sou vazo diskola
yunanca seni zora sokuyorum anlamına gelen cümle, natasa theodoridou şarkısı..
öncelikle dibine kadar zeybekiko'dur, yoksa bu saatte oynamazdım bu şarkıyla!
sözlerinin türkçe hali;*
seni zora sokuyorum
"senin sevdiğin gibi olmayacağım unut onu
seninle konuşayım diye yalvaracağımı unut
geri dönmeyeceğim ve giderken hepsini sileceğim
yalvarmak ve ağlayarak harap olmak yok
seni zora sokuyorum ama düşün neler geçirdim
senin yanındayken ne sevdiysem kaybettim
seni zora sokuyorum ve sinirlerinle oynuyorum
karakterim senin yaptıklarınla şekillendi
beni başka açıklamalarla tutamayacaksın unut onu
şimdi seni tanıdım,nasıl da yanlış yapmışım unut
geri dönmeyeceğim ve giderken hepsini sileceğim
yalvarmak ve ağlayarak harap olmak yok
seni zora sokuyorum ama düşün neler geçirdim
senin yanındayken ne sevdiysem kaybettim
seni zora sokuyorum ve sinirlerinle oynuyorum
karakterim senin yaptıklarınla şekillendi"
nataşam "spotify olsun lütfen" dedi kusura bakmayın.
öncelikle dibine kadar zeybekiko'dur, yoksa bu saatte oynamazdım bu şarkıyla!
sözlerinin türkçe hali;*
seni zora sokuyorum
"senin sevdiğin gibi olmayacağım unut onu
seninle konuşayım diye yalvaracağımı unut
geri dönmeyeceğim ve giderken hepsini sileceğim
yalvarmak ve ağlayarak harap olmak yok
seni zora sokuyorum ama düşün neler geçirdim
senin yanındayken ne sevdiysem kaybettim
seni zora sokuyorum ve sinirlerinle oynuyorum
karakterim senin yaptıklarınla şekillendi
beni başka açıklamalarla tutamayacaksın unut onu
şimdi seni tanıdım,nasıl da yanlış yapmışım unut
geri dönmeyeceğim ve giderken hepsini sileceğim
yalvarmak ve ağlayarak harap olmak yok
seni zora sokuyorum ama düşün neler geçirdim
senin yanındayken ne sevdiysem kaybettim
seni zora sokuyorum ve sinirlerinle oynuyorum
karakterim senin yaptıklarınla şekillendi"
nataşam "spotify olsun lütfen" dedi kusura bakmayın.
devamını gör...
buz devri replikleri
+ sid! geri ver şu yavruları, anneleri geldi!
- anneleri olduğunu nereden bileceğim?
+ ne yani, doğum belgesi mi lazım? kör müsün dinozor!
- ama ben bu tosunları büyütmek için saçımı süpürge ettim!
+ bir günde mi? ver şunları çatlak!
- hanım, hanım! bunlar benim yavrularım!
- anneleri olduğunu nereden bileceğim?
+ ne yani, doğum belgesi mi lazım? kör müsün dinozor!
- ama ben bu tosunları büyütmek için saçımı süpürge ettim!
+ bir günde mi? ver şunları çatlak!
- hanım, hanım! bunlar benim yavrularım!
devamını gör...
yoğun bakım
yoğun bakım ünitesi - ybu
ıntensive care unit - ıcu
ciddi ve hayati tehlikesi bulunan hastaların sıkı gözlem altında olduğu hastane ünitesidir. genelde her hastanede bulunurlar.
hastaların hemen yakınlarında bu tip durumlar için özelleşmiş hemşire ve hekimler bulunur. sürekli gözlem altındadırlar.
bu gözlemlenmeye ihtiyaç duyan hastalar genellikle ağır cerrahi geçirmiş hastalardır. ancak günümüz 'covid-19 pandemisi' sürecinde pandemi yoğun bakımları oluşturulmuştur.
ıntensive care unit - ıcu
ciddi ve hayati tehlikesi bulunan hastaların sıkı gözlem altında olduğu hastane ünitesidir. genelde her hastanede bulunurlar.
hastaların hemen yakınlarında bu tip durumlar için özelleşmiş hemşire ve hekimler bulunur. sürekli gözlem altındadırlar.
bu gözlemlenmeye ihtiyaç duyan hastalar genellikle ağır cerrahi geçirmiş hastalardır. ancak günümüz 'covid-19 pandemisi' sürecinde pandemi yoğun bakımları oluşturulmuştur.
devamını gör...
lahana bebek
çocukken sahip olduğum en kıymetli nesneydi. ama neticede bir nesneydi. canı, kanı yoktu. benim için en olansa canlar vardı. bu uğurda heba ve hatta feda olacaktı...
güleç, kırmızı kıvırcık saçları her daim güzel kokan* bir lahana bebeğim vardı benim. e bu bana bir yerden tanıdık geliyor? neyse neyse, çık bu kanaldan miko. bitirdin şimdilik bu meseleleri sen. bir sonraki problemli dönemine kalsın tahlili.
ilkokul 1. sınıfa başlama hediyesi olarak teyzem bana ve benden 5 yaş büyük ablama birer lahana bebek almıştı. güleç ve sena. benimki yenidoğan boyutunda onunkiyse devasa ve şişko. şişko bebek mi olur? sena şişkoydu. çilleri vardı ve saçları da turuncuydu. sena kendi adını bebeğine de koyacak kadar aslan burcu bir birey, ben ise "ne olsun ki bunun adı" diye bir boy büyük ablasının peşinden 3 gün boyunca koşturan bir depresyonlu anne yavrusu. benim ilgi makinem benden 9 yaş büyük olan büyük ablamdı. o zamanlar liseli. aşığım, hayranım. dünden razı olduğu küçük annelik misyonunu layıkıyla yerine getiren büyük ablama lahana bebek alınmamıştı tabi ki. çaktırmasa da, bugün anlıyorum, biraz bozuldu buna. onun hediyesi neydi çok iyi anımsamıyorum. ama ya bir klasikler serisiydi ya da ingilizce dil öğrenme kitapları. akademik bir şeyler olduğu kesin. detayını hatırlayamıyorum, sorup öğrenmem lazım. ne var ki bu anlatacağım hikayeyi ablama hatırlatmak istemiyorum. bunun gibi bir tana daha var. hatırlaması bana olduğundan daha büyük yük olur ona. o yüzden biz de n'apalım buraya döküyoruz içimizi. biz kimdik? hatırlatalım: biz üç kişiydik. hangimiz kimiz pek emin olmasak da en az üçüz. şimdilik.
- abla hadi yaa, bul bir şey. bebeğimi adıyla sevmek istiyorum.
- tamam düşünüyorum miko. zorlama beni, en güzelini bulalım.
bu cevabı çok iyi hatırlıyorum. zaten ben bu kadınla ilgili birçok şeyi çok iyi hatırlıyorum. en güzelini bulalım. sen ne bulursan en güzeli olurdu a benim şaşkınım... bana göre senden gelen her şey en güzeliydi. en güzel olan sendin çünkü. sonunda buldu. daha iyisi olamazdı. bebeğim artık yoluna adıyla devam edecekti. güleç. canım güleç. ah güleç.
bana geldiği ilk gün diğer tüm oyuncaklarımın, yalvar yakar aldırdığım barbie evimin bile pabucunu dama attım hiç acımadan. her yere güleçle gittim, hep güleçle oynadım, onu üçümüzle de tanıştırdım. onunla uyudum, onunla uyandım. yemek masasına güleç için sandalye koydum. ben neredeysem güleç oradaydı. güleç hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. kırmızı saçlarının rengi bir ton açılmadı, kokusu asla kaybolmadı. dünyanın en kaliteli bebeği falan mıydı acaba? bilemiyorum. ama benim hayatımın merkezine gelip oturmuştu. ondan eminim. peki ya ablam? o bu hikayenin neresinde? benden de güleç'ten de daha merkezinde. anlatıyorum...
isim anasıydı, ananesiydi aslında. resimde gerçek annem hiç yok farkındaysanız. çamaşır suyuyla duvarları falan siliyordu o dönem haftada üç kez. yapacak iş bulamadığında henüz bekar olan teyzemin çeyizlerini gardrobun üstünden indirip, yıkayıp, kolalayıp, ütülüyordu falan. öyleli. çok yıllar sonra, ilgi çekmek için yaptığım çok yanlış bir şeyden hemen sonra, canını yakmak pahasına beni seviyor musun diye sorup durumu olduğundan daha kaotik bir hale getirmeme sebep olan çeşitli tutum ve davranışlar içerisindeydi yani. kendisi bunu hiç kabul etmese de. canı sağolsun.
- ben seni aldıracaktım miko. zor ikna ettiler beni. annem sütümü helal etmem sana dedi de öyle kabul ettim doğurmayı. o yüzden senin göbek adın ananenin adı.
hıhm oldu. anca bu kadar oldu işte.
ben henüz insanların çaktırmamaya çalışarak kırılabildiklerini anlayabilecek olgunlukta değildim tabi. mutlaka çeşitli şekillerde meramını anlatmaya çalışmıştır ablam bana. dans eden insan gördüğünde gözleri dolan, sanatçı ruhlu, duygularıyla var olan bir insan benim ablam. nasıl dışavurmamış olabilir sindirememişliğini. ben okuyamadım. bedelini ise kısa bir süre sonra herkes ödeyecekti.
araları geçiyorum. güleçle çok güzel anılarımız var. belki daha keyifli bir yazının konusu olurlar daha sonra. asıl meseleye geleyim.
beni tabi ki, tahmin edebileceğiniz üzere ablam yıkardı. bir hafta sonu, akşam yemeğinden sonra, banyo yaptırdı bana. sonrasındaki çok sevdiğimiz saç tarama ritüelimiz esnasında -saçlarının kıvırcık olmasından nefret eden küçük miko'nun hala ıslak olan saçlarını dümdüz tarayıp çeşitli tokalar, kurdeleler ile düz saç modelleri yapmak suretiyle fotoğraflarını çekmek*- kucağımda olan güleç'in ne kadar muhteşem bir bebek olduğunu dinledi uzun uzun. ritüel bitti. güleç yatağa yatırıldı. ben de yattım yanına. ablam son öpücüğünü verip ışığı kapatıp çıkacaktı ki odadan yine güleç ile ilgili bir şey dedim ben, o da "eeehh bıktım bu bebekten, hep güleç hep güleç" dedi ve yanımda yatmakta olan güleç'i alıp yere fırlattı. tabi ki çok şaşırdım ve çok üzüldüm. ağladım. sakinleştirdi beni. özür diledi. güleç'i yerden aldı, ondan da özür diledi. yanıma yatırdı tekrar. ve gece bitti. muhtemelen ağlayarak uykuya daldım. o geceye dair onun güleç'i yere attığı andan sonrası çok yok bende.
ben sabahçıydım. o tam gün gidiyordu okula. ertesi gün okuldan gelince koşa koşa odama gittim. güleç'i aldım. öptüm. saçlarını kokladım. sonra da sobaya attım. güleç yandı. ev plastik koktu diye annem çok kızdı. ablam da okuldan gelince saatlerce ağladı. ben iyi bir şey yapmaya çalışmıştım. sevinir zannetmiştim. çok üzüldü. hiç anlamadım.
keşke daha sonra da anlamasaydım.
özür dilerim abla. özür dilerim miko. özür dilerim güleç.
güleç, kırmızı kıvırcık saçları her daim güzel kokan* bir lahana bebeğim vardı benim. e bu bana bir yerden tanıdık geliyor? neyse neyse, çık bu kanaldan miko. bitirdin şimdilik bu meseleleri sen. bir sonraki problemli dönemine kalsın tahlili.
ilkokul 1. sınıfa başlama hediyesi olarak teyzem bana ve benden 5 yaş büyük ablama birer lahana bebek almıştı. güleç ve sena. benimki yenidoğan boyutunda onunkiyse devasa ve şişko. şişko bebek mi olur? sena şişkoydu. çilleri vardı ve saçları da turuncuydu. sena kendi adını bebeğine de koyacak kadar aslan burcu bir birey, ben ise "ne olsun ki bunun adı" diye bir boy büyük ablasının peşinden 3 gün boyunca koşturan bir depresyonlu anne yavrusu. benim ilgi makinem benden 9 yaş büyük olan büyük ablamdı. o zamanlar liseli. aşığım, hayranım. dünden razı olduğu küçük annelik misyonunu layıkıyla yerine getiren büyük ablama lahana bebek alınmamıştı tabi ki. çaktırmasa da, bugün anlıyorum, biraz bozuldu buna. onun hediyesi neydi çok iyi anımsamıyorum. ama ya bir klasikler serisiydi ya da ingilizce dil öğrenme kitapları. akademik bir şeyler olduğu kesin. detayını hatırlayamıyorum, sorup öğrenmem lazım. ne var ki bu anlatacağım hikayeyi ablama hatırlatmak istemiyorum. bunun gibi bir tana daha var. hatırlaması bana olduğundan daha büyük yük olur ona. o yüzden biz de n'apalım buraya döküyoruz içimizi. biz kimdik? hatırlatalım: biz üç kişiydik. hangimiz kimiz pek emin olmasak da en az üçüz. şimdilik.
- abla hadi yaa, bul bir şey. bebeğimi adıyla sevmek istiyorum.
- tamam düşünüyorum miko. zorlama beni, en güzelini bulalım.
bu cevabı çok iyi hatırlıyorum. zaten ben bu kadınla ilgili birçok şeyi çok iyi hatırlıyorum. en güzelini bulalım. sen ne bulursan en güzeli olurdu a benim şaşkınım... bana göre senden gelen her şey en güzeliydi. en güzel olan sendin çünkü. sonunda buldu. daha iyisi olamazdı. bebeğim artık yoluna adıyla devam edecekti. güleç. canım güleç. ah güleç.
bana geldiği ilk gün diğer tüm oyuncaklarımın, yalvar yakar aldırdığım barbie evimin bile pabucunu dama attım hiç acımadan. her yere güleçle gittim, hep güleçle oynadım, onu üçümüzle de tanıştırdım. onunla uyudum, onunla uyandım. yemek masasına güleç için sandalye koydum. ben neredeysem güleç oradaydı. güleç hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. kırmızı saçlarının rengi bir ton açılmadı, kokusu asla kaybolmadı. dünyanın en kaliteli bebeği falan mıydı acaba? bilemiyorum. ama benim hayatımın merkezine gelip oturmuştu. ondan eminim. peki ya ablam? o bu hikayenin neresinde? benden de güleç'ten de daha merkezinde. anlatıyorum...
isim anasıydı, ananesiydi aslında. resimde gerçek annem hiç yok farkındaysanız. çamaşır suyuyla duvarları falan siliyordu o dönem haftada üç kez. yapacak iş bulamadığında henüz bekar olan teyzemin çeyizlerini gardrobun üstünden indirip, yıkayıp, kolalayıp, ütülüyordu falan. öyleli. çok yıllar sonra, ilgi çekmek için yaptığım çok yanlış bir şeyden hemen sonra, canını yakmak pahasına beni seviyor musun diye sorup durumu olduğundan daha kaotik bir hale getirmeme sebep olan çeşitli tutum ve davranışlar içerisindeydi yani. kendisi bunu hiç kabul etmese de. canı sağolsun.
- ben seni aldıracaktım miko. zor ikna ettiler beni. annem sütümü helal etmem sana dedi de öyle kabul ettim doğurmayı. o yüzden senin göbek adın ananenin adı.
hıhm oldu. anca bu kadar oldu işte.
ben henüz insanların çaktırmamaya çalışarak kırılabildiklerini anlayabilecek olgunlukta değildim tabi. mutlaka çeşitli şekillerde meramını anlatmaya çalışmıştır ablam bana. dans eden insan gördüğünde gözleri dolan, sanatçı ruhlu, duygularıyla var olan bir insan benim ablam. nasıl dışavurmamış olabilir sindirememişliğini. ben okuyamadım. bedelini ise kısa bir süre sonra herkes ödeyecekti.
araları geçiyorum. güleçle çok güzel anılarımız var. belki daha keyifli bir yazının konusu olurlar daha sonra. asıl meseleye geleyim.
beni tabi ki, tahmin edebileceğiniz üzere ablam yıkardı. bir hafta sonu, akşam yemeğinden sonra, banyo yaptırdı bana. sonrasındaki çok sevdiğimiz saç tarama ritüelimiz esnasında -saçlarının kıvırcık olmasından nefret eden küçük miko'nun hala ıslak olan saçlarını dümdüz tarayıp çeşitli tokalar, kurdeleler ile düz saç modelleri yapmak suretiyle fotoğraflarını çekmek*- kucağımda olan güleç'in ne kadar muhteşem bir bebek olduğunu dinledi uzun uzun. ritüel bitti. güleç yatağa yatırıldı. ben de yattım yanına. ablam son öpücüğünü verip ışığı kapatıp çıkacaktı ki odadan yine güleç ile ilgili bir şey dedim ben, o da "eeehh bıktım bu bebekten, hep güleç hep güleç" dedi ve yanımda yatmakta olan güleç'i alıp yere fırlattı. tabi ki çok şaşırdım ve çok üzüldüm. ağladım. sakinleştirdi beni. özür diledi. güleç'i yerden aldı, ondan da özür diledi. yanıma yatırdı tekrar. ve gece bitti. muhtemelen ağlayarak uykuya daldım. o geceye dair onun güleç'i yere attığı andan sonrası çok yok bende.
ben sabahçıydım. o tam gün gidiyordu okula. ertesi gün okuldan gelince koşa koşa odama gittim. güleç'i aldım. öptüm. saçlarını kokladım. sonra da sobaya attım. güleç yandı. ev plastik koktu diye annem çok kızdı. ablam da okuldan gelince saatlerce ağladı. ben iyi bir şey yapmaya çalışmıştım. sevinir zannetmiştim. çok üzüldü. hiç anlamadım.
keşke daha sonra da anlamasaydım.
özür dilerim abla. özür dilerim miko. özür dilerim güleç.
devamını gör...
tarihin dönüm noktasındayken bıçaklanmak
hem de 32 yerinden.
devamını gör...
hukuk okumak
bu ülkede olmayan bir şeyi okuma hissini tatmak için okunan bölüm.
devamını gör...
psikolojik şiddet
ilişkilerde belirli kategorilere ayrılmış türler altında incelenir. çevremizde ve hatta kendimizde gördüğümüz, çoğu zaman bilinçsizce yapılsa da çokça var olan şiddet çeşitleri vardır.
en sık görülenleri başlık başlık incelemek gerekirse;
(bkz: ghosting)
sevgilinin ya da flörtün herhangi bir sebep ya da iletişim olmadan ortadan kaybolması durumu. ortada ayrılığa dair bir konuşma ya da bir durum yoktur, şahıs birden buharlaşırcasına kaybolur. "kanka ben ayrılamıyorum ya o benden ayrılsın" kafası sanıyorum bunun bir türüdür. ayrılık kararı karşıya yüklenir.
(bkz: stashing)
stashing saklama durumudur. mantıklı sebepler olmaksızın sizi ailesinden, arkadaşlarından, kısaca çevresinden saklaması durumu. (hatta herkesten) stashing durumunda buluşmalar genellikle ücra yerlerde, çoğunlukla evde ya da hiç kimsenin sizi tanımadığı yerlerde olur. sizinle bir ilişkisi olduğuna dair kesinlikle sinyal verilmez hatta maksimum derecede gizlenir. bu hikayenin nasıl bittiği malum, fazla yoruma gerek yok.
(bkz: benching)
kenarda tutma durumudur. türkiyede "yedekte tutma" olarak kullanılır. ilişki flört aşamasından ileriye gidemez hatta genelde sosyal medyada görüşmekle sınırlandırılır. sebebi aşikar.
(bkz: love bombing)
aşk bombardımanı durumu. hani üçüncü gün "hayatımda kimseyi böyle sevmedim" durumu da denebilir. genellikle karşı tarafı yoğun sevgi ve ilgiyle ezer, karşılık veremiyorum/layık değilim psikolojisi yaratır. love bombing'in bir diğer özelliği ise aynı hızda bitmesidir. böylelikle yerini yoksunluğa bırakır.
(bkz: gaslighting)
en ilginç terimlerden biri bu. anlatmak için önce nerden geldiğine inelim.
adını 1938 yapımı "gas light" isimli bir oyundan almaktadır. oyunda erkek karakter odada bulunan gaz lambasının her gün ayarını biraz daha düşürmektedir. kadınsa bunu söylediğinde gaz lambasının ayarının aynı olduğunu, kadının paranoya yaptığını, hayal gördüğünü hatta uydurduğunu söyler. oyun sanıyorum gaz lambasının tamamen sönmesiyle son buluyor.
nerden geldiğine bakınca ne olduğunu anlamak ve anlatmak daha kolay oluyor. gaslighting en minimal haliyle "ben asla öyle bir şey söylemedim/yapmadım" durumudur. kişi suçlu olduğunda karşısındakine böyle bir şeyin olmadığını/yaşanmadığını defaatle tekrar ederek onu akıl karışıklığına ve kendinden şüphe etmeye sürükler.
aklıma geldikçe diğer türleri de eklemek üzere burada noktalıyorum.
en sık görülenleri başlık başlık incelemek gerekirse;
(bkz: ghosting)
sevgilinin ya da flörtün herhangi bir sebep ya da iletişim olmadan ortadan kaybolması durumu. ortada ayrılığa dair bir konuşma ya da bir durum yoktur, şahıs birden buharlaşırcasına kaybolur. "kanka ben ayrılamıyorum ya o benden ayrılsın" kafası sanıyorum bunun bir türüdür. ayrılık kararı karşıya yüklenir.
(bkz: stashing)
stashing saklama durumudur. mantıklı sebepler olmaksızın sizi ailesinden, arkadaşlarından, kısaca çevresinden saklaması durumu. (hatta herkesten) stashing durumunda buluşmalar genellikle ücra yerlerde, çoğunlukla evde ya da hiç kimsenin sizi tanımadığı yerlerde olur. sizinle bir ilişkisi olduğuna dair kesinlikle sinyal verilmez hatta maksimum derecede gizlenir. bu hikayenin nasıl bittiği malum, fazla yoruma gerek yok.
(bkz: benching)
kenarda tutma durumudur. türkiyede "yedekte tutma" olarak kullanılır. ilişki flört aşamasından ileriye gidemez hatta genelde sosyal medyada görüşmekle sınırlandırılır. sebebi aşikar.
(bkz: love bombing)
aşk bombardımanı durumu. hani üçüncü gün "hayatımda kimseyi böyle sevmedim" durumu da denebilir. genellikle karşı tarafı yoğun sevgi ve ilgiyle ezer, karşılık veremiyorum/layık değilim psikolojisi yaratır. love bombing'in bir diğer özelliği ise aynı hızda bitmesidir. böylelikle yerini yoksunluğa bırakır.
(bkz: gaslighting)
en ilginç terimlerden biri bu. anlatmak için önce nerden geldiğine inelim.
adını 1938 yapımı "gas light" isimli bir oyundan almaktadır. oyunda erkek karakter odada bulunan gaz lambasının her gün ayarını biraz daha düşürmektedir. kadınsa bunu söylediğinde gaz lambasının ayarının aynı olduğunu, kadının paranoya yaptığını, hayal gördüğünü hatta uydurduğunu söyler. oyun sanıyorum gaz lambasının tamamen sönmesiyle son buluyor.
nerden geldiğine bakınca ne olduğunu anlamak ve anlatmak daha kolay oluyor. gaslighting en minimal haliyle "ben asla öyle bir şey söylemedim/yapmadım" durumudur. kişi suçlu olduğunda karşısındakine böyle bir şeyin olmadığını/yaşanmadığını defaatle tekrar ederek onu akıl karışıklığına ve kendinden şüphe etmeye sürükler.
aklıma geldikçe diğer türleri de eklemek üzere burada noktalıyorum.
devamını gör...
son feci mars
totosu yamuk bir nickaltı girdisi için adeta ayaklarıma yapışan ders sarhoşu yazar. ölümlere yatarım da, baş eğmem zindanlara.
eğitim sisteminin bizim gençlere yaramadığını bir kez daha şahsımın gözleri önüne sermiştir. ne bu yani? teeeh.
bu entry için heba edilen internet miktarı faturaya 0.12328767123 kuruş şeklinde yansıyacağından, bana para borcu olduğunu da hatırlatıp öyle kapatayım. borçluluk şiarını altıncı biralar karşısında haykıracaktır. mafya korosu eşliğinde. bize harcatılan kuruşlar işte böyle canlanır çiçek açar.
eğitim sisteminin bizim gençlere yaramadığını bir kez daha şahsımın gözleri önüne sermiştir. ne bu yani? teeeh.
bu entry için heba edilen internet miktarı faturaya 0.12328767123 kuruş şeklinde yansıyacağından, bana para borcu olduğunu da hatırlatıp öyle kapatayım. borçluluk şiarını altıncı biralar karşısında haykıracaktır. mafya korosu eşliğinde. bize harcatılan kuruşlar işte böyle canlanır çiçek açar.
devamını gör...
benjamin franklin
amerika birleşik devletleri'nin kurucu devlet adamlarından olup ayrıca buluşlarıyla da bilim dünyasına önemli katkıları olmuştur. 1706 boston’un massachusetts'de doğup 1790'da pennsylvania’da yaşamını yitirmiştir.
100 doların üstünde resmi olan bu devlet adamı mucit kişiliğiyle de tanınmakta olup şu sözü de ilginçtir: ""demokrasi, iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır."
100 doların üstünde resmi olan bu devlet adamı mucit kişiliğiyle de tanınmakta olup şu sözü de ilginçtir: ""demokrasi, iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır."
devamını gör...
sevgilinin bakire olmadığını beyan etmesi
itiraf edilmesi gereken bir konu mu bu?
aşın bunları artık, gayet olağan bir konu ve kimse kimseye bir şey açıklamak zorunda değil.
aşın bunları artık, gayet olağan bir konu ve kimse kimseye bir şey açıklamak zorunda değil.
devamını gör...
jale inan
perge ve side antik kentlerinin gün ışığına çıkarılmasında önemli katkılar sağlayan türkiye'nin ilk kadın arkeoloğu.
devamını gör...
evcil hayvan sahiplendiğinizde ailenizi nasıl ikna ettiniz sorunsalı
ıkna etmeme gerek yoktu ki kucağında bir yavru ile eve gelince geri gönderemiyorlar. arkadaşımın köpeğinin yavruları olmuştu. minicik patileriyle koşturuyorlardı etrafta. hepsine bakamayacağını söyleyince heyecanlanıp çok mutlu olmuştum. bir tanesi vardı diğerleri gibi koşturup eğlenmiyordu. oturmuş köşeye bekliyor. hemen gittim yanına ne bir hareket ne bir korku. kucağımda eve kadar getirmiştim. ne kadar uslu olduğunu söyleyip duruyordum içimden. gün geçtikçe alıştı, hareketlendi. küçük de bir kulübe yaptık ona. 1 yaşına girmiş iyice alışmıştık birbirimize. çok da hareketliydi. saklambaç oynar gibi arardım bazen. yanında hem ağladım hem güldüm. daha iyi bir dostum da yoktu. 2 yaşına bile basmadan kaybettik. eceliyle de ölmeyince kahroluyor insan. evlat gibi oluyormuş gerçekten. dedikleri kadar varmış. yani diyeceğim o ki bakabilecek insanların ömründe bir kere de olsa bakması gerektiğini düşünüyorum. çok şey katar size.
devamını gör...
ilker kaleli
türk dizi ve sinema oyuncusudur. poyraz karayel’de oyunculuğu üst düzeydir. aynı zamanda değişik bir karizması vardır yakışıklı desen değil, çirkin desen değil ilginçtir.
devamını gör...
ekonomi
toplumların üretim değişim bölüşüm tüketim yapı ve işleyişini inceleyen bilim dalıdır.
devamını gör...
mehpare (yazar)
kendi çok güzel olan, el yazısı inci gibi olan, klavyesi samimi olan, sevdiceğim takip ettiğim yazar.
anonim olmamasını daha bi sevdim.
helal kız sana.
anonim anonim nereye kadar, değil mi ama?
anonim olmamasını daha bi sevdim.
helal kız sana.
anonim anonim nereye kadar, değil mi ama?
devamını gör...
fake hesap
uçurulma sebebidir.
devamını gör...
futbol kulüplerinin taraftardan para istemesi
istemelerinde sorun yok. ama verenleri anlayamıyorum. kardeşim adam senin muhtemelen 50 sene çalışsan doğal yollardan kazanamayacağın parayı bir haftada cukka edecek. bırak onu alanlar düşünsün değil mi? yok sms yok cart curt. twitch yayıncılarını geçtiler anasını satayım. *
devamını gör...
bir eylül akşamı
erkin koray'ın the rolling stones tarafından çalınıp, paint it black adıyla sunulan şarkısı. eylül gelse de, sevdiceğimiz olsa da, sevdiceğimizle dinlesek denilen şarkı. sözleri de şöyledir efendim.
bir eylül akşamı sen geldin bana
bir eylül akşamı aşk verdin bana
karanlıkta gördüm seni
ne olur gitme ver elini
senin ile beraberce
çayırlarda yürüdükçe
bakacağız falımıza
neler olacağımıza
bir eylül akşamı sen geldin bana
bir eylül akşamı aşk verdin bana
dökülmüş yapraklardan
bir küçük buket
sana sunuyorum
bunu kabul et
daha yakın olmak sana
dünyaları verdi bana
şimdi artık seviyorum
yaşamak ne hoş diyorum
bir eylül akşamı sen geldin bana
bir eylül akşamı aşk verdin bana
bir eylül akşamı sen geldin bana
bir eylül akşamı aşk verdin bana
karanlıkta gördüm seni
ne olur gitme ver elini
senin ile beraberce
çayırlarda yürüdükçe
bakacağız falımıza
neler olacağımıza
bir eylül akşamı sen geldin bana
bir eylül akşamı aşk verdin bana
dökülmüş yapraklardan
bir küçük buket
sana sunuyorum
bunu kabul et
daha yakın olmak sana
dünyaları verdi bana
şimdi artık seviyorum
yaşamak ne hoş diyorum
bir eylül akşamı sen geldin bana
bir eylül akşamı aşk verdin bana
devamını gör...

