bu sözlüğe 800 tanımda kitap hediye edildiğini duyduğum için gelmiştim, buradaki çoğu insan öyledir diye düşünerek çok mutlu oluyorum kitabın bu etkisine
devamını gör...

sadece yazarlığıyla değil demir gibi ışıldayan karakteriyle de mükemmel bir insandır. anadolu insanını anlamak için bir ömür harcamıştır. çocukla çocuk büyükle büyük olmuştur. çok gezmiş, bir sürü gazete yazısı yazmış, romanları güncelliğini koruyan, dünyada en çok okunan türk yazarlar arasında olan yazarımızdır.

filler sultanı ile kırmızı sakallı topal karınca hayvanlar üzerinden yapılan bir sistem eleştirisidir. kitapta küçük karıncaların dev fillerle olan mücadelesi anlatılır. kitabın içindeki çizimlerle de okuması daha zevkli hale gelmiştir.


yılanı öldürseler kırsalda kadın olmanın, kocanın ailesinin ettiği kötülüklerin ve bir çocuğun uğradığı ağır psikolojik baskıyı anlatmaktadır. özellikle çocuğun ruh tahlilleri ve toplumun çocuklara yaptığı kötülükler aşırı iyi işlenmiştir.



binboğalar efsanesi toprakların tapuyla paylaştırılması döneminde yörüklerin yaşadığı sıkıntıları, yaşlı bir ustanın yaptığı kılıçla umudun hikayesini, o güzel yörük kardeşlerimizin nasıl acılar çektiğini kalp sıkışmasıyla okuduğumuz eserdir.



tek kanatlı bir kuş aslında en ince kitaplarından biri olmasına rağmen diğer kitaplarına göre daha yoğun metafor içerir. bir köyün sakinlerinin köyü korkuyla terketmesi, köye yeni gelen insanların köye giremeyip uzakta beklerken öğrendikleri şeyler aslında uçma imkanı varken uçamayan ve bu yüzden tek kanatlı bir kuşa benzetilen insanımızı anlatır. batıl inançları yüzünden kaybettiğimiz özgürlüklerimize dikkat çeker yazar.



sarı sıcak yazarın öykü kitabıdır ki bir öyküsünden bir roman çıkabilecek kalitededir her biri. hepsi enfestir.



çakırcalı efe bir eşkıyanın destansı anlatısıdır. kitap bitince karakteri özleme garantiniz mevcuttur.


teneke genç bir kaymakamın ağalarla olan mücadelesini anlatır. kaymakam tüm çabasına rağmen ağalarla başa çıkabilir mi? kitap gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmıştır. tiyatrosu da mevcuttur. avrupada çok sevilerek izlenmiştir.


baldaki tuz yazarın gazete yazılarından oluşmaktadır. her bir yazı 24 ayar altın değerindedir.
devamını gör...

hayatı kötüye giden yazar arkadaşımız. başarılar dileriz. tek güzel olan : konuşaaaanlarrrr.
devamını gör...

devleşmiş bir türk sanat musikisi klasiği olan bu şarkının derininde buruk bir hikâye olduğu rivayet ediliyor. hatırladığım kadar yazayım...

yaz ayları... varlıklı ailenin güzel kızı şadiye hanım ve ada'nın yerlisi yoksul suat bey'in aşkı konu alınır. suat bey, şadiye hanım'ı babasından ister ancak reddedilir. yaz biter, şadiye hanım ve ailesi memleketine geri döner.

suat bey mevsimlerce bekler. sevdiği hep yarın gelecekmiş gibi bekler. gel zaman git zaman suat bey'e mektup da gelmemeye başlar. o da gözünü karartıp kendini marmara'nın azgın sularına bırakır. suat bey vefat ettikten iki gün sonra şadiye hanımdan mektup gelir:

"sevgilim, babamı ikna ettim. evlenebiliriz..." *

bu güzel şarkının sözleri:
ada sahillerinde bekliyorum
her zaman yollarını gözlüyorum
yarim seni seri an istiyorum
beni şad et şadiye'm başın için

her zaman sen yalancı ben kani
her zaman orta yerde bir mani
her zaman sen uzakta ben müştak
her telakkide bir hayalin var

adalar'dan moda'lara geçilir
yar elinden zehir olsa içilir
bu dünyada başa gelen çekilir
beni şad et şadiye'm başın için

nerede o mis gibi leylaklar
sararıp solmak üzre yapraklar
bana mesken olunca topraklar
beni yad et şadiye'm başın için
devamını gör...

muhabbeti baldan tatlı olan ve doyulmayan bir kafa sözlük yazarı.
devamını gör...

sözlük hala çok yeni arkadaşım. aktif yazar sayısı arttıkça dediklerin olacaktır. saydığın konulardan ilgili olduklarınla alakalı başlık açarak katkı sağlayabilirsin.
devamını gör...

ayağa kalk uyumak için önümüzde sonsuzluk var sözlerinin sahibi matematikçi , rubai yazarı aynı zamanda astronom.
devamını gör...

alan sokal ve jean brichmont un ortaklaşa yazmış olduğu bir kitaptır. zamanında akademide oldukça ses getiren sokal aldatmacısının arkasında yer alan motivasyonları anlatmaktadır. kitabın her bölümünde çeşitli postmodern düşünürlerin bilimi nasıl istismar ettikleri akademik kurallara uygun bir biçimde açıklanmıştır. postmodern düşünürleri takip edip okuyanlar için bu kitap zengin bir bakış açısı kazandıracaktır. burada ise kitapta yer alan en çarpıcı alıntılardan birini paylaşacağım.

(bkz: luce irigaray)

--- alıntı ---

" e=mc2 cinsiyet ayırteden bir eşitlik midir? ışık hızına, bizim için yaşamsal önemi olan başka hızlara göre öncelik tanınmakta... bu eşitliğin cinsiyet ayrımına işaret eden özelliği , en hızlı gidene öncelik tanınmasıdır."

--- alıntı ---

edit: kitabın pdf' ini rahatlıkla bulabilirsiniz ve bu alıntı gibi pek çok alıntıya erişebilirsiniz.
devamını gör...


ama benim memleketimde bugün
insan kanı sudan ucuz
oysa en güzel emek insanın kendisi
kolay mı kan uykularda kalkıp
ninniler söylemesi


ruhi su
devamını gör...

uzun ve yorucu bir günün sonunda kendini yatağın huzurlu kollarına bıraktığın andır.
devamını gör...

okuduğuma pişman olduğum nadir kitaplardan birisi kendisi. haksızlık etmeyeyim diye teker teker kitaptaki tüm öyküleri okudum, semaver ve birkaç öykü dışındaki öyküler bana pek kaliteli gelmedi açıkçası. kitabın içinde cinsiyetçi ifadeler vardı, yüzümü ekşiten kısımları bulunduğunu çok iyi hatırlıyorum. öykülerin bazılarının giriş ve sonuç kısmı bana alakasız geldi, tatmin etmedi, “yaa ben şimdi ne okudum?” dedirtti. yazarın ilk öykü kitabıymış, kitabın kalitesiz gelmesinin sebebi bu olabilir. bir daha sait faik abasıyanık’ın yazdığı bir kitaba para verir miyim, pek sanmıyorum. yazara karşı bende önyargı oluşturdu bu kitap. okunmasını pek öneremeyeceğim ne yazık ki.
devamını gör...

yav he he.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
iban verirken de aciz kaldığınızı kabul edecekseniz ben tamamım.
devamını gör...

çengel bulmaca çözenlerin çok iyi bildiği eski mısır tanrısı.
devamını gör...

18 "yaşadım" demek için çok erken bir yaş.

yaşamadım, ölene değin de yaşadım saymayacağım. belki yarın ölürüm bilmiyorum ama 18... çok erken. hiç görmediğim sokaklar, hiç binmediğim metrolar, hiç gezmediğim ülkeler, hiç yemediğim yemekler var. henüz kendi maaşımı da kazanmadım. onu gömmedim keyfimce.
yazıyla on sekiz, çok, çok erken.
devamını gör...

monte kristo kontu - edmond dantés. tek geçerim, en sevdiğim kitap karakteri. onu çağırmayacağımda kimi çağıracağım.*
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

by ivan ayvazovski.

ekleme:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

by albert bierstadt.
devamını gör...

dünyanın ilk aşk şiirinin yazıldığı sümerce tablet istanbul arkeoloji müzesi’nde 2461 no ile eski şark eserleri kısmında bulunmaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

rivayete göre sümer devletinde rahibe kadınların -sümer kralı dışında- bir başka erkekten çocuk sahibi olması yasakmış. bu yasağa rağmen, bir rahibe aşık olduğu erkekten hamile kalıp bir kız bebek dünyaya getirmiş.
bebeği öldürmesinler diye bir kayıkla nehre bırakmış. bebek, kralın sarayında çalışan bir aile tarafından bulunmuş ve büyütülmüş. dünya güzeli bir genç kız olunca kral ona aşık olmuş ve evlenmişler.
milattan önce 2030 yıllarında kral ile evlenen genç kız zifaf gecesinde suşin isimli krala bir aşk şiiri yazmış. bu şiir sonra bir şarkı olmuş.

sümer inancına göre, toprağın bereketli ve verimli olmasını sağlamak amacıyla kralın yılda bir kez bereket, doğurganlık ve aşk tanrıçası ellil'i (inanna) temsil eden bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevmiş.
rahibenin dölyatağı toprağı temsil eder, kral tohumlarını bırakarak aynı zamanda tanrıça inanna'yı da hamile bırakırmış. tanrıça inanna resminin de bulunduğu kaynak

sümerliler kral ile rahibenin evlendiği ve kutsal evlilik dedikleri törenlerde bir gelenek olarak bu şiiri şarkı olarak söyleyip dans ederlermiş.
tablet ile ilgili detaylı bilgi 107 yaşındaki dünyanın en değerli sümerologların başında gelen. muazzez ilmiye çığ’ın eserlerinde bulunmaktadır.

şiire gelince...
güvey, canımın içi
gönül açar güzelliğin, baldan tatlı
aslan, canımın içi
hoştur güzelliğin, baldan tatlı.

beni esir ettin, titreyerek önünde durayım
güvey yatağına götür beni

beni esir ettin, titreyerek önünde durayım
aslan, yatağına götür beni.

güvey, seni okşamalıyım
sevdalı okşayışların baldan tatlıdır

gönül açan güzelliğinin tadını çıkaralım
aslan, seni okşamalıyım
sevdalı okşayışların baldan daha tatlıdır.

güvey, benden beni aldın
söyle anama, sana tatlılar verecek
babam sana armağanlar verecek
bir ben bilirim ruhunun nerede neşelendiğini.

güvey, şafağa değin uyu evimizde
bilirim yüreğinin nerede sevindiğini
aslan, şafağa değin uyu evimizde.
sen beni sevdiğin için
yalvarırım okşayışlarını ver bana
yüce tanrım, yüce koruyucum
enlil’in yüreğini sevindiren suşin’im,

yalvarırım okşayışlarını ver bana.

senin baldan tatlı yerin *
yalvarırım elini onun * üstüne koy,
elimi gişban giysisi (yerel elbise) gibi onun üstüne koy
elimi gişban derisi giysisi gibi onun üstüne kapa.


1889 yılında bulunan tabletteki şiirde özetle gelin güveye önce aşkını sonra onu ne kadar arzuladığını ve ondan bebek sahibi olma isteğini dile getirmiştir.
dünyada bilinen ilk şair bir kadındır. o kadın ilk şiirini ise aşk için yazmıştır.

kim aşık olmuşsa, kendisinin eksik parçalarını arıyordur. bu yüzden aşık, maşuğunu düşündükçe acı çeker. bu tıpkı, uzun zamandır görmediğin birinin odasına girdiğinde bulduğun anılar gibidir” - haruki murakami.
devamını gör...

bilim-kurgudan çok çok öte bir destan. sosyoloji, felsefe, din, siyaset gibi konular ile harmanlanmış muazzam bir hikaye. ilk 3 kitap ne kadar heyecanlıysa, son 3 kitap o kadar durağan. ama yanlış anlaşılmasın; son 3 kitabın verdiği haz tüm bilim-kurgu edebiyatına bedel.

ayrıca bana sözlük ismimi bahşetmiştir.
devamını gör...

tandır nasıl yakılır..
devamını gör...

biraz uzun oldu ama hadi bakalım...
cenaze

mustafa erdem sekiz numaralı ölü evi’nin kapısında nefes almak için durduğunda öğle vakti olmuştu. izmir'de hava son altı senedir olduğu gibi sabit 42 dereceydi ve güneş insanoğlunu yakmaya ant içmişçesine, ışınlarını en yoğun haliyle gönderiyordu. gri saçlarından akan terler buruşmuş yanaklarından aşağı doğru süzüldü. elleri, düşük bel şortunun cebinde, cam kapının önünde dururken, neden binaya "ölü evi" dediklerine anlam vermeye çalıştı. evden başka her şeye benziyordu. iki parçadan oluşan binanın alt kısmı, simsiyah taş kaplıydı. binanın bütünü üç kat yüksekliğindeydi ve tam bir küptü. hiç penceresi olmayan bu kütlenin üzerinde ise bembeyaz göğü yırtmaya çalışan dört adet kule yükseliyordu. bulunduğu geniş, boş, tamamıyla çimen kaplı arazide, garip bir oyuncak parçası gibi duruyordu aslında. ablasının üç dört yaşlarında lego oynarken çekilmiş bir fotoğrafı zihninde canlandı. kendi kendine gülerek binanın kapısını açtı ve içeri girdi. ölüm soğukluğunda ve hiçliğinde gri giriş holün tam ortasında camdan yapılma bir banko duruyordu. arkasında yirmili yaşlarında üçü de sarışın ve bronz tenli görevli, önlerindeki saydam ekranlara bakarak oturuyorlardı. bankoya yanaştı ve "merhaba" dedi. adam gülümseyerek başını kaldırdı " iyi günler, hoş geldiniz. isminiz?
mustafa tek düze bir ses tonuyla ismini söyledi ve "ablam selda erdem'in ölüm törenin üçüncü faslı için gelmiştim," dedi.
görevli suratında kurumsal bir ifadeyle " evet mustafa bey töreniniz için oda hazır. tek başınıza mı geldiniz? kayıtlarımızda annenizin sağ olduğu ve ilk törene katıldığı yazıyor."
"bugün gelmeyecek" dedi mustafa dişlerini sıkarak. "bu yöntemi herkesin kabul etmesini beklemiyorsunuz herhalde" sesi boş duvarlarda emilip gidiyordu. törenin en zor aşamalarından biri. vücudu bu şekilde görmeye dayanamaz. kalp hastası zaten." dedi. bir an önce görevliden uzaklaşmak istiyordu çünkü adamın suratındaki gülümseme bir türlü kaybolmuyordu konuşurken. görevli daha yüksek bir ses tonuyla "anlıyorum. gelmeleri kendileri için iyi olabilirdi aslında. biliyorsunuz, kemiklerin ortaya çıkmasını gözlemlemek, ölümle barışmanın bir aşaması" dedi.
biraz daha dişlerini sıktı ve "bilgilendirme için teşekkür ederim. bu tören uygulamaları geleli henüz iki yıl oldu. eski toprakların bu işe alışamamasını normal karşılarsınız herhalde" dedi sesi sert. cümlesini bitirince ellerini beline koydu. sadece öfkelendiğinde kendinden emin oluyordu mustafa, normalde mülayim bir adamdı. otuz senelik öğretmenlik hayatında sakinliğinden bir gram kaybetmeden altmış yaşına gelmişti. görevlinin sesi biraz olsun silikleşti, "peki daha fazla sizi burada tutmayayım. kısa bir bilgilendirme yapmak zorundayım. odaya girdikten ve kapı kapandıktan sonra yarım saatiniz var içeride. kendinizi iyi hissetmediğinizde ya da çıkmak istediğinizde, kapının sağında yer alan mavi düğmeye basmanız yeterli. girdiğiniz andan itibaren, çıkışınıza kadar tüm süreç sesli ve görüntülü olarak kayıt altında olup tarafınıza gönderilecektir." sonra birileri iğne batırmış gibi ani hareketle ayağa kalktı. mekânın sağ tarafında kara delik misali duran koridoru göstererek “buyurun size kapıya kadar eşlik edeyim. dört numaralı oda ayarlandı," dedi.
mustafa adamın yanında bir dakika daha kalamayacağını anladı ve elini kaldırarak, "hayır, teşekkür ederim. eşlik etmenize gerek yok. bulabilirim odayı," dedi ve koridora geçti spor ayakkabıları yumuşak olmasına rağmen sert adımları sert zeminin üzerinde deliyordu havayı. otomatik ışıklar tek tek yanmaya başladı. giriş holü ne kadar griyse burası da o kadar başkaydı. zemin, tavan, duvarlar gökyüzünün en parlak mavisine boyanmış. havada boşlukta yürüyormuşsun hissi uyandırıyordu. sağlı sollu ayna kaplı kapıların yanından geçerken mustafa göz uncuyla kendi yansımasına baktı. aynaların üzerinde kumlamadan yapılmış oda numaraları parıldıyordu. dört numaralı odanın kapısına geldiğinde durdu. kendi görüntüsü karşısında her zaman yaptığı gibi, burnunun üzerindeki küçük siyah noktaları kontrol etti. alnındaki derin kırışıklıkları yokladı. son olarak parıldayan gri saçlarında ellerini gezdirdi. yoğun sigara içmekten acıyan ciğerlerine bir derin nefes daha çekti ve kapının yanında yer alan retina okuyucusuna gözünü yanaştırdı. tiz bir onaylanma sesinden sonra, ayna kapı sessizce odanın içerisine doğru açıldı. ağır bir lavanta kokusu gözlerini yaktı birden. ablasının en sevdiği kokuydu. ölü evleri, ilk kayıtta vefat eden kişi hakkında verilen bilgiler doğrultusunda düzenliyordu törenleri. üç hafta önce ablasının bedenini buraya getirdiklerinde bir form doldurmuşlardı. en sevdiği renk, en sevdiği yemek, en sevdiği koku ve daha birçok kişisel bilgiyi bir tablete girip görevlilere teslim etmişlerdi. “bugün demek ki kokuyu ön planda tutacaklar,” dedi mustafa kendi kendine ve odaya girdi. penceresiz odanın zemini ahşap kaplıydı. hafif gıcırdıyordu spor ayakkabılarıyla bastıkça. ikinci fasıl töreni altı numaralı odada yapmışlardı ve orada tek bir pencere yer alıyordu, dışarıya çimenliğe bakan. keşke bu oda da olsa diye geçirdi içinden. ihtiyaç olmamasına rağmen duvarlarda perdeler asılıydı rengarenk kumaşlardan yapılmış. ablası kumaşları ve modayı seviyor diye yazmışlardı. herhalde ondan bu kadar çaputu doldurmuşlardı odaya. odanın tam ortasında, camdan tabutun ineceği yerde mermer kaide duruyordu. kaidenin önünde ise rahat, kırmızı bir kanepe. bu sefer tam bir renk cümbüşüne çevirmişlerdi mekânı. beden ne kadar çürüyorsa renkleri o kadar artıyorlardı aslında. ölü evlerinin genel yaklaşımıydı bu, bir dergide okuduğuna göre. mustafa spor ayakkabılarını çıkardı. çıplak ayaklarıyla bağdaş kurarak koltuğa oturdu ve başını ışıklandırılmış tavana kaldırdı. mermer kaidenin üzerinde tavanda yer alan kapaklar parlak paslanmaz metaldendi. bir piyano, ne acıklı, ne neşeli dansına başladı. sonra tavandaki kapaklardan tok bir ses geldi. selda'nın bedeni cam tabutunun içerisinde yavaş yavaş inmeye başladı. kapakların aralığından mustafa yukarı yükselen beyaz kuleyi ve içerisinde ablasınınki gibi daha onlarca cam tabutu görebiliyordu. tıpkı çok katlı otomatik otoparklarda olduğu gibi beyaz kulelerin içerisinde istifleniyordu tabutlar. cam kabuk kaidenin üzerine hafif bir tıslama sesi yaparak oturdu. mustafa'nın soluk alışı sıklaşmıştı. iki gündür internette bedenin ölümden sonraki geçirdiği fazları araştırıyordu. babasının ölümünde bunların hiçbirine gerek kalmamıştı. klasik biçimde toprağa gömülmüş, kırkı geldiğinde ise annesi dua okutmuştu. ablasının vasiyeti ise oldukça netti. yeni sisteme göre törenlerin yapılmasını istiyordu. ateistler hükümet kurduğundan beri birçok alana el atmışlardı. ölüm ve gömülme de bunlardan biriydi. bu sebeple tüm bu garip yapılar ortaya çıkmıştı. annesi ne kadar karşı çıkarsa çıksın, mustafa vasiyeti yerine getirme konusunda ısrarlıydı. bu sebeple iki gündür araştırıyordu. beden ölümden itibaren yirmi altı aşamadan geçiyordu. kemiklerin gözükmesi yirmi beşinci aşamaydı ve üçüncü haftanın sonunda gözlemlenebiliyordu. ablasının tabutu tam olarak kaidenin üzerine geldiğinde ne ile karşılaşacağının fotoğraflarını görmüştü ama gerçek çok daha çarpıcıydı. cam tabutun tabanında 15 santimlik bir toprak bulunuyordu. onun üzerinde ise, bedenden kalanlar bölük börçük duruyordu. bağırsaklardan yayılan toksinlerin gücü çok kuvvetliydi. ince bir tabaka halinde kemiklerin üzerinde böğürtlen renginde, parçalar halinde etler duruyordu hala. kafatası ise oldukça net biçimde ortaya çıkmıştı. burnu tamamen yok olmuş gözleri erimiş gitmişti. müzik hareketlendi. ince bir saksafon konuştu. ayakları karıncalanmaya başlayan mustafa kalktı ablasından arta kalanların yanına yaklaştı. o sırada duvarların üzerindeki perdeler aralandı ve avuç içi büyüklüğünde projeksiyon cihazları belirdi. müzik iyice hareketlenmişti. kontrbas devreye girmiş, çılgınca söyleniyordu. projeksiyonlar çalışmaya başladı ve ablasının daha önce ölü evine teslim ettikleri fotoğrafları duvarlardaki perdelerde belirmeye başladı. ablası üzgün, mutlu, birilerinin yanında, yalnız, bir dağın tepesinde, denizin dibinde. görüntüler akıp gidiyordu. mustafa önündeki kemik ve et yığınına baktı. tabutun üzerine eğildi ve camı öptü. gözlerinden yaş gelmedi bu sefer. gittiğini biliyordu. burada yatanın maddesel bir dönüşüm olduğunu biliyordu. bir ruhun olmadığını biliyordu. yine de kendini tutamadı ve " umarım dönüştüğün şeyde mutlusundur " dedi yüksek sesle. sonra kırmızı kanepeye tekrar oturdu o sırada telefonu çaldı. annesinin sesi yorgun geliyordu. " ne yaptın yavrum" diye sordu. " iyiyim içerideyim" diye cevap verdi. tek düze ses tonuna geri dönmüştü mustafa. "nasıl durumu?" diye sordu annesi sesindeki korkuyu gizleyemeden. cevabı almak istemiyordu aslında ama merakına yenik düştü her zamanki gibi. " kemikleri gözüktü. " karşı tarafta derin bir sessizliğin ardından telefon kapandı. müzik hala devam ediyordu. bu sefer bir kadın sesi anlamadığı dilde sanki ağlamanın gücünü anlatıyordu. perdelerde görüntülerin geçiş hızları yavaşladı. mustafa artık daha fazla kalmasına gerek olmadığını düşünerek ayna kapıya yanaştı ve düğmeye bastı. bekledi ve kapı bu sefer biraz daha hızlı açıldı. karşısında görevli duruyordu.
" erken çıktınız mustafa bey" dedi parlak beyaz dişlerini gururla göstererek.
" bu kadarı yeterli " diye cevap verdi mustafa. o sırada fark etti spor ayakkabılarından birinin bağcığı bağlanmamıştı.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim