geceye bir 90'lar şarkısı bırak
izel-eyvallah.
devamını gör...
eyluling
eylüling'in gerçek doğum günü ekim'de arkadaşlar. sözlük mahlası alırken ''ekim'' erkek ismi gibi durur diye ''eylüling'' mahlasını almıştır.
devamını gör...
kullanıcı adın bir cevap olsaydı sorusu ne olurdu sorunsalı
sen kimsin.
devamını gör...
1 takipçili yazarı ciddiye almak
(bkz: linç arsızı olmak)
devamını gör...
atatürk'ün en sevilen sözü
geldikleri gibi giderler
devamını gör...
cahile laf anlatmak
beyin kanseri ile sonuçlanması muhtemel olan saçma sapan bir eylemdir.
halihazırda laftan anlayabilecek kapasitesi olan bir insan cahil olmaz.
sorunun biyolojik olduğunu düşünmekteyim.
halihazırda laftan anlayabilecek kapasitesi olan bir insan cahil olmaz.
sorunun biyolojik olduğunu düşünmekteyim.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
tuhaf zaman
sanrılar içindeyim
sayıklıyorum
hepsi bu
dertlerim devleşir
herkes sessiz
sen herkesleşirsin
gözümde bir damla yaş kalmaz
ıskalamamak için hayattan
alacaklıyım
hepsi bu
geceye bırakırım
yıllanmış hüzünlerimi
dert etmeler başlar
can çekişir cümlelerim
çığlık çığlığa
fakat dinleyenler duymaz
kaç zamanı öldürdüm bilmem
hecelerimde gizli saklı vurgular
ruhsuz tutkularla kaplanmış her yanım
bir boşluk açar
ne yana saklasam yaralarımı
günyüzündeler
sere serpe hezeyanlarım
sayıklamaya başlar...
sanrılar içindeyim
sayıklıyorum
hepsi bu
dertlerim devleşir
herkes sessiz
sen herkesleşirsin
gözümde bir damla yaş kalmaz
ıskalamamak için hayattan
alacaklıyım
hepsi bu
geceye bırakırım
yıllanmış hüzünlerimi
dert etmeler başlar
can çekişir cümlelerim
çığlık çığlığa
fakat dinleyenler duymaz
kaç zamanı öldürdüm bilmem
hecelerimde gizli saklı vurgular
ruhsuz tutkularla kaplanmış her yanım
bir boşluk açar
ne yana saklasam yaralarımı
günyüzündeler
sere serpe hezeyanlarım
sayıklamaya başlar...
devamını gör...
köy denilince akla gelenler
çıkmaz sokaklar gelir aklıma,
her sokakta kapısının önü kadınlar kahvesi olmuş kapısı açık bir ev,
mahalleden göç etmiş kimsenin artık uğramadığı yıkık dökük evler,
çarşıda bir atatürk heykeli,
her hafta kurulan bir pazar,
müsaitmisiniz diye aramadan çalınan kapılar,
sabah erkenden gelenlerin içtiği köy kahvesindeki süt,yanık yoğurttan ayran,
bağlar gelir aklıma,bağ evleriyle,çocuk sesleriyle şenlenen,
bayramlar gelir aklıma 3-4 ailenin aynı anda ziyaret ettiği,bayramlaştığı,şakalaştığı,
yaşlılar gelir aklıma hepimizi birleştiren,ton ton,sevgi dolu...
her sokakta kapısının önü kadınlar kahvesi olmuş kapısı açık bir ev,
mahalleden göç etmiş kimsenin artık uğramadığı yıkık dökük evler,
çarşıda bir atatürk heykeli,
her hafta kurulan bir pazar,
müsaitmisiniz diye aramadan çalınan kapılar,
sabah erkenden gelenlerin içtiği köy kahvesindeki süt,yanık yoğurttan ayran,
bağlar gelir aklıma,bağ evleriyle,çocuk sesleriyle şenlenen,
bayramlar gelir aklıma 3-4 ailenin aynı anda ziyaret ettiği,bayramlaştığı,şakalaştığı,
yaşlılar gelir aklıma hepimizi birleştiren,ton ton,sevgi dolu...
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu
tanımlarını severek okuduğum, karikatürsever bir yazar. sözlüğün kalitesini arttıran yazarlardan.*
devamını gör...
okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
sözlerde saklı bir büyü vardır. söz, bir insanın bir başkasını etkilemede başvurduğu en önemli çare, söylendiği kimsede ruhsal değişikliklere yol açma bakımından eşi bulunmaz bir araçtır.
sigmund freud - psikanaliz üzerine
sigmund freud - psikanaliz üzerine
devamını gör...
ne salak salak başlıklar bunlar ya
başlığı açan ozan güven mi?
devamını gör...
bir idam mahkumunun son günü
kafa sözlük kitap kulübü sayesinde okuma fırsatı bulduğum victor hugo kitabı. 1829 senesinde yayınlanmış bu kitap romantizm akımının etkisinde yazılmış ve bu akımın iki önemli unsurları olan ölüm ve din konuları işlenmiştir.
konu olarak, adından da anlaşılacağı üzere bir idam mahkumunun son günlerinde düşündükleri, yaşadıkları, pişmanlıkları ve anıları işlenmiş. kitap hugo’nun 1932 senesinde yazdığı önsöz ile başlıyor. bu önsöz’de genel hatlarla hugo’nun idam hakkındaki düşüncelerini, dönemin siyasi gereksinim ve oluşumlarını, sınıfsal yapıları ve halkın genel durumunu okuyoruz.
şunu belirteyim, hugo bu önsöz’de idama komple karşı çıkmamıştır. yine de uygulanma tarzını ve uygulayıcıların genel etik anlayışını fazlaca eleştirmiştir. bu eleştirinin en öncül ve simgesel hedefi ise giyotin olmuştur.
önsöz’den sonraki kısımda ise kitap hakkında tartışan, dönemin asillerinin kendi aralarında geçen bir konuşmaya şahit oluyoruz. bu konuşmalar bize, kitap ilk yayınlandığında yüksek çevrelerde bıraktığı etkiyi anlatmakta.
genel anlamda baya olumsuz eleştirilerdir aynı zamanda. kimisi adını bile duymaktan iğrenirken, kimileri okuyup yarım bıraktıklarını söylüyor. çok az kısmı ise sonuna kadar okuduğunu ve topluma karşı işlenmiş bir suç olduğunu belirtiyor.
sonrasında kitap başlıyor ve son anlarına kadar bir idam mahkumunun hayatını kısaca okuyoruz. bu mahkuma ait çok şey bilinmiyor maalesef. tek bildiğimiz, birini öldürdüğü, bir ailesi olduğu ve idama mahkum edildiği.
kitap ile ilgili düşüncelerime gelecek olursam, ben bu kitapta idam karşıtlığından öte otoriteye bir başkaldırı gördüm. yöneticiler için düşük kesimdekilerin pek bir anlam ifade etmediğini, ve yine bu yöneticilerin ağzından çıkan bir lafla bu zavallıları idama sürükleyebildikleri ve yine başka bir lafla o giyotin’den kurtarabildikleri, tabiri caise oyuncaklaşmış bir halk gördüm. yazarın bize bu gerçekleri, kolayca empati kurabileceğimiz bir idam mahkumunun ağzıyla anlatmasını ise çok mantıklı buldum. ve yine bu empatinin kolayca kurulabilmesi adına, bu mahkumun suçluluk veya suçsuzluğuna değinilmemesini de akıllıca bir hareket olarak aldım.
yazar bize diyor ki; haklılık veya haksızlık kavramlarını bir kenara bırakarak, idam gibi önemli kararların kimler tarafından ne şartlarda alındığına bakın ve yine kimler tarafından bu kararların göz ardı edilebildiğini görün.
bir diğer ironik unsur ise; kitabın yayınlandığı sene(1828) ile giyotin cezasının son kez uygulandığı sene(1977) arasındaki zaman farkıdır. sanki hiç kimsenin umrunda olmamış. yahut olmuş da elden bişey gelmemiş.
son olarak, kitabı beğendim ben. türünün sıkı takipçisi olmadığım halde çok kısa zamanda sıkılmadan bitirdim. okunması gereken bir kitap bence.
konu olarak, adından da anlaşılacağı üzere bir idam mahkumunun son günlerinde düşündükleri, yaşadıkları, pişmanlıkları ve anıları işlenmiş. kitap hugo’nun 1932 senesinde yazdığı önsöz ile başlıyor. bu önsöz’de genel hatlarla hugo’nun idam hakkındaki düşüncelerini, dönemin siyasi gereksinim ve oluşumlarını, sınıfsal yapıları ve halkın genel durumunu okuyoruz.
şunu belirteyim, hugo bu önsöz’de idama komple karşı çıkmamıştır. yine de uygulanma tarzını ve uygulayıcıların genel etik anlayışını fazlaca eleştirmiştir. bu eleştirinin en öncül ve simgesel hedefi ise giyotin olmuştur.
önsöz’den sonraki kısımda ise kitap hakkında tartışan, dönemin asillerinin kendi aralarında geçen bir konuşmaya şahit oluyoruz. bu konuşmalar bize, kitap ilk yayınlandığında yüksek çevrelerde bıraktığı etkiyi anlatmakta.
genel anlamda baya olumsuz eleştirilerdir aynı zamanda. kimisi adını bile duymaktan iğrenirken, kimileri okuyup yarım bıraktıklarını söylüyor. çok az kısmı ise sonuna kadar okuduğunu ve topluma karşı işlenmiş bir suç olduğunu belirtiyor.
sonrasında kitap başlıyor ve son anlarına kadar bir idam mahkumunun hayatını kısaca okuyoruz. bu mahkuma ait çok şey bilinmiyor maalesef. tek bildiğimiz, birini öldürdüğü, bir ailesi olduğu ve idama mahkum edildiği.
kitap ile ilgili düşüncelerime gelecek olursam, ben bu kitapta idam karşıtlığından öte otoriteye bir başkaldırı gördüm. yöneticiler için düşük kesimdekilerin pek bir anlam ifade etmediğini, ve yine bu yöneticilerin ağzından çıkan bir lafla bu zavallıları idama sürükleyebildikleri ve yine başka bir lafla o giyotin’den kurtarabildikleri, tabiri caise oyuncaklaşmış bir halk gördüm. yazarın bize bu gerçekleri, kolayca empati kurabileceğimiz bir idam mahkumunun ağzıyla anlatmasını ise çok mantıklı buldum. ve yine bu empatinin kolayca kurulabilmesi adına, bu mahkumun suçluluk veya suçsuzluğuna değinilmemesini de akıllıca bir hareket olarak aldım.
yazar bize diyor ki; haklılık veya haksızlık kavramlarını bir kenara bırakarak, idam gibi önemli kararların kimler tarafından ne şartlarda alındığına bakın ve yine kimler tarafından bu kararların göz ardı edilebildiğini görün.
bir diğer ironik unsur ise; kitabın yayınlandığı sene(1828) ile giyotin cezasının son kez uygulandığı sene(1977) arasındaki zaman farkıdır. sanki hiç kimsenin umrunda olmamış. yahut olmuş da elden bişey gelmemiş.
son olarak, kitabı beğendim ben. türünün sıkı takipçisi olmadığım halde çok kısa zamanda sıkılmadan bitirdim. okunması gereken bir kitap bence.
devamını gör...
fransa'da gençlere kültür harcamaları için 300 euro ödenmesi
ülkemizde neden böyle şeylerin olmadığını sorguladım biraz ama cevabı için çok düşünmeme gerek kalmadı. moralimi bozan haber.
devamını gör...
türkiye'deki en güvenli ulaşım aracı
tabanvay.
devamını gör...
girift radyo yayını
aşk'a gelip whatsap grubuna attığım ilahilerin ifşa edildiği yayındır. aykut after'da ölecektir. iyi yayınlar diliyorumdur.*
devamını gör...
sığ zamanın sayfaları çevrilirken acıtan dikenler
beat kuşağının yerle yeksan ve damarlarında alkol ve uyuşturucudan kana yer kalmamış abilerinden olan jack kerouac’ın yeraltı sakinleri isimli etkileyici romanının yüzüncü sayfasında geçen cümledir.
geniş zamanlar yaşayamadık, dar zamanlara hapsolduk. bunu zaten kabul ettik. ve bu sıkışıklık içinde allah ne verdiyse yaşama gayretine düştük. dar bir alanda kısa paslaşmalarla hayatımızı devam ettirmek, alıştığımız bir durum olmaya başladığı için çok da yadırgamadık.
ama sığ zamanlar canımızı yaktık. hiçbir şeyin derinine dalamamak, yaşadıklarımızın bizi soluksuz bırakmaması, başımızdan geçenler sonunda sırılsıklam olamamak. yaşadıklarının yüzeyde kaldığını bilmek, acaba daha neler yaşayabilir, neler hissedebilirdim, ne kadar içime işlerdi diye düşünüp durmak.
işte zaman geçip de -ki zaman hep geçer- ve biz yaş almaya başladıkça -ki biz hep yaş alırız- geri dönüp bir hayat muhasebesi yaparken bu eksik kalmışlık duygusu ağır ağır bir pişmanlığa dönüşür içimizde. sevdiğimiz için o zamanlar dikenine katlandığımız sığ yaşantıları nostaljik sayfaları çevirdikçe kan revan içinde bırakır elimizi, içimizi.
hayatı en derinine dalarak yaşamak için zaman kaybetmeyin. hiçbir derin yaşantı, sığ zamanlar kadar can yakamaz.
geniş zamanlar yaşayamadık, dar zamanlara hapsolduk. bunu zaten kabul ettik. ve bu sıkışıklık içinde allah ne verdiyse yaşama gayretine düştük. dar bir alanda kısa paslaşmalarla hayatımızı devam ettirmek, alıştığımız bir durum olmaya başladığı için çok da yadırgamadık.
ama sığ zamanlar canımızı yaktık. hiçbir şeyin derinine dalamamak, yaşadıklarımızın bizi soluksuz bırakmaması, başımızdan geçenler sonunda sırılsıklam olamamak. yaşadıklarının yüzeyde kaldığını bilmek, acaba daha neler yaşayabilir, neler hissedebilirdim, ne kadar içime işlerdi diye düşünüp durmak.
işte zaman geçip de -ki zaman hep geçer- ve biz yaş almaya başladıkça -ki biz hep yaş alırız- geri dönüp bir hayat muhasebesi yaparken bu eksik kalmışlık duygusu ağır ağır bir pişmanlığa dönüşür içimizde. sevdiğimiz için o zamanlar dikenine katlandığımız sığ yaşantıları nostaljik sayfaları çevirdikçe kan revan içinde bırakır elimizi, içimizi.
hayatı en derinine dalarak yaşamak için zaman kaybetmeyin. hiçbir derin yaşantı, sığ zamanlar kadar can yakamaz.
devamını gör...
evi ev gibi hissettiren detaylar
net olarak halıdır. evi dolu gösterir, halısız yaşamak; yaşamak değildir.
devamını gör...



