yazarların küçük hırsızlıkları
anaokuldayken migros'tan 3'lü kinder yumurta çalıyodum. çok güzel oyuncakları oluyodu. alışverişten sonra eve geliyoduk, gerizekalı gibi, içinden çıkan oyuncakları yapsın diye anneme veriyodum. nerden buldun diyince okuldan necmettin'in babannesi verdi diye de bi yalan sallıyodum. sonra baktı ki annem ben her gün 3 tane oyuncak veriyorum yapması için, sordu bana sen bunları nerden alıyosun diye. ben de anlatmıştım migrostan aşırıyorum diye. götürdü beni migros'a, müdürün yanına. bi güzel itiraf ettik tabi. sonra adam getirdi bana bi sürü kinder sürpriz hediye etti. onlardan da çok güzel oyuncaklar çıkmıştı. bi tanesini anaokuldan bi çocuğa hediye etmek zorunda kalmıştım*. o kadar uyuz olmuştum ki gidip bi daha çalasım gelmişti. utandığımdan değil de maçam yemedi bi daha yapmaya açıkçası...
devamını gör...
(tematik)
pedoloji
toprak bilimidir.
toprağın yapısını ve oluşumunu inceler.
ayrıca (bkz: jeomorfoloji) biliminin alt dallarından biridir.
bu bilim ile ilgilenen ve çalışmalar yapan insanlara (bkz: pedolog) denir.
toprağın yapısını ve oluşumunu inceler.
ayrıca (bkz: jeomorfoloji) biliminin alt dallarından biridir.
bu bilim ile ilgilenen ve çalışmalar yapan insanlara (bkz: pedolog) denir.
devamını gör...
yazarların normal sözlük’te yazma nedenleri
can sıkıntısı. öyle sizler gibi özel sebepler yazamayacağım üzgünüm canlarım.
devamını gör...
knorr hazır noodledan sos çıkmaması
knorr markasından noodle almak saçma bir hadise zaten.
noodle almak ve başlı başına bir saçmalık.
tanım: hem daha pahalı olan hem de eksik malzeme koyan markanın yaptığı eylem.
noodle almak ve başlı başına bir saçmalık.
tanım: hem daha pahalı olan hem de eksik malzeme koyan markanın yaptığı eylem.
devamını gör...
spotify podcast önerileri
korku/fantezi edebiyatı ve filmlerine ilgi duyuyorsanız gerisi hikaye, hukuk hakkında iki avukat kardeşten ufuk açıcı şeyler öğrenmek istiyorsanız gereği düşünüldü, saçma ama komik muhabbetlere gülüyorsanız kalt, bilimi çürüttüklerini sanan yobazlardan bıktıysanız yalansavar, yazarların nasıl yazmaya başladıklarını merak ediyorsanız ilk sayfası, araştırma yapmayı seven ve kendini geliştirmiş birinin çeşitli konular hakkındaki özet niteliğinde değerlendirmeleri için fularsız entellik, medyadaki gelişmeleri takip eden ve yeni nesil haberciliğe uyum sağlamış bir grubun fikirlerini öğrenmek için j raporu....
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
zafer cınbıl-sevdanın yolları.
devamını gör...
yabancı
tanım romanın analizi olmasından mütevellit ağır derecede spoiler içermektedir.
albert camus'nun 1942 yılında yayınlanan ilk ve en ünlü romanı. sanılanın aksine varoluşçu bir eser değildir, absürt edebiyatının ilk örneklerinden biridir.
okuması gayet kolay olan bir roman olsa da, gerçek anlamda anlaması basit değildir çünkü olan olaylar üzerine birçok farklı bakış açısıyla, birçok farklı çıkarımda bulunmak mümkün.
romandaki en bariz fikir, muhtemelen insanın varoluşunun absürtlüğü. absürt edebiyatının ana fikirlerinden birisi insanın varoluşunun, insan hayatının koşullarının absürtlüğüdür. yani insan, varoluşunu, varoluş koşullarını anlayabilecek kapasitede değildir. bir örnekle açıklarsak: en kolay örnek ölümdür. ölüm, insanın gerçek anlamda kavrayabildiği bir konsept değil. insan, bir taraftan ölümün hiç gelmeyeceğini düşünür, diğer taraftan da bir şekilde sonsuza kadar yaşayacağını düşünür (bkz: din). varoluşun absürtlüğü de bu nokta da giriyor. tek bir insanın varoluşu, hayatı bir bakıma anlamsızdır. bir insanın hayatı sahip olabileceği en önemli şey ve hayat, bir insanın deneyimleyebileceği en uzun olay. ancak tek bir insanın hayatı, bütün dünya (hatta günümüzde evren) ile karşılaştırıldığında anlamsız, ufak. hepimiz birkaç jenerasyona unutulup gitmiş olacağız. bir insanın hayatına yüklediği anlam ile bir insan hayatının evrensel anlamı arasındaki ilişki absürt yani bir tutuşmazlık var.
romanın başkarakteri, meursault da burada işe dahil oluyor. roman, bir ölümle başlayıp bir ölümle bitiyor. kitapın dönüm noktasında ise yine bir ölüm var. lakin meursault, ne annesinin ölümünü, ne öldürdüğü arabın ölümünü, ne de kendi ölümünü ciddiye alıyor. ciddiye almamak tam doğru kelime değil aslına bakarsanız; meursault, kitaptaki bütün ölümlerin karşısında kayıtsız, umursamaz. lakin romandaki üç ölüm de, meursault'nun hayatını derinden etkiliyor. sonuç olarak, romanda insan hayatına iki farklı bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz: birincisi, meursault'nun bakış açısı, ki bu insan hayatının doğadaki yerine benzer. meursault, bütün roman boyunca dış etkenlerden çok etkileniyor. annesinin ölümünde, arabı öldürdüğünde ya da mahkeme salonunda havanın sıcaklığı meursault'nun düşünmesine bile engel oluyor. meursault, devamlı dış faktörlerden etkilenen güdülerinin farkında yani meursault, bir bakıma, doğa ve çevre ile harmoni içerisinde. insan hayatına bir diğer bakış açısı ise okuyucunun ve meursault'nun arkadaşlarının olaylara bakış açısı.
iki bakış açısı arasındaki fark nedir diye sorarsanız cevabı aslında tanımın en başında verdim: insanın hayata bakış açısı ile insan hayatının dünyadaki yeri arasında bir tutuşmazlık var. toplum ve doğa birbiri ile zıt düşüyor bir bakıma. lakin yabancı'yı ilk okuduğumdan beri aklımda bir soru var: yabancı kim? bu soruya ilk cevabınız meursault olacaktır. meursault, topluma yabancı. lakin meursault, çevresine yabancı değil, doğaya yabancı değil. aksine, doğanın bir yansıması gibi hareket ediyor. her harekete, hisleri çevresel faktörlerin bir sonucu bir bakıma. diğer taraftan, meursault'nun dışındaki karakterler, toplumun normlarına yabancı olmasalar da, kendi çevrelerine yabancılar. meursault'nun annesinin cenazesinde, annesinin huzurevinden bir arkadaşı da katılır ve bu karaktere, meursault'nun mahkemesi sırasında meursault'nun annesinin cenazesi sırasında ağlayıp ağlamadığı sorulur. adam, cenazede çok ağladığını ve ağlamaktan hiçbir şey göremediğini söyler. bu etki, romanın meursault'nun gözünden anlatılması ile daha da güçlü hale geliyor çünkü meursault'nun gözünden yabancı olan kendisi değil, olamaz da.
aynı zamanda, camus insan hayatının absürtlüğüne de değinmekte. meursault'nun, romanın başından sonuna kadar başına gelen bütün olaylar şans eseri ve kendi içinde mantıklıymış gibi gözükse dahi saçma. meursault'yu cinayete sürükleyen olaylar silsilesi tümüyle şans eseri ve öldürdüğü kişi de kendisiyle hiçbir alakası olmayan biri. hatta meursault'nun gözünde o kadar yabancı ki, ismi bile yok: "arap" denilip geçiliyor. meursault'nun mahkemesi ise tam bir saçmalık. meursault, annesinin cenazesinde nasıl davrandığının üzerine yargılanıyor. işlediği cinayetle hiçbir alakası yok olmamasına rağmen. meursault, bir bakıma iyi bir evlat olarak görülmediği için idama mahkum ediliyor. toplumun normlarına yabancı, oluşu meursault'yu suçlu yapıyor, arabı öldürmesi değil.
albert camus'nun 1942 yılında yayınlanan ilk ve en ünlü romanı. sanılanın aksine varoluşçu bir eser değildir, absürt edebiyatının ilk örneklerinden biridir.
okuması gayet kolay olan bir roman olsa da, gerçek anlamda anlaması basit değildir çünkü olan olaylar üzerine birçok farklı bakış açısıyla, birçok farklı çıkarımda bulunmak mümkün.
romandaki en bariz fikir, muhtemelen insanın varoluşunun absürtlüğü. absürt edebiyatının ana fikirlerinden birisi insanın varoluşunun, insan hayatının koşullarının absürtlüğüdür. yani insan, varoluşunu, varoluş koşullarını anlayabilecek kapasitede değildir. bir örnekle açıklarsak: en kolay örnek ölümdür. ölüm, insanın gerçek anlamda kavrayabildiği bir konsept değil. insan, bir taraftan ölümün hiç gelmeyeceğini düşünür, diğer taraftan da bir şekilde sonsuza kadar yaşayacağını düşünür (bkz: din). varoluşun absürtlüğü de bu nokta da giriyor. tek bir insanın varoluşu, hayatı bir bakıma anlamsızdır. bir insanın hayatı sahip olabileceği en önemli şey ve hayat, bir insanın deneyimleyebileceği en uzun olay. ancak tek bir insanın hayatı, bütün dünya (hatta günümüzde evren) ile karşılaştırıldığında anlamsız, ufak. hepimiz birkaç jenerasyona unutulup gitmiş olacağız. bir insanın hayatına yüklediği anlam ile bir insan hayatının evrensel anlamı arasındaki ilişki absürt yani bir tutuşmazlık var.
romanın başkarakteri, meursault da burada işe dahil oluyor. roman, bir ölümle başlayıp bir ölümle bitiyor. kitapın dönüm noktasında ise yine bir ölüm var. lakin meursault, ne annesinin ölümünü, ne öldürdüğü arabın ölümünü, ne de kendi ölümünü ciddiye alıyor. ciddiye almamak tam doğru kelime değil aslına bakarsanız; meursault, kitaptaki bütün ölümlerin karşısında kayıtsız, umursamaz. lakin romandaki üç ölüm de, meursault'nun hayatını derinden etkiliyor. sonuç olarak, romanda insan hayatına iki farklı bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz: birincisi, meursault'nun bakış açısı, ki bu insan hayatının doğadaki yerine benzer. meursault, bütün roman boyunca dış etkenlerden çok etkileniyor. annesinin ölümünde, arabı öldürdüğünde ya da mahkeme salonunda havanın sıcaklığı meursault'nun düşünmesine bile engel oluyor. meursault, devamlı dış faktörlerden etkilenen güdülerinin farkında yani meursault, bir bakıma, doğa ve çevre ile harmoni içerisinde. insan hayatına bir diğer bakış açısı ise okuyucunun ve meursault'nun arkadaşlarının olaylara bakış açısı.
iki bakış açısı arasındaki fark nedir diye sorarsanız cevabı aslında tanımın en başında verdim: insanın hayata bakış açısı ile insan hayatının dünyadaki yeri arasında bir tutuşmazlık var. toplum ve doğa birbiri ile zıt düşüyor bir bakıma. lakin yabancı'yı ilk okuduğumdan beri aklımda bir soru var: yabancı kim? bu soruya ilk cevabınız meursault olacaktır. meursault, topluma yabancı. lakin meursault, çevresine yabancı değil, doğaya yabancı değil. aksine, doğanın bir yansıması gibi hareket ediyor. her harekete, hisleri çevresel faktörlerin bir sonucu bir bakıma. diğer taraftan, meursault'nun dışındaki karakterler, toplumun normlarına yabancı olmasalar da, kendi çevrelerine yabancılar. meursault'nun annesinin cenazesinde, annesinin huzurevinden bir arkadaşı da katılır ve bu karaktere, meursault'nun mahkemesi sırasında meursault'nun annesinin cenazesi sırasında ağlayıp ağlamadığı sorulur. adam, cenazede çok ağladığını ve ağlamaktan hiçbir şey göremediğini söyler. bu etki, romanın meursault'nun gözünden anlatılması ile daha da güçlü hale geliyor çünkü meursault'nun gözünden yabancı olan kendisi değil, olamaz da.
aynı zamanda, camus insan hayatının absürtlüğüne de değinmekte. meursault'nun, romanın başından sonuna kadar başına gelen bütün olaylar şans eseri ve kendi içinde mantıklıymış gibi gözükse dahi saçma. meursault'yu cinayete sürükleyen olaylar silsilesi tümüyle şans eseri ve öldürdüğü kişi de kendisiyle hiçbir alakası olmayan biri. hatta meursault'nun gözünde o kadar yabancı ki, ismi bile yok: "arap" denilip geçiliyor. meursault'nun mahkemesi ise tam bir saçmalık. meursault, annesinin cenazesinde nasıl davrandığının üzerine yargılanıyor. işlediği cinayetle hiçbir alakası yok olmamasına rağmen. meursault, bir bakıma iyi bir evlat olarak görülmediği için idama mahkum ediliyor. toplumun normlarına yabancı, oluşu meursault'yu suçlu yapıyor, arabı öldürmesi değil.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
an itibariyle, yüreğimizdeki korları bir kez daha hatırlatan yayın.
devamını gör...
ayrılığı anlatan en güzel cümle
'ölüm ile ayrılığı tartmışlar, 50 dirhem fazla gelmiş ayrılık..'
karacaoğlan ne kadar güzel özetlemiş aslında..
edit: bir yanlışlık düzeltildi.
karacaoğlan ne kadar güzel özetlemiş aslında..
edit: bir yanlışlık düzeltildi.
devamını gör...
güne bir şarkı bırak
karsu- bırak beni böyle
devamını gör...
şahsiyet rötarı
her akşam işten çıkar çıkmaz eve dönen cemal süreya’ya bir gün tomris uyar, “biraz gez dolaş, arkadaşlarınla buluş, vakit geçir” demiş. ertesi gün on dakika geç gelmiş cemal süreya, bir sonraki gün on beş, daha sonra yarım saat. bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan tomris’in apartmanın girişinde oturan cemal’i görmüş. her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup gecikiyormuş cemal süreya. tomris uyar ise bu duruma bir ad vermiş: “şahsiyet rötarı.”
devamını gör...
özcan deniz'in devamlı aşk dizisi ve filmi çekmesi
geleneksel bir ailenin ağası, paşasıdır.
devamını gör...
alper kul
iyi bir oyuncu.
birkaç saat önce instagram hikayesinde bağdat caddesi'nde penguen kitabevi'ndeyim dedi. hızlıca içeri girdi. raflardan birinde kendi kitabını buldu. imzaladı ve kitabı rafa geri koyup kitapçıdan ayrıldı.
son zamanlarda gördüğüm en yaratıcı ve güzel hareketlerden biri.
birkaç saat önce instagram hikayesinde bağdat caddesi'nde penguen kitabevi'ndeyim dedi. hızlıca içeri girdi. raflardan birinde kendi kitabını buldu. imzaladı ve kitabı rafa geri koyup kitapçıdan ayrıldı.
son zamanlarda gördüğüm en yaratıcı ve güzel hareketlerden biri.
devamını gör...
belle
her dinlendiğinde başka bir haz veren notre dame de paris şarkısıdır.
devamını gör...
atforvendetta
yazdiklarinda son derece haklı olan yazardır. alenen bölücü örgüt propagandası yapan yazara söyledikleri son derece yerindedir.
tc'yi kelime canbazlığı yaparak tecavuze benzeten yazara hoşgörü ile yaklaşanlanlar tarafindan da elestirilmesi son derece normaldir.
eleştiren kişilerden ayni tutumunuzu o yazarımsı için de görebilmeyi isterdim. ama cihangir solculugu buna engel olabilir tabii.
tc'yi kelime canbazlığı yaparak tecavuze benzeten yazara hoşgörü ile yaklaşanlanlar tarafindan da elestirilmesi son derece normaldir.
eleştiren kişilerden ayni tutumunuzu o yazarımsı için de görebilmeyi isterdim. ama cihangir solculugu buna engel olabilir tabii.
devamını gör...
limon tuzu
şerbetli tatlılarda limon yerine kullanılabilen kurtarıcı.
bir seferinde ettiğim tecrübe sonrası, miktara dikkat edilmesinin elzem olduğuna kanaat ettim. az ve öz kullanılmalı.
bir seferinde ettiğim tecrübe sonrası, miktara dikkat edilmesinin elzem olduğuna kanaat ettim. az ve öz kullanılmalı.
devamını gör...
musicbuddy
devamını gör...
yazarların kendilerini teselli etmek için kullandığı cümleler
tanrı sana kendiyle başbaşa kalabilen biri olma lüksünü bahşettiği için ona ne kadar şükretsen azdır.
devamını gör...
boğaziçi üniversitesi
bu sıralar kültüründen ve değerlerinden uzağa götürülmeye çalışılan türkiye'nin sayılı üniversitelerinden.
ben bu can sıkıcı olaylar üzerine yazmak yerine hâlihazırda içinde olduğum doktora başvurusu sürecinden bahsetmek istiyorum. belki birilerinin işine yarar. efenim ben psikoloji bölümü özelinde yazacağım. en baştan belirtmeliyim ki yurt dışında top tier üniversitelere yapacağınız başvuruların neredeyse hiçbiri boün'e başvururken harcadığınız eforun yarısı kadar efor gerektirmiyor. bu durum başta çok saçma gelse de bunun oldukça iyi tarafları olduğunu düşünüyorum. gelelim sürece:
birçok üniversitenin lisansüstü başvurusunda standart olarak istediği motivasyon mektubu, referans mektupları, transkriptler, diplomalar, yabancı dil ve ales/gre sınav sonucu gibi belgelerin yanı sıra bir de araştırma önerisi istiyorlar. bu araştırma önerisinin elbette özgün ve yapılabilir olması gerektiğini özellikle belirtiyorlar. buna ek olarak muazzam bir bilim sınavı yapıyorlar. benim girdiğim sınavda üç buçuk saat içerisinde bir makale okuyup 4'ü makalenin metodolojisi ile ilgili olan 5 soruya cevap vermemiz gerekmekteydi. rahatlıkla, hayatımda girdiğim en zor ve en kaliteli sınavdı diyebilirim. günün sonunda bu bilim sınavını geçmeyi başarırsanız sözlü sınava davet edilmeye hak kazanıyorsunuz. sözlü sınav aşamasına geçebilirsem buraya da bir edit sözüm olsun.
sözlü sınav editi: eveeet, sözlü sınava da girmiş bulunmaktayım. sınav zoom üzerindendi ve yalnızca 10 dakika sürdü. baştaki bir merhaba haricinde sınavın tümü ingilizceydi. bölümde başvurduğum alandan olan tüm hocaların karşısına çıkıp hızlı, kısa ve net biçimde bana sorulan 4-5 soruyu cevaplamaya çalıştım. ardından benim de hocalara bir soru yöneltme fırsatım oldu. hayatımın en stresli anlarıydı sanırım, bu biraz benim karakterimle de ilgili bir durum elbette. alana dair epey kazık olan bir soruda çok bocalayıp ingilizceyi bile unuttum ama sonrasında çok gergin olduğumu belirterek ilerleyen sorularda toparladım diye düşünüyorum. bu bahsettiğim soru haricindeki sorular ne çalışmak istiyorsun, başka üniversitelere başvuru yaptın mı, doktora sürecinde çalışman gerekecek mi gibi beklendik sorulardı. yakın zamanda sonucu da öğrenip mutlu bir haberle son bir edit yapmayı diliyorum.
bu aşamaların sonunda size dair o kadar çok bilgiye ve veriye sahip oluyorlar ki boün'e kabul edilen bir öğrencinin * kötü bir öğrenci olmasının neredeyse ihtimali kalmıyor. en azından, bir adım uzaktan baktığımda bana görünenler böyle. dilerim en yakın zamanda üzerindeki kara bulutlar dağılır da üniversitenin gerçek potansiyelini göstermesinin önü açılır. dayanışmayla!
son edit: evet sevgili kafacı dostlarım. bugün itibariyle boğaziçi üniversitesi'nde doktora programına kabul edilmiş bulunmaktayım! darısı isteyen dostların başına.
ben bu can sıkıcı olaylar üzerine yazmak yerine hâlihazırda içinde olduğum doktora başvurusu sürecinden bahsetmek istiyorum. belki birilerinin işine yarar. efenim ben psikoloji bölümü özelinde yazacağım. en baştan belirtmeliyim ki yurt dışında top tier üniversitelere yapacağınız başvuruların neredeyse hiçbiri boün'e başvururken harcadığınız eforun yarısı kadar efor gerektirmiyor. bu durum başta çok saçma gelse de bunun oldukça iyi tarafları olduğunu düşünüyorum. gelelim sürece:
birçok üniversitenin lisansüstü başvurusunda standart olarak istediği motivasyon mektubu, referans mektupları, transkriptler, diplomalar, yabancı dil ve ales/gre sınav sonucu gibi belgelerin yanı sıra bir de araştırma önerisi istiyorlar. bu araştırma önerisinin elbette özgün ve yapılabilir olması gerektiğini özellikle belirtiyorlar. buna ek olarak muazzam bir bilim sınavı yapıyorlar. benim girdiğim sınavda üç buçuk saat içerisinde bir makale okuyup 4'ü makalenin metodolojisi ile ilgili olan 5 soruya cevap vermemiz gerekmekteydi. rahatlıkla, hayatımda girdiğim en zor ve en kaliteli sınavdı diyebilirim. günün sonunda bu bilim sınavını geçmeyi başarırsanız sözlü sınava davet edilmeye hak kazanıyorsunuz. sözlü sınav aşamasına geçebilirsem buraya da bir edit sözüm olsun.
sözlü sınav editi: eveeet, sözlü sınava da girmiş bulunmaktayım. sınav zoom üzerindendi ve yalnızca 10 dakika sürdü. baştaki bir merhaba haricinde sınavın tümü ingilizceydi. bölümde başvurduğum alandan olan tüm hocaların karşısına çıkıp hızlı, kısa ve net biçimde bana sorulan 4-5 soruyu cevaplamaya çalıştım. ardından benim de hocalara bir soru yöneltme fırsatım oldu. hayatımın en stresli anlarıydı sanırım, bu biraz benim karakterimle de ilgili bir durum elbette. alana dair epey kazık olan bir soruda çok bocalayıp ingilizceyi bile unuttum ama sonrasında çok gergin olduğumu belirterek ilerleyen sorularda toparladım diye düşünüyorum. bu bahsettiğim soru haricindeki sorular ne çalışmak istiyorsun, başka üniversitelere başvuru yaptın mı, doktora sürecinde çalışman gerekecek mi gibi beklendik sorulardı. yakın zamanda sonucu da öğrenip mutlu bir haberle son bir edit yapmayı diliyorum.
bu aşamaların sonunda size dair o kadar çok bilgiye ve veriye sahip oluyorlar ki boün'e kabul edilen bir öğrencinin * kötü bir öğrenci olmasının neredeyse ihtimali kalmıyor. en azından, bir adım uzaktan baktığımda bana görünenler böyle. dilerim en yakın zamanda üzerindeki kara bulutlar dağılır da üniversitenin gerçek potansiyelini göstermesinin önü açılır. dayanışmayla!
son edit: evet sevgili kafacı dostlarım. bugün itibariyle boğaziçi üniversitesi'nde doktora programına kabul edilmiş bulunmaktayım! darısı isteyen dostların başına.
devamını gör...
ceza alan yazar
moderasyonun hışmına direkt bir şekilde uğrayan yazardır.
söylenenlere göre özel mesaj da küfür ederseniz cezası yokmuş.
e çok ileri gitmedikçe entryniz en fazla silinir yada başlığınız başı boşa gidiyor.
bu durumda ceza almak için geriye sadece modlara küfür etmek kalıyor, onun da cezası var mı bilmiyorum.
şartlar böyleyken ceza alan arkadaşlar bunu nasıl başarıyor merak ediyorum.
edit: modlara sövüp ceza alan kimse yokmuş. yani bu da geçersiz. siz napıyonuz olm, yoldaşın çayına falan mı tükürüyonuz.
söylenenlere göre özel mesaj da küfür ederseniz cezası yokmuş.
e çok ileri gitmedikçe entryniz en fazla silinir yada başlığınız başı boşa gidiyor.
bu durumda ceza almak için geriye sadece modlara küfür etmek kalıyor, onun da cezası var mı bilmiyorum.
şartlar böyleyken ceza alan arkadaşlar bunu nasıl başarıyor merak ediyorum.
edit: modlara sövüp ceza alan kimse yokmuş. yani bu da geçersiz. siz napıyonuz olm, yoldaşın çayına falan mı tükürüyonuz.
devamını gör...