normal sözlük yazarlarının en sevdiği yazar
nilgün marmara.
devamını gör...
abdulseyidbincabbar
saatin ilerlediği, mesaimin bitmesine bir kaç saat kaldığı şu vakitlerde; botu fırlatıp şipidik terliklerimin hayalini kurduğum dakikalarda terliği elime aldıracak gibi duran yazar.
sadece sözlükten gidenler için kapıda elimde terlikle beklemiyorum biliyorsun değil mi?
sadece sözlükten gidenler için kapıda elimde terlikle beklemiyorum biliyorsun değil mi?
devamını gör...
etrafımızda olması gereken insan tipleri
yardımsever,vefalı ve kalbi güzel insanlar olmalı .
devamını gör...
bulantı
hayatım her bakımdan önemsiz mutluluklara yöneliyordu. kimi zaman ne idüğü belirsiz işaretler gönderiyordu, kimi zaman da sonuçsuz bir vızıltıdan başka bir şey duyulmuyordu.
bulantı; kaygı, yabancılaşma, özgürlüğün acı verici tarafı, varlığını kabullememe, saçmalığın sancısı, kendinden ve insanlardan tiksinme duygu'sudur. jean paul sartre yaşadığı ve kahraman'a ilettiği bu sancıyı, kusma hissini ağzına acı tat gelecek kadar duyumsuyor. ayna karşısına geçip yanaklarını sıkıyor, kendini cimcikliyor. insanlar'ın gelişigüzel yaşayışlarından alay ediyor, varlıklarını sorgulamamalarına anlam veremiyor. hem kendi varlığından hem insanların varlığından utanıyor. oldukça sarsıcı...
varoluşçu felsefe'nin temellerini atan bu roman varlık özden önce gelir ifadesiyle hayat bulur.
roman'ın kahramanı antoine roquentin, yazdığı roman'ın karakteri ile varlığını bulmaya çalışıyor. elini, ayağını hareket ettirmenin bile mesele olduğu bir girdab'ın içinde, neden traş oluyor? bu bile anlamsız onun için. dünya'nın absürtlüğü bulantı'ya sebebiyet veriyor. onun için her sey rastgele. var dan her şey nedensiz ortaya çıkar, zavallılığı yüzünden varoluşu sürdürür ve rastgele ölür.
kaygı, korku, saçma duygularını derinlerde hissedebileceğiniz, sizi sorgulamaya itecek bir kitap. müthiş bir psikolojik tasvir var. okurken bir beklentiye girmeyeceksiniz. nasıl biteceği ile ilgili hiç düşünmeden okudum ben, sadece sayfaları geçtim. yazar'ın gözlem yeteneğine ve yansıtma gücüne hayran kaldım. sürekli not aldım. her sayfa'da bir cümle muhakkak dikkat çekici, etkileyici. ben bulandım.
antoine, hayatımla ilgili olarak bilmediğim her şey'i kitaplardan öğrendim dedi. ben de bu kitap için aynısını söyleyebilirim.
direnerek, direnerek yaşayanlara gelsin...
bulantı; kaygı, yabancılaşma, özgürlüğün acı verici tarafı, varlığını kabullememe, saçmalığın sancısı, kendinden ve insanlardan tiksinme duygu'sudur. jean paul sartre yaşadığı ve kahraman'a ilettiği bu sancıyı, kusma hissini ağzına acı tat gelecek kadar duyumsuyor. ayna karşısına geçip yanaklarını sıkıyor, kendini cimcikliyor. insanlar'ın gelişigüzel yaşayışlarından alay ediyor, varlıklarını sorgulamamalarına anlam veremiyor. hem kendi varlığından hem insanların varlığından utanıyor. oldukça sarsıcı...
varoluşçu felsefe'nin temellerini atan bu roman varlık özden önce gelir ifadesiyle hayat bulur.
roman'ın kahramanı antoine roquentin, yazdığı roman'ın karakteri ile varlığını bulmaya çalışıyor. elini, ayağını hareket ettirmenin bile mesele olduğu bir girdab'ın içinde, neden traş oluyor? bu bile anlamsız onun için. dünya'nın absürtlüğü bulantı'ya sebebiyet veriyor. onun için her sey rastgele. var dan her şey nedensiz ortaya çıkar, zavallılığı yüzünden varoluşu sürdürür ve rastgele ölür.
kaygı, korku, saçma duygularını derinlerde hissedebileceğiniz, sizi sorgulamaya itecek bir kitap. müthiş bir psikolojik tasvir var. okurken bir beklentiye girmeyeceksiniz. nasıl biteceği ile ilgili hiç düşünmeden okudum ben, sadece sayfaları geçtim. yazar'ın gözlem yeteneğine ve yansıtma gücüne hayran kaldım. sürekli not aldım. her sayfa'da bir cümle muhakkak dikkat çekici, etkileyici. ben bulandım.
antoine, hayatımla ilgili olarak bilmediğim her şey'i kitaplardan öğrendim dedi. ben de bu kitap için aynısını söyleyebilirim.
direnerek, direnerek yaşayanlara gelsin...
devamını gör...
normal sözlük'ün kısa sürede başarılı olması
küfür yok, atatürk' e hakaret yok, bir insanı kırmak yok, başlıklar güzel, renk güzel, insan vaktin nasıl geçtiğini bile anlamıyor burada. daha ne olsun. moderatörler sıcakkanlı, en azından bot değil, bizi uzaktan koruyan kartallar gibi. bizi sevdiklerini düşünüyorum. çünkü ben burdaki herkese değer veriyorum.
devamını gör...
sözlükte herkesin birbirinin sesine düşmesi
düşmek değil efendim. insanların sesleri tatlıysa yorum yapamayacak mıyız? övemeyecek miyiz?
devamını gör...
kız düşürmek için metroda kitap okuyan tip
benim aklıma maalesef "terlikli keko" olarak anılan izmirli garibim ali uçar abimizin haberini getiren başlıktır. insanlık dersi nedir buyrun öğrenin...

detaylı anlatım için tıklayın.
sosyal medyadan aldigi etkileşimleri teşhircilikle artirmak isteyen bir "mal"ın, metroda kitap okuyan, kimseye zararı olmayan ali uçar'ı gizlice fotoğraflayıp facebook'a aşağılayıcı bir notla yuklemesi olayı... unutamıyorum ulan. ali uçar abimizin facebook'tan verdiği cevabı unutamıyorum işte:
''arkadaşlar fotoğraftaki kişi benim ve hiç utanmıyorum karşımda oturan kızın namusuna bakmadığım için... evet ben cebi çok zengin bir insan değilim hatta ilkokul 6. sınıf terkim, annem babam ayrı toplumun huzurunu kaçıran soytarı olamadım utanıyorum... çalmıyorum çalışarak para kazanıyor param yettiğince kitap almaya kütüphaneye gitmeye çalışıyorum çok utanç duyuyorum böyle bir insan olduğum için... elbisem kirli terliğim bindiğim metroya uygun değil işte zihnimi kirletemiyorum utanıyorum... ama her ne olursa olsun bana kitaplar böyle olmayı öğretti insan olmayı hayvanlaşıp çevremi kirletmiyorum üzgünüm utanıyorum..."
ali uçar
edit: imla

detaylı anlatım için tıklayın.
sosyal medyadan aldigi etkileşimleri teşhircilikle artirmak isteyen bir "mal"ın, metroda kitap okuyan, kimseye zararı olmayan ali uçar'ı gizlice fotoğraflayıp facebook'a aşağılayıcı bir notla yuklemesi olayı... unutamıyorum ulan. ali uçar abimizin facebook'tan verdiği cevabı unutamıyorum işte:
''arkadaşlar fotoğraftaki kişi benim ve hiç utanmıyorum karşımda oturan kızın namusuna bakmadığım için... evet ben cebi çok zengin bir insan değilim hatta ilkokul 6. sınıf terkim, annem babam ayrı toplumun huzurunu kaçıran soytarı olamadım utanıyorum... çalmıyorum çalışarak para kazanıyor param yettiğince kitap almaya kütüphaneye gitmeye çalışıyorum çok utanç duyuyorum böyle bir insan olduğum için... elbisem kirli terliğim bindiğim metroya uygun değil işte zihnimi kirletemiyorum utanıyorum... ama her ne olursa olsun bana kitaplar böyle olmayı öğretti insan olmayı hayvanlaşıp çevremi kirletmiyorum üzgünüm utanıyorum..."
ali uçar
edit: imla
devamını gör...
george orwell
hindistan'da doğmuş büyümüş ingiliz yazar. belki biraz da bu yüzden ingilizlerin emperyalist ve sömürgeci tavrını eleştirebilmiştir. kendi ırkı da olsa yanlışlarını açık açık söylemesi, hatta bir kitap yazıp ingilizleri yerin dibine sokması* ne kadar dürüst, gerçekçi ve içten olduğunu gösterir; zekasına da işarettir çünkü bağnaz değildir. kısaca popüler olmak için yazmamıştır, gerçekleri yazmıştır.
romanlarında sadece kendi ırkını değil yanlış bulduğu birçok ideolojiyi/fikri eleştirmiştir. maalesef neredeyse tek bilinen kitabı olan 1984, bir distopya olmakla beraber tektipliği eleştirir aslında, totaliter rejim ve toplumları, bireyler üzerinde kurulmaya çalışan kontrolü, yanlış algıları. insanların çoğunluk algısı içerisinde kendi özlerini kaybedişine değinir.
hayvan çiftliği adlı eserinde sosyalizmi eleştirir, öyle güzel eleştirir ki bu ideolojiyi benimseyen insanların dahi takdirini kazanmıştır. hayvan çiftliği kitabına sadece bir sosyalizm eleştirisi demek yavan kalacaktır pek tabii, bireylerin toplum içerisinde eşit olamayacağını insan faktörünü göz önünde bulundurarak beyan etmiş; insanoğlunun dahil olduğu hiçbir sistemin saf, duru ve adaletli kalamayacağını anlatmak istemiştir. tüm bu fikirleri; kuru bir dil yerine, mükemmel bir öyküleştirme ile hayvanlar üzerinden anlatması, kitabın içindeki ince nükteler,** kitabın sade ve anlaşılır dili ve bütün bunları 100 sayfalık bir kitaba sığdırarak veciz ve okuyucu yormayan bir şekilde yazabilmesi ne kadar büyük bir edebi kişilik olduğunun delilidir. kendisi için edebiyat virtüözü desek hiç de yanlış olmaz.
bir diğer eseri aspidistra'dır. aspidistra bir zambak türünün latince ismidir. orwell'ın kitabına bu ismi koyma sebebi; insanların gösteriş, şekilcilik biraz da putlaştırma algısına yönelik bir eleştiri olarak kabul edilir. kitabın başkahramanı gordon comstock, bir kitapçıda çalışan zeki, derin ama umursamaz, beş parasız bir adamdır, yalnızlığı sever. comstock, umarsızlığı, beş parasızlığı, yalnızlığı kendi seçmiştir çünkü köle olmak istemiyordur. her gün aynı rutini, bitmek bilmeyen bir döngüyü tekrarlayan beyaz yakalılar sınıfına katılmayı reddediyordur. gerçek fikirleri, gerçek hisleri kısacası gerçek bir hayatı olmayan bu insanları içten içe eleştirir. aspidistra'nın espirisi de tam burada devreye gider, hayatlarını kısır bir döngünün içerisinde kaybeden insanların pencerelerinin önüne koyduğu bu çiçek, dışarıya biz de mutluyuz deme şekilleridir, biz de sizin güruha dahiliz. evimiz, arabamız, tekdüze bir işimiz, hayatımız ve penceremizin önüne koyduğumuz bir de çiçeğimiz var, daha ne olsun demektir. orwell'ın bu eleştirisini doyumsuzluk olarak adlandırmak basit kaçacaktır. çünkü orwell'ın kendisi de dahil olmak üzere insanlardan beklediği özgür kalabilmeleridir, kitaplarının konusu birbirinden çok farklı, çok uzak olsa da alt metinde her zaman özgür düşünce, özgür yaşam, özgürlük mevcuttur. gerek diğer insanların gerek bizzat kendi özgürlüğüne ket vurulmaya çalışılmasının eleştirisi hatta kimi zaman yergisi vardır.
yine yazımın başında bahsettiğim burma günleri başta olmak üzere, paris ve londra'da beş parasız, boğulmamak için, neden yazıyorum ve daha birçok esere sahiptir. genellikle roman türünde eserler vermesiyle birlikte makaleler de yazmıştır. erken yaşta ölmüş olmasına rağmen çok üreten/üretken yazarlar arasına katılabilmiştir. asıl ismi eric arthur blair'dir. george orwell, birçok yazarın adeti olduğu üzere kendisine koyduğu isimdir.
son olarak george orwell, fyodor mihayloviç dostoyevski ile beraber dünya edebiyatının en önde gelen yazarlarındandır. bu, subjektif* bir yorum olmakla birlikte objektif* yanı da yadsınamayacak bir iddiadır. zira edebiyat severler bilir ki yazarlar genelde tek bir beceri üzerine yoğunlaşmışlardır veya tek bir tarzı yazmaya kabiliyetleri vardır. kimi yazarlar kurgu ve olay örgüsü üzerine yoğunlaşmışlardır, bu yüzden de eserleri çoğunlukla fikirlerden ve duygulardan mahrum kalmıştır ki bu durum kitaplarının sığ kalmasına sebep olmuştur. kimi yazarlar ise kitaplarının her anında fikir sunumları yapmak adına fazlaca uğraş verdikleri için eserleri edebi özelliğini kaybetmiş veya kurgu ve duygu eksikliğinden okunamaz hâle gelmiştir. yine diğer bazı yazarlar ise duyguların var olmadığı dünyalar kurmakla beraber insanın mayası olan duyguları eserlerine katmayarak ağızlarda yavan tatlar bırakmışlardır. fakat orwell ve dostoyevski gerek kurgu/olay örgüsü gerek bu kurguların içine fikirlerini işleyişleri gerekse yazınlarını duygulardan mahrum bırakmamaları ile diğer birçok yazardan ayrılmışlardır. pek tabii bu değindiğim hususlarda başarılı olan yegane yazarlar değillerdir. nitekim edebiyatımızdaki ahmet hamdi tanpınar ve cahit zarifoğlu da bir adım önde olan yazarlar zümresine dahildir, iyi okurların keşfettiği daha niceleri de vardır.*
romanlarında sadece kendi ırkını değil yanlış bulduğu birçok ideolojiyi/fikri eleştirmiştir. maalesef neredeyse tek bilinen kitabı olan 1984, bir distopya olmakla beraber tektipliği eleştirir aslında, totaliter rejim ve toplumları, bireyler üzerinde kurulmaya çalışan kontrolü, yanlış algıları. insanların çoğunluk algısı içerisinde kendi özlerini kaybedişine değinir.
hayvan çiftliği adlı eserinde sosyalizmi eleştirir, öyle güzel eleştirir ki bu ideolojiyi benimseyen insanların dahi takdirini kazanmıştır. hayvan çiftliği kitabına sadece bir sosyalizm eleştirisi demek yavan kalacaktır pek tabii, bireylerin toplum içerisinde eşit olamayacağını insan faktörünü göz önünde bulundurarak beyan etmiş; insanoğlunun dahil olduğu hiçbir sistemin saf, duru ve adaletli kalamayacağını anlatmak istemiştir. tüm bu fikirleri; kuru bir dil yerine, mükemmel bir öyküleştirme ile hayvanlar üzerinden anlatması, kitabın içindeki ince nükteler,** kitabın sade ve anlaşılır dili ve bütün bunları 100 sayfalık bir kitaba sığdırarak veciz ve okuyucu yormayan bir şekilde yazabilmesi ne kadar büyük bir edebi kişilik olduğunun delilidir. kendisi için edebiyat virtüözü desek hiç de yanlış olmaz.
bir diğer eseri aspidistra'dır. aspidistra bir zambak türünün latince ismidir. orwell'ın kitabına bu ismi koyma sebebi; insanların gösteriş, şekilcilik biraz da putlaştırma algısına yönelik bir eleştiri olarak kabul edilir. kitabın başkahramanı gordon comstock, bir kitapçıda çalışan zeki, derin ama umursamaz, beş parasız bir adamdır, yalnızlığı sever. comstock, umarsızlığı, beş parasızlığı, yalnızlığı kendi seçmiştir çünkü köle olmak istemiyordur. her gün aynı rutini, bitmek bilmeyen bir döngüyü tekrarlayan beyaz yakalılar sınıfına katılmayı reddediyordur. gerçek fikirleri, gerçek hisleri kısacası gerçek bir hayatı olmayan bu insanları içten içe eleştirir. aspidistra'nın espirisi de tam burada devreye gider, hayatlarını kısır bir döngünün içerisinde kaybeden insanların pencerelerinin önüne koyduğu bu çiçek, dışarıya biz de mutluyuz deme şekilleridir, biz de sizin güruha dahiliz. evimiz, arabamız, tekdüze bir işimiz, hayatımız ve penceremizin önüne koyduğumuz bir de çiçeğimiz var, daha ne olsun demektir. orwell'ın bu eleştirisini doyumsuzluk olarak adlandırmak basit kaçacaktır. çünkü orwell'ın kendisi de dahil olmak üzere insanlardan beklediği özgür kalabilmeleridir, kitaplarının konusu birbirinden çok farklı, çok uzak olsa da alt metinde her zaman özgür düşünce, özgür yaşam, özgürlük mevcuttur. gerek diğer insanların gerek bizzat kendi özgürlüğüne ket vurulmaya çalışılmasının eleştirisi hatta kimi zaman yergisi vardır.
yine yazımın başında bahsettiğim burma günleri başta olmak üzere, paris ve londra'da beş parasız, boğulmamak için, neden yazıyorum ve daha birçok esere sahiptir. genellikle roman türünde eserler vermesiyle birlikte makaleler de yazmıştır. erken yaşta ölmüş olmasına rağmen çok üreten/üretken yazarlar arasına katılabilmiştir. asıl ismi eric arthur blair'dir. george orwell, birçok yazarın adeti olduğu üzere kendisine koyduğu isimdir.
son olarak george orwell, fyodor mihayloviç dostoyevski ile beraber dünya edebiyatının en önde gelen yazarlarındandır. bu, subjektif* bir yorum olmakla birlikte objektif* yanı da yadsınamayacak bir iddiadır. zira edebiyat severler bilir ki yazarlar genelde tek bir beceri üzerine yoğunlaşmışlardır veya tek bir tarzı yazmaya kabiliyetleri vardır. kimi yazarlar kurgu ve olay örgüsü üzerine yoğunlaşmışlardır, bu yüzden de eserleri çoğunlukla fikirlerden ve duygulardan mahrum kalmıştır ki bu durum kitaplarının sığ kalmasına sebep olmuştur. kimi yazarlar ise kitaplarının her anında fikir sunumları yapmak adına fazlaca uğraş verdikleri için eserleri edebi özelliğini kaybetmiş veya kurgu ve duygu eksikliğinden okunamaz hâle gelmiştir. yine diğer bazı yazarlar ise duyguların var olmadığı dünyalar kurmakla beraber insanın mayası olan duyguları eserlerine katmayarak ağızlarda yavan tatlar bırakmışlardır. fakat orwell ve dostoyevski gerek kurgu/olay örgüsü gerek bu kurguların içine fikirlerini işleyişleri gerekse yazınlarını duygulardan mahrum bırakmamaları ile diğer birçok yazardan ayrılmışlardır. pek tabii bu değindiğim hususlarda başarılı olan yegane yazarlar değillerdir. nitekim edebiyatımızdaki ahmet hamdi tanpınar ve cahit zarifoğlu da bir adım önde olan yazarlar zümresine dahildir, iyi okurların keşfettiği daha niceleri de vardır.*
devamını gör...
nuvole bianche
italyan piyanist ludovico einaudi'nin en sevdiğim eseridir. nuvole bianche, beyaz bulutlar manasına gelir.
beni çok* farklı diyarlara alıp götürür. hüzünlüyken, hüznüme daha da hüzün katar.
güzel anıları hatırlarken onları daha da güzelleştirir. bulunduğum duygu haline göre etkileri farklı olan büyülü bir eserdir benim için.
einaudi'nin buna neden beyaz bulutlar ismini verdiğini düşündüm. kendimce bir anlam buldum.
bulutlar geçip giderler. kaybolurlar. oluşurlar. tıpkı insan gibi diyebilir miyiz ?**
peki neden beyaz ?* bebekken saftır insan. beyaz da saflığı temsil eder.*
her bulut gökyüzünde izlediği yol boyunca belirli şekiller alır. ta ki içindekileri boşaltıp kaybolana kadar.
o son şekli ile veda eder gökyüzüne bulut. bunu insana benzetirsek eğer hayat boyunca ilerlediğimizde
herkesin kendi çapında yaşadığı badireler ile bir karakteri olur. bu karakter her gün, her saat, her dakika değişir.
bir düşünceyle, bir olayla ve bilmediğimiz bir gün son halimiz ile göçüp gideceğiz buradan.
belki de ludovico tüm hayatı sığdırdı bu esere. tüm yaşanmışlıkları, geçip giden ömrü.
belki de bu nedenledir eserin bende hayatı gözden geçirme etkisi bırakması.** tabi bilemeyiz ama nedense böyle düşündüm.**
beni çok* farklı diyarlara alıp götürür. hüzünlüyken, hüznüme daha da hüzün katar.
güzel anıları hatırlarken onları daha da güzelleştirir. bulunduğum duygu haline göre etkileri farklı olan büyülü bir eserdir benim için.
einaudi'nin buna neden beyaz bulutlar ismini verdiğini düşündüm. kendimce bir anlam buldum.
bulutlar geçip giderler. kaybolurlar. oluşurlar. tıpkı insan gibi diyebilir miyiz ?**
peki neden beyaz ?* bebekken saftır insan. beyaz da saflığı temsil eder.*
her bulut gökyüzünde izlediği yol boyunca belirli şekiller alır. ta ki içindekileri boşaltıp kaybolana kadar.
o son şekli ile veda eder gökyüzüne bulut. bunu insana benzetirsek eğer hayat boyunca ilerlediğimizde
herkesin kendi çapında yaşadığı badireler ile bir karakteri olur. bu karakter her gün, her saat, her dakika değişir.
bir düşünceyle, bir olayla ve bilmediğimiz bir gün son halimiz ile göçüp gideceğiz buradan.
belki de ludovico tüm hayatı sığdırdı bu esere. tüm yaşanmışlıkları, geçip giden ömrü.
belki de bu nedenledir eserin bende hayatı gözden geçirme etkisi bırakması.** tabi bilemeyiz ama nedense böyle düşündüm.**
devamını gör...
memories
hatıralar demektir ingilizcede. aynı zamanda bir maroon 5 parçası. sözleri alkollüyseniz ağlatabilir ya da ne bileyim işte buruk bir tat bırakabilir.
here's to the ones that we got
cheers to the wish you were here, but you're not
'cause the drinks bring back all the memories
of everything we've been through
toast to the ones here today
toast to the ones that we lost on the way
'cause the drinks bring back all the memories
and the memories bring back, memories bring back you
here's to the ones that we got
cheers to the wish you were here, but you're not
'cause the drinks bring back all the memories
of everything we've been through
toast to the ones here today
toast to the ones that we lost on the way
'cause the drinks bring back all the memories
and the memories bring back, memories bring back you
devamını gör...
srebrenitsa katliamı
bundan tam 26 yıl önce 11 temmuz 1995'te başlayan katliam. 26 yıl önce avrupa'nın göbeğinde gerçekleşen, kimsenin “dur” demediği bir soykırım. yakın tarihte gerçekleşen en acı verici, en utanç verici olaylardan biri.
srebrenitsa, bosna-hersek'in doğusunda sırbistan sınırına 10 km. uzaklıkta bir boşnak şehridir. şu anda nüfusunun çoğunluğunu sırpların oluşturduğu srebrenitsa şehrinin nüfusunun çoğunluğunu 1992 yılında başlayan bosna savaşı öncesi boşnaklar oluşturuyordu. 1991'de yapılan yugoslavya nüfus sayımlarına göre 36 bin nüfuslu srebrenitsa şehrinde %75.2 oranında boşnaklar %22.7 oranında sırplar yaşıyordu.
1992 yılında büyük sırbistan kurma hayalindeki sırplar, devlet başkanı slobodan milošević ve general momčilo perišić'in desteğini alarak sözde bosna sırp devleti ve sırp demokrat partisi başkanı olan radovan karadžić ve general ratko mladić öncülüğünde bosna-hersek'te etnik arındırma çalışmalarına başladılar.
bosna savaşı'nın başlamasıyla beraber sırp ordusu doğuya doğru hızla ilerledi ve nüfusunun %75.2'sini boşnakların oluşturduğu 36 bin nüfuslu srebrenitsa'yı ele geçirdi. birkaç ay sonra boşnaklar srebrenitsa'yı geri aldı.
ocak 1993'te sırplar boşnakların elinde tuttuğu bölgelere saldırmaya başladı. bijeljina, bratunac ve zvornik gibi sırp saldırısına uğrayan çevre şehirlerden kaçan boşnakların göçü sonucu srebrenitsa'nın nüfusu 60 bine çıktı. srebrenitsa'da gıda, su ve tıbbi malzeme kıtlığı başladı.
16 nisan 1993'te birleşmiş milletler güvenlik konseyi, saraybosna, tuzla, žepa, goražde, bihać ve srebrenitsa’yı birleşmiş milletler korumasına alarak güvenli bölge ilan etti. birleşmiş milletler barış gücü srebrenitsa'ya asker sevk etti. artık bijeljina, bratunac ve zvornik gibi sırp saldırısına uğrayan çevre şehirlerden kaçan binlerce sivil ve srebrenitsa halkı birleşmiş milletler barış gücü’nü temsil eden 429 hollandalı askerin koruması altındaydı. bu tarihten sonra sırp saldırıları durdu ama srebrenitsa çevresindeki sırp kuşatması devam etti. sırplar srebrenitsa’ya gelen insani yardım konvoylarının çoğunu şehre sokmuyorlardı. srebrenitsa halkı açlık, susuzluk ve sefaletle boğuşuyordu.
mart 1995'te radovan karadžić žepa ve srebrenitsa'nın dış dünyadan tamamen koparılması emrini verdi. sırplar gelen insani yardım konvoylarının tamamını engellemeye başladılar.
6-8 temmuz 1995:
sırp kuvvetleri sabaha karşı bombardımana başladılar. boşnaklar kendilerini korumak için daha önce birleşmiş milletler barış gücü'ne teslim ettikleri silahların geri verilmesini istediler fakat isteklerine olumsuz cevap aldılar.
bombardımanın ağırlaşması ve atılan roketlerin sığınmacıların tutulduğu merkezin ve birleşmiş milletler barış gücü'nün gözlem noktalarının yakınlarına düşmesi sonucu hollandalı komutan thom karremans birleşmiş milletler'den yardım istedi. birleşmiş milletler yugoslavya koruma gücü komutanı general bernard janvier bu isteği reddetti.
9 temmuz 1995:
sırp kuvvetleri bombardımanı daha da ağırlaştırdılar, hollanda gözlem noktalarına saldırdılar ve 14 hollandalı askeri rehin aldılar.
10 temmuz 1995:
hollandalı komutan thom karremans sırpların hollanda mevzilerini bombalaması sonucu birleşmiş milletler'den tekrar yardım istedi. birleşmiş milletler yugoslavya koruma gücü komutanı general bernard janvier bu sefer yardım isteğini kabul etti. birleşmiş milletler uçakları şehre ulaşmadan sırplar saldırılarını geçici olarak durdurdu.
general bernard janvier yaptığı basın toplantısında, birleşmiş milletler koruma gücünün bu tepkisizliğini savunarak “herkese bir kez daha hatırlatmak isterim ki, bosna hükümet ordusu birlikleri kendilerini savunacak güce sahiptir. hem srebrenitsa'ya yönelik bir müdahale yapmamız da boşnaklar tarafından istenmemektedir. oradaki durum 1993'teki gibi değil. aldığım bilgilere göre boşnak askerler srebrenitsa yolu üzerindeki hollanda askerlerine ateş etmekte ve srebrenitsa üzerinde uçan nato uçaklarına saldırmaktadırlar. müslümanlar bizi arzulamadığımız bir yola çekmeye çalışmaktadırlar.” açıklamasını yaptı.
birleşmiş milletler yugoslavya özel temsilcisi yashushi akashi de “saldırıları müslümanlar başlatıyor. sonra da birleşmiş milletler ve uluslararası gücü yanlış kararlarına ortak etmeye çalışıyorlar.” diyerek general bernard janvier'in bu açıklamasına destek verdi.
hollandalı komutan thom karremans sırplar 11 temmuz saat 06.00'a kadar güvenlikli bölgeden çekilmezlerse nato uçaklarının büyük bir hava saldırısı başlatacağını söyledi.
11 temmuz 1995:
sırp kuvvetleri beklenen saatte geri çekilmedi. saat 09.00'da hollandalı komutan thom karremans saraybosna'daki birleşmiş milletler merkezinden hava desteğinin yanlış bir şekilde istendiğine dair bir mesaj aldı. saat 10.30'da tekrar gönderilen dilekçe general bernard janvier'e ulaştı. ancak saat 06.00'dan beri havada olan nato uçakları yakıt ikmali yapmak için italya'ya dönmek zorunda kalmışlardı. saat 14.30'da hava desteği sorunu çözüldü ve hollanda'ya ait iki adet f-16 uçağı srebrenitsa'yı kuşatan sırp mevzilerine iki adet bomba bıraktı. bombalardan biri sırp kuvvetlerine ait bir zırhlı personel taşıyıcıyı vurdu, diğeri sırp kuvvetlerine ait bir tanka isabetsiz bir atış yaptı. sırplar bu saldırılara karşılık ellerindeki hollandalı rehineleri öldüreceklerini ve bombardımana başlayacaklarını tehdidinde bulununca saldırılar durdu.
iki saat sonra sırp general ratko mladić sırp kameranlarla birlikte srebrenitsa'ya girdi. akşam saatlerinde mladić, karremans'ı yemeğe davet ederek şehirdeki müslümanların canlarını garanti altına almak için silahlarını teslim etmeleri gerektiğini söyledi. ratko mladić hem srebrenitsa saldırısı'nı hem de bunu takip eden srebrenitsa soykırımı'nı bizzat yönetti.
11-18 temmuz 1995:
11 temmuzu 12 temmuza bağlayan gece 15 bin kadar boşnak, dağları aşarak srebrenitsa'dan tuzla'ya kaçmak için ormanlık bölgeye girdiler. fakat kaçmaya çalışırlarken sırplar tarafından bombardımana tutuldular. birçok boşnak topçu ateşi ve keskin nişancı ateşiyle, bazıları ise sırp askerleri tarafından yakalanarak öldürüldü.
sırp askerleri srebrenitsa içinde kalan boşnak kadın ve çocukları otobüs ve kamyonlarla boşnakların elindeki müslüman bölgelerine gönderdiler. 30 saat içerisinde 23 bin civarı kadın ve çocuk srebrenitsa’dan tahliye edildi.
16 yaş ile 70 yaş arasındaki 8 binden fazla boşnak erkeği ise “savaş suçlusu sanıkları olarak sorguya çekmek” için toplanarak depolara, okullara ve ambarlara dolduruldu ve kurşuna dizilerek toplu mezarlara gömüldü.
11-12 temmuz tarihlerinde sırp general ratko mladić'in hollanda üssünde hollandalı yetkililerle yaptığı görüşmeler sonucu birleşmiş milletler barış gücü hollanda üslerine sığınan 5 bin civarı boşnak sırplara teslim edildi. bunun karşılığında sırplar rehin tuttukları 14 hollandalı askeri serbest bıraktılar.
sırp general ratko mladić kameralar karşısında kimseye hiçbir şey yapılmayacağı ve herkesin güvenle srebrenitsa dışına çıkarılacağı garantisi verdi. kamyon ve otobüslere bindirilen boşnak erkeklere esir değişimi için tuzla'ya gönderilecekleri söylendi.
tüm bu olaylar yaşanırken birleşmiş milletler barış gücü'nü temsil eden ve boşnakları korumakla görevli olan hollandalı komutan thom karremans ve hollandalı askerler boşnak sığınmacıları sırplara teslim etmekten başka bir şey yapmıyordu.
not: akp genel başkanı recep tayyip erdoğan'ın 2012 yılında başlattığı kürtaj tartışmaları üzerine 2002-2013 arası ve 2016-2017 arası sağlık bakanlığı görevini üstlenen recep akdağ isimli şahıs “tecavüze uğrayan kadın doğursun, gerekirse devlet bakar.” minvalinde bir açıklama yapmıştı. recep akdağ'ın bu açıklamasını savunmak için dönemin akp sakarya milletvekili ayhan sefer üstün srebrenitsa katliamı hakkında “bosna’da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular. anne karnında hepsi öldürülseydi o tecavüzcülerin yaptığından çok daha büyük bir dram, suç ortaya çıkacaktı.” demişti. recep akdağ'ın ve ayhan sefer üstün'ün bu utanç verici açıklamaları da unutulmasın istedim.
srebrenitsa, bosna-hersek'in doğusunda sırbistan sınırına 10 km. uzaklıkta bir boşnak şehridir. şu anda nüfusunun çoğunluğunu sırpların oluşturduğu srebrenitsa şehrinin nüfusunun çoğunluğunu 1992 yılında başlayan bosna savaşı öncesi boşnaklar oluşturuyordu. 1991'de yapılan yugoslavya nüfus sayımlarına göre 36 bin nüfuslu srebrenitsa şehrinde %75.2 oranında boşnaklar %22.7 oranında sırplar yaşıyordu.
1992 yılında büyük sırbistan kurma hayalindeki sırplar, devlet başkanı slobodan milošević ve general momčilo perišić'in desteğini alarak sözde bosna sırp devleti ve sırp demokrat partisi başkanı olan radovan karadžić ve general ratko mladić öncülüğünde bosna-hersek'te etnik arındırma çalışmalarına başladılar.
bosna savaşı'nın başlamasıyla beraber sırp ordusu doğuya doğru hızla ilerledi ve nüfusunun %75.2'sini boşnakların oluşturduğu 36 bin nüfuslu srebrenitsa'yı ele geçirdi. birkaç ay sonra boşnaklar srebrenitsa'yı geri aldı.
ocak 1993'te sırplar boşnakların elinde tuttuğu bölgelere saldırmaya başladı. bijeljina, bratunac ve zvornik gibi sırp saldırısına uğrayan çevre şehirlerden kaçan boşnakların göçü sonucu srebrenitsa'nın nüfusu 60 bine çıktı. srebrenitsa'da gıda, su ve tıbbi malzeme kıtlığı başladı.
16 nisan 1993'te birleşmiş milletler güvenlik konseyi, saraybosna, tuzla, žepa, goražde, bihać ve srebrenitsa’yı birleşmiş milletler korumasına alarak güvenli bölge ilan etti. birleşmiş milletler barış gücü srebrenitsa'ya asker sevk etti. artık bijeljina, bratunac ve zvornik gibi sırp saldırısına uğrayan çevre şehirlerden kaçan binlerce sivil ve srebrenitsa halkı birleşmiş milletler barış gücü’nü temsil eden 429 hollandalı askerin koruması altındaydı. bu tarihten sonra sırp saldırıları durdu ama srebrenitsa çevresindeki sırp kuşatması devam etti. sırplar srebrenitsa’ya gelen insani yardım konvoylarının çoğunu şehre sokmuyorlardı. srebrenitsa halkı açlık, susuzluk ve sefaletle boğuşuyordu.
mart 1995'te radovan karadžić žepa ve srebrenitsa'nın dış dünyadan tamamen koparılması emrini verdi. sırplar gelen insani yardım konvoylarının tamamını engellemeye başladılar.
6-8 temmuz 1995:
sırp kuvvetleri sabaha karşı bombardımana başladılar. boşnaklar kendilerini korumak için daha önce birleşmiş milletler barış gücü'ne teslim ettikleri silahların geri verilmesini istediler fakat isteklerine olumsuz cevap aldılar.
bombardımanın ağırlaşması ve atılan roketlerin sığınmacıların tutulduğu merkezin ve birleşmiş milletler barış gücü'nün gözlem noktalarının yakınlarına düşmesi sonucu hollandalı komutan thom karremans birleşmiş milletler'den yardım istedi. birleşmiş milletler yugoslavya koruma gücü komutanı general bernard janvier bu isteği reddetti.
9 temmuz 1995:
sırp kuvvetleri bombardımanı daha da ağırlaştırdılar, hollanda gözlem noktalarına saldırdılar ve 14 hollandalı askeri rehin aldılar.
10 temmuz 1995:
hollandalı komutan thom karremans sırpların hollanda mevzilerini bombalaması sonucu birleşmiş milletler'den tekrar yardım istedi. birleşmiş milletler yugoslavya koruma gücü komutanı general bernard janvier bu sefer yardım isteğini kabul etti. birleşmiş milletler uçakları şehre ulaşmadan sırplar saldırılarını geçici olarak durdurdu.
general bernard janvier yaptığı basın toplantısında, birleşmiş milletler koruma gücünün bu tepkisizliğini savunarak “herkese bir kez daha hatırlatmak isterim ki, bosna hükümet ordusu birlikleri kendilerini savunacak güce sahiptir. hem srebrenitsa'ya yönelik bir müdahale yapmamız da boşnaklar tarafından istenmemektedir. oradaki durum 1993'teki gibi değil. aldığım bilgilere göre boşnak askerler srebrenitsa yolu üzerindeki hollanda askerlerine ateş etmekte ve srebrenitsa üzerinde uçan nato uçaklarına saldırmaktadırlar. müslümanlar bizi arzulamadığımız bir yola çekmeye çalışmaktadırlar.” açıklamasını yaptı.
birleşmiş milletler yugoslavya özel temsilcisi yashushi akashi de “saldırıları müslümanlar başlatıyor. sonra da birleşmiş milletler ve uluslararası gücü yanlış kararlarına ortak etmeye çalışıyorlar.” diyerek general bernard janvier'in bu açıklamasına destek verdi.
hollandalı komutan thom karremans sırplar 11 temmuz saat 06.00'a kadar güvenlikli bölgeden çekilmezlerse nato uçaklarının büyük bir hava saldırısı başlatacağını söyledi.
11 temmuz 1995:
sırp kuvvetleri beklenen saatte geri çekilmedi. saat 09.00'da hollandalı komutan thom karremans saraybosna'daki birleşmiş milletler merkezinden hava desteğinin yanlış bir şekilde istendiğine dair bir mesaj aldı. saat 10.30'da tekrar gönderilen dilekçe general bernard janvier'e ulaştı. ancak saat 06.00'dan beri havada olan nato uçakları yakıt ikmali yapmak için italya'ya dönmek zorunda kalmışlardı. saat 14.30'da hava desteği sorunu çözüldü ve hollanda'ya ait iki adet f-16 uçağı srebrenitsa'yı kuşatan sırp mevzilerine iki adet bomba bıraktı. bombalardan biri sırp kuvvetlerine ait bir zırhlı personel taşıyıcıyı vurdu, diğeri sırp kuvvetlerine ait bir tanka isabetsiz bir atış yaptı. sırplar bu saldırılara karşılık ellerindeki hollandalı rehineleri öldüreceklerini ve bombardımana başlayacaklarını tehdidinde bulununca saldırılar durdu.
iki saat sonra sırp general ratko mladić sırp kameranlarla birlikte srebrenitsa'ya girdi. akşam saatlerinde mladić, karremans'ı yemeğe davet ederek şehirdeki müslümanların canlarını garanti altına almak için silahlarını teslim etmeleri gerektiğini söyledi. ratko mladić hem srebrenitsa saldırısı'nı hem de bunu takip eden srebrenitsa soykırımı'nı bizzat yönetti.
11-18 temmuz 1995:
11 temmuzu 12 temmuza bağlayan gece 15 bin kadar boşnak, dağları aşarak srebrenitsa'dan tuzla'ya kaçmak için ormanlık bölgeye girdiler. fakat kaçmaya çalışırlarken sırplar tarafından bombardımana tutuldular. birçok boşnak topçu ateşi ve keskin nişancı ateşiyle, bazıları ise sırp askerleri tarafından yakalanarak öldürüldü.
sırp askerleri srebrenitsa içinde kalan boşnak kadın ve çocukları otobüs ve kamyonlarla boşnakların elindeki müslüman bölgelerine gönderdiler. 30 saat içerisinde 23 bin civarı kadın ve çocuk srebrenitsa’dan tahliye edildi.
16 yaş ile 70 yaş arasındaki 8 binden fazla boşnak erkeği ise “savaş suçlusu sanıkları olarak sorguya çekmek” için toplanarak depolara, okullara ve ambarlara dolduruldu ve kurşuna dizilerek toplu mezarlara gömüldü.
11-12 temmuz tarihlerinde sırp general ratko mladić'in hollanda üssünde hollandalı yetkililerle yaptığı görüşmeler sonucu birleşmiş milletler barış gücü hollanda üslerine sığınan 5 bin civarı boşnak sırplara teslim edildi. bunun karşılığında sırplar rehin tuttukları 14 hollandalı askeri serbest bıraktılar.
sırp general ratko mladić kameralar karşısında kimseye hiçbir şey yapılmayacağı ve herkesin güvenle srebrenitsa dışına çıkarılacağı garantisi verdi. kamyon ve otobüslere bindirilen boşnak erkeklere esir değişimi için tuzla'ya gönderilecekleri söylendi.
tüm bu olaylar yaşanırken birleşmiş milletler barış gücü'nü temsil eden ve boşnakları korumakla görevli olan hollandalı komutan thom karremans ve hollandalı askerler boşnak sığınmacıları sırplara teslim etmekten başka bir şey yapmıyordu.
not: akp genel başkanı recep tayyip erdoğan'ın 2012 yılında başlattığı kürtaj tartışmaları üzerine 2002-2013 arası ve 2016-2017 arası sağlık bakanlığı görevini üstlenen recep akdağ isimli şahıs “tecavüze uğrayan kadın doğursun, gerekirse devlet bakar.” minvalinde bir açıklama yapmıştı. recep akdağ'ın bu açıklamasını savunmak için dönemin akp sakarya milletvekili ayhan sefer üstün srebrenitsa katliamı hakkında “bosna’da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular. anne karnında hepsi öldürülseydi o tecavüzcülerin yaptığından çok daha büyük bir dram, suç ortaya çıkacaktı.” demişti. recep akdağ'ın ve ayhan sefer üstün'ün bu utanç verici açıklamaları da unutulmasın istedim.
devamını gör...
paranoid kişilik bozukluğu
patolojik bir kavramdır. niyetlerin yanlış okunduğu, şüphe ve güvensizlik ile çepeçevre sarılmış bir ruh halini ifade eder. çevresindeki insanların hep kendisini kıskandığı, arkasından işler çevirdikleri, hatta insanların onun hakkında kötü düşünceler içinde oldukları konusunda kendilerinden emindir. halbuki böyle bir durum yoktur, sadece bir sanrıdır. ama kişi düşük öz saygısı sebebiyle bu çarpıtılmış düşünceleri gerçeklik olarak algılar. bu sebeple çevresindeki insanlar ile devamlı çatışma halindedirler.
devamını gör...
geceye büyük bir lider bırak
(bkz: daha büyüğünü bulamadık)
devamını gör...
kedi beslenen evlerin pis kokması
kedi öldürülen evler daha pis kokuyordur eminim.
devamını gör...
yazarların normal sözlük’te yazma nedenleri
ıçimi dökmek . çevrem de beni anlayan insan yok malesef . belki burda vardır bir ümit.
devamını gör...
kelebek
konya 'da bulunan tropikal kelebek bahçesinde, her türlü formunun ve envaiçeşidinin görülebileceği, olağanüstü güzel desenleri ve kamuflaj yetenekleri ile hayranlık uyandıran, -diğer böceklerin aksine birçok kişi için göze hoş gelen- pulkanatlı böcek türü.
not: müzede sıcaktan ve nemden çok etkilenenler rahatsızlık hissedebilir.
not: müzede sıcaktan ve nemden çok etkilenenler rahatsızlık hissedebilir.
devamını gör...
hala seviyorum
eski sevgiliyi unutamayan kişi söylem'idir.
devamını gör...
mığrıbı
kemalistlere fena halde düşman olan yazar. her musibeti kemalistlere yıkan anlayışın sözlükteki temsilcisi. "kemalizm nerede görülürse başı ezilmelidir" zihniyetinin klavye başı delikanlısı.
devamını gör...
durduk yere insanın aklına gelen replikler
baba akü yokk
devamını gör...
