unt gulo sevko dıkken katlanko.

gülü seven dikenine katlanır.
devamını gör...

iclal aydın'ın paslı makas şiirini ihtiva eden şarkı.

gittin, sen bana gitmek için gelmiştin.
geride yavaş yavaş eriyen bir kurşun bıraktın.
bıraktığın şekilden çok daha başkasına bürünen
ve bir daha asla eskisi gibi olamayacak bir kurşun.
gerçekten bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

bir gün beni paslı bir makasla
nasıl derinden budayıp gittiğini farkettim.
yeni bir filiz veremeyecek kadar derindi kesip attıkların.
sensizlikle oluşmuş hastalığıma
senin bile çare olamayacağını,
benim için çok gecikildiğini anladım…

devamını gör...

bir koşuşturma, bir heyecan. herkesin yüzünde benzer bir gerginlik vardı o akşamüstü. tedirginlik, her yerden bir tehlike gelebileceği ihtimali, belirsizlik. kalabalık bir masada oturuyorlardı. kimse çantasını kucağından indirip sandalyeye bile asmamıştı. telefonlar elde. şarjlar azalmış. nöbetleşe camdan sokağa bakıp duran 9 kişiydiler. ışık'ın telefonu çaldı. arayan iş arkadaşı joseph'ti. murat'tan belgeyi alıp almadığını sordu. saatlerdir bu anın gelmesini bekliyordu ışık. derin bir iç çekti. aldım dedi. korkma dedi joseph hissetmiş gibi. "senden kimse şüphelenmez."

ışık kalktı oturdukları kahveden. ufak tefek çelimsiz bir kızdı. üniversiteye yeni başlamıştı. 2 sene önce gelmişti bu şehre, havasına suyuna bile henüz alışamamıştı. okulun ilk senesi bir hocasının yönlendirmesiyle saat ücretli olarak çalışmaya başladığı, okul ve cafe'den arta kalan zamanlarında veri girişi yaptığı, işini doğru yaptığı taktirde kimsenin kaçta gediğine kaçta gittiğine karışmadığı bu araştırma enstitüsünde, idari işler departmanında asistan olarak çalışan joseph başta olmak üzere herkes onu çok sıcak karşılaşmıştı. yabancılarla çalışmak ne güzel diye düşünmüştü ışık daha ilk haftadan. kesinlikle mezun olduğunda çokuluslu bir yerde çalışması gerektiğine ikna olmuştu çabucak. belçika tarafından fonlanan bu enstitüde neredeyse her milletten 21 tam zamanlı, ışık'ın sayısını bilmediği kadar da yarı zamanlı ya da saat ücretli personel çalışıyordu. ışık çok şanslı görüyordu kendini. onu bu işe yönlendiren hocasına da defalarca kez söylediği gibi hayatı, bakış açısı tamamen değişmişti bu işe başladığından beri.

hiç anlamadığı şeyler olup bitiyordu ama. korkuyordu ışık. ilk defa 3 ay önce enstitünün araştırmacılarından biri tutuklandığında, hemen akabinde de adalet bakanlığı'ndan enstitünün tüm yazışmalarının asıllarının taraflarına ivedilikte teslim edilmesi istendiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. joseph, ona nerede çalıştığından en yakınları haricinde pek kimseye söz etmemesi gerektiğini söylediğinde didikleme ihtiyacı duymuştu ışık. öğrendiği bilgi kırıntıları bile kanını dondurmaya yetmişti. enstitü'nün üzerinde çok baskı vardı. belçika ile ülke arasında da haber bültenlerine bile yansıyan cinsten çok ciddi bir diplomatik kriz...

joseph 3 gün önce ışık'a muratla görüşmesinin mümkün olup olmadığını sordu. ışık'ın işe girişinden 7 ay sonra direktör yardımcılığından istifa eden, 32 yaşında profesörlüğünü almış murat ve ışık hiçbir diyalog geçmişine sahip değillerdi. ışık anlamamış, nedenini sorma gereği duymuştu. joseph üstü kapalı bir şekilde cevap verdi. ışık çok kurcalamaması gerektiğini ancak bu evrakı almasının ve joseph'e teslim etmesinin ne kadar önemli olduğunu sezmişti. kabul etti. joseph'e, onu bile isteye tehlikeye atmayacağını bilecek kadar güvenirdi. yine de sorma ihtiyacı duydu. "endişelenecek bir şey yok ışık. bunu enstitüde tam zamanlı çalışan biri yapmamalı sadece, durumları biliyorsun az çok." murat ve ışık laleli'de buluşmuşlardı. saati ve yeri joseph haber vermişti ışık'a. ayaküstü bir sohbet, kapalı bir zarf ve bu kadar. 3 dakika bile sürmemişti. her zamanki gibi işe gidecek, 4. kata çıkıp bunu joseph'e verecek ve çıkacaktı. en kötü ne olabilir ki diye düşündü enstitünün bulunduğu sokağa girerken. yokuşu çok hızlı tırmanıyordu, nefes nefese kalmıştı. neredeyse koşar adım yürüdüğünü, kan ter içinde kaldığını enstitünün tam karşısındaki polis kalabalığını fark etmesiyle eş zamanlı kavradı. birden durdu yolun ortasında. ondan tarafa bakan polislerden biriyle göz göze geldi. kafasını önüne eğdi ve yürümeye devam etti. bu defa normal hızda. bahçe kapısına geldiğinde tekrar baktı polislerden tarafa. neredeyse 30 kişilerdi. 4 normal polis otosu, 4 de zırhlı araç vardı. polisler ağır silahlıydı. özel bir ekip olduklarını düşündü ışık. terörle mücadele mi acaba, onların üniforma renkleri böyle mi oluyordu diye düşündü. aynı polis gözlerini dikmiş ışık'a bakıyordu. bir an ne yapacağını bilemedi kadın. kafasını çevirdi hızla, çantasının ön gözünde olması gereken personel kimlik kartını bulamıyordu bir türlü. sinirlenmişti, göz ucuyla sağa, yokuşun yukarısına baktı yeniden. polisin ona doğru yürümeye başladığını gördü. hızla arkasına döndü, yere çömelip çantasını açtı, kimliği yoktu! beyni patlayacak gibiydi. arkasına dönüp baktı, polis ona yürümeye devam ediyordu. galiba gülümsüyordu da. sinirleri bozuldu. kalbi yerinden çıkacak bir hızda atıyordu. kalktı yerden ışık, hızla yokuş aşağı yürümeye başladı. neredeyse koşuyordu. çok yanlış bir şey yaptığını fark etti ama artık çok geçti. polisten kaçıyordu! köşeyi döner dönmez karşısına çıkan, daha önceden dükkan olan ama sonrasında ön ve arka duvarları yıkılarak bir yaya alt geçidine çeviren binanın tam altında polisin kendisine "bayan" diye seslendiğini duydu. zaten burada da bir grup polis olduğunu gördü. hatta bir de masa. kimlik kontrolü yapan, ağır silahlı olmayan polisler ve geçip gitmekte olan insanlar. durdu ışık. kendisini sakinleştirmeye çalıştı ve arkasına döndü. en sakin olmaya çalışan yüz ifadesiyle;

-buyrun memur bey?
-nereye böyle koşa koşa hanfendi?! kimlik göreyim.
-kimlik mi? ha normal kimlik mi? bir saniye. hemen.

polis 27-28 yaşlarında dev gibi bir adamdı. 1.90'ın üzerinde boylu, büyük suratlı, esmer. küçücük bir kadın olan ışık kendini olduğundan da küçük hissetti bu adam karşısında. ellerinin titrediğini fark ettirmemeye çalışarak sırt çantasında cüzdanını aradı. kimliğini verdi. polis elindeki telefondan bir şeylere baktı. kimliği geri verirken konuştu;

-ne aradın öyle yere oturup sen?
-personel kimliğimi aradım da. evde bırakmışım herhalde. bulamadım. bugün ben çalışmıyorum normalde, zaten defterimi alacaktım, unutmuşum dün, önemli bir şey değil. bugün işim bu taraflarda olunca uğrayıp onu alayım dedim ama kimlik yok. (güldü) bulamadım, eve dönüyorum.
-ne iş yapıyorsun sen?
-stajyerim ben. öğrenciyim normalde.
-neden koşarak uzaklaştın peki?
-memur bey, size açık konuşcam, ben hayatımda polis görmüş insan değilim. sizi öyle görünce korktum açıkçası. ne yapacağımı bilemedim. size çok komik gelecek belki ama durum bu. korktum, bir an önce de uzaklaşmak istedim, yemin ederim.
-etme yemin ışık hanım. hem biz korkulcak insanlar mıyız? bak bana... ben ne yapayım senin yeminini. ama gel biraz yürüyelim senlen.
-aslında acelem var benim memur bey. ben gitsem?
-bir öpücük vermeden nereye ışık hanım?
güldü polis.
-anlamadım, ne öpücüğü?
-hadi hadi uzatma, ver bir öpücük bakayım.
öne doğru eğildi. itti ışık polis'i. dehşete kapılmıştı. "ne yapıyorsunuz siz!" dedi, etrafta bir sürü polis, bir sürü insan daha varken bu hadsizlik onu şok etmişti. polisin böyle bir şeye nasıl cesaret edebildiğine anlam verememişti.

-gel bakalım ışık hanım o zaman, merkezde bir ifadenizi alalım sizin.

ne olduğunu anlamadan polis bileklerine kelepçeyi takmıştı genç kadının. inanamıyordu olanlara ışık. tarifsiz bir şekilde korkuyordu. hayatında böyle bir dehşet anı daha yaşamamıştı. bayılacak gibiydi. sürükleyerek götürüyordu onu polis. arkasına baktı. tanıdık bir yüz arıyordu. enstitünün sokağına geri döndüler. yokuşu tırmanırlarken ilerde polisin müdahaleye başladığını gördüler. her yer gazdı. göremedikleri yerleri hedef alan polisler vardı! polis ışık'a baktı, arkalarından gelen polislere belli belirsiz bir işaret yaptı ve koşar adım ışık'ın yanından uzaklaştı. kadın elleri kelepçeli vaziyette sokağın ortasında kalakaldı. arkasına döndü, sokaktaki herkesin müdahale alanına bakmakta ya da koşmakta olduğunu gördü. bir sürü insan ve polis vardı. gerisin geri yokuş aşağı koşmaya başladı. sokağı bitirip binanın altına yöneldi. hızla geçti geçitten, onunla ilgilenen kimse yoktu. incecik bileklerinden düştü düşecek kelepçeden de kurtulabilirse bu kabustan kaçabileceğini düşünürken sokağın köşesinde julio'yu gördü. çok rahatladı. julio enstitüye yeni gelen misafir araştırmacılardan biriydi. onu bu kaostan kurtarabileceğini düşündü ışık. tek derdi şu kelepçeydi. ışık'a gel diye işaret ediyordu julio. ışık ona doğru koşmaya devam etti. arkasına baktı, kendisini takip eden bir polis olup olmadığını anlayamadı. her yerdeydiler! burası kaosun tam merkeziydi. julio ışık'ın elini tuttu, ışık ona "beni bırakma" dedi. enstitünün iki arka sokağındaki depo binasına girdiler, açık plan bu apartmanda her kat ayrı bir daireydi. dış cephesi yarı cam yarı duvar olan tüm bu daireler ortadaki avluya bakacak şekilde, kare düzendeydi. 3. kata çıktılar. arşiv olarak kullanılan bu dairenin kapısının anahtarını verdi julio ışık'a. titreyen kelepçeli elleriyle kapıyı açmaya çalışırken merdivenlerden iki polisin koşarak çıktığını gördü ışık. julio bir üst kata çıkmak için merdivene yönelmişti bu esnada. ışık kapıyı açmayı başarıp içeri girdiğinde hala titriyordu. önce banyoya girdi, camlar sonuna kadar açıktı. camın önündeki mermerde kocaman büyük bir sarı kedi vardı. yangın merdiveninden polislerin çıkıp ona yakalayabileceğini fark ettiği için hızla banyodan çıktı, odalardan birine girip yere çömeldi. polisler bu esnada arşiv katına ulaşmıştı. ışık olduğu yere çömeldi. önünde bir çalışma masası vardı. küçücük olan bedenini bile saklayamayacak kadar küçük olan bu masaya ve banyoda kalmamaya karar veren aklına lanet etti. "o yangın merdivenlerinden onlar gelmeden sen de kaçabilirdin ışık, aptalsın sen" diye düşündü. polisler yere çömelip camdan içeri baktılar. biri öbür yana bakıyordu da bu kumral olan onun olduğu tarafa doğru çeviriyordu kafasını işte. saniyeler sonra görüleceğini fark eden ışık gözlerini sıkı sıkı yumdu.

ve miko uyandı. bir daha da uyuyamadı sabah'ın 3 buçuğundan beri.**
devamını gör...

iki kızın peşiden koşarsan, eşsiz olanı kaybedersin.
devamını gör...

cok cilgin projelerin dondugu amerika savunma bakanligi’na bagli kurum. abd’nin aselsan’i da diyebiliriz. kurulus isminin acilimi ise; defense advanced research project agency.

kurumun ortaya cikis donemi rusya’nin sputnik uydusunu uzaya gonderdigi zamana tekabul etmektedir. rusya’nin uyduyu gondermesiyle deyim yerindeyse abd’nin pacalari tutusmus ve sovyet teknolojilerinin kendi teknolojilerini geride birakabilecegini farkedince acilen bu ajansi kurmustur.kurum zamanla o kadar buyumus ki, kendi icerisinde de yan kuruluslar olusturulmustur. nasa’da bunlardan bir tanesidir. arpanet yani bugun ki kullandigimiz internet agi bu kurumun projesidir. keza gps, dronelar, yuksek teknoloji silahlar, iha’lar, robotlar vb. askeri alana hitap edecek her turlu teknolojik araclar bu kurumun bulusudur.sadece askeri alanda teknolojik faliyetler yapilmiyor elbette, teknolojiyle alakali her mevzu bu kurumun ilgi alani.

bu konudan farkli olarak birde kurumla ilgili oldukca farkli teorilerde bulunmaktadir. ornegin; kurumun uzaylilarla iletisim kurabildigi hatta unlu 51.bolge mevzusuyla da baglantili olduklari soylenmekte. bunlar birer teoriden ibaret olsa da gercekten gun yuzune cikmamis cilgin projeleri gizliden gizliye planladiklari bilinmektektedir ama. ornegin sanal zeka ile oldukca ilgili olduklarini soyleyebilirim. robotlarla insanlar arasinda zihinsel baglanti kurmak icin yaptiklari calismalar mevcut. akabinde askeri alanda kullanilabilmesi icin telepati kask projleri 2000’li yillarin basindan beri gundemde. proje hakkinda biraz detay duseyim; ozel teknolojiyle uretilmis askeri kasklar bir catisma esnasinda kullanilmasi halinde, askerler arasinda kask yoluyla zihinsel ilesisim kurulmasi mumkun olacak. yani telefon ve telsiz turevi araclarin kullanimina gerek kalmayacak. projeye 6 milyon dolarin uzerinde yatirim yapilmis fakat proje henuz uretime gececek nitelikte de degil...
devamını gör...

terörist'in kelime anlamını öğren sonra gel yavrum. ses çıkaran, yanlışa baş kaldıran herkesi terörist görmen normal, bu ülkede hükümeti desteklemeyen herkes terörist zaten, öylee değil mi?
devamını gör...

(bkz: çanlar kimin için çalıyor) hemingway'in ispanyol iç savaşını, aynı zamanda savaşın anlamsızlığını anlattığı eseri. roman john donne şiiri ile başlar. yıllar sonra kitabı, olay örgüsünü ve karakterlerini unutmak mümkün ama şiir kitabın en kısa özeti şeklinde bir kere okunduğunda akıllara kazınıyor. not olarak aşağıya bırakıyorum.

insan ada değildir,
bütün de değildir tek başına,
anakaranın bir parçası,
okyanusun bir damlasıdır;
bir kum tanesini alıp götürse bile deniz,
küçülür avrupa,
sanki bir burunmuş,
dostlarının yada senin bir yurdunmuş gibi

bir insanın ölümüyle eksilirim ben,
çünkü bir parçasıyım insanlığın;
işte bu yüzden hiç sorma çanların kimin için çaldığını,
çanlar senin için çalıyor

- ama yine de onu öldürdün.
evet. yine öldüreceğim. ama eğer daha sonra yaşarsam, hiç kimsenin kılına zarar vermeden öyle bir yaşayacağım ki, günahım bağışlanacak.
kim bağışlayacak?
kim bilir? burada artık ne tanrımız, ne onun oğlu ne de kutsal ruh olmadığına göre, bağışlayacak olan kimdir? bilmem.
artık tanrın yok mu ?
yok arkadaşım. kesinlikle yok. eğer tanrı olsaydı, benim şu gözlerimle gördüklerimin olmasına hiçbir zaman izin vermezdi. bırak, onların olsun tanrı.
tanrının varlığını savunuyor onlar.
açıkçası dine inanarak yetiştirildiğim için onu özlüyorum. ama şimdi insanın kendisine karşı sorumlu olması gerekiyor.
öyleyse adam öldürdüğün için seni bağışlayacak olan yine sensin. sy 51

- komünist misin sen ? diye sordu kadın.
hayır, antifaşistim.
ne kadardır?
faşizmin ne olduğunu anladığımdan beri. sy 76

- seninle karşılaşana değin onlardan hiçbir şey istemedim, biliyor musun? ne de bir ricada bulundum. hareket dışında ya da bir savaşı kazanmak dışında hiçbir şey düşünmedim. gerçekten tutkularım çok saftı. çok çalıştım, şimdiyse seni seviyorum ve " dedi gerçekleşmeyecek her şeyi kucaklayarak" uğruna savaştığımız her şeyi nasıl seviyorsam, öyle seviyorum seni de. özgürlüğü, insan onurunu sevdiğim gibi seviyorum seni, tüm insanların çalışma hakkını, aç kalmama hakkını sevdiğim gibi seviyorum seni. seni, savunduğumuz madrid'i sevdiğim gibi, ölen tüm yoldaşlarımı sevdiğim gibi seviyorum. çoğu da öldü. pek çoğu. nice çok olduklarını düşünemezsin bile. ama seni dünyada en çok sevdiklerim kadar seviyorum, seni daha da çok seviyorum.
seni dünyalar kadar seviyorum, tavşan. sy 368
devamını gör...

az evvel niteleme sıfatı konusunda denk geldiğim ve garip bir şekilde hoşuma gitmiş şu cümle*yi örnek göstererebilirim:

yaz günleri, soğuk limonata üstüne gitmiyor bizim ucu karanlık şiirlerimiz.
devamını gör...

bu yaşıma kadar henüz öğrenemediğim hadisedir, sadece bu durum bile daha az insanla muhatap olmama sebep olabilir.
devamını gör...

mardin midyat'ta çalpınar ilkokuluna gittiğimizde çekmiştim bu fotoğrafı. dünyanın en güzel bakışı falan olabilir şu bakış. kalbimin yarısını çalpınar'da bırakma sebeplerimden biri kendisi.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

genç türkiye cumhuriyeti'nde 1 kasım 1928'de gerçekleşen türk alfabesinin kabulü* ve ardından başlatılan okuma yazma seferberliğine verilen isim. atatürk devrimlerinin herhalde en önemlilerinden biridir. buna göre, türkçe'nin fonetiğine kesinlikle uymayan osmanlı alfabesinin* yerini özellikle kolay öğrenilebilecek bir çeşit latin alfabesi modifikasyonu* almıştır.

esasında alfabenin değiştirilmesi gerektiği meselesi çok daha önceden beri gündemdeydi. 19. yüzyılın osmanlı'sının çıkarabildiği yüksek zümre, osmanlı elitleri; halihazırda alfabe reformu üzerine kafa yoruyorlardı. fakat mevzubahis alfabe reformu; araya giren savaşlar, 19. yüzyılın sonlarının osmanlı'ya getirdiği siyasi hareketlilik ve özellikle dini çevrelerin alfabe değişikliğini bir "islami köklerden kopma" olarak değerlendirmesi sebepleriyle osmanlı zamanında gerçekleştirilememişti.

peki neden bir alfabe değişikliği yapılmak zorundaydı?
dedenizin mezar taşını okuyamayın diy... yok yok, tam aksine, insanlar okuyabilsin diye. kullanılan alfabe halkın diliyle o kadar alakasız ve öğrenmesi de o kadar zordu ki, zaten okuma yazmanın bu denli önemsenmediği bir toplumda kimsenin bu meşgalelerle uğraşmamasına sebep oluyordu. böylece devamlı süregelen bir cehalet kısır döngüsü yaratıyor, insanlar "okumak yerine karın doyuran şeylerle" ilgileniyorlardı.

1923'te cumhuriyet'in ilanı ile birlikte yapılan rejim değişikliği ve memleketin rotasını batıya çevirmesiyle birlikte devrim yolundaki gerekli zemin sağlanmış oldu. birbiri ardına yapılan modernist ve başarılı devrimler; zaten osmanlı zamanından beri alfabe ve dil reformlarını destekleyen yeni cumhuriyet elitlerinin yanında, kamuoyunun da desteğinin alınmasını sağladı. böylece devrimin önündeki en büyük olası sorun da çözülmüş oldu. artık yüzyıllarca bu toprakları tutsak etmiş cehalet esareti sonlandırılacak, türk toplumu da bilginin engin hazinesine muvaffak olabilecekti.

öncelikle bir dil komisyonu kuruldu. yalnızca türkiye'den de değil, bütün türk dünyasından dil bilimcilerin ve edebiyatçıların fikirleri alındı. çalışmalar tamamlandı, yeni türk alfabesi kararlaştırıldı. işbu giride ve zamanının devrimcileri tarafından ısrarla "latin alfabesi" yerine "türk alfabesi" ifadesinin kullanılması boşuna değildir. zira süreç ciddi bir modifikasyonu beraberinde getirmiştir. türkçe'nin ifadesine ve yazımına uygun olmayan harfler (örneğin q, w, x) dahil edilmemiş, gerekli durumlar için yeni harfler (ğ, ı, ş, büyük i) bizzat türetilmiş ya da hazırdaki özel harfler (ç, ö, ü) kullanılmıştır.

dil bilimcilerin aylar ve hatta yıllarla zaman biçtikleri devrime atatürk tarafından 3 ay zaman verilir. her ne yapılacaksa 3 ay içinde yapılmalı, bu denli kökten bir değişimin sebep olacağı sarsıntı olabildiğince çabuk atlatılmalıdır. nitekim öyle de olacaktır. önce kanunun çıkarılmasından hemen bir ay sonra, 1 aralık 1928'de her türlü gazete, dergi, ilan, afiş ve benzerinin yeni harflerle basılması emri verilir. 1 ocak 1929'dan itibaren ise kitaplar da bu emre dahil edilir. ayrıca bütün resmi dairelerin ve diğer kurum ve kuruluşların yapacakları bütün yazışmaları yeni alfabeyle yapmaları zorunlu tutulur.

hızlıca bir eğitim öğretim seferberliği başlatılır. atatürk memleketin her bir köşesini gezerek insanlara yeni alfabeyi tanıtır. zaten başöğretmen unvanını da faraziden değil, bizzat halkın öğretmeni olduğu için alacaktır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
o meşhur fotoğraf. atatürk diyar diyar gezip insanlara alfabeyi bizzat kendisi öğretiyor.

seferberlik atatürk'le de kalmayacak, açılan okuma yazma kursları ve hatta akşam okulları aracılığıyla cumhuriyetin idealist öğretmenleri tarafından devam ettirilecektir. bu sayede cumhuriyet kurulduğunda %5'leri bulmayan okuma yazma oranı, devrimin 10. yıl dönümünde %25'lere kadar gelmiş olacak ve o tarihten sonra da sürekli olarak, muhteşem bir ivmeyle artacaktır.

bugün hala daha birtakım çevrelerin eleştirisi altındaki harf devrimi; işte böylesine bir sürecin ürünü olarak, bir nebze de olsa eğitimli bir toplum olmamızın en büyük nedenidir. bugün harf devrimi'nin ve bizzat bizim alfabemizin, türk alfabesinin başarısı sayesinde okuyup yazabilen* insanlar, varsın durmaksızın yersinler onu. çünkü onun başarısı, cumhuriyetin çıkardığı ve birtakım insanlara rağmen çıkarmakta olduğu harikulade nesillerde saklıdır.
devamını gör...

benden ikinci bir nickaltı daha hak eden yazar. fazla güzel yazıyor, bu sözlüğe fazla bir kişilik. severek takipteyiz hocam, bırakmayın burayı.
düdüt: şimdiye kadar erkek zannettiğim yazar.*
devamını gör...

helal olsun adama, iki konuşmanın aynı olduğunu farkettiği için değil iki konuşmayı dinleyebilecek kadar sabırlı olduğu için.
devamını gör...

çok partili ve bol koalisyonlu bir meclise doğru gidiyoruz. böylesi daha iyi olacak. hiç değilse birileri artık tek başına ben yaptım oldu diyemeyecekler.
devamını gör...

1981 yapımı, senaryosunu selim ileri'nin yazdığı, yönetmenliğini ömer kavur 'un yapmış olduğu başrollerde kadir inanır, hümeyra, kamuran usluer, neriman köksal, halil ergün gibi oyuncuların yer aldığı, şartların zorlamasıyla nişanlanmak zorunda kalan bir gencin kasabaya atanan bir öğretmene aşık olmasıyla başlayan olayları anlatıyor.

bir sahil kasabasının ileri gelen ailelerinin bir bölümü o dönemler değişime ayak uydurarak sanayi alanında atılımlar yapmışlar. bazıları bu durumdan geri kaldıkları gibi zor durumda kalmışlardır. fuat'ın ailesi de bunlardandır. babadan kalma yöntemlerle zeytinyağı üretimi yapan ailenin ekonomik durumu kötüye gidince, aile çareyi fuat'ı kasabanın zengin ailelerinden birinin kızıyla evlendirmekte bulur. o sırada da kasabaya yeni bir edebiyat öğretmeni atanır ve kısa sürede fuat ile öğretmen arasında bir gönül ilişkisi başlar. ancak, aile baskısı ve şartlar, bu aşkın uzun sürmesine izin vermez. fuat'ın da kalbi aşkında kalacak ve çaresiz nişanlısına geri dönecektir.

film, ömer kavur ekolünün, en başarılı örneklerinden biridir. 19. antalya film festivali'nde 5 ödül birden kazanan kırık ve hüzünlü bir atmosferin işlendiği filmde sarı ve kahverengi renkler ağır basıyor.
devamını gör...

ödünç alınan eşyalar.
devamını gör...

vergi ayıdır. yasakların bir süreliğine kalkmasının en büyük sebebidir.
devamını gör...

ekşi sözlük bünyesindeki entry adındaki tanımların başka bir sitede kopyalandığını tespit ettiğinde sitesindeki eser sahibi statüsünü kullanarak telif hakkı ihlali gerekçesiyle dava açan kişinin ekşi sözlük'teki takma adı.
devamını gör...

modern türk kadını denince akla gelen. çydd hala bu ülkenin bağış yapılmak için en güvenilir kurumudur.
devamını gör...

aydin ve muğla için konuşacak olursam dostlar menü klasiktir. keşkek, bol süzme yoğurtlu kizartma, etli nohut, pilav, salata, ve irmik helvası olur. bu bölgelere göre değişkenlik gösterse de genel yemekler bunlardır. ne kadar yağlı olursa olsunlar büyük bir mutlulukla yerim. zaten sabahları yemeģi yer akşam düğün zamanı evde pijamalarimla yatarım.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim