yks birincilerinin hep türkiye'den çıkması
eğitim sistemimizin ne kadar süpersonik olduğunun kanıtıdır. birde kötü derler eğitim sistemimiz neresi kötü lan.
devamını gör...
balon
yedi yıl kadar önce bir alışveriş merkezinde parlak, ışıltılı çizgi film karakterleri havada süzülüyordu. o zamanlar yeni yürümeye başlamış olan küçük kurbağa balonları fark eder etmez ilk önce onlara doğru koştu, sonra da kalabalık bir grup halinde onu izleyen ailesine doğru. daha iki yaşına gelmemiş zeki çocuk gruptaki en kolay avını seçmiş yol boyunca "teyjeee pepeee, teyjeee!" diyerek minik adımlarını hızlıca atıyordu.
hemen el ele yabancı amcanın yanında aldık soluğu. çok heyecanlı idik. çünkü o ilk kez pepe balonu görüp sahip olmuştu, ben de ozi'nin benden istediği ilk dileği gerçekleştirmiştim.
bu yüzden balon benim için bir nesneden öte, gözleri ışık saçan bir çocuğun bana doğru koşup heyecanla seslenmesidir.
hemen el ele yabancı amcanın yanında aldık soluğu. çok heyecanlı idik. çünkü o ilk kez pepe balonu görüp sahip olmuştu, ben de ozi'nin benden istediği ilk dileği gerçekleştirmiştim.
bu yüzden balon benim için bir nesneden öte, gözleri ışık saçan bir çocuğun bana doğru koşup heyecanla seslenmesidir.
devamını gör...
bir içki olsaydın
margarita.. içinde ki lime ve portakal likörü.. kadehin dudakla olan her temasında gelen tuz.. tekila olmazsa olmazı elbette..
devamını gör...
ders aralarında sözlükte takılmak
1 haftadır tarafım tarafından yapılan, sözlük aralarında ders çalışma sisteminin tersi durumdur.
devamını gör...
geceye bir hayat dersi bırak
kendini iyi hissetmediğin yerde durma. hiçbir şey yapmak zorunda değilsin.
devamını gör...
sözlüğe yeni gelen yazar
200 günü yeni yeni geçmiş bir sözlükte kıdem tartışmasının yapılacağı başlığı muhtemelen takmayacak yazarlardır..
devamını gör...
kaba olmanın aslında iyi bir özellik olması
evet, "yine geldi tespitini sevdiğim" diyeceğiniz, yepyeni bir tespitim ile karşınızda olduğum başlıktır.
öncelikle şu "kaba olmanın" derecesi konusunda bir anlaşalım; elbette burada kastedilen kabalık yok yere insanların kalbini kırmak, onlara sövmek veya terbiyesizlik yapmak anlamında değildir. bu tanımda bahsedeceğimiz kabalık, daha çok "aman ağzımın tadı kaçmasın", "aman şunu kırmayalım" diye gösterilen sahte samimiyetlere ve yapmacıklığa karşı duran kabalık çeşididir. çünkü ben bu tür davranışlardan zerre haz etmem, aile büyüklerime de her yaptıklarında kızarım.
bugünden bir misal, harika bir mangal yapmışım efendim. balıklar mis gibi pişmiş, ahtapot tam kıvamında ve rakılar hazır. oradan annem sesleniyor bana:
- "ya acaba bizim komşulara da mı versek? ayıp olur şimdi."
hemen "ne münasebet!" diye cevap verdim. ben o tüm bu canlıları bir amaç uğruna canlarından etmiş, onları saygı ve özenle en güzel şekilde pişirmiş, ve ailem güzelce ve kusursuzca bir deniz sofrası yesinler diye hazırlamış iken allah'ın salak komşusuna neden balık vereyim? zaten zerre sevmem kendilerini, ama sevsem de durum değişmiyor. zira böyle bir zorunluluğum yok.
ya da çok benzer başka bir misal, şu ana kadar kimse üzülmesin diye ikram edilen yemeği yemişliğim yoktur. o an canım istemiyorsa ve direkt sevmiyorsam o yemeği yemem, yoksa yerim. olay aslında bu kadar basit. isteyen kaba desin, isteyen öküz vallahi umurumda olmaz. sırf birileri saçma sapan şeylere alınsın gücensin diye kendi keyfimden ödün verecek değilim. bu şekilde de gayet iyi ve mutluyum doğrusu.
sanırım rezalet bir insanım...*
öncelikle şu "kaba olmanın" derecesi konusunda bir anlaşalım; elbette burada kastedilen kabalık yok yere insanların kalbini kırmak, onlara sövmek veya terbiyesizlik yapmak anlamında değildir. bu tanımda bahsedeceğimiz kabalık, daha çok "aman ağzımın tadı kaçmasın", "aman şunu kırmayalım" diye gösterilen sahte samimiyetlere ve yapmacıklığa karşı duran kabalık çeşididir. çünkü ben bu tür davranışlardan zerre haz etmem, aile büyüklerime de her yaptıklarında kızarım.
bugünden bir misal, harika bir mangal yapmışım efendim. balıklar mis gibi pişmiş, ahtapot tam kıvamında ve rakılar hazır. oradan annem sesleniyor bana:
- "ya acaba bizim komşulara da mı versek? ayıp olur şimdi."
hemen "ne münasebet!" diye cevap verdim. ben o tüm bu canlıları bir amaç uğruna canlarından etmiş, onları saygı ve özenle en güzel şekilde pişirmiş, ve ailem güzelce ve kusursuzca bir deniz sofrası yesinler diye hazırlamış iken allah'ın salak komşusuna neden balık vereyim? zaten zerre sevmem kendilerini, ama sevsem de durum değişmiyor. zira böyle bir zorunluluğum yok.
ya da çok benzer başka bir misal, şu ana kadar kimse üzülmesin diye ikram edilen yemeği yemişliğim yoktur. o an canım istemiyorsa ve direkt sevmiyorsam o yemeği yemem, yoksa yerim. olay aslında bu kadar basit. isteyen kaba desin, isteyen öküz vallahi umurumda olmaz. sırf birileri saçma sapan şeylere alınsın gücensin diye kendi keyfimden ödün verecek değilim. bu şekilde de gayet iyi ve mutluyum doğrusu.
sanırım rezalet bir insanım...*
devamını gör...
spontane radyo yayını
yaa çok bitanesiniz. şeker gibi eridim. teşekkürler hayatıma, ve tabi size eheh. süpersiniz devam, devam.
devamını gör...
isviçre
bir kaç defa gittiğim medeniyetin üst seviyede olduğu, kişisel davranışların kuralların hep ölçülü olduğu farklı bir avrupa ülkesidir.
devamını gör...
ren geyiği
noel babanın benzin parasına kıyamadığı için işe aldığı uçan geyiklerdir.
devamını gör...
kahve demlemek
kahve, demleme esnasında yaklaşık 900 kimyasalın özütlendiği , kimyasal açıdan karmaşık bir içecektir. teknik olarak, kavrulmuş kahvenin yaklaşık %30’u demlenmiş kahve içinde çözünebilir. deneyimlediğiniz üzere, özütlenebilen her bileşik özütlenmemelidir.bir kahve presi ile demlemeyi ele alın. demlerken acele edip kahveyi yalnızca iki dakika özütlerseniz kahve eksik özütlenmiş olur ve tadı bitkisel ve acı olur. kahve presini unutup 10 dakika demlerseniz, kahve aşırı özütlenir ve tadı acı ve kekremsi olur. mükemmel pres hazırlamak için demleme tarifine uyup kahveyi dört dakika bekletirsiniz ortaya dengeli ve lezzetli bir fincan çıkar. bu üç demlenmiş kahve örneğinin tadı farklıdır her birinde tanelerden demlenmiş kahve farklı sayıda lezzet ve aroma bileşiğini geçer . diğer bir deyişli, her bir
demleme farklı özütleme miktarlarına sahiptir.
harika bir fincan kahve demlemek için taze tatlı kahve çekirdekleri ile başlanmalıdır. bayat kahve, aromasının ve asiditesinin büyük kısmını kaybetmiştir. kavrulmuş kahvenin nüanslı ve karmaşık lezzetlerini ve aromalarını yaratan uçucu bileşikler zaman içinde bozulur, ardında renksiz, düz, karton benzeri lezzetler bırakır.
en taze kahvenin en iyi kahve olduğu söylenir. fakat aşırı taze kahvenin demlenmesi de sorunludur. kavurucunun soğutma tepsisinden yeni alınmış bir kavrulmuş kahveyi demlemeye çalışırsanız iyi bir fincan kahve elde etmeniz zor olur. taze kavrulmuş kahve tanelerini ıslattığınızda, doğal olarak biriken gazların büyük kısmı dışarı kaçar ve doğru lezzet bileşiklerini özütlemek zorlaşır. bu tür bir kahve demlemek fazla taze lezzetlere yol açar; karmaşıklık, denge ve tatlılık kaybolur.
demleme işlemi esnasında, suda çözünür maddeler (katılar) çözünür, kahve tanelerini suyun içine taşır. katı miktarı demleme esnasında değişir ve kahvenin lezzetini, rengini, gövdesini ve aromasını etkiler. hem çözünür hem de çözünmeyen bileşikler özütlenir . çözünür bileşikler içinde lezzet ve aromayı yaratanlar da bulunur. çözünmeyen bileşikler, suda çözünmeyen ama sıvıda sıvı çözünük (asılı) hale gelen yağlar ve liflerdir. her filtre bu çözünmeyen bileşikleri demlenen kahveye farklı miktarlarda geçirir ve bunlar ağız hissi ve
dokuyu etkiler.
kahve endüstrisi bilgilerinin büyük kısmı yoğunluk, özütleme ve tat üzerine yapılan kontrollü deneylere dayanır. bu araştırmalar sayesinde en lezzetli özütleme aralığı, yani optimum özütleme aralığı tanımlandı. çekirdeğin %30’u çözünüp özütlenebiliyor olsa da, en hoş lezzetler genelde %18 - %22 özütleme aralığında bulunur.
demleme farklı özütleme miktarlarına sahiptir.
harika bir fincan kahve demlemek için taze tatlı kahve çekirdekleri ile başlanmalıdır. bayat kahve, aromasının ve asiditesinin büyük kısmını kaybetmiştir. kavrulmuş kahvenin nüanslı ve karmaşık lezzetlerini ve aromalarını yaratan uçucu bileşikler zaman içinde bozulur, ardında renksiz, düz, karton benzeri lezzetler bırakır.
en taze kahvenin en iyi kahve olduğu söylenir. fakat aşırı taze kahvenin demlenmesi de sorunludur. kavurucunun soğutma tepsisinden yeni alınmış bir kavrulmuş kahveyi demlemeye çalışırsanız iyi bir fincan kahve elde etmeniz zor olur. taze kavrulmuş kahve tanelerini ıslattığınızda, doğal olarak biriken gazların büyük kısmı dışarı kaçar ve doğru lezzet bileşiklerini özütlemek zorlaşır. bu tür bir kahve demlemek fazla taze lezzetlere yol açar; karmaşıklık, denge ve tatlılık kaybolur.
demleme işlemi esnasında, suda çözünür maddeler (katılar) çözünür, kahve tanelerini suyun içine taşır. katı miktarı demleme esnasında değişir ve kahvenin lezzetini, rengini, gövdesini ve aromasını etkiler. hem çözünür hem de çözünmeyen bileşikler özütlenir . çözünür bileşikler içinde lezzet ve aromayı yaratanlar da bulunur. çözünmeyen bileşikler, suda çözünmeyen ama sıvıda sıvı çözünük (asılı) hale gelen yağlar ve liflerdir. her filtre bu çözünmeyen bileşikleri demlenen kahveye farklı miktarlarda geçirir ve bunlar ağız hissi ve
dokuyu etkiler.
kahve endüstrisi bilgilerinin büyük kısmı yoğunluk, özütleme ve tat üzerine yapılan kontrollü deneylere dayanır. bu araştırmalar sayesinde en lezzetli özütleme aralığı, yani optimum özütleme aralığı tanımlandı. çekirdeğin %30’u çözünüp özütlenebiliyor olsa da, en hoş lezzetler genelde %18 - %22 özütleme aralığında bulunur.
devamını gör...
murat soner
cemal can canseven deyişine (tiki kız sesi taklidi) hasta olduğum kişi.
devamını gör...
insanı yoran şeyler
bilmem kaç günlük karantina şeysi. millet yattığı yerden maaşını alırken benim çalıştığım yerden almam bir miktar üzücü ve yorucu evet.
devamını gör...
suzan defter
iki kişinin birbirinden habersiz, eş zamanlı tuttuğu günlüklerden oluşan ve ayfer tunç tarafından yazılan kısa bir aşk hikayesidir. ayfer tunç çok nahif bir dille ve güzel bir kurguyla tek solukta okuyabileceğimiz bir hikaye yazmış. okuduğunu anlamak için özel bir çaba sarf ettiren kitaplardandır. kitabın sağ kısımları ekmel bey'in, sol kısımları ise derya'nın günlüğünden oluşuyor. ben önce ekmel bey'in günlüğünü okudum, sonra derya'nın. tabii ekmel bey günlüğünde kendini e. olarak tanıtıyor. daha sonra, derya'nın günlüğüne geçtiğimizde, isminin ekmel olduğunu öğreniyoruz. aynı şekilde derya da ekmel bey ile tanıştıklarında kendini suzan olarak tanıtıyor, ekmel bey böyle biliyor. yine doğruyu derya'nın günlüğüne geçerken öğreniyoruz.
ekmel bey'e bakacak olursak; 6 ay önce avukatlık bürosunu kapatan ve uzun bir süre önce eşinden ayrılan kendi halinde bir avukat. son zamanlarda iyice içine kapanık durumda. dış dünya ile bağlantısını tamamen kesmek ister. evini satılığa çıkarır ve ilan verir. aslında amacı evi satmak değil, ev ilanı için arayan kişilerden kendine bir konuşma-sohbet arkadaşı bulmak ister. ilan için birçok kişi arar ve sadece kadınlarla konuşur, görüşme için tarih verir. ama hiçbiri hayalinde kurduğu gibi ideal bir arkadaş adayı değildi ekmel bey için. aradığı aşık olacağı bir kadın değildi, tek amacı arkadaş olmaktı. ve birkaç gün sonra o geldi: suzan hanım. tabii kendisinin aslında derya olduğunu ilerleyen sayfalarda öğreniyoruz.
derya'ya geçtiğimizde ise ekmel bey'in aksine duygularını daha dolu yaşayan ve bunu günlüğüne de yansıtan biri. hayatta tek sevdiği kişi abisi, bunu birçok yerde büyük bir sevgiyle belirtiyor. kendisinin de abisinin gözünde öyle olmasını ister. bir bakımdan ilgi manyağı biri. abisi ile sevdiği kız olan suzan arasında gelip gidermiş sürekli. suzan'ı da severdi, çünkü en az kendisi kadar abisini seven tek kişi suzan'dı. tabii bu gençlik yılları geride kaldı. evlenmiş, boşanmış ve kendisi de yalnız yaşamaktan epey sıkılmış biri. tek başına evindeyken ekmel bey'in ilanını görür ve öylesine arayıp eve bakmak istediğini söyler, evi almak gibi bir niyeti yok. ekmel bey'in evine gider ve kendini suzan olarak tanıtır. ki bence en büyük hatayı burada yaptı. kendisini derya olarak tanıtması daha iyi olurdu bence. ama ayfer tunç kurguyu böyle kurarak daha gizemli kılmış hikayeyi.
ekmel bey ve derya ilk görüşmede çok iyi anlaşır. ve ev konusu kapanıp tamamen başka konulardan bahsederler. ekmel bey'e göre aklındaki o ideal arkadaş kesinlikle suzan hanımdı. derya'nın deyimiyle ise "arz ile talep" birbirlerini bulmuşlardı. derya'nın günlüğüne yazdığına göre ekmel bey ilk görüşmelerinden sonra tekrar gelmesi için ona arkadaşlık teklifi eder ve karşılığında para vereceğini belirtir. ekmel bey ise asla böyle bir şeyden bahsetmiyor. aynı şekilde ekmel bey'in yazdığına göre evin arka bahçesindeki manolya ağacını evdekiler dahi fark etmezken derya fark eder, onunla ilgili sorular sorar. derya ise ekmel bey'in kendiliğinden ona anlattığını söyler. ve bunun gibi daha birçok konuda farklı anlatımlar var. insan kime inanacağını bilemiyor doğrusu.
derya kendi ile de verdiği iç savaşın sonunda ekmel bey'in evine gider ve güzel bir dostluk kurarlar. tabii bu süreçte sık sık abisi ile büyük aşkı suzan'dan bahseder. kendini suzan olarak tanıttığı için kendi aşk hikâyesini anlatır gibi yapar. ve anlattığı hikayedeki üçüncü kişi kendisi, yani derya, oluyordu. her ikisi için de günlüğün büyük çoğunluğunu derya'nın aşk hikayesini anlattığı "suzan" oluşturuyor.
ne kadar ziyan olmuş bir aşk hikayesi gibi olsa da harika bir abi-kardeş bağı, aşk için mücadele, kadın dayanışması, aile içi ilişkiler.. gibi daha birçok konuya yer veren harika bir eser.
ekmel bey'e bakacak olursak; 6 ay önce avukatlık bürosunu kapatan ve uzun bir süre önce eşinden ayrılan kendi halinde bir avukat. son zamanlarda iyice içine kapanık durumda. dış dünya ile bağlantısını tamamen kesmek ister. evini satılığa çıkarır ve ilan verir. aslında amacı evi satmak değil, ev ilanı için arayan kişilerden kendine bir konuşma-sohbet arkadaşı bulmak ister. ilan için birçok kişi arar ve sadece kadınlarla konuşur, görüşme için tarih verir. ama hiçbiri hayalinde kurduğu gibi ideal bir arkadaş adayı değildi ekmel bey için. aradığı aşık olacağı bir kadın değildi, tek amacı arkadaş olmaktı. ve birkaç gün sonra o geldi: suzan hanım. tabii kendisinin aslında derya olduğunu ilerleyen sayfalarda öğreniyoruz.
derya'ya geçtiğimizde ise ekmel bey'in aksine duygularını daha dolu yaşayan ve bunu günlüğüne de yansıtan biri. hayatta tek sevdiği kişi abisi, bunu birçok yerde büyük bir sevgiyle belirtiyor. kendisinin de abisinin gözünde öyle olmasını ister. bir bakımdan ilgi manyağı biri. abisi ile sevdiği kız olan suzan arasında gelip gidermiş sürekli. suzan'ı da severdi, çünkü en az kendisi kadar abisini seven tek kişi suzan'dı. tabii bu gençlik yılları geride kaldı. evlenmiş, boşanmış ve kendisi de yalnız yaşamaktan epey sıkılmış biri. tek başına evindeyken ekmel bey'in ilanını görür ve öylesine arayıp eve bakmak istediğini söyler, evi almak gibi bir niyeti yok. ekmel bey'in evine gider ve kendini suzan olarak tanıtır. ki bence en büyük hatayı burada yaptı. kendisini derya olarak tanıtması daha iyi olurdu bence. ama ayfer tunç kurguyu böyle kurarak daha gizemli kılmış hikayeyi.
ekmel bey ve derya ilk görüşmede çok iyi anlaşır. ve ev konusu kapanıp tamamen başka konulardan bahsederler. ekmel bey'e göre aklındaki o ideal arkadaş kesinlikle suzan hanımdı. derya'nın deyimiyle ise "arz ile talep" birbirlerini bulmuşlardı. derya'nın günlüğüne yazdığına göre ekmel bey ilk görüşmelerinden sonra tekrar gelmesi için ona arkadaşlık teklifi eder ve karşılığında para vereceğini belirtir. ekmel bey ise asla böyle bir şeyden bahsetmiyor. aynı şekilde ekmel bey'in yazdığına göre evin arka bahçesindeki manolya ağacını evdekiler dahi fark etmezken derya fark eder, onunla ilgili sorular sorar. derya ise ekmel bey'in kendiliğinden ona anlattığını söyler. ve bunun gibi daha birçok konuda farklı anlatımlar var. insan kime inanacağını bilemiyor doğrusu.
derya kendi ile de verdiği iç savaşın sonunda ekmel bey'in evine gider ve güzel bir dostluk kurarlar. tabii bu süreçte sık sık abisi ile büyük aşkı suzan'dan bahseder. kendini suzan olarak tanıttığı için kendi aşk hikâyesini anlatır gibi yapar. ve anlattığı hikayedeki üçüncü kişi kendisi, yani derya, oluyordu. her ikisi için de günlüğün büyük çoğunluğunu derya'nın aşk hikayesini anlattığı "suzan" oluşturuyor.
ne kadar ziyan olmuş bir aşk hikayesi gibi olsa da harika bir abi-kardeş bağı, aşk için mücadele, kadın dayanışması, aile içi ilişkiler.. gibi daha birçok konuya yer veren harika bir eser.
devamını gör...
nefret edilen şeyler
nefret ettiğim şeyleri sürekli yaşamak,
insanların sahte özürleri, özür dileyip, konuşmaya devam ederken, "ben yanlış birşey" yaptığımı düşünmüyorum demesinin üstüne, daha sinir bozucu bir şey tanımıyorum
#1107693
insanların sahte özürleri, özür dileyip, konuşmaya devam ederken, "ben yanlış birşey" yaptığımı düşünmüyorum demesinin üstüne, daha sinir bozucu bir şey tanımıyorum
#1107693
devamını gör...
travian
lisede dershane matematik hocamın dersin ortasında anlatmayı bırakıp yağmaya çıktığı oyundur.
devamını gör...
birinden bahsederken bu diyen insan
birinden bahsederken "bu" diyen insanın, o kişiyi değersizleştirmeye çalıştığını düşünüyorum zira ismiyle ondan bahsetmek varken "bu" demek bana çok itici geliyor ve içimden o konuşan kişiden koşarak uzaklaşma hissi doğuyor.
devamını gör...


