dil piercingi
yakın zamanda yaptırmayı düşündüğüm piercingtir. konuşmamın çok gerek olmayacağı dönemlere girdiğim an yaptıracağım zira konuşmada biraz problem yaşatıyor.
devamını gör...
istisnasız herkesin sevdiği şey
patates kızartması demek istediğim başlıktır.
devamını gör...
intihar eden sevgilisinin ardından otobüse binip giden kadın
"kendime zarar veririm" tehtidi de tacizin baskının bir türü. kadın "istemiyorum" diyor, adam "keserim kendimi". işin o noktaya nasıl geldiğini, kadının nelerle uğraşıp nasıl sıtkının sıyrıldığını da bilmek lazım.
ha ben olsam "vur" demezdim blöf yaptığını düşünsem bile. bir kız vardı böyle "aşığım hap içerim" falan anasına babasına söylemiştim. salaklar dövmüşler kızı. iyi ki blöf yapıyormuş yoksa o kafayla hakikaten içerdi ben de toparlayamazdım.
ha ben olsam "vur" demezdim blöf yaptığını düşünsem bile. bir kız vardı böyle "aşığım hap içerim" falan anasına babasına söylemiştim. salaklar dövmüşler kızı. iyi ki blöf yapıyormuş yoksa o kafayla hakikaten içerdi ben de toparlayamazdım.
devamını gör...
kaç yaşıma gelirsem geleyim
kaç yaşına gelirsem geleyim yaşımdan bağımsız hissedeceğim.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının yaşadığı şehirler
güller diyarı ıspartadır. gelen arkadaşlar portakal atsınlar sizi kebapçı kadire götüreyim. hesabı beraber ödeyelim ama öğrenciyim ben.
devamını gör...
halam geldi
niye sifreleme ihtiyacı duyarlar ki? her zaman saçma gelmiştir. elinde pedle gezemez de bu insanlar.dillendirmeyince bilinmiyordu zaten kadınların regl olduğu. saçmalık...
devamını gör...
savewalterwhite.com
breaking bad spoiler'ı geliyor, dikkat.
breaking bad dizisinde walter jr. white* tarafından faaliyete geçirilmiş, zavallı babası walter white'ın kanser tedavisi (kemoterapi) masrafları için bağış kabul eden bir websitesidir.
dizinin yapımcıları diziyi ölümsüzleştirmek adına bu siteyi izleyicilerin erişimine açık tutuyorlar. gerçekten böyle bir site var. paint'le çizilmiş gibi duruyor ve çok orijinal.
tıklayınız
edit: imla
breaking bad dizisinde walter jr. white* tarafından faaliyete geçirilmiş, zavallı babası walter white'ın kanser tedavisi (kemoterapi) masrafları için bağış kabul eden bir websitesidir.
dizinin yapımcıları diziyi ölümsüzleştirmek adına bu siteyi izleyicilerin erişimine açık tutuyorlar. gerçekten böyle bir site var. paint'le çizilmiş gibi duruyor ve çok orijinal.
tıklayınız
edit: imla
devamını gör...
trump’ın akli dengesinin tartışılıyor olması
abd’deki birçok kişi sosyal medyada yer alan twitler ve haberlerden görüleceğe üzere başkan yardımcısı mike pence'in anayasa'nın 25. maddesini yürürlüğe sokarak donald trump'ı görevden alması çağrısı yaptı. pence'e yapılan çağrıda "bugün başkan'ın şiddet ve kaos vurgularının meyve verdiğini gördük.abd anayasası'nın 25. maddesinin 4. bölümü, başkan yardımcısı ve görevdeki bakanların bir başkanın 'görevini yerine getiremeyecek durumda olduğuna' karar verme yetkisini içeriyor. bu öğleden sonra yaptığı açıklamada ise başkan trump akli dengesinin yerinde olmadığını ve 2020 seçim sonuçlarını kabul edemeyecek durumda olduğunu gösterdi" ifadeleri yer aldı.
trump’un akli dengesi abd’de tartışma konusu yapılırken, biden taraftarları “trump’un aklı mı var ki tartışma konusu olsun” diye tepki göstererek trump’un aşağıdaki sözlerini hatırlattı.
laflar biliyorum. en iyi laflar bende.
ıvanka öz kızım olmasa, belki onunla çıkıyordum.
dezenfektanları vücuda enjekte edeceğimiz bir yol var mıdır? belki de içimizde bir çeşit temizlik yapabiliriz.
hillary kocasını tatmin edemiyor, ülkeyi nasıl tatmin edecek?
"eğer birinin miting sırasında bana domates attığını görürseniz devirip pataklayın onu. ciddiyim. iyice vurun. söz veriyorum avukatlık masraflarınızı ben ödeyeceğim."
çünkü akıllıyım. (tv düellosu sırasında kendisine ‘vergi ödemiyorsun’ diyen hillary clinton’a cevaben)
yıldız olduğunuz zaman kadınlar her şeyi yapmanıza izin veriyor. her şeyi. isterseniz a.larını tutun, her şeye izin verirler.
koronavirüs sayesinde iğrenç insanlarla tokalaşmak zorunda kalmıyorum.
bunun bir cezası olmalı. (kürtaj olan kadınlara)
"sizi çok iyi biliyorum. sizler acımasız katillersiniz. hiç de iyi insanlar değilsiniz. ama bana oy vermek zorundasınız. başka seçeneğiniz yok."
new york'ta kar yağıyor ve hava buz gibi. küresel ısınmaya ne oldu.
bana temiz, güzel, sağlıklı havayla gelin; küresel ısınma saçmalıklarıyla değil. bu saçmalığı duymaktan bıktım.
"kusura bakmayın ezikler ve fesatlar ama, benim ıq'um en yükseklerden biridir ve siz de bunu biliyorsunuz! lütfen aptal ve ezilmiş hissetmeyin, sonuçta bu sizin suçunuz değil."
"benden hoşlanmasanız bile ki bazılarınız hoşlanmıyor. bazılarınız aslında benim de hiç hoşuma gitmiyor. yine de benim en büyük destekçilerim olacaksınız, çünkü onlar (yahudiler) kazanırlarsa 15 dakika içinde işsiz kalacaksınız. "
"rusya, beni duyuyorsan haberin olsun, hillary clinton’ın 30 bin e-posta mesajı kayıp. bulursanız sanırım medyamız size ödülünüzü verir. bakalım ne olacak. (rus hackerları hillary clinton’ın e-maillerini çalmaya teşvik ederken)"
meksikalılarla birlikte amerika’ya uyuşturucu geliyor, suç geliyor, tecavüzcüler geliyor.
teröristlerin ailelerini de indirmeliyiz. madem kendi hayatları hiç umurlarında değil, biz de ailelerini indiririz.
"görmeliydiniz, o zavallı herif aynen şöyle konuşuyordu: “ay ne desem, hiiç hatırlamıyorum.” (new york times engelli muhabiri serge kovaleski’nin fiziksel durumunun taklidini yaparak onunla alay etti)"
"islam bizden nefret ediyor. müslümanlar konusunda tetikte durmalıyız ve çok dikkatli olmalıyız. abd’den nefret eden insanları bu ülkeye alamayız."
şuradaki afrikalı siyah amerikalıma bakın… (küçümseyici bakışlar ile)
"fakirsiniz, okullarınız iyi değil, işiniz yok, gençlerinizin yüzde 58’i işsiz. kaybedecek neyiniz var ki? (aklı sıra zencileri kendisine oy vermeye ikna ediyor)
"barack obama’nın atadığı şu hakim davadan çekilmeli. sürekli olumsuz karar veriyor. olumsuz, olumsuz, olumsuz… şuna bakın ki bu hakim meksikalı. (trump üniversitesi davasının hakimini eleştirirken) "
katy, russel brand denen ezikle hangi kafayla evlendin?
ben hiç diyet kola içen zayıf bir insan görmedim.
"benim atalarım taa almanya'dan amerika'ya, amerika'nın göçmenler tarafından ele geçirildiğini görmek için gelmediler. ben buna izin vermem."
bunlar hep israil'in oyunları" geyiğinin amerika'daki karşılığı da "bunlaaar hep çin'in oyunları" oluyor sanıyoruz..
bence nükleer silah güçtür. benim için yok etme gücü çok önemli.
aptallık etme! seni sonra arayacağım (bir ülkenin cumhurbaşkanına yazdığı mektuptan).
trump’un akli dengesi abd’de tartışma konusu yapılırken, biden taraftarları “trump’un aklı mı var ki tartışma konusu olsun” diye tepki göstererek trump’un aşağıdaki sözlerini hatırlattı.
laflar biliyorum. en iyi laflar bende.
ıvanka öz kızım olmasa, belki onunla çıkıyordum.
dezenfektanları vücuda enjekte edeceğimiz bir yol var mıdır? belki de içimizde bir çeşit temizlik yapabiliriz.
hillary kocasını tatmin edemiyor, ülkeyi nasıl tatmin edecek?
"eğer birinin miting sırasında bana domates attığını görürseniz devirip pataklayın onu. ciddiyim. iyice vurun. söz veriyorum avukatlık masraflarınızı ben ödeyeceğim."
çünkü akıllıyım. (tv düellosu sırasında kendisine ‘vergi ödemiyorsun’ diyen hillary clinton’a cevaben)
yıldız olduğunuz zaman kadınlar her şeyi yapmanıza izin veriyor. her şeyi. isterseniz a.larını tutun, her şeye izin verirler.
koronavirüs sayesinde iğrenç insanlarla tokalaşmak zorunda kalmıyorum.
bunun bir cezası olmalı. (kürtaj olan kadınlara)
"sizi çok iyi biliyorum. sizler acımasız katillersiniz. hiç de iyi insanlar değilsiniz. ama bana oy vermek zorundasınız. başka seçeneğiniz yok."
new york'ta kar yağıyor ve hava buz gibi. küresel ısınmaya ne oldu.
bana temiz, güzel, sağlıklı havayla gelin; küresel ısınma saçmalıklarıyla değil. bu saçmalığı duymaktan bıktım.
"kusura bakmayın ezikler ve fesatlar ama, benim ıq'um en yükseklerden biridir ve siz de bunu biliyorsunuz! lütfen aptal ve ezilmiş hissetmeyin, sonuçta bu sizin suçunuz değil."
"benden hoşlanmasanız bile ki bazılarınız hoşlanmıyor. bazılarınız aslında benim de hiç hoşuma gitmiyor. yine de benim en büyük destekçilerim olacaksınız, çünkü onlar (yahudiler) kazanırlarsa 15 dakika içinde işsiz kalacaksınız. "
"rusya, beni duyuyorsan haberin olsun, hillary clinton’ın 30 bin e-posta mesajı kayıp. bulursanız sanırım medyamız size ödülünüzü verir. bakalım ne olacak. (rus hackerları hillary clinton’ın e-maillerini çalmaya teşvik ederken)"
meksikalılarla birlikte amerika’ya uyuşturucu geliyor, suç geliyor, tecavüzcüler geliyor.
teröristlerin ailelerini de indirmeliyiz. madem kendi hayatları hiç umurlarında değil, biz de ailelerini indiririz.
"görmeliydiniz, o zavallı herif aynen şöyle konuşuyordu: “ay ne desem, hiiç hatırlamıyorum.” (new york times engelli muhabiri serge kovaleski’nin fiziksel durumunun taklidini yaparak onunla alay etti)"
"islam bizden nefret ediyor. müslümanlar konusunda tetikte durmalıyız ve çok dikkatli olmalıyız. abd’den nefret eden insanları bu ülkeye alamayız."
şuradaki afrikalı siyah amerikalıma bakın… (küçümseyici bakışlar ile)
"fakirsiniz, okullarınız iyi değil, işiniz yok, gençlerinizin yüzde 58’i işsiz. kaybedecek neyiniz var ki? (aklı sıra zencileri kendisine oy vermeye ikna ediyor)
"barack obama’nın atadığı şu hakim davadan çekilmeli. sürekli olumsuz karar veriyor. olumsuz, olumsuz, olumsuz… şuna bakın ki bu hakim meksikalı. (trump üniversitesi davasının hakimini eleştirirken) "
katy, russel brand denen ezikle hangi kafayla evlendin?
ben hiç diyet kola içen zayıf bir insan görmedim.
"benim atalarım taa almanya'dan amerika'ya, amerika'nın göçmenler tarafından ele geçirildiğini görmek için gelmediler. ben buna izin vermem."
bunlar hep israil'in oyunları" geyiğinin amerika'daki karşılığı da "bunlaaar hep çin'in oyunları" oluyor sanıyoruz..
bence nükleer silah güçtür. benim için yok etme gücü çok önemli.
aptallık etme! seni sonra arayacağım (bir ülkenin cumhurbaşkanına yazdığı mektuptan).
devamını gör...
yokluğunda me
canım kendim * ahahahaha
yorumlarım bazen sizi rahatsız ediyor olabilir .
sizinde bazı yorumlarınız beni rahatsız ediyor .
ama yinede buradayız ve birşeyleri düzeltmeye çalışıyoruz . seviliyorsunuz .
yorumlarım bazen sizi rahatsız ediyor olabilir .
sizinde bazı yorumlarınız beni rahatsız ediyor .
ama yinede buradayız ve birşeyleri düzeltmeye çalışıyoruz . seviliyorsunuz .
devamını gör...
bayramda köprü ve otoyolların ücretsiz olması
yol yabdı köprü yapdı hemi de bedava yabdıı! hülooğ! şahlanışa hazır mısınızzz?? dombra mombra bir şey çalın yahu!
devamını gör...
sabah uyanır uyanmaz pencereyi açan insan
gece de o pencere açık olduğundan dolayı içerisinde bulunmadığım insan tipi.
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
toplum baskısı yüzünden içimde kalan şeyleri yaşamak için bir gün evden kaçacağım. ama alt sokaktaki babanneme
devamını gör...
çocuğun farazi düşüncesi
farazi, varsayımsal anlamına gelir. farazi düşünce ise varsayıma dayalı düşüncedir.
“yetişkin biri olmuş olsaydı, kendisini ilgilendiren bir olayda, kendi yararı için ne gibi bir karar verebilecek idiyse, çocuk için karar verme makamındaki kişinin de aynı yönde vermesi gereken karar; yani çocuğun farazi düşüncesi esas alınmalıdır” denir.
çocuğun üstün yararını gerektirdiği takdirde çocuğun isteklerinin aksine karar verilmesi mümkündür
son günlerde bir çok ebeveyn çocukları ile ilgili her şeyin fotoğrafını sosyal medyaya koyma eğiliminde. doğumundan itibaren her anını herkese açık olarak paylaşan ebeveynler çocuklarınız büyüdüğünde neler olabilir sizce?
bugün kendinize ait hangi görüntülerle karşılaşmaktan rahatsız olursanız yarın çocuklarınız da ondan rahatsız olacaklar.
sosyal medyada çocuk fotoğraflarının ve çocuklara ait özel bilgileri kontrolsüz paylaşmanın mahremiyet ihlali ve çocuk istismarı açısından oluşturabileceği riskler epey fazladır.
bezi değiştirilirken, mama yedirilirken, annesi emzirirken, banyo yaptırılırken, tuvaletlerini ilk defa kendileri yaparken çekilen görüntüleri, mahremiyet içeren özel anları sosyal medyaya koymak ne kadar doğru?
italya’da 16 yaşındaki bir erkek çocuğu kendi rızası olmadan sosyal medyada fotoğraflarını paylaşan annesine dava açmıştır. dava sonucunda annenin tüm fotoğrafları silmesine ve fotoğraf paylaştığı takdirde 10 bin euro para cezası ödemesi gerektiğine karar verilmiştir.
insanların geçmişteki fotoğraflarının herkes tarafından görülmesinden rahatsız oldukları yapılan araştırmalar sonucu ispatlanmıştır.
bazı çocukların ise küçükten beri ilgi odağı olduklarını düşünüp narsistik özellikler geliştirdikleri ve sosyal medya fenomeni olduklarını sandığı gözlemlenmiştir.
çocukları bir birey olarak yetiştirmek gereklidir. evliliklerde çıkan sorunların nedenlerinden biri de -videoda görüldüğü gibi- ebeveynlerin çocuk yetiştirirken yaptıkları hatalardan kaynaklanmaktadır. *
“yetişkin biri olmuş olsaydı, kendisini ilgilendiren bir olayda, kendi yararı için ne gibi bir karar verebilecek idiyse, çocuk için karar verme makamındaki kişinin de aynı yönde vermesi gereken karar; yani çocuğun farazi düşüncesi esas alınmalıdır” denir.
çocuğun üstün yararını gerektirdiği takdirde çocuğun isteklerinin aksine karar verilmesi mümkündür
son günlerde bir çok ebeveyn çocukları ile ilgili her şeyin fotoğrafını sosyal medyaya koyma eğiliminde. doğumundan itibaren her anını herkese açık olarak paylaşan ebeveynler çocuklarınız büyüdüğünde neler olabilir sizce?
bugün kendinize ait hangi görüntülerle karşılaşmaktan rahatsız olursanız yarın çocuklarınız da ondan rahatsız olacaklar.
sosyal medyada çocuk fotoğraflarının ve çocuklara ait özel bilgileri kontrolsüz paylaşmanın mahremiyet ihlali ve çocuk istismarı açısından oluşturabileceği riskler epey fazladır.
bezi değiştirilirken, mama yedirilirken, annesi emzirirken, banyo yaptırılırken, tuvaletlerini ilk defa kendileri yaparken çekilen görüntüleri, mahremiyet içeren özel anları sosyal medyaya koymak ne kadar doğru?
italya’da 16 yaşındaki bir erkek çocuğu kendi rızası olmadan sosyal medyada fotoğraflarını paylaşan annesine dava açmıştır. dava sonucunda annenin tüm fotoğrafları silmesine ve fotoğraf paylaştığı takdirde 10 bin euro para cezası ödemesi gerektiğine karar verilmiştir.
insanların geçmişteki fotoğraflarının herkes tarafından görülmesinden rahatsız oldukları yapılan araştırmalar sonucu ispatlanmıştır.
bazı çocukların ise küçükten beri ilgi odağı olduklarını düşünüp narsistik özellikler geliştirdikleri ve sosyal medya fenomeni olduklarını sandığı gözlemlenmiştir.
çocukları bir birey olarak yetiştirmek gereklidir. evliliklerde çıkan sorunların nedenlerinden biri de -videoda görüldüğü gibi- ebeveynlerin çocuk yetiştirirken yaptıkları hatalardan kaynaklanmaktadır. *
devamını gör...
safinaz
(bkz: cem karaca)'nın 1978 yılında yaptığı; türkiye'nin belki de dünyanın ilk senfonik-rock çalışmalarından birinin adı olan, 18 dakikalık harika şarkı, hatta müzikli bir roman. ayrıca; bir kadın ismidir.
şarkıdan bahsetmek gerekirse;
cem karaca bu şarkıda, şehirde zor şartlarda yaşayan çekirdek bir ailenin kızı safinaz'ın hikayesini anlatır. şarkıdaki kahramanlar;
safinaz
safinaz'ın babası kapıcı kasım
safinaz'ın annesi asiye ve
jön niyazi.
şarkı çeşitli bölümlerden oluşur. aynı bir roman gibi, dizi ya da sinema filmi gibi. fakat bu bölüm değişimlerinde sadece sözler değil; müzik, karakterler, mekanlar da değişir. kurgusu çok sağlam ve çok güzeldir bu şarkının. ve uyarayım epey uzun bir entry olacak, şarkıyı açıp okuyunuz. hazırsanız başlayalım.
şarkının ilk bölümünde genel olarak safinaz'ın baba ve annesinin yaşamını, iç dünyalarını görürüz. günlük rutinleri, çalıştıkları işler ve hayata bakışları. bu ailenin hayata bakışını en güzel özetleyen cümle şudur;
"yeni bir gün diye düşünmedi ki, değişik ne olacaktı ki?"
bu cümle sadece kapıcı kasım ve ailesinin hikayesini özetleyen bir cümle değil aslında. şarkının yazıldığı yıllarda da günümüzde de geçim sıkıntısı çeken, hayatı aynı monotonlukta yaşayan milyonların kafasından geçen, geçmese de onlara uyarlanabilen bir cümle. başımıza majör bir olay gelmedikçe (vefat, hastalık, deprem, savaş veya okul bitmesi, iş değiştirme, taşınma vs gibi) hep aynı şeyleri yaşamıyor muyuz hakikaten? okula/işe git gel. kendine üç dört saat vakit ayırdığını san, uyu hoop tekrar aynısı. çıkabilirsen senede bir-iki hafta tatile ya da memlekete git. bitti gitti. ülkemiz insanının %80-90'ı bu şekilde malesef. iş değiştirdin diyelim, başka bir patrona aynı şekilde para kazandır, sigorta için-izin için sürün dur. ya da tatile gücün yettiği kadarıyla belli lokasyonlara git, gel. dönünce de gittiğine lanet et. heeey gidi heey. neyse şarkıya dönelim. ikinci bölüm safinaz'ın büyüyüp okula gidişiyle devam eder. müzik ve ritm değişir. harika bir gitar ile başlarız ikinci bölüme. şarkı biraz kasvetlenir sanki. üflemeliler biraz daha geriden gelir.
ikinci bölümün ilk paragrafında zaman değişir. safinaz orta ikiye başlar ve sınıflarını geçer başarı ile. kasım'ı bu bölümde kızıyla gurur duyan, okuması için her şeyi yapan, kızının kendisi gibi olmaması için çabalayan bir karakterde olduğunu görürüz. ilk bölümde hayattan bıkkın yorgun kasım'a safinaz'ın başarısı, okulu hayat verir.
yeni günden umutsuz, "değişik ne olacaktı ki" diye soran kasım; "okusun tek, taş çekerim sırtımda" diye bağlanır hayata ve işine. fakat müziğin ritmi bir anda artar ve safinaz'ın ailesi dışında gelişen şartları öğreniriz.
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
et, süt, bez, tuz ve de yakacak
ve kitap ve kalem ve defter ve de açacak
artmayan tek şey aylığıydı kasım'ın
bu müziğin temposunun arttığı kısımlarda cem karaca'nın sosyal-ekonomik meselelere yönelik bakış ve yorumunu da görürüz. sadece geçim derdine değil, toplumsal sınıf farklarına da laf çakar karaca;
"safinaz'ın okuduğu kitaplar yazıyordu
bir doktorun işçiden şerefli olduğunu"
ardından müziğin temposu tekrardan düşer ve ikinci bölümün başındaki gitarı duyarız tekrardan. kasım bir kaç ay daha sıkar dişini fakat artık maaşı ve masrafları birbirini dengelemeyecek hale gelir. mecbur okuldan alır kızını, o da çalışmaya başlayacaktır.
"okul önlüklerini ağlayarak çıkardı
daha on dördünde fabrikaya başladı safinaz" sözleri ile ikinci bölüm biter ve üçüncü bölüme geçeriz. safinaz artık bir çocuk işçidir. genç kızdır.
müzik yeniden şekil değiştirir. mekan da değişmiştir. artık kapıcı dairesinin dışına, fabrikaya geçeriz. sokakları, toplumu tanımaya başlarız. müzikte bu değişime uygun bir şekilde başlar. ve bu bölümde safinaz'ın düşüncelerinin, karakterinin de değiştiğini görürüz. çünkü o genç bir kızdır ve dış etkenler, toplum onu değiştirecektir. harika bir karakter gelişimi vardır bu bölümde.
sözlere baktığımızda ise safinaz'ın da ilk bölümdeki babasına benzemeye başladığını görürüz. babası gibi erken kalkar, babası gibi aynı sokakları geçerek her gün aynı işin başına geçer. ama bir fark vardır. kasım sadece kendi ailesi ile ilgilenirken; safinaz artık dünyayı ve insanları tanımaya gözlemlemeye başlamıştır. kasım'ın ailesi dışındaki dünyası için herhangi bir söz yazmayan cem karaca üçüncü bölümde safinaz'ın dünyasını şöyle tasvir eder;
"kendi gibi insanlarla doldurup fabrikaları
kendi gibilerine satıyorlardı yaptıkları malları"
safinaz çalıştığı yerdeki insanları gözlemlemeye başlamıştır çünkü. beraber çalıştığı insanların kendisi gibi oluşunu keşfeder. malları sattıkları kişileri saf bir şekilde kendisi gibi sanır. ve şarkı cem karaca'nın dönemin çalışma şartlarına attığı taşlarla devam eder.
sendika yok, sigorta yok, iş güvenliği de yok! fakat safinaz at gibi çalışır. çalışma saatleri epey yüksektir, bunun yanında emeğinin karşılığını alamamaktadır. sonrasında safinaz'ın edindiği hobileri öğreniriz. hafta sonları sinemaya gider safinaz, foto roman okumayı sever, kuponlar keser. kendine küçük bir dünya kurar ama gittiği fabrika da sinema da onun dünyasını genişletecek ve değiştirecektir. şöyle ki; cem karaca bu bölümde safinaz için şöyle muazzam bir tespit yapar. günümüzde de halen karşılaştığımız bir tespit.
"safinaz hafta sonları sinemaya gidiyor
bekliyor filmlerdeki o zengin bey çocuğunu" burada safinaz'ın hayatından sıkılmaya başladığını görürüz. sinemanın etkisi ile bambaşka hayatlar yaşandığını görür, onlara özenir. o zamana kadar ailesi, okulu ve kapıcı dairesinin dışındaki dünyada yaşanan hayatlardan bihaber olan safinaz; sinemanın gücü ile değişmeye başlar. bu değişime fabrikadaki arkadaşları da katkı sağlar. safinaz onların davranışlarını görür, onlara da özenir.
kendinden büyük kızlar kuaföre gidiyorlar
hafta sonları boyalar sürüyorlar yüzlerine
pazartesileri localardan localardan söz ediyorlar
safinaz hiç anlamadan bakıyor yüzlerine
bu bölümde kasım ve asiye ile ilgili de çok küçük bir kaç done alırız. kasım artık iyice bıkmış, kader diyip işi şans oyunlarına bırakmıştır. anası asiye ise yaşlanmakta ve yorulmaya devam etmektedir. safinaz ise bu eve erkenden gelmek istememeye başlar. aylığından para biriktirip o da pudra alır, güzel kıyafetler alır. ve bir hafta sonu eve geç gelir. üçüncü bölümümüz de bu şekilde biter. üçüncü bölümün sonunda; safinaz'ın kendine aldığı şeyleri aldığı şeyleri anlatırken çalan müziğin, konuya uygunluğuna ayrıca bir dikkat etmenizi rica ederim.
dördüncü bölümde mekan ve karakterler tamamen değişir. hani sezon finali yapar ya diziler, en heyecanlı yerinde. cem karaca da safinaz'ın neden geç geldiğini hemen anlatmaz. yepyeni bir karakter sokar yeni sezonun ilk bölümünde diziye. jön niyazi. dördüncü bölümün ilk kısmında niyazi'yi tanırız. lise sondan terk, emekli bir babanın oğlu, dostları tarafından jön olarak tanınan niyazi. müzik tamamen değişmiş daha arabesk bir hava almıştır. jön niyazi birinci tekil şahısta kendini anlatmaya devam eder. lisede çok çakmıştır matematikten ama şimdi matematikten bulur yolunu. burada eğitim sistemine yine ufaktan bir giydirme vardır.
levazımcı babası fabrika patronunun dostuymuş, fabrikada muhasebeci olarak işe sokmuştur niyaziyi. niyazi işe girişini anlatırken şöyle muazzam ve ince bir detay katar cem karaca şarkıya;
peder sağolsun levazımcıydı
çok dostları vardı o zamanlarda
eskiden yağ tüccarıymış şimdiki patron. patron'un eskiden yağ tüccarı olması burada muazzam bir detay. hatırlayın 70'li yıllarda yağ sıkıntısı yaşanmaktaydı ve yağ, un gibi temel gıda malzemeleri karaborsaya düşmüştü. niyazi'nin patronu; şarkının geçtiği zamanlarda bir fabrikatör. fakat eskiden tüccar. buradan anlıyoruz ki patron karaborsacılık yaparak haksız kazançla o fabrikayı açmıştır. niyazi, safinaz, kasım gibiler ise sürünerek, mutsuz ve umutsuz şekilde sürdürürler hayatını.
dördüncü bölümün ikinci kısmına ise; niyazi'nin "ne biçim dünya bu, dinine yandığım. aç bi ufak daha kafamızı bulalım" sözleri ile geçeriz. anlarız ki niyazi bir meyhanede demlenmektedir. dördüncü bölümün ikinci kısmında ise niyazi sarhoş bir şekilde çevredeki abileri ile konuşur. bu sırada müzikle beraber arkadan çok profesyonel ses efektleri, dış sesler duyarız. kadeh sesleri, rakı doldurma sesi, diğer abilerin sesleri, radyodadan gelen haber anonslarının sesleri vs. kendinizi o meyhanede niyazi ile içiyomuş gibi hissedersiniz.
bu bölümde çevresine anlattıklarından doğru da safinaz'ın o hafta sonu eve neden geç geldiğini öğreniriz. jön niyazi ile buluşmuştur. aşkı tatmıştır. fakat niyazi için bu bir aşk değildir. niyazi övünerek bahseder. bu bölümün sözlerini tam olarak eklemek istiyorum.
ha onu diyordum abiler heh
adım niyazi, jön niyazi de derler dostlar sağolsun
bir yavru düştü geçenlerde fabrikaya
ooo böyle fıstık gibi bir yavru ama adı biraz faul
aysel değil canan değil ya, safinaz
hoş hepsi naz olsa ne yazar bize he he
geçenlerde karşılaştık iş çıkışında
çaktım beykozu dedim hani haftasonu anlarsın ya heh heh heh
bir kötü pudra sürmüş çıktı da geldi heh heh heh heh heh heh
(bkz: böyle fıstık gibi bi yavru fakat adı biraz faul)
(bkz: hoş hepsi naz olsa ne yazar bize heh heheh)
(bkz: beykoz çakmak)
meyhanedeki sesler yavaş yavaş azalır ve dördüncü bölümün sonuna geliriz. tamamen niyazi'ye ayrılan bu bölümden sonra mekanımız tekrar kapıcı dairesi olur. dördüncü bölüm aslında şarkının, şarkıda anlatılan hikayenin zirve noktasıdır. buradan sonra olaylar çözülmeye, sona yaklaşmaya başlarız. hani filmlerde dedektif ipuçlarını toplar toplar ve sonunda bir yere, kişiye yada bambaşka bir yere ulaşır ya. sonrasında olaylar çözüle çözüle bir anda filmin sonunda buluruz kendimizi. aha aynen öyle.
dediğim gibi beşinci bölümde zaman da mekan da değişir. bir ramazan ayında teravih namazı sonrası asiye ve kasım'ın sohbeti ile başlar beşinci bölüm. asiye'nin şarkıya, hikayeye en çok etki ettiği bölümdür burası.
gelince kasım usul usul dokandı
bu kızda bir haller var dedi asiye
kasım irkildi, n'ola dedi, n'olabilir ki?
asiye sustu başını önüne eğdi
sonra da fısıldar gibi konuştu asiye
dün gece sayıklıyordu, 'yapma niyazi'
buradan anlıyoruz ki safinaz ve niyazi bir süre daha görüşmüştür. hafta sonu gezmek dışında başka aktivitelere de başlamışlardır. bu aktiviteler niyazi'nin zoruyla olmuş olacak ki, safinaz uykusunda yapma diye yalvarır niyazi'ye. asiye ise bunun üzerine kızı ile konuşmak yerine babasına intikal ettirir konuyu. babası ise döver safinaz'ı. babası da sormaz kızım noldu diye. suçlu safinazdır. niyazi kim, ne yapmak istedi, seni zorladı mı diye sormaz ikisi de. yargısız infaz ile karar verilmiştir. söz hakkı yoktur kadının. ve bu dayak olayının anlatıldığı yerdeki müzik bizi yine o kapıcı odasında hissettirmek için yazılmıştır sanki. beşinci bölüm karaca'nın yazdığı şu sözler ile biter.
"hiç ağlamadı safinaz, öylece baktı babasına
o akşam, o akşam çıktı gitti ve bir daha eve hiç dönmedi"
bu sözlerden sonra giren müzikte oldukça epiktir. sonrasında son bölüm, altıncı bölüm başlar.
baba evinden çıkıp gitmek kurtuluş mu, kurtuluş mu?
düşündün mü bu yolun sonu düzlük mü ya yokuş mu?
varacağın en son nokta doğru mu yanlış mı?
nereye safinaz?
niyazi'den hayır ummak ilaçsız bir kele benzer
fabrikadaki yövmiyen söylesene neye yeter
bak duruyor hususiler, el ediyor cici beyler
nereye safinaz?
bu kısımda sanki cem karaca safinaz'a sorular sorar. nereye? diye. ama aslında bunlar safinaz'ın kendi kendine sorduğu sorulardır. nereye gidebilir ki? bu yolun sonu nereye çıkar ki? niyazi ona yardım eder mi? fabrikadaki yövmiye ile napabilir? dışarda hususi araçları ile gezen, onu kullanmak isteyen/el eden bir sürü cici beyler vardır. safinaz'ın artık güveni kalmamıştır. kendi kendine sorar. nereye safinaz? napacaksın? ne bok yiyeceksin? ailene, niyaziye, yövmiyene, kendine güvenin kalmadı. nereye?
final bölümünün ikinci kısmında ise cem karaca seslenir safinaz'a. alternatifleri anlatır.
genelevde sermayesin, patron alır kazancını
dostun kumarda kaybeder senden çıkarır hıncını
yıllar geçer sen çökersin, dilenirsin aç avcunu nereye
nereye safinaz?
bazen şansın yaver gider biri çıkar evlenirsin
bazen açarsın gözünü bir genelev işletirsin
söylesenize safinazlar bütün bunlar kurtuluş mu? kurtuluş nerede?
nerede safinaz?
ve şu can yakan soru ile bu harika şarkı sona erer.
on binlerce safinaz
kurtuluş nerede?
sonu açık biter, öğrenemeyiz safinaz'ın sonunu. yazar-senarist bizim yorumumuza bırakır sonunu. zaten böyle filmler, kitaplar, diziler hep daha iyi değil midir? bizi düşünmeye, hayal etmeye iter. kızarız ilk başta ama sonra düşündükçe, o eserin büyüsü-etkileyiciliği artar bizim için. bu şarkı da aynı böyle benim için.
türk müzik tarihinin söz, müzik, kurgu açısından en güzel şarkılarından biridir bu. şarkı adı altında bir roman okur, dizi ya da film izleriz aslında. bu eser; hayatın ta kendisidir. ekonomik sıkıntı, geleceğe karşı umutsuzluk, insan ilişkilerindeki yozlaşma, sınıf farkı, fırsat eşitsizliği, yolsuzluk-karaborsacılık, eğitimdeki çarpıklaşma, genç kızların hayalini sadece zengin bey çocuklarına indirgeyen sinemaya/eğitime/topluma eleştiri, aile-çocuk ilişkileri, toplumdaki ahlak anlayışı vs o kadar çok noktaya parmak basar, o kadar çok düşündürür ki insanı. of bee. çok büyük adamsın cem karaca çoook.
şarkıdan bahsetmek gerekirse;
cem karaca bu şarkıda, şehirde zor şartlarda yaşayan çekirdek bir ailenin kızı safinaz'ın hikayesini anlatır. şarkıdaki kahramanlar;
safinaz
safinaz'ın babası kapıcı kasım
safinaz'ın annesi asiye ve
jön niyazi.
şarkı çeşitli bölümlerden oluşur. aynı bir roman gibi, dizi ya da sinema filmi gibi. fakat bu bölüm değişimlerinde sadece sözler değil; müzik, karakterler, mekanlar da değişir. kurgusu çok sağlam ve çok güzeldir bu şarkının. ve uyarayım epey uzun bir entry olacak, şarkıyı açıp okuyunuz. hazırsanız başlayalım.
şarkının ilk bölümünde genel olarak safinaz'ın baba ve annesinin yaşamını, iç dünyalarını görürüz. günlük rutinleri, çalıştıkları işler ve hayata bakışları. bu ailenin hayata bakışını en güzel özetleyen cümle şudur;
"yeni bir gün diye düşünmedi ki, değişik ne olacaktı ki?"
bu cümle sadece kapıcı kasım ve ailesinin hikayesini özetleyen bir cümle değil aslında. şarkının yazıldığı yıllarda da günümüzde de geçim sıkıntısı çeken, hayatı aynı monotonlukta yaşayan milyonların kafasından geçen, geçmese de onlara uyarlanabilen bir cümle. başımıza majör bir olay gelmedikçe (vefat, hastalık, deprem, savaş veya okul bitmesi, iş değiştirme, taşınma vs gibi) hep aynı şeyleri yaşamıyor muyuz hakikaten? okula/işe git gel. kendine üç dört saat vakit ayırdığını san, uyu hoop tekrar aynısı. çıkabilirsen senede bir-iki hafta tatile ya da memlekete git. bitti gitti. ülkemiz insanının %80-90'ı bu şekilde malesef. iş değiştirdin diyelim, başka bir patrona aynı şekilde para kazandır, sigorta için-izin için sürün dur. ya da tatile gücün yettiği kadarıyla belli lokasyonlara git, gel. dönünce de gittiğine lanet et. heeey gidi heey. neyse şarkıya dönelim. ikinci bölüm safinaz'ın büyüyüp okula gidişiyle devam eder. müzik ve ritm değişir. harika bir gitar ile başlarız ikinci bölüme. şarkı biraz kasvetlenir sanki. üflemeliler biraz daha geriden gelir.
ikinci bölümün ilk paragrafında zaman değişir. safinaz orta ikiye başlar ve sınıflarını geçer başarı ile. kasım'ı bu bölümde kızıyla gurur duyan, okuması için her şeyi yapan, kızının kendisi gibi olmaması için çabalayan bir karakterde olduğunu görürüz. ilk bölümde hayattan bıkkın yorgun kasım'a safinaz'ın başarısı, okulu hayat verir.
yeni günden umutsuz, "değişik ne olacaktı ki" diye soran kasım; "okusun tek, taş çekerim sırtımda" diye bağlanır hayata ve işine. fakat müziğin ritmi bir anda artar ve safinaz'ın ailesi dışında gelişen şartları öğreniriz.
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
et, süt, bez, tuz ve de yakacak
ve kitap ve kalem ve defter ve de açacak
artmayan tek şey aylığıydı kasım'ın
bu müziğin temposunun arttığı kısımlarda cem karaca'nın sosyal-ekonomik meselelere yönelik bakış ve yorumunu da görürüz. sadece geçim derdine değil, toplumsal sınıf farklarına da laf çakar karaca;
"safinaz'ın okuduğu kitaplar yazıyordu
bir doktorun işçiden şerefli olduğunu"
ardından müziğin temposu tekrardan düşer ve ikinci bölümün başındaki gitarı duyarız tekrardan. kasım bir kaç ay daha sıkar dişini fakat artık maaşı ve masrafları birbirini dengelemeyecek hale gelir. mecbur okuldan alır kızını, o da çalışmaya başlayacaktır.
"okul önlüklerini ağlayarak çıkardı
daha on dördünde fabrikaya başladı safinaz" sözleri ile ikinci bölüm biter ve üçüncü bölüme geçeriz. safinaz artık bir çocuk işçidir. genç kızdır.
müzik yeniden şekil değiştirir. mekan da değişmiştir. artık kapıcı dairesinin dışına, fabrikaya geçeriz. sokakları, toplumu tanımaya başlarız. müzikte bu değişime uygun bir şekilde başlar. ve bu bölümde safinaz'ın düşüncelerinin, karakterinin de değiştiğini görürüz. çünkü o genç bir kızdır ve dış etkenler, toplum onu değiştirecektir. harika bir karakter gelişimi vardır bu bölümde.
sözlere baktığımızda ise safinaz'ın da ilk bölümdeki babasına benzemeye başladığını görürüz. babası gibi erken kalkar, babası gibi aynı sokakları geçerek her gün aynı işin başına geçer. ama bir fark vardır. kasım sadece kendi ailesi ile ilgilenirken; safinaz artık dünyayı ve insanları tanımaya gözlemlemeye başlamıştır. kasım'ın ailesi dışındaki dünyası için herhangi bir söz yazmayan cem karaca üçüncü bölümde safinaz'ın dünyasını şöyle tasvir eder;
"kendi gibi insanlarla doldurup fabrikaları
kendi gibilerine satıyorlardı yaptıkları malları"
safinaz çalıştığı yerdeki insanları gözlemlemeye başlamıştır çünkü. beraber çalıştığı insanların kendisi gibi oluşunu keşfeder. malları sattıkları kişileri saf bir şekilde kendisi gibi sanır. ve şarkı cem karaca'nın dönemin çalışma şartlarına attığı taşlarla devam eder.
sendika yok, sigorta yok, iş güvenliği de yok! fakat safinaz at gibi çalışır. çalışma saatleri epey yüksektir, bunun yanında emeğinin karşılığını alamamaktadır. sonrasında safinaz'ın edindiği hobileri öğreniriz. hafta sonları sinemaya gider safinaz, foto roman okumayı sever, kuponlar keser. kendine küçük bir dünya kurar ama gittiği fabrika da sinema da onun dünyasını genişletecek ve değiştirecektir. şöyle ki; cem karaca bu bölümde safinaz için şöyle muazzam bir tespit yapar. günümüzde de halen karşılaştığımız bir tespit.
"safinaz hafta sonları sinemaya gidiyor
bekliyor filmlerdeki o zengin bey çocuğunu" burada safinaz'ın hayatından sıkılmaya başladığını görürüz. sinemanın etkisi ile bambaşka hayatlar yaşandığını görür, onlara özenir. o zamana kadar ailesi, okulu ve kapıcı dairesinin dışındaki dünyada yaşanan hayatlardan bihaber olan safinaz; sinemanın gücü ile değişmeye başlar. bu değişime fabrikadaki arkadaşları da katkı sağlar. safinaz onların davranışlarını görür, onlara da özenir.
kendinden büyük kızlar kuaföre gidiyorlar
hafta sonları boyalar sürüyorlar yüzlerine
pazartesileri localardan localardan söz ediyorlar
safinaz hiç anlamadan bakıyor yüzlerine
bu bölümde kasım ve asiye ile ilgili de çok küçük bir kaç done alırız. kasım artık iyice bıkmış, kader diyip işi şans oyunlarına bırakmıştır. anası asiye ise yaşlanmakta ve yorulmaya devam etmektedir. safinaz ise bu eve erkenden gelmek istememeye başlar. aylığından para biriktirip o da pudra alır, güzel kıyafetler alır. ve bir hafta sonu eve geç gelir. üçüncü bölümümüz de bu şekilde biter. üçüncü bölümün sonunda; safinaz'ın kendine aldığı şeyleri aldığı şeyleri anlatırken çalan müziğin, konuya uygunluğuna ayrıca bir dikkat etmenizi rica ederim.
dördüncü bölümde mekan ve karakterler tamamen değişir. hani sezon finali yapar ya diziler, en heyecanlı yerinde. cem karaca da safinaz'ın neden geç geldiğini hemen anlatmaz. yepyeni bir karakter sokar yeni sezonun ilk bölümünde diziye. jön niyazi. dördüncü bölümün ilk kısmında niyazi'yi tanırız. lise sondan terk, emekli bir babanın oğlu, dostları tarafından jön olarak tanınan niyazi. müzik tamamen değişmiş daha arabesk bir hava almıştır. jön niyazi birinci tekil şahısta kendini anlatmaya devam eder. lisede çok çakmıştır matematikten ama şimdi matematikten bulur yolunu. burada eğitim sistemine yine ufaktan bir giydirme vardır.
levazımcı babası fabrika patronunun dostuymuş, fabrikada muhasebeci olarak işe sokmuştur niyaziyi. niyazi işe girişini anlatırken şöyle muazzam ve ince bir detay katar cem karaca şarkıya;
peder sağolsun levazımcıydı
çok dostları vardı o zamanlarda
eskiden yağ tüccarıymış şimdiki patron. patron'un eskiden yağ tüccarı olması burada muazzam bir detay. hatırlayın 70'li yıllarda yağ sıkıntısı yaşanmaktaydı ve yağ, un gibi temel gıda malzemeleri karaborsaya düşmüştü. niyazi'nin patronu; şarkının geçtiği zamanlarda bir fabrikatör. fakat eskiden tüccar. buradan anlıyoruz ki patron karaborsacılık yaparak haksız kazançla o fabrikayı açmıştır. niyazi, safinaz, kasım gibiler ise sürünerek, mutsuz ve umutsuz şekilde sürdürürler hayatını.
dördüncü bölümün ikinci kısmına ise; niyazi'nin "ne biçim dünya bu, dinine yandığım. aç bi ufak daha kafamızı bulalım" sözleri ile geçeriz. anlarız ki niyazi bir meyhanede demlenmektedir. dördüncü bölümün ikinci kısmında ise niyazi sarhoş bir şekilde çevredeki abileri ile konuşur. bu sırada müzikle beraber arkadan çok profesyonel ses efektleri, dış sesler duyarız. kadeh sesleri, rakı doldurma sesi, diğer abilerin sesleri, radyodadan gelen haber anonslarının sesleri vs. kendinizi o meyhanede niyazi ile içiyomuş gibi hissedersiniz.
bu bölümde çevresine anlattıklarından doğru da safinaz'ın o hafta sonu eve neden geç geldiğini öğreniriz. jön niyazi ile buluşmuştur. aşkı tatmıştır. fakat niyazi için bu bir aşk değildir. niyazi övünerek bahseder. bu bölümün sözlerini tam olarak eklemek istiyorum.
ha onu diyordum abiler heh
adım niyazi, jön niyazi de derler dostlar sağolsun
bir yavru düştü geçenlerde fabrikaya
ooo böyle fıstık gibi bir yavru ama adı biraz faul
aysel değil canan değil ya, safinaz
hoş hepsi naz olsa ne yazar bize he he
geçenlerde karşılaştık iş çıkışında
çaktım beykozu dedim hani haftasonu anlarsın ya heh heh heh
bir kötü pudra sürmüş çıktı da geldi heh heh heh heh heh heh
(bkz: böyle fıstık gibi bi yavru fakat adı biraz faul)
(bkz: hoş hepsi naz olsa ne yazar bize heh heheh)
(bkz: beykoz çakmak)
meyhanedeki sesler yavaş yavaş azalır ve dördüncü bölümün sonuna geliriz. tamamen niyazi'ye ayrılan bu bölümden sonra mekanımız tekrar kapıcı dairesi olur. dördüncü bölüm aslında şarkının, şarkıda anlatılan hikayenin zirve noktasıdır. buradan sonra olaylar çözülmeye, sona yaklaşmaya başlarız. hani filmlerde dedektif ipuçlarını toplar toplar ve sonunda bir yere, kişiye yada bambaşka bir yere ulaşır ya. sonrasında olaylar çözüle çözüle bir anda filmin sonunda buluruz kendimizi. aha aynen öyle.
dediğim gibi beşinci bölümde zaman da mekan da değişir. bir ramazan ayında teravih namazı sonrası asiye ve kasım'ın sohbeti ile başlar beşinci bölüm. asiye'nin şarkıya, hikayeye en çok etki ettiği bölümdür burası.
gelince kasım usul usul dokandı
bu kızda bir haller var dedi asiye
kasım irkildi, n'ola dedi, n'olabilir ki?
asiye sustu başını önüne eğdi
sonra da fısıldar gibi konuştu asiye
dün gece sayıklıyordu, 'yapma niyazi'
buradan anlıyoruz ki safinaz ve niyazi bir süre daha görüşmüştür. hafta sonu gezmek dışında başka aktivitelere de başlamışlardır. bu aktiviteler niyazi'nin zoruyla olmuş olacak ki, safinaz uykusunda yapma diye yalvarır niyazi'ye. asiye ise bunun üzerine kızı ile konuşmak yerine babasına intikal ettirir konuyu. babası ise döver safinaz'ı. babası da sormaz kızım noldu diye. suçlu safinazdır. niyazi kim, ne yapmak istedi, seni zorladı mı diye sormaz ikisi de. yargısız infaz ile karar verilmiştir. söz hakkı yoktur kadının. ve bu dayak olayının anlatıldığı yerdeki müzik bizi yine o kapıcı odasında hissettirmek için yazılmıştır sanki. beşinci bölüm karaca'nın yazdığı şu sözler ile biter.
"hiç ağlamadı safinaz, öylece baktı babasına
o akşam, o akşam çıktı gitti ve bir daha eve hiç dönmedi"
bu sözlerden sonra giren müzikte oldukça epiktir. sonrasında son bölüm, altıncı bölüm başlar.
baba evinden çıkıp gitmek kurtuluş mu, kurtuluş mu?
düşündün mü bu yolun sonu düzlük mü ya yokuş mu?
varacağın en son nokta doğru mu yanlış mı?
nereye safinaz?
niyazi'den hayır ummak ilaçsız bir kele benzer
fabrikadaki yövmiyen söylesene neye yeter
bak duruyor hususiler, el ediyor cici beyler
nereye safinaz?
bu kısımda sanki cem karaca safinaz'a sorular sorar. nereye? diye. ama aslında bunlar safinaz'ın kendi kendine sorduğu sorulardır. nereye gidebilir ki? bu yolun sonu nereye çıkar ki? niyazi ona yardım eder mi? fabrikadaki yövmiye ile napabilir? dışarda hususi araçları ile gezen, onu kullanmak isteyen/el eden bir sürü cici beyler vardır. safinaz'ın artık güveni kalmamıştır. kendi kendine sorar. nereye safinaz? napacaksın? ne bok yiyeceksin? ailene, niyaziye, yövmiyene, kendine güvenin kalmadı. nereye?
final bölümünün ikinci kısmında ise cem karaca seslenir safinaz'a. alternatifleri anlatır.
genelevde sermayesin, patron alır kazancını
dostun kumarda kaybeder senden çıkarır hıncını
yıllar geçer sen çökersin, dilenirsin aç avcunu nereye
nereye safinaz?
bazen şansın yaver gider biri çıkar evlenirsin
bazen açarsın gözünü bir genelev işletirsin
söylesenize safinazlar bütün bunlar kurtuluş mu? kurtuluş nerede?
nerede safinaz?
ve şu can yakan soru ile bu harika şarkı sona erer.
on binlerce safinaz
kurtuluş nerede?
sonu açık biter, öğrenemeyiz safinaz'ın sonunu. yazar-senarist bizim yorumumuza bırakır sonunu. zaten böyle filmler, kitaplar, diziler hep daha iyi değil midir? bizi düşünmeye, hayal etmeye iter. kızarız ilk başta ama sonra düşündükçe, o eserin büyüsü-etkileyiciliği artar bizim için. bu şarkı da aynı böyle benim için.
türk müzik tarihinin söz, müzik, kurgu açısından en güzel şarkılarından biridir bu. şarkı adı altında bir roman okur, dizi ya da film izleriz aslında. bu eser; hayatın ta kendisidir. ekonomik sıkıntı, geleceğe karşı umutsuzluk, insan ilişkilerindeki yozlaşma, sınıf farkı, fırsat eşitsizliği, yolsuzluk-karaborsacılık, eğitimdeki çarpıklaşma, genç kızların hayalini sadece zengin bey çocuklarına indirgeyen sinemaya/eğitime/topluma eleştiri, aile-çocuk ilişkileri, toplumdaki ahlak anlayışı vs o kadar çok noktaya parmak basar, o kadar çok düşündürür ki insanı. of bee. çok büyük adamsın cem karaca çoook.
devamını gör...
gül ki sevgilim
sözü ve bestesi oğuzhan koç'a ait şarkıdır. hayır hayır, şarkı nirvanasını ferhat göçer'le yaşamamıştır. tamam kabul, birazcık yaşamıştır. ama şimdi anlatacağım şeyle bana hak vereceksiniz: asıl okullarda meşhur olmuştur bu şarkı. bi hatırlayın, her sınıfta şu şarkıyı bağıra bağıra söyleyen, en az bir kişi mutlaka vardır. ve bir depresif aşık ve sevildiğinden habersizmişcesine ortamda hayatına devam eden girl kişisi... valla bi dönün geçmişe, kusturana kadar dinleyip, söylemediler mi bu şarkıyı?..
...
şarkının benle alakalı kısmına gelince: bu sabah, bu şarkıyla uyandım. evet; bir zamanlar kusacak hale geldiğim bu şarkıyla..
hiç bilemezsiniz şimdi, gitarının tellerini kopardığım arkadaşımın, saatlerce bu şarkıyı söylemesini ne çok isterdim.* bir başka arkadaşımın gelip benle deli gibi galatasaray fenerbahçe kapışması yapmasını. okulun bahçesinden koparılmış çağlaları yahu acaba helal mi haram mı diye diye bitirmeyi...
ama arka fonda hep bu şarkı.
ağaca çıkabilir misin hincime koşşş...
çıkarım, seni de ordan aşağı atarım.
en sevdiğim ağaç söğüt biliyor musun?
aniden değişiveren konular, kaygılar, telaşlar aşklar ve bitip tükenmeden bu şarkı...
her neyse bu sabah bu şarkıyla uyandım. ve geçmişi yad ettim. tam da geçmişi yad etmelik bi versiyon yapmışlar zaten şu coverla* :
bu sabah yerini kimler almış,
diye düşündüm kalktığımda.
hiçbiri seni, hiçbiri beni,
hiçbiri bizi anlamamış.
bu sabah telefonu hiç açmadım,
çaldı durdu aldırmadım.
hiç bir şey seni, seni düşünmemi,
engellemez ben anladım bu sabah.
gül ki sevgilim, gül ki gözlerin,
solmasın sakın aşk çiçeğim.
gel biraz bana, gel biraz daha
arşa çıksın nağmelerin.
bu sabah adını boş kağıtlara,
yazdım astım duvarlara.
ben bir tek seni eski günleri,
özledim canım anlasana...
bu sabah yatağın boş kısmını,
resimlerinle süsledim.
gördün halimi anla derdimi,
ne olur dön çok özledim bu sabah.
gül ki sevgilim, gül ki gözlerin,
solmasın sakın aşk çiçeğim.
gel biraz bana, gel biraz daha
arşa çıksın nağmelerin, bu sabah.
...
şarkının benle alakalı kısmına gelince: bu sabah, bu şarkıyla uyandım. evet; bir zamanlar kusacak hale geldiğim bu şarkıyla..
hiç bilemezsiniz şimdi, gitarının tellerini kopardığım arkadaşımın, saatlerce bu şarkıyı söylemesini ne çok isterdim.* bir başka arkadaşımın gelip benle deli gibi galatasaray fenerbahçe kapışması yapmasını. okulun bahçesinden koparılmış çağlaları yahu acaba helal mi haram mı diye diye bitirmeyi...
ama arka fonda hep bu şarkı.
ağaca çıkabilir misin hincime koşşş...
çıkarım, seni de ordan aşağı atarım.
en sevdiğim ağaç söğüt biliyor musun?
aniden değişiveren konular, kaygılar, telaşlar aşklar ve bitip tükenmeden bu şarkı...
her neyse bu sabah bu şarkıyla uyandım. ve geçmişi yad ettim. tam da geçmişi yad etmelik bi versiyon yapmışlar zaten şu coverla* :
bu sabah yerini kimler almış,
diye düşündüm kalktığımda.
hiçbiri seni, hiçbiri beni,
hiçbiri bizi anlamamış.
bu sabah telefonu hiç açmadım,
çaldı durdu aldırmadım.
hiç bir şey seni, seni düşünmemi,
engellemez ben anladım bu sabah.
gül ki sevgilim, gül ki gözlerin,
solmasın sakın aşk çiçeğim.
gel biraz bana, gel biraz daha
arşa çıksın nağmelerin.
bu sabah adını boş kağıtlara,
yazdım astım duvarlara.
ben bir tek seni eski günleri,
özledim canım anlasana...
bu sabah yatağın boş kısmını,
resimlerinle süsledim.
gördün halimi anla derdimi,
ne olur dön çok özledim bu sabah.
gül ki sevgilim, gül ki gözlerin,
solmasın sakın aşk çiçeğim.
gel biraz bana, gel biraz daha
arşa çıksın nağmelerin, bu sabah.
devamını gör...
yazarlar şu an ışınlanacak olsa ışınlanacakları yer
öyle bir an olurdu ki ışınlandığım, etrafta başka bir kara parçasını göremediğim bir tepedeyken ben, güneş çoktan batmış ama ufukta hafif bir kızıllık var olurdu. gökte yıldırlar belirse de denizin maviliği hala seçilebiliyorken, ağaçların ferah kokusu ve akşam serinliği içimdeki olanca gamı kederi temizleyip çok uzaklara götürmüş olurdu. üzerimde etekleri uçuşan basit bir elbise, öylece manzarayı izlerdim önce dakikalarca. ufukta gördüğüm o kızıllık yerini koyu bir maviliğe bıraktığında, uzaklardan bir yerden canlı bir müzik sesi duyardım. akordeon, gitar, ara ara da kıvrak bir keman sesi bana "haydi gel, kuruldu masalar" derdi. kolumdaki şalı omzuma atıp toprak yolda müziğin ahenginde yürürdüm masaların üzerine asılı renkli lambaları görene dek. sonra da kalabalık bir masanın ucuna, sanki kırk yıldır tanıdığım insanlar oturuyormuş gibi ilişir eğlenmeye başlardım gecenin behrine dek.
devamını gör...
normal sözlük’ün arkasındaki güç
bugünkü resim ekleme özelliğinin gelmesi ile sorgulamaya başladığım durum. bu sözlük bu kadar kısa sürede bir iki kişinin yapabileceği çapta bir proje değil. yani hiç reklamsız sunucu ücretlerini dahi karşılamak imkansıza yakın bir şey. kaldı ki resim ekleme özelliği de sunucu ücretini arttıracaktır. şahsen sözlüğün arkasında bir kuruluşun olduğunu düşünüyorum. ya da finanse eden zengin birileri var. tabi nasıl bir beklentiyle finanse ediliyor bilemiyorum ama var bir şeyler.
not: evet büyük resim kursuna gittim.
not: evet büyük resim kursuna gittim.
devamını gör...
savcı ile polisin kimlik sorma davası
sidik yarışı.
zamanında denetlemeye gelen memurlara kimlik sorduğum için 19bin lira ceza yemiştim, ister inanın ister inanmayın ve itiraz için gitigim devlet dairesinde görüştüğüm amire cezanın nedenini sorduğumda, adam cevabı biz aslında bu maddeler için ceza yazma yiz,ama gelen arkadaşlar yazmış. yani keyfi ceza hiç bir eksiğim yoktu ve eksik yazdıkları onların önünde yapılmıştı süre bile istenmedi.
"yani bu ülkede her hangi bir memura kimlik sorduğunuzda, küfür etkisi yapıyor"
ben işveren değilim cezayı işveren ödedi ama ben kendimi suçlu his ettim.
zamanında denetlemeye gelen memurlara kimlik sorduğum için 19bin lira ceza yemiştim, ister inanın ister inanmayın ve itiraz için gitigim devlet dairesinde görüştüğüm amire cezanın nedenini sorduğumda, adam cevabı biz aslında bu maddeler için ceza yazma yiz,ama gelen arkadaşlar yazmış. yani keyfi ceza hiç bir eksiğim yoktu ve eksik yazdıkları onların önünde yapılmıştı süre bile istenmedi.
"yani bu ülkede her hangi bir memura kimlik sorduğunuzda, küfür etkisi yapıyor"
ben işveren değilim cezayı işveren ödedi ama ben kendimi suçlu his ettim.
devamını gör...

