türkiye’de insanların sinirli olmasının nedenleri
öğrenilmiş bir şey gibi geliyor bana. çocukları biraz gözlemleyince anlamak mümkün. ne söylediği hakkında fikri bile yokken küfür eden çocuklar bu küfürleri nereden öğreniyor? bir seferinde elindeki iki oyuncak bebeği konuşturarak oyun oynayan küçük bir kızın ailesinden duyduğunu tahmin ettiğim cümlelerle bebekleri konuşturduğunu hatta kavga ettirdiğini gördüm. bu çocuk oyun oynuyor yahu! bu çocuk iki insanın konuşmasını kavga etmek sanıyor. daha o yaşta karar veriyor buna. büyüdüğünde sinirli, kavgaya meyilli bir insan olmayacak da ne olacak?
devamını gör...
ezberci eğitim sistemi
eğitimci değilim, belki söyleyeceklerim yanlıştır lakin bu sistemin içinde okumuş hemen her öğrencinin gördüğü bazı çarpıklıklar vardır.
lise zamanlarını unutamıyorum mesela. üniversite sınavına girmeye iki ay gibi bir süre kalmıştı ve ben limit - türev - integral konularında daha kalem bile oynatamıyordum. okuldaki hocalar, yıllardır bu konuları aynı kafayla verdiklerinden üniversitede öğrendiklerini de unutmuştu, kafamın içine girmeyen bu üç baba konu hakkında bana yardımcı olamıyordu. en sonunda çıldırıp şehrimdeki üniversitede okuyan bir matematik öğrencisinden özel ders almaya karar verdim. o da bana üniversitelerde okutulan ders kitaplarından (bkz: thomas' calculus) matematik dersi vermeye başladı.
sonuç: üniversite sınavında limit - türev - integralden 8 soru çıktı, hepsi doğru.
çünkü o ablam, özel derslerde "x in derecesini başa indirip dereceyi 1 azaltırsın" gibi bir matematik dersi vermemişti. limit nereden, türev nereden gelir; integralde neyi amaçlarız; bu üç konunun teoremlerinin ispatları nedir gibi sorularıma cevap vermiş, üstüne üstlük üniversitede okuyan öğrencilerin çalıştıkları sorular üzerinden de hatalarımı tespit edip bunların üstüne gitmemi sağlamıştı.
yanlış anlaşılmasın, özel ders alın demiyorum. fakat okulda üç ay boyunca anlatılan konuyu anlamayan bir öğrenci henüz öğretmen olmamış birinden bir ayda teorem ispatlarına kadar bu konuyu nasıl öğrenir, bunu tartışmak istiyorum. bugün mühendislik öğrencisiyim ve daha lisede öğrendiğim o teorem ispatları sayesinde bugün daha rahatım. bir şeyin arkasını, gerçeğini öğrenmeden rahat edemiyorum. ezberci sistem ise bunu bana vermiyor.
üniversite kitaplarını çok seviyorum, çünkü yıllar boyu lanet okuduğum fizik ve matematiği olağanüstü şekilde sevdirerek anlatıyorlar. hele insanı araştırmaya teşvik etmesi yok mu o kitapların? ah ah...
evet, eğitimde bir şeylerin farklılaşması gerekiyor ama neyin farklılaşması lazım, bunu bilemiyorum. belki de üniversite kitapları tarzında bir anlatım, lise ve ortaokullardaki öğrencileri daha çok rahatlatır , kim bilir?
lise zamanlarını unutamıyorum mesela. üniversite sınavına girmeye iki ay gibi bir süre kalmıştı ve ben limit - türev - integral konularında daha kalem bile oynatamıyordum. okuldaki hocalar, yıllardır bu konuları aynı kafayla verdiklerinden üniversitede öğrendiklerini de unutmuştu, kafamın içine girmeyen bu üç baba konu hakkında bana yardımcı olamıyordu. en sonunda çıldırıp şehrimdeki üniversitede okuyan bir matematik öğrencisinden özel ders almaya karar verdim. o da bana üniversitelerde okutulan ders kitaplarından (bkz: thomas' calculus) matematik dersi vermeye başladı.
sonuç: üniversite sınavında limit - türev - integralden 8 soru çıktı, hepsi doğru.
çünkü o ablam, özel derslerde "x in derecesini başa indirip dereceyi 1 azaltırsın" gibi bir matematik dersi vermemişti. limit nereden, türev nereden gelir; integralde neyi amaçlarız; bu üç konunun teoremlerinin ispatları nedir gibi sorularıma cevap vermiş, üstüne üstlük üniversitede okuyan öğrencilerin çalıştıkları sorular üzerinden de hatalarımı tespit edip bunların üstüne gitmemi sağlamıştı.
yanlış anlaşılmasın, özel ders alın demiyorum. fakat okulda üç ay boyunca anlatılan konuyu anlamayan bir öğrenci henüz öğretmen olmamış birinden bir ayda teorem ispatlarına kadar bu konuyu nasıl öğrenir, bunu tartışmak istiyorum. bugün mühendislik öğrencisiyim ve daha lisede öğrendiğim o teorem ispatları sayesinde bugün daha rahatım. bir şeyin arkasını, gerçeğini öğrenmeden rahat edemiyorum. ezberci sistem ise bunu bana vermiyor.
üniversite kitaplarını çok seviyorum, çünkü yıllar boyu lanet okuduğum fizik ve matematiği olağanüstü şekilde sevdirerek anlatıyorlar. hele insanı araştırmaya teşvik etmesi yok mu o kitapların? ah ah...
evet, eğitimde bir şeylerin farklılaşması gerekiyor ama neyin farklılaşması lazım, bunu bilemiyorum. belki de üniversite kitapları tarzında bir anlatım, lise ve ortaokullardaki öğrencileri daha çok rahatlatır , kim bilir?
devamını gör...
namaz
sanıldığı gibi sadece islam dininde olmayan ibadet. hinduistler de zamanında namaza çok benzeyen bir ibadet yapmışlardır ki buna "namaskar" denir. daha sonra bu ibadet, bir yoga haline dönüşmüştür. yani artık ruhu rahatlatmak, bedeni kuvvetlendirmek için yapılıyor. fakat antik çağlarda ibadet için yapılırdı. yine bazı hristiyan topluluklar da namaz kılar, ayrıca bazı yahudiler de abdest alıp namaz kılarlar. ayrıca zerdüştler de namaz kılar. görüleceği üzere, namaz antik bir ibadettir. zaten islam dininin namaz hz. muhammed ile geldi tarzı bir iddiası bulunmaz. bunu bizzat kur'an'dan anlıyoruz;
rabbim! beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; rabbimiz, duamı kabul et. (ıbrahim/40) kur'an'da bu duayı hz. ibrahim'in yapmış olduğu söyleniyor. (bkz. ibrahim/35-40)
fakat zamanla hristiyanların ve yahudilerin, ayrıca hinduistlerin ve zerdüştlerin, ayrıca daha bilmediğimiz diğer farklı dinlerin mensupları, namaz ibadetini değiştirdiler ya da tamamen terkettiler. böylelikle, namaz ibadetine sadık kalan tek din, islam kaldı.
islam, namaz ibadetine en çok önem veren dindir. şöyle ki, bu ibadeti, islam'ın 5 şartından biri olarak kabul eder. islâm öncesi, hicaz-arap toplumunda namaz ibadetinin devam ettiği anlaşılmaktadır. çünkü islam öncesi, ebu zer el-gıfari gibileri kâbe'ye yönelerek namaz kılarlardı.
rabbim! beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; rabbimiz, duamı kabul et. (ıbrahim/40) kur'an'da bu duayı hz. ibrahim'in yapmış olduğu söyleniyor. (bkz. ibrahim/35-40)
fakat zamanla hristiyanların ve yahudilerin, ayrıca hinduistlerin ve zerdüştlerin, ayrıca daha bilmediğimiz diğer farklı dinlerin mensupları, namaz ibadetini değiştirdiler ya da tamamen terkettiler. böylelikle, namaz ibadetine sadık kalan tek din, islam kaldı.
islam, namaz ibadetine en çok önem veren dindir. şöyle ki, bu ibadeti, islam'ın 5 şartından biri olarak kabul eder. islâm öncesi, hicaz-arap toplumunda namaz ibadetinin devam ettiği anlaşılmaktadır. çünkü islam öncesi, ebu zer el-gıfari gibileri kâbe'ye yönelerek namaz kılarlardı.
devamını gör...
keltoş benjamin franklin
keltoş demeyelim de saçsızlığa yönelimli benjamin franklin diyelim.
devamını gör...
illet
galeride eski fotoğraflara bakma illeti... acayip keyifli ama bir o kadar hüzünlü.
devamını gör...
piknik yaptıktan sonra çöpünü doğaya bırakan insan
piknik yaptıktan sonra çöpünü doğaya bırakan nefes israfı canlı. üzücüdür. sahillerde de bolca karşılaşılır izmaritlerden, çekirdek kabuklarına, içecek kaplarına kadar çöpe çok yakın konumlarda dahil çöp bulunmakta olup, bizi her defasında medeniyetsiz bir ülke olduğumuz gerçeğiyle yüzleştiren canlıdır.
devamını gör...
fotoğrafın hikayesi

hitler bu çocuğa, pasta ısmarlayacağını söyleyerek bu fotoğrafı çektirir. hitler bunu propaganda için yapar. çocuk yıllar sonra bunu açıklar ve şöyle der;
hitler gangsterin tekiydi. onlar (naziler) beni propaganda için kullandılar. ben hitler'in çocuk sevgisini gösterebilmesi için kullandığı bir piyondum. oynamama, gezmeme izin yoktu. fotoğrafı pasta yiyeceğimi düşünerek çektirdim fakat 80 yıl oldu ve hâlâ pastamı bekliyorum.
devamını gör...
sabahattin ali
kendi ölüm şeklini de öngörmüş gibi kuyucaklı yusuf'u; yeşilçam absürtlüğüne kaynak oluşturacağını bilse yazmaktan vazgeçeceği kürk mantolu madonna'yı; psikolojik tahlilleri ile bizim toprakların dostoyevski'si diye nitelendirsek abartmış olmayacağımız içimizdeki şeytan isimli kitapların yazarıdır. ne yazık ki ölümü, bir başkaları tarafından tayin edilmiş; şahsi tarih yorumuma göre bu ülkenin tarihine kara leke olarak geçmiştir.
devamını gör...
çocukken yapılan salaklıklar
saklanıp evdekilere şaka yapma merakım vardı bir ara. öğlen babam yemeğe gelirdi, ben de yatak odasında dolaba saklandım. içeri biri girince çıkacaktım aniden. salak gibi uyumuşum. o sırada herkes beni arıyor, komşulara soruluyor, yakın çevreye bakılıyor. "yok böyle olmayacak polise gidelim" diyorlar. annem çantasını almak için dolabı bir açıyor ben oradayım. gerisini hatırlamıyorum, beyaz bir ışık gördüm.
devamını gör...
kerhane tatlısı
tulumba tatlısına benzeyen tatlı. antep fıstıklı olanını seviyorum. inşaallah içine çok renklendirici koymuyorlardır.
devamını gör...
ekmeğin fethi
anarko komünist pyotr alekseyeviç kropotkin’in muhteşem eseri. uzun bir zamandır piyasada bulunmayan eser, 2020 yılının sonlarında mazlum beyhan çevirisiyle afrika yayınlarından tekrar basıldı. mazlum beyhan öyle bir çeviri yapmış ki, kitap sanki türkçe yazılmış gibi hissediyorsunuz. son zamanlarda böyle başarılı bir çeviri okumamıştım.
anarşist komünizmin ilkelerini, devrimin başarılı olmasında karın tokluğunun rolünü, anarşist komünizme yöneltilen eleştirilerin cevabını, adeta okuyucu ile sohbet havasında tartışan bu esere, ispanya’da işçilerce “la conquista del pan” yani, ekmeğin fethi ismi verilmiş.
bildiğiniz üzere büyük bir toprak zengini ve soylu olan kont tolstoy, yazdıklarım ve yaşadıklarım birbiri ile çelişiyor diyerekten 82 yaşında evi terk etmiş. biraz geç kalmış olsa da bunca zenginliği elinin tersiyle itip bir tren istasyonunda zatürreye yenik düşen kont’a saygımız vardır. kropotkin ise tolstoy’un yaptığını çok daha genç yaşlarda yapabilmiş, muhteşem bir adam. soylu ve zengin bir prens olmasına rağmen değerleri için hapis yatmış, mücadeleler vermiş ilginç bir anarşist. kitaptan iki güzel alıntıyla bitirelim;
“hazret, artık kentin saygıdeğer simalarından biridir; önce kentin kendisi gibi saygıdeğerleriyle, üst düzey devlet görevlileriyle, valilerle, paşalarla oturup kalkmaya başlar, ardından da servetini bir başka büyük servetle birleştirebilmenin bir yolu olarak varsıl bir kızla evlenir. çocukları için yurtlar yuvalar edinir, sonra bir de bakmışsınız bir devlet ihalesi onda kalıverir: askeriye için çürük çarık çizme ya da yerel hapishane için kurtlanmış un vb. gibi şeyler... servet ha babam katlanır böylece, hele şansına bir savaş çıkıverirse ya da savaşın kendisi değilse bile, söylentisi yayılıverirse, deme gitsin! ya savaşla ilgili bazı gereçlerin üstencisi olacaktır, ya da şöyle esaslı bir banker-borsa üçkâğıdı çevirecek ve tam anlamıyla para babası olacaktır.” (sayfa 90)
“bir yunan yontucu mermeri yontmaya başladığı zaman o sert taşa içinde yaşadığı topluluğun, kentin, cumhuriyetin aklını ve yüreğini katardı. yapıtında geçmişin tüm tutkuları, şanlı söylenceleri canlanırdı. günümüzde ise kent, varlığını bütünsel olarak sürdüren bir organizma olmaktan çıkmıştır. aynı kentte yaşayan insanlar arasında hiçbir ruhsal temas, manevi ortaklaşma kalmamıştır. kentler artık birbirini tanımayan, birbirlerinin sırtından zengin olmak dışında ortak hiçbir şeyleri olmayan rastgele insanların toplandıkları sıradan yerlerdir. eski yunan'da ya da ortaçağda olduğu gibi, orda yaşayan insanların ortak yurdu olma niteliği kalmamıştır kentlerin. öyle ya, uluslararası spekülasyonlarla uğraşan bir bankerin ve bir fabrika işçisinin nasıl ortak yurdu olabilir ki?” (sayfa 184)
anarşist komünizmin ilkelerini, devrimin başarılı olmasında karın tokluğunun rolünü, anarşist komünizme yöneltilen eleştirilerin cevabını, adeta okuyucu ile sohbet havasında tartışan bu esere, ispanya’da işçilerce “la conquista del pan” yani, ekmeğin fethi ismi verilmiş.
bildiğiniz üzere büyük bir toprak zengini ve soylu olan kont tolstoy, yazdıklarım ve yaşadıklarım birbiri ile çelişiyor diyerekten 82 yaşında evi terk etmiş. biraz geç kalmış olsa da bunca zenginliği elinin tersiyle itip bir tren istasyonunda zatürreye yenik düşen kont’a saygımız vardır. kropotkin ise tolstoy’un yaptığını çok daha genç yaşlarda yapabilmiş, muhteşem bir adam. soylu ve zengin bir prens olmasına rağmen değerleri için hapis yatmış, mücadeleler vermiş ilginç bir anarşist. kitaptan iki güzel alıntıyla bitirelim;
“hazret, artık kentin saygıdeğer simalarından biridir; önce kentin kendisi gibi saygıdeğerleriyle, üst düzey devlet görevlileriyle, valilerle, paşalarla oturup kalkmaya başlar, ardından da servetini bir başka büyük servetle birleştirebilmenin bir yolu olarak varsıl bir kızla evlenir. çocukları için yurtlar yuvalar edinir, sonra bir de bakmışsınız bir devlet ihalesi onda kalıverir: askeriye için çürük çarık çizme ya da yerel hapishane için kurtlanmış un vb. gibi şeyler... servet ha babam katlanır böylece, hele şansına bir savaş çıkıverirse ya da savaşın kendisi değilse bile, söylentisi yayılıverirse, deme gitsin! ya savaşla ilgili bazı gereçlerin üstencisi olacaktır, ya da şöyle esaslı bir banker-borsa üçkâğıdı çevirecek ve tam anlamıyla para babası olacaktır.” (sayfa 90)
“bir yunan yontucu mermeri yontmaya başladığı zaman o sert taşa içinde yaşadığı topluluğun, kentin, cumhuriyetin aklını ve yüreğini katardı. yapıtında geçmişin tüm tutkuları, şanlı söylenceleri canlanırdı. günümüzde ise kent, varlığını bütünsel olarak sürdüren bir organizma olmaktan çıkmıştır. aynı kentte yaşayan insanlar arasında hiçbir ruhsal temas, manevi ortaklaşma kalmamıştır. kentler artık birbirini tanımayan, birbirlerinin sırtından zengin olmak dışında ortak hiçbir şeyleri olmayan rastgele insanların toplandıkları sıradan yerlerdir. eski yunan'da ya da ortaçağda olduğu gibi, orda yaşayan insanların ortak yurdu olma niteliği kalmamıştır kentlerin. öyle ya, uluslararası spekülasyonlarla uğraşan bir bankerin ve bir fabrika işçisinin nasıl ortak yurdu olabilir ki?” (sayfa 184)
devamını gör...
başımıza icat çıkarma denilen çocuk (yazar)
hem nicki hem yazdıkları ile tebessüm ettiren, takip edilesi yazar. * * * *
devamını gör...
geceye bir şiir bırak
“-ne kaldı bana senden– demiştin,
çürüyen güllerin anısı sadece
çürüyen güllerin anısı.”
(bkz: ahmet oktay)
çürüyen güllerin anısı sadece
çürüyen güllerin anısı.”
(bkz: ahmet oktay)
devamını gör...
iq ortalaması düşük ortamlar
içinde akraba bulunan her türlü ortam . whatsapp grupları başı çekmektedir.
devamını gör...
ergenlikten kalan facebook hesabının şifresini unutmak
başıma gelen olaydır. ergenliğimin doruklarını yaşadığım hesabım kabak gibi ortada. rezillik ya. arada açıp bakıp utanıyorum kendimden.
devamını gör...
misafir sevmemek
normal durum.
sohbetimin olmadığı, çok sevmediğim, 'hayatımda olmasa daha iyi olur' dediğim bir insan evladı geldiğinde bu yetmezmiş gibi sülalesini de peşi sıra getirdiğinde içimdeki insan sevgisi nöbet geçiriyor.
misafir iyidir hoştur ama sevdiğiniz insan evlatları misafirliğe geldiğinde hoştur. şu sıralar misafirleri ben seçemediğimden misafir sevmiyorum. içim daralıyor o kalabalığı görünce.
bu arada misafirliğe gitmekle ilgili de düşüncelerim aynı.
umarım herkes insanlarını seçer ve kendi insanlarıyla mutlu mesut yaşar. kalpler, kafalar ayrı olunca ne kadar çabalasam da sevemiyorum bazı insanları.
içimi döktüğüme göre gidebilirim.
sohbetimin olmadığı, çok sevmediğim, 'hayatımda olmasa daha iyi olur' dediğim bir insan evladı geldiğinde bu yetmezmiş gibi sülalesini de peşi sıra getirdiğinde içimdeki insan sevgisi nöbet geçiriyor.
misafir iyidir hoştur ama sevdiğiniz insan evlatları misafirliğe geldiğinde hoştur. şu sıralar misafirleri ben seçemediğimden misafir sevmiyorum. içim daralıyor o kalabalığı görünce.
bu arada misafirliğe gitmekle ilgili de düşüncelerim aynı.
umarım herkes insanlarını seçer ve kendi insanlarıyla mutlu mesut yaşar. kalpler, kafalar ayrı olunca ne kadar çabalasam da sevemiyorum bazı insanları.
içimi döktüğüme göre gidebilirim.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
dönüp dolaşıp sürekli aynı yerde duran bir saat gibisin,
ve bu saati tüm dünyada tamir edebilecek tek bir kişi var.
o da istemiyor gibi...
nedenini bilmek istiyorsun,
niçinini?
sanki sonucu değiştirecek gibi!
değiştirmeyecek halbuki,
sen seni bu hale getirenin umurunda mısın ki?
başa alıp duruyorsun,
baştan başlıyorsun aynı acıyı çekmeye,
okuduğun bir kitaba göre bunu kendimize yapan biziz;
çünkü o yaşanan her ne ise başına bir kez geliyor insanın.
ama sen onu günlerce, aylarca, belki yıllarca kafanda çevirip çevirip izliyorsun,
kendini her defasında daimi acının rahatsız ama tanıdık kollarına bırakıyorsun,
çünkü kurbansın sen...
çünkü kaybeden...
çünkü giden gitti,
elinde kalan bir tutam saç misali,
sımsıkı tutunduğun acın,
bir yandan her gün aydınlatıyor dünyayı güneş,
bir yandan için kapkaranlık gün hiç doğmuyor bazen,
gidemiyorsun,
kalamıyorsun,
seslenemiyorsun,
ah edemiyorsun...
kendi kendine bitmiş bir ot gibi kimsesiz,
savruluyorsun oradan oraya,
sesini duymuyor kimse,
canın yandıkça yanıyor,
ölüyorsun bir müddet haberin olmuyor,
gömmeyi unutmuşlar sanki seni,
bir de göstermelik bir nefes alıp verme...
kopuyorsun yavaş yavaş her şeyden,
içine dönüyorsun,
çünkü sadece orada sen anlıyorsun kendini...
bitmiyor,
bitmeyecek gibi geliyor,
sanki aynı yerden defalarca alınmış bir bıçak darbesi,
artık bıçak darbesi olmasa da canın hep yanıyor,
gökten savrula savrula düşüyorsun bir kar tanesi gibi,
düşüyorsun tutanın yok, bacakların dahil,
uykuların bölük pörçük,
darmadağın kalbin gibi,
parçaları oraya buraya dağılmış, toparlanmıyor artık.
nelerle cebelleştiğin belli değil,
her şey, herkes terketmiş gibi seni,
bir başınasın...
mahalleden taşınan komşu kızının eskidiği için yanına almadığı perişan oyuncak bebeği gibi,
yeterince oynanmış, görevini yerine getirmiş,
artık ihtiyaç duyulmadığı için bir köşeye fırlatılmış,
öylesine bir başına...
küçük kız yapma bunu kendine,
artık yapma,
vazgeç,
özgür bırak,
affet onu,
en çok da kendini,
herkese salık verdiğin gibi en çok kendini affet,
geç oldu bak,
hadi uyu,
yarın güneş doğacak üzerine,
güzel bir ömrün ilk sabahı olmaz mı?
kar tanesi...
ve bu saati tüm dünyada tamir edebilecek tek bir kişi var.
o da istemiyor gibi...
nedenini bilmek istiyorsun,
niçinini?
sanki sonucu değiştirecek gibi!
değiştirmeyecek halbuki,
sen seni bu hale getirenin umurunda mısın ki?
başa alıp duruyorsun,
baştan başlıyorsun aynı acıyı çekmeye,
okuduğun bir kitaba göre bunu kendimize yapan biziz;
çünkü o yaşanan her ne ise başına bir kez geliyor insanın.
ama sen onu günlerce, aylarca, belki yıllarca kafanda çevirip çevirip izliyorsun,
kendini her defasında daimi acının rahatsız ama tanıdık kollarına bırakıyorsun,
çünkü kurbansın sen...
çünkü kaybeden...
çünkü giden gitti,
elinde kalan bir tutam saç misali,
sımsıkı tutunduğun acın,
bir yandan her gün aydınlatıyor dünyayı güneş,
bir yandan için kapkaranlık gün hiç doğmuyor bazen,
gidemiyorsun,
kalamıyorsun,
seslenemiyorsun,
ah edemiyorsun...
kendi kendine bitmiş bir ot gibi kimsesiz,
savruluyorsun oradan oraya,
sesini duymuyor kimse,
canın yandıkça yanıyor,
ölüyorsun bir müddet haberin olmuyor,
gömmeyi unutmuşlar sanki seni,
bir de göstermelik bir nefes alıp verme...
kopuyorsun yavaş yavaş her şeyden,
içine dönüyorsun,
çünkü sadece orada sen anlıyorsun kendini...
bitmiyor,
bitmeyecek gibi geliyor,
sanki aynı yerden defalarca alınmış bir bıçak darbesi,
artık bıçak darbesi olmasa da canın hep yanıyor,
gökten savrula savrula düşüyorsun bir kar tanesi gibi,
düşüyorsun tutanın yok, bacakların dahil,
uykuların bölük pörçük,
darmadağın kalbin gibi,
parçaları oraya buraya dağılmış, toparlanmıyor artık.
nelerle cebelleştiğin belli değil,
her şey, herkes terketmiş gibi seni,
bir başınasın...
mahalleden taşınan komşu kızının eskidiği için yanına almadığı perişan oyuncak bebeği gibi,
yeterince oynanmış, görevini yerine getirmiş,
artık ihtiyaç duyulmadığı için bir köşeye fırlatılmış,
öylesine bir başına...
küçük kız yapma bunu kendine,
artık yapma,
vazgeç,
özgür bırak,
affet onu,
en çok da kendini,
herkese salık verdiğin gibi en çok kendini affet,
geç oldu bak,
hadi uyu,
yarın güneş doğacak üzerine,
güzel bir ömrün ilk sabahı olmaz mı?
kar tanesi...
devamını gör...
hades
yunan mitolojisinin önemli figürlerinden biri. daha çok persephone (kore) ile olan hikayesi ile bilinir ve bu hikaye sebebi ile sembollerinden biri nar olarak geçer diğer sembolü ise görünmezlik miğferidir. roma mitolojosinde yansıması pluto'dur ve yunan mitolojisindeki ölüler kralı temsilinden ziyade yer altı zenginliklerini temsil eden bir tanrı olarak görülmektedir. hikayesi bana her zaman hüzünlü gelmiştir çünkü özünde onu kötü olması için boyamışlardır ve sonra kötü olduğu için dışlanmıştır. birini karanlığa mahkum ettiğinizde ondan iyi olmasını bekleyemezsiniz, ondan ışığını korumasını beklemek haksızlıktır. sanıyorum ki onlarca hikaye barındıran yunan mitolojisinde en hüzünlü hikayelerden birine sahiptir çünkü bilirsiniz iyi bir figürü cilalamak için eski moda bir kötülüğe ihtiyaç vardır.
--- alıntı ---
persephone'nin kaçırılışı: roma mitolojisinde, proserpina olarak da bilinir. tüm dünyaya buğday ekmekle görevli tanrıça demeter'in zeus'tan olan kızıdır.hades persephone'yi sevdiğini söyler. zeus ona kızını kaçırmasını söyler. bir gün persephone arkadaşlarıyla çiçek toplamaya gider. çiçekleri toplarken arkadaşlarından biraz uzaklaşır. tam o sırada oldukça güzel, göz kamaştırıcı bir nergis çiçeğiyle karşılaşır. bu çiçek oraya zeus tarafından yerleştirilmiştir ve ışıl ışıl parlıyordur. çiçeğin güzelliğinden, ışıltısından gözleri kamaşan persephone çiçeği koparmaya gider. çiçeğe doğru elini uzattığında yer yarılır ve hades siyah atlı arabasıyla yarıktan çıkarak persephone’u kaçırır. demeter ise kızını çok sevmektedir. kızının çığlığını duyar. onu arar ama bulamaz. bu yaşadığı acıyla demeter dokuz gün boyunca dünyayı dolaşır ve kızını arar.demeter büyü ve sis titanı hekate'ye sorar ve helios'a gitmesi gerektiğini söyler. onuncu gün güneş titanı helios'a rastlar. helios, ona zeus'un gizli rızasıyla hades'in persephone'u kaçırıp ölüler ülkesinde ebedi karısı yaptığını açıklar. demeter bu olaya isyan eder ve olimpos'u terk ederek insanlar arasında yaşamaya başlar. yaşlı bir kadın kılığında eleusis'e varır. bir kuyunun yanında zeytin ağaçlarının altında oturur. kuyudan su almaya giden kral keleos'un kızları yaşlı kadını alıp eve götürürler. böylece demeter kızların küçük kardeşi demophon'un dadısı olur. demeter, küçük çocuğa ölümsüzlük kazandırmak için geceleri çocuğun bedenini ambrosia ile sıvayıp yanmakta olan ateşe tutmaktadır. bir gece çocuğun annesi olaya tanık olur ve dehşete düşer. demeter şaşkınlıkla çocuğu elinden ateşe düşürür. bu olay üzerine demeter, kral keleos ve eşinden özür dilemek için, persephone'un kardeşi olan oğlu tripolemos'a kanatlı ejderhaların çektiği bir araba verir ve ona buğday serpe serpe tüm dünyayı dolaşmasını emreder. günler geçer ve eleusis'te kaldığı süre içinde demeter toprağı verimli kılmayı reddeder, böylece açlık hüküm sürmeye başlar. insanların çektiği acılara üzülen tanrılar demeter'e yakarırlar, o da kızını görmek şartını öne sürer. zeus'un yardımıyla kızını yeraltı dünyasından çıkarmak ister. ancak yeraltı dünyası'nda bir şey yiyenler yeraltı dünyasından ayrılamazlar. yediği dört nar tanesi yüzünden persophone yılın üç ayını yeraltı dünyasında, dokuz ayını ise dünyada geçirmeye mahkûm edilmiştir. kızını görmenin coşkusuyla demeter, toprağı çiçekler ve yapraklarla kaplar. böylece ilkbahar olur. kızının yeraltı dünyasında geçirdiği üç ayda ise kış olur. yunan mitolojisinde baharın başlangıcı olarak demeter anılır. ancak persephone, kibirli olmayışı nedeniyle hades'e, yavaş yavaş aşık olmaya başlamıştır.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
persephone'nin kaçırılışı: roma mitolojisinde, proserpina olarak da bilinir. tüm dünyaya buğday ekmekle görevli tanrıça demeter'in zeus'tan olan kızıdır.hades persephone'yi sevdiğini söyler. zeus ona kızını kaçırmasını söyler. bir gün persephone arkadaşlarıyla çiçek toplamaya gider. çiçekleri toplarken arkadaşlarından biraz uzaklaşır. tam o sırada oldukça güzel, göz kamaştırıcı bir nergis çiçeğiyle karşılaşır. bu çiçek oraya zeus tarafından yerleştirilmiştir ve ışıl ışıl parlıyordur. çiçeğin güzelliğinden, ışıltısından gözleri kamaşan persephone çiçeği koparmaya gider. çiçeğe doğru elini uzattığında yer yarılır ve hades siyah atlı arabasıyla yarıktan çıkarak persephone’u kaçırır. demeter ise kızını çok sevmektedir. kızının çığlığını duyar. onu arar ama bulamaz. bu yaşadığı acıyla demeter dokuz gün boyunca dünyayı dolaşır ve kızını arar.demeter büyü ve sis titanı hekate'ye sorar ve helios'a gitmesi gerektiğini söyler. onuncu gün güneş titanı helios'a rastlar. helios, ona zeus'un gizli rızasıyla hades'in persephone'u kaçırıp ölüler ülkesinde ebedi karısı yaptığını açıklar. demeter bu olaya isyan eder ve olimpos'u terk ederek insanlar arasında yaşamaya başlar. yaşlı bir kadın kılığında eleusis'e varır. bir kuyunun yanında zeytin ağaçlarının altında oturur. kuyudan su almaya giden kral keleos'un kızları yaşlı kadını alıp eve götürürler. böylece demeter kızların küçük kardeşi demophon'un dadısı olur. demeter, küçük çocuğa ölümsüzlük kazandırmak için geceleri çocuğun bedenini ambrosia ile sıvayıp yanmakta olan ateşe tutmaktadır. bir gece çocuğun annesi olaya tanık olur ve dehşete düşer. demeter şaşkınlıkla çocuğu elinden ateşe düşürür. bu olay üzerine demeter, kral keleos ve eşinden özür dilemek için, persephone'un kardeşi olan oğlu tripolemos'a kanatlı ejderhaların çektiği bir araba verir ve ona buğday serpe serpe tüm dünyayı dolaşmasını emreder. günler geçer ve eleusis'te kaldığı süre içinde demeter toprağı verimli kılmayı reddeder, böylece açlık hüküm sürmeye başlar. insanların çektiği acılara üzülen tanrılar demeter'e yakarırlar, o da kızını görmek şartını öne sürer. zeus'un yardımıyla kızını yeraltı dünyasından çıkarmak ister. ancak yeraltı dünyası'nda bir şey yiyenler yeraltı dünyasından ayrılamazlar. yediği dört nar tanesi yüzünden persophone yılın üç ayını yeraltı dünyasında, dokuz ayını ise dünyada geçirmeye mahkûm edilmiştir. kızını görmenin coşkusuyla demeter, toprağı çiçekler ve yapraklarla kaplar. böylece ilkbahar olur. kızının yeraltı dünyasında geçirdiği üç ayda ise kış olur. yunan mitolojisinde baharın başlangıcı olarak demeter anılır. ancak persephone, kibirli olmayışı nedeniyle hades'e, yavaş yavaş aşık olmaya başlamıştır.
--- alıntı ---
devamını gör...
tıp fakültesinde okumak
yakmayin gencliginizi, kendinizi yok yere.
devamını gör...
rusya'ya kızıp yere votka dökmek
fanta veya kola dökmek ile arasında pek fark olmayan güruhun kârı eylem.
tepeden gelen emirle dolar bozdurmak ya da her çekik gözlüyü çinli sanıp dövmek de aynı zekanın ürünüdür.
tepeden gelen emirle dolar bozdurmak ya da her çekik gözlüyü çinli sanıp dövmek de aynı zekanın ürünüdür.
devamını gör...