tahmin edilenin aksine benimdir bu.

çoğu yazılarım , duygudan uzak, daha kati bir dille yazıldığından böyle bir izlenim uyandırıyormuşum. aslında ben duygusuz değilim, sadece biraz fazlaca realistim. olayları olduğu gibi kabulleniyorum, geçmişe çok takılmıyorum, düzeltemeyeceğim şeyler için üzülmüyorum. o yüzden kolay kolay kafama bir şey takmam. polyannacıyım diyebilirim; kötü olaylar zaten olmuştur, kötü olaylardan çıkarılacak iyi derslere odaklanırım. ama bu tutum sanırım, karamsar olduğuma yorulmuş. burdan da gerçekçi olmama çıkıyor kapı. yani gerçekçi olmakla, karamsar olmak arasında ince bir çizgi var. ben karamsarlık dünyasına adım atmıyorum pek.
devamını gör...

yıl 1910, yıl 2021, hiç değişmemiş bazı şeyler.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

beni düşüncelere gark eden sorunsaldır.

her mesleğin icrası için elbette farklı gereksinimler var ve insanlar kişisel özellikleri, ilgileri, önceki iş tecrübeleri ve bilgi birikimleriyle birlikte sosyoekonomik/epigenetik/sosyokültürel sayısız faktörle toplum içerisinde kendine bir rol ve görev biçmekte. ancak bazı meslekleri kavramak için mutlak bir bilgi haznesi olması gerekiyor insanın. bir avukat müvekkilini (hele ki türkiye gibi bir ülkede) vicdanı ile veya bir vakaya farklı bir bakış açısı sunarak kazanamaz; mevzuat vardır yasalar vardır anayasa vardır ve günümüz hukukunda suçlar neredeyse eksiksiz tanımlanıp muadil cezaları belirtilmiş. hukukun açık olduğu noktalarda konsensus da çağın getirisi olarak ivedilikle sağlanmakta. veya bir doktorun ''repertuarında'' sjögren sendromu veya ansızın hiponatremi sebebi veya ayakkabı bağcığını bağlarken hurler sendromu ile hunter sendromu arasındaki farklar, üstelik bunların patofizyolojik açıklamaları ve klinik bulguları; istenmesi gereken tetkikler mutlaka geçmeli. mutlaka benzer benzetmeler başka meslek grupları için de yapılacaktır. zaten bu ''niteliklilik'' hali için insanlar 4 sene lisans, 2-3 sene yüksek lisans yapıp üzerine ''ben bu konuyu başkasına anlatacak yeterlilikte biliyorum''u ispatlamak adına yine en az 2 sene doktora yapıyorlar. bunun dışında sahada tecrübe edinmesi vs cabası.

birçok otorite tarafından, bu ''örgün eğitim''in insanı ''dolaylı bir yolla medenileştirdiği'' öne sürülmektedir. nitekim bu geçmiş için doğruydu: x jenerasyonuna baktığımızda üniversite mezunları ve lise mezunları arasında belirgin farklar görünmektedir. bunun en önemli sebebi o dönem türkiye'de bir üniversite enflasyonu olmaması öğretim görevlisi enflasyonu olmaması, öğrenci enflasyonu olmaması ve en önemlisi de bu niş ortam içerisinde belirli ekollerin oluşabilmesiydi. bu ekoller ve kültür oluştukça artık fakültelerden sadece tıp insanı, hukuk insanı değil; itülü marmaralı hacettepeli odtülü çıkıyordu. bu ekol ile olan münasebet, kişinin karakterinde son derece olumlu değişimler yaratıyordu. tüm bu akademik enflasyonun akademileri kültürsüzleştirmesi ve köksüzleştirmesiyle beraber çağın zeitgeist'ının -yani düşünsel/sanatsal dünyası, zamanın ruhunun- da içinin boşaltılması ve hiçbir eğitim almayıp evinden oturarak milyon dolarlar götüren fırsatçıların övülmesi; gerçekten de hiçbir ''düşünür''ün kalmaması ve ''eğlendiriciler (entertainer)'' olduğu sürece düşünür'e ihtiyacın da talebin de olmaması ve kar odaklı multinasyonel şirketlerin aslında bir avuç insan ve bir köle ordusu ile işi götürebiliyor olduklarını fark etmeleri; gençler arasında tıpkı beat kuşağında olduğu gibi (ama bence kat kat yoğun bir şekilde) umursamazlık ve aldırışsızlıkla beraber giden bir hazcılık ve tembelliğin doğmasına sebep oldu.

sonuç olarak gençlik ve eğitim bozuldu. buna rağmen bazı meslekler var ki bu mesleklerin icrası için ''cephanede bulunması gereken mermi sayısı'' bir elin parmağını geçmez. bir amelenin mesleğini en iyi şekilde icra edebilmesi için ''bilmesi'' gereken şeyler sınırlıdır. eğer bilgisi yetmiyorsa, inşaatın başındaki inşaat mühendisi o malzemenin nasıl yapılması gerektiğini tarif etmekle görevli. nitekim aynı iş bir insana gelecek de vaat etmiyor. bir insan cv'sine 20 yıldır inşaatlarda ustayım yazdığında (bkz: cv'si olan inşaat amelesi) hiçbir işveren etkilenip şapkasını önüne koymuyor. en fazla yapacağı şey şantiyeyi emanet edebilmek işçilerin başına koymak. kariyer olarak bu insanın daha da ileriye gidebilmek gibi bir şansı yok. dolayısıyla bu kişi kendi sıkışık kaldığı sosyal statüde gerim gerim gerilmeye ve nobranlaşmaya başlıyor. bir bardak su içişi de, bir selam verişi de sanki boğazlayıp öldürecek gibi oluyor. bir taksici belki bütün gün o direksiyon başında hayatının bittiğini ve bütün gün birilerinin ağız kokusunu çekeceğinin farkında. mevcut düzende kazanabilecekleri maksimum paranın, belki hastalansa eğer sigorta karşılamazsa geberip gideceğinin farkında.

öyleyse alalım çocuklarımızı, hepsini sokalım üniversite sınavına ve hepsini 4 senelik fakültelere yazdıralım. o üniversitelerden çıkan insanların %1'i belki mesleği hakkında ''azıcık'' fikir sahibi olacak ve belki keşfedilip kurtulacak. geriye kalan %99 ne çocukluğu boyunca esnaf gibi çalıştı, ne de garsonluk yaptı; hiçbir sektörde tutunamaz. olmadı değil mi? olmadı. öyleyse sadece o %1'i bir şekilde eleyip üniversitelerde yetiştirelim? belki o %1 için hayat hoş olur; ama geriye kalan %99'un günden güne büyüyen huzursuzluğunu hayal edemiyorum... öyleyse ne?

elbette çözüm meslek okullarının iyileştirilmesi ve değer görmesi; bir marangozun (ki marangozluk hiç beceremediğim, çok saygı duyduğum ve çok zor bir meslektir) mesleki eğitimi için ilkokul 4. sınıftan itibaren belki 10-15 sene çıraklık/kalfalık yapması. belirli zanaatkarlıklar ve hizmet sektörüne ait meslekler için bu olabilir. aynı iyileştirmeler bir fabrika işçisi için de yapılmalı, bir taksicinin örneğin 3-4 dil bilmesi gerekmeli. bir temizlikçiye öyle eğitimler verilmeli ki şunu demeliyiz: ''abi biz temizlik nasıl yapalım??''

ama işte bu noktada bile bir sorun var... bir otobüs şoförünü belirli bir noktaya getirdiğini varsayalım: o otobüs şoförünün çantasından nasıl baudrillard'ın bir kitabı çıkabilir? veya bir terzi nasıl gelinim kaynanamla programı yerine bir sanat filmi izler? bir bakkalı baştan yarattın diyelim veya mezrasında bir köylüyü; nasıl o köy evinde açık toplum konuşulacak? nasıl şemdinli'de mini etekli bir lezbiyen çift köylü bir nineyle şarap içerken türkiye'yi ne kadar sevdiklerinden bahsedecekler (buradaki mini etek ve lezbiyen stigmatizasyonunu bilinçli yapıyorum; bunlar ''marjinal'' oldukları için değil en büyük zulmü gördükleri için)?

bunun cevabı aslında yanlış sorunun sorulmasında yatmakta. bugün siyasetçiler için getirilmesi istenen (aslında gaipten beri istenen ama ''nedense yapılmayan'') siyasi ahlak yasası, aslında bakarsanız toplumun tamamı için getirilmeli. dönüşmesi gereken insanlar var. bir insanla ötekisinin görüşü eşit olamaz. ben gidip sanat tarihi hakkında ileri geri konuşsam birisi gelir ağzımın payını verir. vermeli de; çünkü benim görüşüm onun görüşünden değersiz ''o konuda''. bir taksici ile yoldayızdır ve ben soldan o sağdan gidelim der. öyleyse sağdan gidilmelidir; zira onun görüşü belki de günde 10 saatten 10 yıllık bir birikime dayanmaktadır.

peki ya yaşamak? şuurlu, bilinçli ve iradeli yaşamakla; şuursuzca ve umarsızca yaşamak arasında fark yok mudur? yaşamak da tıpkı vinç opere etmek, bir nevüsün biyopsisini almak ya da bir tarlaya ne ekip ne kadar sulayacağını bilmek kadar şuur gerektirmez mi? bir birey olmak, bir karakter olmak, benim adım x diyebilmek çok mu kolay? belki vinç sürmekten, sentinel lenf nodu rezeksiyonu yapmaktan bin kat daha zordur onurlu bir hayat yaşamak. ülkemizde ve dünyada ödüllendirilmeyen tam da bu. bunların hiçbirini yapmadan manda gibi yaşayıp ülkenin nimetlerinden faydalanmak veya sabah akşam kalkıp pestil gibi yatıp hükümet böyle ya diyip sallamak ne kolay!

öyleyse bir kast sistemi gelmeli. her dinde (islamiyettekinin adı takva), her meslekte, her kültürde hiyerarşi insanın doğasında varken bunu inkar etmeye çalışmak beyhude bir çaba. demokrasi, şahsiyet olmak gibi son derece zorlu bir meziyetin ilüzyonunu köydeki ismail enişte'ye bile vermiş noktada. bu noktada öyle bir kriter belirlenmeli ki insanlar şuurlarına göre sıralansın. bu sıralamanın en üst noktasındaki kişi için ''makul derecede'' bir avantaj olmasıyla beraber en alt sıradaki vatandaşlar zoraki olarak günde 4-5 saat zorunlu kamu hizmeti yapıp geri kalan vaktinde bir rehabilitasyon merkezinde rehabilite edilmeli. zannediyorum ki bu kriterler içerisinde etik kabuller (atıyorum eşcinsele, kadına, köpeğe, çocuğa, erkeğe, yaşlıya, ağaca gibi varlığın tüm ögelerine mutlak sevgi, şefkat ve kabulü öneren bir ''universal moral''), felsefe, edebiyat, sanat tarihi gibi insanı hayvandan ayıran tüm yetkeleri ve entelektüel birikimi ölçen bir sosyal bilimler sınavı olmalı.

sanırım çin halk cumhuriyetiyle roma cumhuriyetinin bir karmasını hayal ediyorum.

edtit: eklemeyi unutmuşum

böyle bir toplumda, yani herkesin (en azından bir noktaya kadar) zoraki olarak entelektüel olduğu ve gelir adaletinin sağlandığı noktada (atıyorum bir futbolcunun veya dünyaca ünlü bir sanatçının maksimum kazanabileceği kazancın bir kasiyerinkinin 2-3 katı olduğu, bir müteahhitin veya bir fabrikatörün kendi işçisinden 4 kat fazla kazanıyorsa idam edilmesi gibi; zira ancak bu sayede bir kasiyer basiretli bir ömür geçirebileceği bir kazanç sağlar ve geleceğe umutla bakabilir) bir inşaat işçisi eğitilmesine rağmen gülümseyerek sıvasını sürebilir.

edit 2: #1554271 'ye ithafen;

aslında yapmak istediğim tam da ne biliyor musun, iki kenarından o eğriyi bastırmak. %50 noktasına yaklaştırmak ve marjin ve orta arasında o mesafeyi sıfıra yakın hale getirmek. ancak bu yolla ''tüm eğriyi sağa kaydırabiliriz''. bugün zenginin zengin, fakirin fakir olduğu sistemde tüm ekonominin iyileştiğini ve ''büyüdüğünü'' varsayalım. belki %95 o büyümenin %10'undan nemalanırken çok ufak bir kesim tüm gönenci eline geçiriyor. geçiriyor çünkü kendi yaşam düzeni bunu gerektiriyor. bornozu ve 20 yıllık şarabını yudumlarken haberleri izlemesi için 20 milyar dolarlık köşkünden sadece sahip olması yetmez; ''sürekli bir o kadar daha kazanmaya devam etmesi'' gerekir. işte bu ''gereksinim'' tüm ülkeyi mahvediyor. eğer ancak bir bütün olarak yakın ve basiretli bir yaşam sürersek ekonomimizi gerçek anlamda büyütür ve asıl o zaman ''ulus olarak standartlarımız norveç gibi olur''.
devamını gör...

bir anlamı yok..
yani sanırım.. hatırlayamıyorum..
insanlar kendilerince bir anlam yüklüyorlar..
bende ulan öylemi acaba diyorum..
sonra..
yine hatırlayamıyorum...
devamını gör...

tam adı mario baruwah balotelli olan italyan futbolcudur. genellikle saha dışı olayları ile meşhur olan bir kişiliktir. sebebi ise geçirdiği zor çocukluk ve buna bağlı olarak yaşadığı kimlik bunalımları (italya'da maruz kaldığı ırkçılık sorunları bunun bir parçasıdır.) olabilir. evsizlere para dağıtması gibi eylemleri aynı zamanda duyarlı bir kişiliğe sahip olduğunu da göstemektedir. kendisi ile alakalı şöyle bir kare mevcuttur:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bazı insanları anlatmak için kelimeler yetmez, mario balotelli vukuatları ile bunu başaran insanlardan birisidir.

ek not: burada vukuatlarından birisini paylaşmak istiyorum. bu aslında çok bilinen bir hikayedir. mourinho'nun inter'deki bir döneminde balotelli harici bütün santraforları sakatlanmıştı ve o dönem esnasındaki bir maçta devre arasında balotelli'ye bu durumu 14 dakika izah etmeye çalışır. ilk devreden sarı kart gören balotelli'yi kart görmemesi konusunda uyarır. o kadar uyarılara rağmen balotelli ikinci devrenin başlamasından 3 dakika sonra ikinci sarı karttan dolayı kırmızı kart görüp oyundan atılır. tabii ki manchester city'de iken abd'de bir hazırlık maçında yapmış olduğu o lakayt hareketi de unutmamak gerekir.
devamını gör...

herkesin bildiği çok gizli örgüt
devamını gör...

sosyal medyada #tbt etiketi ile fotoğraflar paylaşıldığına göre 18:30'da da sözlük radyosunda #tbt etiketli şarkılarımızı dinleme zamanı gelmiştir.

eskileri andığımız radyo yayınımızda bu hafta ağırlayacağımız misafirlerimiz yeni türkü grubu ve süper baba dizisinin müzikleri olacak. umarım keyifle dinler, pek çok açıdan zor ve yoğun geçen şu günlerde birazcık da olsa huzur ve neşe verir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


teşrif eden tüm yazarlarımıza iyi dinlemeler!
devamını gör...

tanımları mükemmel, kalbi tanımlarından da mükemmel yazarımızdır. bir başlıkta tanımını görünce hemen okumak, düşüncelerini görmek için can atıyorum. gittiğinde beni bir miktar üzse de gelip gönlümü çok güzel bir şekilde aldı. bunda sütlaç'ın etkisini unutmayıp onu benim yerine mıncırmasını talep ediyorum. güzel kalbinin yansıması olan insanlar ile musmutlu ve huzurlu bir ömrü olur umarım. var olsun, hep bizimle olsun.
devamını gör...

izlemek istediğim bir türlü açmadığım film herkes çok övüyor bu başlığı gördükten sonra büyük ihtimalle izlerim sonra yorumumu yaparım . evet filmi dün gece izledim çok yorgun olduğum için sabah daha doğrusu öğlen saatlerinde tanım girme fırsatım olacak. öncelikle uzun zamandır listemdeydi izlememe vesile olduğu için başlığı açanlara teşekkür ederim. filmi izlemeyenler okumazsa daha iyi olur zaten spolier kısmını eklerim . bu film bir önyargı filmi en azından bana onu gösterdi. yağmurdan arınmış bir masayı anlattı bana. film juri masasında bir kişinin diğerlerini ikna etmeye çalışması üzerine kuruludur.
imgelerin ve metaforların kullanımı filmi bambaşka bir seviyeye çıkarmış. bunları anlamayan seyirci filmden büyük keyif alırken anlayan seyirci daha fazla keyif alıyor.

--! spoiler !--



--! spoiler !-- bilmem kaç sene önce çekilen siyah beyaz bir filmin sadece bir masada geçmesi izleyicinin de merakla takip etmesi gerçekten çok büyük iş düşünsenize bütçeleri sadece oyunculara para veriyorsunuz bir de kameraya gerisine gerek yok tek bir mekan kirala çek çünkü elinizde harika bir senaryo mükemmel bir kurgu var . keşke daha önce izleseydim deyip üzüldüm olsun geç olsun güç olmasın. herkese tavsiye ederim.
devamını gör...

günümüz insanının hayali. çoğu da sanıyor ki köydeki insanlar kaloriferli evlerde netflix internet başlarının ucunda organik besinlerle mutlu mesut yaşıyor. kısmen doğru. sadece besin kısmı. ben yazları köyde kalmış bir çocuk olarak size şunu soyleyebilirim köy demek iş demektir, sabahın kör vaktinde başlayıp gece yatağa yorgan gibi dusmek demektir, bence şehirde yaşamış büyümüş insanların yüzde doksan dokuzunun mabadi yemez.o organik besinler meyveler, sebzeler,peynirler,tereyaglari köyde kendiliğinden peydah olmuyor. basarabilenleri tebrik ederim,köy çocuğu sayılmama rağmen zorunda kalmadikca ben gitmem.
devamını gör...

brezilyadaki yerliler, 'kaç yaşındasın' anlamına 'yaşamın kaç kez çiçeklendi' diye sorarlarmış. yani çiçeklerin kaç kez açtıgını gördüysen o yaştasın. gözünün önünde geçen bahara kaç kez dikkat kesildiysen. bu bilgiyi öğrendiğim zaman vay be demiştim nasıl ince düşünüyorlar.
devamını gör...

gecenin deniz üstüne inişi, yıldızların parlayışı, hafif ve ferah bir rüzgar, kıyı boyu kendi halinde tavernalar, tatlı kokular, çatal kaşık seslerine eşlik eden bir buzuki sesi... oturduk yerden seyahat ettim ya ben... sağ olun aykut ve kırkyama, ne güzel bayram hediyesi oldu bu...*

hemen edit: gözyaşlarımızı bitti mi sandın ile de ankara'ya dönüş... astral seyahat iyi yolculuklar diler. *
devamını gör...

(bkz: resultante importante)
devamını gör...

ağustos böcekleri 13 yıl toprak altında gelişimlerini tamamlarlar ve toprağa açtıkları delikleri kullanarak yeryüzüne çıkarlar. yeryüzünde ömürleri ortalama 1 aydır.
devamını gör...

internet ortamında kendisine ait olmayan şiirler sözler sanki kendisine aitmiş gibi paylaşılan şair.
devamını gör...

akşam güneşi hakikaten güzele doğuyor, şuna bakar mısınız?
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
marina girişindeki köprünün üstünde sanki ezelden beri yattığı yer onunmuş da hep orada böyle yatıyormuş gibi poz veriyor. burnunun dibine kadar yaklaştım bana mısın demedi. gözlerini güneşe karşı kapatıp uyumaya devam etti. *
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

iş görüşmelerinde adaylara sorulan sorulardan biridir. “bugüne kadar yaşanmış hayatını tek cümle ile özetle”...
hayat tek cümleye sığabilecek kadar kısa değildir. doğduğumuz tarihten bu güne kadar olan hayatımız tek cümleye nasıl sığar ki? bir de karşında seni işe alacak kişiler olunca içinden geçeni söyleyemezsin ki…ama burası sözlük.
tek cümlelik özete gelince…
"hayata gülümsediğim vakit onun da bana gülümsediğini fark ettim".
devamını gör...

"hangi şehirdesin" diye başladı da devamını getiremedi, engellendi.

bir de bunun zillizurna versiyonu var. o "yerimmm"le başlıyor. benden ırak cehenneme direk!..
devamını gör...

boyum 1 10
devamını gör...

köpek öldüren
it öldüren
tabirlerine maruz kalmış, denizli’de üretilen, ucuz öğrenci ve şarapçı şarabıdır.
mantarlı kapak yerine çevirmeli kapağa sahiptir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim