hazırsanız sorayım. benzer soruları başka bir sözlükte de sormuştum.

1- yaşadığınız birkaç kötü deneyim nedeniyle tüm kadınları aynı zannedip, sosyal medya üzerinde kadınlar hakkında genellemeler yaparken, yanlış yapıyor olabileceğiniz hiç aklınıza geliyor mu? bu yaptığınız genellemeler ve sürekli kadınlardan bir kazık yemeyi bekler halde olmanız nedeniyle mutsuz ilişkiler yaşıyor olabileceğinizi düşünüyor musunuz? hayatınızda kimseye kötülük etmediğiniz halde, mesela bir sözlükte açılan "bütün erkekler şeref yoksunudur" gibi bir başlığa üzülmez misiniz? eğer üzülürüm diyorsanız, aynısını kadınlara neden yapıyorsunuz?

2- kendinize kadınların gözüyle bakma şansınız yok. kendi gözünüzle kendinizi ya da yakın arkadaşlarınızı hep en iyi kalpli, en yakışıklı, en efendi olarak görüyor olmak size de tuhaf gelmiyor mu? kadınların sizi nasıl gördüğü hakkında bir fikre sahip değilken nasıl kendinizden bu kadar emin olabiliyorsunuz? belki sandığınız gibi biri değilsinizdir.

3- neden "kadınlar paradan başka şeye bakmaz." şeklinde son derece aptalca genellemeler yaparken, çoğunuz kadınları sadece seks oyuncağı olarak görüyor? bir insanı karakteri, yaşam tarzı, hayata bakış açısı için değil sadece ama sadece sevişmek için istemeyi etik buluyor musunuz? buluyorsanız, benzer şeyi yapan ve sizi sadece paranız için isteyen kadınlardan neden şikayetçisiniz? bulmuyorsanız, etik olmayan bir şeyi neden yapıyorsunuz?

4- kadınları asla kendini geliştirmeyen boş kafalı ve dedikoducu "kezbanlar" olarak yaftalarken, bunu yapanlardan kaçınız bir kadının karşısında sanat, bilim, teknoloji gibi konular hakkında çok iyi bir konuşma yapabilir? mesela içinizden kaç tanesiyle kuantum mekaniği hakkında konuşabilirim, kaçınız bana yapay zekâ hakkında hiç bilmediğim şeyler anlatabilir yahut kaçınız edebi eserleri çok anlamlı şekilde yorumlayabilir? sürekli başkalarından beklediğiniz şeylerin ne kadarını kendiniz yapıyorsunuz?

5- türkiye'de kadın olarak doğup yaşamak ister miydiniz? böyle bir şey olsaydı, türk erkekleri ile mutlu yaşayabileceğinizi düşünüyor musunuz?

***

ben cevapları merak etmiyorum. merak eden arkadaşlar için amme hizmeti olsun dedim. istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz.

edit: burada söylediklerimi yapmayanlara hiçbir sözüm yok. ben genellemelere her zaman karşıyım. ön yargım da yok erkeklere karşı. gayet aklı başında, düzgün erkekler var bu ülkede. sorular, bu sorduklarımı yapanların, üzerinde biraz düşünmesi amacıyla soruldu. böyle davrananlar varsa aranızda, onların cevaplarını gerçekten merak etmiyorum. sadece düşünmelerini ve çifte standart davranışları bırakmalarını temenni ediyorum.
devamını gör...

isminin veriliş hikayesi şöyledir: bir gün buckingham sarayında kraliçe ve prensler kahvaltı ederlerken prenslerden biri ekmeğine haddinden fazla çikolata sürüyor ve bunu gören anneleri prensi "çok o prens" diyor ve kahvaltıda sürülmelik cikolatanin adı cokoprens olarak kalıyor.
devamını gör...

şu hayatta görüp göreceğim en saf insanın tanıştırdıgi şair.

göğsü daralan, o en dar anında bir derin nefes alabilsin diye kargo'yu yazmış. sağ olsun, yine dar gelen şu sabahta aklıma düşmüş oldu.

"sana buraya bazı şeyler koyuyorum. yol boyunca aklında olsun.
lazım olursa açar okursun. olmazsa da olsun, bir zararı yok
burada dursun.

şuraya bir cümle koydum. bırak, acımızı birileri duysun. hem
zaten şiir niye var? dünyanın acısını başkaları da duysun!

acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. ortada dursun. olur ya biri
eline alır okşar, biri alnından öper. az unutursun.

buraya tabiatı koydum. ağaçları, suyu, ovayı, dağı. onlar bizim
kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

buraya, küçük mutlu güneşler koydum. günlerimiz karanlık ve
çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

buraya, bir inanç bir inat koydum. tut ki unuttun, tekrar bak,
o inat neyse sen osun.

buraya yolun yokuşunu koydum. bildiğim için yokuşu. zorlanırsa
nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak,
aklında bulunsun.

buraya umutlu günler koydum. şimdilik uzak gibi görünüyor,
ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

.....

buraya bir silkintiotu koydum. kırk dert bir arada canına
yandığım, kırkına birden deva olsun."

orda bir yerde şu saat, şu dakika göğsü daralan biriniz daha varsa eğer, tam şimdi, şuan derin derin bi nefes alsin diye...
devamını gör...

nazım usta'nın piraye hanımefendi'ye yine içine bolca solculuk ve dava sosları ekleyerek, hapishanede yazdığı şiirleri. 5 ekim benim favorim, herkesin bir popisi var. ha unutmadan, başlık bir bengaripsengüzeldünyaumutlu uktesi.*


ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

ne güzel şey hatırlamak seni.
sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

20 eylül 1945
bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...

21 eylül 1945
oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz...

insanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz...

22 eylül 1945
kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...

23 eylül 1945
o şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—

o şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
ve ne düşünüyor
beni mi?
yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

o şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...

24 eylül 1945
en güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
en güzel çocuk :
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...

25 eylül 1945
saat 21.
meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sevmek gibi ciddî bir iştir...

26 eylül 1945
bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.

ufak iş bizimkisi.
asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
insanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...

30 eylül 1945
seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...

1 ekim 1945
dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

2 ekim 1945
rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
bitecek fakat...

5 ekim 1945
ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğrettiler :
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi...

6 ekim 1945
bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
benim bağırasım gelir : — «p î r â y e ,
p î r â y e !...» — diye...

7 ekim 1945
insan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
rüzgâr-
-larla.
dolaşmak tehlikeli hâlâ
geceleyin açık denizleri...

altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
tank paletlerinin izleri
kapanır bu kış karla.

ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
fakat ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...

8 ekim 1945
çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet...

çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
yine her seferki gibi haksızım.
sebep yok,
olması da imkânsız.
bu yaptığım iş ayıp
rezalet.
fakat elimde değil
seni kıskanıyorum
beni affet...

9 ekim 1945
dün gece rüyama girdin :
dizimin dibinde oturuyormuşun.
başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
bir şeyler soruyormuşun.
ıslak dudakların kapanıp açılıyor,
sesini duymuyorum ama.

gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
kırmızı kafesinde, kanaryamın : «memo»mun türküsü,
sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama...

kahrederek uyandım.
kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
düşünüyorum :
yoksa senin miydi bütün o sesler?

10 ekim 1945
gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

18 ekim 1945
kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
içimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın halep şehri...»

27 ekim 1945
bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...

28 ekim 1945
ıtır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...

sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...

5 kasım 1945
çiçekli badem ağaçlarını unut.
değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
ıslak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...

8 kasım 1945
uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
bu, üç dakikalık bir zamandı.
sonra, telefon simsiyah kapandı...

12 kasım 1945
damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
havayı dinliyorum :
nabız yavaşladı.
uludağda, zirvede kar
ve kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
ovada kavaklar soyunuyor.
ipekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

13 kasım 1945
tarif kabul etmez, — diyorlar, — istanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
yangın yerlerinde, sinema localarında...

. . . . .
. . . . . . . . .

kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
sahici istanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
ve evlât acısı gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...

20 kasım 1945
saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
ve zeytin devşirilmekte.
bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi bursada...

1945 yılı aralık ayının dördü
ilk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı nâzım hikmetin
kadını...

5 aralık 1945
delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
taş çatlasa batacak.
ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
kuracağız pirâyem...

6 aralık 1945
onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...

7 aralık 1945
bursada havlucu recebe,
karabük fabrikasında tesviyeci hasana düşman,
fakir-köylü hatçe kadına,
ırgat süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...

12 aralık 1945
ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
pul pul altın
bakır
tunç ve tahta...
öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
ve dağlar dumana batık
kurşunî, sırılsıklam...
tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal iznik gölüne gidiyorlar.
havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...

şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
ve ikiniz de uzaktasınız...

13 aralık 1945
gece kar birdenbire bastırmış.
bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
göz alabildiğine bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
ve karın altında mağrur
hamarat
sürüp gidiyor hayat...

14 aralık 1945
hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
sen ve namuslu istanbulum ne haldesiniz kim bilir?
kömürün var mı?
odun alabildin mi?
camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
gece erkenden yatağa gir.
evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde...
devamını gör...

artık burada ismini görmek istemediğim,bıkkınlık veren sözlük.kafadan sonra aklıma bile gelmiyor.kim takar ekşiyi!
devamını gör...

gözde arpacık çıktığında, iltihaplanma veya göz kaşıntısı olduğunda ılık bir çaya pamuk veyahut peçete batırarak gözünüze uygulayabilirsiniz. sizi oldukça rahatlatacak, etkili yöntemdir.
devamını gör...

kibar ve görgülü insan.

efendi erkek candır.

kibar ve görgülü insanlar eğlenceli olmaz diye bir kural yok. eğlence anlayışınız küfür ya da hakaret etmekse tuhaf olan budur. eğlence dediğiniz şey esprili olmanın, bir şeylerden zevk almanın, birçok hobi edinmenin ya da tek bir hobide başarılı olmanın bile beraberinde getirebileceği bir şey.

ikinci olarak, özellikle vurguluyorum, aklı başında bir kadın için efendi erkek her zaman kazanır. istisnalar kaideyi bozmamakla beraber, 20'li yaşlardaki kadınların yanlış tercihleri üzerinden genelleme yapamazsınız. o yaşlarda kadınlar da erkekler de
-genellikle- işin dalgasında olur. ilk baktıkları şey de, insanların karakteri olmaz çoğunlukla. zihinsel olgunluğa erişmiş bir insan, karşısında kendisi gibi doğru dürüst, nazik, sevecen birini ister. tabi ki 20'li yaşlarında o olgunluğa ulaşan ya da 30'undan 40'ından sonra bile ulaşamayan tipler vardır. bunlar konu dışı.

***

insanlar tercih edilmiyor oluşlarının nedenini genelde farklı yerlerde arar. pek zeki olmayabiliriz, pek güzel/yakışıklı olmayabiliriz, anlayışlı ve düşünceli olmayabiliriz, bu gibi nedenlerden dolayı tercih edilmeyebiliriz. gerçeklerle yüzleşip kendimizi düzeltmek dururken "iyi insanım, efendi insanım da ondan kaybediyorum" demek bize bir şey kazandırmaz. yahut belki de yaptığımız seçimler tamamen yanlıştır ve bu yüzden kaybediyoruzdur. suçu iyiliğe, güzel kalpliliğe, efendiliğe atmak yersiz.
devamını gör...

nevralji ve parkinson hastalığına tutulmuş kişilerde görülen oturur vaziyette kalamama sendromu.
devamını gör...

kelime anlamı olarak "verilen sözde durmak" ve "devletlerin yaptığı antlaşmalara uyma zorunluluğu" anlamlarını taşır.
ama benim asıl bahsetmek istediğim, tarkan'ın "ahde vefa" ismini taşıyan türk sanat müziği albümü. bu albüm yaklaşık 5 yıl önce çıkmış olduğu halde, 5 yıldır dinleme hevesim gram eksilmedi. yahu bir insana ne söylese yakışır mı? megastar ünvanını sonuna kadar hak ediyor bu adam. tarkan bey o kadar değerli bir sanatçı ki pop, türkü, türk sanat müziği ne söylese kendine yakıştırıyor. ve bu albüm de bunun bir kanıtı niteliğinde bana göre.
hâlâ keşfetmemiş olanınız varsa, muhakkak dinleyin diye yazmak istedim bunları. keyifli dinlemeler*.
youtube.com/playlist?list=P...
devamını gör...

döneminde erkekleri köleleştirmiş kadın toplumu. üremek için en iyisinden erkekleri seçip kullanırlarmış. ihtiyaçlar hiyerarşisinin doğası gereği, tıpkı ataerkil erkekler gibi onlar da erkekleri cinsel obje ve fahişe olarak kullanmışlar. toplumlarını kendileri yönettikleri için savaşçılıkları da iyi seviyedeymiş. kültürel, siyasi ve ticari ilişkiler esnasında erkek egemen toplumlara karışmışlar, eş alıp eş vermişler. erkekleri kendileriyle eşit bir varlık olarak görmeye başladıktan sonra onlara aşık olmaya da başlamışlar.

anaerkil toplumların saflığı, ekonomi-politik stratejilerden yoksunluğu, en uzun soluklu olanlarının bile, kendi istekleriyle ataerkilliğe kucak açmasına neden olmuş.
kadın egemen toplumlar birer kültün kültürü, tıpkı şamanizm gibi inançlar etrafında dönen yaşama dürtüleri iken, ekonomi-politiğin erkeksiliği ve erkeksiliğin de ekonomi-politiği icat etmesi karşısında asimile oluşu eril cinsin üstünlüğü olarak görülmüş. halbuki gerçek sebepler keşifler ve icatlar idi. kadın egemen toplumların sömürüyü, bereketi, şaşalı yaşantıyı sürdürülebilir kılmaya yarayacak ekonomi-politik aygıtları yoktu. zaman içerisinde, göz göre göre bağımlılık haline gelen sömürü düzenekleri için gerekli savaş stratejilerini insanlar destekledikçe ana kraliçelerin pabucu dama atıldı. barbar ataerkil ajitasyonu kadın ve erkeğin eşit olmadığına (erkeğin üstünlüğü manasında -doğada hiç bir şey eş ve eşit değildir- kavramların içini boşaltıp kelime oyunu oynanmasına gerçek bir bilimci asla izin vermez.) herkesi inandırdı.

vs. vs..
devamını gör...

her gecenin bir sabahı vardır. gecenin en karanlık olduğu an güneşin doğmasına en yakın andır. her şey geçiyor, her şeye alışıyorsun. zaten önemli olan hiç sorunun, derdinin olmaması değildir. önemli olan hayatında zor şeyler yaşarken bile bir şekilde mutlu olabilmektir. kötü günler olmasa iyi günlerin değerini bilmezdik.
devamını gör...

fransız ekonomist thomas piketty tarafından yazılan yirmi birinci yüzyılda kapital isimli kitap, hem akademik dünya için hem de benim gibi ekonomi terminolojisine oldukça uzak olan normal okuyucular için kolay bir dille yazılmış; hem coğrafi hem de tarihsel geniş çaplı verilere sahiptir. türkiye iş bankası kültür yayınları tarafından yayınlanmıştır ve çevirisi hande koçak'a aittir.

fikir sahibi olmak için kitabın genel hatlarına kısaca göz atalım.

4 ana kısım var:
(1) gelir ve sermaye, (2) sermaye/gelir oranının dinamikleri, (3) eşitsizliklerin yapısı ve son olarak (4) 21. yy'da sermayenin düzenlenmesi.

1. kısım, kitabın geri kalanında sıkça kullanılacak temel kavramları sunmakta. gelir ve üretimin zaman içinde nasıl değiştiğini ana hatlarıyla açıklıyor. bu bölümde yeni kavramlar yok. bilgi sahibiyseniz direkt 2. bölüme geçebilirsiniz.

2. kısım, nüfusun ve üretimin sanayi devrimi'nden bu yana nasıl değiştiğine dair daha ayrıntılı bir analiz sunmakta. yaşlı avrupa'dan yeni dünya'ya; toprak değerinin gizemi; kölelik gibi konular mevcut.

3. kısım, eşitsizliklerin tarihsel dinamikleri analiz ediliyor ve tüm ülkelerini içine alacak şekilde genişletiliyor. halk sınıfı, orta sınıf ve üst sınıf; çalışmak mı mirasa konmak mı; emek eşitsizlikleri gibi konular mevcut.

4. kısım, ortaya konan çeşitli normatif dersler ve gözlemlenen değişiklerinin sebeplerini anlaşılır kılmayı içeriyor. sosyal bir devletin ana hatları çiziliyor. üniversitelerde meritokrasi ve oligarşi; emekliliğin geleceği ve göçler içeren çeşitli konular mevcut.

insanın genel kültürünü ciddi derecede arttırdığını düşündüğüm kitaptır. en azından artık arkadaş ortamında ben de birkaç fikir söyleyebileceğim. *

keyifli okumalar dilerim. *
devamını gör...

tuz daha bozulmamış gerçi ama karede ne işi var ben de bilmiyorum..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yani uzun sözün kısası; hem entellik hem de trollük mevzusu bir kesim tarafından fazla ciddiye alınıp, fazla keskin çizgili algılanıyor. sonuçta da işte kişileri olumlu olumsuz yaftalayıp, belli bir kalıba sokup, aslında kendisinin o kalıplar içinde çırpınması sonucu kargaşa oluyor. herkese biraz daha relakslık diliyorum.
devamını gör...

home is where the anchor drops.
devamını gör...

sözlüğe kaydolduğum günden beri en sevdiğim yazarlarımızdan birisiydi. bahsedildiği gibi "ben gidiyorum, sizi de götüreyim" tarzı bir söylemde de bulunmamıştı. "gidiyorum, iletişimi koparmayalım" gibi bir mesajdı gelen. hal hatır sorardık birbirimize. çok naif bir insandı gidişiyle çok üzmüştür. umarım dönüşüyle sevindirir. sanmıyorum döneceğini ama umarım haksız çıkarım.
devamını gör...

dün sıkıntıdan çığlık tablosunun şöyle bir halini dijital çizim yaptım.*

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bahar öztan.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

en sempatik tanrıdır. araplar helvadan yaptıkları putları kemirirken bir şey yok, biz uçan spagettiyi çatallarken mi mesele var?

köfte yanaklarını yediğim.
devamını gör...

1939 doğumlu ingiliz oyuncu .kendisi kariyeri boyunca birçok ödül almıştır. ingilterede tiyatro alanında verilen laurence oliver ödülüne tam altı kez layık görülmüştür.bunun yanı sıra altın küre ve tony ödülü (brodway tiyarosu ödülü) gibi nice ödülü kazanmıştır . kendisi 1990 yılında sır unvanını kazanmıştır . 2008 yılında ise yine onursal liyakat nişanı ile ödüllendirilmiştir. kendisini lord of the rings,the hobbit ve x-men serisi ile hatırlamaktayız.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim