akıl çağı
(bkz: akıl çağı)
sartre'ın özgürlüğün yolları üçlemesinin ilk kitabıdır. ayrıca bu kitap ile nobel ödülü kazanmış ve ödülü kabul etmemiştir.
serinin ilk kitabı mathieu karakteri üzerinden hem kendilerini arayan hem kendilerinden kaçan insanların özgürlüğü arayışları seçimleri yada seçimsizlikleri ve hayatlarını anlamlandırma çabaları etrafında geçer.
- " geçmiş günleri mi özlüyorsun" marcelle kuru bir sesle hayır dedi. o günleri değil. yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum. sy 16
- ve birden " ihtiyarladım" diye düşündü. ihtiyarladım. şurada, bir sandalyenin üzerinde, gırtlağıma kadar kendi yaşamıma gömülmüş oturuyor ve hiçbir şeye inanmıyorum. sy 73
- jacques, özentili bir sevecenlikle mathieu dedi, seni, sandığından çok daha iyi tanıyorum ve bu yüzden de korkuyorum. epeydir, böyle bir şeyi bekleyerek üzüntüdeydim zaten: bu çocuk, senin isteyerek, dileyerek yarattığın bir durumun beklenen sonucudur, şimdi onu yok etmek istiyorsun, çünkü hareketlerinin sonuçlarına katlanmak, bu sorumluluğu yüklenmek istemiyorsun. işte sana gerçeği olduğu gibi göstereyim: belki şu anda yalan söylemiyorsun ama senin yaşamın, bütünüyle baştan sona yalan üzerine kurulu!
mathieu "jacques" dedi, " rica ederim, benim için üzülme! söyle bana , şu kendimden sakladığım, saklamak için yalan söylediğim şey neymiş?" gülümsüyordu.
o yalanla saklamaya çalıştığın şu ki dedi jacques, sen, kendinden utanan bir burjuvasın. ben, uzun tereddütlerden, aranmalardan sonra burjuva bir yaşamda karar kıldım, akıllı uslu bir evlenme yaptım, evlenmek gerek diye evlendim. ama sen, yaradılışınla, zevklerinle, içgüdülerinle burjuvasın, seni evlenmeye iten de işte bu içgüdüler. çünkü, sen benim gözümde zaten evlisin mathieu! sy 153
- sana gençlik yılların için tek kelime söylemiyorum, dedi. hatta bazı kötü maceralara sürüklenmeyecek kadar da akıllıca hareket ettin. ama ben kendi geçmişim için de aynı şeyleri söyleyebilirim. aslında ikimiz de, korsan dedelerimizden kalan içgüdülere uymuş olduk. ne var ki, ben bu içgüdüleri bir seferde, sonuna kadar kullandım ve tükettim. sen ise küçük dozlarla, her gün birazını kullanıyorsun, bir dikişte içip bitirmeye gücün yok. belki de sen, bana oranla daha az korsandın, işte senin şanssızlığında bu oldu. yaşayışın, basit bir temele dayanan ama bitmek bilmeyen bir isyan ve anarşi tiryakiliğiyle, seni düzene, ahlak sağlamlığına ve günü gününe diyebileceğim alışılmış yaşama iten derin ve güçlü bir içgüdü arasındaki çatışmadan ibaret! sonuç şu ki sen, sorumluluğu olmayan ihtiyar bir öğrenci olarak kaldın. ama dostum, biraz dur da kendine bak. otuz dört yaşındasın, saçlarına aklar düşmeye başladı. artık körpecik bir delikanlı değilsin anladın mı ve bu özentili bohem hayatı sana hiç yakışmıyor. zaten, bu bohem hayatı denilen şey de nedir ? bundan yüz yıl önce pek güzel, romantik bir fikirdi herhalde ama bugün artık modası geçmiş, ömrünü tüketmiş bir şey... artık akıl çağındasın, mathieu , akıl çağındasın ya da... ya da olmalısın!
mathieu " yok efendim" dedi. senin akıl çağı diye anlattığın şey, kendimden vazgeçme çağı benim için. ben bunu istemiyorum. sy 156-157
-" bütün ömrümce dişleri sökülmüş olarak yaşadım. " diye düşündü." evet, dişleri sökülmüş. asla ısırmadım, bekledim, bekliyor ve kendimi hep daha sonra gelecek günlere saklıyordum ve şimdi, birden gördüm ki hiç dişim kalmamış. sy 271
-
sartre'ın özgürlüğün yolları üçlemesinin ilk kitabıdır. ayrıca bu kitap ile nobel ödülü kazanmış ve ödülü kabul etmemiştir.
serinin ilk kitabı mathieu karakteri üzerinden hem kendilerini arayan hem kendilerinden kaçan insanların özgürlüğü arayışları seçimleri yada seçimsizlikleri ve hayatlarını anlamlandırma çabaları etrafında geçer.
- " geçmiş günleri mi özlüyorsun" marcelle kuru bir sesle hayır dedi. o günleri değil. yalnızca o günlerde hayalini kurduğum yaşamı özlüyorum. sy 16
- ve birden " ihtiyarladım" diye düşündü. ihtiyarladım. şurada, bir sandalyenin üzerinde, gırtlağıma kadar kendi yaşamıma gömülmüş oturuyor ve hiçbir şeye inanmıyorum. sy 73
- jacques, özentili bir sevecenlikle mathieu dedi, seni, sandığından çok daha iyi tanıyorum ve bu yüzden de korkuyorum. epeydir, böyle bir şeyi bekleyerek üzüntüdeydim zaten: bu çocuk, senin isteyerek, dileyerek yarattığın bir durumun beklenen sonucudur, şimdi onu yok etmek istiyorsun, çünkü hareketlerinin sonuçlarına katlanmak, bu sorumluluğu yüklenmek istemiyorsun. işte sana gerçeği olduğu gibi göstereyim: belki şu anda yalan söylemiyorsun ama senin yaşamın, bütünüyle baştan sona yalan üzerine kurulu!
mathieu "jacques" dedi, " rica ederim, benim için üzülme! söyle bana , şu kendimden sakladığım, saklamak için yalan söylediğim şey neymiş?" gülümsüyordu.
o yalanla saklamaya çalıştığın şu ki dedi jacques, sen, kendinden utanan bir burjuvasın. ben, uzun tereddütlerden, aranmalardan sonra burjuva bir yaşamda karar kıldım, akıllı uslu bir evlenme yaptım, evlenmek gerek diye evlendim. ama sen, yaradılışınla, zevklerinle, içgüdülerinle burjuvasın, seni evlenmeye iten de işte bu içgüdüler. çünkü, sen benim gözümde zaten evlisin mathieu! sy 153
- sana gençlik yılların için tek kelime söylemiyorum, dedi. hatta bazı kötü maceralara sürüklenmeyecek kadar da akıllıca hareket ettin. ama ben kendi geçmişim için de aynı şeyleri söyleyebilirim. aslında ikimiz de, korsan dedelerimizden kalan içgüdülere uymuş olduk. ne var ki, ben bu içgüdüleri bir seferde, sonuna kadar kullandım ve tükettim. sen ise küçük dozlarla, her gün birazını kullanıyorsun, bir dikişte içip bitirmeye gücün yok. belki de sen, bana oranla daha az korsandın, işte senin şanssızlığında bu oldu. yaşayışın, basit bir temele dayanan ama bitmek bilmeyen bir isyan ve anarşi tiryakiliğiyle, seni düzene, ahlak sağlamlığına ve günü gününe diyebileceğim alışılmış yaşama iten derin ve güçlü bir içgüdü arasındaki çatışmadan ibaret! sonuç şu ki sen, sorumluluğu olmayan ihtiyar bir öğrenci olarak kaldın. ama dostum, biraz dur da kendine bak. otuz dört yaşındasın, saçlarına aklar düşmeye başladı. artık körpecik bir delikanlı değilsin anladın mı ve bu özentili bohem hayatı sana hiç yakışmıyor. zaten, bu bohem hayatı denilen şey de nedir ? bundan yüz yıl önce pek güzel, romantik bir fikirdi herhalde ama bugün artık modası geçmiş, ömrünü tüketmiş bir şey... artık akıl çağındasın, mathieu , akıl çağındasın ya da... ya da olmalısın!
mathieu " yok efendim" dedi. senin akıl çağı diye anlattığın şey, kendimden vazgeçme çağı benim için. ben bunu istemiyorum. sy 156-157
-" bütün ömrümce dişleri sökülmüş olarak yaşadım. " diye düşündü." evet, dişleri sökülmüş. asla ısırmadım, bekledim, bekliyor ve kendimi hep daha sonra gelecek günlere saklıyordum ve şimdi, birden gördüm ki hiç dişim kalmamış. sy 271
-
devamını gör...
yazmak
nasıl bir şey biliyor musunuz?
elbette biliyorsunuz. hepiniz bunun için, başlığı gördüğünüzde o tılsımlı kelimeleri yazmak için buradasınız. lafı gediğine koymak için.
ama yazmak dediysem kastettiğim şu: öyle bir yazmak ki hem büyük bir çaresizlik hem doğal bir yaratıcılık.
yazarken hissedersiniz zaten bilirsiniz o yazının 'olduğunu'.
çünkü siz zaten etkisi altındasınızdır o yazının en başta.
buraya o kadar çok şey yazasım var ki.
ama karlı bir havada gök mü gürlermiş? gece de şimşek çakmıştı yanılmıyorsam.
orhan veli'nin sıcak ekmeği vardı değil mi?
istesem şu dakka uyuyabilirim.
tıpkı istanbul'da olup istersem bir çok yere gidebileceğim gibi.
seçme özgürlüğü işte. gidiyor muyuz peki?
yooo nerdee?
ben şimdi bu saçma kafa seslerini kasıtlı yazıyorum.
yoksa kastettiğim yazmak bu da değil.
yoksa bu mu lan? doğal yazmaya çalıştım.
neyse can çekişmesin kelimeler.
efendim işte keyifli bir hâl alır kendinizi kaybedersiniz.
imgelerinizle dans edersiniz.
bak gördün mü bir şimşek daha çaktı. yok be yıldırımmış şimşek sesli oluyordu hatırladım.
zorlu hava şartlarına rağmen yazmaya çalışıyorum burda. imgesel bir hava muhalefeti var şu an. kafam çorba oldu.
yazmak deyince benim aklıma tek bir şey geliyor aslında.
her ne olursa olsun görebildiğim bir şey
en güzel kelimelerime saklayabileceğim
hem özgür hem tutsak olduğum
yolculuk başlıyor tut elimden
ben nereye sen oraya
merak etme bırakmam elini
...
böyle devam eder işte.
siz esas şu tanımı okuyun: #1710747
yazmak tam da böyle bir şeydir.
ölçülü bir yaratıcılık.
elbette biliyorsunuz. hepiniz bunun için, başlığı gördüğünüzde o tılsımlı kelimeleri yazmak için buradasınız. lafı gediğine koymak için.
ama yazmak dediysem kastettiğim şu: öyle bir yazmak ki hem büyük bir çaresizlik hem doğal bir yaratıcılık.
yazarken hissedersiniz zaten bilirsiniz o yazının 'olduğunu'.
çünkü siz zaten etkisi altındasınızdır o yazının en başta.
buraya o kadar çok şey yazasım var ki.
ama karlı bir havada gök mü gürlermiş? gece de şimşek çakmıştı yanılmıyorsam.
orhan veli'nin sıcak ekmeği vardı değil mi?
istesem şu dakka uyuyabilirim.
tıpkı istanbul'da olup istersem bir çok yere gidebileceğim gibi.
seçme özgürlüğü işte. gidiyor muyuz peki?
yooo nerdee?
ben şimdi bu saçma kafa seslerini kasıtlı yazıyorum.
yoksa kastettiğim yazmak bu da değil.
yoksa bu mu lan? doğal yazmaya çalıştım.
neyse can çekişmesin kelimeler.
efendim işte keyifli bir hâl alır kendinizi kaybedersiniz.
imgelerinizle dans edersiniz.
bak gördün mü bir şimşek daha çaktı. yok be yıldırımmış şimşek sesli oluyordu hatırladım.
zorlu hava şartlarına rağmen yazmaya çalışıyorum burda. imgesel bir hava muhalefeti var şu an. kafam çorba oldu.
yazmak deyince benim aklıma tek bir şey geliyor aslında.
her ne olursa olsun görebildiğim bir şey
en güzel kelimelerime saklayabileceğim
hem özgür hem tutsak olduğum
yolculuk başlıyor tut elimden
ben nereye sen oraya
merak etme bırakmam elini
...
böyle devam eder işte.
siz esas şu tanımı okuyun: #1710747
yazmak tam da böyle bir şeydir.
ölçülü bir yaratıcılık.
devamını gör...
erkeklerin slip mayo giymesi
tercih etmeyenlere çok kırgınım!!!
fetö zamanı, bilekten 3 parmak yukarı erkek mayoları vardı, güneşlenirken sık sık kusardım. gittikleri, bittikleri günden beri kusmuyorum fakat çevremi keserken keyif de almıyorum...
uzun zamandır deniz dibindeyim, hepi topu üç* adet slip mayo tercih eden adam gördüm.
yangınlar belimizi büktü, turist gelmedi bu sene, ahhhh ingilizler ahhh nerelerdesiniz!!!
araplar semizotu yaprağı misali her yerde bitiyorlar. peştemali bacaklara dolayıp oturuyorlar. habibi, yallah yallah diyorum, bön bön bakıyorlar. habibi hamam filmini mi izledin diye sorasım geliyor, soramıyorum.
ne zaman bitecek bu şekilci ahlakçılık? erkek baldırlarına özellikle kalın erkek baldırlarına hastayım. hele bir de file çorap giyindiklerinde!!!
slip mayo giyinmekten çekinmeyin, zira yiğidin malafatı meydanda olur!
fetö zamanı, bilekten 3 parmak yukarı erkek mayoları vardı, güneşlenirken sık sık kusardım. gittikleri, bittikleri günden beri kusmuyorum fakat çevremi keserken keyif de almıyorum...
uzun zamandır deniz dibindeyim, hepi topu üç* adet slip mayo tercih eden adam gördüm.
yangınlar belimizi büktü, turist gelmedi bu sene, ahhhh ingilizler ahhh nerelerdesiniz!!!
araplar semizotu yaprağı misali her yerde bitiyorlar. peştemali bacaklara dolayıp oturuyorlar. habibi, yallah yallah diyorum, bön bön bakıyorlar. habibi hamam filmini mi izledin diye sorasım geliyor, soramıyorum.
ne zaman bitecek bu şekilci ahlakçılık? erkek baldırlarına özellikle kalın erkek baldırlarına hastayım. hele bir de file çorap giyindiklerinde!!!
slip mayo giyinmekten çekinmeyin, zira yiğidin malafatı meydanda olur!
devamını gör...
ağlamak için sudan sebepler bulmak
camın önüne koyduğum pilavları iki çift kumru yemeyince;” yeaaa bunlarda pilavları yemediler, aç kaldılar yeaaa.” diye sümüğümü çeke çeke iki saat ağlamışlığım var benim. ağlanıyor yani. gözyaşları kalbin arınma şekli.
devamını gör...
sen bilirsin
herkes "sen bilirsin" diyemez.
kolay değildir "sen bilirsin" demek.
ve biri sana "sen bilirsin" diyorsa o senden önce bilmiştir.
git demek gibi bir şeydir "sen bilirsin" demek.
hani git diyemez ya insan bazen.
"sen bilirsin" der işte o zaman.
şimdi bitsin diyorsun ya bana, işte onu da "sen bilirsin" .
bu kadar açıkladım.
bilirsin değil mi artık ?
gidebilirsin, aramayabilirsin, sormayabilirsin. hatta bir daha geri bile dönmeyebilirsin...
hoşça kal.
artık dönsen de benim değilsin, karar senin. "sen bilirsin"
~ahmet batman - soğuk kahve
devamını gör...
kitap alıntıları
"söylendiğine göre, insanların yüzde doksan dokuzu doğdukları anda kendilerini kitleye satarlarmış. oysa zihin insanı ne olursa olsun doğduğu anda kitleyle mücadeleye başlamalıymış, kitleye karşı koymak, onunla baş etmek, sırf bu bile bir zihin insanı olduğunun kanıtıymış. her kim bu kitleye teslim olursa ve bu belli bir noktada gerçekleşirse, bir zihin insanı olarak pes etmiş olurmuş ve artık zihin insanı sayılmazmış." *
"toplum -insan toplumunu kastediyordu- genç insanları dolambaçlı yollara itecek, onları tahrip ve yok edecek şekilde kurulmuş ve çevremize baktığımızda gerçekten de neredeyse sırf böyle dolambaçlı yollara itilmiş, tahrip ve yok edilmiş genç insanlar görürmüşüz. pek az insan gerçekten anne babasına karşı mücadeleye girişir, bu mücadeleyi sonuna kadar götürür, kazanır, öğretmenleriyle mücadele eder, kazanır, toplumla mücadele eder, kazanır ve böylelikle bir zihin insanı olarak her şeyi kazanırmış." *
(bkz: thomas bernhard) - (bkz: ucuzayiyenler (kitap))
"toplum -insan toplumunu kastediyordu- genç insanları dolambaçlı yollara itecek, onları tahrip ve yok edecek şekilde kurulmuş ve çevremize baktığımızda gerçekten de neredeyse sırf böyle dolambaçlı yollara itilmiş, tahrip ve yok edilmiş genç insanlar görürmüşüz. pek az insan gerçekten anne babasına karşı mücadeleye girişir, bu mücadeleyi sonuna kadar götürür, kazanır, öğretmenleriyle mücadele eder, kazanır, toplumla mücadele eder, kazanır ve böylelikle bir zihin insanı olarak her şeyi kazanırmış." *
(bkz: thomas bernhard) - (bkz: ucuzayiyenler (kitap))
devamını gör...
bir şehri tanımanın en iyi yolu
o şehrin insanlarının sokak hayvanlarına davranış şekillerini dikkate almak oldukça etkilidir.
devamını gör...
10 nisan 2021 yurtta barınma için yenilenen şartlar
“muhalif olana su bile yok” anlamına gelen şartlardır. bu baskılar yalnızca gençleri daha da öfkelendirir ve radikalleştirir.
devamını gör...
babaya mektup
her cümlesi öfke barındırıyor gibi gözükse de büyük bir hüzünle yazılmış mektup. üstelik hayatın bir oyunu gibi alıcısıyla hiç buluşmamış bir mektup. bir koşu yarışından çıkmış ve o yarışı ikincilikle bitirmiş gibi, köşede kalmış, birinciyi ve onunla ilgilenenleri o köşeden izlemiş gibi bir mektup.
ben bu kitabı bireyin gelişiminde aile faktörünün ne kadar önemli olduğuna kısaca değinerek incelemek istiyorum. daha sonrasında kendi duygularıma ve kitabı okurkenki düşüncelerime de yer vereceğim elbette, pek bir şey hissedemesem de.
çocuklar ebeveynlerinin ilgisine ve gösterdikleri sevgisine muhtaçtır. hissettirilmeyen sevgi, ebeveynin sırf sert duruşuna zeval gelmesin diye çocuğunun başını bile okşamaması sevgi değildir çocukların gözünde. şu an azalsa da eskiden türk aile babası modeli genelde budur. hatta bir büyüğümden şu sözü duyduğumu hatırlıyorum ''babam başımı okşamazdı ama gece gelip üzerimi örttüğünü gördüm, seviyordu beni. sadece göstermiyordu.'' peki çocuk yarı uykuluyken değil de mutluyken, oyun oynuyorken mesela, başı okşansaydı ne olurdu ki? o ebeveynine daha çok bağlanırdı belki, daha güvende hissederdi. seni seviyorum demek ve o şekilde hareket etmek neden bu kadar zordu?
franz kafka'nın babasıyla arasında bir güç gösterisi var. babası normal hayatında da otoriter bir kişilik. kendisi birçok zorluklardan geçtiği için çocuğunun karşılaştığı bir zorlukta ''bu ne ki?'' diyebilecek bir baba. bu yüzden çocuğunu yetersiz ve güçsüz gören biri. kafka ise her şeyin ölçütü olarak babasını gören, onun mükemmel gücü ve başarısı karşısında oldukça güçsüz, başarısız ve en önemlisi güvensiz hisseden bir çocuk. öyle ki bu yetersizliği ve güvensizliği hayatı boyunca devam etmiş bir birey.
kafka'nın babasına karşı kızgın ve üzgün olması, babasını ne kadar sevdiğinin bir göstergesiydi benim için. mektuptaki duygular geçse de babasına duyduğu hayranlık pek geçmedi bana. hiç yaşamadığım bir duyguyu bir mektubun geçirmesini beklemek haksızlık olurdu sanırım.
''beni çileden çıkaran şeyin seni etkilemesi gerekmez artık ya da tersi, senin için masumiyet olan benim için suç sayılabilir ya da tersi; sende sonuçsuz kalan şey beni mezara götürebilir.''
ben bu kitabı bireyin gelişiminde aile faktörünün ne kadar önemli olduğuna kısaca değinerek incelemek istiyorum. daha sonrasında kendi duygularıma ve kitabı okurkenki düşüncelerime de yer vereceğim elbette, pek bir şey hissedemesem de.
çocuklar ebeveynlerinin ilgisine ve gösterdikleri sevgisine muhtaçtır. hissettirilmeyen sevgi, ebeveynin sırf sert duruşuna zeval gelmesin diye çocuğunun başını bile okşamaması sevgi değildir çocukların gözünde. şu an azalsa da eskiden türk aile babası modeli genelde budur. hatta bir büyüğümden şu sözü duyduğumu hatırlıyorum ''babam başımı okşamazdı ama gece gelip üzerimi örttüğünü gördüm, seviyordu beni. sadece göstermiyordu.'' peki çocuk yarı uykuluyken değil de mutluyken, oyun oynuyorken mesela, başı okşansaydı ne olurdu ki? o ebeveynine daha çok bağlanırdı belki, daha güvende hissederdi. seni seviyorum demek ve o şekilde hareket etmek neden bu kadar zordu?
franz kafka'nın babasıyla arasında bir güç gösterisi var. babası normal hayatında da otoriter bir kişilik. kendisi birçok zorluklardan geçtiği için çocuğunun karşılaştığı bir zorlukta ''bu ne ki?'' diyebilecek bir baba. bu yüzden çocuğunu yetersiz ve güçsüz gören biri. kafka ise her şeyin ölçütü olarak babasını gören, onun mükemmel gücü ve başarısı karşısında oldukça güçsüz, başarısız ve en önemlisi güvensiz hisseden bir çocuk. öyle ki bu yetersizliği ve güvensizliği hayatı boyunca devam etmiş bir birey.
kafka'nın babasına karşı kızgın ve üzgün olması, babasını ne kadar sevdiğinin bir göstergesiydi benim için. mektuptaki duygular geçse de babasına duyduğu hayranlık pek geçmedi bana. hiç yaşamadığım bir duyguyu bir mektubun geçirmesini beklemek haksızlık olurdu sanırım.
''beni çileden çıkaran şeyin seni etkilemesi gerekmez artık ya da tersi, senin için masumiyet olan benim için suç sayılabilir ya da tersi; sende sonuçsuz kalan şey beni mezara götürebilir.''
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
biliyorum yaşıtlarım kırgın hayata, insanlara. küskünler, mesafeliler. korkuyorlar. tekrar incinmekten, tekrar bağlanmaktan. ne insanlar ne hayatlar görmüşler. yahut yakın dostları var, sevgilileri eşleri var. yeni insana ihtiyaçları yok gibi. lakin... izin verin, izin verin de gireyim kalbinize. ben indirmişim duvarlarımı. incinmek göze aldığım. sonunda olacaksa da olsun dediğim. sona bakmam ki ben zaten süreç daha önemlidir sadece sonuna niye bakayım? korkmuyorum... ne kırılmaktan ne de kırmaktan. sonucu o kadar düşünmüyorum. hayat denen yolculuğun sonunda ölüm var bilirim. yaşarım, yaşarım ve yaşarken kendime yoldaşlar ararım. açın kalbinize de gireyim. açın... zarar etmem kardeşim. en fazla arada bir soğuk davranırım. o da kendimi koruma mekanizmasıyla karışık yalnız kalma isteğimdir. alışkanlıktır, kişiye özel değildir ki. biliyorum kırgınsın soğumuşsun insandan yüz verince binmişler tepene. ben binmem. niye bineyim yahu? yaşayan ölecek bir homo sapiensim nefesim 3 dk gitse ölürüm. kime üstünlük taslayayım? rab önünde eşitim kendimi niye üstün göreyim? hayatımdakileri olabildiğince kırmamak için ekstra çaba sarfederim ama bazen akışına bırakırım kırabilirim bu sebeple. lakin bu ego tatmini, muhatabımdan kendimi üstün tutma arzusu değildir. bu ayak uydurmadır. ben pek insanlarla anlaşamam lakin anlaşırsam severim. çünkü zaten az bulunur benim için. zaten anlaşamazsam soğuk yapar kaçarım. yalnız kalmak sadece insanlarla diyaloğa geçmemek değil geçeni de kendinden soğutmaktır. ve ben bu konuda istersem fazlasıyla iyiyim.
zamanında kendimi insanlara kapatmışken siz sosyalleştiniz... hayal kırıklıklıkları, güven sarsılması... belki tahmin bile edemeyeyeceğim şeyler yaşadiniz. ben bunları arkadaş çevremden o kadar hissetmedim belki de.
ne diyordum? aç kalbini bana dostum. izin ver gireyim. hayatında insan çoktur bana yer yok mudur? kay az köşeye beni de al içeri. ne üstünlüktür çabam ne görünür menfaat. anlamaktır amacım bir de anlatmak. zaten bu yetmez mi? yeter... fazlasına ne hacet?
zamanında kendimi insanlara kapatmışken siz sosyalleştiniz... hayal kırıklıklıkları, güven sarsılması... belki tahmin bile edemeyeyeceğim şeyler yaşadiniz. ben bunları arkadaş çevremden o kadar hissetmedim belki de.
ne diyordum? aç kalbini bana dostum. izin ver gireyim. hayatında insan çoktur bana yer yok mudur? kay az köşeye beni de al içeri. ne üstünlüktür çabam ne görünür menfaat. anlamaktır amacım bir de anlatmak. zaten bu yetmez mi? yeter... fazlasına ne hacet?
devamını gör...
matematik
türk öğrencilerinin başının belası olan bir derstir. aslında tüm sorun matematiği sadece geçilmesi gereken "bir ders" olarak görmeleridir. o olmadan hayatın olmayacağını, fiziğin, kimyanın, biyolojinin çaresiz kalacağını bilmezler. bu bilimler matematiksiz bir adım atamazlar, onu bilmezsen nasıl hesap yapabileceksin ki?
aslında kabahatın büyüğü öğrencide değil maalesef matematiği sadece formül ve sayılardan oluştuğuna inanan eğitim sistemimizdedir. öğretmenlerde bu sisteme bağlı oldukları için nasıl gördülerse ve kendilerinden nasıl öğretmeleri isteniyorsa o şekilde öğrencilere öğretmeye kalkarlar ve sonuç üniversite imtihanlarında yüzbinlerce öğrenci tarafından çözülemeyen dört işlem öncelik sıralı 9 : 3 x (7+2) sorusu, herkes kendi bildiği şekilde çözer.
matematikte formüller öğrencilere dayatılır, oysa ki her formülün geldiği bir yer vardır, onu öğretmeye çalışsalar belki de sonuç böyle olmayacak, gauss formülünü terim sayısı çarpı terim sayısının bir fazlasını yarıya böl şeklinde ezberletir dururlar. oysa ki şurada olduğu gibi öğrencilere öğretmek işlerine gelmez. sinüsü karşı dik kenar bölü hipotenüs derler, birim çemberi anlatmazlar.
öğrenciler üniversite imtihanında matematikten kaçmak için hukuk okumak isterler. eşit ağırlık (ea) puanı ile alan bölümde matematik gene karşılarına çıkar, sadece türkçe yapmak yetmez, mutlaka matematiği yapmak hem de iyi yapmak zorundadırlar.
sınava hazırlanırken "ben matematiği ne yapacağım, ileride markete gidince iki kilo integral, 3 adet türev mi alacağım" diye durumun ciddiyetini kavramazlar. oysa,bilmez ki ileride mühendis olduğunda hesap kitap yaparken türevsiz, integralsiz adam atamayacak.
veliler, çocukları bu dersten zayıf aldıkça çocuklarına hakeret ederler, sanki kendileri bu işin zamanında profesörüymüş gibi. suçlu hep matematiktir zaten ne gerek var ki ona?
aslında kabahatın büyüğü öğrencide değil maalesef matematiği sadece formül ve sayılardan oluştuğuna inanan eğitim sistemimizdedir. öğretmenlerde bu sisteme bağlı oldukları için nasıl gördülerse ve kendilerinden nasıl öğretmeleri isteniyorsa o şekilde öğrencilere öğretmeye kalkarlar ve sonuç üniversite imtihanlarında yüzbinlerce öğrenci tarafından çözülemeyen dört işlem öncelik sıralı 9 : 3 x (7+2) sorusu, herkes kendi bildiği şekilde çözer.
matematikte formüller öğrencilere dayatılır, oysa ki her formülün geldiği bir yer vardır, onu öğretmeye çalışsalar belki de sonuç böyle olmayacak, gauss formülünü terim sayısı çarpı terim sayısının bir fazlasını yarıya böl şeklinde ezberletir dururlar. oysa ki şurada olduğu gibi öğrencilere öğretmek işlerine gelmez. sinüsü karşı dik kenar bölü hipotenüs derler, birim çemberi anlatmazlar.
öğrenciler üniversite imtihanında matematikten kaçmak için hukuk okumak isterler. eşit ağırlık (ea) puanı ile alan bölümde matematik gene karşılarına çıkar, sadece türkçe yapmak yetmez, mutlaka matematiği yapmak hem de iyi yapmak zorundadırlar.
sınava hazırlanırken "ben matematiği ne yapacağım, ileride markete gidince iki kilo integral, 3 adet türev mi alacağım" diye durumun ciddiyetini kavramazlar. oysa,bilmez ki ileride mühendis olduğunda hesap kitap yaparken türevsiz, integralsiz adam atamayacak.
veliler, çocukları bu dersten zayıf aldıkça çocuklarına hakeret ederler, sanki kendileri bu işin zamanında profesörüymüş gibi. suçlu hep matematiktir zaten ne gerek var ki ona?
devamını gör...
normal sözlük'te çıkacak ilk tartışma
ben bu nicki bilerek aldim kesin eski sozlukten biri beni bulur ve bulassin diye. kan, kaos, vahset istiyorum anliyor musun?
muhtemelen fanatigi oldugumuz konulardan birinden cikacaktir konular ise su sekilde siralanir.
-ataturk, cumhuriyet - osmanli devleti veya din
-akp- chp gibi siyasi olan veya comar vs gibi otekilestirmeler
-kızlar - erkekler
ufak bahis olarak ise baska sozlukten gelip ortaligi katmak isteyenler! malum sinek kucuktur ama mide bulandirir.
muhtemelen fanatigi oldugumuz konulardan birinden cikacaktir konular ise su sekilde siralanir.
-ataturk, cumhuriyet - osmanli devleti veya din
-akp- chp gibi siyasi olan veya comar vs gibi otekilestirmeler
-kızlar - erkekler
ufak bahis olarak ise baska sozlukten gelip ortaligi katmak isteyenler! malum sinek kucuktur ama mide bulandirir.
devamını gör...
google akademik
asıl adı google scholar olan, aranılan alanlardaki akademik yazıların yani makalelerin bulunabileceği arama motoru.
devamını gör...
john steinbeck
makineleşmeyle birlikte sermayenin üretim araçlarını tekelleştirmesinin sonuçlarını anlamak isteyenlerin okuması gereken bir yazar. bireysel üretim modelinin yok olmasını, insanların doğaya ve kendisine yabancılaşmasını, her şeyin piyasa için olduğu bir dünyayı muhteşem bir dille ve imgelemle anlatan yazar. gazap üzümleri okuduğum zaman kapitalizmin insan üzerinde yarattığı çaresizliği ve çelişkiyi çok daha iyi anlayabilmiştim.
devamını gör...
drop it on me
ricky martin'in güzel şarkılarından biri.
devamını gör...
cumhuriyet tarihinin en düşük nüfus artış oranı
eğitim ve farkındalığın yüksek olmasındandır.insanlar gelecek sunamadıkları çocuklar dünyaya getirmek istemiyorlar. bakabildikleri kadar veya kaliteli yaşam sunabilecekler mi daha çok ona bakıyorlar bence.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
çocukken girilmesi yasak salona gizlice dalıp o sahte kristallerin duvarlarda renklere dağılmasını çocuk ellerimle yakalamaya çalışırken ki his işte.
devamını gör...


