ruh sağlığı için uzak durulması gereken şeyler
toksik insanlar
devamını gör...
dostoyevski'den alıntılar
"ne ben bir kimseye benziyordum ne de bir başkası bana. 'onlar hep birlikte, bense onlardan farklıydım' diye derin düşüncelere dalıyordum."
(bkz: yeraltından notlar)
(bkz: yeraltından notlar)
devamını gör...
sevgilinin ismini dövme yaptırmak
olası bir ayrılıkta kendinizi ağlayarak dövmecinin kapısında bulabileceğiniz eylemdir.
şayet o kişi ananız, babanız, kardeşiniz vs. değilse yaptırmamanızı tavsiye ederim.
şayet o kişi ananız, babanız, kardeşiniz vs. değilse yaptırmamanızı tavsiye ederim.
devamını gör...
#anneyeneoldu
twitter'da bir veteriner hekim tarafından başlatılan tag.
herifin biri, 6 tane yavrusu olan köpeği yavrularının yanından alıyor. boynuna ip bağlayıp arabaya bindiriyor 1 saat boyunca bir yere götürüyor. tecavüz mü ediyor, işkence mi ediyor bilinmiyor.
bunu fark eden bir veteriner hekim, o herifin hayvana ne yaptığının aydınlatılması için twitter’dan bu şekilde bir tag açıyor ve insanların bu taga destek olmasını istiyor.
taga destek olmak istiyorsanız kesinlikle küfür etmemeniz gerekiyormuş, çünkü hayvana ne olduğu bilinmiyor.
ekşi'den alıntı
veteriner hekimin paylaştığı video;
twitter kullanan arkadaşlar mümkün mertebe destek olsunlar lütfen.
edit: annenin yanına gitmişler bugün. anneden örnek alınmış ve ankara üniversitesi veteriner fakültesi'nden sonuç bekleniyormuş.
şu anda da dobida kanalı canlı yayında.
herifin biri, 6 tane yavrusu olan köpeği yavrularının yanından alıyor. boynuna ip bağlayıp arabaya bindiriyor 1 saat boyunca bir yere götürüyor. tecavüz mü ediyor, işkence mi ediyor bilinmiyor.
bunu fark eden bir veteriner hekim, o herifin hayvana ne yaptığının aydınlatılması için twitter’dan bu şekilde bir tag açıyor ve insanların bu taga destek olmasını istiyor.
taga destek olmak istiyorsanız kesinlikle küfür etmemeniz gerekiyormuş, çünkü hayvana ne olduğu bilinmiyor.
ekşi'den alıntı
veteriner hekimin paylaştığı video;
twitter kullanan arkadaşlar mümkün mertebe destek olsunlar lütfen.
edit: annenin yanına gitmişler bugün. anneden örnek alınmış ve ankara üniversitesi veteriner fakültesi'nden sonuç bekleniyormuş.
şu anda da dobida kanalı canlı yayında.
devamını gör...
gezen tavuk ile oturan tavuk yumurtası arasındaki fark
yoktur. gezen tavuk tekli kafes yerine bütün tavukların üst üste olduğu bir alanda tutulur. tavuklar birbirine zarar vermesin, yemesin diye gagaları kesilir ya da dağlanır. bu tavukların oluşturduğu yumurtalara gezen tavuk yumurtası denir.
oturan tavuklar tekli kafeste tutulur. kafesler o kadar küçüktür ki hareket imkanları dahi olmaz. beterin beteri desem yeridir.
beslenme şekilleri, yani yemleri aynıysa zaten fark aramak beyhudedir. her ikisi de antibiyotikli hormonlu besinlere maruz kalıyor olabilir. her ikisi de yaşam şartları nedeniyle stres hormonu salgılar ve bu hormon yumurtaya da etki eder. yumurtanın tadı, tavuğun beslenme şekli ciddi bir değişiklik göstermiyorsa farklılık göstermeyebilir.
tabii her gezen tavuk aynı şartlarda yaşamaz. bunun kontrolünü, markalı bir ürünse yumurtanın sertifikalarıyla sağlamak mümkündür. günümüzde çayırda çimende gezen tavuğa da gezen tavuk deniyor, tek farklılığı tekli kafeste yaşamıyor olması olan tavuğa da. bunun kontrolünü sağlayacak olan yine tüketici, yoksa sempatik isimlerle her türlü ürün pazarlanabilir.
köyde gezen tavukla, dört duvar arasında gezen tavuğun ürettiği yumurta aynı isimle satılıyor. ikisi de gezen tavuk yumurtası. bir tarafta da hiç kıpırdamadan yumurta veren bir tavuk var. hangisinin hangisi olduğunu bulabilmek mesele.
oturan tavuklar tekli kafeste tutulur. kafesler o kadar küçüktür ki hareket imkanları dahi olmaz. beterin beteri desem yeridir.
beslenme şekilleri, yani yemleri aynıysa zaten fark aramak beyhudedir. her ikisi de antibiyotikli hormonlu besinlere maruz kalıyor olabilir. her ikisi de yaşam şartları nedeniyle stres hormonu salgılar ve bu hormon yumurtaya da etki eder. yumurtanın tadı, tavuğun beslenme şekli ciddi bir değişiklik göstermiyorsa farklılık göstermeyebilir.
tabii her gezen tavuk aynı şartlarda yaşamaz. bunun kontrolünü, markalı bir ürünse yumurtanın sertifikalarıyla sağlamak mümkündür. günümüzde çayırda çimende gezen tavuğa da gezen tavuk deniyor, tek farklılığı tekli kafeste yaşamıyor olması olan tavuğa da. bunun kontrolünü sağlayacak olan yine tüketici, yoksa sempatik isimlerle her türlü ürün pazarlanabilir.
köyde gezen tavukla, dört duvar arasında gezen tavuğun ürettiği yumurta aynı isimle satılıyor. ikisi de gezen tavuk yumurtası. bir tarafta da hiç kıpırdamadan yumurta veren bir tavuk var. hangisinin hangisi olduğunu bulabilmek mesele.
devamını gör...
kur'an'ın en beğenilen ayeti
şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
devamını gör...
ikili ilişkilerde sık yapılan hatalar
kendine duydugun saygıyı bir kenara koymak.
devamını gör...
antalya'da insanların suyunu güneş enerjisi ile ısıtması
güneş enerjisiyle su ısıtma teknolojisinin bulunduğunu gösterir.
kesin bilgi, yayalım.
kesin bilgi, yayalım.
devamını gör...
ölüm dışında olabilecek en kötü şey
böyle bir dünyaya doğmak derim.daha ne olsun.
devamını gör...
sitem
dilimize farsçadan girmiş bir kelime. sözlüğe bakınca kabaca bir kişinin yaptığı eylemin ya da ettiği bir sözün bireyde uyandırdığı kırgınlık hissiyatını içerisinde öfke barındırmayan bir şekilde ifade etmesi… bazen gözden düşen iki damla yaş bazen derin bir suskunlukla…
günümüz aşk, eş, dost, arkadaşlık ilişkilerini düşününce artık nadiren rastladığımız bir üslup haline geldi. şimdilerde yerini en küçük şeyde öfkelenmeler, tripler, bağırmalar, koca koca kavgalar aldı halbuki birine ne kadar kırılırsanız kırılın bu kırgınlığı öfkelenmeden ona ifade ediyorsanız karşınızdaki kişinin hayatınızdaki konumu ne olursa olsun o ilişki daha sağlıklı bir temelde devam edecektir.
uzun zaman sonra bugün kısa bir telefon görüşmesinde hatırladım bu kelimeyi tekrar… bir insanın içinde bulunduğu duygu durumunu karşısındaki kırılmasın diye içinden bas bas bağırıp da dışına çıt bile çıkaramadan anlatmaya çalışması ne demekmiş bugün bir kez daha öğrendim. susmak ki bazen çok şey söylemekmiş meğer ne çok bağırmaların önüne geçermiş… gözyaşlarının dili olsa belki yeter diye söylenirdi onlar bile lakin tek kelime etmedi…
ne inkar ne itiraf bu yalnızca sitem…
günümüz aşk, eş, dost, arkadaşlık ilişkilerini düşününce artık nadiren rastladığımız bir üslup haline geldi. şimdilerde yerini en küçük şeyde öfkelenmeler, tripler, bağırmalar, koca koca kavgalar aldı halbuki birine ne kadar kırılırsanız kırılın bu kırgınlığı öfkelenmeden ona ifade ediyorsanız karşınızdaki kişinin hayatınızdaki konumu ne olursa olsun o ilişki daha sağlıklı bir temelde devam edecektir.
uzun zaman sonra bugün kısa bir telefon görüşmesinde hatırladım bu kelimeyi tekrar… bir insanın içinde bulunduğu duygu durumunu karşısındaki kırılmasın diye içinden bas bas bağırıp da dışına çıt bile çıkaramadan anlatmaya çalışması ne demekmiş bugün bir kez daha öğrendim. susmak ki bazen çok şey söylemekmiş meğer ne çok bağırmaların önüne geçermiş… gözyaşlarının dili olsa belki yeter diye söylenirdi onlar bile lakin tek kelime etmedi…
ne inkar ne itiraf bu yalnızca sitem…
devamını gör...
jackson pollock
damlatma tekniğini kullanan ressam.bu teknikte çok geniş yüzeylere, fırça kanvasa değmeden- uzak mesafeden damlamalar ile eser ortaya çıkar. hatta öyle rivayet edilir ki pollock resim yaparken kürek, tırmık, bıçak gibi materyalleri de kullanmıştır. pollock’a göre insanlar dünyayı kendi bakış açılarından görmeyi öğrenmeli , dünyanın onların görmesini istediği bakış açısından kurtulmalıdır. yani insan dayatmalardan sıyrılmalı, ve kendi gerçekliğini haykırmalıdır.
devamını gör...
online 446 yazar ne yapıyor sorunsalı
ödev yapıyorum. neden burada olduğumu sormayın ödevim çok zor dikkatimi toplayamıyorum.
devamını gör...
normal sözlük'ün en muhteşem yazarı
en muhteşem yazar kim bilemem * ama en muhteşem yazarın kim olmadığını çok iyi biliyorum, şu sözlüğe yeni gelen egoist yazar var ya, neydi nick’i ya, hırvatlı bir şeydi, işte o. o hiç değil.
devamını gör...
bir normal sözlük yazarına yürümek
iki cinsin beraber oldukları her ortamda genelde böyle şeyler olur ben daha kimseye yanlamadım bir gün yanlarım herhalde bilmiyorum .
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
25 yıl yaşadım. hukuk okudum, liseli bir ergenin tepkisel olarak yaptığı bir seçimdi. bölüm şu anda umrumda değil. ruhsatı 1-2 aya alacağım ve hala ne yapacağımı bilmiyorum. kendi hayatımı kendi ellerimle mahvettiğimi düşünür dövünürüm hala, geç büyüdüm biraz. hatrı sayılır güzellikte bir ömrüm olmadı, absürt çelişkiler-engeller-angaryalar arasında sıkışmışlık ve dağınıklık içinde stres dolu bir hayat. huzurla nefes aldığım günler sayılıdır.
çok sonradan farkına vardığım şey ise huzurlu hissettiğim her anın hep bazı katı gerçeklere sırtımı döndüğümde gerçekleşmesiydi. küçümsemeyin, çünkü bu gerçekleri yadsıma meselesi melankolik ve genel olarak depresif bir ruh haline sahip insanlar için paha biçilmez bir psikolojik terapidir. ya da kişisel gelişimci gibi konuşmayı bırakıp şöyle söyleyelim bu çarpıtmanın kendisi bir köle ahlakıdır.
ben, 2 senelik inişli-çıkışlı karşılıklı olarak da çeşitli fedakarlıklarla geçen ilişkimde hiç ummadığım bir anda aldatıldım.
zor bir hazım sürecinden sonra -buraya üç harfle hemencecik yazılan zor kelimesi çok fazla şey taşımaktadır- karşımdaki kişiye kendi zihnimdeki ideal insanı giydirdiğimi, bunun ilişki içerisindeyken karşı tarafı gerçekten tanımayı imkansızlaştırdığını, sürecin benim için kör ve mutlu olarak geçtiğini gördüm. ilişki içerisindeyken görmezden geldiğim veya yüzleşmediğim bir çok şeyi işin dışına çıkıp rasyonel bir şekilde düşündüğümde karşımdaki kişinin karakterine ve mizacına dair onlarca ipucuyla yüzleşmediğimi ve onları görmezden geldiğimi farkettim. manipüle olmuştum ancak bunun farkına, manipüle olduğum sürecin dışına çıkmadan varamazdım. burada sorun ilk baştaydı, yani manipüle olmanın kendisiydi sorun. hatta en son aldatılmama bu kadar şaşırmama şaşırır bir halde buldum kendimi.
bu bireysel ve insan-insana edinilen tecrübeler bir çok teorik aydınlanmadan güçlüdür. doğrudan öznesinin siz olduğu bir süreç sonu gelinen duygu durum değişimlerine kitaplarla gelinmez. bunu eskiler hakk-ul-yakîn/ ayn-ül-yakîn/ilm-ül-yakîn diye ayırmışlar.
bu ayrım kısaca şunu ifade eder; size denizde yüzmenin nasıl olduğunu anlatırım ve yüzmek hakkında bir takım teorik bilgilere sahip olursunuz, sonrasında gelir yüzen insanları kendiniz izler ve bilginizi güçlendirirsiniz. ancak hakk-ul yakin olmak için o denize girmeniz şarttır. girmezseniz, suyun teninize değmesinin nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman öğrenemezsiniz. yani gerçek anlamıyla yüzmek nedir bunu bilmek için teorilerle yetinemezsiniz. bundan dolayı insanı asıl dönüştüren şey tecrübeleridir, düşünceler sonradan gelir.
kişi yapıp ettiklerinin çoğunu düşünceleri ile değil, duyguları -veya buraya güdüleri de yazabilirdim aynı şey- ile yapar. ki bilindiği gibi 2500 senedir sanılanın aksine insan irrasyonel bir varlıktır. bu gerçeklerin farkında olduğum için saç-baş yolmadım tabiki. ilk başta kendime kızsam da bunun yersiz olduğunu anlamam için insan doğası üzerine biraz kafa yormam yeterli oldu. çünkü kadın-erkek ilişkilerinde belirleyici olan şey güdüler ve duygulardır. karşı cins işin içine girdiğinde denklemde hep fazladan bir bilinmeyen daha olur. bu tür doğal güdülerin ve duyguların işlerlik kazandığı her türlü ilişkide akıl karardığı için kişi manipüle olmaya açık hale gelir. gördüğünüz gibi çok zor bir denklem değil bu. tabiki denklem dıştan bakarken zor değil, ilişkinin içindeyken denklemi dahi göremezsiniz ki bir de çözeceksiniz. imkansızdır. tüm bunlardan dolayı da; süreç sonunda "bunların nasıl farkına varamadım", "ne salakmışım" tarzı gereksiz yakınmaların hiçbir anlamı yoktur. çünkü ilişki içerisinde iken burada anlattığım gibi teorik ve rasyonel süreçler yoktur. benim birçok şeyi gözardı etmem bilinçli olarak yaptığım bir şey değildi. orada schopenhaur'ın "irade" dediği ve kör bir bilinci oturttuğu güç hakimdi. aklı kapatan duygu durumlarının içerisindeyken hiçbir zaman rasyonel olarak kendinizi çözümleyemezsiniz. o yüzdendir ki vaizler her zaman felsefecileri yenerler. duyguya oynayan her zaman kazanır. kimse heidegger'in teorik-soyut-anlaşılmaz dilini cübbeli ahmet hoca'nın esprilerine tercih etmez. çünkü insan esas itibariyle doğal bir varlıktır ve onu bükerek-çarpıtarak yani düşünerek kültürü inşa etmiştir. bu sahte yapıntılar içinde insan sadece duygulara-inançlara ihtiyaç duyar. hiçbir zaman "düşünce" bir ihtiyaç olmamıştır. çünkü düşünce yalnızlaştırır, belirli ortak gelenek-inanç ve duygulara dayalı olarak oluşan toplum, bunların tümünü düşünerek yadsıyan tek başına bir adamdan doğal olarak nefret edecektir.
aciz bir varlık olan insanın aklının kusurlu yapısı rasyonel olarak çalışmaz. hayatta kalmak için ötelerden gelen bir anlama- amaca ihtiyacı vardır. bu amacın etrafında kümelenenler işbirliği içinde yaşayabilir, düzen kurabilir, gelenekler icat edebilir ve birbirlerine güvenebilirler. bu sahteliklerin kurulmasının yegane amacı budur. hayatta kalmak için doğayı gerek teorik gerekse pratik bunca çarpıtmaya karşın gerçekliğin kendisi dolaysız olarak romantize edilecek veya anlamlandırabilecek bir şey değildir. gerçeği çarpıtmanın benim yaşadıklarım gibi ağır bedelleri vardır, ilk başta düşünmek yalnızlaştırsa da, kişi kendi hayatının öznesi olmayı ve nasıl olduğunu bilmediğimiz ve fırlatıldığımız bu varoluşu en gerçekçi kavrayışı düşünerek kazanır.
insan bilmediği şeye arzu duyamaz. hiç somon füme yemeyen birinin canı balık çekemez. düşünmek de böyledir, düşünmenin ve sağduyuyu yıkmanın hazzı onu tatmadan, başlangıçta birçok bedeli göze alarak yola çıkıp düşünmeden bilinemez. gerçeği olana indirgeyen ve kavramı tanımayan hiçkimse kendi hayatının öznesi olamaz. edilgenleşir ve içinde bulunduğu popülist akışın müşterisi olarak kalır. müşteri olarak kalmak bütün içerisinde birey olarak erimek demektir ve bu anlamsız ve yaşanmaya değmeyen bir varoluş tecrübesidir. neyi niçin yaptığını düşünsel olarak temellendiren kişi, önceden ona verili ve kurulmuş hiçbir hakikati ve kültürü kabullenmediği kendi ahlakını ve dünya görüşünü kendisi düşünerek inşa ettiği için "kendisi için varlık" olabilir. bütün bunlardan dolayı düşünmek ilk başta yıkıcı bir faaliyettir ve yıkmak gerçek anlamda özne olmanın tek şartıdır. işte bu tecrübe gerçekle temas etme şansını doğurur.
dil, görüntü veya yazı ile kurulan anlatıların hepsi gerçeği, öyle veya böyle indirger, gerçeği kendisi imal eder ve bu sahtedir. çoğu psikolojik-sosyolojik krizin de muhtemel sebepleri bu anlatıların gereğinden fazla topluma mal olması ve gerçekle ilişkinin imal edilmiş-üretilmiş şeyler üzerinden kurulmaya çalışılmasıdır. bu durum tüm topluma sirayet ettikçe hastalık da kolektif bir salgına dönüşmektedir. bu salgının dışında kalmak yukarıda dediğim düşünsel bir süreçle mümkündür.
bu süreçte edinilenlerin doğru-yanlış olması önemli değildir. önemli olan sağduyudan kaçınabilmek, yanlış da olsa öznenin ve kurucu ögenin insan olmasıdır. aristo'da yanıldı. biz bugün yerçekimini biliyoruz yani aristo'nun iddia ettiği gibi maddenin hareketinde bir erek yok, mesele kütleçekim. ama öyle güzel yanılmıştır ki aristo, o yanlışlardan bugün medeniyet dediğimiz şey doğmuştur.
leyla ile mecnun hiç yaşamadı. yaşadılarsa bile leyla şu an akp'li bir müteahhitle evli. rant konuşulan yemeklerde eşinin yanında gururla boy gösteriyor, instagrama yeni boyattığı evini atıp çevresine nispet yapıyor. lost dizisindeki gibi bir ada yok. hiçbir zaman da olmadı. insanlık hiçbir zaman doğa kanunlarının öyle veya böyle kesintiye uğradığına şahit olmadı. zamanda yolculuk diye bir şey yok. şehir ve medeniyet dediğimiz şeyin temelleri savaş ve sömürüye dayalı. hayat koca bir lars von trier filmi gibi. hiçbir zaman adil bir dünya kurmak mümkün olmadı. ötelerden insanlığa haber getiren, uçan kaçan herkes sahtekar, deli veya hasta. bilimin katı yasaları ve felsefenin teorik kavramlarıyla kurulu bir kültür ve medeniyet var. ve bu medeniyet tamamen sahte. doğal değil, ancak çok güzel. insan ne kadar çarpıtmaya ihtiyaç duysa da gerçek, hiçbir zaman bizim içimizdeki çocuğu, sevgi kelebeğini, filmlerde etkilendiğimiz hikayeleri onaylamayacak. gerçek tüm ihtişamıyla ortada. tek otorite doğa. öyleki onunla veya ona rağmen her şeyi kuruyor ve yapıyoruz.
insan olmanın en temel şartı özgürlüktür. kölelik kalkalı 150 sene oluyor daha. biz insanlık tarihinin çok çok ilkel bir aşamasındayız. bundan böyle her şey hızla gelişecek, değişecek ve mekanize olacak. bu kulağa hoş gelmiyor, ancak böyle. tüm bunlara rağmen bir şekilde evimizi arıyoruz. bir anlam olsun, varlığımız anlam kazansın istiyoruz. otorite ve büyük anlatılar uyduruyoruz. en temel insani ihtiyacımız ironik bir şekilde özgürlüğü devrecek bir otorite bulmak. ama yok. hala arıyoruz.
devamı gelecek.
çok sonradan farkına vardığım şey ise huzurlu hissettiğim her anın hep bazı katı gerçeklere sırtımı döndüğümde gerçekleşmesiydi. küçümsemeyin, çünkü bu gerçekleri yadsıma meselesi melankolik ve genel olarak depresif bir ruh haline sahip insanlar için paha biçilmez bir psikolojik terapidir. ya da kişisel gelişimci gibi konuşmayı bırakıp şöyle söyleyelim bu çarpıtmanın kendisi bir köle ahlakıdır.
ben, 2 senelik inişli-çıkışlı karşılıklı olarak da çeşitli fedakarlıklarla geçen ilişkimde hiç ummadığım bir anda aldatıldım.
zor bir hazım sürecinden sonra -buraya üç harfle hemencecik yazılan zor kelimesi çok fazla şey taşımaktadır- karşımdaki kişiye kendi zihnimdeki ideal insanı giydirdiğimi, bunun ilişki içerisindeyken karşı tarafı gerçekten tanımayı imkansızlaştırdığını, sürecin benim için kör ve mutlu olarak geçtiğini gördüm. ilişki içerisindeyken görmezden geldiğim veya yüzleşmediğim bir çok şeyi işin dışına çıkıp rasyonel bir şekilde düşündüğümde karşımdaki kişinin karakterine ve mizacına dair onlarca ipucuyla yüzleşmediğimi ve onları görmezden geldiğimi farkettim. manipüle olmuştum ancak bunun farkına, manipüle olduğum sürecin dışına çıkmadan varamazdım. burada sorun ilk baştaydı, yani manipüle olmanın kendisiydi sorun. hatta en son aldatılmama bu kadar şaşırmama şaşırır bir halde buldum kendimi.
bu bireysel ve insan-insana edinilen tecrübeler bir çok teorik aydınlanmadan güçlüdür. doğrudan öznesinin siz olduğu bir süreç sonu gelinen duygu durum değişimlerine kitaplarla gelinmez. bunu eskiler hakk-ul-yakîn/ ayn-ül-yakîn/ilm-ül-yakîn diye ayırmışlar.
bu ayrım kısaca şunu ifade eder; size denizde yüzmenin nasıl olduğunu anlatırım ve yüzmek hakkında bir takım teorik bilgilere sahip olursunuz, sonrasında gelir yüzen insanları kendiniz izler ve bilginizi güçlendirirsiniz. ancak hakk-ul yakin olmak için o denize girmeniz şarttır. girmezseniz, suyun teninize değmesinin nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman öğrenemezsiniz. yani gerçek anlamıyla yüzmek nedir bunu bilmek için teorilerle yetinemezsiniz. bundan dolayı insanı asıl dönüştüren şey tecrübeleridir, düşünceler sonradan gelir.
kişi yapıp ettiklerinin çoğunu düşünceleri ile değil, duyguları -veya buraya güdüleri de yazabilirdim aynı şey- ile yapar. ki bilindiği gibi 2500 senedir sanılanın aksine insan irrasyonel bir varlıktır. bu gerçeklerin farkında olduğum için saç-baş yolmadım tabiki. ilk başta kendime kızsam da bunun yersiz olduğunu anlamam için insan doğası üzerine biraz kafa yormam yeterli oldu. çünkü kadın-erkek ilişkilerinde belirleyici olan şey güdüler ve duygulardır. karşı cins işin içine girdiğinde denklemde hep fazladan bir bilinmeyen daha olur. bu tür doğal güdülerin ve duyguların işlerlik kazandığı her türlü ilişkide akıl karardığı için kişi manipüle olmaya açık hale gelir. gördüğünüz gibi çok zor bir denklem değil bu. tabiki denklem dıştan bakarken zor değil, ilişkinin içindeyken denklemi dahi göremezsiniz ki bir de çözeceksiniz. imkansızdır. tüm bunlardan dolayı da; süreç sonunda "bunların nasıl farkına varamadım", "ne salakmışım" tarzı gereksiz yakınmaların hiçbir anlamı yoktur. çünkü ilişki içerisinde iken burada anlattığım gibi teorik ve rasyonel süreçler yoktur. benim birçok şeyi gözardı etmem bilinçli olarak yaptığım bir şey değildi. orada schopenhaur'ın "irade" dediği ve kör bir bilinci oturttuğu güç hakimdi. aklı kapatan duygu durumlarının içerisindeyken hiçbir zaman rasyonel olarak kendinizi çözümleyemezsiniz. o yüzdendir ki vaizler her zaman felsefecileri yenerler. duyguya oynayan her zaman kazanır. kimse heidegger'in teorik-soyut-anlaşılmaz dilini cübbeli ahmet hoca'nın esprilerine tercih etmez. çünkü insan esas itibariyle doğal bir varlıktır ve onu bükerek-çarpıtarak yani düşünerek kültürü inşa etmiştir. bu sahte yapıntılar içinde insan sadece duygulara-inançlara ihtiyaç duyar. hiçbir zaman "düşünce" bir ihtiyaç olmamıştır. çünkü düşünce yalnızlaştırır, belirli ortak gelenek-inanç ve duygulara dayalı olarak oluşan toplum, bunların tümünü düşünerek yadsıyan tek başına bir adamdan doğal olarak nefret edecektir.
aciz bir varlık olan insanın aklının kusurlu yapısı rasyonel olarak çalışmaz. hayatta kalmak için ötelerden gelen bir anlama- amaca ihtiyacı vardır. bu amacın etrafında kümelenenler işbirliği içinde yaşayabilir, düzen kurabilir, gelenekler icat edebilir ve birbirlerine güvenebilirler. bu sahteliklerin kurulmasının yegane amacı budur. hayatta kalmak için doğayı gerek teorik gerekse pratik bunca çarpıtmaya karşın gerçekliğin kendisi dolaysız olarak romantize edilecek veya anlamlandırabilecek bir şey değildir. gerçeği çarpıtmanın benim yaşadıklarım gibi ağır bedelleri vardır, ilk başta düşünmek yalnızlaştırsa da, kişi kendi hayatının öznesi olmayı ve nasıl olduğunu bilmediğimiz ve fırlatıldığımız bu varoluşu en gerçekçi kavrayışı düşünerek kazanır.
insan bilmediği şeye arzu duyamaz. hiç somon füme yemeyen birinin canı balık çekemez. düşünmek de böyledir, düşünmenin ve sağduyuyu yıkmanın hazzı onu tatmadan, başlangıçta birçok bedeli göze alarak yola çıkıp düşünmeden bilinemez. gerçeği olana indirgeyen ve kavramı tanımayan hiçkimse kendi hayatının öznesi olamaz. edilgenleşir ve içinde bulunduğu popülist akışın müşterisi olarak kalır. müşteri olarak kalmak bütün içerisinde birey olarak erimek demektir ve bu anlamsız ve yaşanmaya değmeyen bir varoluş tecrübesidir. neyi niçin yaptığını düşünsel olarak temellendiren kişi, önceden ona verili ve kurulmuş hiçbir hakikati ve kültürü kabullenmediği kendi ahlakını ve dünya görüşünü kendisi düşünerek inşa ettiği için "kendisi için varlık" olabilir. bütün bunlardan dolayı düşünmek ilk başta yıkıcı bir faaliyettir ve yıkmak gerçek anlamda özne olmanın tek şartıdır. işte bu tecrübe gerçekle temas etme şansını doğurur.
dil, görüntü veya yazı ile kurulan anlatıların hepsi gerçeği, öyle veya böyle indirger, gerçeği kendisi imal eder ve bu sahtedir. çoğu psikolojik-sosyolojik krizin de muhtemel sebepleri bu anlatıların gereğinden fazla topluma mal olması ve gerçekle ilişkinin imal edilmiş-üretilmiş şeyler üzerinden kurulmaya çalışılmasıdır. bu durum tüm topluma sirayet ettikçe hastalık da kolektif bir salgına dönüşmektedir. bu salgının dışında kalmak yukarıda dediğim düşünsel bir süreçle mümkündür.
bu süreçte edinilenlerin doğru-yanlış olması önemli değildir. önemli olan sağduyudan kaçınabilmek, yanlış da olsa öznenin ve kurucu ögenin insan olmasıdır. aristo'da yanıldı. biz bugün yerçekimini biliyoruz yani aristo'nun iddia ettiği gibi maddenin hareketinde bir erek yok, mesele kütleçekim. ama öyle güzel yanılmıştır ki aristo, o yanlışlardan bugün medeniyet dediğimiz şey doğmuştur.
leyla ile mecnun hiç yaşamadı. yaşadılarsa bile leyla şu an akp'li bir müteahhitle evli. rant konuşulan yemeklerde eşinin yanında gururla boy gösteriyor, instagrama yeni boyattığı evini atıp çevresine nispet yapıyor. lost dizisindeki gibi bir ada yok. hiçbir zaman da olmadı. insanlık hiçbir zaman doğa kanunlarının öyle veya böyle kesintiye uğradığına şahit olmadı. zamanda yolculuk diye bir şey yok. şehir ve medeniyet dediğimiz şeyin temelleri savaş ve sömürüye dayalı. hayat koca bir lars von trier filmi gibi. hiçbir zaman adil bir dünya kurmak mümkün olmadı. ötelerden insanlığa haber getiren, uçan kaçan herkes sahtekar, deli veya hasta. bilimin katı yasaları ve felsefenin teorik kavramlarıyla kurulu bir kültür ve medeniyet var. ve bu medeniyet tamamen sahte. doğal değil, ancak çok güzel. insan ne kadar çarpıtmaya ihtiyaç duysa da gerçek, hiçbir zaman bizim içimizdeki çocuğu, sevgi kelebeğini, filmlerde etkilendiğimiz hikayeleri onaylamayacak. gerçek tüm ihtişamıyla ortada. tek otorite doğa. öyleki onunla veya ona rağmen her şeyi kuruyor ve yapıyoruz.
insan olmanın en temel şartı özgürlüktür. kölelik kalkalı 150 sene oluyor daha. biz insanlık tarihinin çok çok ilkel bir aşamasındayız. bundan böyle her şey hızla gelişecek, değişecek ve mekanize olacak. bu kulağa hoş gelmiyor, ancak böyle. tüm bunlara rağmen bir şekilde evimizi arıyoruz. bir anlam olsun, varlığımız anlam kazansın istiyoruz. otorite ve büyük anlatılar uyduruyoruz. en temel insani ihtiyacımız ironik bir şekilde özgürlüğü devrecek bir otorite bulmak. ama yok. hala arıyoruz.
devamı gelecek.
devamını gör...
yazarların kimlik numarası ezberleme şekline göre zeka türü
ben listede yokum. zekâmı kaybettim hükümsüzdür.
devamını gör...
erkeklerin tahammül edilemeyen hareketleri
"erkek" olduklarını kanıtlamak adıma yaptıkları tüm hareketlerdir.*
devamını gör...


