“seni seviyorum!” cümlesi mi anlamını yitirdi? yoksa biz mi o duyguya değer kişilere söylemiyoruz ya da her önümüze gelene söylediğimizden kaynaklı mı değersizleşti? sorularını düşündüren bir başlık.

altın, çamura düşünce değerinden birşey kaybeder mi? asla kaybetmez! “seni seviyorum!” cümlesi de böyle bişeydir aslında. genel olarak zaman geçtikçe asıl kıymetli şeyin değerini yitirdiğini, gerçek duyguların anlamsızlaştığını, maddi değerlerin daha fazla önem arzettiğini görüyoruz. eskiden böyle değildi. önemli olan duygulardı, manevi değerlerdi ama şimdi öyle mi? şimdi bu manevi değerlerin yerini maddi değerler aldı. ondandır ki bir zamanlar önemli olan şeyler şimdi önemini yitirmeye başladı. önceden dürüstlüğe, gerçek değere saygı varken şimdi lüks arabalara, paraya, villalara saygı var. ne üzücü değil mi? bizim aslında varoluşumuzu oluşturan duygularımızın değerini zamanla kaybetmeye mahkum olması. şimdi başlığı görünce aklıma bir hikaye geldi. hep anlatılır ya belki siz de biliyorsunuzdur ama ben paylaşmak istedim.

hikaye şöyledir ki;

bir gün bir baba oğlunu yanına çağırır ve: “biliyorsun artık yaşlandım. baban olarak sana hayatım boyunca hep doğruları öğretmeye çalıştım. neyse ki sen de öğrettiklerimi iyi belledin ve hep iyi bir çocuk oldun. bunun için sana bir hediye vermek istiyorum” diyerek cebinden bir saat çıkartır. “bu saat 200 yıldan fazla bir geçmişe sahip. dedemin babasından dedeme, ondan babama, babamdan da bana aile yadigarı. ailemizin bu mirasını, ona gözün gibi bakacağından hiç şüphem olmadığı için ölmeden önce sana vermek istiyorum. bir şartla! önce, sokağın başındaki saatçiye gidip saatin değerini öğreneceksin” der. babasının sözlerinden çok etkilenen oğul saati alır ve saatçiye gider. saatçi saati göz ucuyla inceledikten sonra “çok fazla para edecek bir şey değil, komşuluk hatırına 20 lira vereyim” der. oğul; saati geri alır, cebine yerleştirir ve doğruca babasının yanına döner. kendisini bekleyen babasına saatçi ile aralarında geçen konuşmaları aktarır. baba: “vay be, demek 20 lira. bir de çarşıdaki antikacıya sor bakalım” der. oğul, babasının bu isteğini de yerine getirmek için tereddüt etmeden antikacının yolunu tutar. antikacı saati inceler, inceler, inceler… sonra: “orijinal bir parça, sana bunun için 2 bin lira öderim” der. oğul yine babasının yanına döner ve bu kez de antikacının söylediklerini anlatır. baba: “hmmm… demek 2 bin verdi. madem öyle, o halde son olarak bir de şu şehir merkezindeki müzeye göster bakalım saati” diyerek son isteğini dile getirir. oğul, babasına lafını ikiletmeden hemen yola çıkar. iki saat sonra geri döner. döndüğünde, yüzündeki şaşkınlığı gizleyemeden olanları anlatmaya başlar: “saati önce görevliye gösterdim, biraz inceledikten sonra hemen müdürüne haber verdi. müdürü geldi ve saati bir büyüteç ile inceledi. inceledikçe gözleri büyüdü. sonra saati bana geri verdi. benimle hiç konuşmadan hemen birkaç kişiye telefon etti. yarım saat sonra odaya iki bey daha girdi. müdürle ayak üstü bir şeyler konuştuktan sonra benden tekrar saati istediler. verdim. sonradan öğrendim ki bu beyler saat konusunda uzman kişilermiş. saati epey bir inceledikten sonra hep beraber başka bir odaya geçtiler ve kapıyı kapatıp bir şeyler konuşmaya başladılar. görüşmeleri bitince tekrar benim bulunduğum odaya geldiler ve bana saat için tam 2 milyon teklif ettiler” der. baba, tüm hikayeyi dinledikten sonra oğluna döner ve: “yaaa oğul gördün mü? sana öğretmek istediğim de zaten tam olarak buydu! yaşamda senin gerçek değerini bilenler, her zaman sana en çok kıymet verenlerdir! asla sana layık olmayan, hak ettiğin değeri sana vermeyen yerde durma ki sana değer verilmediği zaman üzülmeyesin!”

“seni seviyorum!” cümlesinin aslında anlamını kaybettiği yok sevgili dostlar. sadece onu hakedene, ona layık olana, ona en çok kıymet verene söyleyin. her önünüze gelene değil !
gerçekten değer verdiklerinize, hayatınızı anlamlandıran insanlara, varlığına şükür edecek kadar çok sevdiklerinize, bir huzur arayıp sığındıklarınıza, sizi siz olduğunuz için sevenlere ve kalbinizi tereddütsüz emanet edebileceklerinize söyleyin.
ve öyle söyleyin ki; gözleriniz bu cümleyi söylerken adeta güneş gibi olsun ışıl ışıl yansın, kalbiniz yerinden çıkarcasına çarpsın, elleriniz heyecandan titresin terlesin. bir rüyadaymışcasına, bir manzara karşısında şaşkınlıkla kaybolurcasına o denli tutkuyla söyleyin, söyleyin ki sözün anlamı yerini bulsun!

kocaman söyleyin bağıra bağıra!
“seni seviyorum!” diye.

her zaman gerçek değerinizi bilenlerle olmanız dileğimle...
devamını gör...

lavaşı kalın olan ısırması zor olan dürümdu. bir de sosu falan akar hiç uğraşılmaz. ekmek arası harikadir.
devamını gör...

gittim, gördüm:
budist bir ülkedir. bizde nasıl her yerde cami varsa orada da her yerde ‘pagoda’ denilen altın sarısı oval veya kübik kubbeli devasa yapılar bulunmaktadır.pagodalar, bazılarının etrafında dinazora benzeyen hayvan heykellerinin bulunduğu, iç kısmında ortada bulunan fil heykelinin önünde mum yakılmak suretiyle ibadet edinilen, aynı zamanda ülkenin en çok turist çeken yerlerdir.
örnek için kendi çektiğim şu fotoğrafa bakabilirsiniz:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

insanları çok sıcak kanlıdır, sürekli gülümser. müslüman olduğumu bildikleri halde bir saygısızlıklarına şahit olmadım. yapılan zulümler hakkında bilgim olmadığı için o konuda bilgi veremeyeceğim.

burma’da halk yıllarca ingiltere sömürgesinde yaşadığı için binalar, köprüler ve tren rayları gibi yapılar klasik ingiliz tarzıdır ancak çok eskidir, yeni yapı görmek zordur. kırsal kesimde ve şehir dışlarında bungalov tarzı ağaç yapılar vardır. buralarda bir iki göz odada yaşayan fakir aileleri görmek mümkündür.

gezerken ilk dikkatimi çeken şeylerden biri kaldırımlarda ve yollarda nereye baksam kırmızı lekeler görmem ve sonra bunun insanların tükürdüğü bir maddeden kaynaklandığına şahit olmamdı. daha sonra bu maddenin, bir yaprağın içine sarılarak çiğnenen bir tür ot olduğunu öğrendim.

ikinci olarak dikkatimi çeken şey, herkesin yüzüne beyaz bir şey sürmesiydi. bunun da güneşte yanmamak veya kararmamak için kullandıkları bir tür krem olduğunu öğrendim. bu krem ,orada yetişen, adını unuttuğum, bir ağaç türünün odunlarının ezilip toz haline getirilmesiyle elde edilmektedir.

insanların kararmak istememelerinin sebebini yıllarca ingilizlerin burma halkını siyahlar olarak nitelendirip aşağılamasına bağlıyorum. *

pazarda satış yapan bir kadının fotoğrafı:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ihtiyar heyeti yeni arayışlara girerlerse..?
ya bizim buralara gelirlerse?

yok yok,ne olursa olsun orası açık kalmalı.olmadı yeni yer açın canım,çok mu zor?
devamını gör...

civciv ama sevilmiyor
büyüyünce tavuk çiftliği kuracak.

şimdi ananı laciverde boyadım : filli boya satış temsilcisi yahut makyöz.

nihihih921 : nihilist olacakken bi gülme tutan felsefeci.
devamını gör...

süt ile yenildiğinde baymayan, peyniri kaliteli olursa damak zevkini göklere çıkaracak tatlı.
devamını gör...

genellikle sibirya ortalarında ve güney rusya'da yaşanan, kuvvetli yağışın eşlik ettiği fırtınadır.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kına gecesinde gelin hanım kızı ağlatmak için çalınan 2 gereksiz parça versusu.
aga insanları mutlu gününde neden ağlatmak gibi bi istek var lan içinizde. şahsen ağlamayı planlamıyorum. porselen makyajıma yazıque.
devamını gör...

"iyi dostlar biriktirdim hepsi ailem oldu"
aynen öyle dostlar. o kişiler kendilerini biliyorlar.
not: düzene yenik düştüm dostlar.
devamını gör...

tarımı ihmal eden ülke intihar ediyor demektir. gelişmiş ülkelerin semalarında ne kadar uçağın uçtuğu değil, ne kadar çok arının uçtuğu önemlidir. eğer arılar ölürse, sonraki yıllarda insanlar da ölür.
albert einstein.
devamını gör...

"gerçekte, kimse bilmiyor ölümün ne olduğunu; insana özgü en büyük iyiliktir belki ölüm, ama en büyük kötülük gibi korkuluyor ondan."*
devamını gör...

başıma bir iş gelmeyecekse istismar edileceğini düşündüğüm kategori.
zaten halihazırda copy paste tayfa varken bunu yapmak, üstüne de karma kapitülasyonu vermek biraz ürkünç.
umarım yazarlarımız copy paste yapmak yerine kendi fikirlerini de ifade ederler, bir çiçek hakkında da olsa.

ama her şeye rağmen bunun çok tatlı bi hareket olduğunu da kabullenmek gerek.
şikayetlere cevabını ıslahat yaparak verdi benjamin yoldaş, sağolsun.

devamı da gelmeli, cinsiyetçi başlık spamlayanların, solcu sağcı kavgası yapmaya çalışanların, birbirini ifşalayanların da kulaklarının çekilmesi gerekiyor.
o da olur heralde zamanla, umuyoruz.
tekrar teşekkürler yönetim, her ne kadar sizle bozuşsam, yolunuza mayın döşesem de sempatim hep sizinle.
devamını gör...

ya bu lekeyi siliyom siliyom geçmiyor niye yaw ? allah allah....
devamını gör...

boğa burcuyum. hiç inanmazdım, geç inandım astrolojiye. böyle eğlenceli bir konudan kendimi uzak tuttuğum için çok üzülüyorum.

yemek için yaşıyorum. yemek benim için kutsal bir olay. sevdiğim birine her gün yemek hazırlayayım, her gün masa örtüsü ütüler, masaya canlı çiçekler koyar, yemeği çok özenli sunarım. kendime bile yemek hazırlarken özenirim. asla özensiz bir yerde yemek yemem ve daha önemlisi sevmediğim insana yemek hazırlamam, sevmediğim insanla yemek yemem. aynı ruh hastalıklarını başka boğa burçlarında gördüm. ara ara boğa burcu arkadaşlar ile beraber bir şeyler yapıyoruz, öyle bir yemek yiyoruz ki masaların üzerinde zevkten yuvarlanıyoruz, çığlıklar atıyoruz keyiften.

yemek bizim için seni seviyorum ve seni sevmiyorum anlamına geliyor.

bi gün yemek yediğim mekanda kavga çıktı. bayağı fiziksel olaylar oldu ama tam bilmiyorum, yemek yiyordum çok ilgilenmedim. birbirlerinin saçını başını yolarak masama geldiler ve masayı yerinden oynattılar. çok sinirlendim, kavganın büyüğünü ben çıkarıyordum. uzaklaştırdılar, yemeğe devam ettim. dikkat ettim ne zaman kavga cıkmış olsa, tartışmalar başlasa, ortalık birbirine girse ben yemek yer halde oluyorum. tüm kavgaları kaçırıyorum. çok üzülüyorum buna.

hayatımı günde 2 öğün yemek yiyip her gün 3 saat spor yaparak geçiriyorum. çok zorlaniyorum boğa burcu olurken. bi bıraksam var ya ağır yaşamların en ağır üyesi ben olurum.

boğa burçları kalp siz ve ben. keske birbirimizi yiyebilseydik. keske sevmediğimiz herkes yemek olsaydı, onları bile yeseydik.
devamını gör...

sürekli negatif olan insanlar.sanki tek sen sıkıntı çektin,dünya başına yıkıldı. ses tonu bile sizi hayattan bezdirmeye yeter de artar.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kendi parasını kazanması ve öğrenmekten asla vazgeçmemesidir.
devamını gör...

bir matematikçi şiir yazamaz demeyin, yazmış adam hem de ispatlı.
matematik terimlerinden böyle bir duygusallık ben de hiç ummazdım. *

buradan

sana romantik şiirler yazmayacağım artık.
kör olayım yazarsam
sana senin anladığın dilden yazacağım yani.
“matematik” ile yazacağım.
bir “mimar” matematikten anlar ve reel olur.
...
bulunduğum konumu uzun süre düşündüm
sonra kendimi buldum.
ben aşk çemberine teğet geçen bir doğruyum.
tek tesellim hala “doğru” oluşum.
teğet geçme nedenimse;
çemberin sabit duramayışı...
eksiğim yok muydu?
vardı...
ben iki komşu dik kenar arasındaki açı kadar “dik”tim.
90 dereceydim yani.
seni de hep bir “hipotenüs” gibi
hep karşımda duracak sandım
lakin aldandım.
sen bir gün çekip gidince
üçgenimiz bozuldu.
ben de “iki vektör arasındaki bir açı” oldum.
üçgen olmalıydık oysa.
dörtgen olmalıydık.
beşgen olmalıydık.
ne bileyim çokgen olmalıydık.
ama asla “yamuk” olmamalıydık.
yamuğu hiç sevmem.
ne zaman yamuk dense
bir “quasimodo” gelir aklıma.
ve içim cız eder notre-dame’ın kamburuna.
...
matematik sabittir:
2 x 2 = 4.
л = 3.14... gibi.
edebiyat ise değişkendir:
“ah aman gider o yâre haber
yarda yanar bir zaman” misali
olmayacak hayalleri vardır edebiyatın.
ne yâre haber gider ne de yar yanar.
olan sana olur eczacılara gün doğar.
(okulun kapısında seni beklerken
oturduğum o mermerin soğuğunu;
bir ben bilirim bir de
haftalar boyu yutulan antibiyotikler.)
...
“yârin yanağından gayri” demişti üstat.
benim için tektin paylaşılmazdın.
sonra bunun da formülünü buldum.
“4sen 2 + 2sen + 4 = 0”
ne dersin?
bununla kaç tane “içi boş sen” türetilebilir?
bence hiç... dört işlem bilirdim önce
senden önce yani
toplamayı severdim;
toplardım bütün güzellikleri
bölmeyi severdim;
yanlış anlama (ülkemi değil)
ekmeğimi bölerdim yüreğimi bölerdim.
çarpmaya başladım sonra;
kafamı bütün duvarlara.
sen beni bu güzelliklerden çıkardın da
eline ne geçti?
6 ile 5’in toplamından bile 1 kalırken
senin bu sevdadan elinde ne kaldı?
...
sen!
payı paydasından küçük
sen dört işlemin yutan elemanı
sen çarpım tablosunda yolunu şaşırmış x.
bense yanına ilişmiş herhangi bir rakam.
ve sen her defasında
x ’i yalnız bırakabilmek için
beni benimle sadeleştirdin.
biz sana ne değerler verdik de
sen eşitliğin sağına hep değersiz olarak geçtin.
şimdi soruyorum sana:
x ’i yalnız bırakabildin mi?
. . . .
ne hayaller kurmuştum
san dair bana dair.
kısacası bize dair;
kırmızı panjurlu bir evimiz olacaktı
küçük bir bahçe içerisinde
bahçemizde bir de havuz.
havuzumuzu 2 musluk 3 saatte doldururken
1 musluk 2 saatte boşaltacaktı.
iki de çocuğumuz olacaktı.
birinin adını “pascal” koyacaktık.
diğerini “abdülkerim”.
çocuklarımızın yaşları toplamı;
babalarınınkinden 1 eksik.
annelerininkinden 2 fazla olacaktı...
sen “profiterol” yerken
ben “acılı lahmacun” yiyecektim.
aaaatlar dünyasının en aaaat çifti biz olacaktık.
ama olmadı.
olsaydın olacaktı oysa.
ama olması için benim ne olmam gerekiyordu bilemiyorum.
bir “parabol” mü yoksa “parası bol” mu?
ben bir yarım uyaktım
kendi içimde edebiyatvari...
sence ne olmalıydım?
zengin kafiye mi?
...
sana romantik şiirler yazmayacağım artık.
kör olayım yazarsam.
çarpılayım da kendime geleyim.
hatta 10’un 3’e bölümünden kalan
33333... teki 3 gibi
sonsuzlukta boğulayım.
yanayım.
hatta kül olayım.
...
bütün kalbimle sana karşı hissettiklerimi
ve seni görmek istediğimi bildiğin halde
gittin ya;
git…
zıkkımın kareköküne kadar yolun var.
diyemiyorum.
yinede sana reel sayılar kadar reel mutluluklar

cezair gökçen'e aitmiş.
devamını gör...

olunabilir. bana çok anormal gelmiyor.

cehennemin olması tanrı ile mi yoksa insan ile mi ilgili? bunun üzerine biraz düşünmek lazım. tanrı olmasaydı cehennem yine olacaktı. hatta cehennem düşüncesi bile tanrıyı ortaya çıkarmış olabilir. cehenneme övgü kitabında gündüz vassaf bu durumu çok güzel açıklar. insanlar cenneti detaylı şekilde tasvir edemez ama cehennemi sanki oraya girip görmüş kadar detaylı anlatabilir der. cennet fikri bizleri ne kadar rahatlatıyorsa belki daha fazla cehennem fikri rahatlatıyor. haberleri izlerken karşımıza çıkan çocuğu istismar eden insanın türkiye şartlarında düzgün ceza almamasına bu denli sessiz kalınmasının sebeplerinden biri bir de cehennemin olmasıdır aslında. bir dini olan ülkelere özgü bir kabullenmişlik işte bu. burada ceza almıyor ama mutlaka cehenneme gidince cezası bol bol verilecek. insanlar kendilerini bu şekilde rahatlatıyor.

haliyle cehennem gibi korkunç bir mekanı ortaya çıkarabilmiş insanların bir başkasının mutsuzluğu ile mutlu olabilmeye oldukça olumsuz şekilde bakması bana hep ikiyüzlü gelir. insanlar neden sadece cennetini kabullenir ve olumsuz tüm duygularını tamamen yok kabul eder sahiden anlamıyorum.

ben başkalarından mutsuzluğundan mutlu oluyorum. başkaları bir zamanlar beni çok mutsuz ettiyse onun o mutsuzluğu bana ödeşmiş gibi hissettiriyor. hatta yıllar önce beni oldukça çaresiz bırakmış bir insanın aynı çaresizliği yaşadığı ana şahit olmuştum, karsısına geçip gülümsemiştim.

çok ciddi zarar veren insanların çok ciddi zarar görmesini isteyen bu öfkeli kalabalık nasıl herkesin mutluluğunu istiyor gibi görünüyor? ilginç.

bi ben hastayım, sinsiyim herkes maşallah sevgi kelebeği, masum melek, pembe poğaça. her şeyi kabullenmiş bihter gibi peki diyor ve susuyorum.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim