musevi
cumhuriyetin ilk yıllarında öz türkçe kelimelerin kullanımına önem verilmesi sebebiyle, yahudi kelimesi yerine musa'nin dinine inananlar anlamına gelen musevi kelimesi türetilmiştir. aslında yahudi ve musevi kelimeleri arasında anlam olarak bir fark yoktur.
devamını gör...
kış uykusu
entelektüel kesime ait çoğu insanın özünü gerçekçi bir anlatımla sunan filmdir. diğer insanlarla arasındaki o incecik ama kuvvetli ayrım insanlara açıkça gösterilir. bu da muhtemelen sizi rahatsız eder. okuyup, öğrenip, izleyip, kibirlenip dünyada sizden daha üstün, -ki ya bilgi birikimi olarak ya da statü olarak üstün görebileceğiniz insanlardır bunlar.- olanlar dışında, kalan herkese, bambaşka yaratıklar gibi bakacağınızdan korkarsınız.
buradan sonrası biraz spoiler olabilir ama pek de bir şey yok. bu yüzden uyarı koymayı tercih etmedim.
filmde bunun en güzel anlatıldığı yer ise hiç şüphesiz hamdi geldiğinde, aydın'ın içerisi havasız kalmış bahanesiyle camı açmasıdır. daha sonraki sahnelerde hamdi'nin kokusundan rahatsız olduğu da söylenir. fakat söylenmese bile aydın'ın oradaki belli belirsiz tavrından bunu çok net anlayabilirsiniz.
bir başka detay ise necla ve aydın'ın tartışmasının ardından bir daha necla'yı filmde göremememizdir. aydın sözde gerçekçiliği ile necla'yı kendinden uzaklaştırmış fakat necla'nın söylediklerini ilk duyduğu andan itibaren ona hak da vermiştir. fakat bunu kabullenmek onun için zordur.
çünkü filmde de dendiği gibi insan yaşlandığı zaman kemikleşir. kendine çocukluk ve gençlik zamanlarında belirlediği değişmezlerini katı bir şekilde uygulamak ister. bükülmez bir hal alır. biz de aydın'ın karakterinde oluşan çatlaklara göz atarız. ilk önce mezarları ziyaret eder, atı serbest bırakır, trene binmekten vazgeçer. ama öğretmen ve suavi ile konuşurken anlarız ki aydın hala aynı aydın. bir türlü kendine oluşturduğu o kabuktan çıktığı bir sahne göremeyiz. film zaten burada kendine daha da çeker bizi. fakat son sahnede yarı huzurlu yarı huzursuz, bir şekilde anlarız onun halinden. buraya kadar anladıklarımızdan daha başka bir biçimde.
son olarak filmin sinematografisi ayrıca güzeldir. izlerken kapılıp gider, diyalogların anlamlarını doğrudan kavrayabilirsiniz. ne eksik, ne fazla. tam anlamıyla olmuş bir filmdir.
buradan sonrası biraz spoiler olabilir ama pek de bir şey yok. bu yüzden uyarı koymayı tercih etmedim.
filmde bunun en güzel anlatıldığı yer ise hiç şüphesiz hamdi geldiğinde, aydın'ın içerisi havasız kalmış bahanesiyle camı açmasıdır. daha sonraki sahnelerde hamdi'nin kokusundan rahatsız olduğu da söylenir. fakat söylenmese bile aydın'ın oradaki belli belirsiz tavrından bunu çok net anlayabilirsiniz.
bir başka detay ise necla ve aydın'ın tartışmasının ardından bir daha necla'yı filmde göremememizdir. aydın sözde gerçekçiliği ile necla'yı kendinden uzaklaştırmış fakat necla'nın söylediklerini ilk duyduğu andan itibaren ona hak da vermiştir. fakat bunu kabullenmek onun için zordur.
çünkü filmde de dendiği gibi insan yaşlandığı zaman kemikleşir. kendine çocukluk ve gençlik zamanlarında belirlediği değişmezlerini katı bir şekilde uygulamak ister. bükülmez bir hal alır. biz de aydın'ın karakterinde oluşan çatlaklara göz atarız. ilk önce mezarları ziyaret eder, atı serbest bırakır, trene binmekten vazgeçer. ama öğretmen ve suavi ile konuşurken anlarız ki aydın hala aynı aydın. bir türlü kendine oluşturduğu o kabuktan çıktığı bir sahne göremeyiz. film zaten burada kendine daha da çeker bizi. fakat son sahnede yarı huzurlu yarı huzursuz, bir şekilde anlarız onun halinden. buraya kadar anladıklarımızdan daha başka bir biçimde.
son olarak filmin sinematografisi ayrıca güzeldir. izlerken kapılıp gider, diyalogların anlamlarını doğrudan kavrayabilirsiniz. ne eksik, ne fazla. tam anlamıyla olmuş bir filmdir.
devamını gör...
normal sözlük - koruncuk vakfı yılbaşı hediye ve yardım etkinliği
şu sıralar kendim doğrudan katılamasam da, eş dost arasında yayacağım kampanya. benim de bu şekilde tuzum bulunsun en azından.
teşekkürler düşünen, uygulayan ve katılan herkese.
teşekkürler düşünen, uygulayan ve katılan herkese.
devamını gör...
sözlükçülerin hatun düşürdükleri en garip yer
yaş 12 kuran kursuna gidiyorum arkadaşlarla. tabi ki haremlik selamlık var. kızlar üst katta biz alt kattayiz. birlikte kuran kursuna gittiğim arkadaşım beğendiği kızın ayakkabısının içine not yazarak iletişim kurup sevgili olmuştu.
sabah benimle gitmek yerine sevdiceği ile buluşup geliyorlardı camiye. şadırvanda* veda ediyorlardı ertesi güne kadar.
yani isteyen bir yolunu bulup yazıyor arkadaşlar.
sabah benimle gitmek yerine sevdiceği ile buluşup geliyorlardı camiye. şadırvanda* veda ediyorlardı ertesi güne kadar.
yani isteyen bir yolunu bulup yazıyor arkadaşlar.
devamını gör...
başlığa yazacağı şey yazılmışsa like atmak
böyle yapıyorum, eklemek istediğim bir şey varsa da belirtiyorum.
devamını gör...
gerçekle yüzleşmek
yalanlarla dolu olan hayatımızda insanı yıkabilecek şeylerden biridir. boşuna cahillik mutluluktur dememişler.
devamını gör...
saniyelik salaklıklar
- küveti doldurmak için yaklaşmak, kapakları açmak ve kediyi küvetin kenarında erimiş ve ölmüş şekilde bulmak, hitchcock filmlerindeki kadınlar gibi dehşete uğramış şekilde çığlık atmak. saniyeler sonra kedi zannedilen şeyin aslında kediyle aynı renk olan lif olduğunu anlamak. çok rahatlamak.
- sevgili bulunca anne, baba, yöneticiler ve arkadaşlara aşkım diye seslenmek. hatta dua etmeye başlarken allah'a bile aşkım demek. kediyi çağırmak için apartman boşluğuna aşkım diye bağırmak.
- uyanıp doğalgaz borularının patladığını düşünüp hızlıca kalkıp giyinmeye ve koşarak kaçmaya çalışmak. o sesin aslında kardeşin gecenin bir yarısı sıktığı böcek ilacının sesi olduğunu kaçarken anlamak.
- üstünü örtmek için hamle yapan kişinin hareketi ile uyanıp onu eve gizli gizli girmiş sapık zannedip psikopat gibi tehdit etmek ve hâlâ o kişiyi sapık zannederken uyuya kalmak.
- rüyada dayak yediğini görmek, uyanmak, dayağı sahiden yediğini zannetmek, dayak atan kişiyle kavga etmek için yataktan kalkmak.
- uykuyu bölen telefon araması nedenli ağlamaya başlamak. telefonu meşgule alıp uyumaya devam etmenin akla çogu zaman gelmemesi ve genellikle uyanıp ağlamak.
- merdivende bulunan akrebin üzerine basarken çığlıklar atıp tüm apartman halkının aklını almak.
- sigara içilen dönemde her seferinde sigara içilmeyen yerlerde keyifle sigara yakmak çünkü yasakları unutmak.
- üst düzey kodamanlarla yenilen yemek sırasında sarhoş olmak ve ağza götürülen bardağın doğru yerde olup olmadığını anlamak için dili uzatmak, dil bardağa değdiği an doğru yeri bulmuş olmak nedenli acayip keyiflenmek ve kahkahalar atmak. salak zannedilmek.
- araba kullanırken arabanın nasıl kullanılacağını unutmak.
- telefonla konuşurken telefonda biriyle konuştuğunu unutmak.
- uyanıp sebepsiz şekilde çığlık atmak ve çığlık atmış olmak nedenli korkmak.
ah ah..
- sevgili bulunca anne, baba, yöneticiler ve arkadaşlara aşkım diye seslenmek. hatta dua etmeye başlarken allah'a bile aşkım demek. kediyi çağırmak için apartman boşluğuna aşkım diye bağırmak.
- uyanıp doğalgaz borularının patladığını düşünüp hızlıca kalkıp giyinmeye ve koşarak kaçmaya çalışmak. o sesin aslında kardeşin gecenin bir yarısı sıktığı böcek ilacının sesi olduğunu kaçarken anlamak.
- üstünü örtmek için hamle yapan kişinin hareketi ile uyanıp onu eve gizli gizli girmiş sapık zannedip psikopat gibi tehdit etmek ve hâlâ o kişiyi sapık zannederken uyuya kalmak.
- rüyada dayak yediğini görmek, uyanmak, dayağı sahiden yediğini zannetmek, dayak atan kişiyle kavga etmek için yataktan kalkmak.
- uykuyu bölen telefon araması nedenli ağlamaya başlamak. telefonu meşgule alıp uyumaya devam etmenin akla çogu zaman gelmemesi ve genellikle uyanıp ağlamak.
- merdivende bulunan akrebin üzerine basarken çığlıklar atıp tüm apartman halkının aklını almak.
- sigara içilen dönemde her seferinde sigara içilmeyen yerlerde keyifle sigara yakmak çünkü yasakları unutmak.
- üst düzey kodamanlarla yenilen yemek sırasında sarhoş olmak ve ağza götürülen bardağın doğru yerde olup olmadığını anlamak için dili uzatmak, dil bardağa değdiği an doğru yeri bulmuş olmak nedenli acayip keyiflenmek ve kahkahalar atmak. salak zannedilmek.
- araba kullanırken arabanın nasıl kullanılacağını unutmak.
- telefonla konuşurken telefonda biriyle konuştuğunu unutmak.
- uyanıp sebepsiz şekilde çığlık atmak ve çığlık atmış olmak nedenli korkmak.
ah ah..
devamını gör...
waterloo muharebesi
çağcıl kaynaklarda 'waterloo savaşı' olarak da anılsa aslında 'waterloo muharebesi' (ing. battle of waterloo; fr. la bataile de mont-saint-jean), bir savaş olmaktan ziyade kesinlikle muharebedir; çünkü bir gün içinde (18 haziran 1815) olup, bitmiştir. nitekim tdk sözlüğüne göre muharebe kelimesi, 'savaşta yapılan çarpışmalardan her biri' anlamına gelir. (türkçeye arapçadan geçmiştir.) (örneğin ligny muharebesi, waterloo’dan iki gün önce 16 haziran 1815’te olmuştur.)
waterloo muharebesi, belçika'nın brüksel şehrinin 14,5 km ve waterloo kasabasının (o dönemde köy) 2 km uzağında gerçekleştiği için bu isimle anılır.
aslında muharebede fransız ordusu, hem moral hem de askeri teçhizat bakımından üstündür. nitekim bonaparte, ilerleyen yaşına ve hastalığına rağmen yine de iyi bir iş çıkarmak üzereyken bu muharebede talihi ters dönmüştür. muharebeyi kazanmak için elindeki tüm enstrümanları kullanmaktan çekinmemiştir: örneğin, o güne dek hiç yenilmemiş ve hiç kaçmamış imparatorluk muhafızlarını (le garde imperiale) dahi yedi tabur olarak savaşa sürmüştür. muhafızların görünmesi (muharebenin sonlarına doğru) orduya yeni bir canlılık getirmiştir. ancak wellington, tehlikeyi daha muhafızlar yürümeye başlarken görmüştür. eli silah tutan herkesi meşhur yokuşunun arkasına silah doldurtup yere yatırmıştır. yaşlı muhafızlar, merkezi kırdık sanarak yokuşu tırmanıp tepesine geldiklerine ingilizler ayağa kalkarak çok yoğun bir yaylım ateşiyle ilk bel sırayı düşürmüştür. muhafızlar direnmiştir ancak ilk anlık şaşkınlığı üzerlerinden atamamıştır. çok yoğun zayiat verip çekilmeye başladıklarında ise fransız ordusunda moral sıfıra inmiştir. zira yaşlı muhafızların kaçtığını daha gören duyan olmamıştır. onlar da kaçıyorsa bu iş bitmiştir diye düşünülmüştür.
muhafızlar kaçmaya başladıkları zaman wellington, hücum işareti vermiştir. birleşik prusya, hollanda ve geriye ne kaldıysa ingiliz ordusu, fransız ordusuna son bir hücuma kalkmış ve sonuçta fransa yenilmiştir.
savaşın hemen sonunda ingilizler kaçmayan ancak teslim de olmayan yaşlı muhafızlara artık savaşın bittiğini, silahlarını indirmelerini telkin etmiştir ancak muhafızlar ölmeyi seçmiştir. “la garde meurt, elle ne se rend pas!” (muhafız ölür, teslim olmaz) diyerek silahlarını ingilizlere doğrultmuş ve nihayetinde vurulmuşlardır.
fransız ordusu, 51 bin kişiyle geldiği meydanda 28 bin ölü ve yaralı, 8 bin esir ve 15 bin kayıp bırakmıştır. ingilizler ve müttefikleri hollandalılar 17 binlik ordularından 3500 ölü, 10.200 yaralı, 3300 kayıp vermiştir. prusyalıların 7 binlik kolordusunun 1200’ü ölü, 4400’ü yaralı, 1400’ü kayıptır. (bu da öyle bir savaş alanı zayiatıdır ki o sayıya ulaşmak için 15 saat boyunca her beş dakikada bir tam yüklü bir jumbo jetin düşmesi ve kimsenin kurtulamaması gereklidir.)
wellington'un biyografilerinden biri bu muharebe hakkında yapılabilecek en doğru yorumu yapmıştır. şöyle özetlenebilir: "napolyon boneparte, wellington'un ispanya'da verdiği savaşları incelemeye tenezzül etmemişti, hatta bu savaşlarda wellington'un evire çevire benzettiği soult'un öğütlerini bile dinlemedi. bu yüzden napolyon savaş meydanına çıktığında, kare formasyonlarında ingiliz piyadesinin ne yapabileceğini bilmiyordu. onları daha önceki savaşlarda darmadağın ettiği kıta avrupasının yarım askerleri sandı. gerçekten de ingilizlerin yanında savaşan belçikalı ve hollandalılar napolyon'un beklediği gibi darmadağın oldu ama çoğu ispanya'da demir dük'ün emri altında savaşmış ingiliz piyadesi, bazı birlikler son adamına kadar ölse de yerinden kıpırdamadı. napolyon hatasının bedelini önce tüm süvarileriyle, sonra tüm ordusuyla ödedi."
tarihçilerin bir çoğuna göre bu muharebe, 19. yüzyılın en önemli muharebelerinden biridir. öyle ki; avrupa'nın kaderi bu muharebe ile değişmiştir.
bu muharebeyi victor hugo da 'sefiller' adlı eserinde destansı bir dille anlatır. hugo, yukarıdaki cümleyi desteklercesine, "waterloo bir muharebe değildir, dünyanın yüzünün değişmesidir" der.
son not: bu muharebenin kader anı, (bkz: stefan zweig) (bkz: insanlığın yıldızının parladığı anlar) isimli kitabından okunabilir.
waterloo muharebesi, belçika'nın brüksel şehrinin 14,5 km ve waterloo kasabasının (o dönemde köy) 2 km uzağında gerçekleştiği için bu isimle anılır.
aslında muharebede fransız ordusu, hem moral hem de askeri teçhizat bakımından üstündür. nitekim bonaparte, ilerleyen yaşına ve hastalığına rağmen yine de iyi bir iş çıkarmak üzereyken bu muharebede talihi ters dönmüştür. muharebeyi kazanmak için elindeki tüm enstrümanları kullanmaktan çekinmemiştir: örneğin, o güne dek hiç yenilmemiş ve hiç kaçmamış imparatorluk muhafızlarını (le garde imperiale) dahi yedi tabur olarak savaşa sürmüştür. muhafızların görünmesi (muharebenin sonlarına doğru) orduya yeni bir canlılık getirmiştir. ancak wellington, tehlikeyi daha muhafızlar yürümeye başlarken görmüştür. eli silah tutan herkesi meşhur yokuşunun arkasına silah doldurtup yere yatırmıştır. yaşlı muhafızlar, merkezi kırdık sanarak yokuşu tırmanıp tepesine geldiklerine ingilizler ayağa kalkarak çok yoğun bir yaylım ateşiyle ilk bel sırayı düşürmüştür. muhafızlar direnmiştir ancak ilk anlık şaşkınlığı üzerlerinden atamamıştır. çok yoğun zayiat verip çekilmeye başladıklarında ise fransız ordusunda moral sıfıra inmiştir. zira yaşlı muhafızların kaçtığını daha gören duyan olmamıştır. onlar da kaçıyorsa bu iş bitmiştir diye düşünülmüştür.
muhafızlar kaçmaya başladıkları zaman wellington, hücum işareti vermiştir. birleşik prusya, hollanda ve geriye ne kaldıysa ingiliz ordusu, fransız ordusuna son bir hücuma kalkmış ve sonuçta fransa yenilmiştir.
savaşın hemen sonunda ingilizler kaçmayan ancak teslim de olmayan yaşlı muhafızlara artık savaşın bittiğini, silahlarını indirmelerini telkin etmiştir ancak muhafızlar ölmeyi seçmiştir. “la garde meurt, elle ne se rend pas!” (muhafız ölür, teslim olmaz) diyerek silahlarını ingilizlere doğrultmuş ve nihayetinde vurulmuşlardır.
fransız ordusu, 51 bin kişiyle geldiği meydanda 28 bin ölü ve yaralı, 8 bin esir ve 15 bin kayıp bırakmıştır. ingilizler ve müttefikleri hollandalılar 17 binlik ordularından 3500 ölü, 10.200 yaralı, 3300 kayıp vermiştir. prusyalıların 7 binlik kolordusunun 1200’ü ölü, 4400’ü yaralı, 1400’ü kayıptır. (bu da öyle bir savaş alanı zayiatıdır ki o sayıya ulaşmak için 15 saat boyunca her beş dakikada bir tam yüklü bir jumbo jetin düşmesi ve kimsenin kurtulamaması gereklidir.)
wellington'un biyografilerinden biri bu muharebe hakkında yapılabilecek en doğru yorumu yapmıştır. şöyle özetlenebilir: "napolyon boneparte, wellington'un ispanya'da verdiği savaşları incelemeye tenezzül etmemişti, hatta bu savaşlarda wellington'un evire çevire benzettiği soult'un öğütlerini bile dinlemedi. bu yüzden napolyon savaş meydanına çıktığında, kare formasyonlarında ingiliz piyadesinin ne yapabileceğini bilmiyordu. onları daha önceki savaşlarda darmadağın ettiği kıta avrupasının yarım askerleri sandı. gerçekten de ingilizlerin yanında savaşan belçikalı ve hollandalılar napolyon'un beklediği gibi darmadağın oldu ama çoğu ispanya'da demir dük'ün emri altında savaşmış ingiliz piyadesi, bazı birlikler son adamına kadar ölse de yerinden kıpırdamadı. napolyon hatasının bedelini önce tüm süvarileriyle, sonra tüm ordusuyla ödedi."
tarihçilerin bir çoğuna göre bu muharebe, 19. yüzyılın en önemli muharebelerinden biridir. öyle ki; avrupa'nın kaderi bu muharebe ile değişmiştir.
bu muharebeyi victor hugo da 'sefiller' adlı eserinde destansı bir dille anlatır. hugo, yukarıdaki cümleyi desteklercesine, "waterloo bir muharebe değildir, dünyanın yüzünün değişmesidir" der.
son not: bu muharebenin kader anı, (bkz: stefan zweig) (bkz: insanlığın yıldızının parladığı anlar) isimli kitabından okunabilir.
devamını gör...
sevim koş
bizimkiler dizisinde cemil karakterinin bildirim zili.
devamını gör...
mustafa fehmi kubilay
giritli türk göçmeni bir ailenin, kozan 1906 doğumlu öğretmen ve asker çocuğudur. şeriat isteyen yobazların başını keserek öldürdüğü bir devrim şehitidir. derviş mehmed denilen ve kendini mehdi ilan eden bugünkü işidçiler ile aynı kafa yapısına sahip bir şeriatçının hilafet sancağını menemen meydanına dikmesiyle başlayan olayları yatıştırmak için gönderilmiş ve kahpece yaralandıktan sonra sığındığı gazez camii'sinin avlusunda başı kesilerek öldürülmüştür. atatürk’ün bu olaya tepkisi sert olmuş, isyana karışan 100’den fazla yobazı divan-ı harp’te yargılatmış, 28 tanesini bizzat kubilay’ın şehit edildiği avluda astırmıştır.
devamını gör...
merdumkaptan seçkileri radyo yayını
dırın dırın dırııın, yine ben sevgili sözlük ahalisi.
bu hafta da merdumkaptan seçkileri yayını var ama merdumkaptanın seçkileri yok; sözlük'ümüzün değerli yazarlarından birinin seçkileri var. bir radyo klişesi olarak "adını vermek istemeyen bir yazar" diyebiliriz.
sevgili yazarımız bugün bizler için arctic monkeys, placebo ve nirvana'yı seçti. değerli seçimlerinden dolayı kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.
saatler 18:00 olduğunda sözlük radyosu'nda görüşmek dileğiyle!

| gomercan'ın radyo programları için harika videolar hazırladığı instagram, twitter hesaplarımız burada.
| radyo programları hakkında bilgi almak için ve radyo dinlemek için erişim adresimiz burada.
bu hafta da merdumkaptan seçkileri yayını var ama merdumkaptanın seçkileri yok; sözlük'ümüzün değerli yazarlarından birinin seçkileri var. bir radyo klişesi olarak "adını vermek istemeyen bir yazar" diyebiliriz.
sevgili yazarımız bugün bizler için arctic monkeys, placebo ve nirvana'yı seçti. değerli seçimlerinden dolayı kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.
saatler 18:00 olduğunda sözlük radyosu'nda görüşmek dileğiyle!

| gomercan'ın radyo programları için harika videolar hazırladığı instagram, twitter hesaplarımız burada.
| radyo programları hakkında bilgi almak için ve radyo dinlemek için erişim adresimiz burada.
devamını gör...
armullah
madem eksik kalmasın giderayak kendisini de şikayet ederek gidiyorumdur. sözlüğe yaptıkları katkılardan dolayı teşekkür ederim. tarafıma yönelik paylaştığınız görsel gerçekten çok komik. çok başarılı bir tespit olmuş bravo.
edit: ekran görüntüsü alamadan silinmiş kendisinin tanımı.
edit: ekran görüntüsü alamadan silinmiş kendisinin tanımı.
devamını gör...
milgram deneyi
milgram deneyi: itaat dersleri
1960’larda yale üniversitesi’nde bir psikolog olan stanley milgram, itaat üzerine korkutucu bir dizi deney gerçekleştirdi.
milgram, bir durumun bir kişinin bilincini nasıl etkisi altına alabileceğini gösterdi.
bulguları; yahudi soykırımı, my lai katliamı ve ruanda’daki soykırım gibi zamanımızın bazı büyük vahşetlerini açıklamak için kullanıldı.
milgram, erkek ve kadın deneklerini hukukçuları, itfaiyecileri ve inşaat işçilerini içine alacak şekilde hayatın tüm alanlarından seçti. hepsi, saati 4.50 dolara, öğrenme ve cezalandırma üzerine bir deneye katılmaya hazırdı. denekler, görüş alanı dışında olan ama yan odadan duyabilen bir “öğreniciye”, bir çağrışım sözcükleri listesini okuyan “öğretici” olarak davranmak üzere, beyaz önlüklü bir doktor tarafından yönlendirildiler. eğer öğrenici bir çağrışımı yanlış algılarsa, o zaman öğreticiden her bir yanlış cevabın arkasından öğreniciye voltajı arttırarak elektrik şoku vermesi istendi.
ilk şok, “hafif şok – 15 volt”, sonucusu “tehlike: ciddi şok – 450 volt” olarak etiketlendi.
elbette, gerçek deney, ne kadar cezalandırmayı üstlenebileceklerini görmek üzere öğreticiler üzerineydi.
bir oyuncu olan öğrenici, 180 voltta acıya dayanamayacağını feryatlarla iletiyordu, 300 voltta katılmayı reddediyordu, 330 voltta sessizlik vardı.
stanley milgram’ı şaşırtan şey ise deneklerin % 65’inin, öğrenicinin hafif bir kalp sorunu olduğu söylenmesine rağmen sonuna kadar gidip 450 volta basmalarıydı.
öğreticilerin pek çoğu ciddi şekilde rahatsız olmuştu –bolca terleyerek ve dudaklarını ısırarak– ama beyaz önlüklü deneycinin kışkırtmasıyla, ahlaki vicdanlarına rağmen devam ettiler.
milgram’ın bulgusu, 1960’ların akademi camiasını hem etik açıdan tartışmalı yöntemleri hem de ürkütücü sonuçlarıyla dehşete düşürdü. ama bu araştırma, sıradan insanların otoritenin varlığı ile insanlık dışı hareketler yapmak üzere harekete geçirilebileceğini açıkça gösterdi.
milgram aynı zamanda deneğin psikolojik olarak kurbandan uzakta olmasıyla, daha çok acıya neden olacak emirleri daha rahat uyguladıklarını keşfetti. öğreticilerden sadece soruları okuyan ama şokları yönetmeyenlerin % 90’ı deneyi tamamladı. ancak şokları yönetmek üzere öğreniciyle temas kuranların yalnızca % 30’u 450 volta kadar çıktı.
devamını gör...
hasret
direc-t şarkısı.
"hasret, beni yordun sanma.
sancım, geçer elbet zamanla."
"hasret, beni yordun sanma.
sancım, geçer elbet zamanla."
devamını gör...
yazarların muhabbet kuşları
adına boncuk demişler ama 'ramon' olması daha uygun olan kuşçuk.


atarlı giderli diğer koca kuş ablalarına, abilerine kafa tutan bir adet minnak efe.
kendileri şuan bizim misafirimiz. pek deli dolu pek sesli bir çaçaron.
alayım şundan bir tane diyorum sonra aklıma cokcok ve onun her şeyle oynama aşkı geliyor. içime kaçıyor kuş sevgim.
hayvanlarla ilk iletişimim sanırım kuşlarla başladı. istanbul çocuğu malum nerde bulsun ineği, dinazoru. evimizde asıl, açık mavi bir muhabbet kuşumuz vardı. ama nasıl beyefendi. onu sevmek istediğimiz zaman takım elbisemizi giyiyor, önümüzü inikliyorduk. hee öncesinde tabi bir randevu ayarlıyor kapısına ona göre gidiyorduk.
bir gün evimizin arka tarafındaki camdan sokak kuşlarına* bakarkene ağaçların üzerinden süzülüp yeşil bir kuş kafama kondu. anam bendeki sevinç, bağır çağır haller. anam kadın koş gel 'noldu noldu?' heyecandan kalbi ağzından çıkmak üzere. neyse efem sağa sola haber saldık ses eden olmadı adını yeşim koyduk bizle yaşadı gitti.
çok kısa bir süre sonra ablamlar bize bir papağan getirdi. evde yeğen rahat bırakmamış kuşcağızın tüm kuyruk tüylerini yolmuş. üç muhabbet büyüklüğünde ama nasıl ürkek ve çaçaron. kırmızı, yeşil çeyrek horoz kıvamında bir adam. adı maşuktu. işte bu boncukta aynı maşuk havası var. yani ramon.
maşuk evde deli deli koşardı. uçamazdı hiç. karga edasıyla paytak paytak gezerdi halıların üstünde. bir gün evde biri banu diye bağırdı. anneme gidiyorum ben çağırmadım. ablama gidiyorum ufff git be sılık benim senle ne işim var.
bir iki gün sürdü bu muhabbet gayipten sesler duyduğumu düşünmeye başlamıştım ki. bir sabah abim uyandırdı koş koş seni çağırıyor. balkona bir çıktık bizim maşuk 'banu gel, gel banu gel, banu hadi gel'
sonra zaten söktü konuşmayı. bir çok kelime kullanmaya başladı. 'anne, baba, yemek ye, şiii gel kız buraya, baksana şii şii buraya baksana'
sokaktan geçenler yukarılara bakınıyor 'bu kim yahu?' diyordu. eve ve bize çok alışmıştı maşuk. akıllı ablam çocuğu yıkayıp balkona koyana kadarda böyle devam etti.
ilk arkadaş kaybımı o zaman yaşadım. ertesi gün cansız bedenini kafesinde bulunca uzun bir süre kendimize gelememiştik. ah be maşuk nasıl özlemişim seni şimdi fark ettim. ramon kılıklı boncuk sayesinde seni de anımsadık bugün. özlemle...


atarlı giderli diğer koca kuş ablalarına, abilerine kafa tutan bir adet minnak efe.
kendileri şuan bizim misafirimiz. pek deli dolu pek sesli bir çaçaron.
alayım şundan bir tane diyorum sonra aklıma cokcok ve onun her şeyle oynama aşkı geliyor. içime kaçıyor kuş sevgim.
hayvanlarla ilk iletişimim sanırım kuşlarla başladı. istanbul çocuğu malum nerde bulsun ineği, dinazoru. evimizde asıl, açık mavi bir muhabbet kuşumuz vardı. ama nasıl beyefendi. onu sevmek istediğimiz zaman takım elbisemizi giyiyor, önümüzü inikliyorduk. hee öncesinde tabi bir randevu ayarlıyor kapısına ona göre gidiyorduk.
bir gün evimizin arka tarafındaki camdan sokak kuşlarına* bakarkene ağaçların üzerinden süzülüp yeşil bir kuş kafama kondu. anam bendeki sevinç, bağır çağır haller. anam kadın koş gel 'noldu noldu?' heyecandan kalbi ağzından çıkmak üzere. neyse efem sağa sola haber saldık ses eden olmadı adını yeşim koyduk bizle yaşadı gitti.
çok kısa bir süre sonra ablamlar bize bir papağan getirdi. evde yeğen rahat bırakmamış kuşcağızın tüm kuyruk tüylerini yolmuş. üç muhabbet büyüklüğünde ama nasıl ürkek ve çaçaron. kırmızı, yeşil çeyrek horoz kıvamında bir adam. adı maşuktu. işte bu boncukta aynı maşuk havası var. yani ramon.
maşuk evde deli deli koşardı. uçamazdı hiç. karga edasıyla paytak paytak gezerdi halıların üstünde. bir gün evde biri banu diye bağırdı. anneme gidiyorum ben çağırmadım. ablama gidiyorum ufff git be sılık benim senle ne işim var.
bir iki gün sürdü bu muhabbet gayipten sesler duyduğumu düşünmeye başlamıştım ki. bir sabah abim uyandırdı koş koş seni çağırıyor. balkona bir çıktık bizim maşuk 'banu gel, gel banu gel, banu hadi gel'
sonra zaten söktü konuşmayı. bir çok kelime kullanmaya başladı. 'anne, baba, yemek ye, şiii gel kız buraya, baksana şii şii buraya baksana'
sokaktan geçenler yukarılara bakınıyor 'bu kim yahu?' diyordu. eve ve bize çok alışmıştı maşuk. akıllı ablam çocuğu yıkayıp balkona koyana kadarda böyle devam etti.
ilk arkadaş kaybımı o zaman yaşadım. ertesi gün cansız bedenini kafesinde bulunca uzun bir süre kendimize gelememiştik. ah be maşuk nasıl özlemişim seni şimdi fark ettim. ramon kılıklı boncuk sayesinde seni de anımsadık bugün. özlemle...
devamını gör...
ömürden ömür giden anlar
ailenizden birinin veya kendinizin ciddi bir hastalık şüphesiyle karşılaştığı andır. saatler geçmez, doktorun iki dudağından çıkacak sözler beklenir çaresizce.
devamını gör...
karşı cinste çekici gelen özellikler
mizah anlayışı eğlenceli olması dikkatimi çeker.
bakışlar, gülüş ve eller..
bakışlar, gülüş ve eller..
devamını gör...
27 şubat 2021 ankara'ya göktaşı düşmesi
korkunç. cidden bi gözüm tırstı. depremler, yangınlar, en azından gökten bir şey gelmesin diyo insan ama yok ellinci yaşımı göremicek gibi hissediyorum şuan.
devamını gör...

