ayrıca bağışımı yaparım, burdan kazandığım kitap benim için hatıradır diye cevap verdiğim kampanya hareketi.
devamını gör...

yaşamındaki kalitesizliği, türlü hodbinliklerle ambalajlayıp toplumun bütün kesimlerine sunması; ardından da, bunu ajitasyon malzemesi haline getirmesiyle kitleleri birbirine düşürmesidir.

gelir adaletsizliğinin ayyuka çıktığı bu dönemde, "kıt kanaat" modelinin güncellenmiş halidir aslında bütün sorun. zengin/yoksul ayrımının temelinin sorgulanmadığı; ya gereksiz bir "herkes eşit olsun, herkes aynı arabaya binsin, aynı evde otursun" gülünçlüğüyle yaklaşıldığı yahut sefaleti yaşayan insanların kimliklerinin övüldüğü, anlaşılmazlar hiyerarşisindeki en düşük rütbedir.

peki nedir olması gereken ya da insanca olan? yaşamak nedir? kültürü nasıl tanımlıyoruz mesela? kültürü anlamadan, olumlu özellikleri bir kenara ayrılmadan; olumsuz her bir durumun ve kimliğin arkasındaki düşüncenin kutsandığı bir yerde, yaşamın kalitesinden bahsedilebilir mi? insani özelliklerden gittikçe uzaklaşan vasıflarımız, ilkellikle ve zorbalıkla örülü geçmişimiz serilmeden ortaya, anlaşılabilir mi insan olmanın ne demek olduğu?

her bir cenah ve düşünce biçimi bize, insanların ekonomik göstergeleri yanlış yorumladığını doğrularcasına tespitler ve önermeler sunuyor; yapılan bütün hatalar, sınıf bilinci olsun olmasın, kendi zümrelerini ihya etme kaygısı taşıyanların, bu kaygıyı ekonomik göstergelerden bağımsız ele aldığını gösteriyor. bu sonuç da bizi, birbirimizin meziyetlerini, kabiliyetlerini; sanatını veya zanaatini anlamaktan uzaklaştırıyor, bizi birbirimize düşman ediyor.

halbuki zenginlik, bir sınıf göstergesinden ya da bir vasıftan çok, arka planındaki ekonomik göstergenin sorgulanmamasından kaynaklı bir durumdur. kişilerin ya da kurumların, parayı nasıl kazandığı sorgulanmadığı takdirde, insanların kendi ekonomik skalasındaki gruplara da düşman olabileceği rahatlıkla anlaşılabilir; bu da, isyan ve özgürlük hareketlerinin yanlış şekillerde anlaşılmasına, hatta bir topluluğun başka bir topluluk üzerinde faşizan tutumlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.

insanca yaşamak insan olmaktan geçiyorsa şayet, -ki öyle- eksikliklerimizin farkında olmakla başlayacağız işe. kültür ve değer üretiminin, gelecek nesilleri umursama kaygısı taşımadan, sadece o anki durumu ve olayı yorumlayarak, nesnel bakış açısından bir an olsun bile sapmaksızın geliştireceğimiz çözümlerle, sınıf bilincine nefes aldıracağız; herhangi bir doktrin ya da kişinin referans alınarak sözlerinin eğilip büküldüğü bir dünya düzeninde, kişinin kendini tanıyabilmesi ve sorunlu noktalarını düzeltebilmesi pek de mümkün görünmüyor. ideolojiler, birbirimizi yok etmemiz için tabandan tavana yayılarak, evrende kırıntı halinde bile kalmayan özgürlüğümüzü elimizden alıyor.

sorunlarımızın, iktisadi koşullardan bağımsız bir güç aracı olarak kullanılması, elbette devlet ve onun biricik sevgilisi medyanın eliyle vücut bulan bir olgu; ancak burada atlanılan şey, yıllarca güce/menfaate/paraya/zenginliğe "nasıl" ulaştığımız değil, bunların -bilhassa zenginliğin- kötü olduğu; dolayısıyla tam tersi durumların da -sefalet-, kişilikten ayrı ya da kişiliğe bağlı bir şekilde erdemli olma eşiği olarak algılanışı...

bu algı, paranın nasıl ve ne şekilde kazanıldığını da anlamamıza engel oluyor.

bir düğün konvoyuna saldıran eli silahlı kişilerin, para vermeyen damat ve gelini hunharca dövmesi ya da içlerinden birini öldürmesi; daha ilk başta, yıllar boyu topluma angaje edilmeye çalışılan bu saçmalığın iflas ettiğini gösteriyor bize.

insanları fakirleştiren sistemleri yönetenlerin, aynı zamanda fakirliği kutsadıkları ve ona "erdemin zirvesi" rolünü biçtiklerini unutmamak gerek. bir insanın modernliği, erdemi; sefaleti ya da "insanca yaşama" olgusunu doğru tahlil edebilmesi için, maneviyat güzellemelerinden çok, madde düzlemindeki somut yaklaşımları ve verileri ele alması gerekliliği, her zaman hafızalarımızın ilk sırasında yer bulmalı.

çünkü "zenginlik" de "fakirlik" de, hem kavramsal olarak, hem de toplumsal sınıfların mücadelesi bazında, illüzyondan ileri gidemeyen ve esas konuşulması elzem olan meselelerden bizi alıkoyan bir engel.

lotodan büyük ikramiye size çıktı; dün orta direk bir hayatınız varken, bugün kimsenin aklı havsalası almayacak bir servetin üzerinde oturuyorsunuz. bu paranın çalışılmadan kazanılmış olması, şans faktörünün dünya üzerindeki en ciddi ve insanların hayatındaki yanılsamayı alaşağı edecek en büyük güç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. insanlar; yaptıkları işten memnun olmadıklarına kılıf bulabilmek için, işlerinden niçin memnun olamadıklarını, dolayısıyla sistemi sorgulamak yerine, "kolay para" formülünü seçip, "şans"ın kendilerine güleceği düşüncesiyle bu çarkı döndürüyorlar.

bu biraz da, ihtiyaç/tüketici kredisi çekip, borcunu başka bankalardan çektiği parayla kapatmaya benziyor.

sistem ve onu yöneten eller, bu durumun farkında olduğu için, çok ciddi bir müdahaleye ihtiyaç duymaksızın, içinizdeki "sınıfını aşağılama ve ondan kurtulma" güdüsünü kullanıyorlar; ardından, "insanca yaşama" edebiyatı pompalanıp asgari müştereklerde buluşulacak yaşam biçimi gölgelenerek, sefaletle ekonomik uçurumu yaratan düzenin varisleri karşı karşıya getiriliyor; azınlıktaki insanların fikirleri de "arada kalmışlık" ile itham ediliyor.

bu tür bir savunma mekanizması da yeterince gereksiz aslında. "bu parayı nasıl kazandın, nereden buldun" sorusu her tür sorunu; rüşvetçiliği, yağmacılığı, talanı ve hırsızlığı çözebilecekken; toplumumuzun her katmanınında bulunan; adeta bir hastalık haline gelen ve inanmadığımız halde alkışladığımız "tırnaklarımla kazıyarak geldim" yalanı, aslında ne zenginlik kavramını, ne de fakirliği anlamak istediğimizi gösteriyor.

biz empatiyi, yaşanan olay ya da durum üzerine yapmıyoruz. (ki, empati oldukça gereksiz bulduğum bir kavram).

insanları; fakirken de, zenginken de yargılamak için, kendi hayatlarımızdaki sorunların temeline inmeden yorumlar yapıyoruz. "güçlü olan dengeyi belirler" düsturu; bizim için sadece güçlüden yana olmayı değil, o gücü kendi sınıfımızdakileri yok etmek için kullanmayı da meşru hale getiriyor. bugünün dünyasında da, aslında kendi ellerimizle yükselttiğimiz, ekonomik gücü ortalamanın bir tık üzerindeyken zirveye çıkarttığımız onlarcası var.

biz onlara reyting verdik, para verdik, güç verdik; ihtişamlı gökdelenlerinde ve plazalarında bizi ezmelerini sağlayacak, goygoyumuzu iki birayla orgazm seviyesine çıkaracak hayatlar bahşettik onlara. kendi ellerimizle yaptık bunu. ciğeri beş para etmezleri soktuk hayatımıza; "sanat" adı altındaki soytarılıklarını, "siyaset" adı altındaki bel altı piyasasını onlardan gördük; ama bu, biraz da bizim içimizdekilerin onların diliyle ve fikriyle hayat bulmasıydı aslında. şimdi de kalkmış, ölen insanların çalıştığı avm'leri boykot edip, en küçüğünden en afilli esnafına/işletmesine kadar hiçbirine para kazandırmamamız gerektiği halde/yerde, hepsini baş tacı ediyor; "ne yapalım herkes böyle" deyip, insanlıktan alamadığımız nasibi yaşam biçimimize tahvil ederek, kalan üç kuruşluk ömrümüzün faizini yemeye çalışıyoruz.

ne diyeyim. kafam çok karıştı. sorunlarımızın temelinde, insanlığın kendisiyle yüzleşememesi sonucu sığındığı bahaneler var. her gün milyon dolarları kaldıran bu çark kendiliğinden oluşmuyor ya; biz de gönüllü olarak bu değirmene su taşımaya, hatta suyun kendisi olmaya razı olduk.
devamını gör...

dünyanın hemen hemen her ülkesinde ve hemen hemen her insanında bulunan arzudur.

düşününce haklıdır da.

çalıştığının hakkını alamayan o kadar çok emekçi var ki...

böyle bir fırsat karşısına geldiğinde de değerlendirmek ister tabii ki...

sonucu genelde hep aynı olur.

dolandırılmak...

çiftlik bank gibi vakalar çıkar ortaya.

sülün osman gibi insanlara kalır piyasa.

kolay para tehlikelidir.

sazan gibi atlamamak lazım her şeye.
devamını gör...

kırmızı pancarımızı rendeleyip biraz zeytinyağı ile kavuruyoruz. ardından ılımaya bırakıyor, ılıdıktan sonra sarımsaklı yoğurtla buluşturuyoruz. üstüne biraz tuz ekleyip sunuma hazır hale getiriyoruz. afiyet olsun köftehorlar.
devamını gör...

yazmak kafacı bir eylemdir“ diyerek en kafadar duygularımla selamladığım ve kalinka dansı yapmaya başladığım devrim gibi devrimdir. neolitik tarım devrimini bilemem ama fransız devrimi filan yanında halt etmiş. napolyon’un da dediği gibi: eğer dünya tek bir devlet olsaydı başkenti kafa sözlük olurdu!...

ve şimdi ben
harcayarak tüm karma puanlarımı
taktım sol göğsüme the matrix nişanımı
size göre sağınızda
elimdeki mavzerim
klavyemdir benim...

devamını gör...

kendilerinden başka herkesi gam sahibi yapmalarıdır, kendilerine gamlanacak kederlenecek bir şey kalmıyor haliyle.
devamını gör...

hurma yemeyi severim. umarım işime yarar.
devamını gör...

evet ara sıra köye gitmem icin gelen istek. giderken beyaz et, kırmızı et, salata malzemesi, 2-3 kilo patates ( soba fırınına koymak için) ve rakı alıyorum bir kaç gün kafamı dinleyip arazide çam kokusu eşliğinde yürüyüş yapıp dönüyorum.

herkese tavsiye ediyorum.
devamını gör...

ülübü.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

başarısızlıklara çok takılınıyor ve sürekli aynı hatalar tekrarlanıyor. bu demek ki bende bir sorun var düşüncesi yaratıyor. o his her gece geliyorsa yavaş yavaş tükeniyorsun. gün içinde geçen zaman kaybı yine bir işin ucundan tutamama durumu aklına gediğinde kendini boşluğa sürüklemene neden oluyor. kendimizi motive etmeliyiz, olumsuz his olumsuza götürüyor bu bir gerçek. motive dedim ancak en önemlisi hareketmiş. nerede hareket orada bereket... motive olmadan bile aksiyona geçmek gerekirmiş. ah depresyon çık hayatımızdan. gece gündüz hep yakamızdasın insafsız!
devamını gör...

(bkz: insan ne ile yaşar)(bkz: çocuk kalbi)(bkz: şeker portakalı)(bkz: çocukluğum) herkesin özellikle çocukların okuması gereken kitaplardır. hayatın içinden kitaplardır. empati duygusunu geliştirir. merhametli, iyi niyetli insanlar yetiştirmek için çocuklara okutulmalıdır.
devamını gör...

gördüğümde şaşırdım. benden habersiz bana neler olmuş dedim. unvanın yanında kazara yetki falan vermemişsinizdir diye umuyorum. kendi adıma konuşayım, yetki sapıtması var bende. yetki görünce dayanamıyor şımardıkça şımarıyorum. sırf bu yüzden yetkim var mı diye sağı solu test etmeye çekiniyor, kendimi kendi halinde bırakıyorum.
devamını gör...

oğuz atay kendini bu kadar sevmemiştir.
devamını gör...

#412300 venus’un sorusuna cevap : yazan her yazara kapımız açıktır, * genelde sorun/şikayet/ hesap sorma/isyan etme/ bildirimde bulunma gibi sebeplerle yazdıkları için sohbet için de yazabilirler. *



#475206 anti-siyonist genç’in sorusuna cevap : genelde yazarın istediği tepkiyi alamadığında düşündüğü durum olarak değerlendirmekteyiz bunu. zira her yazara ve konuya tarafsız olarak dönüş yapmaktayız.
devamını gör...

başkasının yazdıkları yüzünden araları bozuluyorsa, olmaz o ilişkiden.
devamını gör...

kimseyi bağlamaz. ben "sevmem". allahtan şu an oturduğum site de dağıtan eden olmuyor da kafam rahat. sadece bir kişi aşure verilen zamanda getirdi onu da çöpe attım. ne o öyle bulamaç gibi bişiy ... bir baklavayı göz önüne getirin birde bu ne olduğu belli olmayan , her halttan bir kepçe konan tatlıyı... takdir sizin... ben aşure sevmeyince yadırganıyorum. nedense? sanki sevmek zorundayız veya zorunlu bir dini ritüelmiş gibi algılanıyor bu tatlı ... ilginç geldi bana...
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bana kadar.
for example:
ı can
you can
what can you do.
devamını gör...

aşırı tatlı, neşe dolu, cıvıl cıvıl, canlı ve heyecanlı bir yazar. sohbet etme imkanım oldu kendisi ile. öyle heyecanlı ki, hayatımda bu kadar heyecanlı birine rastlamadım.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim