30 yaşından sonra insanın zevklerinin değişmesi
değişmeyen tek şey değişimdir sözünün ispatıdır bir nevi. eskiden aile ile seyahate çıktığımda en sevmediğim aktivite yürümek, müze gezmekti. şimdi ise tam bir 180 derece dönüş ile en sevdiğim aktiviteler haline geldi.
şimdi bir yere gittiğimde sabah çıkıp bütün şehri akşama kadar geziyorum, ister patagonya olsun ister hatay bu hiç değişmiyor. tarihini okurum, müzesine giderim, kütüphaneye kapatır kendimi geçmişini araştırırım.
şikayetçi de değilim bundan, mahalle baskısına da bağlamıyorum bunu ailemden de çevremden de 10 yılı aşkın süredir uzakta, tek başıma yaşıyorum. ne tetikledi bunu derseniz, bir ara istanbul hasretim o kadar büyümüştü ki kendimi şehrin geçmişini arşivlerden tararken bulmuştum. çok da hoşuma gitmişti bu aktivite.
eskiden olsa van için, antep için, hatay için "of ne sıkıcı şehirler" derdim. şimdi ise gidip karış karış gezmek isterim.
şimdi bir yere gittiğimde sabah çıkıp bütün şehri akşama kadar geziyorum, ister patagonya olsun ister hatay bu hiç değişmiyor. tarihini okurum, müzesine giderim, kütüphaneye kapatır kendimi geçmişini araştırırım.
şikayetçi de değilim bundan, mahalle baskısına da bağlamıyorum bunu ailemden de çevremden de 10 yılı aşkın süredir uzakta, tek başıma yaşıyorum. ne tetikledi bunu derseniz, bir ara istanbul hasretim o kadar büyümüştü ki kendimi şehrin geçmişini arşivlerden tararken bulmuştum. çok da hoşuma gitmişti bu aktivite.
eskiden olsa van için, antep için, hatay için "of ne sıkıcı şehirler" derdim. şimdi ise gidip karış karış gezmek isterim.
devamını gör...
fuser (yazar)
#875734
nolu tanımında şiir kitabımdan bahsetmiş yazar. sağolsun var olsun.
yalnız bir yanlışlık olmalı,
şairler, yazarlar, ressamlar genelde ölünce ünlü olur, bende bahseden yazar ölmüş.
reenkarnasyon olsa geri gelse.
kitabımdan şiir falan yazsa burda. *
şaka bir yana güzel tanımları var.
fuser geliyorsan gel gelmiyorsan hayde.
nolu tanımında şiir kitabımdan bahsetmiş yazar. sağolsun var olsun.
yalnız bir yanlışlık olmalı,
şairler, yazarlar, ressamlar genelde ölünce ünlü olur, bende bahseden yazar ölmüş.
reenkarnasyon olsa geri gelse.
kitabımdan şiir falan yazsa burda. *
şaka bir yana güzel tanımları var.
fuser geliyorsan gel gelmiyorsan hayde.
devamını gör...
matematik
matematiğin gelişmesinin en büyük nedeni fizik ve astronomidir. bir binayı yaparken, dünya’nın ay’a olan uzaklığını hesaplamaya çalışırken gelişmiştir.
matematiğin kelime anlamı, antik yunanca grekçe: matesis kelimesi matematik kelimesinin köküdür ve bilirim anlamına gelmektedir. daha sonradan sırasıyla bilim, bilgi ve öğrenme gibi anlamlara gelen grekçe: μάθημα (máthema) kelimesinden türemiştir. grekçe: μαθηματικός (mathematikós) öğrenmekten hoşlanan anlamına gelir. osmanlı türkçesinde ise "riyaziye"* denilmiştir. matematik kelimesi türkçeye fransızca fransızca: mathématique kelimesinden gelmiştir.
matematiğin kelime anlamı, antik yunanca grekçe: matesis kelimesi matematik kelimesinin köküdür ve bilirim anlamına gelmektedir. daha sonradan sırasıyla bilim, bilgi ve öğrenme gibi anlamlara gelen grekçe: μάθημα (máthema) kelimesinden türemiştir. grekçe: μαθηματικός (mathematikós) öğrenmekten hoşlanan anlamına gelir. osmanlı türkçesinde ise "riyaziye"* denilmiştir. matematik kelimesi türkçeye fransızca fransızca: mathématique kelimesinden gelmiştir.
devamını gör...
müslüman feminist olmaz
isa'nın ilk taşı en günahsız atsın sözünü hatırlamama neden olan başlıktır.
islama göre kimin inançlı olduğunu allahtan başkası bilemez ancak kimin müslüman olup olmadığını yargılama cüretini kendinde bulanlar vardır. onlara içinizdeki en müslüman, müslüman feminist aktivistlere müslüman olmadıklarını söylesin demek lazımdır.
müslüman feminist olmaz tartışması kimi radikal islamcıların kadın haklarının savunulmasını engelleme çabasından ve kimi sözde modernlerin müslüman kadını sadece köle olarak görme çabasından başka bir şey değildir.
(bkz: müslüman olan feminist)
(bkz: hem feminist hem müslüman olunabilir mi sorunsalı)
islama göre kimin inançlı olduğunu allahtan başkası bilemez ancak kimin müslüman olup olmadığını yargılama cüretini kendinde bulanlar vardır. onlara içinizdeki en müslüman, müslüman feminist aktivistlere müslüman olmadıklarını söylesin demek lazımdır.
müslüman feminist olmaz tartışması kimi radikal islamcıların kadın haklarının savunulmasını engelleme çabasından ve kimi sözde modernlerin müslüman kadını sadece köle olarak görme çabasından başka bir şey değildir.
(bkz: müslüman olan feminist)
(bkz: hem feminist hem müslüman olunabilir mi sorunsalı)
devamını gör...
turan seyfioğlu
--- alıntı ---
deniz subayı bir babanın oğlu olarak 1920 yılında caddebostan’da doğan turan seyfioğlu, ilk öğrenim ve lise yıllarının ardından babası londra tarım ataşeliğine atanmış.. babası ile birlikte ingiltere’ye gitmek istemişse de, 2.dünya savası sırasında londra’nın durumu kötü olması sebebiyle götürülmemiş.
böylece türkiye’de kalan turan, güney sınırından suriye’ye geçerim, oradan da bir yolunu bulur londra’ya giderim diye düşünmüş. ancak suriye’ye adım atar atmaz fransızların eline düşmüş. üç ay sonra fransızlar’ın, “lejyon’a yazılırsan hapisten kurtulursun” teklifini kabul etmiş ve lejyona yazılmış.
süveyş kanalı dolaylarında rommel’in ordusuyla çarpışmış. bir yıl sonra 1943 yılının eylül ayında türkiye’ye dönmüş. 2.dünya savaşına katılan ender türklerden biri olması dışında, kısa ömrüne çok şey sığdırmış turan seyfioğlu.. aynı zamada komple bir sporcu olan turan seyfioğlu, dereceler almış bir kayakçı,
fenerbahçe genç takımında iki yıl kalecilik yaymış bir futbolcu, çeşitli rekorları olan bir yüzücüydü. 50 ‘li yıllarda caddebostan da ettiği kavgalar efsane gibi anlatılırmış. .
beyaz perdede yarattığı ilk kahraman, 1951 tarihli yapım olan “ulubatlı hasan”. turan seyfioğlu 1951′de “sinema sanatçıları derneği”nin düzenlediği bir yarışmada en iyi artist armağanı kazanmış. 17 filmde başrol olmak üzere 40 civarı filmde oynamış. uludağ’da kayak dersi verirken, londra’dan turist olarak gelen patricia ile tanışmış, dost olmuşlar ve 1952 yılında da evlenmişler.
yedi yıl boyunca mutlu bir evlilik geçiren çiftlerin bir de kız çocukları olmuş. 1959 yılına gelindiğinde, patricia londra’ya dönmüş. ayhan ışık, ahmet tarık tekçe ve neriman köksal ile “devlerin öfkesi”, seyfioğlunun son filmi olmuş. bu filmi bitirdikten sonra rahatsızlanarak, tedavi için gittiği londra’da 18 ağustos 1961 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
--- alıntı --- buradan
deniz subayı bir babanın oğlu olarak 1920 yılında caddebostan’da doğan turan seyfioğlu, ilk öğrenim ve lise yıllarının ardından babası londra tarım ataşeliğine atanmış.. babası ile birlikte ingiltere’ye gitmek istemişse de, 2.dünya savası sırasında londra’nın durumu kötü olması sebebiyle götürülmemiş.
böylece türkiye’de kalan turan, güney sınırından suriye’ye geçerim, oradan da bir yolunu bulur londra’ya giderim diye düşünmüş. ancak suriye’ye adım atar atmaz fransızların eline düşmüş. üç ay sonra fransızlar’ın, “lejyon’a yazılırsan hapisten kurtulursun” teklifini kabul etmiş ve lejyona yazılmış.
süveyş kanalı dolaylarında rommel’in ordusuyla çarpışmış. bir yıl sonra 1943 yılının eylül ayında türkiye’ye dönmüş. 2.dünya savaşına katılan ender türklerden biri olması dışında, kısa ömrüne çok şey sığdırmış turan seyfioğlu.. aynı zamada komple bir sporcu olan turan seyfioğlu, dereceler almış bir kayakçı,
fenerbahçe genç takımında iki yıl kalecilik yaymış bir futbolcu, çeşitli rekorları olan bir yüzücüydü. 50 ‘li yıllarda caddebostan da ettiği kavgalar efsane gibi anlatılırmış. .
beyaz perdede yarattığı ilk kahraman, 1951 tarihli yapım olan “ulubatlı hasan”. turan seyfioğlu 1951′de “sinema sanatçıları derneği”nin düzenlediği bir yarışmada en iyi artist armağanı kazanmış. 17 filmde başrol olmak üzere 40 civarı filmde oynamış. uludağ’da kayak dersi verirken, londra’dan turist olarak gelen patricia ile tanışmış, dost olmuşlar ve 1952 yılında da evlenmişler.
yedi yıl boyunca mutlu bir evlilik geçiren çiftlerin bir de kız çocukları olmuş. 1959 yılına gelindiğinde, patricia londra’ya dönmüş. ayhan ışık, ahmet tarık tekçe ve neriman köksal ile “devlerin öfkesi”, seyfioğlunun son filmi olmuş. bu filmi bitirdikten sonra rahatsızlanarak, tedavi için gittiği londra’da 18 ağustos 1961 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
--- alıntı --- buradan
devamını gör...
dilipak'ın goethe kant dostoyevski müslümandı yorumu
ee hocam olsa ne, olmasa ne giderken sevapları size bırakıp bu notu mu düşmüşler yanına ?
devamını gör...
yazar nicklerinden cümle kurmak
guneslibirpazartesi günü... herkesin kısaca ormanci dediği memur kocası bugün tatil olduğundan işe gitmemiş, içeriden sesleniyor:
- bi' kahve yapsana bana!
ev işlerinden bıkmış artık. gözlerini devirerek dolabı açıyor. biraz bakındıktan sonra sesleniyor içeriye:
- kahvemiz kalmamış.
içinden söylenmeyi de ihmal etmiyor o sırada:
- hizmetçiyim ben onun gözünde. benden istediği tek şey bu evet; hizmet etmem. bir gün olsun nasılsın, mutlu musun diye sormaz, benimle ilgilenmez. varsa yoksa onu yap, bunu getir... neydi o kelime, fransızlar hizmetçi yerine kullanırdı? hah! domestik... işte oyum ben; domestic hıyarın tekiyim! hıyarım evet. hâlâ bu evde durduğuma göre...
dışarıdan bakınca herkes kocasını örnek vatandaş olarak görür. herkese gülümser, işine hiçbir zaman geç bile kalmaz. herkesin yardımına koşar ama evde oldu mu tam bir ayıya dönüşür. düşüncesiz bir ayı...
tam bunları düşünürken beklediği cümleyi duyuyor:
- ben kahveye gidiyorum.
"oh be!" diyor içinden. nihayet... git de rahat bir nefes alayım. iki dakika koltuk yüzü görsün popom.
koltuğa oturacakken sehpanın üzerindeki dergiye ilişiyor gözü: северное сияние yazıyor kapağında kocaman harflerle.
"severnoe siyanie" diye mırıldanıyor alçak sesle. ne kadar da istiyordu dünyayı gezen kelebek misali dünyanın her yanını görmeyi! böyle bir hayat değildi düşlediği. akşamları televizyon karşısında hassas türk aile yapısına uymayan görüntülerin sansürlendiği yayınları izleyip, kocası tarafından görünmezadam muamelesi görmek değildi... o an aklından çok kötü birkaç düşünce geçti ama çok sevdiği filmden bir kareyi hatırlayıp "intikam iyi bişey değil mathilda" dedi kendi kendine gülümseyerek.
tam o sırada televizyonda kadın haklarıyla ilgili bir programdan gelen "kadınlar çiçektir" cümlesini duydu. "sanki benimle alay ediyorlar" diye düşündü ve bütün öfkesini bu cümleden çıkarırcasına "çiçek babandır" diye bağırdı televizyona doğru. televizyonu kapatıp müziği açtı ve efkâra dalmasına neden olan şarkı nesrin sipahi'nin sesiyle yükseldi hoparlörlerden: biraz kül biraz duman, o benim işte...
- bi' kahve yapsana bana!
ev işlerinden bıkmış artık. gözlerini devirerek dolabı açıyor. biraz bakındıktan sonra sesleniyor içeriye:
- kahvemiz kalmamış.
içinden söylenmeyi de ihmal etmiyor o sırada:
- hizmetçiyim ben onun gözünde. benden istediği tek şey bu evet; hizmet etmem. bir gün olsun nasılsın, mutlu musun diye sormaz, benimle ilgilenmez. varsa yoksa onu yap, bunu getir... neydi o kelime, fransızlar hizmetçi yerine kullanırdı? hah! domestik... işte oyum ben; domestic hıyarın tekiyim! hıyarım evet. hâlâ bu evde durduğuma göre...
dışarıdan bakınca herkes kocasını örnek vatandaş olarak görür. herkese gülümser, işine hiçbir zaman geç bile kalmaz. herkesin yardımına koşar ama evde oldu mu tam bir ayıya dönüşür. düşüncesiz bir ayı...
tam bunları düşünürken beklediği cümleyi duyuyor:
- ben kahveye gidiyorum.
"oh be!" diyor içinden. nihayet... git de rahat bir nefes alayım. iki dakika koltuk yüzü görsün popom.
koltuğa oturacakken sehpanın üzerindeki dergiye ilişiyor gözü: северное сияние yazıyor kapağında kocaman harflerle.
"severnoe siyanie" diye mırıldanıyor alçak sesle. ne kadar da istiyordu dünyayı gezen kelebek misali dünyanın her yanını görmeyi! böyle bir hayat değildi düşlediği. akşamları televizyon karşısında hassas türk aile yapısına uymayan görüntülerin sansürlendiği yayınları izleyip, kocası tarafından görünmezadam muamelesi görmek değildi... o an aklından çok kötü birkaç düşünce geçti ama çok sevdiği filmden bir kareyi hatırlayıp "intikam iyi bişey değil mathilda" dedi kendi kendine gülümseyerek.
tam o sırada televizyonda kadın haklarıyla ilgili bir programdan gelen "kadınlar çiçektir" cümlesini duydu. "sanki benimle alay ediyorlar" diye düşündü ve bütün öfkesini bu cümleden çıkarırcasına "çiçek babandır" diye bağırdı televizyona doğru. televizyonu kapatıp müziği açtı ve efkâra dalmasına neden olan şarkı nesrin sipahi'nin sesiyle yükseldi hoparlörlerden: biraz kül biraz duman, o benim işte...
devamını gör...
martin eden
en unutulmayacak roman kahramanlarından biridir. bir hedef doğrultusunda çok okuyup çalışan, okuduklarını sorgulayıp süzgecinden geçirerek kendi düşüncelerini oluşturan ve kendi olduğu için başkalarının gözünde bir değeri olsun isteyen karakterdir.
jack london tarafından 1909'da yazılan ve otobiyografik özellik taşıyan romandır. martin, denizcilikle uğraşan ve hayatın herkese aynı imkanları sunmamasından dolayı tahsilini tamamlayamamış, neredeyse sadece okuma yazma bilmekten öteye gidemeyen bir karakterdir. güçlüdür, çalışkandır, çetin ve çevresindeki kızlara hiç mi hiç yüz vermeyen, belki biraz 'egoist' olarak tanımlanabilecek bir karakterdir. fakat kitabı okuyanlar elbette 'egoist' olarak değerlendirmenin yanlış olacağını belirtebilir fakat martin'i dışarıdan görenlerin algısının bu yönde olduğunu kimse inkar etmez sanırım.
sonra bir gün, bir konuda yardımı dokunduğu arthur tarafından arthur'un evine davet edilir. oradaki farklı yaşam stili kendisini çok etkiler ve fazlasıyla çekinir. eksikliklerinden, bilgisizliğinden, nasıl davranacağını bile bilemediği o kaba benliğinden çekinir. aynı zamanda da belki de hayatının değişmesinde başlangıç olarak görülebilecek ruth ile karşılaşır. zaten sonrasında bu zinya çiçeği'ne benzettiği kadın gelişmesinde ona yardımcı olacaktır. fakat martin aydınlanmanın getirdiği hüzünle nasıl tanışacaktır?
ben masa başı işlerde, muhasebe ofisinde çalışmak, ufak tefek işler için ağız dalaşına, hukuki çekişmelere girmek için yaratılmadım. beni böyle işler yapmaya zorlarsan, beni diğer adamlara benzetirsen, onların yaptığı işleri yapmamı, onların soluduğu havayı solumamı, onların bakış açılarıyla bakmamı istersen, aradaki farkı ve beni yok edersin, sevdiğin şeyi yok edersin.
jack london tarafından 1909'da yazılan ve otobiyografik özellik taşıyan romandır. martin, denizcilikle uğraşan ve hayatın herkese aynı imkanları sunmamasından dolayı tahsilini tamamlayamamış, neredeyse sadece okuma yazma bilmekten öteye gidemeyen bir karakterdir. güçlüdür, çalışkandır, çetin ve çevresindeki kızlara hiç mi hiç yüz vermeyen, belki biraz 'egoist' olarak tanımlanabilecek bir karakterdir. fakat kitabı okuyanlar elbette 'egoist' olarak değerlendirmenin yanlış olacağını belirtebilir fakat martin'i dışarıdan görenlerin algısının bu yönde olduğunu kimse inkar etmez sanırım.
sonra bir gün, bir konuda yardımı dokunduğu arthur tarafından arthur'un evine davet edilir. oradaki farklı yaşam stili kendisini çok etkiler ve fazlasıyla çekinir. eksikliklerinden, bilgisizliğinden, nasıl davranacağını bile bilemediği o kaba benliğinden çekinir. aynı zamanda da belki de hayatının değişmesinde başlangıç olarak görülebilecek ruth ile karşılaşır. zaten sonrasında bu zinya çiçeği'ne benzettiği kadın gelişmesinde ona yardımcı olacaktır. fakat martin aydınlanmanın getirdiği hüzünle nasıl tanışacaktır?
ben masa başı işlerde, muhasebe ofisinde çalışmak, ufak tefek işler için ağız dalaşına, hukuki çekişmelere girmek için yaratılmadım. beni böyle işler yapmaya zorlarsan, beni diğer adamlara benzetirsen, onların yaptığı işleri yapmamı, onların soluduğu havayı solumamı, onların bakış açılarıyla bakmamı istersen, aradaki farkı ve beni yok edersin, sevdiğin şeyi yok edersin.
devamını gör...
başkalarının mutsuzluğundan mutlu olmak
kötü olduğunun göstergesidir. bence psikolojiden değil kalpten kayanklı bir şeydir, bu gibi insanların kalpleri kararmıştır.
devamını gör...
yeni takipçi bildirimi
(bkz: resmileşti dikkat)
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
lahmacuncu bırak bu işleri
nizanimle sen biliyor musunuz halay çekmeyi
çeke çeke giderseniz kuzguncuğa
dikkat edin ama kaptırmayın mendili.
nizanimle sen biliyor musunuz halay çekmeyi
çeke çeke giderseniz kuzguncuğa
dikkat edin ama kaptırmayın mendili.
devamını gör...
bir insana yapılabilecek en büyük kötülük
insanı küçük görmek, yaptığı her şeyi küçümsemek, her davranışında, her sözünde aşağılamak ve değersizleştirmek, özgüvenini yıkmak amacıyla saldırmak.
devamını gör...
bir eşi olmalı insanın
bir dönem can yücel’e mi yoksa eylül gökdemir’e mi ait olduğu tartışma konusu olan güzel bir şiirdir.
bir eşi olmalı insanın
bakarken yüreğinin kabardığı,
gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı...
aşık olduğu bir eşi olmalı!
sabah gözlerini açtığında,
yanında olduğunu görüp,
şükürler etmeli yaradana.
koklamalı saçlarını uyuyan eşine şefkatle bakıp,
usulca dokunmalı yüzüne,
bir eşi olmalı insanın.
varlığını hissedebilmek için.
parmakları titremeli, incitirim korkusuyla.
sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü...
kramplar girmeli midesine,
onsuzluk aklına geldikçe.
bir eşi olmalı insanın.
rüzgar onun kokusunu getirmeli,
yağmur o’nun sesini.
elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.
akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği.
kelebekler gibi olmalı insanın kalbi.
ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.
beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.
gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.
bir eşi olmalı insanın.
yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini,
tasasını, öfkesini, sevincini, coşkusunu...
güven duymalı, her şeyiyle.
başını göğsüne koyup, huzurla uyuyabilmeli,
tüm düşüncelerinden arınmış olarak.
babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı...
şımarabilmeli yanında. kıskanılmalı zaman zaman da...
bir eşi olmalı insanın.
sabah yolcularken işine, içi acımalı,
daha yollarken özlemeye başlamalı.
seni şimdiden özledim.
bir eşi olmalı insanın.
akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla.
gözleri yollarda kalmalı
ve kapıyı çalmadan açmalı...
aşkla karşılamalı,
hasretle sarılmalı boynuna,
özlemle koklayıp, öpmeli,
yıllarca uzak kalmışçasına!
bir eşi olmalı insanın.
her günü bir başka güzel olmalı yaşamın,
bir başka özel, bir başka soluklanmalı her anında.
verdiği hiçbir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,
daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.
bir eşi olmalı insanın.
cennetten köşe almışçasına
sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...
her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı.
bir eşi olmalı insanın
bakarken yüreğinin kabardığı,
gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı...
aşık olduğu bir eşi olmalı!
sabah gözlerini açtığında,
yanında olduğunu görüp,
şükürler etmeli yaradana.
koklamalı saçlarını uyuyan eşine şefkatle bakıp,
usulca dokunmalı yüzüne,
bir eşi olmalı insanın.
varlığını hissedebilmek için.
parmakları titremeli, incitirim korkusuyla.
sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü...
kramplar girmeli midesine,
onsuzluk aklına geldikçe.
bir eşi olmalı insanın.
rüzgar onun kokusunu getirmeli,
yağmur o’nun sesini.
elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.
akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği.
kelebekler gibi olmalı insanın kalbi.
ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.
beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.
gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.
bir eşi olmalı insanın.
yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini,
tasasını, öfkesini, sevincini, coşkusunu...
güven duymalı, her şeyiyle.
başını göğsüne koyup, huzurla uyuyabilmeli,
tüm düşüncelerinden arınmış olarak.
babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı...
şımarabilmeli yanında. kıskanılmalı zaman zaman da...
bir eşi olmalı insanın.
sabah yolcularken işine, içi acımalı,
daha yollarken özlemeye başlamalı.
seni şimdiden özledim.
bir eşi olmalı insanın.
akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla.
gözleri yollarda kalmalı
ve kapıyı çalmadan açmalı...
aşkla karşılamalı,
hasretle sarılmalı boynuna,
özlemle koklayıp, öpmeli,
yıllarca uzak kalmışçasına!
bir eşi olmalı insanın.
her günü bir başka güzel olmalı yaşamın,
bir başka özel, bir başka soluklanmalı her anında.
verdiği hiçbir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,
daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.
bir eşi olmalı insanın.
cennetten köşe almışçasına
sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...
her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının stres atma yöntemleri
ukde doldurmak.
radyo dinlemek.
yemek yapmak.
yazmak.
çay.
radyo dinlemek.
yemek yapmak.
yazmak.
çay.
devamını gör...
abd'liler bizdeki hastaneleri görünce geri kalmışız diyor
nitelik ve nicelik nedir bilmeyen cumhurbaşkanı fıkrası. ne kadar bina yaparsak o kadar iyidir kafasıyla yaşıyor.
abi bunu da demezsin artik ya. adam gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor lan.
abi bunu da demezsin artik ya. adam gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor lan.
devamını gör...
fernando pessoa
" ben senin her zaman aradığın ve asla bulamayacağın kimseyim."
devamını gör...
datça’da turistlere bakıp denize giren vatandaşa ceza
devamını gör...
telefon bağımlılığı

genelde sosyal medya bağımlısı ve/ya sevgilisi olan kişilerde görülen bağımlılık türüdür. yemekte dahi telefonu elinden düşürmezler. sürekli bir mesajlaşma, sürekli sosyal ağlar da gezme isteği vardır. gece yatarken dahi telefonunu dahi bırakmaz. bazen öyle abartılar ki telefon başında sabahlayabilir. şuna bakayım uyurum, buna bakayım uyurum, bir de şuna bakayım diye diye sabahlara kadar telefondan kopamazlar. uyuduklarında ya geceni yarısı olur ya sabaha az vakit kalmıştır ya da o gün hiç uyumamıştır, gün içinde uyurlar. hem genel olarak sağlığa zararlı hem de insanın düzenini bozuyor. olanların bir an önce kurtulması gerek bağımlılıktır.
devamını gör...
ilkokulda süt yumurta üzüm fındık verilen nesil
seksenli yıllarda ilkokulda olanların yaşadığı durum.
ilk olarak, ilkokul ikide pastörize süt,
sonra kuru üzüm, sonra fındık en son beşinci sınıfta yumurta ile benim için son bulan, içinde olduğum nesil.
süt zamanı okula demir bir bardakla giderdik. öğretmenimiz büyük bardak getirin derdi. öğretmenimiz herkesin bardağına süt dökerdi.
yumurta zamanı, 4 kardeş de ilkokula gidiyorduk. beşer yumurtadan eve 20 yumurta ile dönmüştük. kendimizle baya baya gurur duymuştuk. kendimiz kazanmış gibi. sabah sabah aklıma geldi işte.
ilk olarak, ilkokul ikide pastörize süt,
sonra kuru üzüm, sonra fındık en son beşinci sınıfta yumurta ile benim için son bulan, içinde olduğum nesil.
süt zamanı okula demir bir bardakla giderdik. öğretmenimiz büyük bardak getirin derdi. öğretmenimiz herkesin bardağına süt dökerdi.
yumurta zamanı, 4 kardeş de ilkokula gidiyorduk. beşer yumurtadan eve 20 yumurta ile dönmüştük. kendimizle baya baya gurur duymuştuk. kendimiz kazanmış gibi. sabah sabah aklıma geldi işte.
devamını gör...
