arabaşı

geçen sene benimle beraber sınav hazırlanan

ders dinleyen

ancak üzerini örtünce uyuyabilen biricik evcil hayvanım.
köye götürdüğümüzde kocaman olmuştu. belki eceli ile kışın ölmeseydi daha da büyürdü. canım arabaş'ım...
gece gece onu ne kadar çok özlediğimi anladım. çok thanks sözlük.
devamını gör...
eti cicibebe
18 yaşıma gelmeme rağmen hala müdavimi olduğum üründür.
lakin üstteki yazar arkadaşların da dediği gibi çok fazla şeker içerir, bebeklere verilmemesi gerekir diye düşünüyorum.
bir de yine üstteki yazar arkadaşların da dediği gibi eski tadı kalmamıştır tabii ama yine de idare eder.
lakin üstteki yazar arkadaşların da dediği gibi çok fazla şeker içerir, bebeklere verilmemesi gerekir diye düşünüyorum.
bir de yine üstteki yazar arkadaşların da dediği gibi eski tadı kalmamıştır tabii ama yine de idare eder.
devamını gör...
öldürmeyip süründüren şeyler
kpss. şöyle anlatayım sınavdaki rakipleri düşününce bir buçuk yıl önceden çalışmaya başlıyorsunuz. eğer atama puanı alırsanız uzun bir süre atanmak için bekliyorsunuz. alamazsanız tekrar çalışıyorsunuz. sınırda bir puan alırsanız çalışmakla çalışmamak arasında kalıyorsunuz. daha nasıl anlatayım.
devamını gör...
yiğidin malı meydandadır
asıl kullanılış amacı, "düzgün insanın gizli kapaklı işleri olmaz" anlamındaki, örnek insanın şeffaf olacağını duyuran atasözüdür.
ne var ki argo kullanımla beraber yiğidin malı dilimizin süregelen dinamizmiyle cinsel uzvu olmuştur. ama asıl anlamı bu değildir elbette.
şayet öyle olsaydı, devlet daireleri mal beyanı istediğinde nasıl beyan ederdik bilmiyorum...
ne var ki argo kullanımla beraber yiğidin malı dilimizin süregelen dinamizmiyle cinsel uzvu olmuştur. ama asıl anlamı bu değildir elbette.
şayet öyle olsaydı, devlet daireleri mal beyanı istediğinde nasıl beyan ederdik bilmiyorum...
devamını gör...
edebiyat dedikoduları
mina urgan, urgan soyadını yakın dostu necip fazıl’ın önerdiğini söylemiştir. necip fazıl, kendisine soyadı olarak “urgan’ı seç” demiş.”urgan da ne demek?” diye sorduğunda, anadolu’da ip anlamına geldiğini açıklamış ve kahkahalar atarak, “solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana ayrıca uygun” diye eklemiş. 1930’lu yılların necip fazıl’ı ile 1940’lı yılların necip fazıl’ı arasında uzaktan yakından en küçük bir benzerlik yokmuş. bunlar iki ayrı kişiymiş sanki. mina urgan, birincisini çocukluğundan beri çok iyi tanırmış. annesinin bir yakın arkadaşına aşık olduğundan, onların evinden hiç çıkmazmış. ikincisini ise, hiç görmemiş, hiç tanımıyormuş. çünkü mina urgan ve bütün arkadaşları 1940’tan sonra tasavvufla tanışıp hayat tarzını epey değiştiren ve şeyhi abdulhakim arvasi ile manevi bağlılığı bulunan necip fazıl ile selamı sabahı kesmişler. bohem şair necip fazıl, süper-mürşite dönüşmüş ansızın. (bkz: bir dinozorun anıları)
devamını gör...
gezegen
bir yıldız etrafında yörünge hareketi yapan gök cismi.
güneş sistemi'nde merkür, venüs, yer, mars, jüpiter, satürn, uranüs ve neptün olmak üzere 8 gezegen var. bunlar yapısal özelliklerine göre karasal gezegenler (saydıklarımın ilk dördü) ya da gaz devleri (saydıklarımın son dördü) olarak birbirlerinden ayrılır.
bazı uzak yıldızların etrafında da gezegenler bulunur ve her sistemdeki gezegen sayısı birbirinden farklı olabilir.
güneş sistemi'nde merkür, venüs, yer, mars, jüpiter, satürn, uranüs ve neptün olmak üzere 8 gezegen var. bunlar yapısal özelliklerine göre karasal gezegenler (saydıklarımın ilk dördü) ya da gaz devleri (saydıklarımın son dördü) olarak birbirlerinden ayrılır.
bazı uzak yıldızların etrafında da gezegenler bulunur ve her sistemdeki gezegen sayısı birbirinden farklı olabilir.
devamını gör...
karşı cinsten soğutan durumlar
laubalilik ya da tersi aşırı çekimserlik bu ikisi olmuyor. her şeyin bir ölçüsü var işte.
devamını gör...
lord of the portakals miğfer dibi
son 1-2 gündür hasta hissettiğim için, hayatı işler dışında çok sözlüğe bakamıyorum.
an itibarı ile izleme fırsatı buldum.
sümküre sümküre güldüm, bütün genizlerim açıldı.
(bkz: kocaman alkış)
ayrıca bütün seriler için (bkz: kafa açan kesitler)
an itibarı ile izleme fırsatı buldum.
sümküre sümküre güldüm, bütün genizlerim açıldı.
(bkz: kocaman alkış)
ayrıca bütün seriler için (bkz: kafa açan kesitler)
devamını gör...
berat kandili
berat, kelime olarak "kişinin bir yükümlülükten kurtulması" anlamına gelir. şaban ayının on beşinci gecesinde müslümanlar günahlarından kurtulacakları (beraet edecekleri) umuduyla allah’ın affı ve bağışlamasına sığınarak ibaret etmektedirler. bu sebeple berat gecesi adını almıştır.
devamını gör...
ebu saplardo bin muazzama
provokasyon hesabı olduğu belli olan bir yazar.
sinir uçlarına dokunarak tartışma-polemik üretme peşinde.
an itibarı ile uzay boşluğuna gönderildi.
edit : fake hesaplar ile geri dönme çabası nafile olan yazardır aynı zamanda.
sinir uçlarına dokunarak tartışma-polemik üretme peşinde.
an itibarı ile uzay boşluğuna gönderildi.
edit : fake hesaplar ile geri dönme çabası nafile olan yazardır aynı zamanda.
devamını gör...
hala çok güzelsin
halanızın beni yatakta gör demesi doğru bir şey değil.
devamını gör...
nefret edilen kelimeler
ayarlarız, hallederiz, bakarız gibi belirsizlik içeren kelimeler. belirsizliğe gelemiyorum.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının edinmek istediği kitaplar
gombrich-sanatın öyküsü. cep boyu bile bu kadar pahalı olabilir mi ya...
devamını gör...
uzak mesafe ilişkisi
6 yıllık uzak mesafe ilişkimin sonu evlilikle bitti. 6 yıl boyunca yüz yüze 10 kez ancak görüşebilmiştik. evleneli bir buçuk yıl oldu ve ben kendimi 1 buçuk yıllık evli olarak görmüyorum. aslında 7 buçuk yıllık bir evlilik bu. yüzünü daha önce kaç kez gördüğünüz önemli olmuyor. 6 yıldır düşüncelerini, hayata bakışını okumuşsunuz. daha ilk günden itibaren hiç aynı ev geçmişi olmamasına rağmen nasıl davranacağını neler söyleyeceğini ona dair her şeyi kestirebiliyorsunuz. (tabi bu karşınızdaki insanın uzak mesafe ilişkisi içerisindeyken samimi olup olmamasına da bağlı.)
kısacası uzak mesafe ilişkisi deyip küçümsememek gerekir. siz farkında olsanız da olmasanız da karşınızdaki insanı sizin dünyanıza öyle bir yerleştirir ki sanki hiçbir zaman uzak kalmamışsınız gibi hissedebilirsiniz.
kısacası uzak mesafe ilişkisi deyip küçümsememek gerekir. siz farkında olsanız da olmasanız da karşınızdaki insanı sizin dünyanıza öyle bir yerleştirir ki sanki hiçbir zaman uzak kalmamışsınız gibi hissedebilirsiniz.
devamını gör...
guerra sucia
arjantin başta olmak üzere şili, bolivya, paraguay, uruguay ve brezilya hükümetine condor operasyonu ( isp.operación cóndor) sürecinde askeri darbe yapılmıştır. amerika'nın desteği ile yapılan bu operasyondan sonra bugün kirli savaş olarak hatırladığımız guerra sucia dönemi başlıyor. sözde komünizm ile savaşmak amacıyla yapılan darbelerin nasıl insanlık dramına dönüştüğünü ise vahşetin en kanlı sınırlarında dolaşan arjantin hükümetinin ortaya koyduğu katliamları inceleyerek rahatlıkla görebiliyoruz.
tarih mart 1976'yı gösterdiğinde kara kuvvetleri komutanı general jorge rafael videla, cumhurbaşkanı ısabela peron’u deviriyor. (condor operasyonunu da göz önüne alırsak bu durumun temelleri 1966 yılında atılmıştır.) videla, 1976’dan 1981 ’e kadar daha sonra ise roberto viola, sadece birkaç aylığına iktidarda kalıyor. leopoldo galtieri, 1981’den 1982’ye kadar iktidarda kalıyor fakat falkland savaşı’nın sorumlusu olduğu için arjantin’in uğradığı bozgundan sonra istifa etmek zorunda kalıyor. yerine geçen reynaldo bigogne, 1983’te, iktidarı, demokratik bir cumhuriyet lehine bırakmaya mecbur ediliyor. bu yedi yıl boyunca, arjantin'de insanlar deyim yerindeyse dehşetin altın çağını yaşıyor. generallerin amacı sözde bütün bozguncu (subversivo) grupların kökünü kazımak ve bu amaç için de yedi yıl boyunca kitlesel cinayetler işleniyor. sadece 'suçlu' bulunanlar değil, şüpheliler ve hatta onların çevresindekiler de katledilmiştir. o sırada buenos aires valisi olan general ıberico manuel saint-jean’ın ünlü bir cümlesi: “önce tüm bozguncuları öldüreceğiz, sonra işbirlikçilerini, ardından da sempatizanları; daha sonra da tarafsızları, en sonunda da korkakları.” bu cümle katliam'ın ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor aslında.
isyanın fitilini ateşleyecek olan adam kaçırmalar başlıyor. sivil giyimli askerler yeşil renkli, plakasız ford falcone’larla dolaşıyor ve kadınları, erkekleri, çocukları hiçbir açıklama yapmadan kaçırıyorlar. bu durum sokakta, işyerinde, şüphelinin evinde beklenmedik bir anda gerçekleşiyor. gündüzün veya gecenin herhangi bir saatinde. olaya tanık olanlara ise verilen emir şu: “no te metas. "
(isp.”bu işe karışma.”) binlerce insan bu şekilde, başkalarının zorunlu kayıtsızlığı içinde, ortadan kayboluyor. en korkuncu ise bu kaçırılan insanların yok edilme tekniği. işkence edildikten sonra yüzlerce, binlerce subversivo'dan kurtulmak gerekiyor. bu tekniğin bir çok adı var; el vuelo, vuelos de la muerte, ölüm uçuşu. mahkûmlar başka bir cezaevine nakledilmeden önce sözüm ona aşılanıyor. yapılan ilk uyuşturucu iğne onların tüm dirençlerini yok ediyor. onları, sersemlemiş bir halde kargo uçağına bindiriyorlar. mahkûmları tamamen uyutan ikinci iğne, uçakta yapılıyor. sonra askerler onları soyuyor, uçağın kapısını açıyor ve çıplak bedenleri güney atlantik’in sularına atıyorlar. binlerce tutuklu bu şekilde ortadan kayboluyor. 2 000 metre yüksekten atılarak, denizin yüzeyine çarparak parçalanıyorlar. her tutukevinde haftanın birkaç günü, bu 'temizlik işine' ayrılıyor. askerler bütün uluslararası kovuşturmalardan kurtulmak için çözüm buldukların düşünüyorlar el vuelo sayesinde.
bu kayıplar, buenos aires’te bir isyan duygusuna neden oluyor. hükümet bu durumu o an ciddiye alıp daha sert girişimlerde bulunsa muhtemelen tarih geri dönülemez bir şekilde değişecekti. 1980’den itibaren öfkeli anneler çocuklarına ne olduğunu öğrenmek istiyorlar. eğer öldülerse, en azından cesetlerini almak istiyorlar, ölülerini onurlandırmak için direniş gösteriyor ve korkudan doğan sessizlik yeminini bozuyorlar . bu kadınlar ünlü “madres de plaza de mayo” (mayıs meydanı anneleri) adını alıyorlar. askerler onlara “mayıs meydanı kaçıkları” adını veriyor. her perşembe, casa rosado’nun, başkanlık sarayının karşısında bıkmadan toplanıp gösteri yapıyorlar. ve ölülerini en azından gömmek isteyen bir halkın simgesi haline geliyorlar. bu isyan, 1982’de falkland savaşı’nda yanılgıya düşen askeri cuntanın uğradığı bozgunla aynı zamana rastlıyor. kısa süre içinde, birkaç gemisi batırılan arjantin, ingiliz ordusu tarafından eziliyor. generaller 1983’te, haklarında açılacak her türlü adli kovuşturmayı engellemek amacıyla kendileri için bir af çıkararak iktidardan çekiliyorlar. strateji tam işe yaramıyor. yeni demokratik hükümet “nunca mas" (ispanyolca,”bir daha asla.”) sloganıyla, yaşanan terör günlerini araştıran ulusal kayıplar komisyonu’nu (ukkom) kuruyor. rapora göre 30 000 kişi kayıp ve bu vahşetin yalnızca arjantin bilançosu. daha sonra bu rakam resmi olarak 15 000’e indiriliyor.
işkence yöntemleri araştırılıyor. bu yöntemlerin en başında picana var; vücudun farklı yerlerine elektrik vermeye dayanıyor: gözkapaklarına, dişetlerine, koltukaltlarına, cinsel organlara... tanıklar başka tekniklerden de bahsediyor; kadınlara sistematik olarak tecavüz edilmesi, elektrikli testereyle uzuvların kesilmesi, sigarayla yakma, göz çıkarma, cinsel organların usturayla kesilmesi, vajinaya canlı kemirgen sokma, anestezi uygulamadan ameliyat, el ve ayak tırnaklarının sökülmesi, mahkûmların üzerine ısırması veya tecavüz etmesi için aç bırakılmış av köpekleri yollamak...
bu tür eylemler nasıl cezalandırılabilir diye sormak gerek ki zaten dönemin hükümeti de bu durumun altından kalkamıyor ama yine de raül alfonsin’in demokrat hükümeti geri adım atmıyor. yeni bir askeri darbe tehdidine rağmen tutuklamalar yapmak ve suçluları yargı karşısına çıkarmak gerekiyor. böylece suçlular ile sivil iktidar arasında, sürekli olarak dava açılma tehditleri ile af kararlarının gündeme geldiği bir kedi fare oyunu başlıyor. 1986’da, şikâyetler için bir son tarih belirleyen,böylece askerlere karşı başlatılan kovuşturmaları askıya almayı sağlayan “son nokta” (punto final) yasası getiriliyor. ayrıca 1987’de,üstlerinin emirlerini uygulamakla yükümlü tüm askerlerin sorumluluğunu ortadan kaldıran “zorunlu itaat” (obediencia debida) yasası çıkarılıyor.
geriye yalnızca yüksek rütbelileri kalıyor. generaller. amiraller. askeri hükümetlerin üyeleri. bunlar da elekten geçiriliyor. basit bir nedenden, çok yaşlı olmalarından dolayı. en iyi ihtimal, mahkemeye çıkarılmadan ecelleriyle ölmeleri oluyor. en kötü ihtimal ise, evlerinde gözaltında tutulmaları...
mayıs meydanı annelerinin attığı slogan durumun en net özeti niteliğinde: “la casa no es un penal!” (ispanyolca, “ev hapishane değildir.”)
bu generallerin çoğu, iktidarları sırasında hatırı sayılı bir servet yapmış olduğu için cezaden çok ödül kabul ediliyor bu durum. bu kanlı tarih yalnızca arjantin'e ait. kirli savaş boyunca bahsi geçen ülkelerin her birinde benzer katliamlar yapılıyor ve halk sistematik bir şekilde katlediliyor. annelerinin mahkumiyetleri sırasında doğan bebekler, anneleri öldürüldükten sonra askerlere veriliyor ve yüksek rütbeli olanlar onları satarken düşük rütbeliler 'düzgün yetiştirmek' adı altında onları evlat ediniyor. bunun bir savaş değil, bir kesimin kökünü kazımak için yapılan kanlı bir oyun olduğunu okuduğum her olayda görebiliyorum. kötü olan ise alenen bu duruma destek veren amerika işin içinden hasarsız kurtuluyor ve geriye yalnızca yaralı halkın yaralarını sarması için gereken yüzlerce yıl kalıyor.
tarih mart 1976'yı gösterdiğinde kara kuvvetleri komutanı general jorge rafael videla, cumhurbaşkanı ısabela peron’u deviriyor. (condor operasyonunu da göz önüne alırsak bu durumun temelleri 1966 yılında atılmıştır.) videla, 1976’dan 1981 ’e kadar daha sonra ise roberto viola, sadece birkaç aylığına iktidarda kalıyor. leopoldo galtieri, 1981’den 1982’ye kadar iktidarda kalıyor fakat falkland savaşı’nın sorumlusu olduğu için arjantin’in uğradığı bozgundan sonra istifa etmek zorunda kalıyor. yerine geçen reynaldo bigogne, 1983’te, iktidarı, demokratik bir cumhuriyet lehine bırakmaya mecbur ediliyor. bu yedi yıl boyunca, arjantin'de insanlar deyim yerindeyse dehşetin altın çağını yaşıyor. generallerin amacı sözde bütün bozguncu (subversivo) grupların kökünü kazımak ve bu amaç için de yedi yıl boyunca kitlesel cinayetler işleniyor. sadece 'suçlu' bulunanlar değil, şüpheliler ve hatta onların çevresindekiler de katledilmiştir. o sırada buenos aires valisi olan general ıberico manuel saint-jean’ın ünlü bir cümlesi: “önce tüm bozguncuları öldüreceğiz, sonra işbirlikçilerini, ardından da sempatizanları; daha sonra da tarafsızları, en sonunda da korkakları.” bu cümle katliam'ın ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor aslında.
isyanın fitilini ateşleyecek olan adam kaçırmalar başlıyor. sivil giyimli askerler yeşil renkli, plakasız ford falcone’larla dolaşıyor ve kadınları, erkekleri, çocukları hiçbir açıklama yapmadan kaçırıyorlar. bu durum sokakta, işyerinde, şüphelinin evinde beklenmedik bir anda gerçekleşiyor. gündüzün veya gecenin herhangi bir saatinde. olaya tanık olanlara ise verilen emir şu: “no te metas. "
(isp.”bu işe karışma.”) binlerce insan bu şekilde, başkalarının zorunlu kayıtsızlığı içinde, ortadan kayboluyor. en korkuncu ise bu kaçırılan insanların yok edilme tekniği. işkence edildikten sonra yüzlerce, binlerce subversivo'dan kurtulmak gerekiyor. bu tekniğin bir çok adı var; el vuelo, vuelos de la muerte, ölüm uçuşu. mahkûmlar başka bir cezaevine nakledilmeden önce sözüm ona aşılanıyor. yapılan ilk uyuşturucu iğne onların tüm dirençlerini yok ediyor. onları, sersemlemiş bir halde kargo uçağına bindiriyorlar. mahkûmları tamamen uyutan ikinci iğne, uçakta yapılıyor. sonra askerler onları soyuyor, uçağın kapısını açıyor ve çıplak bedenleri güney atlantik’in sularına atıyorlar. binlerce tutuklu bu şekilde ortadan kayboluyor. 2 000 metre yüksekten atılarak, denizin yüzeyine çarparak parçalanıyorlar. her tutukevinde haftanın birkaç günü, bu 'temizlik işine' ayrılıyor. askerler bütün uluslararası kovuşturmalardan kurtulmak için çözüm buldukların düşünüyorlar el vuelo sayesinde.
bu kayıplar, buenos aires’te bir isyan duygusuna neden oluyor. hükümet bu durumu o an ciddiye alıp daha sert girişimlerde bulunsa muhtemelen tarih geri dönülemez bir şekilde değişecekti. 1980’den itibaren öfkeli anneler çocuklarına ne olduğunu öğrenmek istiyorlar. eğer öldülerse, en azından cesetlerini almak istiyorlar, ölülerini onurlandırmak için direniş gösteriyor ve korkudan doğan sessizlik yeminini bozuyorlar . bu kadınlar ünlü “madres de plaza de mayo” (mayıs meydanı anneleri) adını alıyorlar. askerler onlara “mayıs meydanı kaçıkları” adını veriyor. her perşembe, casa rosado’nun, başkanlık sarayının karşısında bıkmadan toplanıp gösteri yapıyorlar. ve ölülerini en azından gömmek isteyen bir halkın simgesi haline geliyorlar. bu isyan, 1982’de falkland savaşı’nda yanılgıya düşen askeri cuntanın uğradığı bozgunla aynı zamana rastlıyor. kısa süre içinde, birkaç gemisi batırılan arjantin, ingiliz ordusu tarafından eziliyor. generaller 1983’te, haklarında açılacak her türlü adli kovuşturmayı engellemek amacıyla kendileri için bir af çıkararak iktidardan çekiliyorlar. strateji tam işe yaramıyor. yeni demokratik hükümet “nunca mas" (ispanyolca,”bir daha asla.”) sloganıyla, yaşanan terör günlerini araştıran ulusal kayıplar komisyonu’nu (ukkom) kuruyor. rapora göre 30 000 kişi kayıp ve bu vahşetin yalnızca arjantin bilançosu. daha sonra bu rakam resmi olarak 15 000’e indiriliyor.
işkence yöntemleri araştırılıyor. bu yöntemlerin en başında picana var; vücudun farklı yerlerine elektrik vermeye dayanıyor: gözkapaklarına, dişetlerine, koltukaltlarına, cinsel organlara... tanıklar başka tekniklerden de bahsediyor; kadınlara sistematik olarak tecavüz edilmesi, elektrikli testereyle uzuvların kesilmesi, sigarayla yakma, göz çıkarma, cinsel organların usturayla kesilmesi, vajinaya canlı kemirgen sokma, anestezi uygulamadan ameliyat, el ve ayak tırnaklarının sökülmesi, mahkûmların üzerine ısırması veya tecavüz etmesi için aç bırakılmış av köpekleri yollamak...
bu tür eylemler nasıl cezalandırılabilir diye sormak gerek ki zaten dönemin hükümeti de bu durumun altından kalkamıyor ama yine de raül alfonsin’in demokrat hükümeti geri adım atmıyor. yeni bir askeri darbe tehdidine rağmen tutuklamalar yapmak ve suçluları yargı karşısına çıkarmak gerekiyor. böylece suçlular ile sivil iktidar arasında, sürekli olarak dava açılma tehditleri ile af kararlarının gündeme geldiği bir kedi fare oyunu başlıyor. 1986’da, şikâyetler için bir son tarih belirleyen,böylece askerlere karşı başlatılan kovuşturmaları askıya almayı sağlayan “son nokta” (punto final) yasası getiriliyor. ayrıca 1987’de,üstlerinin emirlerini uygulamakla yükümlü tüm askerlerin sorumluluğunu ortadan kaldıran “zorunlu itaat” (obediencia debida) yasası çıkarılıyor.
geriye yalnızca yüksek rütbelileri kalıyor. generaller. amiraller. askeri hükümetlerin üyeleri. bunlar da elekten geçiriliyor. basit bir nedenden, çok yaşlı olmalarından dolayı. en iyi ihtimal, mahkemeye çıkarılmadan ecelleriyle ölmeleri oluyor. en kötü ihtimal ise, evlerinde gözaltında tutulmaları...
mayıs meydanı annelerinin attığı slogan durumun en net özeti niteliğinde: “la casa no es un penal!” (ispanyolca, “ev hapishane değildir.”)
bu generallerin çoğu, iktidarları sırasında hatırı sayılı bir servet yapmış olduğu için cezaden çok ödül kabul ediliyor bu durum. bu kanlı tarih yalnızca arjantin'e ait. kirli savaş boyunca bahsi geçen ülkelerin her birinde benzer katliamlar yapılıyor ve halk sistematik bir şekilde katlediliyor. annelerinin mahkumiyetleri sırasında doğan bebekler, anneleri öldürüldükten sonra askerlere veriliyor ve yüksek rütbeli olanlar onları satarken düşük rütbeliler 'düzgün yetiştirmek' adı altında onları evlat ediniyor. bunun bir savaş değil, bir kesimin kökünü kazımak için yapılan kanlı bir oyun olduğunu okuduğum her olayda görebiliyorum. kötü olan ise alenen bu duruma destek veren amerika işin içinden hasarsız kurtuluyor ve geriye yalnızca yaralı halkın yaralarını sarması için gereken yüzlerce yıl kalıyor.
devamını gör...
diyojen
platon’a göre "sokrates’in delirmiş hali" olan kinik filozof.
diyojen ayrıca iyi laf sokan bir filozoftur. günün birinde ancak tek kişinin geçebileceği kadar dar olan bir köprüden geçerken karşı yönden gelmekte olan asilzadenin biriyle ortada karşılaşır. birkaç saniye süren duraklama sonrasında asilzade "ben sefil insanlara yol vermem" der. bunun üzerine diyojen "ben veririm" der ve kenara çekilip yol verir..
diyojen ayrıca iyi laf sokan bir filozoftur. günün birinde ancak tek kişinin geçebileceği kadar dar olan bir köprüden geçerken karşı yönden gelmekte olan asilzadenin biriyle ortada karşılaşır. birkaç saniye süren duraklama sonrasında asilzade "ben sefil insanlara yol vermem" der. bunun üzerine diyojen "ben veririm" der ve kenara çekilip yol verir..
devamını gör...
çocuklu kadınların maruz kaldığı çevre baskısı
özellikle yeni doğum yapmış annelerin korkulu rüyalarıdır. muhatap olmak zorunda kaldığın herkesin ilk sorusudur; 'sütün var mı?' sizi ne ilgilendiriyor kardeşim bu süt olayı sizin karnınız doyuyor sanki. sütü gelmiyorsa mama verilir bu kadar basit sanki zehir veriyoruz çocuğa, aç mı bırakalım napalım.
rahat bırakın insanları, karışmayın çocuklarının sütüne, emziğine, saçına, kıyafetine. akıl vermeyin, baskı yapmayın. sizden tavsiye isteyen, tecrübelerinizden faydalanmak isteyen olursa o zaman fikir beyan edin.
rahat bırakın insanları, karışmayın çocuklarının sütüne, emziğine, saçına, kıyafetine. akıl vermeyin, baskı yapmayın. sizden tavsiye isteyen, tecrübelerinizden faydalanmak isteyen olursa o zaman fikir beyan edin.
devamını gör...
kadın dediğin erkek dediğin diye başlanan cümleler
(bkz: kadın dediğin kadındır erkek dediğin erkektir) diye haykırma isteği uyandıran cümleler.
devamını gör...
