homofobik bireylerin homofobik olduklarını kabul etmemesi
homofobik değilim amaaa....
devamını gör...
alonso fernandez de avellaneda
bir taklitçi, sahtekar ve katildir.
kim olduğu hala tam olarak bilinmeyen bir insan olan alonso fernandez de avellaneda büyük bir taklitçi ve sahtekar olma şanına dünyanın gelmiş geçmiş en etkileyici ve modern romanın ilk temsilcisi olan eseri olan don quixote’nin ikinci cildini yayımlayarak cervantes’e büyük saygısızlık yaparak erişmiştir.
bu saygısızlık cervantes’in ölümsüz eseri don quijote için tanrımız don quijote diye yazan miguel de unamuno ile aynı fikirde olan okurlar için kutsala yapılan bir saygısızlıktır. ben de unamunogillerden bir okur olarak bu saygısızlık karşısında artık susmamam gerektiğini anladım.
büyük romanın ilk cildinden sonra ikinci cildi yayımlayacağını müjdeleyen cervantes’ten önce davranan alonso fernandez de avellaneda ikinci bir cilt yazarak yayımlamış ve bu kitapta cervantes’e sataşmalarda da bulunmuştur.
bu duruma öfkelenen cervantes ilk ciltten on yıl sonra ikinci cildi yazmış ve kendisinin de en az bizim kadar hayran olduğu kahramanı don quijote’yi öldürmüştür romanın sonunda. yani dolaylı bir yoldan da olsa büyük şövalyenin katili alonso fernandez de avellaneda‘dır.
kim olduğu bilinmese de bu katil umarım hak ettiği cezayı bulmuştur.
kim olduğu hala tam olarak bilinmeyen bir insan olan alonso fernandez de avellaneda büyük bir taklitçi ve sahtekar olma şanına dünyanın gelmiş geçmiş en etkileyici ve modern romanın ilk temsilcisi olan eseri olan don quixote’nin ikinci cildini yayımlayarak cervantes’e büyük saygısızlık yaparak erişmiştir.
bu saygısızlık cervantes’in ölümsüz eseri don quijote için tanrımız don quijote diye yazan miguel de unamuno ile aynı fikirde olan okurlar için kutsala yapılan bir saygısızlıktır. ben de unamunogillerden bir okur olarak bu saygısızlık karşısında artık susmamam gerektiğini anladım.
büyük romanın ilk cildinden sonra ikinci cildi yayımlayacağını müjdeleyen cervantes’ten önce davranan alonso fernandez de avellaneda ikinci bir cilt yazarak yayımlamış ve bu kitapta cervantes’e sataşmalarda da bulunmuştur.
bu duruma öfkelenen cervantes ilk ciltten on yıl sonra ikinci cildi yazmış ve kendisinin de en az bizim kadar hayran olduğu kahramanı don quijote’yi öldürmüştür romanın sonunda. yani dolaylı bir yoldan da olsa büyük şövalyenin katili alonso fernandez de avellaneda‘dır.
kim olduğu bilinmese de bu katil umarım hak ettiği cezayı bulmuştur.
devamını gör...
hildegard von bingen
ünvanları; şair, yazar(ilk fransız kadın yazar), filozof, teolog, sanatçı, müzisyen, evliya, kompozitör, dramaturg, biyografi yazarı, doktor, botanikçi(bir çeşit şifacı denilebilir aslında), oyuncu, mimar, kâhin, vaiz, kiliseye göre azize. of of of abla ne yaptın sen öyle desem ayıp olmaz inşallah. insan bu kadar dolu dolu yaşayabilir. helal olsun. şimdi biraz ciddi yazayım.
aslında onun için mistik filozof diyebiliriz.
çocuklugundan beri insan, ruh ve insan ile ruh arasındaki ilişkiyi düşünmüştür. gizemli şeyler gördüğü ve böylelikle mistisizm kapılarını araladığı söylenilir.
o , insanların kaderinin önceden belirlenmiş olduğuna değil, insanın özgür iradesinin varlığına ve karar verebilme mekanizmasına inanmıştır. the dialogue of divine providence isimli yaptında mistik görüşlerini dile getirmiştir.
hayat'ının otuz yılını manastırda kadınlar hücresinde geçirmiş, otuz sekiz yaşında baş rahibe olur. rahibe gorevini bir köle vari hizmet olarak değil bir takım kadınsal hareketler için kullanmıştır.erkek manastırlarından bağımsız kendi manastırını kurmuştur. bu manastırda kadın rahibeler yetiştirerek kadınların da vaaz verebildiğini göstermiştir.
aşağıdaki sözleriyle feminizm ile ciddi bağlantılı olduğu görülür.
isa meryem’den doğduğuna göre tanrı suretini bir kadından almıştır, dolayısıyla kadın tanrısal surete erkeğe nazaran daha yakındır
öte yandan feminist olmadığına dair de deliller vardır. şöyle diyelim pratikte yaptıkları ve söylemleri ile feminist gibi gözüküyor olsa da düşüncelerini ileri sürerken ataerkil dil kullanması, genel olarak kilise görüşlerini benimsemiş olması,eşcinselliği kınaması gibi hareketler bu düşünceden uzak konuma itmiştir.
ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur. bu görüşüyle kilise'den kopmuş. tanrı ile insan'ın bireysel ilişki kurması gerektiğini öne sürmüş.
bu görüşler orta çağ'da bir kadın tarafından cesurca belirtilmiş. sonra ne mi olmuş?
dini açıdan sapkınlık suçlaması neticesinde, yakılarak öldürülmüştür.
bugün yine bir kadın filozofun hikayesini anlattık. her türlü zorluğa rağmen hayatın içinde düşünmeyi, sorgulamayı, mücadeyi bırakmayan bir kadından bahsettik. çocuklarını tek başına büyütmüş, geçimini kendi sağlamış yetilerini saklamamış öğrendiklerini toplumdaki kişilerle paylaşmış bir filozof. başka yürekli kadın filozoflarla görüşmek dileğiyle..
aslında onun için mistik filozof diyebiliriz.
çocuklugundan beri insan, ruh ve insan ile ruh arasındaki ilişkiyi düşünmüştür. gizemli şeyler gördüğü ve böylelikle mistisizm kapılarını araladığı söylenilir.
o , insanların kaderinin önceden belirlenmiş olduğuna değil, insanın özgür iradesinin varlığına ve karar verebilme mekanizmasına inanmıştır. the dialogue of divine providence isimli yaptında mistik görüşlerini dile getirmiştir.
hayat'ının otuz yılını manastırda kadınlar hücresinde geçirmiş, otuz sekiz yaşında baş rahibe olur. rahibe gorevini bir köle vari hizmet olarak değil bir takım kadınsal hareketler için kullanmıştır.erkek manastırlarından bağımsız kendi manastırını kurmuştur. bu manastırda kadın rahibeler yetiştirerek kadınların da vaaz verebildiğini göstermiştir.
aşağıdaki sözleriyle feminizm ile ciddi bağlantılı olduğu görülür.
isa meryem’den doğduğuna göre tanrı suretini bir kadından almıştır, dolayısıyla kadın tanrısal surete erkeğe nazaran daha yakındır
öte yandan feminist olmadığına dair de deliller vardır. şöyle diyelim pratikte yaptıkları ve söylemleri ile feminist gibi gözüküyor olsa da düşüncelerini ileri sürerken ataerkil dil kullanması, genel olarak kilise görüşlerini benimsemiş olması,eşcinselliği kınaması gibi hareketler bu düşünceden uzak konuma itmiştir.
ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur. bu görüşüyle kilise'den kopmuş. tanrı ile insan'ın bireysel ilişki kurması gerektiğini öne sürmüş.
bu görüşler orta çağ'da bir kadın tarafından cesurca belirtilmiş. sonra ne mi olmuş?
dini açıdan sapkınlık suçlaması neticesinde, yakılarak öldürülmüştür.
bugün yine bir kadın filozofun hikayesini anlattık. her türlü zorluğa rağmen hayatın içinde düşünmeyi, sorgulamayı, mücadeyi bırakmayan bir kadından bahsettik. çocuklarını tek başına büyütmüş, geçimini kendi sağlamış yetilerini saklamamış öğrendiklerini toplumdaki kişilerle paylaşmış bir filozof. başka yürekli kadın filozoflarla görüşmek dileğiyle..
devamını gör...
devlet hastanesi kokusu
öyle bayıcı, öyle sessiz ve derinden insanın sinirlerini bozan bir kokudur ki, nasıl geldiğini nasıl bünyenizi etkilediğini anlayamazsınız. kapıdan girdiğinizde her şey normaldir, birden kalp atışlarınız hızlanmaya burnunuzun direği sızlamaya başlar, adrenalin sebepsiz yere fazla karışır kanınıza, ardından koku daha da belirginleşir, bana ölümün kokusu gibi gelir hastane kokusu, ölümün ve asla iyi mi kötü mü olduğunu bilemeyeceğiniz beyaz önlüklü korkunç adamların hakimiyetinin kokusu.
devamını gör...
takip edilesi sözlük yazarları
edit: (bkz: volumina)’yı da ekleyelim, unutmam benim ayıbım.
daha önce hiç bu tür başlıklara yazmamıştım, eksik kalmayayım.
(bkz: ateist kaplumbağa)
(bkz: lan bırak (yazar))
(bkz: nicholai rosicky)
(bkz: eniyisipencere)
(bkz: son feci mars)
(bkz: hialiens)
(bkz: nevada (yazar))
(bkz: una nocte)
bunlar çok aktif olmayan yazarlar, hatta bazıları kafa izninde.
(bkz: et voila (yazar))
(bkz: özözünedanışır) *
(bkz: evernevergreen)
(bkz: i am melting lannn melting)
(bkz: the anonymous revolutionary)
(bkz: uzunihsanefendininyesilsurubu)
(bkz: whisper (yazar))
(bkz: yarasa seneca)
hepsi kaliteli, sevdiğim ve ilgiyle takip ettiğim yazarlardır.
daha önce hiç bu tür başlıklara yazmamıştım, eksik kalmayayım.
(bkz: ateist kaplumbağa)
(bkz: lan bırak (yazar))
(bkz: nicholai rosicky)
(bkz: eniyisipencere)
(bkz: son feci mars)
(bkz: hialiens)
(bkz: nevada (yazar))
(bkz: una nocte)
bunlar çok aktif olmayan yazarlar, hatta bazıları kafa izninde.
(bkz: et voila (yazar))
(bkz: özözünedanışır) *
(bkz: evernevergreen)
(bkz: i am melting lannn melting)
(bkz: the anonymous revolutionary)
(bkz: uzunihsanefendininyesilsurubu)
(bkz: whisper (yazar))
(bkz: yarasa seneca)
hepsi kaliteli, sevdiğim ve ilgiyle takip ettiğim yazarlardır.
devamını gör...
tek elle sütyen kopçası açmak
millet sütyen açacak noktaya geldi de tek elle açması kaldı
devamını gör...
normal sözlük'te tüm yazarların evli olması
ortalık teneffüse çıkmış lise talebesi kaynıyor, ne evlisi.?
yanlış genellemedir.
yanlış genellemedir.
devamını gör...
mesai sırasında entry girmek
(bkz: gizlice sözlükte gezinmek)
şşşşttt çaktırmayın sıklıkta yaptığım şeydir.
şşşşttt çaktırmayın sıklıkta yaptığım şeydir.
devamını gör...
avatar: the way of water
james cameron'ın avatar serisinin 2022 yapımı 2.filmidir.
filmi izlemeden önce hikayenin zayıflığı ile ilgili eleştirilere rastlamıştım. tabii hikayeler, derinlik açısından önemlidir ancak argüman çok daha önemlidir ve iyi bir argüman, kötü bir hikayeyi ehlileştirebileceği kadar kötü bir argüman da en muhteşem hikayeyi bile yerle bir edebilir. bu yüzden salt hikaye ya da olay örgüsü kısmına, en azından ben çok takılmıyorum ama hollywood, genel olarak bir senaryolar klişesi ve bu film de senaryo itibariyle bu klişelerin göbeğinde kalmış. yani herhangi bir filmde bu, çok göze batan bir şey değildir belki ama böylesi devasa emek ve paraların harcandığı bir film için biraz dandik kalmış, yazık olmuş.
ilk film de benzer senaryo klişeliklerine sahipti ancak sinematik anlamda, bugüne kadar yapılagelmiş ve hollywood sınırlarını zorlayan güçlü antiemperyalist imgeleri barındırıyor olmasıyla çok daha güçlü ve parlak kısımları, bu türden ufak tefek noksanlıklarını kapatıyordu.
bu ikinci filmde de aynı tematik noktadan yürümekle film, klasik rambo hikayeleri formunun çok da ötesine geçememiş. görüntüler, görsel efekt, sesler, seyir zevki gibi teknik kısımlar için söylenecek bir şey yok, çıta gerçekten çok aşılmış. o yüzden bu filmin okyanusu geçip derede boğulan kısımları, insana çok daha tuhaf geliyor.
klişelerden bir diğeri de o tanıdık hollywood samimiyetsizliği. hani rambo demiştik ya, dünyanın herhangi bir yerlerindeki insanların başına bela olmuş amerikalıların elinden, onları yine başka bir amerikalının kurtardığı hollywood arketipi. zaten bunlardan başka kimsede o zeka, azim ve kararlılık, feraset ne arasın?
avatar jake sully de amerikalı bir asker olmanın getirdiği bilgi, beceri ve gözü karalıkla(!) dönek güvercini besleyen orta yaşlı mülayim abiler gibi koskoca toruk makto'yu tava getirmekle kalmamış, üstüne reisin kızını ayartmış, pandora'nın da yeni efendisi olmuştu. muhtemelen bundan sonraki serilerde de bu kariyer yükselişi, bu filmde de ipuçları verildiği üzere babadan oğula geçecektir.
izlemesi keyifli ancak dediğim gibi, bu serilerdeki iyi tarafı da kötü tarafı da ortaya koyabilme kudreti olarak yegane amerikan militarizminin işaret edilmesi, artık beni biraz kaşındırıyor. bilmem kaç yüzyıllık samurayları da hiç edip onlara da yol yordam öğreten, yine bunların son samurayları değil miydi? ayrıca filmde yine dünyadan bilmem kaç bin ya da milyon ışık yılı uzakta, pandora adlı bir gezegende yaşayan bir aile, neden tipik bir amerikan ailesi formunda? aile reisi amerikalı da, bu çoluk çocuğun haşir neşir olduğu bir sosyal çevre ya da oranın farklı bir kültürü, bir mevzusu hiç mi olmaz?
hele filmdeki bu kertenkele suratlı pandoralılarla, kızılderililer arasında kurulmaya çalışılan sembolik benzerlikler de yine hollywood'un başka bir ikiyüzlüğü, başka bir günah çıkarma yöntemi ki oralara hiç girmiyorum. bir gün iyi adamıyla kötü adamıyla, bu sömürücü işgalcilerin hepsinin sektirip gittiği bir film yaparlarsa ona olmuş derim.
filmi izlemeden önce hikayenin zayıflığı ile ilgili eleştirilere rastlamıştım. tabii hikayeler, derinlik açısından önemlidir ancak argüman çok daha önemlidir ve iyi bir argüman, kötü bir hikayeyi ehlileştirebileceği kadar kötü bir argüman da en muhteşem hikayeyi bile yerle bir edebilir. bu yüzden salt hikaye ya da olay örgüsü kısmına, en azından ben çok takılmıyorum ama hollywood, genel olarak bir senaryolar klişesi ve bu film de senaryo itibariyle bu klişelerin göbeğinde kalmış. yani herhangi bir filmde bu, çok göze batan bir şey değildir belki ama böylesi devasa emek ve paraların harcandığı bir film için biraz dandik kalmış, yazık olmuş.
ilk film de benzer senaryo klişeliklerine sahipti ancak sinematik anlamda, bugüne kadar yapılagelmiş ve hollywood sınırlarını zorlayan güçlü antiemperyalist imgeleri barındırıyor olmasıyla çok daha güçlü ve parlak kısımları, bu türden ufak tefek noksanlıklarını kapatıyordu.
bu ikinci filmde de aynı tematik noktadan yürümekle film, klasik rambo hikayeleri formunun çok da ötesine geçememiş. görüntüler, görsel efekt, sesler, seyir zevki gibi teknik kısımlar için söylenecek bir şey yok, çıta gerçekten çok aşılmış. o yüzden bu filmin okyanusu geçip derede boğulan kısımları, insana çok daha tuhaf geliyor.
klişelerden bir diğeri de o tanıdık hollywood samimiyetsizliği. hani rambo demiştik ya, dünyanın herhangi bir yerlerindeki insanların başına bela olmuş amerikalıların elinden, onları yine başka bir amerikalının kurtardığı hollywood arketipi. zaten bunlardan başka kimsede o zeka, azim ve kararlılık, feraset ne arasın?
avatar jake sully de amerikalı bir asker olmanın getirdiği bilgi, beceri ve gözü karalıkla(!) dönek güvercini besleyen orta yaşlı mülayim abiler gibi koskoca toruk makto'yu tava getirmekle kalmamış, üstüne reisin kızını ayartmış, pandora'nın da yeni efendisi olmuştu. muhtemelen bundan sonraki serilerde de bu kariyer yükselişi, bu filmde de ipuçları verildiği üzere babadan oğula geçecektir.
izlemesi keyifli ancak dediğim gibi, bu serilerdeki iyi tarafı da kötü tarafı da ortaya koyabilme kudreti olarak yegane amerikan militarizminin işaret edilmesi, artık beni biraz kaşındırıyor. bilmem kaç yüzyıllık samurayları da hiç edip onlara da yol yordam öğreten, yine bunların son samurayları değil miydi? ayrıca filmde yine dünyadan bilmem kaç bin ya da milyon ışık yılı uzakta, pandora adlı bir gezegende yaşayan bir aile, neden tipik bir amerikan ailesi formunda? aile reisi amerikalı da, bu çoluk çocuğun haşir neşir olduğu bir sosyal çevre ya da oranın farklı bir kültürü, bir mevzusu hiç mi olmaz?
hele filmdeki bu kertenkele suratlı pandoralılarla, kızılderililer arasında kurulmaya çalışılan sembolik benzerlikler de yine hollywood'un başka bir ikiyüzlüğü, başka bir günah çıkarma yöntemi ki oralara hiç girmiyorum. bir gün iyi adamıyla kötü adamıyla, bu sömürücü işgalcilerin hepsinin sektirip gittiği bir film yaparlarsa ona olmuş derim.
devamını gör...
yazarların en çok güldüğü erkek ve kadın oyuncu
levent kırca.
ecem erkek.
ecem erkek.
devamını gör...
i am melting lannn melting
hobaaa ya da değil, kimse kim, ne mesele yaptınız arkadaş ya? allah başka dert vermesin başka şey demiyorum.
ben severek okuyorum. hobaa ise de severek okuyorum, değilse de severek okuyorum. hobaa ise de umrumda değil, değilse de umrumda değil. yeter be.
ben severek okuyorum. hobaa ise de severek okuyorum, değilse de severek okuyorum. hobaa ise de umrumda değil, değilse de umrumda değil. yeter be.
devamını gör...
her şey aşktan
can sıkıntısından şimdiye dek izlemediğim türk filmlerine sardım. her şey aşktan da onlardan biriydi.
yönetmeni andaç haznedaroğlu, senaryoyu da o yazmış. dizilerden tanıdığım bir isimdi, şimdilerde benim için filmleriyle de dikkat çeken bir isim oldu. (en son 'sen hiç ateşböceği gördün mü' filmini çekmiştir.)
şükrü özyıldız çok beğendiğim gençlerden biri. hande doğandemir vasat bir oyuncu, akılda kalıcı bir yanı yok. mithat can özer ne alaka onu hiç anlamadım zaten.
hakan meriçliler, hakkı ergök ve bala atabek dışındaki oyuncuların adlarını bilmiyorum. yaz dizilerinde başrolü yanındaki kalabalık arkadaş grubunda olan yardımcı oyuncular işte. bir de misafir oyuncu olarak özcan deniz var filmde. filmin en komik sahnesi de onun olduğu bölümde zaten.
konusu, evliliğe ramak kala aldatılan pelin'in burak ile tanışması ve ilmek ilmek birbirlerine aşık olma süreçleri.
kişisel gelişim saçmalıkları, sürekli hayatı yemiş, içmiş hatta bitirmiş gençlerin tavsiyeleri, evlenme merakı, evlilik korkusu, alışveriş tutkusu, kırık aile ilişkileri gibi bir sürü detaya değinilmiş. hepsinden bir çimdik katılmış işte.
detaylarda kaybolmamasını istediğim en önemli yan ise koruncuk vakfı ve jönümüzün bu vakfa dikkat çekme isteği. filmin en değerli yanı kesinlikle ve kesinlikle burası.
vaktiniz var, izleyecek daha iyi bir alternatifiniz yoksa, başrollerden birini seviyorsanız, güzel manzaralar, parlak aydınlık sahnelerden hoşlanıyorsanız şans verebilirsiniz.
neşeli hollywood romantik komedilerine öykünse de klişelerden kaçamamış, edis, mehmet erdem gibi isimlere şarkı söyleterek süreyi doldurmuş olan filmin müziklerinde de mithat can özer'in katkısı var. annesinin oğlu neticede oyunculukta olmasa da müzikte hertürlü gideri var.
puanım 4/10. izlemeyin demem ama izleyin de diyemem. siz bilirsiniz.
yönetmeni andaç haznedaroğlu, senaryoyu da o yazmış. dizilerden tanıdığım bir isimdi, şimdilerde benim için filmleriyle de dikkat çeken bir isim oldu. (en son 'sen hiç ateşböceği gördün mü' filmini çekmiştir.)
şükrü özyıldız çok beğendiğim gençlerden biri. hande doğandemir vasat bir oyuncu, akılda kalıcı bir yanı yok. mithat can özer ne alaka onu hiç anlamadım zaten.
hakan meriçliler, hakkı ergök ve bala atabek dışındaki oyuncuların adlarını bilmiyorum. yaz dizilerinde başrolü yanındaki kalabalık arkadaş grubunda olan yardımcı oyuncular işte. bir de misafir oyuncu olarak özcan deniz var filmde. filmin en komik sahnesi de onun olduğu bölümde zaten.
konusu, evliliğe ramak kala aldatılan pelin'in burak ile tanışması ve ilmek ilmek birbirlerine aşık olma süreçleri.
kişisel gelişim saçmalıkları, sürekli hayatı yemiş, içmiş hatta bitirmiş gençlerin tavsiyeleri, evlenme merakı, evlilik korkusu, alışveriş tutkusu, kırık aile ilişkileri gibi bir sürü detaya değinilmiş. hepsinden bir çimdik katılmış işte.
detaylarda kaybolmamasını istediğim en önemli yan ise koruncuk vakfı ve jönümüzün bu vakfa dikkat çekme isteği. filmin en değerli yanı kesinlikle ve kesinlikle burası.
vaktiniz var, izleyecek daha iyi bir alternatifiniz yoksa, başrollerden birini seviyorsanız, güzel manzaralar, parlak aydınlık sahnelerden hoşlanıyorsanız şans verebilirsiniz.
neşeli hollywood romantik komedilerine öykünse de klişelerden kaçamamış, edis, mehmet erdem gibi isimlere şarkı söyleterek süreyi doldurmuş olan filmin müziklerinde de mithat can özer'in katkısı var. annesinin oğlu neticede oyunculukta olmasa da müzikte hertürlü gideri var.
puanım 4/10. izlemeyin demem ama izleyin de diyemem. siz bilirsiniz.
devamını gör...
kişinin büyüdüğünü fark ettiği anlar
saçlarımdaki beyazları farkettiğim an.
devamını gör...
birinin ilk tanıdığın halini özlemek
birini uzun zamandır tanıyorsanız yaşamanız daha muhtemel olan özleme durumu. birkaç yıllık arkadaşlarıma baktığımda ben de yaşıyorum bunu. herkes kendi yoluna gidiyor gitmesine ama o yollar da değişimden geçiyor. işte o değişimi görünce bu özlem daha da artıyor.
bir ahterbin ukdesidir.
bir ahterbin ukdesidir.
devamını gör...
4 kişiyle pazar kahvaltısı yapma şansınız olsa
üşenmekten kahvaltı hazırlamayıp başlık açan yazar (bkz: delirmiş_psikolog)
irvin d yalom freud hz muhammed darwin
uzun ve çok çetin bir sohbet olurdu
irvin d yalom freud hz muhammed darwin
uzun ve çok çetin bir sohbet olurdu
devamını gör...
tiger tankı
ikinci dünya savaşı'nın ortalarında almanlar'ın ürettiği tank modeli. düşman ordularının adeta korkulu rüyası olmuştur. vurulan bir tankın hurdasını ülkelerine götüren amerikalılar, üzerinde inceleme yapmışlar ve çok geçmeden m4 sherman model tanklarını üretmeye başlamışlar.
bir hafta içinde kopyaladıkları bu tankın planlarını müttefikleri olan ruslar'a da vermişler. onlar da bir traktör fabrikasını yeniden yapılandırarak t-34 model tanklarını yapmışlar. bunun sonucunda bir ay içinde savaşın seyri değişiyor ve o tanklar, alman tanklarını kovalıyorlar.
bir hafta içinde kopyaladıkları bu tankın planlarını müttefikleri olan ruslar'a da vermişler. onlar da bir traktör fabrikasını yeniden yapılandırarak t-34 model tanklarını yapmışlar. bunun sonucunda bir ay içinde savaşın seyri değişiyor ve o tanklar, alman tanklarını kovalıyorlar.
devamını gör...



