geceye bir alıntı bırak
sabahatin ali şöyle diyor; “şimdi konuşmuyorum, seneler sonra da konuşmayacağım. hiçbir zaman karşılarına geçip intikam almayacağım. düştüklerinde iyi olmuş bile demeyeceğim. benim kelimelerim sesimden çıkıp kimseye çarpmayacak. keşke bunun anlamını biraz olsun bilseydiniz.”
devamını gör...
herr mannelig
bir isveç baladı, isveççe öğrenme isteği doğuran şarkılardan. herr mannelig
devamını gör...
yoldaş bakkal rozet önerileri
rammstein gelsin.
lütfen.
lütfen.
devamını gör...
eşine 12 lira bırakarak canına kıyan genç
ah be kardeşim.
ah be .
bir bardak suyu tutamadım , bir yudum su dahi içemedim öyle tıkandım kaldım.
ah.
covid-19’a yakalandığı için çalışamayan fedai kuşçu, cebindeki 12 tl’yi eşine bırakarak yaşamına son verdi. öte yandan akp’li canikli, dün akşam yaptığı açıklamada ‘128 milyar dolar nerede?’ sorusuna “36 milyar dolar hane halkının elinde” demişti ancak türkiye’de insanlar yoksulluktan canına kıyıyor. üç çocuk babası fedai kuşçu, işkur üzerinden bir devlet okulunda geçici olarak asgari ücret ile çalışıyordu. covid-19’a yakalanan kuşçu, bu süre içinde çalışamadığı için ücretini alamadı. bakkala ve çevreye borçlarını ödemekte zorlanan kuşçu, pazar günü eşine cebindeki 12 lirayı verdi ve “allahaısmarladık” dedikten sonra evin balkonundan kendini boşluğa bıraktı.
ah be .
bir bardak suyu tutamadım , bir yudum su dahi içemedim öyle tıkandım kaldım.
ah.
covid-19’a yakalandığı için çalışamayan fedai kuşçu, cebindeki 12 tl’yi eşine bırakarak yaşamına son verdi. öte yandan akp’li canikli, dün akşam yaptığı açıklamada ‘128 milyar dolar nerede?’ sorusuna “36 milyar dolar hane halkının elinde” demişti ancak türkiye’de insanlar yoksulluktan canına kıyıyor. üç çocuk babası fedai kuşçu, işkur üzerinden bir devlet okulunda geçici olarak asgari ücret ile çalışıyordu. covid-19’a yakalanan kuşçu, bu süre içinde çalışamadığı için ücretini alamadı. bakkala ve çevreye borçlarını ödemekte zorlanan kuşçu, pazar günü eşine cebindeki 12 lirayı verdi ve “allahaısmarladık” dedikten sonra evin balkonundan kendini boşluğa bıraktı.
devamını gör...
bayılmak
aşırısıı merak ettiğim şey..
devamını gör...
bal porsuğu (yazar)
pek kıymetli, oldukça bilgili* hem nazik hem tatlı olan en sevdiğim yazarlardandır kendisi. hem böyle bilgili olup hem de bu kadar tevazu sahibi olması ile sözlüğün vazgeçilmez yazarıdır. ayrıca çok tatlı dillidir. hep var olsun bal porsuğu, hep bizimle böyle güzel bilgiler paylaşsın biz de öğrenelim.
devamını gör...
ezel
öncelikle hâlâ bitmedi: #367088. az önce 50. bölümü izlerken, nedendir bilinmez çok hoşuma giden bir diyalog oldu. "madem hoşuma gitti neden bunu sözlükle de paylaşmayayım ki?" dedim.
kenan birkan ile selma hünel yıllar sonra ilk defa karşılaşmıştır. aşağıdaki diyalog da, kendilerinin birbirlerine son sözleridir.**
kenan birkan: "beni seç." demiştim sana. hatırladın mı? bütün bunlardan önce. "beni seç..." sen de?
selma hünel: "seçtim bile," dedim, "başından beri seni seçtim bile."
kenan birkan: "yalan söyleme," dedim sana. "aşık değilsen, yalan söyleme. aşık değilsen katlanırım. üzülürüm ama yaşarım. yok ama aşığım dersen, bir de yalansa..." sen ne dedin?
selma hünel: "aşığım," dedim, "başından beri sana aşığım." dedim.
kenan birkan: öyle güzel söyledin ki... öyle güzel baktın ki... inanmamak aklıma bile gelmedi. yalan mıydı?
selma hünel: evet.
kenan birkan: teşekkür ederim. aşkı bana bıraktığın için teşekkür ederim.
selma hünel: kadın kim?
kenan birkan: nasıl?
selma hünel: uğruna şimdi beni terk ettiğin kadın... kim?
kenan birkan: dünyalar güzeli bir kadın. ama o da senin gibi, zehirli. senin gibi mahvedecek beni.
selma hünel: aşık mı sana?
kenan birkan: tabii ki hayır. ama ben galiba ona... şans dile bana.
kenan birkan ile selma hünel yıllar sonra ilk defa karşılaşmıştır. aşağıdaki diyalog da, kendilerinin birbirlerine son sözleridir.**
kenan birkan: "beni seç." demiştim sana. hatırladın mı? bütün bunlardan önce. "beni seç..." sen de?
selma hünel: "seçtim bile," dedim, "başından beri seni seçtim bile."
kenan birkan: "yalan söyleme," dedim sana. "aşık değilsen, yalan söyleme. aşık değilsen katlanırım. üzülürüm ama yaşarım. yok ama aşığım dersen, bir de yalansa..." sen ne dedin?
selma hünel: "aşığım," dedim, "başından beri sana aşığım." dedim.
kenan birkan: öyle güzel söyledin ki... öyle güzel baktın ki... inanmamak aklıma bile gelmedi. yalan mıydı?
selma hünel: evet.
kenan birkan: teşekkür ederim. aşkı bana bıraktığın için teşekkür ederim.
selma hünel: kadın kim?
kenan birkan: nasıl?
selma hünel: uğruna şimdi beni terk ettiğin kadın... kim?
kenan birkan: dünyalar güzeli bir kadın. ama o da senin gibi, zehirli. senin gibi mahvedecek beni.
selma hünel: aşık mı sana?
kenan birkan: tabii ki hayır. ama ben galiba ona... şans dile bana.
devamını gör...
i don’t know
ingilizcede present simple tense’in olumsuz haliyle çekimlenmiş ve türkçede bilmiyorum anlamına gelen cümledir.
24 saat ingilizce görülen hazırlık sınıfları olan anadolu liselerinden birinden mezunum. ilkokulun hemen ardından girip 7 sene boyunca okunan okullardı bunlar. ilk üç senesini bir şehirde son dört senesini ise başka bir şehirde okudum.
ingilizcem her zaman iyi oldu ve bunun sonunda de ingilizce öğretmeni oldum zaten. ama bütün arkadaşlarım benim kadar iyi değildi.
kimse ile dalga geçmek haddim değildir elbette, bir konuda başarısız olduğu için ama size anlattığım şu anımdan sonra bunun yıllarca anlatılan komik bir anı olmasının nedenin anlayacaksınız.
9. sınıfta iken ingilizce öğretmenimiz notları ders geçmeye yetmeyen arkadaşlarımıza bir şans daha verip sözlü yapacağını söyledi. ben peşin satan gibi derse girip arka sırada yerimi aldığımda arkadaşlarımdan bazıları rüzgara tutulmuş yaprak gibi titriyordu.
en sona kalan alpaslan tahtaya kalkınca muhteşem bir ana tanık olacağımızı bilmiyorduk elbette. hocanın onlarca sorusuna hiçbir cevap veremeyen alpo kalecinin penaltı anındaki endişesini yaşarken hoca dayanamadı ve ona son bir soru soracağını ve bilirse dersi geçireceğini söyledi ve şu unutulmaz diyalog yaşandı aralarında:
teacher: know ne demek oğlum? bunu söyle geçireceğim seni.
alpo: i don’t know, hocam.
soruyu duyar duymaz zaten gözleri büyümüştü alpaslan’ın. gözleri yüzüne sığmayacak kadar büyüktü. ve bu muhteşem cevapla noam chomsky’yi bile hayrete düşüren alpo o sene ingilizceden kalan tek öğrenci oldu.
demem o ki ne bildiğimizi bilmediğimiz zaman pek de bir şey biliyor sayılmayız. yani i know something but i don’t know what it is.
24 saat ingilizce görülen hazırlık sınıfları olan anadolu liselerinden birinden mezunum. ilkokulun hemen ardından girip 7 sene boyunca okunan okullardı bunlar. ilk üç senesini bir şehirde son dört senesini ise başka bir şehirde okudum.
ingilizcem her zaman iyi oldu ve bunun sonunda de ingilizce öğretmeni oldum zaten. ama bütün arkadaşlarım benim kadar iyi değildi.
kimse ile dalga geçmek haddim değildir elbette, bir konuda başarısız olduğu için ama size anlattığım şu anımdan sonra bunun yıllarca anlatılan komik bir anı olmasının nedenin anlayacaksınız.
9. sınıfta iken ingilizce öğretmenimiz notları ders geçmeye yetmeyen arkadaşlarımıza bir şans daha verip sözlü yapacağını söyledi. ben peşin satan gibi derse girip arka sırada yerimi aldığımda arkadaşlarımdan bazıları rüzgara tutulmuş yaprak gibi titriyordu.
en sona kalan alpaslan tahtaya kalkınca muhteşem bir ana tanık olacağımızı bilmiyorduk elbette. hocanın onlarca sorusuna hiçbir cevap veremeyen alpo kalecinin penaltı anındaki endişesini yaşarken hoca dayanamadı ve ona son bir soru soracağını ve bilirse dersi geçireceğini söyledi ve şu unutulmaz diyalog yaşandı aralarında:
teacher: know ne demek oğlum? bunu söyle geçireceğim seni.
alpo: i don’t know, hocam.
soruyu duyar duymaz zaten gözleri büyümüştü alpaslan’ın. gözleri yüzüne sığmayacak kadar büyüktü. ve bu muhteşem cevapla noam chomsky’yi bile hayrete düşüren alpo o sene ingilizceden kalan tek öğrenci oldu.
demem o ki ne bildiğimizi bilmediğimiz zaman pek de bir şey biliyor sayılmayız. yani i know something but i don’t know what it is.
devamını gör...
big bang teorisi
1931 yılında fizikçi georges lemaitre tarafından ortaya atılmış teoridir.
teorinin temel düşüncesi, genişlemeye devam eden evrenin geçmişteki belirli bir zamanda sıcak ve yoğun bir başlangıç durumundan itibaren genişlemiş olduğudur.
teoriye göre evrenin ilk zamanlarında, günümüz aksine madde değil, ışınım baskındı.
birçok tartışmaya sebep olmuş teori farklı bilim adamlarının sunduğu katkılarla geliştirilip, yeni eklemeler yapılmış var olan düşüncelerden farklı tezler ortaya konmuştur.
fakat bazı bilim adamları bu teoriye karşı çıktı sabit durum teorisi adlı teoriyi big bang'e karşı savundular.
bu teoriye göre ise genişleyen evrende madde yağunluğunun sabit kalmasının sebebi, evrende kendiliğinden madde yaratılmasıydı.
fakat bu teori amerikalı astronomların kaza eseri kozmik mikrodalga arka plan ışınımı 'nı keşfetmesiyle big bang teorisine yenik düştü.
teorinin temel düşüncesi, genişlemeye devam eden evrenin geçmişteki belirli bir zamanda sıcak ve yoğun bir başlangıç durumundan itibaren genişlemiş olduğudur.
teoriye göre evrenin ilk zamanlarında, günümüz aksine madde değil, ışınım baskındı.
birçok tartışmaya sebep olmuş teori farklı bilim adamlarının sunduğu katkılarla geliştirilip, yeni eklemeler yapılmış var olan düşüncelerden farklı tezler ortaya konmuştur.
fakat bazı bilim adamları bu teoriye karşı çıktı sabit durum teorisi adlı teoriyi big bang'e karşı savundular.
bu teoriye göre ise genişleyen evrende madde yağunluğunun sabit kalmasının sebebi, evrende kendiliğinden madde yaratılmasıydı.
fakat bu teori amerikalı astronomların kaza eseri kozmik mikrodalga arka plan ışınımı 'nı keşfetmesiyle big bang teorisine yenik düştü.
devamını gör...
bir kitaba başlama nedenleri
okunanın bitmiş olması.
evet, düz adamım.
evet, düz adamım.
devamını gör...
aşık olunan kişi reddederse alınacak pozisyon
bir kere baştan mal olmayın. karşınızdaki kişi açık sinyaller vermiyorsa açılmayın. hadi mal değilsiniz de bir mallık ettiniz açıldınız. onurunuzu koruyun. onunkini de koruyun. önemli bir süre mesafinize dikkat edin. karşınızdaki kişi mallaşacak ve karışık sinyaller yollamaya başlayacak. siz yine mal olmayın bunu yemeyin. bunu yerseniz onurunuzla birlikte aklınızın önemli bir bölümünden de olursunuz. yapmayın bunu, bunu yapmayın işte. aşık hortlaklar sürüsü sizi. biliyorum beni dinleyemeyeceksiniz. ne haliniz varsa görün. o zaten size bunu tersten gösterecektir
devamını gör...
hoşlanılan yazarın girinizi beğenmemesi
giriyi beğenmeyen binbir özenle çekilmiş fotoyu da beğenmez, yani tipinizi.
bu sevdadan vazgeçilmesi gerektiğine delalettir.
bu sevdadan vazgeçilmesi gerektiğine delalettir.
devamını gör...
the life you can save
felsefe ve etik profesörü peter singer'ın 2009 yılında yayınlanan kitabı.
kitap dünyadaki yoksulluğu bitirmek için varlıklı insanların bağış yapması gerektiğini anlatıyor temelde. hem teorik etik felsefesi ile ilgili argümanlar ile bu gerekliliğin boyutlarını tartışıyor, hem de insanların neden olması gerektiği kadar bağış yapmadığını pratik sebepleriyle anlatıyor. ayrıca şiddetli yoksulluk nedeniyle hayatını kaybeden bir insanın hayatını kurtarmak veya bir kişinin hayat kalitesini artırmak için gereken para miktarıyla ilgili birçok araştırmadan örnek veriyor. aklımda kalan birkaç tanesini paylaşayım.
- sıtmanın yaygın olduğu bölgelerde bir çocuğun hayatını kurtarabilecek bir yatak filesi/cibinlik için $10
- katarakt gibi basit bir operasyonla çözülebilecek bir sebeple kör olan bir kişinin tedavisi için $50
- doğum sırasında oluşan fistül nedeniyle hayatını tek başına, insan içerisine çıkamadan yoksulluk içerisinde geçiren bir kadının tedavisi için $400 gerekiyormuş.
kitapla ilgili kendi fikrime gelirsek, her ne kadar singer'in önerdiği yüksek etik standartlara uyabileceğimi düşünmesem de, kitap beni bu konuda düşünmeye ve bir şeyler yapmaya yöneltti, bu nedenle başarılı buldum - yazarın amacı da bir şekilde insanları harekete geçirmek zaten. ayrıca bir felsefe profesöründen beklediğime göre çok daha az teori, çok daha fazla pratik, uygulanabilir düşünce içeriyor, bu da hoşuma gitti.
sonuçta, iş hayatına yeni girmiş biri olarak hafif hafif ama tamamen rastgele bir şekilde yapmaya başladığım yardımları/bağışları belirli bir plana oturtma kararı aldım bu kitapla birlikte. her yıl hangi stk'lara ve ne kadar bağış yapacağımı planladım. ayrıca ne kadar kalıcı olacağını bilmesem de en azından bir süre yapmayı düşündüğüm her lüks/gereksiz harcamada benim buna verebileceğim parayla x çocuğun hayatı kurtulabilirdi diyeceğim gibi görünüyor.
siz de benim gibi bir şeyler yapmak isteyip neyi ne kadar yapacağını bilemeyen biriyseniz okumanızı tavsiye ederim
kitap dünyadaki yoksulluğu bitirmek için varlıklı insanların bağış yapması gerektiğini anlatıyor temelde. hem teorik etik felsefesi ile ilgili argümanlar ile bu gerekliliğin boyutlarını tartışıyor, hem de insanların neden olması gerektiği kadar bağış yapmadığını pratik sebepleriyle anlatıyor. ayrıca şiddetli yoksulluk nedeniyle hayatını kaybeden bir insanın hayatını kurtarmak veya bir kişinin hayat kalitesini artırmak için gereken para miktarıyla ilgili birçok araştırmadan örnek veriyor. aklımda kalan birkaç tanesini paylaşayım.
- sıtmanın yaygın olduğu bölgelerde bir çocuğun hayatını kurtarabilecek bir yatak filesi/cibinlik için $10
- katarakt gibi basit bir operasyonla çözülebilecek bir sebeple kör olan bir kişinin tedavisi için $50
- doğum sırasında oluşan fistül nedeniyle hayatını tek başına, insan içerisine çıkamadan yoksulluk içerisinde geçiren bir kadının tedavisi için $400 gerekiyormuş.
kitapla ilgili kendi fikrime gelirsek, her ne kadar singer'in önerdiği yüksek etik standartlara uyabileceğimi düşünmesem de, kitap beni bu konuda düşünmeye ve bir şeyler yapmaya yöneltti, bu nedenle başarılı buldum - yazarın amacı da bir şekilde insanları harekete geçirmek zaten. ayrıca bir felsefe profesöründen beklediğime göre çok daha az teori, çok daha fazla pratik, uygulanabilir düşünce içeriyor, bu da hoşuma gitti.
sonuçta, iş hayatına yeni girmiş biri olarak hafif hafif ama tamamen rastgele bir şekilde yapmaya başladığım yardımları/bağışları belirli bir plana oturtma kararı aldım bu kitapla birlikte. her yıl hangi stk'lara ve ne kadar bağış yapacağımı planladım. ayrıca ne kadar kalıcı olacağını bilmesem de en azından bir süre yapmayı düşündüğüm her lüks/gereksiz harcamada benim buna verebileceğim parayla x çocuğun hayatı kurtulabilirdi diyeceğim gibi görünüyor.
siz de benim gibi bir şeyler yapmak isteyip neyi ne kadar yapacağını bilemeyen biriyseniz okumanızı tavsiye ederim
devamını gör...
asla yemem deyip kölesi olmak
(bkz: haram yemek)
devamını gör...
kişinin aşık olduğunu anladığı an
aklından çıkmıyorsa geçmiş olsun,
sadece onu görmek istiyorsan,
hiçbir şey, hiç kimse sana cazip gelmiyorsa, işe güce konsantre olamıyorsan..
geçmiş olsun.
sadece onu görmek istiyorsan,
hiçbir şey, hiç kimse sana cazip gelmiyorsa, işe güce konsantre olamıyorsan..
geçmiş olsun.
devamını gör...
gerçek
genelde can yakan bir olgu. (bkz: gerçekler acıdır)
devamını gör...
maliye bakanlığı
ortada hazine kalmayınca ismi değiştirilen bakanlık.
devamını gör...
orhan veli dizeleri
kuyruklu şiir
uyuşamayız , yollarımız ayrı
sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
senin yiyeceğin, kalaylı kapta
benimki aslan ağzında
sen aşk rüyası görürsün, ben kemik
uyuşamayız , yollarımız ayrı
sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
senin yiyeceğin, kalaylı kapta
benimki aslan ağzında
sen aşk rüyası görürsün, ben kemik
devamını gör...
marcus licinius crassus
ölümü hakkında doğruluğu tartışılan iki kaynak mevcut: plutarch the parallel lives'ın xviii. bölümü olan the comparison of nicias and crassus'da başka bir şey anlatır cassius dio ise dio's rome xl*'ın v. bölümünde* daha sembolik bir ölümden söz eder. bu iki kaynağın hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu tartışmadan önce crassus kadar manipülatif bir politikacı ve askeri anlamda güçlü bir stratejist olan bir figürün nasıl bu kadar basit hatalar yapıp kendi sonunu getirdiğini anlamak gerekir. bunun için ise part'lar ile olan savaşından çok daha öncesine, hırslarının temel kaynağı olan rekabete göz atmak lazım geliyor.
söylenenin aksine crassus kariyerine köle ayaklanmalarından çok daha önce başlamış, ilk kayda değer başarısını collina kapısı muharebesinde yakalamıştır fakat bu muharebe onu hırsları yüzünden ölüme götürecek olan marcus licinius crassus - gnaeus pompeius magnus rekabetinin de görünen başlangıcı olarak tarihte yer alır çünkü bu muharebenin sonucunda lucius cornelius sulla felix ile pompeius arasında gelişen akrabalık ilişkisi - sulla'nın üvey kızının pompeius ile evlenmesine onay vermesi- crassus'u iyiden iyiye genç pompeius'a karşı kışkırtmıştır. köle ayaklanmalarındaki başarısı ise askeri olarak gerçek bir başarı olsa bile kariyeri açısından hüsrandan başka bir şey getirmemiştir. bunun üzerinde de kısaca durmam gerekecek çünkü konu yine pompeius ile bağlantılı.
pompeius başarıları ile yükselmeye devam ederken bu süreçte spartaküs'ün ön ayak olduğu köle isyanını bastırmak ile görevlendirilen crassus isyanı bastırmayı başarsa bile görünürde bitirici hamleyi yapan pompeius pastadan daha büyük bir pay almıştır ve bu durum crassus'un daha da hırslanmasına sebep olur çünkü açıkça isyan birliklerinin direncini kıran crassus olsa bile isyanı tam olarak sonlandıran pompeius'un lejyonları olmuştur ve bu durum crassus'un ondan daha az ödüllendirilmesine ve başarısının gölgelenmesine sebep olur. crassus bunu açıkça itibar saldırısı olarak görse bile içten içe hırslanmaya devam etmiş fakat görünürde bir şey yapmamıştır.
burada ek bir bilgi vermek gerekirse eğer, crassus'un appian yolunda çarmıha gerdiği köleler george r.r. martin'e esin kaynağı olmuş ve a song of ice and fire serisinde meeren'de çarmıha gerilen köleler roma birliklerinin bu uygulamalarından yola çıkılarak yazılmıştır.
bu süreçten sonra pompeius doğu'ya yaptığı seferler ile gittikçe askeri anlamda adından söz ettirmeye devam etti ve daha sonrasında bu iki rakip gaius julius caesar'in ön ayak olması ile beraber first triumvirate ittifakında bir araya geldi ama crassus ne kadar çıkarlarına uyduğu için bu ittifakta yer alsa da içten içe pompeius'a karşı bilenmeye devam eder.
en sonunda kendini kanıtlama çabası, pompeius'a karşı içinde kök salmış olan kıskançlık ve hırs ile gözlerini part imparatorluğuna dikti. düşünülenin aksine crassus rakibini küçümsemiyordu, eğer küçümseseydi bu zaferi istemez ve hiç gerek olmadığı halde partlara saldırmazdı. o pastadaki büyük payın peşinde olduğu için gözlerini bu imparatorluğa dikmişti zaten. asıl mesele kendini olduğundan daha büyük görmesi veya diğerlerinin onu böyle görmesini istemesiydi. neticede hırslarının kurbanı oldu ve hiç lüzumu olmayan bu savaşta kral ii. orodes'in emrinde olan komutan spahbod surena tarafından katafrakt'ların da ezici gücüyle beraber hüsrana uğradı. sırf hırslarından ve pompeius'dan daha yetkin olduğunu kanıtlama çabasından ötürü armenia'nın göndermeyi talep ettiği birlikleri reddetmesiyle beraber de partların oldukça ezici bir zaferle carrhae muharebesi'nden çıkması kaçınılmaz bir hale geldi. plutarch bu muharebenin detaylarını çok anlatmasa bile part'ların nasıl ezici bir üstünlük kurduğundan söz etmiştir.
crassus'u ölüme götüren yol hırslarıydı ama ölümü nasıl gerçekleşti? tanımın başında ele aldığım konuya bu noktada girmek daha uygun olur çünkü öncesi için aktardığım bilgiler kafi. baştan belirtmek gerekirse crassus'un ölümü yüksek ihtimalle plutarch'ın anlattığı biçimde; kafası ve elleri kesilip part kralı ii. orodes'e gönderilmesi ile gerçekleşmiştir ama bu dio'nun anlatısını yanlış veya yalan olarak adlandırmaya yetmez. plutarch ve/veya plutarkhos daha genç yaşında akhaia prokonsülüne elçi olarak gönderilmesinden itibaren roma'da pek çok bilgiye erişebilme şansını elde etmiştir ve eserlerinde de ne inançlarının ne kişisel düşüncelerinin ne de bir millete duyulan yakınlığın izleri görünmez. olabildiğince gerçekçi bir anlatım sunmayı amaçlamış ve tarihi çarpıtmamaya özen göstermiştir. elbette bu demek değil ki birebir bir aktarım söz konusu. edward hallett carr'ın what is history eserinde de altını çizdiği gibi tarihsel gerçekliği objektif bir biçimde aktarabilmek kısmen mümkün değildir bundan ötürü tarih, tarihçinin yazdığıdır yani kısmi bir gerçekliktir yalnızca. yine de plutarch'ın tutumu, roma'da bulunan kaynaklara erişimi ve crassus'un dönemine cassius dio'dan daha yakın olması sebebi ile crassus'un ölümüne dair aktardıkları bu kısmi gerçekliğe en uygun düşen anlatıdır ama dediğim gibi bu cassius dio'nun hatalı bir bilgi verdiğini göstermiyor.
cassius dio'ya baktığımızda görünürde olmayan bir gerçeklikle beraber daha öğütvari bir anlatı ile aktarıyor crassus'un ölümünü ama bu sembolizmde ufak bir yanlışlık söz konusu ama ondan daha sonra bahsedeceğim. dio'nun anlatımına göre crassus boğazına altın dökülerek öldürülmedi, bu başlıktaki yanlış bilgilendirmelerden bir diğeri. cassius dio dio's rome xl - 26. bölümde açıkça belirtir ki crassus ya canlı bir biçimde düşmanın eline geçmesin diye kendi lejyonerlerinden biri tarafından öldürülmüştür ya da oldukça ağır yaralandığından ötürü düşman tarafından öldürülmüştür. yani dio boğazına altın dökülerek öldürüldü diye bir ifade kullanmamış ölümü hakkında kesin bir bilgi olmadığını belirterek öldürüldükten sonra boğazına erimiş altın döküldüğünden söz etmiştir yani iki tarihçi birbirinin söylediğine zıt bir şey dile getirmemiştir esasında sadece dio fazladan bir detay aktarır crassus'un ölümüne dair. bu ise iki ihtimali ortaya çıkarır:
birinci ihtimal dio ve plutarch'ın anlatısı birbirinin uzantısı olabilir yani crassus öldürüldükten sonra gerçekten boğazına erimiş altın dökülmüş ve daha sonra kafası ve elleri kesilerek kral ii. orodes'e gönderilmiş olma ihtimali olasıdır.
ikinci ihtimal ise cassius dio'nun aktardığı bilgi tarihi bir gerçekliği ifade etmese bile carrhae muharebesi sonrası partların veya romalıların arasında dolaşmaya başlayan söylentilerden ileri geliyor olabilir ki bu ihtimal ilkine göre daha olasıdır bana kalırsa. yani dio bir söylentiyi gerçekmiş gibi aktarmış olabilir. eğer romalıların arasında yayılan bir söylenti ise bunun esas sebebi crassus'un pek çok dost edindiği gibi pek çok düşman edinmesinden kaynaklanıyor çünkü crassus yanan evleri söndürmek için sahiplerinden o evleri düşük bir ücrete alıp yeniliyor ve daha yüksek fiyata satıyordu ki zaten zengin bir aileden gelmeyen crassus bu şekilde zenginleşmeye başlamıştır ve savaş ganimetlerini paylaşmaktan sık sık kaçındığı da belirtilir bundan ötürü kendi halkı arasında düşmanlar edinmesi kaçınılmazdı. yine de tarih bize aynı zamanda crassus'un oldukça iyi bir hitabet yeteneğine sahip olduğundan, ne kadar pinti olsa da zaman zaman işine yarayacaksa oldukça cömert davrandığından ve alt tabakada bulunan insanlara dahi muazzam bir kibarlık ile yaklaştığından da söz eder. gerçek bir manipülasyon ustası olduğundan ötürü edindiği düşman sayısı yüksek ihtimalle dost edindiklerinden oldukça azdı. bu yüzden bu söylentilerin partlar arasında yayılması çok daha olası. orduların zaman zaman güç gösterisinde bulunmak için yersiz katliamlar yaptıkları, etrafa ve düşmanlara korku salmak için bunları abartarak aktardıkları bir gerçek. ve yine şu var ki partların krali ii.orodes'in bu savaşı anlamsız bulup crassus'a elçiler gönderdiğini de aktarıyor bize tarih. yani üstünlükle kazandığı savaşı aslında hiç istemiyordu orodes ve böyle büyük bir zaferden sonra; part imparatorluğuna saldırmakta ısrarcı olmuş zengin romalının trajik ölümü söylentisinin yayılması tam bir kazan-kazan durumu oluşturuyordu. eğer tarihi anlatı bir söylentinin ürünü ise belirttiğim sebeplerden ötürü muhtemelen partlardan çıkmış bir söylentiden ileri geliyordur.
ama yine başa dönecek olursak ve dio'nun sembolizm kaygısı ile uydurma bir tarih yaratmaya çalıştığından söz edersek -ki dio her ne kadar roma sevgisinden ötürü objektif kalmayı başaramasa bile bu tarz öğütvari bir üslup hiç benimsememiştir- bu sembolizmin başlı başına hatalı olduğunu söylemekte fayda var. crassus için para yalnızca hırslarının bir uzantısıydı, kendi yıkımını getiren şey paraya olan tutkusu değil hırslarının gözünü boyamasaydı. para onun için amaçtan ziyade araç oldu çünkü o zamanlar roma'da bir roma vatandaşının statüsü ona bağlılığı bulunanların sayısı ile ölçülüyordu ve crassus doğru yerde parayı doğru bir biçimde harcayarak -bağışlar ve yüksek mevkide olan veya olma ihtimali olan kişilere verilen borçlar ile- kendi mevkisini sağlamlaştırma amacı güdüyordu. para onu hırslarının yönlendirdiği yolda daha hızlı ilerlemesini sağlayan bir taşıttan farksızdı.
o yüzden böyle sembolik bir ölüm daha başından hatalıdır çünkü crassus paranın değil hırslarının kölesiydi ve daha 60 yaşında ona tarihe hüsranla geçecek olan bir ölümü getiren de bundan başka bir şey değildi.
yani esasında demek istediğim şu ki, tarih; senin, benim veya onun anlattığı değildir. tarih kısmi bir gerçeklik olarak sunulur ve verilen bu kısmi gerçeklik ile mevcut veriler ışığında gerçekliğe en yakın olan senaryoyu yaratmaktan ileri gelir ama bu yine de onu gerçek kılmaya yetmez. bu sadece gerçeğe en yakın senaryoyu bulma oyunundan ibarettir hepsi bu. crassus'un ölümü hakkında olası gerçek nedir ne değildir -şayet zamanda belirli bir tarihe istemli bir biçimde yolculuk yapabilmek mümkün olmaz ise- hiç bir zaman tam olarak bilinemeyecek bir gizemden ibarettir. ne tarihçilerin tamamen objektif ve tarafsız olduğu kesindir ne de yazılı kaynakların birebir gerçeği hiç çarpıtmadan aktarmış olduğu.
söylenenin aksine crassus kariyerine köle ayaklanmalarından çok daha önce başlamış, ilk kayda değer başarısını collina kapısı muharebesinde yakalamıştır fakat bu muharebe onu hırsları yüzünden ölüme götürecek olan marcus licinius crassus - gnaeus pompeius magnus rekabetinin de görünen başlangıcı olarak tarihte yer alır çünkü bu muharebenin sonucunda lucius cornelius sulla felix ile pompeius arasında gelişen akrabalık ilişkisi - sulla'nın üvey kızının pompeius ile evlenmesine onay vermesi- crassus'u iyiden iyiye genç pompeius'a karşı kışkırtmıştır. köle ayaklanmalarındaki başarısı ise askeri olarak gerçek bir başarı olsa bile kariyeri açısından hüsrandan başka bir şey getirmemiştir. bunun üzerinde de kısaca durmam gerekecek çünkü konu yine pompeius ile bağlantılı.
pompeius başarıları ile yükselmeye devam ederken bu süreçte spartaküs'ün ön ayak olduğu köle isyanını bastırmak ile görevlendirilen crassus isyanı bastırmayı başarsa bile görünürde bitirici hamleyi yapan pompeius pastadan daha büyük bir pay almıştır ve bu durum crassus'un daha da hırslanmasına sebep olur çünkü açıkça isyan birliklerinin direncini kıran crassus olsa bile isyanı tam olarak sonlandıran pompeius'un lejyonları olmuştur ve bu durum crassus'un ondan daha az ödüllendirilmesine ve başarısının gölgelenmesine sebep olur. crassus bunu açıkça itibar saldırısı olarak görse bile içten içe hırslanmaya devam etmiş fakat görünürde bir şey yapmamıştır.
burada ek bir bilgi vermek gerekirse eğer, crassus'un appian yolunda çarmıha gerdiği köleler george r.r. martin'e esin kaynağı olmuş ve a song of ice and fire serisinde meeren'de çarmıha gerilen köleler roma birliklerinin bu uygulamalarından yola çıkılarak yazılmıştır.
bu süreçten sonra pompeius doğu'ya yaptığı seferler ile gittikçe askeri anlamda adından söz ettirmeye devam etti ve daha sonrasında bu iki rakip gaius julius caesar'in ön ayak olması ile beraber first triumvirate ittifakında bir araya geldi ama crassus ne kadar çıkarlarına uyduğu için bu ittifakta yer alsa da içten içe pompeius'a karşı bilenmeye devam eder.
en sonunda kendini kanıtlama çabası, pompeius'a karşı içinde kök salmış olan kıskançlık ve hırs ile gözlerini part imparatorluğuna dikti. düşünülenin aksine crassus rakibini küçümsemiyordu, eğer küçümseseydi bu zaferi istemez ve hiç gerek olmadığı halde partlara saldırmazdı. o pastadaki büyük payın peşinde olduğu için gözlerini bu imparatorluğa dikmişti zaten. asıl mesele kendini olduğundan daha büyük görmesi veya diğerlerinin onu böyle görmesini istemesiydi. neticede hırslarının kurbanı oldu ve hiç lüzumu olmayan bu savaşta kral ii. orodes'in emrinde olan komutan spahbod surena tarafından katafrakt'ların da ezici gücüyle beraber hüsrana uğradı. sırf hırslarından ve pompeius'dan daha yetkin olduğunu kanıtlama çabasından ötürü armenia'nın göndermeyi talep ettiği birlikleri reddetmesiyle beraber de partların oldukça ezici bir zaferle carrhae muharebesi'nden çıkması kaçınılmaz bir hale geldi. plutarch bu muharebenin detaylarını çok anlatmasa bile part'ların nasıl ezici bir üstünlük kurduğundan söz etmiştir.
crassus'u ölüme götüren yol hırslarıydı ama ölümü nasıl gerçekleşti? tanımın başında ele aldığım konuya bu noktada girmek daha uygun olur çünkü öncesi için aktardığım bilgiler kafi. baştan belirtmek gerekirse crassus'un ölümü yüksek ihtimalle plutarch'ın anlattığı biçimde; kafası ve elleri kesilip part kralı ii. orodes'e gönderilmesi ile gerçekleşmiştir ama bu dio'nun anlatısını yanlış veya yalan olarak adlandırmaya yetmez. plutarch ve/veya plutarkhos daha genç yaşında akhaia prokonsülüne elçi olarak gönderilmesinden itibaren roma'da pek çok bilgiye erişebilme şansını elde etmiştir ve eserlerinde de ne inançlarının ne kişisel düşüncelerinin ne de bir millete duyulan yakınlığın izleri görünmez. olabildiğince gerçekçi bir anlatım sunmayı amaçlamış ve tarihi çarpıtmamaya özen göstermiştir. elbette bu demek değil ki birebir bir aktarım söz konusu. edward hallett carr'ın what is history eserinde de altını çizdiği gibi tarihsel gerçekliği objektif bir biçimde aktarabilmek kısmen mümkün değildir bundan ötürü tarih, tarihçinin yazdığıdır yani kısmi bir gerçekliktir yalnızca. yine de plutarch'ın tutumu, roma'da bulunan kaynaklara erişimi ve crassus'un dönemine cassius dio'dan daha yakın olması sebebi ile crassus'un ölümüne dair aktardıkları bu kısmi gerçekliğe en uygun düşen anlatıdır ama dediğim gibi bu cassius dio'nun hatalı bir bilgi verdiğini göstermiyor.
cassius dio'ya baktığımızda görünürde olmayan bir gerçeklikle beraber daha öğütvari bir anlatı ile aktarıyor crassus'un ölümünü ama bu sembolizmde ufak bir yanlışlık söz konusu ama ondan daha sonra bahsedeceğim. dio'nun anlatımına göre crassus boğazına altın dökülerek öldürülmedi, bu başlıktaki yanlış bilgilendirmelerden bir diğeri. cassius dio dio's rome xl - 26. bölümde açıkça belirtir ki crassus ya canlı bir biçimde düşmanın eline geçmesin diye kendi lejyonerlerinden biri tarafından öldürülmüştür ya da oldukça ağır yaralandığından ötürü düşman tarafından öldürülmüştür. yani dio boğazına altın dökülerek öldürüldü diye bir ifade kullanmamış ölümü hakkında kesin bir bilgi olmadığını belirterek öldürüldükten sonra boğazına erimiş altın döküldüğünden söz etmiştir yani iki tarihçi birbirinin söylediğine zıt bir şey dile getirmemiştir esasında sadece dio fazladan bir detay aktarır crassus'un ölümüne dair. bu ise iki ihtimali ortaya çıkarır:
birinci ihtimal dio ve plutarch'ın anlatısı birbirinin uzantısı olabilir yani crassus öldürüldükten sonra gerçekten boğazına erimiş altın dökülmüş ve daha sonra kafası ve elleri kesilerek kral ii. orodes'e gönderilmiş olma ihtimali olasıdır.
ikinci ihtimal ise cassius dio'nun aktardığı bilgi tarihi bir gerçekliği ifade etmese bile carrhae muharebesi sonrası partların veya romalıların arasında dolaşmaya başlayan söylentilerden ileri geliyor olabilir ki bu ihtimal ilkine göre daha olasıdır bana kalırsa. yani dio bir söylentiyi gerçekmiş gibi aktarmış olabilir. eğer romalıların arasında yayılan bir söylenti ise bunun esas sebebi crassus'un pek çok dost edindiği gibi pek çok düşman edinmesinden kaynaklanıyor çünkü crassus yanan evleri söndürmek için sahiplerinden o evleri düşük bir ücrete alıp yeniliyor ve daha yüksek fiyata satıyordu ki zaten zengin bir aileden gelmeyen crassus bu şekilde zenginleşmeye başlamıştır ve savaş ganimetlerini paylaşmaktan sık sık kaçındığı da belirtilir bundan ötürü kendi halkı arasında düşmanlar edinmesi kaçınılmazdı. yine de tarih bize aynı zamanda crassus'un oldukça iyi bir hitabet yeteneğine sahip olduğundan, ne kadar pinti olsa da zaman zaman işine yarayacaksa oldukça cömert davrandığından ve alt tabakada bulunan insanlara dahi muazzam bir kibarlık ile yaklaştığından da söz eder. gerçek bir manipülasyon ustası olduğundan ötürü edindiği düşman sayısı yüksek ihtimalle dost edindiklerinden oldukça azdı. bu yüzden bu söylentilerin partlar arasında yayılması çok daha olası. orduların zaman zaman güç gösterisinde bulunmak için yersiz katliamlar yaptıkları, etrafa ve düşmanlara korku salmak için bunları abartarak aktardıkları bir gerçek. ve yine şu var ki partların krali ii.orodes'in bu savaşı anlamsız bulup crassus'a elçiler gönderdiğini de aktarıyor bize tarih. yani üstünlükle kazandığı savaşı aslında hiç istemiyordu orodes ve böyle büyük bir zaferden sonra; part imparatorluğuna saldırmakta ısrarcı olmuş zengin romalının trajik ölümü söylentisinin yayılması tam bir kazan-kazan durumu oluşturuyordu. eğer tarihi anlatı bir söylentinin ürünü ise belirttiğim sebeplerden ötürü muhtemelen partlardan çıkmış bir söylentiden ileri geliyordur.
ama yine başa dönecek olursak ve dio'nun sembolizm kaygısı ile uydurma bir tarih yaratmaya çalıştığından söz edersek -ki dio her ne kadar roma sevgisinden ötürü objektif kalmayı başaramasa bile bu tarz öğütvari bir üslup hiç benimsememiştir- bu sembolizmin başlı başına hatalı olduğunu söylemekte fayda var. crassus için para yalnızca hırslarının bir uzantısıydı, kendi yıkımını getiren şey paraya olan tutkusu değil hırslarının gözünü boyamasaydı. para onun için amaçtan ziyade araç oldu çünkü o zamanlar roma'da bir roma vatandaşının statüsü ona bağlılığı bulunanların sayısı ile ölçülüyordu ve crassus doğru yerde parayı doğru bir biçimde harcayarak -bağışlar ve yüksek mevkide olan veya olma ihtimali olan kişilere verilen borçlar ile- kendi mevkisini sağlamlaştırma amacı güdüyordu. para onu hırslarının yönlendirdiği yolda daha hızlı ilerlemesini sağlayan bir taşıttan farksızdı.
o yüzden böyle sembolik bir ölüm daha başından hatalıdır çünkü crassus paranın değil hırslarının kölesiydi ve daha 60 yaşında ona tarihe hüsranla geçecek olan bir ölümü getiren de bundan başka bir şey değildi.
yani esasında demek istediğim şu ki, tarih; senin, benim veya onun anlattığı değildir. tarih kısmi bir gerçeklik olarak sunulur ve verilen bu kısmi gerçeklik ile mevcut veriler ışığında gerçekliğe en yakın olan senaryoyu yaratmaktan ileri gelir ama bu yine de onu gerçek kılmaya yetmez. bu sadece gerçeğe en yakın senaryoyu bulma oyunundan ibarettir hepsi bu. crassus'un ölümü hakkında olası gerçek nedir ne değildir -şayet zamanda belirli bir tarihe istemli bir biçimde yolculuk yapabilmek mümkün olmaz ise- hiç bir zaman tam olarak bilinemeyecek bir gizemden ibarettir. ne tarihçilerin tamamen objektif ve tarafsız olduğu kesindir ne de yazılı kaynakların birebir gerçeği hiç çarpıtmadan aktarmış olduğu.
devamını gör...
