normal sözlük evlenilecek adamlar listesi
vay be eğlenilecek adam olduğumu öğrendiğim başlık. eğlenin benimle kızlar yeah! (bkz: sısısısı)
devamını gör...
oruç tutmayanın başı ağrısın
yetmiyor müdür, bunlara ibadet etmek yetmiyor sadece. tüm dünya hatta galaksi ibadet etmeli, etmeyen de saygı duymalı bunlara ibadet ederken.
tuttuğu tüm oruçların sevaplarını alıp götürecek türden abuk subuk, ayrımcılık içeren bir beddua. yine hoşgörüden geberiyoruz maşallah!
tuttuğu tüm oruçların sevaplarını alıp götürecek türden abuk subuk, ayrımcılık içeren bir beddua. yine hoşgörüden geberiyoruz maşallah!
devamını gör...
burçlara inanmak
kendi adıma mantıklı bulmadığım aktivite. tabi en temelde bakıldığında, bir inanıştır ve her inanış gibi inanan kişiye haz sağlama amacı güder. eğer kişi gerekli mutluluğa veya geri bildirime erişiyorsa, kalanlar pek de önemli değildir
devamını gör...
kadir mısıroğlu
geleceği gördüğü sanılan tanrılaştırılmış raporlu deli. işsiz güruhu durmadan yaladığı için sürekli akışta görebilirsiniz.
devamını gör...
kış aylarının eskisi gibi olmaması
daha az masrafla ve daha bol güneşle geçirdiğimiz kışa benzemeyen kış ayları. bugün için kışa özlem duymak dışında bünyeye iyi gelse de gelecek için korkutmaktadır. kuraklığın getireceği yeni yeni salgınlar, tarımsızlık ve gıdaya ulaşım nasıl olacak diye düşünmeden edemiyorum. ve güneşe her baktığımda korkudan ürperiyorum.
devamını gör...
dünya tarihinde orta asya
t: ilkin 2011 yılında oxford university press tarafından yayımlanan, the new oxford world history adlı serinin bir parçası olan, 2014 yılında da ötüken neşriyat'tan çıkan, çevirmeninin yahya kemal taştan olduğu, özgün adı central asia in world history olan bir peter benjamin golden kitabı. 9 bölümden oluşmaktadır.
orta asya tarihine giriş niteliğindedir. tarihin standart okuyucu için önemsiz olan detaylarında boğmadan ilgili konuyu anlatan kaliteli bir eser. maalesef eserin ötüken'den çıkan çevirisinde, orijinalinde olan görsellerin hiçbiri yok -birkaç harita hariç-. bir de çeviride takbih, memzuc, mütehavvil, massetmek* gibi bence gereksiz yere başvurulan sözcükler mevcut.
belki de "boynuzlanmak" tabirinin kökeni olan* ilginç bir gelenek:
"tuhaf olan ak hun adetleri, yabancıları hayrete düşürüyordu. kardeşler nikahsız eşlerini paylaşıyorlardı. eşler, kocalarının sayısını bildirmek maksadıyla başlıklarının üzerine boynuzlar takıyorlardı. çocuklarının başlarının bağlanması, şekilsiz, ince uzun kafatasları ortaya çıkardı. kafatasını maksatlı olarak değiştirme, bazı bozkır halkları arasında yaygındı. bazı kişilerde tesadüf edilen bu teamül*, şamanların coşkun sanrı hallerine benzer hastalık nöbetlerinin neticesi olabilir."
orta asya tarihine giriş niteliğindedir. tarihin standart okuyucu için önemsiz olan detaylarında boğmadan ilgili konuyu anlatan kaliteli bir eser. maalesef eserin ötüken'den çıkan çevirisinde, orijinalinde olan görsellerin hiçbiri yok -birkaç harita hariç-. bir de çeviride takbih, memzuc, mütehavvil, massetmek* gibi bence gereksiz yere başvurulan sözcükler mevcut.
belki de "boynuzlanmak" tabirinin kökeni olan* ilginç bir gelenek:
"tuhaf olan ak hun adetleri, yabancıları hayrete düşürüyordu. kardeşler nikahsız eşlerini paylaşıyorlardı. eşler, kocalarının sayısını bildirmek maksadıyla başlıklarının üzerine boynuzlar takıyorlardı. çocuklarının başlarının bağlanması, şekilsiz, ince uzun kafatasları ortaya çıkardı. kafatasını maksatlı olarak değiştirme, bazı bozkır halkları arasında yaygındı. bazı kişilerde tesadüf edilen bu teamül*, şamanların coşkun sanrı hallerine benzer hastalık nöbetlerinin neticesi olabilir."
devamını gör...
meniere hastalığı
genel görüş, iç kulaktaki denge organının içindeki sıvının yoğunluğunun ve basıncının bir nedenle artması sonucu ortaya çıkması ile sonuçlanan bir vestibüler sistem hastalığı olduğudur. genel semptomları; kulakta dolgunluk hissi*, işitme kaybı, vertigo ve tinnitustur. nadiren ishal de görülür. hastalara genellikle tuz-baharat diyeti önerilir. çeşitli vestibüler sistemi güçlendirici egzersizler verilir. çok kötü tablolarda cerrahi düşünülebilir.
devamını gör...
seni seviyorum demenin farklı şekilleri
yanından ayrılırken "heryere dokunma, çok dolaşma, kalabalığa girme" demesi olabilirdi.
devamını gör...
normal sözlük ana dilde başlık açma kısıtlaması
2010 yılında suriyeden türkiyeye iltica ettim. bu süre zarfında sizin ülkenizin dilini de öğrendiğimi düşünüyorum. fakat kendimi anadilimde daha rahat ifade ettiğim için arapça başlık açmaya kalktığımda engellendiğini kısıtlandığını gördüm. geldiğimden beri ülkede maruz kaldığımız ayrıştırıcı dil ve davranışların kafa sözlük gibi hoş görü ve kardeşliğin ön planda tutulduğu ortamda karşıma çıkıyor oluşu gelecek için türkiye planlarımı sorgulatmaya başladığını üzelerek itiraf etmek isterim. umarım kazara yapılmış bir şeytir ve bir özürle bu konuyu kapatabiliriz aksi takdirde bu ülke adına varolan ümitlerin tükendiği anlamına gelir benim için.
saygılarımla.
saygılarımla.
devamını gör...
aile hayatı sorunsuz olan insan
kaos evrenin bir gerçeğidir, insan ilişkilerinde de illa bulunur. sorunsuz aile ilişkisi de bu kaosu düzgün yönetmeyi bilen ebeveynler sayesinde olur ve bu da nadir bulunan bir durumdur bence. bunu çocukluktan öğrenen insan ise gerek arkadaşlık ilişkisinde gerek ikili ilişkilerde ideal kişi olmaya adaydır zira çocukluk insanın çoğu özelliğinin oturduğu dönemdir.
devamını gör...
durduk yere insanın aklına gelen replikler
-ateş, su, toprak, tahta.
-tahta mı?
-tahta tabi zoruna mı gitti?
-tahta mı?
-tahta tabi zoruna mı gitti?
devamını gör...
kinyas ve kayra
başıma bir iş gelmeyecekse okurken beni bayım bayım bayıltan kitap demek istiyorum. kitap yarım bırakma gibi bir huyum olmadığı için bitirmiştim ama resmen ağlayarak. ruhumu daraltan bu kitabı okumama vesile olan ekşi sözlükten nefret ediyorum.
devamını gör...
flörtün sevgililiğe dönmeme sebepleri
eskiden insanlar evleneceği gün görürdü eşini de bir ömür huzurla yaşarlardı. şimdi yok flört, yok sevgililik, yok sözlülük, yok nişan derken evlenmeden bıkıyorlar birbirlerinden.
devamını gör...
50 yaşında emekli olan adama 50 yıl maaş ödemek
süleyman demirel'in ülkeye attığı kazıktır.
süleyman demirel'in 1992'de verdiği seçim vaadinin sonucunda getirdiği erken emeklilik yasası ile o dönemde birçok insan 30'lu ve 40'lı yaşlarında emekli oldular. oy uğruna getirilen bu yasa türkiye ekonomisine çok ciddi zararlar verdi ve hala vermeye devam ediyor.
çok basit bir şekilde düşünürsek emeklilerin maaşları çalışanların maaşlarından kesilen vergi ile ödenir. bu yüzden sosyal güvenlik sistemlerinin mali sürdürülebilirliği için aktif/pasif sigortalı oranının 4 olması hedeflenir. yani her 4 çalışanın 1 emeklinin maaşını ödemesi hedeflenir. fakat bildiğim kadarıyla türkiye'de bu oran 4 değil 1,6. yani her 1,6 çalışan 1 emeklinin maaşını ödüyor.
bunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek vermek istiyorum.
65 kişilik bir aktif ve pasif sigortalı (yani çalışan ve emekli) nüfusun olduğu bir ülke düşünelim. normalde istenilen 52 çalışanın 13 emeklinin maaşını ödemesidir*. fakat türkiye'de erken emeklilik sistemi yüzünden 40 çalışan 25 emeklinin maaşını ödüyor*.
her çalışana 5000 tl brüt maaş verildiğini varsayalım. eğer erken emeklilik ile aktif/pasif sigortalı oranı bozulmamış* olsaydı her çalışanın maaşından %15 gelir vergisi kesilerek her çalışan 4250 tl, her emekli 3000 tl maaş alabilirdi.
fakat aktif/pasif sigortalı oranı bozulduğu* için şu an çalışanlardan %15 gelir vergisi kesersek her emekli sadece 1200 tl alır. emeklilerin geçinebilmesi için gelir vergisini %30'a çıkarırsak her çalışan 3500 tl, her emekli 2400 tl maaş alabilir.
yani erken emeklilik yüzünden günümüzde hem çalışanlar hem de emeklilikler daha az maaş alıyor.
ayrıca günümüzdeki geç emeklilik de o dönemdeki erken emekliliğin bir sonucu.
aktif/pasif sigortalı oranını tekrar yükseltmek için işe yeni başlayan insanların 65 yaşına kadar çalışması gerekiyor. oysa süleyman demirel oy almak için erken emeklilik yasasını getirmeseydi çalışmaya hayatına yeni başlayan/başlayacak bizler 58-60 yaşlarında emekli olabilir ve hem çalışırken hem de emekli olunca çok daha yüksek maaşlar alabilirdik.
yani erken emeklilik yüzünden bugünün gençleri hem daha fazla çalışmak zorunda kalıyor hem de daha düşük maaş alıyor.
not: o dönemde erken emekli olan insanları suçlamıyorum. oy için erken emeklilik yasasını çıkararak ülkenin geleceğini satan süleyman demirel'i suçluyorum.
süleyman demirel'in 1992'de verdiği seçim vaadinin sonucunda getirdiği erken emeklilik yasası ile o dönemde birçok insan 30'lu ve 40'lı yaşlarında emekli oldular. oy uğruna getirilen bu yasa türkiye ekonomisine çok ciddi zararlar verdi ve hala vermeye devam ediyor.
çok basit bir şekilde düşünürsek emeklilerin maaşları çalışanların maaşlarından kesilen vergi ile ödenir. bu yüzden sosyal güvenlik sistemlerinin mali sürdürülebilirliği için aktif/pasif sigortalı oranının 4 olması hedeflenir. yani her 4 çalışanın 1 emeklinin maaşını ödemesi hedeflenir. fakat bildiğim kadarıyla türkiye'de bu oran 4 değil 1,6. yani her 1,6 çalışan 1 emeklinin maaşını ödüyor.
bunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek vermek istiyorum.
65 kişilik bir aktif ve pasif sigortalı (yani çalışan ve emekli) nüfusun olduğu bir ülke düşünelim. normalde istenilen 52 çalışanın 13 emeklinin maaşını ödemesidir*. fakat türkiye'de erken emeklilik sistemi yüzünden 40 çalışan 25 emeklinin maaşını ödüyor*.
her çalışana 5000 tl brüt maaş verildiğini varsayalım. eğer erken emeklilik ile aktif/pasif sigortalı oranı bozulmamış* olsaydı her çalışanın maaşından %15 gelir vergisi kesilerek her çalışan 4250 tl, her emekli 3000 tl maaş alabilirdi.
fakat aktif/pasif sigortalı oranı bozulduğu* için şu an çalışanlardan %15 gelir vergisi kesersek her emekli sadece 1200 tl alır. emeklilerin geçinebilmesi için gelir vergisini %30'a çıkarırsak her çalışan 3500 tl, her emekli 2400 tl maaş alabilir.
yani erken emeklilik yüzünden günümüzde hem çalışanlar hem de emeklilikler daha az maaş alıyor.
ayrıca günümüzdeki geç emeklilik de o dönemdeki erken emekliliğin bir sonucu.
aktif/pasif sigortalı oranını tekrar yükseltmek için işe yeni başlayan insanların 65 yaşına kadar çalışması gerekiyor. oysa süleyman demirel oy almak için erken emeklilik yasasını getirmeseydi çalışmaya hayatına yeni başlayan/başlayacak bizler 58-60 yaşlarında emekli olabilir ve hem çalışırken hem de emekli olunca çok daha yüksek maaşlar alabilirdik.
yani erken emeklilik yüzünden bugünün gençleri hem daha fazla çalışmak zorunda kalıyor hem de daha düşük maaş alıyor.
not: o dönemde erken emekli olan insanları suçlamıyorum. oy için erken emeklilik yasasını çıkararak ülkenin geleceğini satan süleyman demirel'i suçluyorum.
devamını gör...
ruh sağlığı için uzak durulması gereken şeyler
ülke siyaseti
devamını gör...
profil fotoğrafı
avatar da denilen hede. sözlükte de var bundan. ölürken verdiğim bir pozla ben de katıldım profil fotocuların arasına.
devamını gör...
lüzumsuz
lüzumsuz ise söndür, lüzumsuz ise kapat.
türkiye'de lüzumsuz insan bolluğu var, keşke onları da kapatabilseydik.
türkiye'de lüzumsuz insan bolluğu var, keşke onları da kapatabilseydik.
devamını gör...
kaşar peynirinin yakıştığı yemekler
makarna, mantar.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
içimizden gelen, gelmekte olan belki ruhumuzun inişi çıkışı belki hislerimizin karmaşası kim bilir? yazmak istediğimiz her neyse yazdığımız ince, gösterişsiz, sır saklayabilen defter.
insan neden korkar yalnızlıktan?
hele ki şu zamanda!
samimiyetsiz vıcık vıcık insan topluluklarını elinin tersiyle itmek ve kendi masum dünyanı inşa etmek neden bu kadar zor gelir?
ismi lazım değil sınırı bir adım geçmesine izin verdiğim bir insan türü bir gün bana 'duvarların var senin ve insanları kendi hayatına dahil etmiyorsun' demişti.
ne kadar kıymetli benim için o duvarlar ah bir bilseniz.
ve sınırı bir tık geçirdiğim her insandan sonra daha da güçlenen daha da genişleyen duvarları örmem ne muazzam keyifli anlatamam...
beni dahada güçlendiren, duygularımı soyutlatan, kendisinden uzaklaştırmakla kalmayıp arkasından gelecek tüm insanları daha farklı bir gözle süzmemi sağlayan tüm yol ayrımlarıma buradan çok teşekkür ediyorum. sizler olmasaydınız ben sahtelikler içinde debelenip duracaktım. sizler olmasaydınız ben pembe gözlüklerimi belki hiç çıkaramayacaktım. sizler olmasaydınız sevginin kutsallığını ve her önüne gelene aptalca dağıtılmaması gerektiğini hiç bir zaman öğrenemeyecektim. sizler olmasaydınız insandır hata yapar özüne bakmak lazım palavralarıyla kendimi belki ömrümün sonuna kadar uyutacak her fırsatta canımı acıtanları büyüklük bende kalsın egosuyla ve ezikliğiyle affedecek kendimi gıdım gıdım küçültecektim.
insan kendine yeter mi peki?
yetmiyorsa, yetemiyorsa sıkıntı var bilin bunu. sırf yalnız kalmamak için birilerini tutuyorsa hayatında en büyük kötülüğü en önce kendine yapıyordur. kendini yetiştirememişliğin cezası olarak başka bir kapasitesizi hayatına yük ediyordur. çok acı cümleler değil mi? malesef gerçek bu arkadaşlar!
kendinizi artık kandırmayı bırakın. şöyle bir bakın bakalim etrafınıza. kimi ne için tutuyorsunuz hayatınızda?
ve en acısıda aslında kim sizi ne için tutuyor hayatında?
bazen yol ayrımları iyidir.
değerlendirin anını yakaladığınızda...
insan neden korkar yalnızlıktan?
hele ki şu zamanda!
samimiyetsiz vıcık vıcık insan topluluklarını elinin tersiyle itmek ve kendi masum dünyanı inşa etmek neden bu kadar zor gelir?
ismi lazım değil sınırı bir adım geçmesine izin verdiğim bir insan türü bir gün bana 'duvarların var senin ve insanları kendi hayatına dahil etmiyorsun' demişti.
ne kadar kıymetli benim için o duvarlar ah bir bilseniz.
ve sınırı bir tık geçirdiğim her insandan sonra daha da güçlenen daha da genişleyen duvarları örmem ne muazzam keyifli anlatamam...
beni dahada güçlendiren, duygularımı soyutlatan, kendisinden uzaklaştırmakla kalmayıp arkasından gelecek tüm insanları daha farklı bir gözle süzmemi sağlayan tüm yol ayrımlarıma buradan çok teşekkür ediyorum. sizler olmasaydınız ben sahtelikler içinde debelenip duracaktım. sizler olmasaydınız ben pembe gözlüklerimi belki hiç çıkaramayacaktım. sizler olmasaydınız sevginin kutsallığını ve her önüne gelene aptalca dağıtılmaması gerektiğini hiç bir zaman öğrenemeyecektim. sizler olmasaydınız insandır hata yapar özüne bakmak lazım palavralarıyla kendimi belki ömrümün sonuna kadar uyutacak her fırsatta canımı acıtanları büyüklük bende kalsın egosuyla ve ezikliğiyle affedecek kendimi gıdım gıdım küçültecektim.
insan kendine yeter mi peki?
yetmiyorsa, yetemiyorsa sıkıntı var bilin bunu. sırf yalnız kalmamak için birilerini tutuyorsa hayatında en büyük kötülüğü en önce kendine yapıyordur. kendini yetiştirememişliğin cezası olarak başka bir kapasitesizi hayatına yük ediyordur. çok acı cümleler değil mi? malesef gerçek bu arkadaşlar!
kendinizi artık kandırmayı bırakın. şöyle bir bakın bakalim etrafınıza. kimi ne için tutuyorsunuz hayatınızda?
ve en acısıda aslında kim sizi ne için tutuyor hayatında?
bazen yol ayrımları iyidir.
değerlendirin anını yakaladığınızda...
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının nicklerinin hikayesi
eski mahlasımın hikayesi en sevdiğim yemek olmasıydı ve o mahlasımı da çok çok severdim, sütlü tarhana çorbası, bebeğim, seni çok da özleyeceğim ancak benim için daha anlamlı olacak bir mahlasım olsun, biraz da hayatımda üzerine gittiğim değişimlerden biri de bu olsun istedim, birkaç gün sosyal medya detoxumu yaptım, üzerine güzelce düşünüp geri geldim. şimdi de size nereden çıktı şu claranın sandalyesi onu anlatayım.
beni az çok tanıyan herkes benim heidi’ye kelimenin tek anlamıyla aşık olduğumu bilir. her okuduğumda ve izlediğimde ayrı anlamlar çıkartırım bu güzel yapıttan. son izleyişimde de öncekilerde olduğunun aksine heidi’nin perspektifinden * kopup clara’ya odaklandım, belki de artık kendime onu daha yakın gördüğüm içindir. nedenini açıklayayım. clara nasıl tekerlekli sandalyesine hapsolduysa ben de yaşadıklarıma hapsoldum, ilk başlarda berbat hayatımı bahane edip gerçekten tanımak istemeyeceğiniz bir versiyonum ortaya çıktı; sonrasında suçu kendisine atan, kendine eziyet eden, aç bırakan, acı çektiren versiyonuma sıra geldi, ağlamaktan başı zonkladı, her aynaya baktığında kendine hakaret etti, mutfak zeminine oturup kendi kendini intihar etmemeye ikna etmeye çalıştı ve o zeminde kendini bıraktı; ondan sonra iyileşmeye çalışan versiyonum çıktı ortaya ki o dönemler benim için daha rahattı, kendi kendime eziyet etmeyi bırakabilmem halen en büyük gurur kaynaklarımdan biridir. o halimin de çok hataları oldu tabii, yeteri kadar iyi bir insan olamamıştı hala, kendini tamamen boşverdi, özgüvensiz özgüvensiz dolaştı etrafta. öyle böyle şu anki halime vardım, şu anki halimi size nasıl anlatayım, hapis hayatı gibi, kafese konulmuş bir kuşum adeta. çevremin etkisi bunda çok büyük ancak oturup düşünmeye başladım, tek çevrem mi benim kafesim, yoksa kendi kendime de gol atıyor muyum ben?
yine heidi’mi izlerken, mahlasımın atası sahne geldi karşıma.
bilmeyenler için clara yürüyemeyen bir kız, çok zengin bir ailenin çocuğu ve evinde hapis gibi hayat yaşıyor. evet, aynen benim gibi, dört duvar arasına kısılıp kalmış bir karakter. yürüyemeyeceğine hem o, hem çevresi emin, yürüyebilsem neler olurdu diye bile düşünmemiş bir clara çizin gözünüzde, evet o benim. bacaklarım tutuyor ama bacakların tutmaması durumunu bir varoluşsal kriz olarak da düşünebilirsiniz, bir şeyi yapamayacağınıza kendinizi inandırırsınız ya, o şey gibi düşünebilirsiniz, psikolojik problem olarak da düşünebilirsiniz. clara, bir süre alp’lerde kalınca güçlenip yürüme antrenmanları yapabilecek hale geliyor ki bu da iyileşme süreci olarak görülebilir. clara, çabalarıyla kendi ayakları üzerinde durabilir hale geliyor, mecazen demiyorum, ve minik adımlar da atabiliyor ama yoruluyor ve pes etmek istiyor. evde otururken depoda duran tekerlekli sandalyesini ne kadar çok istediğini fark ediyor ki bu da biz insanların güvenli yerleri * olarak yorumlanabilir. sonrasında clara yürüyerek, evet, evden depoya kadar yürüyerek tekerlekli sandalyesine ulaşıyor, bir daha yürümeye ihtiyacı olmadığı için çok mutlu oluyor, rahatlıyor ve dışarı çıkartmak * için itiyor, ve sonrasında da olan oluyor. tekerlekli sandalyesi alp dağlarından aşağı yuvarlanıp paramparça oluyor. sonrasında da clara bağımlı olduğu o sandalyeden kurtulmasıyla ve düzenli çalışmayla normal insanlar gibi yürüyebilir oluyor. ben de artık beni bağlayan tekerlekli sandalyemi itmek istiyorum, kendi ayaklarım üstünde durmak, özgür olabilmek istiyorum. bunu unutmamak için bu mahlası seçtim. umarım ben de kafesimden kurtulabilirim. bana şans dileyin. zamanını ayırıp bu tanımımı okuyan herkese de ayrıca teşekkür ederim. herkese iyi geceler.
beni az çok tanıyan herkes benim heidi’ye kelimenin tek anlamıyla aşık olduğumu bilir. her okuduğumda ve izlediğimde ayrı anlamlar çıkartırım bu güzel yapıttan. son izleyişimde de öncekilerde olduğunun aksine heidi’nin perspektifinden * kopup clara’ya odaklandım, belki de artık kendime onu daha yakın gördüğüm içindir. nedenini açıklayayım. clara nasıl tekerlekli sandalyesine hapsolduysa ben de yaşadıklarıma hapsoldum, ilk başlarda berbat hayatımı bahane edip gerçekten tanımak istemeyeceğiniz bir versiyonum ortaya çıktı; sonrasında suçu kendisine atan, kendine eziyet eden, aç bırakan, acı çektiren versiyonuma sıra geldi, ağlamaktan başı zonkladı, her aynaya baktığında kendine hakaret etti, mutfak zeminine oturup kendi kendini intihar etmemeye ikna etmeye çalıştı ve o zeminde kendini bıraktı; ondan sonra iyileşmeye çalışan versiyonum çıktı ortaya ki o dönemler benim için daha rahattı, kendi kendime eziyet etmeyi bırakabilmem halen en büyük gurur kaynaklarımdan biridir. o halimin de çok hataları oldu tabii, yeteri kadar iyi bir insan olamamıştı hala, kendini tamamen boşverdi, özgüvensiz özgüvensiz dolaştı etrafta. öyle böyle şu anki halime vardım, şu anki halimi size nasıl anlatayım, hapis hayatı gibi, kafese konulmuş bir kuşum adeta. çevremin etkisi bunda çok büyük ancak oturup düşünmeye başladım, tek çevrem mi benim kafesim, yoksa kendi kendime de gol atıyor muyum ben?
yine heidi’mi izlerken, mahlasımın atası sahne geldi karşıma.
bilmeyenler için clara yürüyemeyen bir kız, çok zengin bir ailenin çocuğu ve evinde hapis gibi hayat yaşıyor. evet, aynen benim gibi, dört duvar arasına kısılıp kalmış bir karakter. yürüyemeyeceğine hem o, hem çevresi emin, yürüyebilsem neler olurdu diye bile düşünmemiş bir clara çizin gözünüzde, evet o benim. bacaklarım tutuyor ama bacakların tutmaması durumunu bir varoluşsal kriz olarak da düşünebilirsiniz, bir şeyi yapamayacağınıza kendinizi inandırırsınız ya, o şey gibi düşünebilirsiniz, psikolojik problem olarak da düşünebilirsiniz. clara, bir süre alp’lerde kalınca güçlenip yürüme antrenmanları yapabilecek hale geliyor ki bu da iyileşme süreci olarak görülebilir. clara, çabalarıyla kendi ayakları üzerinde durabilir hale geliyor, mecazen demiyorum, ve minik adımlar da atabiliyor ama yoruluyor ve pes etmek istiyor. evde otururken depoda duran tekerlekli sandalyesini ne kadar çok istediğini fark ediyor ki bu da biz insanların güvenli yerleri * olarak yorumlanabilir. sonrasında clara yürüyerek, evet, evden depoya kadar yürüyerek tekerlekli sandalyesine ulaşıyor, bir daha yürümeye ihtiyacı olmadığı için çok mutlu oluyor, rahatlıyor ve dışarı çıkartmak * için itiyor, ve sonrasında da olan oluyor. tekerlekli sandalyesi alp dağlarından aşağı yuvarlanıp paramparça oluyor. sonrasında da clara bağımlı olduğu o sandalyeden kurtulmasıyla ve düzenli çalışmayla normal insanlar gibi yürüyebilir oluyor. ben de artık beni bağlayan tekerlekli sandalyemi itmek istiyorum, kendi ayaklarım üstünde durmak, özgür olabilmek istiyorum. bunu unutmamak için bu mahlası seçtim. umarım ben de kafesimden kurtulabilirim. bana şans dileyin. zamanını ayırıp bu tanımımı okuyan herkese de ayrıca teşekkür ederim. herkese iyi geceler.
devamını gör...