sözlüğün yeni yazarlarından. müzik konusunda girdiği girdilerle bizleri aydınlatan sayılı kişilerdendir. takip edilesi.
devamını gör...

bordo bereli olduğunu düşünmekteyim. sanırım bir tek bu kalmıştı benzetilmeyen. *
devamını gör...

yunan mitolojisinin en acıklı fakat felsefesi derin hikayelerinden biri birazdan anlatacaklarım.

girit kralı minos tahta geçince poseidon’a yalvarıp kendisine kraliyetinin sembolü olarak kar beyazı bir boğa göndermesini, bunu da tanrısına adayacağını söyler. istediği gibi bir boğa gelir fakat minos boğanın güzelliğine dayanamayıp kurban etmekten vazgeçer. bu hikayede gökten koç inmiyor ne yazık ki. tanrı poseidon, minos’un cüretkarlığına çok kızıp unutamayacağı bir ceza planlar. minos’un karısı pasiphaë’yi beyaz boğaya aşık eder. kraliçe pasiphaë, dönemin usta zanaatkarlarından daedalus efendiyi çağırtıp meramını anlatır, “bana tahtadan bir boğa yap ki beyaz boğayı kandırayım, benimle birlikte olabilsin” der. daedalus kraliçenin isteğini gerçekleştirir, boğayla kraliçenin bir çocuğu olur, fakat tövbestağfurullah ecinni gibi bir şey çıkar ortaya. insan desen insan değil, boğa desen boğa değil, “ee ad vericez ki lan buna” diye düşündüren bir şey çıkmıştır ortaya. şehrin zekilerinden biri çıkıp “beyler biz minoslu değil miyiz (minoan civilization)? burası minos şehri değil mi? e şehrin adını verelim gitsin, minoslu boğa diyelim, ne diyonuz?” diye sorar. ahali tabi alkış kıyamet, fikri çok beğenir, minos ve taurus kelimelerini harmanlayıp minotaur ismini üretirler.

bu sırada kraliçe pasiphaë yavrusunu besler, büyütür, fakat hayvan (?!) büyüdükçe insani duygulardan yoksun olduğunu görür. merhamet duygusu yoktur. öldürme güdüsü baskındır. garip de bir yaratık olduğu için neyle besleyeceklerini de bilemezler, açlıktan iyice gözü dönen minotaur insan öldürüp kendine ziyafet çekmeye başlar (otçul boğayı da insan yiyen canavara çevirmeleri ilginç bir detay olmuş). kral minos, karısı kraliçe için tahta boğayı yapan adamı çağırtır, “bu belayı başımıza sen açtın, sen temizleyeceksin. şu yaratığı hapsedebileceğimiz bir hapishane yap” der, peşine de “yıkıl karşımdan” diye ekler. daedalus ve oğlu ikarus bir labirent yapar, minotaur da bu labirentin merkezinde hapis tutulur der efsane. hatta derler ki, daedalus o kadar mükemmel bir labirent yapmış ki neredeyse kendisi bile içerde yolunu kaybedecekmiş.

tam “işler bitti, hadi biz ödemeyi alıp yolumuza gidelim sayın kralım” diyecekken minos “bi’ dakka durun bakalım. bu labirentin varlığından haberdar olan, girişini çıkışını bilen, dahası içinde kraliçenin bizzat kendi doğurduğu boğa adamın varlığını bilen sadece siz varsınız. bu bilgilerle sizi salamam. muhafızlar! kapatın bunları kuleye” der ve baba oğulu kuleye hapsettirir.

daedalus bakar ki kral minos’un ordusu gün geçtikçe daha da büyüyor, kral da daha sert davranmaya başlamış; “bize karadan kaçış yok” diyerek gözünü denize dikmiş. bakmış ki donanma da o biçim, ondan da vazgeçmiş. umudunu kaybetmek üzereyken kulenin tepesine gelip giden kuşları fark etmiş. kuşların tüylerini balmumuyla tahta bir iskelete tutturarak kanat yapan daedalus, bir çiftini oğluna verir diğer çifti kendi alır. uçmadan önce oğlunu sıkı sıkıya tembihler, “ey oğul” der. “sakın denize çok yakın uçma, kanatlarındaki tüyler ıslanır, boğulursun”. baba ya bu, nasihatlere devam eder. yine “ey oğul” der. “güneşe de çok yakın uçma, kanatların erir, çakılırsın”. ikarus tabi uçan ilk insan olacak, gencecik çocuk, heyecandan yerinde duramıyor. “he baba he” deyip babasıyla birlikte kulenin penceresinden bırakır kendini boşluğa.

piyuuuu… hezarfen uçmazdan yıllaaar yıllar önce ikarus uçmuş. o kadar uçmuş ki, sanki yıllardır uçuyormuş gibiymiş. kuşlarla yarışa tutuşmuş, bir yukarı bir aşağı dala çıka uçmaya başlamış. kendini özgürlüğün büyüsüne o kadar kaptırmış ki yükseldikçe yükselmiş. “bir fani bu kadar yükselerek bana nasıl saygısızlık edebilir” diyerek küplere binen güneş tanrısı helios, yakıvermiş ikarus’un kanatlarını. tüylerini bir arada tutan balmumu eriyince olanca hızıyla suya çakılmış, oracıkta boğularak can vermis ikarus. o günden sonra ikaria adasına ve çevreleyen denize ikarus’un ismini vermişler.

şimdi gelelim hikayenin ana fikrine. çok yüksekten uçmak (kendine çok güvenmek) ve çok alçaktan uçmak (fazla uysal olmak), ikisi de tehlikelidir. ikarus, korkularımızın (en azından bir kısmının) sezgisel olduğunu ve yeterli cesaretle üstesinden gelinebileceğini temsil eder. yüksekten, ya da düşmekten korkmanın yerine bugün konfor alanından çıkıp riskli bir girişimde bulunmayı da koyabiliriz (parayı dolara yatırmak gibi, borsaya girmek gibi, “ben bu işi başarırım ya ne var ki” gibi).

“limitlerimizin farkında olmak” sonucu da çıkartılabilir. ölçülü olmak, yerine göre davranmak falan gibi şeyler. mesela rains of castamere şarkısında der ki “and who are you, the proud lord said, that i must bow so low? (peki siz kimsiniz ki, dedi gururlu lord, ben önünde yerlere kadar eğileceğim?)”, bence anlatmak istediğimi çok güzel anlatıyor. saygıyı elden bırakmadan dişlerini gösteren lannister lordunun gözünden bu “kendini ezdirmemek ama çizgiyi de aşmamak” düsturunu ben görebiliyorum yani, umarım size de görünür. zorlarsak belki büyüklere, yaşlılara, tecrübelilere vs saygı, hürmet falan gibi sonuçlar da çıkarılabilir (ama hiç benim çıkartacağım sonuç değil heheh).
son olarak bahsetmezsem çarpılırım dediğim bir konu var. eskiden sakin diye bir grup vardı, bu konu üzerine bir şarkıları var.

ikarus’un (eğer başarsaydı) güneşe ulaşan ilk ölümlü olması üzerine bir şarkı. “birden susarsa bütün yenilgiler // tekil hayatlar da bir gün devrim yapar ya” der, sanki o istediğin hedefe ulaşınca geçmişteki bütün yenilgilerin kaybolacağını, hayatının ihtilalini gerçekleştireceğini, zincirlerini kıracağını söyler.

ya da ben çok fazla anlam yüklüyorum. bilemedim.

bruegel'in landscape with the fall of icarus isimli tablosunda mesela ikarus'un düştüğünü sağ altta görebilirsiniz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ya da daha modern çalışmalarda şu şekilde de resmedildiği oluyormuş.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel ya da böyle
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

öncelikli olarak, asla duygularınızı belli edemezsiniz. çünkü ederseniz, toplum size "daha az" erkek gözüyle bakar.

tüm ağır işlerde siz çalışırsınız.

askere siz gidersiniz. israil hariç. israil gal gadot'u bile askere almış. allahsız israil.

iş kazasında ölenlerin %90 gibi büyük bir oranı erkeklerdir.

aileyi geçindirmek sizin görevinizdir.

eğer eşiniz sizden ayrılırsa, nafaka ödersiniz. çocuğunuz olmasa bile.

evsiz insanların yine büyük bir kısmı erkeklerdir.

toplumun her zaman bir "errrrrkek" olarak sizden beklentisi vardır.

bu başlık, kadın olmak bu kadar zor olmalı mı sorunsalına ithafen açılmıştır.
devamını gör...

tüm islam aleminin ramazan bayramı kutlu olsun. bu bayramda büyüklerimizin yanında olamadık ama kurbanda hep beraber olmak dileğiyle...
devamını gör...

ellerin titrer, refleksini kaybedersin. bir de konuşma zorluğu yaşarsın kelimeler birbirine karışır.
devamını gör...

haklıdır ve dünyadan da haberi vardır.

z kuşağının tamamının muhalif olduğunu söyleyen yok zaten. ama ailesi muhafazakar olan bir sürü z kuşağı tanıdım (öğretim görevlisiyken), çok büyük çoğunluğu muhalifti. elbette derste siyaset konuşmuyordum ama onların yaptığı göndermeleri de anlıyordum tabi.

- hocam, ampulü patlattık! (lede fazla akım verip yakmışlar.)
+ önemli değil, elimizde led çok, bir tane daha alın.
- çok 'ince' patlattık ama hocam, çok iyi oldu.

buna benzer bir sürü gönderme yapıyordu bu çocuklar 2018 yılında.

hele bir de ismi rte olan bir öğrenci vardı ki onu hiç sormayın, şoke etti hepimizi.

şimdi bu çocukların iktidar mensuplarına oy vermeyeceğini tahmin etmek için onlara sormanıza ya da siyaset profesörü olmanıza gerek yok. onlar saflarını belli ediyorlar zaten. (kılık kıyafetten bahsetmiyorum, tipe göre seçmen tahmini yapılmaz.)

ayrıca iktidar sadece z kuşağının oyları ile kaybetmeyecek. hele şu kış iyice gelsin, bir iki doğalgaz faturası kabarık gelsin, o zaman göreceğim ben el mi yaman, bey mi yaman...
devamını gör...

isveççe bir kelimedir. kişilerin komşularının veya hiç tanımadığı insanların bahçelerine girip meyve çalmasına denmektedir.
-genel olarak yol üstünde ya da köye gidildiği zaman yapılan eylemlerdir.
devamını gör...

ernst h. gombrich'e ait orijinal adı "story of art" olan eser. sanat tarihi alanında elle gösterilecek ilk 3 kitaptan biri.
kitapta orijin olarak yunan medeniyeti kabul ediliyor ve tarihsel şekillenme de bu orijin etrafında halkalanma şeklinde işleniyor. bu halde doğu sanatının yönelimlerini, yunan sanatı merkezinde anlatamayacağı için bu yöne daha az eğiliyor. nitekim kendisi de sanatın tarihinin bir kitaba sığdırılmasının mümkünatı olmadığından yer yer dem vuruyor kitapta.
28 bölümden oluşan kitap türkiye'de ilk kez 1977'de bedrettin cömert tarafından italyanca'dan türkçe'ye çevrilmiş ve bu çeviri türk dil kurumu çeviri ödülüne layık görülmüştür. sonraki yıllarda yayınevi (remzi yayınevi), kitabı bu kez ingilizce'den türkçe'ye olacak şekilde çevirtmiş (ön sözünde de böyle bir çevirinin daha uygun görüldüğünden bahsedilmiş), baskısında da çevirmenler kısmında ömer erduran/erol erduran isimleri yazılmıştır. fakat bu çevirinin bedrettin cömert çevirisinden intihal olduğu dile getiriledurmuştur. sonraki yıllarda kitabın cep boy olarak yeniden basılması durumu ortaya çıktığında bu intihal durumu tekrar gündeme geldiyse de günümüz baskılarında halen çevirmen olarak ömer erduran/erol erduran isimleri geçmektedir.

ernst gombrich bir röportajında kitabının ortaya çıkışı ile ilgili şöyle diyor:


zamanın birinde çocuklar için dünya tarihi yazmam için görevlendirilmiştim. genç bir adam olarak henüz viyana'dayken yazdım onu ve büyük başarı getirdi (bahsettiği kitap a little history of the world/genç okurlar için kısa bir dünya tarihi). ve sonra çocuklar için sanat tarihi yazmamı istediler. sanat tarihinin çocuklar için uygun olmadığını söyledim ama üstüme çok geldiler. ben de bunu yazabileceğimi ama çocuklar için yazmayacağımı söyledim. kitap da işte böyle ortaya çıktı. sonra işe koyuldum fakat savaş sebebiyle (2. dünya savaşı) pek çok kez kesildi. nihayet bitirmeyi başardım.


kitap ve genel olarak sanat tarihi hakkında şöyle diyor:


gizemli olmayan şeyleri gizemli kılmaya çalışmıyorum ve gizemli olduğu aşikar olduğu için tartışılması gerekmeyen bir gizemi de olduğu gibi kabul ediyorum.

...

sanatın öyküsü, kronolojik olarak bir şeylerin sıralı biçimde arka arkaya gelmesi demek değildir. modanın kronolojisi vardır mesela. oysa resim yapmanın gelişim öyküsü uçmanın veya insanların başka başarılarının veya insanların belirli amaçlar için uğraşmalarının ve bu başarıları başkalarına aktarmasının öyküsü ile bağlantılıdır. bu bakımdan, birlikte ilerleyen olaylar zinciri şeklinde var olan bu öyküde genel bir uyum söz konusudur.


söz konusu röportaj:


söz konusu röportajın bir kısmının türkçe çevirisi:
devamını gör...

güzel bir kitabın sonuna yaklaştıkça duyduğumuz üzüntünün, sevdiğimiz bir dizinin final sezonunun çıktığını duyunca izlemeyi geciktirmekle bir an önce izlemek arasında kalmamızın bir ismi olduğunu gösteren kelimedir.
devamını gör...

kitaplığımdaki kitapları en az 2 kere okumuşumdur, bekleyen yok
devamını gör...

başlığı haluk bilginer diye okudum, sanırım yatsam iyi olacak.
devamını gör...


“bir kundura dünyanın en tuhaf formudur.”


j.jose millas’ın yazdığı bu olağan dışı roman seni ummadığın yerlere götürecek.
evet,dünyada yalnız değiliz ama millas’a göre bu dünyada bizimle birlikte yaşayanlar ne uzaylılar ne de hayaletler. bizim cansız varlıklar olarak nitelediğimiz ayakkabılar, askılıklar, terlikler, çoraplar… bunlar kendi aralarında bir topluluk oluşturan yarı canlı varlıklar. bitki mi hayvan mı olduğu tam olarak belirlenemeyen deniz yıldızı gibi canlı ile cansız arasındaki yaşam formları.

“sakın yatağın altına bakma”da iki roman okuyacaksınız. biri romanın adı olan, diğeri ise bu romanı okuyanların yaşamlarını anlatan.romandaki herkes takıntılı insanlar. savcı elena rincon ölmüş olan babasıyla telefon konuşmaları yapmakta, yasak aşk yaşadığı adli tabip dünyanın sonuna takıntılı, vicente holgado ayaklarla kafayı bozmuş, holgado’nun masör sevgilisi teressa dolabında yaşayan bir canavarın varlığına inanmakta, teressa’nın annesi hastalık belirtileriyle babası ise alet edrevatla meşgul…

romandaki insanların yolları kıyısından köşesinden kesişmekte. ama asıl dünya yatağın altında dönmektedir. holgado’nun ayakkabıları ayakları kandırarak fare formunda yaratıklara dönüşebilme umudu taşıyan bireysellik peşinde koştukları için birbirlerinden ayrı hareket etme hevesinde olan varlıklardır. amaçları üzerlerinde taşıdıkları bedenden kurtulup özgürlüklerini ilan etmektir.

yukarıda da benzer bir mücadele sürmektedir. vicente ve teressa bir arada oldukları halde birbirlerinden bağımsızdırlar. tıpkı savcı ve adli tabip gibi. vicente teressa’nın ailesiyle yediği bir yemekten sonra ordan koşarak uzaklaşır ve yatağının altına girer. orda bulunduğunda artık ölüdür ve adli tabibe göre korkudan ölmüştür. zira orası hem ayakkabıların vatanıdır, hem de holgado kendini bir yatak altı canavarı olarak görür. bu da demektir ki holgado ölmek için başlangıç noktasına dönmüştür.

holgado’nun ölümüyle ilgili asıl ilginç olan şey ise ayaklarının olamamasıdır. ayaklar holgado’nun ölümünü fırsat bilip ayakkabılarla birlikte özgürlüklerini yaşamaya başlamışlardır. adli tabipse kendini siyah beyaz gören, televizyonunu şöminenin içine koyup asla kapatmayan savcı’nın evinde, yatakta iken savcı’nın korkması üzerine yatağın altına bakmak için eğildiğinde kalp krizi geçirip ölür. savcı’ya göre yatağın altında yatak altı canavarı holgado bulunmaktadır. adli tabibin ölümünde ilginç olan şeyse adli tabibin bir ayağı ile savcı’nın bir ayağının yer değiştirmiş olmasıdır. bunu kimse fark etmez ama savcı bu olaydan sonra topal kalır ve bu onu daha güçlü ve farklı bir insan yapar. artık holgado’dan korkmamaktadır. ayakkabılar ve ayaklar ne yapmıştır bu olaylardan sonra bilinmez ama adli tabibin ayakkabılarından biri savcı’nın balkonunda sokaktan topladığı dul ayakkabılarla sohbet ederek ve en sevdiği yiyecek olan çorapları yiyerek hayatını sürdürür.

“sakın yatağın altına bakma” romanını okuyan herkes 147. sayfada bırakmaktadır okumayı. bir kez de sen dene bakalım.
bu gece yatmadan hemen önce ayakkabılarına iyi geceler dile ya da sakın yatağın altına bakma…
devamını gör...

beni de hatırlarsınız artık gençler. *
devamını gör...

unutmak ne mümkün.

ancak din ve milliyetçilik afyonuyla konya'daki güruhun zihniyeti her yerde tezahür etmekte maalesef.

bu sebepten anmayı da kâh içimizde kâh insan kokusu gelen ortamlarda tercih ettiğimizden imtina ediyoruz çoğu zaman. zira cahilin her sözü bir baş incitir.

hesabı da bu divan olmazsa ulu divanda elbet..
devamını gör...

genç bir kadının dayak yemesi, dayaktan bayılması, çığlıklar atarak yardım istemesi en nihayetinde de ölmesi bunun suçu değildi.
annesinin garip bir şekilde ölümü de bunun suçu değildi.
gece, evinde başka bir genç kadının cesedinin bulunması da bunun suçu olamaz.
uyuşturucu kullanmak ve bunu yayınlamak zaten suç değil.
sütte leke var ama bu çocukta yok, daha anlayamadınız mı?
gözaltı süresi bitene kadar tutup bırakırlar.
devamını gör...

benim. dm üzerinden fingirdeşdiğim yazarlar biliyorlar. lucifera sorun nasıl bir kadın olduğumu.

diğer kadın yazarlar getir götürümü yaparlar.
devamını gör...

dindar aileler için değil dindar ailedeki kız için zor olan durumdur. zira bedeni hakkında kendi verdiği kararlar kabul edilmemekte, adeta bir birey olarak görülmemektedir.
devamını gör...

alkol kullanmayışıma rağmen sarhoş kalbimde kırılan kadehlerin haddi hesabının olmaması. sonra arasanız bulamayacağınız rüyalarımın olması ya da ne bileyim sıla mı gurbet mi adını siz koyun işte!
devamını gör...

çok net bir biçimde söyleyebilirim ki hayvanlara işkence eden insanları bulup 24 saatte yapabildiğim her türlü işkenceyi yapardım. öldürmezdim ama kol bacak kesip ücra bir yere bırakıp ağızlarını da bağlardım ki hayvanların çektiklerine eşit olsun.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim