var aslında ama son madde olarak ekliyorum bunu.
ülkemizde bir şeyleri -mış/miş gibi yapma hastalığının hızlı bir şekilde tedavi edilmesi gerektiğinin bir göstergesidir aslında bu madde.
görme engelliler için sarı şeritler döşenir ama ortasına ağaç dikilir.
ortopedik engelliler için sempozyum düzenlenir ama asansörü olmayan bina tercih edilir.
otizmliler için etkinlik düzenlenir ama pavyona gelinmiş gibi gözleri kör eden mor-mavi ışıklar döşenir velhasıl kelam bir şeyleri yapıyor olmak için değil gerçekten faydalı olmak için yapmak gerekiyor.
devamını gör...
manaki mou
izmir, anneanne şarkısı, düeti.
hayatımda dinlediğim en güzel sese sahip kişi oydu, hayatımda duyduğum en güzel memleket şarkısı da bu.
yannis kotsiras yine harlamıştır ateşi, bize düşen yolunda ölmek.
anneanne evi 2 katlı, çevresindeki köylerin aksine mübadele öncesinde çoğunluğunun türk olduğu bir köyde, bahçeli, bahçesinde menengiç ağacı, taş fırın, tulumba var. anneanne evinin merdivenleri var, alt kat kiler, alt katta yarısı toprağa gömülü kocaman zeytinyağı küpleri, anforalar var. alt katın bir tarafı hayatımda yediğim en güzel üzümü veren asma, öbür tarafı incir ağacı. evin duvarları o kadar kalın ki büyük bir insan bile pencere içlerine rahat rahat oturabilir, ben ise küçücük çocuğum bana ne ki?
pencereden bakıyorum, karşımda şu an artık ayakta olmayan yıllar önce bir yıldırıma esir düşmüş fıstık çamı. insan, hatta küçük bir çocuk fıstık çamına aşık olur mu? ben olmuştum, çünkü koca ovanın en görkemli, en koruyucu ağacı idi o, o pencere içine sığdığım ev gibiydi, o her bayram kapısına dayanmak için can attığım mavi gözlü kadın, anneannem gibiydi.
merdiven korkulukları yoktu anneanne evinin, merdiven korkuları yoktu hiçbirimizin, o merdivenin her basamağında bembeyaz kireç boyalı peynir tenekeleri, her birinin içinde anneanne yadigarı acem karanfilleri.
her bir basamağın kokusu ayrı, her beyaz boyalı tenekenin özü farklıydı sanki, ya da ben küçüçük çocuktum sadece.
anneannem o merdivenin başında durup bana bakardı, en çok bana bakardı, en sevdiği torunu bendim, ya da en salak / en güvensiz olanı.
bir gün merdivene açılan evinin kapısında otururken bu türküyü söylemeye başladı, 6 da açılan trt'den bir saat önce 5 de açılan yunan radyosundan sonra ilk kez duyduğum yunanca kelimeleri kullanarak, usul usul, sakin sakin. en alt basamağa oturdum, gözlerimi ona diktim, eşi müftü, eşi tüm çocuklarını karışık eğitim veren köy enstitüsüne gönderen, eşi zamansız ölen, eşi öldükten sonra koca ev, koca köy, koca dünyayı tek başına omuzlayan kadını seyrettim. her erkek çocuğu annesine aşıktır ama sanırım ben anneanneme daha büyük bir aşkla bağlıydım, - ki hala da öyle içimde biryerler.
bitirdi anneannem o syminaiki tragoudia'yı, beni yanına çağırdı, içerden getirdiği nohut mayalı ekmek ve yanında kelle peyniri koyduğu tepsiyi yanıma koydu.
ve türkümüz bir daha da hiç susmadı.
hayatımda dinlediğim en güzel sese sahip kişi oydu, hayatımda duyduğum en güzel memleket şarkısı da bu.
yannis kotsiras yine harlamıştır ateşi, bize düşen yolunda ölmek.
anneanne evi 2 katlı, çevresindeki köylerin aksine mübadele öncesinde çoğunluğunun türk olduğu bir köyde, bahçeli, bahçesinde menengiç ağacı, taş fırın, tulumba var. anneanne evinin merdivenleri var, alt kat kiler, alt katta yarısı toprağa gömülü kocaman zeytinyağı küpleri, anforalar var. alt katın bir tarafı hayatımda yediğim en güzel üzümü veren asma, öbür tarafı incir ağacı. evin duvarları o kadar kalın ki büyük bir insan bile pencere içlerine rahat rahat oturabilir, ben ise küçücük çocuğum bana ne ki?
pencereden bakıyorum, karşımda şu an artık ayakta olmayan yıllar önce bir yıldırıma esir düşmüş fıstık çamı. insan, hatta küçük bir çocuk fıstık çamına aşık olur mu? ben olmuştum, çünkü koca ovanın en görkemli, en koruyucu ağacı idi o, o pencere içine sığdığım ev gibiydi, o her bayram kapısına dayanmak için can attığım mavi gözlü kadın, anneannem gibiydi.
merdiven korkulukları yoktu anneanne evinin, merdiven korkuları yoktu hiçbirimizin, o merdivenin her basamağında bembeyaz kireç boyalı peynir tenekeleri, her birinin içinde anneanne yadigarı acem karanfilleri.
her bir basamağın kokusu ayrı, her beyaz boyalı tenekenin özü farklıydı sanki, ya da ben küçüçük çocuktum sadece.
anneannem o merdivenin başında durup bana bakardı, en çok bana bakardı, en sevdiği torunu bendim, ya da en salak / en güvensiz olanı.
bir gün merdivene açılan evinin kapısında otururken bu türküyü söylemeye başladı, 6 da açılan trt'den bir saat önce 5 de açılan yunan radyosundan sonra ilk kez duyduğum yunanca kelimeleri kullanarak, usul usul, sakin sakin. en alt basamağa oturdum, gözlerimi ona diktim, eşi müftü, eşi tüm çocuklarını karışık eğitim veren köy enstitüsüne gönderen, eşi zamansız ölen, eşi öldükten sonra koca ev, koca köy, koca dünyayı tek başına omuzlayan kadını seyrettim. her erkek çocuğu annesine aşıktır ama sanırım ben anneanneme daha büyük bir aşkla bağlıydım, - ki hala da öyle içimde biryerler.
bitirdi anneannem o syminaiki tragoudia'yı, beni yanına çağırdı, içerden getirdiği nohut mayalı ekmek ve yanında kelle peyniri koyduğu tepsiyi yanıma koydu.
ve türkümüz bir daha da hiç susmadı.
devamını gör...
lezbiyen bireylerin yaşadığı haksızlık
küçük yaşlardan itibaren asla erkeklere ilgi duymayan bir kız olarak yaşadığım haksızlıktır. ailem, arkadaşlarım, akrabalarım hepsi beni ötekileştirdi, yargıladı ve suçladı. asla fikirlerimden vazgeçmedim. tercihlerimin hep arkasında durdum.
erkek kardeşlerimden şiddet gördüm. bunları hakedecek hiçbir şey yapmamıştım. doğuştan gelen bazı içgüdülerimi özgür irademle seçmemiştim. bu haksızlığı sadece lezbiyen bireyler değil cinsel yönelimi farklı olan bütün bireyler yaşıyor. maalesef bu durumun ve bu bakış açısının düzeleceğini sanmıyorum.
erkek kardeşlerimden şiddet gördüm. bunları hakedecek hiçbir şey yapmamıştım. doğuştan gelen bazı içgüdülerimi özgür irademle seçmemiştim. bu haksızlığı sadece lezbiyen bireyler değil cinsel yönelimi farklı olan bütün bireyler yaşıyor. maalesef bu durumun ve bu bakış açısının düzeleceğini sanmıyorum.
devamını gör...
midnight in paris
bazı filmler var izledikten sonra aradan ne kadar zaman geçerse geçsin aklınıza geldiğinde yüzünüzde bir tebessüm oluşturabiliyor bu film de onlardan biri sanki bir masal içinde yaşadığınız izlenimini uyandıran bir film.
sanatla edebiyatla özellikle resimle ilgili iseniz kesinlikle izlemediyseniz izlemeniz gereken filmlerden biri olduğunu düşünüyorum.
sanatla edebiyatla özellikle resimle ilgili iseniz kesinlikle izlemediyseniz izlemeniz gereken filmlerden biri olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...
khimaira
bu psikopat yaratığın çeşitli tasvirleri var. yap boz gibi resmen. çözemiyorum bir türlü. birine bakıyorsun aslan başlı bu diyorsun, bir de keçi başlı olarak betimlemişler kerkenezi diye içten içe sinirleniyorsun. hooop başka bir tasvirde o algı alt üst oluyor. bu sefer tamam bu keçi başlıymış, aslan bunun omuzundan fışkırmış hem vücutta yılan vücudu anası ekhidna kılıklı bu diyorsun, tam bir rahatlama gelecek, bu seferde tıpkı kardeşi kerberos gibi üç başın yan yana dizildiği bir başka tasvire denk geliyorsun. ulan hani vücut yılandı, baş keçiydi, arada bir yerlerde aslan vardı, hepsi ne ara baş oldu arkadaş!
hadi bunların hepsi baş oldu, vücut ne olacak? illet bir yaratık, tosbağa da tahammül bırakmıyor. tasvirleri muamma, betimlemeleri muamma öyle enteresan bir hilkat garibesi.
şükür ki, ölümüne dair netlik var da içimiz soğuyor biraz. kahraman beikrophontes atlıyor pegasus'un sırtına, süzülüyor göklerde, khimaira'yı kestirmiş zaten gözüne, gördüğü yerde alacak canını, çıralıya yakın bir yerde kıstırıyor iblisi, kargısıyla ağzını hedefliyor, khimaira salıyor ateşi, fakat beikrophontes hazırlıklı gelmiş, kargısının ucunda kurşun var. khimaira'nın ağzından çıkan ateşler kurşunları eritiyor ve etini dağlıyor bu ne idüğü belirsizin.
sonrasında da feci şekilde can veriyor arkadaş. çıralı'daki yanar taş işte bu gıcık yaratığın öldürüldüğü yer olarak anlatılıyor. oralar hala alev alev olduğu için dikkat etmek lazım. zeus muhafaza yeniden doğar falan, dertsiz başınıza dert alırsınız, etrafı dikkatli gezmek lazım. kontrolsüz sigara falan yakmayın, orayı burayı ateşe vermeye kalkmayın benden uyarması. bu arada hesiodos'un anlatılarında da tam 4 kafa saydım o durum beni iyice dağıttı. böyle mitolojinin ızdırabını lay lay lom diyorum başka da bir şey demiyorum...
hadi bunların hepsi baş oldu, vücut ne olacak? illet bir yaratık, tosbağa da tahammül bırakmıyor. tasvirleri muamma, betimlemeleri muamma öyle enteresan bir hilkat garibesi.
şükür ki, ölümüne dair netlik var da içimiz soğuyor biraz. kahraman beikrophontes atlıyor pegasus'un sırtına, süzülüyor göklerde, khimaira'yı kestirmiş zaten gözüne, gördüğü yerde alacak canını, çıralıya yakın bir yerde kıstırıyor iblisi, kargısıyla ağzını hedefliyor, khimaira salıyor ateşi, fakat beikrophontes hazırlıklı gelmiş, kargısının ucunda kurşun var. khimaira'nın ağzından çıkan ateşler kurşunları eritiyor ve etini dağlıyor bu ne idüğü belirsizin.
sonrasında da feci şekilde can veriyor arkadaş. çıralı'daki yanar taş işte bu gıcık yaratığın öldürüldüğü yer olarak anlatılıyor. oralar hala alev alev olduğu için dikkat etmek lazım. zeus muhafaza yeniden doğar falan, dertsiz başınıza dert alırsınız, etrafı dikkatli gezmek lazım. kontrolsüz sigara falan yakmayın, orayı burayı ateşe vermeye kalkmayın benden uyarması. bu arada hesiodos'un anlatılarında da tam 4 kafa saydım o durum beni iyice dağıttı. böyle mitolojinin ızdırabını lay lay lom diyorum başka da bir şey demiyorum...
devamını gör...
en yakın kitabın 75. sayfasının 5. cümlesi
devamını gör...
yasemin
çok güzel bir akgün akova şiiridir;
çimenlerin içinde bekledim seni sırtı dikenli bir böcek gibi
orkidelerin arasında kara nanelerin fesleğenlerin
kardelenlerin köklerinde
ve yapraklarında
arıların ayak izlerini taşıyan gelinciklerin
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı aralık kapılara anlattığın
çıkıp gitmelerin aşktı
aşktı dönüp gelmelerin
sonra yasemin, güzelim
likenli kayaların üzerine adını yazdım
ve okuma yazma öğrettim kertenkelelere
sersem gibiydiler, yeni uyanmışlardı kış uykularından
sarı saçlarından söz edince onlara, ilkbahardan dayak yedim
çünkü hem annen hem babandı ilkbahar
allahtan arkadaşım yaz vardı, çok yakındaydı, geldi beni kurtardı
yaşadığın bütün evleri bir bir gezdim o yaz
ebene teşekkür ettim doğduğun evin bahçesinde
"bir zeytin dalına benziyordu elime aldığımda,
sonra birden bir çiçeğe dönüşüverdi,"
dedi ve sordu,
"yeniden zeytin dalı mı oldu yoksa?"
sonra yasemin, güzelim
taşbebeğine yeni elbiseler giydirdim
ahşabını kokladım merdivenlerinde bakıştığımız evin
ve bir avuç yem bıraktım havuzun yanına ardıç kuşları için
sonra yasemin, güzelim
kendimi de bıraktım orda
yitirdiğim
ve yitireceğim bütün kadınlar için
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı uçmak ve konmak
varmak ve dönmek aşktı
memelerinin arasından
bulutlara tırmanan
bir çocuk olarak duruyor aşk
bugün bile
belleğimde
çimenlerin içinde bekledim seni sırtı dikenli bir böcek gibi
orkidelerin arasında kara nanelerin fesleğenlerin
kardelenlerin köklerinde
ve yapraklarında
arıların ayak izlerini taşıyan gelinciklerin
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı aralık kapılara anlattığın
çıkıp gitmelerin aşktı
aşktı dönüp gelmelerin
sonra yasemin, güzelim
likenli kayaların üzerine adını yazdım
ve okuma yazma öğrettim kertenkelelere
sersem gibiydiler, yeni uyanmışlardı kış uykularından
sarı saçlarından söz edince onlara, ilkbahardan dayak yedim
çünkü hem annen hem babandı ilkbahar
allahtan arkadaşım yaz vardı, çok yakındaydı, geldi beni kurtardı
yaşadığın bütün evleri bir bir gezdim o yaz
ebene teşekkür ettim doğduğun evin bahçesinde
"bir zeytin dalına benziyordu elime aldığımda,
sonra birden bir çiçeğe dönüşüverdi,"
dedi ve sordu,
"yeniden zeytin dalı mı oldu yoksa?"
sonra yasemin, güzelim
taşbebeğine yeni elbiseler giydirdim
ahşabını kokladım merdivenlerinde bakıştığımız evin
ve bir avuç yem bıraktım havuzun yanına ardıç kuşları için
sonra yasemin, güzelim
kendimi de bıraktım orda
yitirdiğim
ve yitireceğim bütün kadınlar için
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı uçmak ve konmak
varmak ve dönmek aşktı
memelerinin arasından
bulutlara tırmanan
bir çocuk olarak duruyor aşk
bugün bile
belleğimde
devamını gör...
iki yahudi bir araya gelse şirket iki türk bir araya gelse devlet kurar
çin atasözü olduğu iddia edilen cümle. kökenine ilişkin herhangi bir doğrulama bulamadım. daha çok biz uydurmuşuz bu sözü gibi geliyor bana.
devamını gör...
demoralize ederek motive etmek
insanoğlunun eylemlerinin ardında iki temel amaç var, bir şeyi ya acıdan kaçmak ya da zevke ulaşmak için yapıyoruz. geleceğe dair güzel hayaller kurarak motive olmak/etmek varken bize bu topraklarda daha çocukluktan itibaren acıdan kaçmak öğretiliyor, o yüzden böyle oluyor gençler ama ben bir hayalperest olarak güzel hayaller kurarak motive olmaktan/etmekten yanayım...
devamını gör...
şişirilmiş bir balon olması
prim vermememiz gereken başlıklara eklenen gereksiz kelimeler bütünü. gördüğünüz zaman kaçın.
devamını gör...


