kımıl zararlısı
böceğinin bitkilere verdiği zarardan başka, insana, dünyaya, tabiata, hayvana zarar verenler için de kullanılan söz.
devamını gör...
çaresizliği anlatan en iyi cümle
bana göre "zaman her şeyin ilacıdır." cümlesidir.
bir çaremiz olsa işi zamana bırakmaz kendimiz hallederdik öyle değil mi?
bir çaremiz olsa işi zamana bırakmaz kendimiz hallederdik öyle değil mi?
devamını gör...
tüm beğenilerini geri çeken yazar
az önce bu olaya rastlamamı sağlamış olan yazarın eylemi. ismini vermeyeceğim malumunuz, şahsi bir mevzu için kimseyi ulu orta şikayet etmeyi lüzum görmüyorum.
ancak, her ne kadar yazdığım tanımların direkt beğenilmemesine takılmasam da, önceden verilen beğenilerin geri çekilmesini oldukça kalp kırıcı buluyorum. hele ki, bu eylem aynı zamanda sevdiğiniz bir yazar tarafından yapılıyorsa. biliyorum içinizden bazıları "derdini seveyim" diyor şu anda bana. ancak burada başka bir olay daha var ki; o da bu eylemi gerçekleştiren yazarın diğer görüşlere kapalı olduğunu görmektir. en çok da bu noktaya takılıyorum doğrusu.
elbette kimse herkesin her tanımını beğenmek mecburiyetinde değil, ancak diğer beğenilerin geri çekilmesinin hakkaniyetsiz ve kalp kırıcı olduğunu düşünmekteyim.
yeri geldiğinde en sevmediğim şeriatçı, aşırı solcu ve aşırı sağcı yazarlara bile oy veren biri olarak, ben bu tür olayları pek anlamlandıramıyorum doğrusu...
ancak, her ne kadar yazdığım tanımların direkt beğenilmemesine takılmasam da, önceden verilen beğenilerin geri çekilmesini oldukça kalp kırıcı buluyorum. hele ki, bu eylem aynı zamanda sevdiğiniz bir yazar tarafından yapılıyorsa. biliyorum içinizden bazıları "derdini seveyim" diyor şu anda bana. ancak burada başka bir olay daha var ki; o da bu eylemi gerçekleştiren yazarın diğer görüşlere kapalı olduğunu görmektir. en çok da bu noktaya takılıyorum doğrusu.
elbette kimse herkesin her tanımını beğenmek mecburiyetinde değil, ancak diğer beğenilerin geri çekilmesinin hakkaniyetsiz ve kalp kırıcı olduğunu düşünmekteyim.
yeri geldiğinde en sevmediğim şeriatçı, aşırı solcu ve aşırı sağcı yazarlara bile oy veren biri olarak, ben bu tür olayları pek anlamlandıramıyorum doğrusu...
devamını gör...
telefonu yüzüne düşürmek
ve ardından burnum kırıldı mı diye kontrol etmek.
devamını gör...
barok
"san luigi dei francesi'nin contarelli şapeli'ne girer girmez, görmek istediğim tek şeyi düşünüyordum. caravaggio'nun onlarca keşfedilmemiş tablosunun, bir kilisenin duvarında asılı olduğunu düşündükçe, caravaggio hastalığına yakalanmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu fark ettim. sonra onu gördüm. aziz matta'nın çağrısı'nı. hemen ardından heyecanlanma ve mide bulantısı eşlik etti bana. buna stendhal sendromu diyorlardı…"
caravaggio, rubens, rembrandt… yaptıkları eserler, ışık-gölge oyunları, azizler ve diğer dini semboller…
her sanat akımının yeri ve beğeni kitlesi, diğerlerine oranla farklılık gösterir. her akımın, sanat tarihçilerinin gözünde yeri ayrıdır elbette. amma velakin, bir sanat akımı vardır ki, bu sanat akımı, diğerlerinden de ayrı bir statüde, ayrı bir ölçütte yer alır.
ayrı değerlendirilmesinin nedenleri ise, bu sanat akımının yükseldiği dönemdeki politik olaylar ve bu sanat akımına katkıda bulunan ressamların başlarının sürekli derde girmesi sayılabilir kuşkusuz. tüm bunlar, bu sanat akımının en ünlü ressamlarından birinin tablolarından bir tanesinin, bir kilisenin şapelinde asılı vaziyette keşfedilmeyi beklediği hayalini de, biz sanat tarihçilerine kurduruyor.
anlatmak istediğim bu döneme başlamadan hemen önce, bu döneme olan ilgimi arttıran bir kitabı anlatarak başlamak istediğimi fark ediyorum. yıllar önce, lise öğretmenim benim sanata ve sanatın getirisi olan gizemlere kafayı taktığımı fark etmiş olsa gerek, yanıma gelip bir kitap vermişti. "caravaggio'nun kayıp tablosu" idi kitabın ismi.
kitabın yarısından fazlasını okuduğum halde, sınav dönemim yüzünden bir hafta sonunda kitabı elimde bitmemiş halde görünce, çok zaman geçirdiğimi fark edip ayıp olmaması adına öğretmenime geri götürmüştüm.
sonra da kitabı tamamlamak adına aramaya koyuldum. bulamadım. hiçbir yerde yoktu.
her yeri aradım, istanbul'da ne kadar sahaf varsa aradım, bulamadım. derken, caravaggio hastalığına yakalanmıştım. ışık-gölge kullanımına, işlediği dini hikayelere, yaşadığı hayata öylesine tutkuyla ilgi duymaya başladım ki, kendimi bir anda sanat tarihçisi olarak buldum. daha sonrasında ise bir insanın başına gelebilecek en güzel şey başıma geldi; üniversiteye başladığım ilk gün gittiğim bir sahafın arka raflarından birinde, bir caravaggio tablosu bulan sanat tarihçisi edasıyla gördüm kitabı, aldım, okudum ve kendimi tamamlanmış hissettim.
şimdi de bu dönemi anlatmanın zamanı geldi. başlıyoruz!
avrupa'nın 17. yüzyılı, geçmiş yüzyılları aratmayan biçimde devam ediyordu. yine siyasi liderler, kişisel servetleriyle gösteriş yapma meraklarını en üst seviyeye arşınlamışlardı. mücevherler, altın iplikten yapılma halılar, incelik gerektiren mimari yapılarla gündeme geliyorlardı.
bunlar olup biterken, newton ve galileo gibi bilim insanları da bilim konusunda avrupa'yı sırtlamaya çalışıyor ve daha yükseğe çıkarmaya çalışıyorlardı. tüm bunlar olurken, luther ve calvin öncülüğünde yapılan reformlar sayesinde batı kilisesi ikiye bölünmüş bir hale gelmişti. daha sonrasında ise, roma kilisesi, bu reforma bir karşı reform hareketi oluşturdu ve bunun propagandasını da; resimler, mimari yapılar gibi ilgi çekici ve farklı bir atmosfer oluşturan şeyler ile yapmaya başladı. rönesans ve barok üslubu arasındaki kısa süren geçiş üslubunun adı "maniyerizm" idi.
amaç, farklı bir atmosfer hazırlayıp, yeni bir dini coşku hissedilmesini sağlayacak görsellerin kilise içerisinde kullanılması idi.
barok kelimesi, bilindiği üzere portekizce'de "kırık, yamuk, şekilsiz inci" anlamına geliyordu. kendisinden sonraki dönemin eleştirmenleri, bu dönem barok kelimesi ile anılmaya başlandığında, bu dönemin ismini de koymuş oldular.
barok dönemini kısaca anlatmak gerekse idi, çok detaylı süslemeler, karmaşık bir tasarım, renk-ışık ve gölge kullanımı diyebilirdik.
peki ya barok'un ana vatanı neresi?
rönesans'ın parladığı, medici ailesi sayesinde sanatın çok yüksek kısımlara ulaştığı floransa dediğinizi duyar gibiyim. ne, yoksa venedik rönesansı'nın ortalığı silip süpürdüğü, giorgine, bellini gibi insanların çıkış yeri olan venedik mi? hayır. ikisi de değil. yüksek rönesans'ın altın şehri roma…
niçin roma olduğuna değinecek olur isek, bunun altında çok temel bir neden yatıyor. avrupa'nın, aslında daha çok italya'nın çeşitli bölgelerinden ressamlar, rafaello ve michelangelo'nun eserlerini incelemek ve onlar gibi çalışmak üzere, 17. yüzyıl başlarında roma'ya akın etmeye başlamışlardı… klasik antik dönem ve yüksek rönesans'a olan ilgileri sayesinde bir araya gelen bu ressamlar, bu dönem karmaşası içerisinde kiliselerde şapel süslemelerine başlamış ve ülkelerine geri döndükçe de barok döneminin üslubunu avrupa'da yaygınlaştırmaya başlamışlardı.
gelelim kuzey italya'lı caravaggıo'ya!
caravaggio da, barok döneminin en çarpıcı ressamlarından biridir kuşkusuz. onu bu kadar yükselten neydi diye düşünüyor olabilirsiniz. diğerlerinin arasından bu denli sağlam adımlarla sıyrılmasının sebebi, kendinden önceki büyük ustalardan birinin bir tekniğini geliştirmesi sayılabilir. leonardo da vinci, bir yüzyıl önce chjaroscuro isminde tuhaf bir şey yaratmıştı. bu, ışık-gölge karşıtlığı olarak işlev gören bir teknik idi.
caravaggio ise, bu tekniği alıp bir güzel geliştirmiş ve ışık-gölge kullanımı sayesinde, yaptığı tabloları ile çok farklı bir sandalyeye oturmuştu. barok dönemin kadın ressamlarından olan artemisia gentilleschi'nin de esin kaynağı idi kuşkusuz. caravaggio da, döneminin ressamları gibi kutsal kitabın hikayelerini konu alan tablolar yaptıkça, ışık-gölge kullanımı sayesinde barok dönemin dönemin popüler bir hale gelmesinde öncü sayılacak bir isim.
ama kendi yüzyılında onu farklı yapan, dini tasvirlerde kullandığı erkek fahişeler, tanrısal olayları roma'da sıradan bir insanın hayatı gibi göstermesi gibi doğalcı tutumunun getirdiği saldırgan tavırlar; onu çağdaşları arasında bir şeytana dönüştürmüş olsa gerek ki, kilise, caravaggio'nun matta şapeli için yaptığı resmi geri çevirecek kadar caravaggio'yu "persona non grata", yani "istenmeyen adam" ilan ettiler.
bize göre yaptığı resim çok cesur olsa da, kiliseye göre o zamanlar bu çok aşağılayıcıdır. zira, emiş matta'yı canlandıracak figür, halkın içerisinden çıkan dinç bir yaşlı adam olamaz, bu kabul edilemez bir olaydır.
onu gerçekten farklı kılan diğer bir özelliği ise, ışığı oldukça gösterişli bir şekilde dramatize ederek kullanmasından kaynaklanır.
caravaggio, başroldeki figürleri ışıkla vurgulayarak onları gösterişli kılan ve aynı zamanda onlara ilahi bir etki yükleyen ilk ressamlardan biridir.
caravaggio'nun sonu da aslında bir efsaneye göre onu sanat şehidi kılabilir. zira, kendisi bir kavga esnasında bir adamı bıçaklar, polisten kaçarak malta'ya ve sicilya'ya gider. yolda geçtiği yerleri yapıtlarında da anlayabiliriz. napol'de acımanın yedi yapıtı, malta'da la valetta'daki s.giovanni kilisesi için vaftizci yahya'nın başının kesilmesi, sicilya'da sepultura di s.lucia, messina kenti için de çobanların bağlılık sunuşunu yapar. ölümünden önce bilinen son yapıtları bunlardır.
hah, nerede kalmıştık? "sanat şehidi" kavramında. bir efsaneye göre, kendisi roma'ya geri dönerken, üzerinde çalıştığı son resminin (ki bu resim birçok efsaneye göre çalınmış durumda) boyalarından zehirlenerek öldüğü.
ama bu efsanenin yanı sıra, ölümü roma'da ölüm kaydına malarya, yani sıtma olarak geçmişti.
bir caravaggio yapıtı incelemeye ne dersiniz?
bu tablonun ismi, aziz paul'ün hristiyan oluşu.
resmin büyük kısmını atın kapladığı kuşkusuz. atın kaslı vücudunu tanımlayan güçlü ışıklandırma ile çok görkemli gözüktüğü de öyle. resimde, bu örnekte gözüktüğü gibi, beklenmedik bir kompozisyon, resmin konumu ile anlam kazanır. cerasi şapeli'nin girişinde yer alan bu resme ancak belli bir açıdan bakılabiliyor.
toynak ve seyisin eline bakar isek, sahnede dramatize edilen kurgu, belirsizlik hissinin kullanılması ile artmış, kompozisyonun merkezinde bulunan toynak sanki aziz paul'ü yerle bir edecekmiş gibi havaya kalkmış ve dikkati buraya verecek şekilde aydınlatılmıştır. ayrıca, seyis, olası bir kazayı önlemek için dizginleri sıkıca tutan ellerini de ışığa kaptırmış gibi!
aziz paul'ün yüzü… atından henüz düşen ana figür aziz paul, burada en az dikkat çeken figür gibi. yaşadığı şokun etkisini bize kollarını havaya kaldırarak göstermiş. tuhaf biçimde yatan paul'ü, sanki ilahi ışık kör etmiş gibidir. saul'ün hristiyanlık'a geçtiği andır bu. olayın kutsallığı, paul'ün kapalı gözleri, ifade yüklü jestiyle ve altın rengi ışıkla, bize o anı hissettirebilmeyi başarabilmiş caravaggio.
son olarak, pelerin ve kılıç… azizin, o ana kadarki yaşamını ifade eden romalı saldırgan bir asker olan saul, birçok hristiyan'ı öldüren kanlı bir savaşçı iken, ilahi bir sesin "saul, bana neden kıyıyorsun?" demesi sonrası hristiyan kilisesi'nin kurucusu aziz paul olarak anılmaya başlanmıştır. pelerin, hristiyanlık'ta ikonik değeri olan, bebek isa'nın sarıldığı örtüyü; hemen yanındaki at karşısında paul'ün aciz duruşu ve kolları ise ruhani bir yeniden doğuşu simgeler.
karanlıktan gelen ışığıyla bizleri aydınlatan caravaggio ve barok sanatına katkısını az çok anladık.
ama barok en çok roma'da mı seviliyordu? hayır. cevabı, kesinlikle hayır.
roma'dan fırlayan barok akımı, hollanda'yı da etkisi altına almaya girişiyor. biz bu döneme, "hollanda'nın altın çağı" diyoruz.
hollanda cumhuriyeti, münster antlaşması sonrası bağımsızlık elde etmişti. katolik hükümdarlardan bir an önce kurtulmaya can atan flemenkler, seçim yolu ile başa getirdikleri askerler, tüccarlar ve belirlenen diğer vatandaşlar ile bir hükümet kurdular. bu hükümet, onları 17. yüzyılın en zengin ülkesi konumuna getirdi. cumhuriyetin başarısı genel olarak denizcilik ve dış ticarete dayanıyor idi, bu dönemin şartları göz önünde bulundurulur ise, burjuvazinin istekleri doğrultusunda, sanat ilgi duyulmaya ve talep edilmeye başlanmıştı.
ama bu istekler, kilise ve soyluların yerini alan orta sınıftan ısmarlandığı için, zevkler roma'ya oranla çok daha farklı idi. hollanda'da portre, natürmort, ev içi hayatı, ibadet ve diğer kutsal kitap imgelerinden daha popüler bir hale ulaşmış ve tercih edilir bir vaziyet kazanmıştı.
yeni ve özgür yaşam isteği karşısında gerek pagan gerek ise hristiyan mitlerinin anlamını yitirdiği dönemde, rembrant, tek başına dinin bayrağını taşıyan bir azize benzetilebilir. bu durumu, gerçeği şiirleştiren vermeer için de geçerlidir kuşkusuz.
kuşkusuz ki, hollandalı ressamların arasından, italyanların arasından sıyrılmış caravaggio kadar keskin bir ressam yok. bunun nedeni, hollanda'nın altın çağındaki ressamların hepsinin, rönesans italya'sı kadar ustalar ile dolu olmasıdır.
biz, bugünlük içlerinden kura çeker gibi yaparak, benim, onların arasından evladım gibi ayırdığım rembrandt'ı kısaca tanıyacağız.
yapıtlarında yalnızca hollanda'ya özgü öğelere yer vermeyen rembrandt, insanın tanrı ve sonsuzluk karşısındaki yalnızlığını içten bir şekilde düşünmüş, altın rengi ışığını, siyah-kahverengi gölgeleri ile harmanlamış, daha önce kimsenin yapamadığı kadar şahane bir görüntü ortaya çıkarmıştır.
hayatı şanssızlıklarla geçmiş olsa da, en büyük şansı, eserlerinde taklit edilemeyecek bir saygınlığa ulaşabilmesidir.
1606 yılında, leyden'de bir değirmencinin oğlu olarak doğan bu usta, pieter lastman'ın öğrencisi olmuş, hollanda'da bir anda inanılmaz şekilde yükselmiş, onlarca harika tablo yapmış, tüm bunlar olurken eşiyle birlikte onlarca kez kilise ile başını derde sokmuş ve 1669 yılında hayat gözlerini yummuştur.
birlikte bir rembrandt tablosu incelemeye ne dersiniz?
rembradnt denildiği zaman, onu bilen herkesin aklına gelen ilk tablo şüphesiz ki gece devriyesi'dir.
1642 yılında rembradnt kariyerinin zirvesinde iken yapılan bu tablo, gece devriyesi olarak bilinmesine rağmen, gerçek ismi yüzbaşı frans bagging cocq ve teğmen willem van ruytenburch'ün bölüğü'dür.
kırmızı kuşaklı, siyah kıyafetli olan yüzbaşı frans, hemen yanında ona eşlik eden ise teğmen willem'dir.
biraz da detaylara göz atalım!
silah dolduran adam… hollanda cumhuriyeti'nde muhafızlar, taşıdıkları silahlarla tanınırlardı. milis içerisinde, arkebüz olarak bilinen bu uzun namlulu silahı taşıyanlar, arkebüzcülerdi.
rembrandt'ın kendi portesi… resmin sol alt köşesine imzasını atması bir kenara dursun, kompozisyonun gerisinde kalan mızraklı askerlerin arkasına kendi portresini de koymuştur. iri burnu ile bizlere adeta göz kırpar!
van ruytenburch'un teğmen olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. çünkü yanında partisan, yani ucunda düz bir demir bıçağı olan silah taşımakta ve yüzbaşından emir almaktadır.
yüzbaşı frans'ın arkasında çömelen, silahını henüz ateşlememiş muhafızın başına dikkat kesilelim! meşe yapraklı amblemi gördünüz mü? bu, arkebüzcülerin geleneksel simgesi olup amsterdam'a çakılan ufak bir selamdır!
yüzbaşının solunda, beklenmedik bir şekilde, altına bürünen kızın dikkatinizi çektiğinin farkındayım. o da birliğin maskotu rolünü üstlenmiştir. belindeki kemerde ölü bir kuş vardır. milislerin armaları, tavuk pençesi olduğuna göre, bu küçük kızımızın yaptığı gönderme, aslında eli silah tutan askerlerden daha acımasızdır.
hollanda resmine de kısaca göz attıktan sonra, son olarak, barok sanat hakkında verdiğim ufak çaplı bilgiler, kısaca anlattığım iki büyük ressam ile, gölge ve ışığın kullanımının, yarattığı ilahi ambians bir yana dursun, ufak bir kilise eleştirisi ile başlayan sürecin büyüyerek, adeta kelebek etkisi ile kocaman bir sanat akımı başlattığına şahit olduk.
bizim zamanımızdaki politik çatışmalar, kavgalar, gürültüler de acaba pozitif tarafımızı görmemizi sağlayacağımız şekilde, yeni bir sanat akımı ortaya çıkartır mı diye düşünmeden edemiyorum.
her ne olursa olsun, kötü olan her şey, yanında mutlaka iyiyi de getirir. umarım bize de barok kadar asil bir akım gelir!
caravaggio'nun fırçası kadar yaratıcı, rembrandt'ın sanat şöhreti kadar temiz kalmanız dileğiyle.
caravaggio, rubens, rembrandt… yaptıkları eserler, ışık-gölge oyunları, azizler ve diğer dini semboller…
her sanat akımının yeri ve beğeni kitlesi, diğerlerine oranla farklılık gösterir. her akımın, sanat tarihçilerinin gözünde yeri ayrıdır elbette. amma velakin, bir sanat akımı vardır ki, bu sanat akımı, diğerlerinden de ayrı bir statüde, ayrı bir ölçütte yer alır.
ayrı değerlendirilmesinin nedenleri ise, bu sanat akımının yükseldiği dönemdeki politik olaylar ve bu sanat akımına katkıda bulunan ressamların başlarının sürekli derde girmesi sayılabilir kuşkusuz. tüm bunlar, bu sanat akımının en ünlü ressamlarından birinin tablolarından bir tanesinin, bir kilisenin şapelinde asılı vaziyette keşfedilmeyi beklediği hayalini de, biz sanat tarihçilerine kurduruyor.
anlatmak istediğim bu döneme başlamadan hemen önce, bu döneme olan ilgimi arttıran bir kitabı anlatarak başlamak istediğimi fark ediyorum. yıllar önce, lise öğretmenim benim sanata ve sanatın getirisi olan gizemlere kafayı taktığımı fark etmiş olsa gerek, yanıma gelip bir kitap vermişti. "caravaggio'nun kayıp tablosu" idi kitabın ismi.
kitabın yarısından fazlasını okuduğum halde, sınav dönemim yüzünden bir hafta sonunda kitabı elimde bitmemiş halde görünce, çok zaman geçirdiğimi fark edip ayıp olmaması adına öğretmenime geri götürmüştüm.
sonra da kitabı tamamlamak adına aramaya koyuldum. bulamadım. hiçbir yerde yoktu.
her yeri aradım, istanbul'da ne kadar sahaf varsa aradım, bulamadım. derken, caravaggio hastalığına yakalanmıştım. ışık-gölge kullanımına, işlediği dini hikayelere, yaşadığı hayata öylesine tutkuyla ilgi duymaya başladım ki, kendimi bir anda sanat tarihçisi olarak buldum. daha sonrasında ise bir insanın başına gelebilecek en güzel şey başıma geldi; üniversiteye başladığım ilk gün gittiğim bir sahafın arka raflarından birinde, bir caravaggio tablosu bulan sanat tarihçisi edasıyla gördüm kitabı, aldım, okudum ve kendimi tamamlanmış hissettim.
şimdi de bu dönemi anlatmanın zamanı geldi. başlıyoruz!
avrupa'nın 17. yüzyılı, geçmiş yüzyılları aratmayan biçimde devam ediyordu. yine siyasi liderler, kişisel servetleriyle gösteriş yapma meraklarını en üst seviyeye arşınlamışlardı. mücevherler, altın iplikten yapılma halılar, incelik gerektiren mimari yapılarla gündeme geliyorlardı.
bunlar olup biterken, newton ve galileo gibi bilim insanları da bilim konusunda avrupa'yı sırtlamaya çalışıyor ve daha yükseğe çıkarmaya çalışıyorlardı. tüm bunlar olurken, luther ve calvin öncülüğünde yapılan reformlar sayesinde batı kilisesi ikiye bölünmüş bir hale gelmişti. daha sonrasında ise, roma kilisesi, bu reforma bir karşı reform hareketi oluşturdu ve bunun propagandasını da; resimler, mimari yapılar gibi ilgi çekici ve farklı bir atmosfer oluşturan şeyler ile yapmaya başladı. rönesans ve barok üslubu arasındaki kısa süren geçiş üslubunun adı "maniyerizm" idi.
amaç, farklı bir atmosfer hazırlayıp, yeni bir dini coşku hissedilmesini sağlayacak görsellerin kilise içerisinde kullanılması idi.
barok kelimesi, bilindiği üzere portekizce'de "kırık, yamuk, şekilsiz inci" anlamına geliyordu. kendisinden sonraki dönemin eleştirmenleri, bu dönem barok kelimesi ile anılmaya başlandığında, bu dönemin ismini de koymuş oldular.
barok dönemini kısaca anlatmak gerekse idi, çok detaylı süslemeler, karmaşık bir tasarım, renk-ışık ve gölge kullanımı diyebilirdik.
peki ya barok'un ana vatanı neresi?
rönesans'ın parladığı, medici ailesi sayesinde sanatın çok yüksek kısımlara ulaştığı floransa dediğinizi duyar gibiyim. ne, yoksa venedik rönesansı'nın ortalığı silip süpürdüğü, giorgine, bellini gibi insanların çıkış yeri olan venedik mi? hayır. ikisi de değil. yüksek rönesans'ın altın şehri roma…
niçin roma olduğuna değinecek olur isek, bunun altında çok temel bir neden yatıyor. avrupa'nın, aslında daha çok italya'nın çeşitli bölgelerinden ressamlar, rafaello ve michelangelo'nun eserlerini incelemek ve onlar gibi çalışmak üzere, 17. yüzyıl başlarında roma'ya akın etmeye başlamışlardı… klasik antik dönem ve yüksek rönesans'a olan ilgileri sayesinde bir araya gelen bu ressamlar, bu dönem karmaşası içerisinde kiliselerde şapel süslemelerine başlamış ve ülkelerine geri döndükçe de barok döneminin üslubunu avrupa'da yaygınlaştırmaya başlamışlardı.
gelelim kuzey italya'lı caravaggıo'ya!
caravaggio da, barok döneminin en çarpıcı ressamlarından biridir kuşkusuz. onu bu kadar yükselten neydi diye düşünüyor olabilirsiniz. diğerlerinin arasından bu denli sağlam adımlarla sıyrılmasının sebebi, kendinden önceki büyük ustalardan birinin bir tekniğini geliştirmesi sayılabilir. leonardo da vinci, bir yüzyıl önce chjaroscuro isminde tuhaf bir şey yaratmıştı. bu, ışık-gölge karşıtlığı olarak işlev gören bir teknik idi.
caravaggio ise, bu tekniği alıp bir güzel geliştirmiş ve ışık-gölge kullanımı sayesinde, yaptığı tabloları ile çok farklı bir sandalyeye oturmuştu. barok dönemin kadın ressamlarından olan artemisia gentilleschi'nin de esin kaynağı idi kuşkusuz. caravaggio da, döneminin ressamları gibi kutsal kitabın hikayelerini konu alan tablolar yaptıkça, ışık-gölge kullanımı sayesinde barok dönemin dönemin popüler bir hale gelmesinde öncü sayılacak bir isim.
ama kendi yüzyılında onu farklı yapan, dini tasvirlerde kullandığı erkek fahişeler, tanrısal olayları roma'da sıradan bir insanın hayatı gibi göstermesi gibi doğalcı tutumunun getirdiği saldırgan tavırlar; onu çağdaşları arasında bir şeytana dönüştürmüş olsa gerek ki, kilise, caravaggio'nun matta şapeli için yaptığı resmi geri çevirecek kadar caravaggio'yu "persona non grata", yani "istenmeyen adam" ilan ettiler.
bize göre yaptığı resim çok cesur olsa da, kiliseye göre o zamanlar bu çok aşağılayıcıdır. zira, emiş matta'yı canlandıracak figür, halkın içerisinden çıkan dinç bir yaşlı adam olamaz, bu kabul edilemez bir olaydır.
onu gerçekten farklı kılan diğer bir özelliği ise, ışığı oldukça gösterişli bir şekilde dramatize ederek kullanmasından kaynaklanır.
caravaggio, başroldeki figürleri ışıkla vurgulayarak onları gösterişli kılan ve aynı zamanda onlara ilahi bir etki yükleyen ilk ressamlardan biridir.
caravaggio'nun sonu da aslında bir efsaneye göre onu sanat şehidi kılabilir. zira, kendisi bir kavga esnasında bir adamı bıçaklar, polisten kaçarak malta'ya ve sicilya'ya gider. yolda geçtiği yerleri yapıtlarında da anlayabiliriz. napol'de acımanın yedi yapıtı, malta'da la valetta'daki s.giovanni kilisesi için vaftizci yahya'nın başının kesilmesi, sicilya'da sepultura di s.lucia, messina kenti için de çobanların bağlılık sunuşunu yapar. ölümünden önce bilinen son yapıtları bunlardır.
hah, nerede kalmıştık? "sanat şehidi" kavramında. bir efsaneye göre, kendisi roma'ya geri dönerken, üzerinde çalıştığı son resminin (ki bu resim birçok efsaneye göre çalınmış durumda) boyalarından zehirlenerek öldüğü.
ama bu efsanenin yanı sıra, ölümü roma'da ölüm kaydına malarya, yani sıtma olarak geçmişti.
bir caravaggio yapıtı incelemeye ne dersiniz?
bu tablonun ismi, aziz paul'ün hristiyan oluşu.
resmin büyük kısmını atın kapladığı kuşkusuz. atın kaslı vücudunu tanımlayan güçlü ışıklandırma ile çok görkemli gözüktüğü de öyle. resimde, bu örnekte gözüktüğü gibi, beklenmedik bir kompozisyon, resmin konumu ile anlam kazanır. cerasi şapeli'nin girişinde yer alan bu resme ancak belli bir açıdan bakılabiliyor.
toynak ve seyisin eline bakar isek, sahnede dramatize edilen kurgu, belirsizlik hissinin kullanılması ile artmış, kompozisyonun merkezinde bulunan toynak sanki aziz paul'ü yerle bir edecekmiş gibi havaya kalkmış ve dikkati buraya verecek şekilde aydınlatılmıştır. ayrıca, seyis, olası bir kazayı önlemek için dizginleri sıkıca tutan ellerini de ışığa kaptırmış gibi!
aziz paul'ün yüzü… atından henüz düşen ana figür aziz paul, burada en az dikkat çeken figür gibi. yaşadığı şokun etkisini bize kollarını havaya kaldırarak göstermiş. tuhaf biçimde yatan paul'ü, sanki ilahi ışık kör etmiş gibidir. saul'ün hristiyanlık'a geçtiği andır bu. olayın kutsallığı, paul'ün kapalı gözleri, ifade yüklü jestiyle ve altın rengi ışıkla, bize o anı hissettirebilmeyi başarabilmiş caravaggio.
son olarak, pelerin ve kılıç… azizin, o ana kadarki yaşamını ifade eden romalı saldırgan bir asker olan saul, birçok hristiyan'ı öldüren kanlı bir savaşçı iken, ilahi bir sesin "saul, bana neden kıyıyorsun?" demesi sonrası hristiyan kilisesi'nin kurucusu aziz paul olarak anılmaya başlanmıştır. pelerin, hristiyanlık'ta ikonik değeri olan, bebek isa'nın sarıldığı örtüyü; hemen yanındaki at karşısında paul'ün aciz duruşu ve kolları ise ruhani bir yeniden doğuşu simgeler.
karanlıktan gelen ışığıyla bizleri aydınlatan caravaggio ve barok sanatına katkısını az çok anladık.
ama barok en çok roma'da mı seviliyordu? hayır. cevabı, kesinlikle hayır.
roma'dan fırlayan barok akımı, hollanda'yı da etkisi altına almaya girişiyor. biz bu döneme, "hollanda'nın altın çağı" diyoruz.
hollanda cumhuriyeti, münster antlaşması sonrası bağımsızlık elde etmişti. katolik hükümdarlardan bir an önce kurtulmaya can atan flemenkler, seçim yolu ile başa getirdikleri askerler, tüccarlar ve belirlenen diğer vatandaşlar ile bir hükümet kurdular. bu hükümet, onları 17. yüzyılın en zengin ülkesi konumuna getirdi. cumhuriyetin başarısı genel olarak denizcilik ve dış ticarete dayanıyor idi, bu dönemin şartları göz önünde bulundurulur ise, burjuvazinin istekleri doğrultusunda, sanat ilgi duyulmaya ve talep edilmeye başlanmıştı.
ama bu istekler, kilise ve soyluların yerini alan orta sınıftan ısmarlandığı için, zevkler roma'ya oranla çok daha farklı idi. hollanda'da portre, natürmort, ev içi hayatı, ibadet ve diğer kutsal kitap imgelerinden daha popüler bir hale ulaşmış ve tercih edilir bir vaziyet kazanmıştı.
yeni ve özgür yaşam isteği karşısında gerek pagan gerek ise hristiyan mitlerinin anlamını yitirdiği dönemde, rembrant, tek başına dinin bayrağını taşıyan bir azize benzetilebilir. bu durumu, gerçeği şiirleştiren vermeer için de geçerlidir kuşkusuz.
kuşkusuz ki, hollandalı ressamların arasından, italyanların arasından sıyrılmış caravaggio kadar keskin bir ressam yok. bunun nedeni, hollanda'nın altın çağındaki ressamların hepsinin, rönesans italya'sı kadar ustalar ile dolu olmasıdır.
biz, bugünlük içlerinden kura çeker gibi yaparak, benim, onların arasından evladım gibi ayırdığım rembrandt'ı kısaca tanıyacağız.
yapıtlarında yalnızca hollanda'ya özgü öğelere yer vermeyen rembrandt, insanın tanrı ve sonsuzluk karşısındaki yalnızlığını içten bir şekilde düşünmüş, altın rengi ışığını, siyah-kahverengi gölgeleri ile harmanlamış, daha önce kimsenin yapamadığı kadar şahane bir görüntü ortaya çıkarmıştır.
hayatı şanssızlıklarla geçmiş olsa da, en büyük şansı, eserlerinde taklit edilemeyecek bir saygınlığa ulaşabilmesidir.
1606 yılında, leyden'de bir değirmencinin oğlu olarak doğan bu usta, pieter lastman'ın öğrencisi olmuş, hollanda'da bir anda inanılmaz şekilde yükselmiş, onlarca harika tablo yapmış, tüm bunlar olurken eşiyle birlikte onlarca kez kilise ile başını derde sokmuş ve 1669 yılında hayat gözlerini yummuştur.
birlikte bir rembrandt tablosu incelemeye ne dersiniz?
rembradnt denildiği zaman, onu bilen herkesin aklına gelen ilk tablo şüphesiz ki gece devriyesi'dir.
1642 yılında rembradnt kariyerinin zirvesinde iken yapılan bu tablo, gece devriyesi olarak bilinmesine rağmen, gerçek ismi yüzbaşı frans bagging cocq ve teğmen willem van ruytenburch'ün bölüğü'dür.
kırmızı kuşaklı, siyah kıyafetli olan yüzbaşı frans, hemen yanında ona eşlik eden ise teğmen willem'dir.
biraz da detaylara göz atalım!
silah dolduran adam… hollanda cumhuriyeti'nde muhafızlar, taşıdıkları silahlarla tanınırlardı. milis içerisinde, arkebüz olarak bilinen bu uzun namlulu silahı taşıyanlar, arkebüzcülerdi.
rembrandt'ın kendi portesi… resmin sol alt köşesine imzasını atması bir kenara dursun, kompozisyonun gerisinde kalan mızraklı askerlerin arkasına kendi portresini de koymuştur. iri burnu ile bizlere adeta göz kırpar!
van ruytenburch'un teğmen olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. çünkü yanında partisan, yani ucunda düz bir demir bıçağı olan silah taşımakta ve yüzbaşından emir almaktadır.
yüzbaşı frans'ın arkasında çömelen, silahını henüz ateşlememiş muhafızın başına dikkat kesilelim! meşe yapraklı amblemi gördünüz mü? bu, arkebüzcülerin geleneksel simgesi olup amsterdam'a çakılan ufak bir selamdır!
yüzbaşının solunda, beklenmedik bir şekilde, altına bürünen kızın dikkatinizi çektiğinin farkındayım. o da birliğin maskotu rolünü üstlenmiştir. belindeki kemerde ölü bir kuş vardır. milislerin armaları, tavuk pençesi olduğuna göre, bu küçük kızımızın yaptığı gönderme, aslında eli silah tutan askerlerden daha acımasızdır.
hollanda resmine de kısaca göz attıktan sonra, son olarak, barok sanat hakkında verdiğim ufak çaplı bilgiler, kısaca anlattığım iki büyük ressam ile, gölge ve ışığın kullanımının, yarattığı ilahi ambians bir yana dursun, ufak bir kilise eleştirisi ile başlayan sürecin büyüyerek, adeta kelebek etkisi ile kocaman bir sanat akımı başlattığına şahit olduk.
bizim zamanımızdaki politik çatışmalar, kavgalar, gürültüler de acaba pozitif tarafımızı görmemizi sağlayacağımız şekilde, yeni bir sanat akımı ortaya çıkartır mı diye düşünmeden edemiyorum.
her ne olursa olsun, kötü olan her şey, yanında mutlaka iyiyi de getirir. umarım bize de barok kadar asil bir akım gelir!
caravaggio'nun fırçası kadar yaratıcı, rembrandt'ın sanat şöhreti kadar temiz kalmanız dileğiyle.
devamını gör...
başımıza icat çıkarma denilen çocuk (yazar)
doğum günüüün kutluu olsuunnn.* umarım yeni yaşında çok güzel şeyler yaşarsın.*
devamını gör...
efsane kitapların ilk cümleleri
1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede aydın'ın nazilli kazasına yakın kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler.
kuyucaklı yusuf / sabahattin ali
kuyucaklı yusuf / sabahattin ali
devamını gör...
otomatik vites vs manuel vites
tercih meselesidir.uzun yıllar manuel kullanan biri olarak otomatiğe alışınca diğerini unuttum.
devamını gör...
webtoon
internet üzerinden yayınlanan güney kore kökenli çizgi romanlardır. esasen güney kore tabanlı olsa da çin, tayland, tayvan gibi uzak doğu ülkelerindeki sanatçıların da eserlerini bulmak mümkündür. güney korede webtoonlara manhwa demekteler. çinliler ise manhua. ingilizce çevrisini okuduğunuz bir eserin hangi millete ait olduğunu bu etiketlerden anlayabilirsiniz. çoğunlukla sanatçılar tanınabilmek amacıyla webtoon çıkarır ve ücretsiz olarak okuyuculara sunar. gerekli tanınma sağlandıktan sonra ücretli webtoon sunan şirketlerle anlaşarak para da kazanabilirler. çok meşhur olan çizerler genel olarak para kazanırlar. webtoonlar okunma açısından ne mangalara ne de çizgi romanlara benzer. yukarıdan aşağıya ve nadiren de soldan sağa bir okuma mevcuttur. renkli olarak çizilmeleri en büyük avantajlarından biri olmasına rağmen bu aynı zamanda hikaye bölümünü kısa tutmalarına ve hikayenin uzamasına sebep olmaktadır. 100 bölümlük webtoonları bir saat içerisinde okuyabilirsiniz bu yüzden.
aşırı emek gerektirdiği için son yıllarda birden fazla webtoonu olan çizerin siyah beyaz çizimler yaptığını da görmekteyiz. bu durum için genelde not düşerler "3 tane seri çizdiğim için reklendirme yapmıyorum." gibi. bazen de bölümü uzun çizebilmek için renklendirme yapmazlar ki bu durumda insanların kafası karışıp manga sanabiliyorlar.
webtoonlar web formatında okumaya uygun olarak çizildikleri için kitap olarak bulup almanız mümkün değildir. çizerler kitap çıkarmak isterlerse seriyi basıma uygun olması için baştan sona çizmek zorunda kalırlar ki nadiren kitap çıkaran webtoon çizeri görülmektedir.
en meşhur ücretsiz okuma sağlayabileceğiniz platform naver, webtoongibi yerlerken ücretli ya da reklam izleyerek ya da ücret kilidinin kaldırılmasını bekleyerek okuyabileceğiniz tapas, lezhin comics, tappytoon comics, weibo gibi platformlarda mevcut. türkiyede başlarda çeviriler fansublar tarafından yapılmaya başlandıysa da şu an türkçe webtoon okuyabileceğiniz torycomics gibi platformlarda bulunmaktadır.
aşırı emek gerektirdiği için son yıllarda birden fazla webtoonu olan çizerin siyah beyaz çizimler yaptığını da görmekteyiz. bu durum için genelde not düşerler "3 tane seri çizdiğim için reklendirme yapmıyorum." gibi. bazen de bölümü uzun çizebilmek için renklendirme yapmazlar ki bu durumda insanların kafası karışıp manga sanabiliyorlar.
webtoonlar web formatında okumaya uygun olarak çizildikleri için kitap olarak bulup almanız mümkün değildir. çizerler kitap çıkarmak isterlerse seriyi basıma uygun olması için baştan sona çizmek zorunda kalırlar ki nadiren kitap çıkaran webtoon çizeri görülmektedir.
en meşhur ücretsiz okuma sağlayabileceğiniz platform naver, webtoongibi yerlerken ücretli ya da reklam izleyerek ya da ücret kilidinin kaldırılmasını bekleyerek okuyabileceğiniz tapas, lezhin comics, tappytoon comics, weibo gibi platformlarda mevcut. türkiyede başlarda çeviriler fansublar tarafından yapılmaya başlandıysa da şu an türkçe webtoon okuyabileceğiniz torycomics gibi platformlarda bulunmaktadır.
devamını gör...
normal sözlük'teki aile ortamı
katıldığım başlık. pek acayip, çok garip, bir hayli fantastik bir aileyiz biz. ben daha çok mahalleye benzetiyorum o ayrı. aile benzetmesi daha da bir sıcakmış*.
devamını gör...
zeki insanların ortak özellikleri
şunu kesin düşünmüş olmaları;
-abi şimdi sen kırmızıyı kırmızı görüyorsun bende öyle ikimizde domatese kırmızı diyoruz ya
-evet
-yani ya sen domatesi sarı görüyorsan ve sarıyı kırmızı diye biliyorsan ve bende domatesi mavi görüyorsam ve bunu kırmızı diye biliyorsam ya böyle bişi varsa?
-senin kırmızınla benimki farklımıdır yani
-olamaz mı nasıl kanıtlayabiliriz ki renkleri aynı şekilde algıladığımızı?
-canım şimdi bunların dalga boyu falan var
-ya olsun abi kırmızı ikimize görede aynı şeydir ona amenna ama aynı şekilde mi algılıyoruz yoksa farklı mı bunu çözemiyorum.
-lsd mi kullandın sen?
-yok kafam temiz gayet sadece bi huylandım kendi içimde.
-ilginç, kanıtlayacak bir yol bulursan banada haber et mutlaka.
-elbette.
-abi şimdi sen kırmızıyı kırmızı görüyorsun bende öyle ikimizde domatese kırmızı diyoruz ya
-evet
-yani ya sen domatesi sarı görüyorsan ve sarıyı kırmızı diye biliyorsan ve bende domatesi mavi görüyorsam ve bunu kırmızı diye biliyorsam ya böyle bişi varsa?
-senin kırmızınla benimki farklımıdır yani
-olamaz mı nasıl kanıtlayabiliriz ki renkleri aynı şekilde algıladığımızı?
-canım şimdi bunların dalga boyu falan var
-ya olsun abi kırmızı ikimize görede aynı şeydir ona amenna ama aynı şekilde mi algılıyoruz yoksa farklı mı bunu çözemiyorum.
-lsd mi kullandın sen?
-yok kafam temiz gayet sadece bi huylandım kendi içimde.
-ilginç, kanıtlayacak bir yol bulursan banada haber et mutlaka.
-elbette.
devamını gör...
parfen rogojin
veya parfen rogozhin ayrıyeten: (bkz: rogojin), (bkz: budala), (bkz: prens mışkin), (bkz: nastasya filippovna), (bkz: aglaya ivanovna yepançin)
öfkeli, öfkeli olduğu kadar tutkulu. derin bir acı içinde. aşık. fakat birçoklarına göre şeytani, kötü ve belki akılsız bir aşık. dostoyevski'nin budalaromanından.
iyi denemez. fakat kanımca kötü de değil. her şeyin bir şey uğruna yapıldığı dünyada, sayısız telaşların arasında kendini kaybetmiş bir zavallı. aşkına duyduğu derin tutkudan dolayı aşkını da kendini de kaybetmiş bir isim. nastasya'ya olan aşkı o kadar kuvvetliydi ki nastasya'nın düğünden kaçıp kendisine gelmesini prens mışkin'den kaçmak olarak anlayabildi. "kurtar beni!" diye çığlık atıyor nastasya. "kurtar beni!"
rogojin ondan ayrılmak istemedi. her ne kadar romanın sonu yoruma açık olsa da. en sonunda prens ile bakıştılar. "onu sen mi?.." diye sorar prens mışkin. "onu ben..." diye cevaplar rogojin. ve ikisi de tek bir kelime etmez. aslında nastasya filippovna prens'ten kaçarak onun aglaya'ya olan aşkı karşısında saygı ve hatta sevgiyle eğilir. o kadar eğilir ki sonunda kendisini kaybeder. "kurtar beni!" ah, ne kadar da hüzünlü çınlıyor kulaklarımızda! değil werther ile lotte arasındaki aşk, hiçbir aşk bu kadar kuvvetli anlatılamazdı! "kurtar beni! hemen, şimdi, nereye istersen götür beni!" diye haykırır nastasya. rogojin artık biliyordur. nastasya bu aşkına dayanamayacaktır. nastasya kendisi için kaçmamıştır prens'ten! aslen prens için prens'ten kaçmıştır!
prens'i ölümden beter hale getiren kişidir rogojin nihayetinde. kendisini de öyle... ölümden beter haldedir.
ama kötü birisi değil kesinlikle. herkes gibi o da günahlarının ağırlığıyla yüzleşmeye çalışıyor. bizler gibi.
öfkeli, öfkeli olduğu kadar tutkulu. derin bir acı içinde. aşık. fakat birçoklarına göre şeytani, kötü ve belki akılsız bir aşık. dostoyevski'nin budalaromanından.
iyi denemez. fakat kanımca kötü de değil. her şeyin bir şey uğruna yapıldığı dünyada, sayısız telaşların arasında kendini kaybetmiş bir zavallı. aşkına duyduğu derin tutkudan dolayı aşkını da kendini de kaybetmiş bir isim. nastasya'ya olan aşkı o kadar kuvvetliydi ki nastasya'nın düğünden kaçıp kendisine gelmesini prens mışkin'den kaçmak olarak anlayabildi. "kurtar beni!" diye çığlık atıyor nastasya. "kurtar beni!"
rogojin ondan ayrılmak istemedi. her ne kadar romanın sonu yoruma açık olsa da. en sonunda prens ile bakıştılar. "onu sen mi?.." diye sorar prens mışkin. "onu ben..." diye cevaplar rogojin. ve ikisi de tek bir kelime etmez. aslında nastasya filippovna prens'ten kaçarak onun aglaya'ya olan aşkı karşısında saygı ve hatta sevgiyle eğilir. o kadar eğilir ki sonunda kendisini kaybeder. "kurtar beni!" ah, ne kadar da hüzünlü çınlıyor kulaklarımızda! değil werther ile lotte arasındaki aşk, hiçbir aşk bu kadar kuvvetli anlatılamazdı! "kurtar beni! hemen, şimdi, nereye istersen götür beni!" diye haykırır nastasya. rogojin artık biliyordur. nastasya bu aşkına dayanamayacaktır. nastasya kendisi için kaçmamıştır prens'ten! aslen prens için prens'ten kaçmıştır!
prens'i ölümden beter hale getiren kişidir rogojin nihayetinde. kendisini de öyle... ölümden beter haldedir.
ama kötü birisi değil kesinlikle. herkes gibi o da günahlarının ağırlığıyla yüzleşmeye çalışıyor. bizler gibi.
devamını gör...
wylde
bugün maşallahı olan yazar. yazıyor yazıyor ve yazıyor...
devamını gör...
keşke konserine gidebilseydim denilen sanatçılar
cem karaca. rahmetli son zamanlarında bakırköyde bir yerde çıkıyormuş. caruselin önünde görmüştüm. taksi bekliyordu. nasılsın cem abi dedim. sağol dedi, taksiye bindi gitti. keşke canlı canlı dinleseydim seni.
devamını gör...
komşunun verdiği ikram tabağını boş verememek
karşı dairede kalan öğrencilerden tabağı geri istemek zorunda kaldığım durumdur koyacak bir şey bulamamışlar. olsun dedik hepimiz öğrenciyiz.
devamını gör...
ordu'da bir cips reyonunun marketten kaçması
bıhtıh ya bıhtıh diyerek sahibini terk eden cips reyonu.
devamını gör...
cilt kanseri
bildigim kadariyla cildimize renk veren melanin pigmentlerini olusturan hucrelerin fazla sayica bolunup cogalmasiyla olusan kanser tipidir. en hizli yayilan kanser turlerinden neredeyse basi cekmektedir. her yas tiplerinden gorulmekle birlikte gencler arasinda da oldukca yaygin gorulmektedir. ozellikle atmosferi yeryuzune yakin ulkelerde oldukca sik goruldugu de yapilan arastirmalarca gorulmus.
belirtilerine gelecek olursak; ciltte olusan sebepsiz yaralar, asiri hassiyet ve kizariklik, ciltte olusan benlerin yayilmasi kanserin teshis edilmesinde gorulen yaygin etkenler. onleme yollari ise;
- gunes isinlarinin yeryuzune dik aciyla vurdugu saatlerde gunese cikmamak (ozellikle beyaz tenliler icin cok buyuk risktir bu)
-uva ve uvb korumali minimum 30+ faktorlu gunes kremi kullanmak, (yazin 3 saatte bir tekrarlanmali)
- ozellikle oglen saatlerinde uzun ve acik renkli kiyafetler giyinmek,
-solaryumdan uzak durmak.
belirtilerine gelecek olursak; ciltte olusan sebepsiz yaralar, asiri hassiyet ve kizariklik, ciltte olusan benlerin yayilmasi kanserin teshis edilmesinde gorulen yaygin etkenler. onleme yollari ise;
- gunes isinlarinin yeryuzune dik aciyla vurdugu saatlerde gunese cikmamak (ozellikle beyaz tenliler icin cok buyuk risktir bu)
-uva ve uvb korumali minimum 30+ faktorlu gunes kremi kullanmak, (yazin 3 saatte bir tekrarlanmali)
- ozellikle oglen saatlerinde uzun ve acik renkli kiyafetler giyinmek,
-solaryumdan uzak durmak.
devamını gör...


