vardarovasıvardarovası.
devamını gör...

bazen öyle olur ki ağlarsan rahatlayacaksındır ama hayat buna bile izin vermez ağlayamazsın daha da kötü olursun.
devamını gör...

2001 yapımı las vegas'taki en büyük casinonun erişilmesi imkansız görünen kasasına yapılan ince plan ve alanında en iyi bir grup tarafından soygunun işlendiği film.
başrolde brad pitt,george clooney,matt damon bulunmakta.
son ana kadar heyecanlı ve eğlenceli olan bu film soygun filmlerini seven kişiler için çok zevkli olacaktır.
las vegas'a daha önceden gidenler içinse hafif bir anıları hatırlama şeklinde bir serüven olabilir.
soygun en lüks otellerden biri olan bellagio'da gerçekleşmekte.
keyifli seyirler.
devamını gör...

osman hamdi bey'in hayatını, yasadığı dönemi ve o döneme rağmen başardıklarını ve de eserlerini düşündükçe haksızlık edildiğini düşündüğüm başlık.

sanat ve sanatçı her şeyden önce çevresindekilere olan duyarlılığı ve farkındalığını geliştirebilmiş, çevresindekileri birer nesne olarak görmeyi bırakıp objeye dönüştürebilmiş insandır. bu ülkeye modern resmi ve bir sanat okulu kazandırmış insandır osman hamdi bey. kadınları resmettiği ünlü tabloları dönemi için bir devrimdir.

bu ülkede doğmus olması diğer tüm bilim adamları ve sanatçılara yapıldığı gibi üvey evlat muamelesi yapılmasının sebebi, avrupa merkezli düşünce ve sanat dünyasının, aynı kültürel miras ve hıristiyan dogmasından ve/veya bu dogmaya rağmen gelişmemiş bir düşünce ve sanatın/sanatçının yadsınmasından kaynaklıdır.

velhasılikelam coğrafya kaderdir evet.
devamını gör...

yılanın çenesi kafatasına değil, kemik bağ dokusuna bağlıdır. çok daha geniş açmasına ve esnemesine izin veren bir bağ dokusuna sahiplerdir. bu kadar büyük hayvanı yutmasına hayret etmemizin altında yatan sebep budur.

korkma hassaslığı olmayan ve biraz boş zamanı olanlar bir yılanın timsah, geyik, domuz ve ineği mideye indirmesini izleyebilir.
devamını gör...

mükemmel bir yazar. gerçekten bir insan tanımadan sevilir mi, evet sevilirin tenturdiyot olmuş hali gibi. yazılarımı okuması, beğenmesi cidden beni çok mutlu ediyor. değerli bir insan. teşekkürler efenim. *
devamını gör...

aşk dalgalı bir denizken, sevgi sakin bir liman.
devamını gör...

iskandinav mitolojisinde bir tanrıdır. asgard ile insanların alemi midgard arasında geçişleri sağlayan gökkuşağı köprüsünün (bkz: bifrost) bekçiliğini yapar. çoğu iskandinav tanrısı gibi tanrı odin' in oğludur. çok az uykuya ihtiyaç duyar. görme gücü çok iyidir, gündüz veya gece her yeri görebilir ve kulakları çok iyi işitir; zeminde büyüyen otları bile duyabilir. gjallarhorn adındaki kornasını elinde tutarak köprüyü izler ve dinler. tehlikeyi haber vermek için kornasını çalar.

iskandinav mitolojisine göre kıyametin adı ragnarok'tur. ragnarok zamanı geldiğinde heimdall, gjallarhorn’u çalacak ve tanrıları öldürmek için gelen devlerin haberini asgard’daki tanrılara iletecektir.

thor filmlerinde idris elba tarafından canlandırılır:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

elma türü, ferik elması.
devamını gör...

adanalı olduğunu tahmin ettiğim ama üstte yazdığı üzere adanalı olmadığını öğrenerek dumura uğradığım yazar arkadaşımızdır.

tanımları kaliteli ve öğreticidir.

sağolsun artılarını da hiç esirgemez.

eline, emeğine, kalemine sağlık.
devamını gör...

kukla gibi ne duruyorsun orada? yapsana bir şeyler. yani istersen kadının kafasına yanı başında duran şişeyi geçir ya da ne bileyim yakarım kendimi bak ciddiyim diyerek tehditler saç. sonuç? başı hafif sallamak. çünkü bazen başka seçenek kalmıyor. duvarlar üç taraftan ve bir taraftan kafes tel. burnunu uzatıyorsun telin dikdörtgen aralığından. şehir önünde akıyor ama sen işte yirmi ikinci katta bir asansörün seni fırlatmasıyla, seramik zeminin üzerine bastığın çıplak ayaklarınla, parmakların kıvrık bekliyorsun bir şey olsun diye. bir şey olmuyor. zaman sanıldığı gibi akmıyor. sekteye uğruyor. girdaplar halinde seni yoruyor. dayanıyorsun o üç duvara sırasıyla. hani yıkılacak gibi de duruyorlar ama enerjin yok işte. tırnağını geçirsen bir yarıktan belki iniverecek. kapı nerede? kapıyı neden unutuyorsunuz? sen değil misin tasarlayan? kapısız mekan mı olur? oluyor işte tam da çizdiğin gibi… kendi hayatının içerisine çıkışları koymayı unutmuşsun. kimse yok mu?
devamını gör...

gün geçmiyor ki müessesemiz bir girişimde daha bulunmasın fen ve tıptan sonra psikolojiye yönelen şirketimiz her eve ucuz psikolog anlayışıyla isteyen herkesi 25 dakika 5 lira anlayışıyla dinleyecektir. sayın moderatörlerimizin desteği (bkz: en çok uykusuzkahve) ve kıymetli yoldaşımızın müsaadesiyle bu girişimi başlatıyoruz vatana millete hayırlı uğurlu olsun.
devamını gör...

dedi ki götür beni aya aya..
devamını gör...

"şimdi biliyorum artık son sabahın ne zaman olacağını
— ışığın ne zaman artık ürkütemeyeceğini geceyi ve aşkı,
mahmurluğun ne zaman sonrasız olarak ve tek,
bitip tükenmez bir rüyaya dönüşeceğini."

novalis - geceye övgüler
devamını gör...

daha yaşlı kişilere deniyor bizim ailede.
hala demek tuhaf karşılanıyor hatta. teyzeye de "eze" diyoruz. nedenini bilmiyorum, bence kimse bilmiyor.
devamını gör...

o hırçınlık hissiyatından dolayı elin siyah oje'ye gitme durumudur. kimisi kıyafete göre kimisi ruh haline göre seçer rengini. bir ara çatlayan ojeler vardı.onu sürüp tırnaklarıma bakınca hırçın mıyım yoksa çatlak mıyım ikileminde kalmıştım.
aslında bunun renklerin insanlar üzerindeki etkisi ile bir alakası olabilir. ama sadece oje renginden bahsediyorsak bu kadar güçlü ruh hâli değişkenliği yaratacağını düşünmüyorum. tabii bir bütün olarak siyahlara bürünme söz konusuysa bir şeyler değişebilir.
yine de kafa göz dalmak için siyah oje'yi harcamayalım derim. onu içiniz açılsın diye sürdüğünüz beyazla da ya da enerjinizi yükselten kırmızı ile de yaparsınız. hatta kırmızı rengin enerjiden öfke'ye geçişi daha hızlı olabilir. buradan da oje rengi dili ve edebiyatı yaptık ya helal olsun.
devamını gör...

şarküteri (delicatessen) 1991 fransa yapımı bir kara komedidir. kült bir filmdir. zaman zaman güldüren zaman zaman üzen bir filmdir izlenilmesini şiddetle tavsiye ederim.
devamını gör...

orijinal dilinde: maus: a survivor's tale. bir art spiegelman çizgi romanı aynı zamanda pulitzer ödülü almış ilk ve tek çizgi roman.
kitap, art spiegelman'ın, yahudi bir polonyalı olan babasının ghettolardan auschwitz'e, oradan da amerika'ya kadar uzanan hikayesini baştan sona dinlemek ve bu hikayeyi bir grafik roman haline getirmek için vlodek'i (babası) ziyareti ile başlıyor. buradan sonra paralel iki hikaye akıyor kitapta: vlodek'in anıları ve art-vlodek ilişkisi. kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde (my faher bleeds history-babam tarih kanıyor) vlodek'in yaşadıkları ve düşünceleri daha ağır basarken ikinci bölümde (and here my troubles began-ve dertlerim burada başladı) bu denge artie yönüne kayıyor.
ilk elinize aldığınızda konusunun, artık defalarca işlenmesinden mütevellit, klişeleşmiş bir ''yahudiler melek, almanlar kaka'' sloganı etrafında şekillendiğini zannedebilirsiniz (ben de böyle bir beklentiyle açmıştım ilk sayfayı). fakat okudukça zihninizde şekillenen şey de öyle olmuyor.
peki kitap holocaust üzerinden duygu yüklemesi yapmıyorsa ne yapmayı amaçlamış olabilir ki? işte bu sorunun cevabını bence yazar vlodek'in ağzından şöyle veriyor:

--! spoiler !--

vlodek: evet, hayat hep hayatın tarafını tutar, kurbanlar da bir şekilde suçlanır. ama ne hayatta kalanlar en iyileriydi, ne de en iyiler öldü, tamamen tesadüf. aah ah. şimdi senin kitabından söz etmiyorum ama soykırım hakkında ne kadar kitap yayınlandı, bir bak. ne işe yaradı? insanlar değişmedi ki... belki de yeni ve daha büyük bir soykırım istiyorlar.her neyse, ölenler hikayenin kendilerine ait yüzünü hiç anlatamayacak, onun için artık hiç hikaye olmaması belki de daha iyi. evet, samuel beckett bir keresinde ''her kelime yalnızlık ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibidir'' demiş.

art: tezat bu ya, bunu da söylemiş işte.

--! spoiler !--

yazar kitapta 4. duvarı kendisi için defalarca yıkıyor, hatta bir bölümünde doğrudan kendisini (bir fare maskesiyle) bu kitabı çizerken gösteriyor ve birkaç monolog yazıyor:

vladek 1944 ilkbaharında, auscwitz'de tenekeci olarak çalışmaya başladı... ben de bu sayfaya 1987 şubat'ının sonunda başladım...
...
8 yıllık bir çalışmadan sonra, maus'un birinci bölümü eylül 1988'de yayımlandı. hem eleştiri, hem de ticaret alanında başarıyla...

kitapla ilgili şöyle bir detay daha var, hiçbir karakter insan olarak çizilmemiş: yahudiler fare, almanlar kedi, amerikanlılar köpek, polonyalılar domuz, fransızlar kurbağa, isveçliler geyik, çingeneler güve olarak tasvir edilmiş. bu seçimler elbette rastgele seçimler değiller. peki neden hayvanlar? bu sorunun cevabını kitabın ilk kısmının başlangıcında yazar bize hitler'in şu sözüyle veriyor: yahudiler bir ırk kuşkusuz,ama insan değiller. peki neden fare? bu seçimin de rastgele olmadığını kitabın ilk kısımlarında bir gazete kupüründe yazan şu yazıyla veriyor bize spiegelman: mikki fare şimdiye kadar yaratılmış en sefil kahraman… her bağımsız delikanlı ve her saygın gencin sahip olduğu sağlıklı duygular, hayvanlar dünyasının bu en büyük mikrop taşıyıcısının, bu pisliğe ve iğrençliğe bulanmış haşaratın en ideal hayvan tipi olamayacağını anlatır… yahudilerin insanlara kaba saldırısına son ! kahrolsun mikki fare! gamalı haç takın!
kitabın anlattığı/anlatmak istediği konusuna geri dönecek olursak burada söylenecek birkaç şey daha var diye düşünüyorum. kitabın üzerinde durduğu temel şey yahudi soykırımı perspektifinden yola çıkarak genel olarak ırkçılık. bunun ipuçları hem kitabın gidişatında hem de diyaloglarında çokça veriliyor. birkaç örnek:

--! spoiler !--

kitabın bir noktasında artie, karısı ve vlodek arabada gitmektedirler, arabayı süren françoise (artie'nin karısı) yoldan siyahi bir otostopçu almak ister. vlodek buna çok kızar, siyahi birinin hırsız olacağından asla arabaya almaması gerektiğinden bahseder. otostopçuyu alıp gitmek istediği yere bıraktıktan sonra şu diyalog yaşanır:

vlodek: şvartzer (bir tür aşağılama) arka koltuktaki yiyecekleri çalmasın diye gözümü ayıramadım.

françoise: ne! bu çok çirkin özellikle de sen, nasıl böyle ırkçı olabilirsin! siyahlardan tıpkı nazilerin yahudilerden söz ettikleri gibi bahsediyorsun!

vlodek: pöh! gerçekten bundan daha akıllı olduğunu sanırdım, françoise... yahudilerle şvartzerleri mukayese bile etmem!

françoise: genelleme yapıp siyahlar hırsızdır demeye nasıl cüret edersin? bu...

vlodek: kes artık, tamam mı? onları hiç tanımıyorsun... new york'a ilk geldiğimde bir çamaşır merkezinde çalışıyordum. daha önce bu zencileri hiç görmemiştim... ama her yerde şvartzer vardı, mallarımı bir saniyeliğine bile yere bıraksam, her şeyi yürütüyorlardı!
françoise: ama sen...

art: unut gitsin sevgilim... bu adam umutsuz vaka.

--! spoiler !--

kitapta benim için etkileyici olan bir başka nokta da anlatılmak/hissettirilmek istenen şeyin görsel bir anlatı yoluyla da okuyucuya ulaştırılmak istenmesi oldu. bu açıdan, okumak isteyenlere tavsiyem: görselleri mutlaka inceleyin, hepsinde olmasa da çoğunda hikayeye dair aydınlatıcı detaylar gizli.

daha fazlasını ve güzelini yazmak isterdim kitapla ilgili fakat burada yazılmışı var:)
(link: kahramanbaykus.com/nostalji...)

son olarak kitaptan birkaç alıntı:

--! spoiler !--

+hepimiz için buradan tek çıkış var... o da şu bacalardan geçiyor.
(abraham'ı bir daha hiç görmedim... sanırım bacadan çıkıp, gitti...)

--! spoiler !--

--! spoiler !--

+tanrım yalvarırım, tanrım lütfen bir iple, ayağıma uyan bir ayakkabı bulmama yardım et!
(ama tanrı buraya girmiyordu. kendi başımıza bırakılmıştık.)

--! spoiler !--

--! spoiler !--

vlodek: neden ağlıyorsun artie?
artie: b-ben düştüm arkadaşlarım da beni beklemeden g-gitti.
vlodek: arkadaş? arkadaşların mı? onları bir hafta boyunca aç, susuz bir odaya kapa da... işte o zaman bak bakalım... arkadaş neymiş?..

--! spoiler !--
devamını gör...

bir an geliyor bir akşamüstü mesela yalnızca oturmak, kendini dinlemek istiyorsun. sanırım asıl yalnızlık bundan sonra başlıyor, yani bu bir alışkanlık halini alınca. çok uzatmadan başlığa uygun bir şarkıyla bitireyim
yalnızlık ömür boyu
devamını gör...

sayısız yanlış fragmanın kendisine atfedildiği bilge.

fragmanlarında iddia edildiğinin aksine, romantik öğeler pek bulunmaz. bu adamın türkçe tercümesini okudum, ingilizce tercümesini de, lakin ilişkiler ve öteki hakkında bir aforizmasını hatırlamıyorum. herakleitos ruh perdesinden seslenir, duygu değil.

ateş'in ve logos'un filozofunun, iç dünyanın en büyük kaşiflerinden birinin düşürüldüğü hale bakın; adam resmen şiir sokakta aforizmacısına döndürülmüş. *

neyse, kendisinden sevdiğim fragmanlar şu şekildedir, numara da vereyim:

"düşünmek kutsal bir hastalıktır ve görünen, aldatıcıdır." / fr. 46

"savaş her şeyin kralı ve babasıdır. kimini tanrı kılar, kimini insan. kimini özgür kılar, kimini ise köle." / fr. 52

"ölümsüzler ölümlü, ölümlüler ölümsüz. biri diğerinin ölümünü yaşar, diğeri de ötekinin yaşamını ölür." / fr. 63

"ateş gelecek ve her şeyi yargılayıp, mahkûm edecek." / fr. 66

"tanrı gündüz ve gecedir, yaz ve kıştır, savaş ve barış, genç ve yaşlıdır." fr. 67

"doğa gizlenmeye âşıktır." / fr. 123
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim