harper lee
eserlerini yazmaya, arkadaşlarının hediye olarak verdiği not defteri ile başlamış amerikalı yazar. yazmış olduğu bülbülü öldürmek (kitap) ilk çıktığı zamanlar çok satılanlar listesine girmeyi başarmakla birlikte günümüzde de çok okunan kitaplar arasındadır. betimlemesi ve anlatımı ile güçlü bir yazar profili sergilemiştir.
ikinci ve son kitabının ismi ise go set a watchman, tr: tespih ağacının gölgesinde'dir.
2016 yılında, doğduğu eyalet olan alabama'da vefat etmiştir.
ikinci ve son kitabının ismi ise go set a watchman, tr: tespih ağacının gölgesinde'dir.
2016 yılında, doğduğu eyalet olan alabama'da vefat etmiştir.
devamını gör...
dava
franz kafka hiç yerine konulma duygusunu en iyi işleyen yazarlardan. dava'nın baş kahramanı joseph k. tek suçum insan olmak diyor. konunun adalet sistemiyle ilintili olmasıda ayrı bir ironi.
herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor..
dava, sisteme ve hayata karşı sitemkar yaklaşan bir insanın mücadelesinin hiç olması hikayesidir.kafka her ne kadar ümitsiz olsada ufacık bir umut kapısı aralar okuyucusuna teselli için.
çekinme ve sana doğru görüneni yap.
herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor..
dava, sisteme ve hayata karşı sitemkar yaklaşan bir insanın mücadelesinin hiç olması hikayesidir.kafka her ne kadar ümitsiz olsada ufacık bir umut kapısı aralar okuyucusuna teselli için.
çekinme ve sana doğru görüneni yap.
devamını gör...
introsunu geçemediğiniz diziler
devamını gör...
ben evlendiğimde 45 kiloydum
15 yaşında evlenen annemim lafı. babam da muhtemelen 70 kiloydu, oda 17 yaşındaydı çünkü.
devamını gör...
operatör
ameliyat yapan uzmanlığı ameliyat yapmak olan hekim cerrah. bir santrali ya da makineyi işleten. bilgisayarı çalıştırıp gerekli uygulamayı yapan kimse işletmen. basılacak metinleri dizgi makinesinde dizen kimse.
devamını gör...
türkiye'de normalleşen anormallikler
sırf bir insanla komşu,akraba vs. olduğu için özel hayatı hakkında soru sormak ve üstüne tavsiye vermeye çalışmak.
bi salın ya.
bi salın ya.
devamını gör...
devrecilik
değerli arkadaşım hialiens'in ukdesidir.
devrecilik nedir? uzun dönem askerlik yapmış olanlar bilirler bu kavramı. kara kuvvetleri komutanlığına bağlı birliklerde, en üst iki devrenin askerlerinin, diğer devre askerlerden kendilerini üstün görmeleri, koğuşun ve kışlanın bilimum angarya işlerini onların üzerine yıkmaları, kendilerine ayrı bir misyon yüklemeleri ile gerçekleşir. işin ilginç tarafı komuta kademesi de tüm bu olanlara çanak tutarlar, yeni gelen askerlerin daha az şikayete gelmeleri, kafalarının ağrımaması gibi nedenler en üst iki devrenin bu sistemi hiyerarşik bir biçimde işletmesine olanak tanır. yani aslında komutanlar istemezse o kışlada devreciliğin d'sini bile yaptırmazlar adama, yazacağı bir yazıya bakar sürüverirler allahın şey ettiği yerlere.
peki bu işler nedir? bizim emir defterimizde şöyle yazıyordu ve komutan tarafından imzalıydı; koğuşların, merdivenlerin, duşların ve tuvaletlerin temizlikleri en alt iki devre tarafından yapılır ve bir üst devreleri tarafından kontrolleri gerçekleştirilir. tabi bunların yanında telefon kullanmak zaten yok ama üst devreler kullanabilir, eğer kullanırken yakalanırsan çok ağır bir azar yeme ihtimalin mevcut, biraz diklenirsen toplu bir şekilde saldırmaları da olası. ben çektim sende çekeceksin zihniyeti yani kısaca. bu ne kadar sürüyor? benim gibi kışlaya gelir gelmez 4 gün sonra aşağıdan bir iş kaptıysanız habercilik gibi kıyak bir iş rahatsınız, kimse aşağıda devamlı duran biriyle ters düşmek istemez, zira her gün komutanınızla birlikte olduğunuz için bazı durumları daha rahat aktarabilirsiniz, o yüzden sizi görmezden gelmeyi seçerler. ama bunun dışında kalan her uzun dönem asker, bu hiyerarşik yapıda yerini alır, 3 ay sonra alt devresi gelir ve 3 ay boyunca yapılacak işleri ona anlatır, 3 ay sonra çömezleri gelir artık işi p*ç torunları gelene kadar onları göz ucuyla takip etmektir. onlarda geldikten sonra artık en kıdemli iki devreden biri olur ve bum; kahramanımızın karakter değişimi tamamlanmıştır. düşünün sivilde yüzüne tükürmeyeceğiniz adam burada kendini kral falan ilan eder, ben ne dersem o üleynn diye gezinir ortalıkta.* kendisine eziyet edilmiştir, en çok işi o yapmıştır o yaptıysa herkes yapmalıdır, ya seve seve ya okşaya okşaya ama yapacaktır. nitekim emir defterinde tam açık bu şekilde yazmasa da böyle uygulanmaktadır. tabi bunları yapan kişilerin b tertip ya da devre kaybı olmaması çok önemli, peki neden önemli onu aşağıda anlatıyorum, toplanın*
devreciliğin tanımını yaptık, peki bu sistemin kendi içinde olan açık noktaları var mı? tabii ki var onu da anlatalım.
benim vereceğim örnekler biraz absürt, kimilerine göre aşırı bile kaçabilir ama tamamı yaşanmıştır. ben askerliğimi ara bölge ya da bizim tabirimizle "sürgün yeri" diye tabir edilen bir doğu ilinde yaptım. mevcudumuz 60 kişi civarında oluyordu genel olarak. bilen bilir; 3 çeşit sülüs tarihi ya da sevk işte her neyse vardır. a, b, ve devre kaybı olarak adlandırılır. a tarihli devreler 21 ağustos sülüs tarihliyken bunların b'leri 21-30 eylül arası sülüs tarihine sahiptir, aynı devredir ama 30-35 gün arası kayıpları vardır, geç terhis olurlar. devre kaybı ise nerdeyse diğer devre ile askere gelmek üzereyken diğer devreden 1 yahut 1.5 ay kadar önce gelmiştir. yani alt devresi ile arasında 40-45 gün falan olur, ama bunlarda a ve b'ler gibi aynı tertiptir, hiyerarşide yerlerini alırlar. bunları anlattım çünkü asıl anlatacağım olaya buradan bağlayacağım mevzuyu.
yukarıda belirttiğim gibi sürgün yeri diye tabir edilen bir kışlada yaptım askerliğimi. sürgün yeri dediysem öyle şehre uzak imkanlar kısıtlı falan değil, aksine her şey mevcut, çarşıya yakın yemekler falan orta derecede güzel. sürgün yeri diye tabir edilmesinin sebebi birlikte görev alan askerlerin sivil hayatları. 60 kişilik mevcudumuzun çok rahat 40'ının bağımlılık geçmişi vardı. zaten 8 tane kısa dönem hep mevcut onları saymıyorum zira onlara kimse karışmıyordu, ki onların bile arasında dönem dönem eski eroin bağımlıları falan geliyordu.* bu bahsettiğim 40 kişinin 25 tanesi askerlik öncesi irili ufaklı suçlara karışmış, kimisi 10 ay üzeri hapis cezaları yatmış tiplerden oluşuyordu. celp değişiyordu ama bu lanet durum hiç değişmedi. şimdi düşünün; sivil hayatında herhangi bir sosyal statüye sittin sene sahip olamayacak tiplerin, burada devrecilik yaptığını ve komutanların buna müsaade ettiklerini, suistimal'e çok açık bir durum olduğu aşikar. torbacı lan adam sivilde, gasp'a falan karışmış basit yaralama falan ne dersen var yani, düşün bu adama bir rütbeli gelip koğuş size emanet biz 5'ten sonra yokuz zaten vukuat olmasın diyor, ne yapar bu adam? hayatta belki ciddiye alındığı kendinden çekinildiği tek yer burası, sağlıklı hareket etmez elbette bol bol saçmalar, kimse şikayet etmeye de gidemiyordu, zira şikayete gidiyosan ciddi bir durum olmalıydı ve yanında bir alt ve bir üst devren ile birlikte gitmeliydin, ancak o şekilde şikayetin geçerli oluyordu.
henüz kışlaya geleli 180 gün civarı bir zaman geçmişti, karargahta haberciydim kafama göre takılıyordum. üstüm başım tertemiz olmak zorundaydı temizlik vs. işlere zaten karışmıyordum bana karışan da yoktu zaten. 180 günün ardından en üst devrelerin a, b ve devre kayıpları gitmiş, bir alt devrelerinin a ve b'leri gitmiş geriye devre kaybı 3 kişi falan kalmıştı. bir gün her zamanki gibi koğuştaki koğuş defterini yenilemek için elimde yeni koğuş defteriyle girdiğimde sıradışı bir manzara ile karşılaştım. bu devre kaybı olan en üst devre arkadaşlardan biri koğuşun tam ortasında, karşısında ise alt devreleri kalabalık bir biçimde etrafını sarmış, birinin elinde su dolu bir matara var, "sen bana yaptın, operasyon çocuğu, bak şimdi sıra bende diyerek neresine denk gelirse vurmaya başladı. dövülen çocuğun adı mehmet, dayak atanın adı hakan. mehmet yalvarıyor dur mur falan ama hakan durur mu? kafa göz allah ne verdiyse yaradana sığınarak vuruyor, bildiğin matara ile dövüyor mehmet'i. kimse dokunmuyor tabii demek mehmet'in kabahati büyük, ama bir an düşündüm; lan matara ne alaka aliminyum? hani koğuşta sopa desen var, hortum desen var, atolye az ilerde zaten, levyedir anahtardır gırla yani, bunlar daha efektif aletler, mataranın tutacak yeri yok, avuçluyosun falan yorar adamı. neyse velhasıl mehmet en son bayıldı dayak yemekten, hakan'ı arkadaşları sakinleştirdi.
baba dedim iyi hoş ama bu ne olacak? sen haberci değil misin? söyle komutana zaten verecekleri bir hafta komutanlık kararıyla hapis dedi bana. şaka gibi lan adam ne olduğunu iyi biliyor askeri cezaevinin, her şeyi göze almış mataraylan öyle dövmüş bunu. nitekim indim belirttim durum böyle böyle, komutan koğuşa çıkıp biraz kızdı bağırdı falan, mehmet'i hastaneye götürdük hava değişimi aldı 35 gün zaten askerliği bitti o hava değişimiyle. hakan 1 hafta komutanlık kararıyla askeri cezaevine girdi. askeri cezaevi bu arada, "10 dönüm bostan, yan gel yat osman" tarzı bir yer kesinlikle değil, onu da kısaca anlatayım. daha girerken sigara paketini teslim ediyorsun, günde sadece 3 sigara içme hakkın var. tv izleme saatinde o tv'ye bakmak zorundasın, kitap okuma saatinde o kitabı okumak zorundasın, konuşmanın yasak olduğu saatler bile var yani, öyle illet bir yer.
neyse bir hafta geçti, bizim hakan'ı almak için transitle gittik askeri cezaevinin kapısına. çıktı geldi bu, tabi nikotin tüketiminin kısıtlanmasından kaynaklı biraz sinirli bir biçimde. hakan dedim kanka sana bir şey soracağım. sor dedi. dedim sen bu mehmet'i dövdün ya, neden sopayla, levyeyle falan değil matarayla dövdün? verdiği cevap karşısında şok olmuştum.
"bu operasyon çocuğu, gece nöbete gideceği zaman saat kaç olursa olsun beni uyandırır, hadi lan alt devre git şu matarayı doldur gel derdi. o kadar kinlendim ki ona, tüm devrelerinin gitmesini bekledim, ve tüm sonuçlarını hesaplayarak matarayla dövdüm."
haha şu lükse bir bakar mısınız baylar bayanlar? elin oğlu adıyaman'ın bozkırından çıkıp geliyor, ona buna emrediyor, su doldurtuyor, uykusunu falan bölüyor, düzen öyle bir düzen yani. tabi bu kadar aptallığı devre kaybı olduğunu bilerek yapmak, süzme gerizekalı olmayı gerektirdiğinden fazla üzülmedim. hatta hakan'a dedim ki; "lan adamın kafasına vurdun o kadar, keşke taştaşlarına vursaydın, hiç değilse üreyemezdi bir daha."* güldük falan neşemiz yerine geldi, kışlaya giderken 4 dürüm yaptırdık, ayranla gömdük şen şakrak girdik içeriye.
bu olaylar biraz daha devam etti bu şekilde, sonra tam bizim bir üst devrelerimiz mevzuyu abartıp koğuşta olaylar ayyuka çıkınca, ve bir askerin üst kademelere şikayet etmesiyle kışla geniş bir soruşturmadan geçirildi. emir defterinde yazılan absürt emirlerin ne hızla silindiğini görseniz ağzınız açık kalırdı.* daha sonrasında zaten bu tür şeyler yaşanmadı, bazı komutanlar değişti, sorun çıkaran askerlerin hepsi çeşitli kışlalara sürgün edildi. sonradan yine yaşanmış mıdır? bunu bilemiyorum. ama daha sonra askerlik falan kısaldı, üstüne bedelli çıktı, bu tip saçma salak durumlar muhtemelen o yıllarda tarihe karışmış olmalı...
devrecilik nedir? uzun dönem askerlik yapmış olanlar bilirler bu kavramı. kara kuvvetleri komutanlığına bağlı birliklerde, en üst iki devrenin askerlerinin, diğer devre askerlerden kendilerini üstün görmeleri, koğuşun ve kışlanın bilimum angarya işlerini onların üzerine yıkmaları, kendilerine ayrı bir misyon yüklemeleri ile gerçekleşir. işin ilginç tarafı komuta kademesi de tüm bu olanlara çanak tutarlar, yeni gelen askerlerin daha az şikayete gelmeleri, kafalarının ağrımaması gibi nedenler en üst iki devrenin bu sistemi hiyerarşik bir biçimde işletmesine olanak tanır. yani aslında komutanlar istemezse o kışlada devreciliğin d'sini bile yaptırmazlar adama, yazacağı bir yazıya bakar sürüverirler allahın şey ettiği yerlere.
peki bu işler nedir? bizim emir defterimizde şöyle yazıyordu ve komutan tarafından imzalıydı; koğuşların, merdivenlerin, duşların ve tuvaletlerin temizlikleri en alt iki devre tarafından yapılır ve bir üst devreleri tarafından kontrolleri gerçekleştirilir. tabi bunların yanında telefon kullanmak zaten yok ama üst devreler kullanabilir, eğer kullanırken yakalanırsan çok ağır bir azar yeme ihtimalin mevcut, biraz diklenirsen toplu bir şekilde saldırmaları da olası. ben çektim sende çekeceksin zihniyeti yani kısaca. bu ne kadar sürüyor? benim gibi kışlaya gelir gelmez 4 gün sonra aşağıdan bir iş kaptıysanız habercilik gibi kıyak bir iş rahatsınız, kimse aşağıda devamlı duran biriyle ters düşmek istemez, zira her gün komutanınızla birlikte olduğunuz için bazı durumları daha rahat aktarabilirsiniz, o yüzden sizi görmezden gelmeyi seçerler. ama bunun dışında kalan her uzun dönem asker, bu hiyerarşik yapıda yerini alır, 3 ay sonra alt devresi gelir ve 3 ay boyunca yapılacak işleri ona anlatır, 3 ay sonra çömezleri gelir artık işi p*ç torunları gelene kadar onları göz ucuyla takip etmektir. onlarda geldikten sonra artık en kıdemli iki devreden biri olur ve bum; kahramanımızın karakter değişimi tamamlanmıştır. düşünün sivilde yüzüne tükürmeyeceğiniz adam burada kendini kral falan ilan eder, ben ne dersem o üleynn diye gezinir ortalıkta.* kendisine eziyet edilmiştir, en çok işi o yapmıştır o yaptıysa herkes yapmalıdır, ya seve seve ya okşaya okşaya ama yapacaktır. nitekim emir defterinde tam açık bu şekilde yazmasa da böyle uygulanmaktadır. tabi bunları yapan kişilerin b tertip ya da devre kaybı olmaması çok önemli, peki neden önemli onu aşağıda anlatıyorum, toplanın*
devreciliğin tanımını yaptık, peki bu sistemin kendi içinde olan açık noktaları var mı? tabii ki var onu da anlatalım.
benim vereceğim örnekler biraz absürt, kimilerine göre aşırı bile kaçabilir ama tamamı yaşanmıştır. ben askerliğimi ara bölge ya da bizim tabirimizle "sürgün yeri" diye tabir edilen bir doğu ilinde yaptım. mevcudumuz 60 kişi civarında oluyordu genel olarak. bilen bilir; 3 çeşit sülüs tarihi ya da sevk işte her neyse vardır. a, b, ve devre kaybı olarak adlandırılır. a tarihli devreler 21 ağustos sülüs tarihliyken bunların b'leri 21-30 eylül arası sülüs tarihine sahiptir, aynı devredir ama 30-35 gün arası kayıpları vardır, geç terhis olurlar. devre kaybı ise nerdeyse diğer devre ile askere gelmek üzereyken diğer devreden 1 yahut 1.5 ay kadar önce gelmiştir. yani alt devresi ile arasında 40-45 gün falan olur, ama bunlarda a ve b'ler gibi aynı tertiptir, hiyerarşide yerlerini alırlar. bunları anlattım çünkü asıl anlatacağım olaya buradan bağlayacağım mevzuyu.
yukarıda belirttiğim gibi sürgün yeri diye tabir edilen bir kışlada yaptım askerliğimi. sürgün yeri dediysem öyle şehre uzak imkanlar kısıtlı falan değil, aksine her şey mevcut, çarşıya yakın yemekler falan orta derecede güzel. sürgün yeri diye tabir edilmesinin sebebi birlikte görev alan askerlerin sivil hayatları. 60 kişilik mevcudumuzun çok rahat 40'ının bağımlılık geçmişi vardı. zaten 8 tane kısa dönem hep mevcut onları saymıyorum zira onlara kimse karışmıyordu, ki onların bile arasında dönem dönem eski eroin bağımlıları falan geliyordu.* bu bahsettiğim 40 kişinin 25 tanesi askerlik öncesi irili ufaklı suçlara karışmış, kimisi 10 ay üzeri hapis cezaları yatmış tiplerden oluşuyordu. celp değişiyordu ama bu lanet durum hiç değişmedi. şimdi düşünün; sivil hayatında herhangi bir sosyal statüye sittin sene sahip olamayacak tiplerin, burada devrecilik yaptığını ve komutanların buna müsaade ettiklerini, suistimal'e çok açık bir durum olduğu aşikar. torbacı lan adam sivilde, gasp'a falan karışmış basit yaralama falan ne dersen var yani, düşün bu adama bir rütbeli gelip koğuş size emanet biz 5'ten sonra yokuz zaten vukuat olmasın diyor, ne yapar bu adam? hayatta belki ciddiye alındığı kendinden çekinildiği tek yer burası, sağlıklı hareket etmez elbette bol bol saçmalar, kimse şikayet etmeye de gidemiyordu, zira şikayete gidiyosan ciddi bir durum olmalıydı ve yanında bir alt ve bir üst devren ile birlikte gitmeliydin, ancak o şekilde şikayetin geçerli oluyordu.
henüz kışlaya geleli 180 gün civarı bir zaman geçmişti, karargahta haberciydim kafama göre takılıyordum. üstüm başım tertemiz olmak zorundaydı temizlik vs. işlere zaten karışmıyordum bana karışan da yoktu zaten. 180 günün ardından en üst devrelerin a, b ve devre kayıpları gitmiş, bir alt devrelerinin a ve b'leri gitmiş geriye devre kaybı 3 kişi falan kalmıştı. bir gün her zamanki gibi koğuştaki koğuş defterini yenilemek için elimde yeni koğuş defteriyle girdiğimde sıradışı bir manzara ile karşılaştım. bu devre kaybı olan en üst devre arkadaşlardan biri koğuşun tam ortasında, karşısında ise alt devreleri kalabalık bir biçimde etrafını sarmış, birinin elinde su dolu bir matara var, "sen bana yaptın, operasyon çocuğu, bak şimdi sıra bende diyerek neresine denk gelirse vurmaya başladı. dövülen çocuğun adı mehmet, dayak atanın adı hakan. mehmet yalvarıyor dur mur falan ama hakan durur mu? kafa göz allah ne verdiyse yaradana sığınarak vuruyor, bildiğin matara ile dövüyor mehmet'i. kimse dokunmuyor tabii demek mehmet'in kabahati büyük, ama bir an düşündüm; lan matara ne alaka aliminyum? hani koğuşta sopa desen var, hortum desen var, atolye az ilerde zaten, levyedir anahtardır gırla yani, bunlar daha efektif aletler, mataranın tutacak yeri yok, avuçluyosun falan yorar adamı. neyse velhasıl mehmet en son bayıldı dayak yemekten, hakan'ı arkadaşları sakinleştirdi.
baba dedim iyi hoş ama bu ne olacak? sen haberci değil misin? söyle komutana zaten verecekleri bir hafta komutanlık kararıyla hapis dedi bana. şaka gibi lan adam ne olduğunu iyi biliyor askeri cezaevinin, her şeyi göze almış mataraylan öyle dövmüş bunu. nitekim indim belirttim durum böyle böyle, komutan koğuşa çıkıp biraz kızdı bağırdı falan, mehmet'i hastaneye götürdük hava değişimi aldı 35 gün zaten askerliği bitti o hava değişimiyle. hakan 1 hafta komutanlık kararıyla askeri cezaevine girdi. askeri cezaevi bu arada, "10 dönüm bostan, yan gel yat osman" tarzı bir yer kesinlikle değil, onu da kısaca anlatayım. daha girerken sigara paketini teslim ediyorsun, günde sadece 3 sigara içme hakkın var. tv izleme saatinde o tv'ye bakmak zorundasın, kitap okuma saatinde o kitabı okumak zorundasın, konuşmanın yasak olduğu saatler bile var yani, öyle illet bir yer.
neyse bir hafta geçti, bizim hakan'ı almak için transitle gittik askeri cezaevinin kapısına. çıktı geldi bu, tabi nikotin tüketiminin kısıtlanmasından kaynaklı biraz sinirli bir biçimde. hakan dedim kanka sana bir şey soracağım. sor dedi. dedim sen bu mehmet'i dövdün ya, neden sopayla, levyeyle falan değil matarayla dövdün? verdiği cevap karşısında şok olmuştum.
"bu operasyon çocuğu, gece nöbete gideceği zaman saat kaç olursa olsun beni uyandırır, hadi lan alt devre git şu matarayı doldur gel derdi. o kadar kinlendim ki ona, tüm devrelerinin gitmesini bekledim, ve tüm sonuçlarını hesaplayarak matarayla dövdüm."
haha şu lükse bir bakar mısınız baylar bayanlar? elin oğlu adıyaman'ın bozkırından çıkıp geliyor, ona buna emrediyor, su doldurtuyor, uykusunu falan bölüyor, düzen öyle bir düzen yani. tabi bu kadar aptallığı devre kaybı olduğunu bilerek yapmak, süzme gerizekalı olmayı gerektirdiğinden fazla üzülmedim. hatta hakan'a dedim ki; "lan adamın kafasına vurdun o kadar, keşke taştaşlarına vursaydın, hiç değilse üreyemezdi bir daha."* güldük falan neşemiz yerine geldi, kışlaya giderken 4 dürüm yaptırdık, ayranla gömdük şen şakrak girdik içeriye.
bu olaylar biraz daha devam etti bu şekilde, sonra tam bizim bir üst devrelerimiz mevzuyu abartıp koğuşta olaylar ayyuka çıkınca, ve bir askerin üst kademelere şikayet etmesiyle kışla geniş bir soruşturmadan geçirildi. emir defterinde yazılan absürt emirlerin ne hızla silindiğini görseniz ağzınız açık kalırdı.* daha sonrasında zaten bu tür şeyler yaşanmadı, bazı komutanlar değişti, sorun çıkaran askerlerin hepsi çeşitli kışlalara sürgün edildi. sonradan yine yaşanmış mıdır? bunu bilemiyorum. ama daha sonra askerlik falan kısaldı, üstüne bedelli çıktı, bu tip saçma salak durumlar muhtemelen o yıllarda tarihe karışmış olmalı...
devamını gör...
keyif veren maddeler
anayasanın ilk 4 maddesi.
devamını gör...
içimden şu zalim şüpheyi kaldır
gölgede kalmış bir ismet özel eseri. bugün ismet özel neden ismet özel'dir diye sordukları zaman gösterilmesi gereken en güzel şiirlerinden biri.
--- alıntı ---
ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.
dünya. çıplak omuzlar üzerinde duran.
herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
insanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.
sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.
dünya. çıplak omuzlar üzerinde duran.
herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
insanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.
sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
--- alıntı ---
devamını gör...
şimdinin olmaması
blok evren teorisi ile desteklenebilecek iddia.
devamını gör...
henüz 16 yaşında olan ceyda toyran'ın miss model seçilmesi durumu
bu 16 yaşındaysa ben daha doğmamışım dediğim durum.
devamını gör...
karayipler
batı hint adaları olarak da bilinirler.
meksika körfezi'nin güneydoğusunda atlas okyanusu'nın batı uzantısı olan karayip denizini, adalarını ve sahillerini kapsayan bölgedir. büyük mavi çukur bu bölgededir. bu adalar florida'nın güneyinden başlayıp venezuela'nın kuzey batısına kadar yayılmışlardır, büyük antiller ve küçük antiller olarak ikiye ayrılırlar. bölgede yaklaşık 7000 civarında ada ve adacık bulunur, bunlar değişik 25 bağımsız ülke veya sömürgeyi oluşmaktadır.
adaların bilinen en eski sahipleri, aravaklar* ve karayip* halkıdır. 1492 yılında hindistana ulaştığını sanan ispanyol kaşif kristof kolomb tarafından keşfedilmiştir.
tropikal iklime sahip adalar el değmemiş doğal güzellikleri ile insanları cezbetmiştir. her yıl zenginler tafafından tatil amaçlı ziyaret edilir. sınırsız deniz ürünleri ve baharatlı yemekleri ile ön plana çıkmaktadır. turizm sezonunu; dans, parti, reggae müzikleri, kokteyller, şakalar, eğlenceler ve aman sabahlar olmasın etkinlikleri ile dolu doludur.
- lol ukdesi -
meksika körfezi'nin güneydoğusunda atlas okyanusu'nın batı uzantısı olan karayip denizini, adalarını ve sahillerini kapsayan bölgedir. büyük mavi çukur bu bölgededir. bu adalar florida'nın güneyinden başlayıp venezuela'nın kuzey batısına kadar yayılmışlardır, büyük antiller ve küçük antiller olarak ikiye ayrılırlar. bölgede yaklaşık 7000 civarında ada ve adacık bulunur, bunlar değişik 25 bağımsız ülke veya sömürgeyi oluşmaktadır.
adaların bilinen en eski sahipleri, aravaklar* ve karayip* halkıdır. 1492 yılında hindistana ulaştığını sanan ispanyol kaşif kristof kolomb tarafından keşfedilmiştir.
tropikal iklime sahip adalar el değmemiş doğal güzellikleri ile insanları cezbetmiştir. her yıl zenginler tafafından tatil amaçlı ziyaret edilir. sınırsız deniz ürünleri ve baharatlı yemekleri ile ön plana çıkmaktadır. turizm sezonunu; dans, parti, reggae müzikleri, kokteyller, şakalar, eğlenceler ve aman sabahlar olmasın etkinlikleri ile dolu doludur.

- lol ukdesi -
devamını gör...
yazarların en eften püften başarıları
bir keresinde dudaklarımdan düşen sigarayı gayet atik bir şekilde yine dudaklarımla yakalamıştım.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının okumakta olduğu kitaplar
jose mauro de vasconcelos - güneşi uyandıralım
jose mauro de vasconcelos'in hayatını anlattığı şeker portakalı, güneşi uyandıralım ve delifişek üçlemesinin ikinci kitabı.
jose mauro de vasconcelos'in hayatını anlattığı şeker portakalı, güneşi uyandıralım ve delifişek üçlemesinin ikinci kitabı.
devamını gör...
çocukken yapılan salaklıklar
söndüğünü sanarak sobanın kapağını açıp gaz yağı dökmek.
parlama sonucu saçların bir bölümünün yanması.
hasarlı alanı makasla düzeltmeye çalışsam da olmaması.
gidilen berberin "yanık kokusu nerden geliyor ve böyle tıraş mı olur" sorularına maruz kalmak.
parlama sonucu saçların bir bölümünün yanması.
hasarlı alanı makasla düzeltmeye çalışsam da olmaması.
gidilen berberin "yanık kokusu nerden geliyor ve böyle tıraş mı olur" sorularına maruz kalmak.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının nicklerinin hikayesi
turşuyu çok seviyorum. ama aynı zamanda da midemi yakıyor.
devamını gör...
140journos çalışanının sevgilisine tecavüz ettiği iddiası
linç girişimine soyunmuş insanların kanun, mahkeme, hakim, savcı, karar, cezaevi gibi kelimelerden haberi yok herhalde. kadın bir istismara maruz kalmışsa bunu yapan elbette cezasız kalmamalı. ancak bunun yolu sosyal medya değil.
devamını gör...
avrupa'yı bir şey zannedenler
(bkz: avrupa insan hakları sözleşmesi)
(bkz: avrupa insan hakları mahkemesi)
(bkz: hukukun üstünlüğü)
(bkz: avrupa insan hakları mahkemesi)
(bkz: hukukun üstünlüğü)
devamını gör...

