herkes mahlasına yakışanı yapsın
aşşırı sevimliyim daha ne olayım. *
devamını gör...
hem ucuz hem kaliteli şarap önerileri
yanık ülke merlot
tomai - merlot
anfora - merlot
daha ucuzları köpek öldüren artık.
tomai - merlot
anfora - merlot
daha ucuzları köpek öldüren artık.
devamını gör...
at hırsızı (yazar)
yaşını bilmiyorum ama sanki bir abi gibi ağırlığı var sözlükte. ben de pek küçük sayılmam ama okurken, nickini her gördüğümde bu ağırlığı hissediyorum. sevdiğim kalemlerden.
süslü cümleler kurmayı beceremeyen birisi olarak, yine de okumaktan zevk aldığımı belirtmek istedim. buna da şu an tesadüfen denk geldiğim eski bir entrysi vesile oldu.
varlığı daim olsun.
süslü cümleler kurmayı beceremeyen birisi olarak, yine de okumaktan zevk aldığımı belirtmek istedim. buna da şu an tesadüfen denk geldiğim eski bir entrysi vesile oldu.
varlığı daim olsun.
devamını gör...
yarim derdini ver bana
ne varsa eski türkülerde var dedirten bir başka türküdür. sözlerine aşık olursunuz. eskiden cananın derdine derman olmaya çalışırmış seven kişi. şimdilerde ise kişi bir yara görse bir çizikte o atıyor sevdiğine.*
yarim derdini ver bana
dermanın olayım senin
bülbül gibi cemâline*
âşığın olayım senin
yarim derdini ver bana
dermanın olayım senin
bülbül gibi cemâline*
âşığın olayım senin
devamını gör...
a capella
merak edenlere bir örnek olarak, sevdiğim bitanesini paylaşıyorum. buradan
devamını gör...
kanat biti
güvercin, tavuk,hindi ve kaz gibi bilimum kümes hayvanlarında genel olarak kümes temizliğine bağlı olarak görülebilen bir tür dış parazit. kümesin çok basık olması, metrekare başına düşen canlı sayısı'nın fazlalığı bu soruna yol açar.
tavuk besleyenler bilirler, yaz günleri tavuklar kendini toprağa çok fazla buluyorsa mutlaka kanat biri mevcuttur.
önlem olarak kümesin tamamen temizlenmesi, önce ilaçlanıp ardından dip bucak yanmamış kireç atılması çok önemlidir.
gerekli önlemler alınmadığı takdirde tavuklarda hızlı biçimde zayıflama ve yumurta verimliliğinde düşüş stres,kavgacı tutum ve yamyamlık görülebilir.
tavuklarda ki bitleri nasıl giderebiliriz peki birde ona değinelim; hemen olup bitecek birşey değil öncelikle yaz aylarını beklememiz gerekiyor. öyle üstlerinden yapılan bir iki fıs ilaçla bitecek bir illet değil. sıcak suya hazırlanan ilaçlardan alıp bir tavuğun girebileceğinden büyük bir kuvet oluşturmamız gerekiyor. ardından ilaç hazırlanıp her bir tavuk bu solüsyonun içine kanatları açık olacak şekilde sokuluyor. işlemi 15 gün sonra tekrarlıyoruz ve bitlerin yumurtalarıda ölmüş oluyor.
edit; bu arada yazmayı unuttuğum birşey var, korkmayın kanatlılarda ki bitler insanlara geçmiyor.
tavuk besleyenler bilirler, yaz günleri tavuklar kendini toprağa çok fazla buluyorsa mutlaka kanat biri mevcuttur.
önlem olarak kümesin tamamen temizlenmesi, önce ilaçlanıp ardından dip bucak yanmamış kireç atılması çok önemlidir.
gerekli önlemler alınmadığı takdirde tavuklarda hızlı biçimde zayıflama ve yumurta verimliliğinde düşüş stres,kavgacı tutum ve yamyamlık görülebilir.
tavuklarda ki bitleri nasıl giderebiliriz peki birde ona değinelim; hemen olup bitecek birşey değil öncelikle yaz aylarını beklememiz gerekiyor. öyle üstlerinden yapılan bir iki fıs ilaçla bitecek bir illet değil. sıcak suya hazırlanan ilaçlardan alıp bir tavuğun girebileceğinden büyük bir kuvet oluşturmamız gerekiyor. ardından ilaç hazırlanıp her bir tavuk bu solüsyonun içine kanatları açık olacak şekilde sokuluyor. işlemi 15 gün sonra tekrarlıyoruz ve bitlerin yumurtalarıda ölmüş oluyor.
edit; bu arada yazmayı unuttuğum birşey var, korkmayın kanatlılarda ki bitler insanlara geçmiyor.
devamını gör...
hiçbir kulübe katılmayan asosyal kafa sözlük yazarı
asosyalin dibiyim gençler, hatta biliyor musunuz hiç discord kullanmadım ve kullanmayı da düşünmüyorum..
devamını gör...
gerekirse adam gibi ölürüz kadın gibi yaşamayız
gururla kadın gibi yaşarız biz. hem de öyle güzel yaşarız ki yaşamaktan utanıraınız. sonra sizin "adam gibi adamlarınızdan" birine denk gelirsek kadın gibi öldürülürüz.. kadın gibi öldürülmediğimiz gün sizler adam gibi yaşarsınız..
devamını gör...
tanımların sonuna nokta koyma gerekliliği
yazarken imla kurallarına uyanlar için sıradan bir olaydır.
devamını gör...
quicksand
karakterleri klasik stereotiplerin dışında yazıldığı için çokça beğendiğim ama bazı soruları cevaplamadan bittiği için sinir olduğum isveç dizisi. (örnekler aşağıda spoilerda) bir de bu yaşanan cinayeti soruşturma/dava sırasında flashbacklerle gösterme olayı önce çok inovatifti, bir noktada mainstream oldu, artık bayma noktasına geldi bence.
bir de avrupalı ailelerin rahat olduğunu biliyoruz da kim 17 yaşındaki kızını 3 gün önce tanıştığı 1 günlük sevgilisiyle 2 haftalık yat gezisine yollar allah aşkına, kafayı mı yediniz?
şimdi stereotiplerden farklı bulduğum noktaları söyleyeyim.
1) kesinlikle avukat abi: dizilerde benim gördüğüm iki tip avukat var. ya olaya kendini tamamen kaptıran, hayatını dava ve müvekkil haline getiren, "şeytani" şirketleri ve zenginleri temsil edebilecekken yardıma muhtaç insanları temsil etmeye kendini adamış fakir ama gururlu bir avukat olabilir; ya da amerikalıların "jerk" diye tabir ettiği, umursamaz, parasının peşinde, müvekkilinin duygularıyla vs ilgilenmeyen, olaya davada her şey mübahtır bakış açısıyla bakan avukat. quicksand'deki avukat abimizse hem çok profesyonel, işini iyi yapıyor, müvekkiliyle gereksiz muhabbetlere girmiyor, hem de kibar, düşünceli ve 18 yaşında bir kızcağzın aylarca görebildiği neredeyse tek insan olduğunun farkında. üzerine bir de müthiş oyunculuk ekle, resmen şölen
2) gardiyan abla: basitçe bütün gardiyanların işinden nefret etmediğinin ve mahkumların hayatını zindan etmek için yaşamadığının kanıtı gibi. fazla söze gerek yok
3) samir: yine dizilerde iki tip müslüman/arap göçmen olur: teröristler ve mükemmel insanlar. bu ikinci grup asla hata yapmaz, her zaman dürüsttür, ama bütün dünya onlara kötü davranır. samir her ne kadar çalışkanlığıyla vs mükemmele yakın çizilmiş olsa da dizi boyunca birçok hata yaptı: başlıcaları davadaki ifadesi ve videoyu seb'in babasına göndermesi. (maja'nın ailesine gönder oğlum gerizekalı mısın?)
cevaplanmayan sorular:
1) sebastian'ın babasını öldürmesinde gerçekten maja'nın etkisi var mıydı yok muydu?
2) maja sabah sebastian'ın evine bir aceleyle gittiğinde ne oldu, ne konuştular?
3) seb'in babasını ne öldürdüğünü anlıyorum. hatta samir'i öldürmesini bile anlıyorum. ama öğretmenini ve diğer çocukları neden öldürdü? okulu niye patlatmak istedi? belli ki kafayı yedi ama biz bunu görmedik. seb o sabah ne düşünüyordu, kafası hangi alemdeydi?
bir de avrupalı ailelerin rahat olduğunu biliyoruz da kim 17 yaşındaki kızını 3 gün önce tanıştığı 1 günlük sevgilisiyle 2 haftalık yat gezisine yollar allah aşkına, kafayı mı yediniz?
şimdi stereotiplerden farklı bulduğum noktaları söyleyeyim.
1) kesinlikle avukat abi: dizilerde benim gördüğüm iki tip avukat var. ya olaya kendini tamamen kaptıran, hayatını dava ve müvekkil haline getiren, "şeytani" şirketleri ve zenginleri temsil edebilecekken yardıma muhtaç insanları temsil etmeye kendini adamış fakir ama gururlu bir avukat olabilir; ya da amerikalıların "jerk" diye tabir ettiği, umursamaz, parasının peşinde, müvekkilinin duygularıyla vs ilgilenmeyen, olaya davada her şey mübahtır bakış açısıyla bakan avukat. quicksand'deki avukat abimizse hem çok profesyonel, işini iyi yapıyor, müvekkiliyle gereksiz muhabbetlere girmiyor, hem de kibar, düşünceli ve 18 yaşında bir kızcağzın aylarca görebildiği neredeyse tek insan olduğunun farkında. üzerine bir de müthiş oyunculuk ekle, resmen şölen
2) gardiyan abla: basitçe bütün gardiyanların işinden nefret etmediğinin ve mahkumların hayatını zindan etmek için yaşamadığının kanıtı gibi. fazla söze gerek yok
3) samir: yine dizilerde iki tip müslüman/arap göçmen olur: teröristler ve mükemmel insanlar. bu ikinci grup asla hata yapmaz, her zaman dürüsttür, ama bütün dünya onlara kötü davranır. samir her ne kadar çalışkanlığıyla vs mükemmele yakın çizilmiş olsa da dizi boyunca birçok hata yaptı: başlıcaları davadaki ifadesi ve videoyu seb'in babasına göndermesi. (maja'nın ailesine gönder oğlum gerizekalı mısın?)
cevaplanmayan sorular:
1) sebastian'ın babasını öldürmesinde gerçekten maja'nın etkisi var mıydı yok muydu?
2) maja sabah sebastian'ın evine bir aceleyle gittiğinde ne oldu, ne konuştular?
3) seb'in babasını ne öldürdüğünü anlıyorum. hatta samir'i öldürmesini bile anlıyorum. ama öğretmenini ve diğer çocukları neden öldürdü? okulu niye patlatmak istedi? belli ki kafayı yedi ama biz bunu görmedik. seb o sabah ne düşünüyordu, kafası hangi alemdeydi?
devamını gör...
brothers düğüm salonu radyo yayını
brothers düğüm salonu iftiharla sunar!
biz bu hafta hayvanlık peşinde koşmak, sırasıyla evcil, yarı evcil ve vahşi hayvanlardan konuşmak, hayvanlarımızdan bahsetmek istiyoruz.

yer : o ağacın altı
kalkış saati 21:00
çıkın çıkın gelin!
çalışkan görselci taşeronumuz bu hafta izinde, neyin izinde biz de bilmiyoruz, tembel hayvanı gibi yaydığımız için bu görseli bulduk yetindik, yedi gibi sanki ha?
biz bu hafta hayvanlık peşinde koşmak, sırasıyla evcil, yarı evcil ve vahşi hayvanlardan konuşmak, hayvanlarımızdan bahsetmek istiyoruz.

yer : o ağacın altı
kalkış saati 21:00
çıkın çıkın gelin!
çalışkan görselci taşeronumuz bu hafta izinde, neyin izinde biz de bilmiyoruz, tembel hayvanı gibi yaydığımız için bu görseli bulduk yetindik, yedi gibi sanki ha?
devamını gör...
250 yıllık güneş saatinin badanayla boyanması
can yakan durum, nasıl kıyabiliyorsunuz tarihin şahidi olmuş izlere, eserlere.
devamını gör...
normal sözlük'te yaşanan garip olaylar
gündemde sürekli 1-2 ay önce yaşanmış olaylar var. nasıl oluyor bu ilginç.
devamını gör...
serenad
okuduktan sonra keşke filmi çekilse de izlesek dediğim bir kitap. zülfü livaneli edebi anlamda yaşar kemal çizgisinde ilerleyen, kültür birikimi yüksek bir yazar. bu olumlu özelliği sanat yeteneğiyle birleşince ortaya kaliteli akıcı eserler çıkıyor. sanat dünyamızın çok değerli bir rengi, sesi.
devamını gör...
#guneseumutol
sma hastası güneş bebek için açılan yardım kampanyasına destek olmak isteyen kafa sözlük yazarlarının toplaşacağı başlıktır. #guneseumutol
devamını gör...
tohum ölmezse
fransız yazar andré gide tarafından yazılmış olan otobiyografik eser. orijinal ismi si le grain ne meurt olan eser aslında pek çok biyografik eserin sahip olduğu kaçınılmaz donukluktan uzak bir noktada çünkü gide'nin düşünceleri, iç çalkantıları ve yaşama dair bakış açısını gündelik olayların içerisinde sıcağı sıcağına görebilme fırsatı tanıyor. gide zaten içerikten ziyade yazım biçimi ile oldum olası alışılmışın dışında kalan bir isim bence ve kendi hayatından söz ederken de bunun dışına çıkmıyor oluşu en azından beni gülümsetti. yazmak, üstelik kendi hayatını yazabilmek insana her zaman kendi hakkında objektif bir bakış açısı sunmaz. acılarımız başkalarının gördüğünden daha derin gelir veya koca evi gürültü ile dolduran mutluluklarımız başka bir gözde yalnızca sessizlikten ibarettir. her koşulda kendini suçlu veya suçsuz çıkarmak için uğraşan zihinlerimiz olayları görme biçimimizi değiştirir bundan ötürü insanın kendisine objektif bir bakış atmasının zorluğu kaçınılmazdır. gide bu eseri yazarken kendine veya olaylara ne kadar objektif yaklaşabilmiştir tartışılır ama ben bunun sınırlarını olabildiğince zorladığı taraftarıyım. okunmazsa pek bir şey kaybedilmez ama en azından yıllar önce bu sokaktan o zamanlar canlı olan biri geçti, yürürken bunları düşündü ve hissetti düşüncesi içini ısıtan, cesetlerin mazisine karşı ilgi duyan benim gibi insanlar için pahabiçilmez bir kaynak işlevi görüyor eser. baskıcı ve dindar bir anne, kendi içine gömülmüş küçük bir çocuk ve onun olduğu şeye, bugününe dönüşmesini sağlayan olaylar silsilesi sıradan bir hikaye gibi görünüyor olsa bile düşünceler ve gide'nin mazisini yorumlama biçimi oldukça akıcıydı bundan ötürü de keyifli bir okuma deneyimiydi benim için en azından. paris sınırları içerisinde başlayan hikaye cezayir sokaklarına taşmaya başladığında dönemden ziyade gide'nin iç dünyasının ne kadar canlı bir biçimde hatta belki de ete kemiğe bürünmüş bir bir şekilde sıcaklığını ve canlılığını korumayı başarması muazzam bir yazım biçiminin örneği. kitabın içeriği de eser için seçilen ismin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor zaten. gide'nin bu kadar detayı anımsamasına duyduğum şaşkınlıkla beraber ek olarak ernest hemingway gücenmesin ama andré gide için paris pek şenlik değilmiş.**
je ne veux point me peindre plus vertueux que je ne suis : j’ai passionnément désiré la gloire ; mais ilm’apparut vite que le succès, tel qu’il est offert d’ordinaire, n’en est qu’une imitation frelatée. j’aime être aimé pour le bon motif et souffre de la louange si je sens qu’elle m’est octroyée par méprise. je ne saurais non plus me satisfaire des faveurs cuisinées. quel plaisir prendre à ce qui vous est servi sur commande, ou à ce que des considérations d’intérêt, de relations, d’amitié même, ont dicté ? la seule idée que je puisse être loué par reconnaissance, ou pour désarmer ma critique, ou pour armer mon bon vouloir, enlève d’un coup tout prix à la louange ; je n’en veux plus. car ce qui m’importe avant tout, c’est de connaître ce que vaut réellement mon ouvrage, et je n’ai que faire d’un laurier qui risque de faner bientôt
(kendimi olduğumdan daha erdemli göstermek istemiyorum; şöhret kazanmayı tutkuyla arzu ettim, ama genelde sunulduğu şekliyle popüler başarının, hileli bir taklitten başka bir şey olmadığını çok çabuk gördüm. ben hak ederek sevilmek istiyorum ve yanlış yere bahşedildiğini hissettiğim övgüler canımı sıkıyor. kurgulanmış lütuflar da beni memnun edemez. size sipariş üzerine sunulan ya da çıkar ilişkilerinin dayattığı şeyden nasıl zevk alabilirsiniz? minnettarlık yüzünden, yapacağım eleştirinin önünü kesme ya da iyi niyetimi harekete geçirme amacıyla övüldüğümü düşünmek bile övgünün tüm değerini bir anda yok eder; artık istemiyorum bunu. çünkü benim için en önemli şey, yaptığım çalışmanın gerçek değerinin ne olduğunun bilinmemesidir ve kısa süre sonra solup gitme tehlikesi taşıyan defne dalından bir taçla hiç işim olmaz.)
je ne découvrais rien que je ne l’en voulusse aussitôt instruire, et ma joie n’était parfaite que si elle la partageait. dans les livres que je lisais, j’inscrivais son initiale en marge de chaque phrase qui me paraissait mériter notre admiration, notre étonnement, notre amour.
(keşfedip de hemen onunla paylaşmak istemediğim tek bir şey yoktu ve sevincim ancak onunla paylaşırsam tam oluyordu. okuduğum kitaplarda hayranlığımızı, şaşkınlığımızı, aşkımızı hak ettiğini düşündüğüm her cümlenin kenar boşluğuna onun adının baş harflerini yazıyordum.)
sans doute ceux-là seuls sont-ils capables d’affirmations puissantes, que pousse en un seul sens l’élan de leur hérédité. au contraire, les produits decroisement en qui coexistent et grandissent, en se neutralisant, des exigences opposées, c’est parmi eux, je crois, que se recrutent les arbitres et les artistes. je me trompe fort si les exemples ne me donnent raison. mais cette loi, que j’entrevois et indique, a jusqu’à présent si peu intrigué les historiens, semble-t-il, que, dans aucune des biographies que j’ai sous la main à cuverville où j’écris ceci, non plus que dans aucun dictionnaire, ni même dans l’énorme biographie universelle en cinquante-deux volumes, à quelque nom que je regarde, je ne parviens à trouver la moindre indication sur l’origine maternelle d’aucun grand homme, d’aucun héros. j’y reviendrai.
(kuşkusuz sadece, kalıtımlarının rüzgârıyla tek bir yöne itilenler güçlü iddialara sahip olabiliyorlar. tersine, içinde birbirine zıt ama birbirini dengeleyen talepleri barındırıp büyüten melez varlıklara gelince, sanırım, arabulucular ve sanatçılar bunların arasından çıkıyor. örnekler beni haklı çıkarmazsa, fena halde yanılmış olurum ama, benim sezinler gibi olup işaret ettiğim bu yasa şimdiye kadar tarihçilerin merakını pek kurcalamamış olmalı ki, şu satırları yazdığım cuverville’de elimin altındaki hiçbir biyografide, sözlükte, hatta elli iki ciltlik muazzam biographie universelle’de hangi isme bakarsam bakayım, hiçbir büyük adamın, hiçbir kahramanın anne tarafından kökeni üzerine en küçük bir bilgi göremiyorum.)
je ne veux point me peindre plus vertueux que je ne suis : j’ai passionnément désiré la gloire ; mais ilm’apparut vite que le succès, tel qu’il est offert d’ordinaire, n’en est qu’une imitation frelatée. j’aime être aimé pour le bon motif et souffre de la louange si je sens qu’elle m’est octroyée par méprise. je ne saurais non plus me satisfaire des faveurs cuisinées. quel plaisir prendre à ce qui vous est servi sur commande, ou à ce que des considérations d’intérêt, de relations, d’amitié même, ont dicté ? la seule idée que je puisse être loué par reconnaissance, ou pour désarmer ma critique, ou pour armer mon bon vouloir, enlève d’un coup tout prix à la louange ; je n’en veux plus. car ce qui m’importe avant tout, c’est de connaître ce que vaut réellement mon ouvrage, et je n’ai que faire d’un laurier qui risque de faner bientôt
(kendimi olduğumdan daha erdemli göstermek istemiyorum; şöhret kazanmayı tutkuyla arzu ettim, ama genelde sunulduğu şekliyle popüler başarının, hileli bir taklitten başka bir şey olmadığını çok çabuk gördüm. ben hak ederek sevilmek istiyorum ve yanlış yere bahşedildiğini hissettiğim övgüler canımı sıkıyor. kurgulanmış lütuflar da beni memnun edemez. size sipariş üzerine sunulan ya da çıkar ilişkilerinin dayattığı şeyden nasıl zevk alabilirsiniz? minnettarlık yüzünden, yapacağım eleştirinin önünü kesme ya da iyi niyetimi harekete geçirme amacıyla övüldüğümü düşünmek bile övgünün tüm değerini bir anda yok eder; artık istemiyorum bunu. çünkü benim için en önemli şey, yaptığım çalışmanın gerçek değerinin ne olduğunun bilinmemesidir ve kısa süre sonra solup gitme tehlikesi taşıyan defne dalından bir taçla hiç işim olmaz.)
je ne découvrais rien que je ne l’en voulusse aussitôt instruire, et ma joie n’était parfaite que si elle la partageait. dans les livres que je lisais, j’inscrivais son initiale en marge de chaque phrase qui me paraissait mériter notre admiration, notre étonnement, notre amour.
(keşfedip de hemen onunla paylaşmak istemediğim tek bir şey yoktu ve sevincim ancak onunla paylaşırsam tam oluyordu. okuduğum kitaplarda hayranlığımızı, şaşkınlığımızı, aşkımızı hak ettiğini düşündüğüm her cümlenin kenar boşluğuna onun adının baş harflerini yazıyordum.)
sans doute ceux-là seuls sont-ils capables d’affirmations puissantes, que pousse en un seul sens l’élan de leur hérédité. au contraire, les produits decroisement en qui coexistent et grandissent, en se neutralisant, des exigences opposées, c’est parmi eux, je crois, que se recrutent les arbitres et les artistes. je me trompe fort si les exemples ne me donnent raison. mais cette loi, que j’entrevois et indique, a jusqu’à présent si peu intrigué les historiens, semble-t-il, que, dans aucune des biographies que j’ai sous la main à cuverville où j’écris ceci, non plus que dans aucun dictionnaire, ni même dans l’énorme biographie universelle en cinquante-deux volumes, à quelque nom que je regarde, je ne parviens à trouver la moindre indication sur l’origine maternelle d’aucun grand homme, d’aucun héros. j’y reviendrai.
(kuşkusuz sadece, kalıtımlarının rüzgârıyla tek bir yöne itilenler güçlü iddialara sahip olabiliyorlar. tersine, içinde birbirine zıt ama birbirini dengeleyen talepleri barındırıp büyüten melez varlıklara gelince, sanırım, arabulucular ve sanatçılar bunların arasından çıkıyor. örnekler beni haklı çıkarmazsa, fena halde yanılmış olurum ama, benim sezinler gibi olup işaret ettiğim bu yasa şimdiye kadar tarihçilerin merakını pek kurcalamamış olmalı ki, şu satırları yazdığım cuverville’de elimin altındaki hiçbir biyografide, sözlükte, hatta elli iki ciltlik muazzam biographie universelle’de hangi isme bakarsam bakayım, hiçbir büyük adamın, hiçbir kahramanın anne tarafından kökeni üzerine en küçük bir bilgi göremiyorum.)
devamını gör...



