proton silahı
hedefi yok etme yolu olarak, onu yüksek derecelere kadar ısıtma amacıyla yüklü parçacıkları kullanan bir çeşit kurgusal, minyatür parçacık hızlandırıcı.
parçacık hızlandırıcılarda güçlü bir elektromanyetik alan bulunur. yani bunları dev mıknatıslar gibi düşünebilirsiniz. tıpkı mıknatıslar gibi, elektromanyetik alan da pozitif ya da negatif elektrik yüküne sahip olan parçacıkları etkiler ve yollarından saptırır. protonlar pozitif yüklüdür ve manyetik alandan etkilenirler.
düşünün ki elinizde proton üretebilen bir kaynak ve bir de bu protonları yollarından saptırabilecek güçte elektromanyetik alanınız var. protonları hep aynı yöne doğru saptırıp o yöne doğru akan bir proton seli oluşturabilirsiniz. bu protonları ışık hızına yakın hızlara çıkarırsanız, taşıdıkları enerji de oldukça büyük olur. bunun sonucunda dokundukları hedefe yakıcı bir güç uygularlar. aslında ortaya, hedefte oluşan yüksek miktarda bir ısı çıkar ve yüksek enerjili bu protonlar, dokundukları hedefteki elektronları kopararak hedefin iyonlaşmasına neden olurlar.
burada sorunumuz şu: parçacıkları ışık hızına yakın hızlara çıkarabilmek için hızlandırıcıların çok büyük olması (mesela büyük hadron çarpıştırıcısı yanılmıyorsam 27 kilometrelik bir çapa sahip) ve yeterince hızlanabilmek için uzun yollara ihtiyaç duyan parçacıkların enerji kaybının da azaltılması gerekir. bunun için de eğimli bir yola ihtiyaç vardır. protonları silah olarak kullanabilmek için bu hızlandırıcıları bir silah boyutuna getirebilmek gerekir. bu da oldukça zordur.
bu konuda bazı çalışmalar var. neden var, orası ayrı bir tartışmanın konusu. her ne kadar parçacıkları istenen hıza çıkaramasa da, yine de hatrı sayılır derecede hızlandıran bazı prototipler yapıldı. ancak filmlerde gördüğümüz türden proton silahları ya da plazma silahları gibi canavarların, yakın zamanda hayata geçirilmesi pek olası görünmüyor.
parçacık hızlandırıcılarda güçlü bir elektromanyetik alan bulunur. yani bunları dev mıknatıslar gibi düşünebilirsiniz. tıpkı mıknatıslar gibi, elektromanyetik alan da pozitif ya da negatif elektrik yüküne sahip olan parçacıkları etkiler ve yollarından saptırır. protonlar pozitif yüklüdür ve manyetik alandan etkilenirler.
düşünün ki elinizde proton üretebilen bir kaynak ve bir de bu protonları yollarından saptırabilecek güçte elektromanyetik alanınız var. protonları hep aynı yöne doğru saptırıp o yöne doğru akan bir proton seli oluşturabilirsiniz. bu protonları ışık hızına yakın hızlara çıkarırsanız, taşıdıkları enerji de oldukça büyük olur. bunun sonucunda dokundukları hedefe yakıcı bir güç uygularlar. aslında ortaya, hedefte oluşan yüksek miktarda bir ısı çıkar ve yüksek enerjili bu protonlar, dokundukları hedefteki elektronları kopararak hedefin iyonlaşmasına neden olurlar.
burada sorunumuz şu: parçacıkları ışık hızına yakın hızlara çıkarabilmek için hızlandırıcıların çok büyük olması (mesela büyük hadron çarpıştırıcısı yanılmıyorsam 27 kilometrelik bir çapa sahip) ve yeterince hızlanabilmek için uzun yollara ihtiyaç duyan parçacıkların enerji kaybının da azaltılması gerekir. bunun için de eğimli bir yola ihtiyaç vardır. protonları silah olarak kullanabilmek için bu hızlandırıcıları bir silah boyutuna getirebilmek gerekir. bu da oldukça zordur.
bu konuda bazı çalışmalar var. neden var, orası ayrı bir tartışmanın konusu. her ne kadar parçacıkları istenen hıza çıkaramasa da, yine de hatrı sayılır derecede hızlandıran bazı prototipler yapıldı. ancak filmlerde gördüğümüz türden proton silahları ya da plazma silahları gibi canavarların, yakın zamanda hayata geçirilmesi pek olası görünmüyor.
devamını gör...
saat tamirciliği
mal, eskiden değerliydi. hem kaliteli ve uzun ömürlüydü, hem de el emeğiydi el işçiliğiydi. zordu mal almak. özellikle saat. ne büyük olaymış bir vakitler kol saati almak ! bozulan her şey ya tamircisine ya da yamacısına götürülürdü. kırk yeri yamalı pantolonlar giyerdi insanlar.
vakit ilerledi. sanayi ile alım gücü de arttı, malların değeri de ucuzladı. kaliteleri de değerlerine eş ucuzladı. bozulan mal artık atılıyor yerine yenisi "üst modeli" alınıyor. hal böyle olunca tamircilerin de saatçilerin de karınları aç, yamalı pantolonlarının cepleri boş kaldı. pek çok meslek gibi sanayi saatciliği de öldürdü. kol saati artık bir lüks haline geldi nitekim.
vakit ilerledi. sanayi ile alım gücü de arttı, malların değeri de ucuzladı. kaliteleri de değerlerine eş ucuzladı. bozulan mal artık atılıyor yerine yenisi "üst modeli" alınıyor. hal böyle olunca tamircilerin de saatçilerin de karınları aç, yamalı pantolonlarının cepleri boş kaldı. pek çok meslek gibi sanayi saatciliği de öldürdü. kol saati artık bir lüks haline geldi nitekim.
devamını gör...
nayino
karadeniz bölgesinde sıkça kullanılan bir kelime. lazca kökenli bilinen ama rum kökeninden gelen bir sözcüktür. türkçe karşılığı ise sevdiğim sevdiceğim demek.
devamını gör...
eşin anne babasına ne denmeli sorunsalı
beni tanıtırken bu da diğer kızım, oğlumun eşi diyen canparçasını nasıl ötekileştirebilirim ki mantığından yola çıkarak 'anne' benim kullanım şeklim. evet, ilk zamanlar beyin yaktığı doğrudur. yıllar içerisinde zaten çok da olağan bir duruma dönüşüverdi.
bence asıl sorun ailelerin bir arada olduğu zaman. "baba çay ister misin?" sorusuna senkronize bir şekilde "evet" yanıtını alınca hala kahkaha atıyorum. karışıklık olmasın diye de "x baba sen, y baba peki sen?" şeklinde evirdim kendimce. tabii eşle konuşurken 1.tekil alanlar benimkiler, 2. tekil alan onunkiler. bu da yine karışıklık olmasın diyedir, yoksa çift anne-babalı olmak güzel.
ha bu arada, onları tanımadan ve evlenmeden önce ben de "yaaa ben tanımadığım insana nasıl anne-baba derim? diyenlerdendim. üstelik bana daha zor gelen annemi-babamı eşimle paylaşmak olmuştu." anne mi, hayır o benim annem!" söylemlerime gülerek ve daha çok söyleyerek kızdıran kişi de eşim olur. zamanla sindirdim. şimdi hoşuma giden bir durum.
bence asıl sorun ailelerin bir arada olduğu zaman. "baba çay ister misin?" sorusuna senkronize bir şekilde "evet" yanıtını alınca hala kahkaha atıyorum. karışıklık olmasın diye de "x baba sen, y baba peki sen?" şeklinde evirdim kendimce. tabii eşle konuşurken 1.tekil alanlar benimkiler, 2. tekil alan onunkiler. bu da yine karışıklık olmasın diyedir, yoksa çift anne-babalı olmak güzel.
ha bu arada, onları tanımadan ve evlenmeden önce ben de "yaaa ben tanımadığım insana nasıl anne-baba derim? diyenlerdendim. üstelik bana daha zor gelen annemi-babamı eşimle paylaşmak olmuştu." anne mi, hayır o benim annem!" söylemlerime gülerek ve daha çok söyleyerek kızdıran kişi de eşim olur. zamanla sindirdim. şimdi hoşuma giden bir durum.
devamını gör...
konu neydi radyo yayını
çok sevdim. enerji uyumu bu olsa gerek. arkadaşlarımı gönülden kutluyorum .
devamını gör...
sarılmak
özdemir asaf bey'den bir alıntı bırakmadan edemiyorum :" sarılmak için önce yürek gerekir kollar sonraki iş..."
devamını gör...
yazarların sempati duyduğu kötü karakter
loki. o son cezalandırmadan sonra taş olan yüreğim bir yumuşadı ona karşı ama hak etti.*
bir de iblis. özellikle fallen angel tablosuyla beraber canlanır empati duygumla beraber sempatim.
edit piaf: atlas'ı yazmadım çünkü atlas benim için kötü bir karakter bile değil.*
bir de iblis. özellikle fallen angel tablosuyla beraber canlanır empati duygumla beraber sempatim.
edit piaf: atlas'ı yazmadım çünkü atlas benim için kötü bir karakter bile değil.*
devamını gör...
balon
türk dil kurumu sözlüğüne göre “çok ince kauçuktan yapılmış, içine gaz ya da hava doldurulup şişkin duruma getirilerek ağzı iple bağlanan, hafif gazla doldurulursa uçabilen çocuk oyuncağı” anlamına gelen sözcük benim için bir başka çocukluk travmasının nesnesidir. insanın saman balyası, dolmalık biber ve yalak ile ne derdi olabilir ki?
çocukluğum bir travmalar müzesi olduğu için böyle bir seri yazmaya karar verdim. daha önce yazdığım travmalarımla birlikte eğer beni okuyan yazarlar arasında kafamın neden bu kadar dağınık olduğunu düşünen yazar arkadaşlarım varsa istedikleri cevabı alacaklardır. neden önemsediysem kendimi bu kadar!
peki bu uçabilen, renkleri ile neşe veren çocuk oyuncağını bir travma konusu haline getirebilecek bir ilkokul çocuğu nasıl bir bedduanın ürünü olabilir? bir bilgisayar oyunu kahramanı gibi kendimi bu bedduayı bulmaya adadım, şu ana kadar başarılı olmadım ama bu olamayacağım anlamına gelmez.
balon kavramı ile yollarımızın ayrılması ilkokul birinci sınıf öğrencisi olduğum zamana denk geliyor. o zamanlar sınıfın en zeki öğrencisi bendim. aklınızdan en zekisi eğer benden sınıfın forrest gumplardan oluştuğunu düşünebilirsiniz ama zihnimde zeka kaçağına neden olan balon olayına kadar sınıftaki elma ağacının en üstteki elmasında benim adım yazıyordu.
sınıfta okuma yazma bilen tek çocuk ben olduğum için öğretmen zaman zaman kafama göre takılmama izin verirdi. kafama göre takıldığım her ansa kafamın bir karga olduğunu anlardım zira burnumun çıkmadığı yerin rahatsız ediciliğini siz de tahmin edersiniz.
daha okula başlamadan önce sırf bir inat uğruna okumayı öğrenmem hayatım boyunca sürecek lanetlerin birçoğunun nedeni olabilir.
o gün ali’ye ata bakması ya da ışıl’a ılık süt içmesi için baskı yapan arkadaşlarımın aksine ben sıkıntıdan sağa sola bulaştığım için dersin bitmesine 5 dakika kala öğretmen beni biraz hava almam için dışarı yolladı. bu tuhaf gelebilir size ama o zamanlar henüz pedagoji yeterince gelişmemiş bir formasyonda idi.
dışarı çıktığım an baloncu ile göz göze geldik ve ben hemen kırmızı bir balon alıp bahçede koşmaya başladım. sonra zil çaldı ve bahçe öğrencilerle doldu. kimse umurumda değildi elbette. ben elimde balonla koşturmaya devam ettim.
öğrencilerin arasından geçip salakça yerde yatan bazı çocukların üzerinden atlayıp koşarken olması beklenen şey oldu ve kafamın üzerine düştüm.
elimdeki balonu bırakmadığım için mutlu bir şekilde yerden kalktım hemen. mutluydum çünkü balonum uçmamıştı. kafamın acıyan yerine dokundum ve oynamaya devam ettim. ama sonra elimde kırmızı bir sıvı gördüm.
normal zekada bir insan bu sıvının kan olduğunu anlardı ama ben o zekada değildim sanırım ya da zeka sızıntısı başlamıştı. peki ben ne düşündüm? elimde tuttuğum kırmızı balonun boya verdiğini. evet tam olarak böyle düşündüm. o kırmızı sıvının balonun alan boyası olduğunu düşündüm. ve bayılana kadar da böyle düşünmeye devam ettim.
bayıldığım anda da bu kadar salaklığa dayanamayan balon kendini gökyüzünün sonsuzluğuna bırakıp neşeyle uzaklaşmış olmalı.
gözümü açtığımda kafama dikiş atarak zeka kaybına bir son vermek isteyen doktorla beynimin delinmesine dolaylı katkı yapan öğretmenim yanımda idi.
o günden beri balonlar benim için dokunulmaması gereken şeyler haline geldi. bu anlattıklarımı herkes biliyor, balon falan yalayamam ben.
çocukluğum bir travmalar müzesi olduğu için böyle bir seri yazmaya karar verdim. daha önce yazdığım travmalarımla birlikte eğer beni okuyan yazarlar arasında kafamın neden bu kadar dağınık olduğunu düşünen yazar arkadaşlarım varsa istedikleri cevabı alacaklardır. neden önemsediysem kendimi bu kadar!
peki bu uçabilen, renkleri ile neşe veren çocuk oyuncağını bir travma konusu haline getirebilecek bir ilkokul çocuğu nasıl bir bedduanın ürünü olabilir? bir bilgisayar oyunu kahramanı gibi kendimi bu bedduayı bulmaya adadım, şu ana kadar başarılı olmadım ama bu olamayacağım anlamına gelmez.
balon kavramı ile yollarımızın ayrılması ilkokul birinci sınıf öğrencisi olduğum zamana denk geliyor. o zamanlar sınıfın en zeki öğrencisi bendim. aklınızdan en zekisi eğer benden sınıfın forrest gumplardan oluştuğunu düşünebilirsiniz ama zihnimde zeka kaçağına neden olan balon olayına kadar sınıftaki elma ağacının en üstteki elmasında benim adım yazıyordu.
sınıfta okuma yazma bilen tek çocuk ben olduğum için öğretmen zaman zaman kafama göre takılmama izin verirdi. kafama göre takıldığım her ansa kafamın bir karga olduğunu anlardım zira burnumun çıkmadığı yerin rahatsız ediciliğini siz de tahmin edersiniz.
daha okula başlamadan önce sırf bir inat uğruna okumayı öğrenmem hayatım boyunca sürecek lanetlerin birçoğunun nedeni olabilir.
o gün ali’ye ata bakması ya da ışıl’a ılık süt içmesi için baskı yapan arkadaşlarımın aksine ben sıkıntıdan sağa sola bulaştığım için dersin bitmesine 5 dakika kala öğretmen beni biraz hava almam için dışarı yolladı. bu tuhaf gelebilir size ama o zamanlar henüz pedagoji yeterince gelişmemiş bir formasyonda idi.
dışarı çıktığım an baloncu ile göz göze geldik ve ben hemen kırmızı bir balon alıp bahçede koşmaya başladım. sonra zil çaldı ve bahçe öğrencilerle doldu. kimse umurumda değildi elbette. ben elimde balonla koşturmaya devam ettim.
öğrencilerin arasından geçip salakça yerde yatan bazı çocukların üzerinden atlayıp koşarken olması beklenen şey oldu ve kafamın üzerine düştüm.
elimdeki balonu bırakmadığım için mutlu bir şekilde yerden kalktım hemen. mutluydum çünkü balonum uçmamıştı. kafamın acıyan yerine dokundum ve oynamaya devam ettim. ama sonra elimde kırmızı bir sıvı gördüm.
normal zekada bir insan bu sıvının kan olduğunu anlardı ama ben o zekada değildim sanırım ya da zeka sızıntısı başlamıştı. peki ben ne düşündüm? elimde tuttuğum kırmızı balonun boya verdiğini. evet tam olarak böyle düşündüm. o kırmızı sıvının balonun alan boyası olduğunu düşündüm. ve bayılana kadar da böyle düşünmeye devam ettim.
bayıldığım anda da bu kadar salaklığa dayanamayan balon kendini gökyüzünün sonsuzluğuna bırakıp neşeyle uzaklaşmış olmalı.
gözümü açtığımda kafama dikiş atarak zeka kaybına bir son vermek isteyen doktorla beynimin delinmesine dolaylı katkı yapan öğretmenim yanımda idi.
o günden beri balonlar benim için dokunulmaması gereken şeyler haline geldi. bu anlattıklarımı herkes biliyor, balon falan yalayamam ben.
devamını gör...
fahişelik neden ahlaksızlıktır sorunsalı
okuduklarıma hayret ediyorum. ha gayret zorlayıp da legalleştirin millet. ben söyleyeyim, vücudunu para karşılığında sattığı için ahlaksızdır. doğduğumuz çağa bak...
devamını gör...
çin’in roketi
türkiye riskli bölge olmasına rağmen saraya düşme ihtimalinin hala hesaplanmamış olmasına şaşırdığım rokettir.

edit; hint okyanusu'na düşmüş. biz dua zincirine devam geride uydular var. swh

edit; hint okyanusu'na düşmüş. biz dua zincirine devam geride uydular var. swh
devamını gör...
agliophobia
yunanca kökenli bir sözcüktür. yaşadığımız herhangi bir durumdan sonra acı çekmekten, güven duymaktan, fiziksel veya duygusal olarak herhangi bir acı çekmekten korkmaktır.
devamını gör...
cahil insanların ortak özellikleri
ne zaman susmaları gerektiğini kestirememeleri.
devamını gör...
hayat
seksendört - azap şarkısında der ki;
“hayat o kadar acımasız ki sevgilim, verdiği her şeyi geri alır da sonu gelmez.”
“hayat o kadar acımasız ki sevgilim, verdiği her şeyi geri alır da sonu gelmez.”
devamını gör...
türkiye'de tartışma kültürü
sen kimsin ya ile başlar, bak o eli indir o eli diye devam eder ve hikayenin sonu genelde karakolda biter. kısaca türkiye de tartışma kültürü yoktur. karşılıklı küfürleşme ve saldırıya geçme vardır. buna da kültür diyemiyoruz ne yazık ki.
devamını gör...
mona lisa
da vinci'nin birtanesi.
google arama motoruna ''mona lisa funny'' yazıp arattığınızda bugün başına neler geldiğini görebilirsiniz. ayyaş, terbiyesiz, keş, gotik, hipster, simpson, hintli, tikky, elf... bu elbette kendisinin bir şaheser olduğu gerçeğini değiştirmeyip aksine destekliyor.
madonna'nın ''if you were the mona lisa...'' diyerek başladığı tatlı parça da bulunmaktadır.
google arama motoruna ''mona lisa funny'' yazıp arattığınızda bugün başına neler geldiğini görebilirsiniz. ayyaş, terbiyesiz, keş, gotik, hipster, simpson, hintli, tikky, elf... bu elbette kendisinin bir şaheser olduğu gerçeğini değiştirmeyip aksine destekliyor.
madonna'nın ''if you were the mona lisa...'' diyerek başladığı tatlı parça da bulunmaktadır.
devamını gör...
online sınav
bazı okullar aşırı abartıp sanki yarasayı biz yemişiz gibi destan şeklinde sınav şartları hazırlıyor.
devamını gör...
bir patronu karaktersiz yapan detaylar
patron olması yetiyor çoğu zaman. karakterli az sayıdaki patronlarımız alınmasın, selamlar. (bkz: swh)
devamını gör...
aykut (yazar)
yeni tanışmış olmamıza rağmen saygı ve samimiyetiyle mutlu eden, bir kaç güzel cümle ve güzel bir eserle gönlümüze mihman olan yazar kardeşimiz. müzik zevkine hayran oldum; aynı kervanın yolcusu, aynı yola revan olduğumuz belli zaar. *keza en az bizim kadar maneviyatı yüksek, gönlü güzel genç kardeşim. bir gün yaşadığın şehirde olursam eğer mutlaka birlikte dem tutmak dileğiyle.. burada güzel bir türkü armağan edeyim aykut kardeşime. muhabbeti daim, güzel gönlü var olsun. hep yazsın, hep okuyalım.
devamını gör...
yurt dışına çıkmak isteyen gençlik
var olan düzenden memnun olmayan, kendi geleceği için çareler bulmaya çalışan gençlerimiz..çok haklılar.
devamını gör...
