türkiye nasıl düzelir sorunsalı
cevabı maalesef uzayıp gidecek sorudur. ancak temelde ihtiyacımız olanlar din ve devlet işlerinin ayrılması ve siyasilerin din sözlerini ağzından düşürmesi, gerçekten halkına hizmet etme bilinciyle görevde olan ve makamları bilene teslim edecek bir lider, düzgün ve uzun vadeli uygulanabilir -gerekirse yurtdışından örnek alarak- kalkınma planları, katma değeri yüksek ürünlerin üretiminin teşviği gibi konulardır.
devamını gör...
bir yazar sizi takip etmeye başladı
sözlükte gelen ennnn güzel bildirim!
devamını gör...
deadly friend
1986 yapımı, yönetmeni wes craven, senaristi bruce joel rubik olan, bilimkurgu korku türündeki amerikan filmidir. diana henstell’in “friend” isimli romanından uyarlanmıştır.
wes craven, filmi ilk olarak bilimkurgu gerilim olarak açık katliam sahneleri olmadan, iki karakterin aşkının daha karanlık bir versiyonunu işleyerek çekmişti. ancak warner bros. filmi bir test grubuna izleterek görüşlerini aldı. grup filmin kan, vahşet, açık katliam gibi unsurlarının eksik olmasını ağır bir şekilde eleştirince stüdyo, wes craven’dan senaryoyu revize etmesini, bazı sahneleri yeniden çekmesini talep etti. craven, filmi elm sokağı’nda kabus’taki gibi açık katliam, kan, vahşet sahnelerini arttırarak, kabus sekansları ekleyerek yeniden ele aldı. post prodüksiyon sırasında film ana hikayeden uzaklaşmış, katliam, ölüm, kan revan sahneleri eklenirken karakterlerin aşkının anlatıldığı bazı sahneler çıkarılmıştı. bu hali de test grubu tarafından çok fazla vahşet içeriyor diye eleştirilmiştir.
işte wes craven da olsan insanlara hiçbir şeyi beğendirmiyorsun.
(bkz: wes craven)
(bkz: warner bros)
(bkz: friend (diana henstell’in romanı))
(bkz: elm sokağında kabus)
wes craven, filmi ilk olarak bilimkurgu gerilim olarak açık katliam sahneleri olmadan, iki karakterin aşkının daha karanlık bir versiyonunu işleyerek çekmişti. ancak warner bros. filmi bir test grubuna izleterek görüşlerini aldı. grup filmin kan, vahşet, açık katliam gibi unsurlarının eksik olmasını ağır bir şekilde eleştirince stüdyo, wes craven’dan senaryoyu revize etmesini, bazı sahneleri yeniden çekmesini talep etti. craven, filmi elm sokağı’nda kabus’taki gibi açık katliam, kan, vahşet sahnelerini arttırarak, kabus sekansları ekleyerek yeniden ele aldı. post prodüksiyon sırasında film ana hikayeden uzaklaşmış, katliam, ölüm, kan revan sahneleri eklenirken karakterlerin aşkının anlatıldığı bazı sahneler çıkarılmıştı. bu hali de test grubu tarafından çok fazla vahşet içeriyor diye eleştirilmiştir.
işte wes craven da olsan insanlara hiçbir şeyi beğendirmiyorsun.
(bkz: wes craven)
(bkz: warner bros)
(bkz: friend (diana henstell’in romanı))
(bkz: elm sokağında kabus)
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının dizi önerileri
spotless. 2015 ingiliz yapımı dizi.sezonda açık kapı bırakmışlardı netflix'te görünce heyecanlanmadım değil.halen yeni sezönu bekliyorum,çok akıcı bir dizi değerlendirdiğinize pişman olmazsınız.bir diğer dizi önerimde banshee.15 yıl hapiste kaldıktan sonra çıkınca eski sevgilisinin olduğu kasabaya hesap sormaya gelen bir adamın hikayesi.barda otururken kasabaya henüz atanmış olan şerif,çıkan kavgada gangsterler tarafından öldürülünce,kahramanımız diğer adamı haklayıp şerifin yerine geçiyor ve olaylar gelişiyor.başrolde oynayan abimiz antony starr,izlerseniz kesinlikle pişman olmazsınız..
devamını gör...
yazarları bugün mutlu eden olaylar
okulumuzda konuşamayan ve otizmli olduğu için kimseyle göz teması kuramayan bir özel eğitim öğrencimiz var. okula yeni başladığı için yabancıları görünce huzursuz hissediyor ve ağlıyor.
birkaç kere onu rahatsız etmeden olduğu sınıfı ziyaret ettim, benden rahatsız olmasın diye hiç iletişime girmeye çalışmadım ama varlığımı hissettiğini hep biliyordum.
bugün yine şöyle bir uğrayayım diye sınıfıma girdim. her zamanki gibi beni görmezden gelir diye düşünerek öğretmen arkadaşla konuşmaya başladım. (hemen çıkarım diye kapıyı kapatmamıştım) tam o sırada kapıya doğru yürümeye başladı, ben de sınıftan çıkmasın diye kapıya yöneldim ve olanlar oldu. geldi, önümde durdu ve bacaklarıma sarıldı. sonra elimi tuttu, yere çekti beni. arkasını dönüp kucağıma oturdu. bana o an huzur nedir diye sorsanız bu derdim.
hayatımda çok ama çok az şey bu kadar etkilemiştir beni. bu satırları yazarken bile doluyor gözlerim. seni çok seviyorum minik, kalbime bu kadar güzel dokunduğun için teşekkür ederim!
birkaç kere onu rahatsız etmeden olduğu sınıfı ziyaret ettim, benden rahatsız olmasın diye hiç iletişime girmeye çalışmadım ama varlığımı hissettiğini hep biliyordum.
bugün yine şöyle bir uğrayayım diye sınıfıma girdim. her zamanki gibi beni görmezden gelir diye düşünerek öğretmen arkadaşla konuşmaya başladım. (hemen çıkarım diye kapıyı kapatmamıştım) tam o sırada kapıya doğru yürümeye başladı, ben de sınıftan çıkmasın diye kapıya yöneldim ve olanlar oldu. geldi, önümde durdu ve bacaklarıma sarıldı. sonra elimi tuttu, yere çekti beni. arkasını dönüp kucağıma oturdu. bana o an huzur nedir diye sorsanız bu derdim.
hayatımda çok ama çok az şey bu kadar etkilemiştir beni. bu satırları yazarken bile doluyor gözlerim. seni çok seviyorum minik, kalbime bu kadar güzel dokunduğun için teşekkür ederim!
devamını gör...
az bilinen görgü kuralları
aile ile oturulan evde, herkes o an evdeyse yemeğe beraber eşlik edilir. zaruri olmadıkça yemek masasından/sofrasından ayrılmaz.
devamını gör...
hissedileni anlatamamak
daha da fenası anlatmaya çalıştıkça dibe battığını fark etmektir. aslında sen anlatırsın da karşıdaki anlamak istemez. sonunda çabanın görülmediğiyle ve elinde hüzünle kalakalırsın öylece.
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
lahmacundur vişnedir
sizin derdiniz nedir
olymposlu hemşerimdir
jilet kan davalımdır
sizin derdiniz nedir
olymposlu hemşerimdir
jilet kan davalımdır
devamını gör...
bir kadının kendine yapabileceği en iyi şey
bağımsız olmak
devamını gör...
annenin ölmesi
babam öldü yarım kaldım, annem öldü ruhum da öldü. minnacık kalan annemi 6 kat aşağı kucağımda indirdim kapıda bekleyen cenaze arabasına yerleştirdim ardından arabayla peşi sıra gidip o iğrenç buzdolabına gene kendi ellerimle yerleştirdim, sabah kadar buzdolabının içeride olduğu o odanın önünde bekledim, sabah elime bir liste verdiler, tahta, bez vb şeyler içeren bir liste gidip onları hallettim, sonra caneze merasimini hallettim, geldim annemi yıkımışlardı (halbuki bir gün önce ben onu sevdiği gibi sıcacık bol köpüklü sularla yıkamıştım) aldım tekrar cenaze arabası, oradan cami dualar başın sağolsun söylemleri ve mezarlığa getirdim mezara indiö minnacık kalan anamı kucağıma verdiler kokladım annem kokuyordu. ve o çukura hayatımı gömdüm işte o ilk toprakla anladım annemin öldüğünü bir daha kimsenin bana oğlum değmeyeceğini, kimsenin bana kahve yapmayacağını sırf ben seviyorum diye sabah benden önce kalıp kahvemi hazır etmeyeceğini ne kadar pislik yaparsam yapayım gel buraya it sıpası diye kimsenin beni sevmeyeceğini, elinde ilaçlarım iç şunu diye peşimden koşmayacağını anladım ve işte ben o an ağlıya ağlıya bütün hayatımı çocukluğumu gençliğimi herşeyimi annemle beraber gömdüm sonra çıkardılar beni o çukardan. çıkan sadece bedenimdi ruhum hala orada.
devamını gör...
24 mart 2021 covid-19 vaka sayısının 29 bin 762 olması
devamını gör...
hümanizmin eleştirisi
hümanizm insan-merkezcilik demektir. batı bilim ve felsefe anlayışının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. tanrı-merkezci düşünceye karşı oluşturulmuş felsefi bir yaklaşımdır.
hümanizmin temel sorunu bizatihi kendisidir, insanı merkeze alan bir anlayışla ifade edilmek istenen şey esasen insancıllığı materyalist bir eksene oturtmaktır. batının reformlar ve rönesansla oluşturmaya çalıştığı yeni bilimsel ve felsefi anlayış materyalizm üzerine kuruluydu, her şeyi manevi kılıflarından soyutlamaya çalışan bu anlayışın bir tezahürüde bu ucube hümanizm anlayışıdır.
dini inancını hayatının merkezine alan ve davranışlarınıda buna göre şekillendiren bir kimse, eylemlerinde tanrıyı hoşnut etmek ve dini öğütleri baz alarak çevresine faydalı olmakla mükelleftir.
hümanizm anlayışı ise tanrıyı ve dini bu duyarlılığın, insancıllığın kaynağı ve sürdürücüsü olmaktan soyutlayarak, insanın eylemlerinde kendi hür iradesini baz alarak haraket etmesi gerektiğini salık verir. elbette insanın hassasiyetini, duyarlılığını, eylemlere yansıtması için tanrının dikte etmesine ihtiyacı yok. tanrının nasihatleri, toplumsal düzeni sağlamak ve korumak adına insanlar arasında bir işleyiş biçimi tesis etmek içindir. dayanak noktası tanrısal bir kaynak olan anlayışla, dayanak noktası herkesin şahsi anlayışı ve insiyatifine bırakılmış olan bir anlayış mı daha mantıklı ve tutarlı bir şekilde işler. eğer devlet gibi bir kurum aracılığıyla alt yapı ve hizmetler yürütülmeseydi ve tüm bu işler halkın kendi kendine organize olup işleri yürütmesine bırakılsaydı neler olacağını siz düşünün.
hümanizmde esasen rasyonellik hakimdir. sevgi, hoşgörü, yardımseverlik gibi duygusal yakıştırmalar sonradan hümanizme adapte edilen olgulardır. bunların yerine insanı merkeze alan, insanı yücelten, evrendeki en değerli şeyi insan kabul eden bu anlayışın asıl gayesi insanın konumunu tanrıdan ve dinden ayırıp yeniden evrensel değerler üzerine temellendirmektir. bu kötü bir şey değildir insanı tanrıdan ve dinden bağımsız bir şekilde de tanımlayabilirsiniz, ortaya ayrı bir şey çıkmaz, lakin insanı tanrısızlaştırmak yada tanrıya olan ihtiyacı yoksayabilmek için böyle bir anlayış geliştiriyorsanız tanrısız insan modelinin toplumsal düzeni temelden sarsıp toplumu kaosa sürükleyeceğinide hesaba katmışsınız demektir.
inançsız insanların yaşadığı toplumda neden kaos çıksın ki diye düşünebilirsiniz. toplumsal düzeni sağlayan bir çok erk vardır bunlardan biri yasa biri devlet biride din kurumudur. yasa ve devletle toplumsal düzeni sağlayabilirsiniz ama hangi yönde gelişip ilerleyeceği tamamen toplumun keyfine kalmış olur. din kurumu ise yasaları ve devleti belirli bir ideal doğrultusunda dizginler. bu durum birey içinde böyledir. hümanist felsefenin herhangi bir bağlayıcılığı yok, insana değer veren bu anlayış kulağa hoş geliyor ama öyle insanlar var ki toplumda ne kadarı bu değeri hak ediyor tartışılır. günlük yaşantımızda bile gıcık olduğumuz onlarca insan vardır muhakkak neden bunlarıda sevip yüceltelim bu gibi binlerce durum var gerçek hayatta hümanizmle idare edilebilecek kadar basit insan ilişkiler yok. iradesi sağlam sabırlı ve inançlı insanlar dahi zorlanabiliyor insan ilişkilerinde. hümanizm hem yetersiz, hem işlevsiz, hemde gerçek hayatta karşılığı olmayan bir düşüncedir.
her insanda bir ölçüde sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, geçimlilik mevcut zaten bunu kullanırken dini bağlayıcılıklarını yada hümanist felsefesini hesaba katarak yapmıyor zaten fakat aksi bir şey yapacak olduğu zaman yasakları anımsayıp cayabiliyor. dinin alıkoyabilme yeteneği var ve güçlü bir motivasyon kaynağıdır. hümanizm ise kimseye zarar vermemeyi bireye salık verir sadece hatta insiyatifine bırakır öylece.
hümanizm dinsiz insanın dini gibidir adeta. ateistler ve deistler için bulunmaz bir argümandır. insan sevgisi. insan sevgisi ile peynir gemisi yürümez. herkese herşeye sevgi ve saygı duyabilirim diyen adama gülerler. insanoğlu sevgiyide nefretide, iyiliğide kötülüğüde, her türlü güzelliği ve çirkiliği kendinde barındıran bir canlı ve nerde hangi tarafının ortaya çıkacağıda belli değil. insanoğlu rasyonel olmak zorunda potansiyelini bilip ona göre haraket etmeli. tanrı ve din insanlık tarihiyle başlayan ayrılmaz tümleşik bir olgu. bunu insanın kodlarından silip atamazsınız. insan aciz ve zavallı bir yaratıkken onu en yüce varlık kabul etmek ahmaklıktan başka bir şey olamaz.
hümanizmin temel sorunu bizatihi kendisidir, insanı merkeze alan bir anlayışla ifade edilmek istenen şey esasen insancıllığı materyalist bir eksene oturtmaktır. batının reformlar ve rönesansla oluşturmaya çalıştığı yeni bilimsel ve felsefi anlayış materyalizm üzerine kuruluydu, her şeyi manevi kılıflarından soyutlamaya çalışan bu anlayışın bir tezahürüde bu ucube hümanizm anlayışıdır.
dini inancını hayatının merkezine alan ve davranışlarınıda buna göre şekillendiren bir kimse, eylemlerinde tanrıyı hoşnut etmek ve dini öğütleri baz alarak çevresine faydalı olmakla mükelleftir.
hümanizm anlayışı ise tanrıyı ve dini bu duyarlılığın, insancıllığın kaynağı ve sürdürücüsü olmaktan soyutlayarak, insanın eylemlerinde kendi hür iradesini baz alarak haraket etmesi gerektiğini salık verir. elbette insanın hassasiyetini, duyarlılığını, eylemlere yansıtması için tanrının dikte etmesine ihtiyacı yok. tanrının nasihatleri, toplumsal düzeni sağlamak ve korumak adına insanlar arasında bir işleyiş biçimi tesis etmek içindir. dayanak noktası tanrısal bir kaynak olan anlayışla, dayanak noktası herkesin şahsi anlayışı ve insiyatifine bırakılmış olan bir anlayış mı daha mantıklı ve tutarlı bir şekilde işler. eğer devlet gibi bir kurum aracılığıyla alt yapı ve hizmetler yürütülmeseydi ve tüm bu işler halkın kendi kendine organize olup işleri yürütmesine bırakılsaydı neler olacağını siz düşünün.
hümanizmde esasen rasyonellik hakimdir. sevgi, hoşgörü, yardımseverlik gibi duygusal yakıştırmalar sonradan hümanizme adapte edilen olgulardır. bunların yerine insanı merkeze alan, insanı yücelten, evrendeki en değerli şeyi insan kabul eden bu anlayışın asıl gayesi insanın konumunu tanrıdan ve dinden ayırıp yeniden evrensel değerler üzerine temellendirmektir. bu kötü bir şey değildir insanı tanrıdan ve dinden bağımsız bir şekilde de tanımlayabilirsiniz, ortaya ayrı bir şey çıkmaz, lakin insanı tanrısızlaştırmak yada tanrıya olan ihtiyacı yoksayabilmek için böyle bir anlayış geliştiriyorsanız tanrısız insan modelinin toplumsal düzeni temelden sarsıp toplumu kaosa sürükleyeceğinide hesaba katmışsınız demektir.
inançsız insanların yaşadığı toplumda neden kaos çıksın ki diye düşünebilirsiniz. toplumsal düzeni sağlayan bir çok erk vardır bunlardan biri yasa biri devlet biride din kurumudur. yasa ve devletle toplumsal düzeni sağlayabilirsiniz ama hangi yönde gelişip ilerleyeceği tamamen toplumun keyfine kalmış olur. din kurumu ise yasaları ve devleti belirli bir ideal doğrultusunda dizginler. bu durum birey içinde böyledir. hümanist felsefenin herhangi bir bağlayıcılığı yok, insana değer veren bu anlayış kulağa hoş geliyor ama öyle insanlar var ki toplumda ne kadarı bu değeri hak ediyor tartışılır. günlük yaşantımızda bile gıcık olduğumuz onlarca insan vardır muhakkak neden bunlarıda sevip yüceltelim bu gibi binlerce durum var gerçek hayatta hümanizmle idare edilebilecek kadar basit insan ilişkiler yok. iradesi sağlam sabırlı ve inançlı insanlar dahi zorlanabiliyor insan ilişkilerinde. hümanizm hem yetersiz, hem işlevsiz, hemde gerçek hayatta karşılığı olmayan bir düşüncedir.
her insanda bir ölçüde sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, geçimlilik mevcut zaten bunu kullanırken dini bağlayıcılıklarını yada hümanist felsefesini hesaba katarak yapmıyor zaten fakat aksi bir şey yapacak olduğu zaman yasakları anımsayıp cayabiliyor. dinin alıkoyabilme yeteneği var ve güçlü bir motivasyon kaynağıdır. hümanizm ise kimseye zarar vermemeyi bireye salık verir sadece hatta insiyatifine bırakır öylece.
hümanizm dinsiz insanın dini gibidir adeta. ateistler ve deistler için bulunmaz bir argümandır. insan sevgisi. insan sevgisi ile peynir gemisi yürümez. herkese herşeye sevgi ve saygı duyabilirim diyen adama gülerler. insanoğlu sevgiyide nefretide, iyiliğide kötülüğüde, her türlü güzelliği ve çirkiliği kendinde barındıran bir canlı ve nerde hangi tarafının ortaya çıkacağıda belli değil. insanoğlu rasyonel olmak zorunda potansiyelini bilip ona göre haraket etmeli. tanrı ve din insanlık tarihiyle başlayan ayrılmaz tümleşik bir olgu. bunu insanın kodlarından silip atamazsınız. insan aciz ve zavallı bir yaratıkken onu en yüce varlık kabul etmek ahmaklıktan başka bir şey olamaz.
devamını gör...
bts
seveni ve sevmeyeniyle birlikte popülerliği konusunda herkesin hemfikir olduğu 2013 çıkışlı koreli grup.
yanlış anlaşılmasın, sevmeyeni diyorum fakat sevmeyen insanlar bu grubun bir yanlışı olduğundan ya da 'yeteneksiz' diye düşündüklerinden dolayı sevmiyor değil. bazı bilinçsiz fan kitlelerinden dolayı ön yargılı oldukları için sevmeme hatta nefret etme durumu söz konusu. bir de başka bir koreli sanatçı da olsa her şey bts'e bağlanıyor. halbuki alakaları bile yok*
kimse kimseyi sevmek zorunda değil lakin bence hiç tanımadığın, hiçbir fikrinin olmadığı bir şeyi sevmemek kişinin kendine yaptığı büyük kötülük.
ön yargıları yıkmaya çalışmayacağım çünkü zaten nefret eden kişilerin bu yazıyı okuyacağını pek düşünmüyorum fakat bildiklerimi aktarmak istiyorum.
bts'in korece ismi 방탄소년단 (bangtan sonyeondan) ve 7 kişiden oluşmakta. kim namjoon, kim seok-jin, min yoongi, jung hoseok, park jimin, kim taehyung ve jeon jungkook. üyeler hakkında ayrıntılı bilgi için başlıklara tıklayabilirsiniz.
güney kore'de şöyle bir eğlence sektörü var; kusursuz insan modeli çizen idoller ve onları takip eden fanları ve antileri. idollerin sevgilisi olamaz, acı çekemez, üzülemez, kızgın hissedemez. her zaman mutlu olmalıdırlar. hasta mısın? hayır değilsin, o performansa çıkacaksın. istediğin yemeği yiyemezsin çünkü kilona dikkat etmelisin. yaşlanamazsın, yaşlanırsan peşinden gelen gençler tahtını sallar. güzel olmak zorundasın fakat eğer olur da estetik yaptırırsan eleştiri alırsın. çirkinsen eleştirilirsin. güzelsen de eleştirilirsin çünkü 'abartıldığın kadar güzel olmadığını' söylerler. tüm bunların yanında yetenekli olmak zorundasındır, eğer sahnede bir şey ters giderse ve sesin kayarsa vah haline.
işte böyle bir atmosferin olduğu sektörde çıkış yapıyor bts. idol grupları şirketlere bağlıdır ve bts henüz bu kadar popüler değilken kore'de idollerin girmek için can attığı 3 şirket vardı (sm, yg, jyp). bunlara giremezsen popüler olman zordu. bu 3 şirketten birinde değilsen belki de insan yerine bile koyulmazdın. bts ise başka bir şirkette, bighit entertainment'da çıkış yaptı ve zamanında programlardan kendi partları editlenerek çıkarıldı, yaptıkları iş sırf bilinen bir şirkette olmadıkları için alaya alındı. fakat bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. bu saçma standartlar idollerin asıl yeteneklerini göstermelerine engel oluyordu.
bts yaptığı şarkıların çoğunu kendi yazan ve şarkılarında muhakkak bir mesaj barındıran veya sosyal sorunlara değinen bir grup. anlamsız bir şarkısına denk gelmek imkansız. şarkılarını yaparken psikoloji, mitoloji, felsefe gibi alanlardan sıklıkla yararlanır, okudukları kitapları [demian, sineklerin tanrısı, vb.] ve izledikleri filmleri [black swan, the boy in the striped pyjamas, vb.] şarkılarında kullanır ve zaten bu eserleri bilenlerin mesajı direkt almalarını sağlarken bilmeyenlere ise bu eserleri dolaylı yoldan da olsa aktarırlar.
kesinlikle ülkesini yansıtan ve nereden geldiklerini unutmayan bir gruptur. ülkelerinde sewol feribot faciası yaşandığında spring day şarkısını yazacak kadar düşünceli, her yıl birçok yere bağış yapacak kadar (çoğu zaman isimsiz bağış yapıyorlar) yardımsever kişiliklerdir.
psikoloji alanından yararlandıkları şarkıları: inner child, serendipity, the last enfestir.
mitoloji diyordun o nerde derseniz: blood sweat and tears, dionysus.
tüm bu güzel şeylere rağmen belirtmekte fayda var, bu sektörde çok iki yüzlü, personellere ve görevlilere kötü davranışlarda bulunan, geçmişinde zorbalık olayları olan idoller de var. fakat bu kişilerin bts ile anılması büyük haksızlık. çok popüler olunca ne yazık ki saçma sapan, hiçbir alakan olmayan şeylerden kurtulamayabiliyorsun. umarım bu kişiliklerle bts hiçbir zaman karıştırılmaz ve yaptıkları eserler büyük bir titizlikle dinlenir, izlenir, incelenir.
yanlış anlaşılmasın, sevmeyeni diyorum fakat sevmeyen insanlar bu grubun bir yanlışı olduğundan ya da 'yeteneksiz' diye düşündüklerinden dolayı sevmiyor değil. bazı bilinçsiz fan kitlelerinden dolayı ön yargılı oldukları için sevmeme hatta nefret etme durumu söz konusu. bir de başka bir koreli sanatçı da olsa her şey bts'e bağlanıyor. halbuki alakaları bile yok*
kimse kimseyi sevmek zorunda değil lakin bence hiç tanımadığın, hiçbir fikrinin olmadığı bir şeyi sevmemek kişinin kendine yaptığı büyük kötülük.
ön yargıları yıkmaya çalışmayacağım çünkü zaten nefret eden kişilerin bu yazıyı okuyacağını pek düşünmüyorum fakat bildiklerimi aktarmak istiyorum.
bts'in korece ismi 방탄소년단 (bangtan sonyeondan) ve 7 kişiden oluşmakta. kim namjoon, kim seok-jin, min yoongi, jung hoseok, park jimin, kim taehyung ve jeon jungkook. üyeler hakkında ayrıntılı bilgi için başlıklara tıklayabilirsiniz.
güney kore'de şöyle bir eğlence sektörü var; kusursuz insan modeli çizen idoller ve onları takip eden fanları ve antileri. idollerin sevgilisi olamaz, acı çekemez, üzülemez, kızgın hissedemez. her zaman mutlu olmalıdırlar. hasta mısın? hayır değilsin, o performansa çıkacaksın. istediğin yemeği yiyemezsin çünkü kilona dikkat etmelisin. yaşlanamazsın, yaşlanırsan peşinden gelen gençler tahtını sallar. güzel olmak zorundasın fakat eğer olur da estetik yaptırırsan eleştiri alırsın. çirkinsen eleştirilirsin. güzelsen de eleştirilirsin çünkü 'abartıldığın kadar güzel olmadığını' söylerler. tüm bunların yanında yetenekli olmak zorundasındır, eğer sahnede bir şey ters giderse ve sesin kayarsa vah haline.
işte böyle bir atmosferin olduğu sektörde çıkış yapıyor bts. idol grupları şirketlere bağlıdır ve bts henüz bu kadar popüler değilken kore'de idollerin girmek için can attığı 3 şirket vardı (sm, yg, jyp). bunlara giremezsen popüler olman zordu. bu 3 şirketten birinde değilsen belki de insan yerine bile koyulmazdın. bts ise başka bir şirkette, bighit entertainment'da çıkış yaptı ve zamanında programlardan kendi partları editlenerek çıkarıldı, yaptıkları iş sırf bilinen bir şirkette olmadıkları için alaya alındı. fakat bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. bu saçma standartlar idollerin asıl yeteneklerini göstermelerine engel oluyordu.
bts yaptığı şarkıların çoğunu kendi yazan ve şarkılarında muhakkak bir mesaj barındıran veya sosyal sorunlara değinen bir grup. anlamsız bir şarkısına denk gelmek imkansız. şarkılarını yaparken psikoloji, mitoloji, felsefe gibi alanlardan sıklıkla yararlanır, okudukları kitapları [demian, sineklerin tanrısı, vb.] ve izledikleri filmleri [black swan, the boy in the striped pyjamas, vb.] şarkılarında kullanır ve zaten bu eserleri bilenlerin mesajı direkt almalarını sağlarken bilmeyenlere ise bu eserleri dolaylı yoldan da olsa aktarırlar.
kesinlikle ülkesini yansıtan ve nereden geldiklerini unutmayan bir gruptur. ülkelerinde sewol feribot faciası yaşandığında spring day şarkısını yazacak kadar düşünceli, her yıl birçok yere bağış yapacak kadar (çoğu zaman isimsiz bağış yapıyorlar) yardımsever kişiliklerdir.
psikoloji alanından yararlandıkları şarkıları: inner child, serendipity, the last enfestir.
mitoloji diyordun o nerde derseniz: blood sweat and tears, dionysus.
tüm bu güzel şeylere rağmen belirtmekte fayda var, bu sektörde çok iki yüzlü, personellere ve görevlilere kötü davranışlarda bulunan, geçmişinde zorbalık olayları olan idoller de var. fakat bu kişilerin bts ile anılması büyük haksızlık. çok popüler olunca ne yazık ki saçma sapan, hiçbir alakan olmayan şeylerden kurtulamayabiliyorsun. umarım bu kişiliklerle bts hiçbir zaman karıştırılmaz ve yaptıkları eserler büyük bir titizlikle dinlenir, izlenir, incelenir.
devamını gör...
üniversitede ilk tanışılan kişiler
önceden tanışıklığın olan biriyle üniversitenin ilk günü karşılaşmak sayılıyorsa eski kocam.
yine, yeniden bir anıyla karşınızdayım sevgili kafadaşlarım. hazır mıyız?
şimdi efendim, sanki ben, şu lise bitsin bir daha kapısından geçmeyeceğim bu okulun diyerek 4 yıl boyunca gün saymamışım, sanki öss sonuçları açıklandıktan sonra yaz tatilinin bitmesini sabırsızlıkla beklememişim, büyümeye aceleci, üniversiteli olmayı erişilebilecek en havalı makam addetmiş bir insan evladı değilmişimcesine okul 2 ekim 2006 pazartesi günü açılmış olmasına rağmen çarşamba günü okula "teşrif edecek" kadar coolluğu saçma kurgulamış bir insandım ergenken, evvela onu söyleyeyim. burnum beş karış havada, bahçede çömez olduğumu belli etmeyeceğim diye tripten tribe hunharca savrulacak tutum ve davranışlar içerisinde, güneşli bir çarşamba öğleden sonrası banka çöküzlemiş sigara içmekteyken ben, birinin size gözünü dikmiş bakarken yaşadığınız o garip hissiyat vardır ya hani, heh işte onun içimde büyüdüğünü fark ettim. okuduğum kitaptan kafamı kaldırdım, sağa sola bakındım ve göz göze geldik. yani, tamam yakışıklı adamdı. ama açıkçası o esnada odaklandığım "ohooo dakka bir gol bir" g.t kalkmasıydı, itiraf ediyorum. döndüm kitabıma, hiç renk vermediğimi düşünerek, ama nabız hızlandı bir kere. miko durur mu? tekrar baktım o yana asla anlamadığım 3-5 satır daha okuduktan sonra; hala bakıyor. tek başına oturuyor, sigara içiyor ve o da ne, şimdi de gülümsüyor! o esnada, iç sesimin "allahım yarappim yaa" nidasını mı, yoksa yüz kaslarımın bana oynadığı "oha lan ben de mi gülümsüyorum acaba şu an" oyununu mu daha çok dert ettim tam anımsayamıyorum ama ok yaydan çıkmıştı artık yani, orası çok net. elimi ayağımı nereye koyacağımı falan karıştırdım bir süre. 3. sınıf kantin kahvesini banktan yere düşürdüm gibi gibi şeyler. bir daha baktım ki artık gülümsemiyor bildiğin gülüyor herif. sinirlendim tabi bu defa. asla pas vermeyeceğime, o gülümsemeyle kahkaha arasında, pisliğe çok da yakışan gerçek gülücük esnasında karar verdim. dedim bu ilk gün bakışması ile sınırlı kalacak adama son bir kez dikkatli bakayım bakalım neye benziyormuş ve fark ettim ki o anda, tanıyorum ben bir yerden bunu. haa mevzu buymuş. o da beni bir yerden tanıyormuş da bakıyormuş. ohh içim rahatladı diye telkinler telkinler üstüne, kalktım banktan yürümeye başladım buna doğru. o bana bakıyor, ben ona. yürüyorum dimdik. dümdük? aramızda 3-5 mt kaldı, o oturduğu yerde bi' toparlandı, ben yürümeye devam ediyorum, yana döndü, profilden baktım bir daha alıcı gözle, cıks değil. en son en az 6-7 yıl önce paten kaydığım, bizim sitedeki çocuk değil bu. çok benziyor ama değil yani. iş attı, ben de oltaya geldim, şimdi de tanışmaya gidiyorum. vazgeç kızım miko dedim ve hiçbir şey olmamış gibi önünden geçtim gittim yanındaki allahtan boş olan banka oturdum. saçmalığın dik alası. döndü bana baktı ne yapıyorsun der gibi, ben de ona tabi, ya sen o musun diye sordum, hahah o'yum sen de miko'sun dedi, gülüştük, kalktı yanıma geldi.
2 gün sonra sevgili olduk. 7 yıl sonra evlendik. 6 yıl sonra da boşandık. 4 ekim 2006'da açılan çember 18 haziran 2020'de kapandı. büyükmüşse demek.
yine, yeniden bir anıyla karşınızdayım sevgili kafadaşlarım. hazır mıyız?
şimdi efendim, sanki ben, şu lise bitsin bir daha kapısından geçmeyeceğim bu okulun diyerek 4 yıl boyunca gün saymamışım, sanki öss sonuçları açıklandıktan sonra yaz tatilinin bitmesini sabırsızlıkla beklememişim, büyümeye aceleci, üniversiteli olmayı erişilebilecek en havalı makam addetmiş bir insan evladı değilmişimcesine okul 2 ekim 2006 pazartesi günü açılmış olmasına rağmen çarşamba günü okula "teşrif edecek" kadar coolluğu saçma kurgulamış bir insandım ergenken, evvela onu söyleyeyim. burnum beş karış havada, bahçede çömez olduğumu belli etmeyeceğim diye tripten tribe hunharca savrulacak tutum ve davranışlar içerisinde, güneşli bir çarşamba öğleden sonrası banka çöküzlemiş sigara içmekteyken ben, birinin size gözünü dikmiş bakarken yaşadığınız o garip hissiyat vardır ya hani, heh işte onun içimde büyüdüğünü fark ettim. okuduğum kitaptan kafamı kaldırdım, sağa sola bakındım ve göz göze geldik. yani, tamam yakışıklı adamdı. ama açıkçası o esnada odaklandığım "ohooo dakka bir gol bir" g.t kalkmasıydı, itiraf ediyorum. döndüm kitabıma, hiç renk vermediğimi düşünerek, ama nabız hızlandı bir kere. miko durur mu? tekrar baktım o yana asla anlamadığım 3-5 satır daha okuduktan sonra; hala bakıyor. tek başına oturuyor, sigara içiyor ve o da ne, şimdi de gülümsüyor! o esnada, iç sesimin "allahım yarappim yaa" nidasını mı, yoksa yüz kaslarımın bana oynadığı "oha lan ben de mi gülümsüyorum acaba şu an" oyununu mu daha çok dert ettim tam anımsayamıyorum ama ok yaydan çıkmıştı artık yani, orası çok net. elimi ayağımı nereye koyacağımı falan karıştırdım bir süre. 3. sınıf kantin kahvesini banktan yere düşürdüm gibi gibi şeyler. bir daha baktım ki artık gülümsemiyor bildiğin gülüyor herif. sinirlendim tabi bu defa. asla pas vermeyeceğime, o gülümsemeyle kahkaha arasında, pisliğe çok da yakışan gerçek gülücük esnasında karar verdim. dedim bu ilk gün bakışması ile sınırlı kalacak adama son bir kez dikkatli bakayım bakalım neye benziyormuş ve fark ettim ki o anda, tanıyorum ben bir yerden bunu. haa mevzu buymuş. o da beni bir yerden tanıyormuş da bakıyormuş. ohh içim rahatladı diye telkinler telkinler üstüne, kalktım banktan yürümeye başladım buna doğru. o bana bakıyor, ben ona. yürüyorum dimdik. dümdük? aramızda 3-5 mt kaldı, o oturduğu yerde bi' toparlandı, ben yürümeye devam ediyorum, yana döndü, profilden baktım bir daha alıcı gözle, cıks değil. en son en az 6-7 yıl önce paten kaydığım, bizim sitedeki çocuk değil bu. çok benziyor ama değil yani. iş attı, ben de oltaya geldim, şimdi de tanışmaya gidiyorum. vazgeç kızım miko dedim ve hiçbir şey olmamış gibi önünden geçtim gittim yanındaki allahtan boş olan banka oturdum. saçmalığın dik alası. döndü bana baktı ne yapıyorsun der gibi, ben de ona tabi, ya sen o musun diye sordum, hahah o'yum sen de miko'sun dedi, gülüştük, kalktı yanıma geldi.
2 gün sonra sevgili olduk. 7 yıl sonra evlendik. 6 yıl sonra da boşandık. 4 ekim 2006'da açılan çember 18 haziran 2020'de kapandı. büyükmüşse demek.
devamını gör...
yeni nesil dolandırıcılık yöntemleri
ülkedeki ekonomik kriz derinleştikçe insanlar artık normalde meyl edilmeyecek yöntemlere yöneldi . karşılaştığım kadarını sıralıyorum .
1- sözde gemi işi garantisiyle sertifika satmak
2- jigolo yapma vaadiyle dolandırıcılık
3- yeni nesil iddaa dolandırıcılığı , ücretsiz kuponla kendilerine ait bahis sitesine çekerek çeşitli gerekçelerle insanları dolandırıyorlar .
4- sahibinden - iphone imei kaydı dolandırıcılığı
5-pnishing yöntemi ile sözde aidat , kredi masrafı iade vaadi ile , kurum taklidi yaparak sözde sosyal yardım vaadiyle taklit siteler ve sosyal medya reklamları ile hesap ve kart hırsızlığı .
6- sosyal medya yardım dilenciliği yöntemi ile duygusal koparma .
7- evrak ve işlem takip sözü ile dolandırıcılık (koskep vsr )
her türlü ihtiyacı ve hayali nakte çeviriyor adamlar . dikkat etmenizde fayda var .
1- sözde gemi işi garantisiyle sertifika satmak
2- jigolo yapma vaadiyle dolandırıcılık
3- yeni nesil iddaa dolandırıcılığı , ücretsiz kuponla kendilerine ait bahis sitesine çekerek çeşitli gerekçelerle insanları dolandırıyorlar .
4- sahibinden - iphone imei kaydı dolandırıcılığı
5-pnishing yöntemi ile sözde aidat , kredi masrafı iade vaadi ile , kurum taklidi yaparak sözde sosyal yardım vaadiyle taklit siteler ve sosyal medya reklamları ile hesap ve kart hırsızlığı .
6- sosyal medya yardım dilenciliği yöntemi ile duygusal koparma .
7- evrak ve işlem takip sözü ile dolandırıcılık (koskep vsr )
her türlü ihtiyacı ve hayali nakte çeviriyor adamlar . dikkat etmenizde fayda var .
devamını gör...
feza gürsey
atom fiziği alanındaki çalışmalara katkı sağlayan önemli türk bilim insanlarından biridir. uzay-zaman çalışmaları üzerine ve kuantum renk dinamiği kuramı hakkındaki çalışmalara imza atmıştır.
ek olarak ankara'da kendisinin adı verilen ve kesinlikle görmeye değer "feza gürsey bilim merkezi" bulunmaktadır.
bahsi geçen bilim merkezi hakkında detaylı bilgi için tık tık
ek olarak ankara'da kendisinin adı verilen ve kesinlikle görmeye değer "feza gürsey bilim merkezi" bulunmaktadır.
bahsi geçen bilim merkezi hakkında detaylı bilgi için tık tık
devamını gör...
mutsuzken ders çalışmak
işkence gibi gelse de sınavınız varsa mecburen yapmanız gereken bir şeydir.
devamını gör...
kadınların öldükten sonra da doğurabilmesi
kadınların ne denli kutsal varlıklar olduğunun bir başka göstergesidir. evet çok nadir de olsa kadınlar öldükten sonra da doğurabilirler. çok sık rastlanmayan bu durum "coffin birth" olarak adlandırılır. hamile bir kadının ölümünden sonra karın bölgesinde biriken gazın annenin rahmine baskı yapması ve bebeği doğum yolundan dışarı zorlaması nedeniyle çocuğu doğurmasıyla sonuçlanan bir durumdur. smithsonian enstitüsü'nün yaptığı araştırmaya göre çok nadir de olsa bu durumun bir örneği 2010 yılında italya'da gömülü olan bir ortaçağ kadınının mezarında keşfedilmiştir.
devamını gör...


