erdoğan'ın bu ülkede gençlere her şey veriliyor demesi
verilmez mi yahu; kan, gözyaşı, yalnızlık, çaresizlik, karamsarlık aklınıza gelecek tüm hüzünlü kelimeler gençlik ile sarmaş dolaş bağırmak istiyorum teşeeekkkkürlerrr türkiyeeeee!!!
devamını gör...
natalie portman
ilk filmi léon: the professional ile 13 yaşında tüm dünya tarafından tanınmış, tüm zamanların en iyi - öğüt niteliğinde - repliklerinden birinin muhatabı güzel kadın.
"intikam iyi bir şey değil mathilda,
inan unutmak daha iyi".
"intikam iyi bir şey değil mathilda,
inan unutmak daha iyi".
devamını gör...
klişe youtube yorumları
şurdan şurdan gelenler beğenin de sayımızı bilelim.
devamını gör...
güne bir şarkı bırak
ben de yoluma giderim
giden gitmiştir zaten
kesemem kesemem yolunu
hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
bir çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu
giden gitmiştir zaten
kesemem kesemem yolunu
hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
bir çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu
devamını gör...
kraliçe elizabeth'in yılın yaşlısı ödülünü reddetmesi
(bkz: ne teyzesi be)?
devamını gör...
az bilinen görgü kuralları
kedi görünce durup miyavlayın.
devamını gör...
yeğen sevgisi
çocuğu olmayan sevecen tabiatlı insanlarda tavan yapan çok özel bir sevgi türü. ömür boyu sürer gider. evlat sevgisinden aşağı kalmaz.
devamını gör...
normal sözlük t-shirtleri
gözleri yaşartan bir kalite. insan hüzünleniyor tabi.
sözlük yatak odamıza, gardırobumuza ve hatta bulaşık makinemize kadar girecektir.
kgb amacına ulaşmaktadır.
(bkz: keşke benim olsa itemleri)
sözlük yatak odamıza, gardırobumuza ve hatta bulaşık makinemize kadar girecektir.
kgb amacına ulaşmaktadır.
(bkz: keşke benim olsa itemleri)
devamını gör...
yaş ilerledikçe azalan şeyler
sabır
devamını gör...
404 not found
sınava girdiğim sitede oluşan uyarı, deli eder.
devamını gör...
öğrenci kimlik kartı resmi
kimse de görmediğim kimlik kartındaki resimdir. büyük bir çaba ve özveri ile saklanır. yalnız ölüler görebilir.
devamını gör...
arjantin milli futbol takımı
romantik bir taraftar kitlesine sahip takım. ama futbol, romantizm dinlemez.
devamını gör...
her şeyi açıklayan en kısa söz
olmadı...
devamını gör...
tüm sözlüğün arayışta olması
kimi arıyorsanız söyleyin yardım edek beraber bulak kapansın bu mesele.
tüm sözlük denmiş ben ne arıyorum acep bir zahmet ne aradığımı bilen varsa söylesin çünkü ben ne aradığımı bilmiyorum.
bir şeyler aramak şart oldu. gidip bir başlık maşlık bir şey arayayım bari.
tüm sözlük denmiş ben ne arıyorum acep bir zahmet ne aradığımı bilen varsa söylesin çünkü ben ne aradığımı bilmiyorum.
bir şeyler aramak şart oldu. gidip bir başlık maşlık bir şey arayayım bari.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en büyük zaafları
zaafım lahmacun sanırım. ya da bir buçuk adana olabilir.
devamını gör...
phanomenologie des geistes
georg wilhelm friedrich hegel'in geç dönem eserlerini anlayabilmek için göz atılması gereken erken dönem eseri. tam tersini söyleyenler olacaktır ama hayır genel olarak anlaşılmıyor zaten. hegel esasında eserde oldukça karmaşık ve kapalı bir anlatım tercih ediyor ki bu miktar anlamayı ve hatta okumayı oldukça zorlaştırıyor -hayatımda insanı hegel kadar yoran birini görmedim*, en son maurice cornforth'un in defence of philosophy against positivism and pragmatism'ini okurken bu kadar buhar çıkmıştı kafamdan- bundan ötürü biraz kafa yorulması gereken bir eser. dilimize tinin görüngübilimi ve/veya ruhun fenomenolojisi olarak çevrilmiş olan eserin düzgün bir çevirisi ne yazık ki yok. içerik olarak incelediğimizde 6 temel başlık üzerine şekilleniyor eser. bu bilinç, özbilinç, us, tin, din ve mutlak bilgi* başlıkları da başka alt başlıklara bölünüyor. ilk bölüm olan bilinç 3 alt başlığa ayrılmış durumda: duyusal pekinlik, algı, kuvvet ve anlayış.
duyusal pekinlik ya da ‘bu’ ve ‘sanma’
başlangıçta ya da dolaysızca nesnemiz olan bilgi, kendisi dolaysız bilgi olandan, dolaysızın ya da varolanın bilgisi olandan başkası olamaz. biz de eşit ölçüde dolaysız ya da alıcı davranmalıyız; öyleyse o kendisini sunarken onda hiçbir şeyi değiştirmemeli, ve sezinlemeden* kavramayı* uzak tutmalıyız diyor hegel. duyusal pekinlik somut içeriği nedeniyle dolaysızca en varsıl bilgi olarak, giderek sonsuz varsıllığın bir bilgisi olarak görünür—bir varsıllık ki, yayıldığı uzay ve zamana çıktığımızda olduğu gibi, bu bolluktan bir parça alıp bölerek içine girdiğimizde de, hiçbir sınırı bulunmaz. bundan başka duyusal pekinlik en gerçek bilgi olarak görünür; çünkü nesneden henüz hiçbir şeyi uzaklaştırmamış, tersine onu bütün bir eksiksizliği içinde önüne almıştır. oysa bu pekinlik sonuçta kendisini en yoksul gerçeklik olarak göstermektedir. bildiğine ilişkin olarak söylediği salt şudur: o vardır; ve gerçekliği yalnızca olgunun varlığını kapsar; bilinç kendi yanından bu pekinlikte salt arı ben olarak vardır; ya da ben salt arı bu olarak ondayım ve nesne de salt arı bu olarak. ben, bu ben, bu olgudan pekinim, ama ben, bilinç olarak, böylece kendimi geliştirip düşünceyi değişik yollarda devindirdiğim için değil. gene, pekin olduğum olgu bir dizi değişik niteliklere göre kendi içersinde varsıl bir bağıntılar karmaşası olacağı ya da başka şeyler ile çeşitli yollarda ilişkili olacağı için de değil. bunların ikisinin de duyusal pekinliğin gerçekliği ile hiçbir ilgileri yoktur; ne ben ne de olgu burada karmaşık bir dolaylılık imlemini taşırlar; ben karmaşık bir tasarım ya da düşünme imlemini, olgu da çeşitli özellikler imlemini taşımaz; tersine, olgu vardır; ve vardır, çünkü vardır. o vardır; bu duyusal bilgi için özseldir, ve bu arı varlık ya da bu yalın dolaysızlık onun gerçekliğini oluşturur.
algı ya da şey ve aldanma
dolaysız pekinlik gerçeği almamaktadır, çünkü gerçekliği evrenseldir. algı, öte yandan, onun için varolanı evrensel olarak almaktadır. tıpkı evrenselliğin onun genelde ilkesi olması gibi, bunun kendilerini onun içersinde dolaysızca ayrımlaştıran kıpıları da evrenseldir: ‘ben’ bir evrensel ve nesne bir evrenseldir. o ilke bizim için ortaya çıkmıştır ve bizim algıyı alışımız bu yüzden artık duyu pekinliğini alışımız gibi olumsal bir olay değildir; tersine, mantıksal olarak zorunlu kılınmıştır. ilkenin çıkışı ile eşzamanlı olarak görüngülerinde salt ortaya geliveren iki kıpı da oluşmuş olmaktadır; biri gösterme devimi, öteki aynı devim, ama yalın birşey olarak, birincisi algılama, ikincisi nesne. özde nesne devim olan ile aynıdır: devim iki kıpının açınma ve ayrımlaşması, nesne kıpıların birlikte sezinlenmişliğidir. bizim için, ya da kendinde, ‘evrensel’ ilke olarak algının özüdür, ve bu soyutlama karşısında iki ayırdedilen kıpı—algılayan ve algılanan—özsel-olmayandır. ama gerçekte kendileri evrensel ya da öz oldukları için, her ikisi de özseldir; gene de birbirleri ile karşıtlar olarak ilişkili oldukları için, ilişkide salt biri özsel kıpı olabilir, ve özsel ve özselolmayan ayrımı aralarında paylaştırılmalıdır. onlardan yalın olarak belirlenmiş biri, nesne, algılanıp algılanmamasına bakılmaksızın özdür; ama algılama devim olarak kararsız birşeydir ki olabilir ya da olmayabilir ve özsel olmayandır. bu nesne şimdi daha yakından belirlenmeli ve bu belirleme ortaya çıkan sonuçtan kısaca geliştirilmelidir; daha ayrıntılı gelişme buraya düşmez. nesnenin ilkesi, evrensel, yalınlığı içinde dolaylı bir evrensel olduğu için, nesne bunu kendi doğası olarak kendisinde anlatmalıdır; nesne bunu kendini birçok özellikli şey olarak göstererek yapar. duyusal bilginin varsıllığı algıya aittir, dolaysız pekinliğe değil; bu pekinlik için o varsıllık salt örneklerin kaynağı idi; çünkü olumsuzlamayı, ayrımı ya da çeşitliliği kendi özünde taşıyan yalnızca algıdır.
kuvvet ve anlak: görüngü ve duyulurüstü evren
bilinç için duyusal pekinliğin eytişiminde işitme, görme vb. yitmiştir; ve, algı olarak, bilinç ilk kez koşulsuz-evrenselde biraraya getirdiği düşüncelere varmıştır. bu koşulsuz, şimdi, eğer dingin, yalın öz olarak alınmış olsaydı, kendisi yine tek yanlı kendi-için-varlık ucundan başka birşey olmayacaktı, çünkü ozaman öz-olmayan ona karşı duracaktır; ama bununla ilişkili olsaydı kendisi özsel olmayan olacak, ve bilinç algılamanın aldatmacasından kaçamayacaktı; ama bu evrensel kendisini böyle koşullu bir kendi-için-varlıktan kendi içine dönmüş bir evrensel olarak göstermiştir.—artık bilincin gerçek nesnesi olan bu koşulsuz evrensel henüz ancak onun nesnesi olarak vardır; bilinç koşulsuzun kavramını kavram olarak henüz kavramış değildir, ikisini ayırmak özseldir: bilinç için nesne bir başkası ile ilişkiden kendi içine geri dönmüş ve bununla kendinde kavram olmuştur. ama bilinç kendi kendisi için henüz kavram değildir ve bu nedenle o yansımış nesnede kendisini tanımamaktadır. bizim için bu nesne bilincin devimi yoluyla öyle oluşmuştur ki, bilinç onun oluşmasına katılmıştır ve yansıma iki yanda aynıdır ya da salt bir yansıma vardır. ama bilinç bu devimde bilinç olarak bilinci değil de yalnızca nesnel özü içeriği olarak taşıdığından, onun için sonuca nesnel bir imlem koyulmalıdır; ve bilinç ortaya çıkmış olandan henüz çekilmektedir, öyle ki bu onun için nesnel anlamda özdür.
eserin ikinci ayağını oluşturan özbilinç ise yalnızca özpekinliğin gerçekliği bölümünden ibaret fakat bu bölüm iki alt bölüme ayrılıyor: özbilincin bağımsızlık ve bağımlılığı; efendilik ve kölelik & özbilincin özgürlüğü: stoacılık, kuşkuculuk, ve mutsuz bilinç.
özpekinliğin gerçekliği
pekinliğin daha önceki kiplerinde bilinç için gerçek onun kendisinden başka birşeydir. ama bu gerçeğin kavramı onun görgülenişinde yitmektedir; nesne dolaysızca kendinde ne idiyse—duyusal pekinliğin varolanı, algının somut şeyi, anlak için kuvvet—gerçekte tersine bu olmadığını tanıtlamaktadır; ‘kendinde’, öte yandan, kendini içinde nesnenin salt bir başkası için olduğu bir kip olarak tanıtlar. nesnenin kavramı kendisini edimsel nesnede ortadan kaldırır ya da nesnenin ilk dolaysız tasarımı görgülenimde ortadan kaldırılır: pekinlik yerini gerçekliğe bırakmaktadır. ama şimdi daha önceki ilişkilerde olmayan birşey ortaya çıkmıştır: gerçekliği ile özdeş olan pekinlik; çünkü pekinlik kendi kendisini nesne almaktır, ve bilinç kendisi için gerçekliktir. bunda hiç kuşkusuz bir başkalık da vardır; e.d. bilinç ayırdetmektedir, ama öyle ki, bu ayrım bilinç için aynı zamanda bir ayrım değildir. bilme devimine kavram deyip, dingin birlik olarak ya da ‘ben’ olarak bilmeye nesne dersek, o zaman görürüz ki salt bizim için değil ama bilmenin kendisi için de nesne kavrama karşılık düşmektedir. ya da, başka bir biçimde, kavrama nesne kendinde ne ise o der, nesneye ise nesne olarak ya da bir başkası için ne ise o dersek, açıktır ki kendindeolmak ve bir-başkası-için-olmak aynıdır; çünkü ‘kendinde’ bilinçtir; ama bilinç o denli de bir başkasının (‘kendinde’nin) onun için var olduğu şeydir; ve nesnenin ‘kendinde’si ile bir başkası için varlığının aynı olmaları bilinç içindir; ‘ben’ bağıntının içeriği ve bağıntılamanın kendisidir. bir başkaya karşı ‘ben’ kendi kendisidir, ve aynı zamanda da onun için eşit ölçüde yalnızca onun kendisi olan bu başka üzerine yayılır. özbilinç ile, öyleyse, artık gerçeğin doğal ülkesine girmiş oluyoruz.
özbilincin bağımsızlık ve bağımlılığı; efendilik ve kölelik
özbilinç bir başkası için kendinde ve kendi için olduğunda ve olması yoluyla kendinde ve kendi içindir; eş deyişle, ancak tanınan birşey olarak vardır. ikilenişindeki bu birliğinin, kendini özbilinçte olgusallaştıran sonsuzluğun kavramı, çok yanlı ve çok anlamlı bir kapsamdadır; öyle ki, kıpıları bir yandan tam olarak birbiri dışında tutulmalı, ve öte yandan bu ayrımlaşmada aynı zamanda da ayrımlaşmamış olarak ya da her zaman karşıt ünlemlerinde alınmalı ve tanınmalıdırlar. ayırdedilenin ikili imlemi özbilincin özünde yatar: sonsuz olmak ya da içinde koyulduğu belirliliğin dolaysızca karşıtı olmak. ikilenişi içindeki bu tinsel birliğin kavramının ayrıntılı açımlanışı önümüze tanınma sürecini getirecektir. özbilinç önünde bir başka özbilinci bulur; kendi dışına çıkmıştır. bunun iki anlamı vardır: ilkin, kendi kendisini yitirmiştir, çünkü kendisini başka bir [somut] öz olarak bulmaktadır; ikincisi, bu yolla başkasını ortadan kaldırmıştır, çünkü başkasına öz olarak bakmamakta, tersine başkasında kendi kendisini görmektedir. bu başkalığını ortadan kaldırmalıdır; bu ilk ikircimin ortadan kaldırılması ve öyleyse kendisi ikinci bir ikircimdir; ilkin öteki, bağımsız özü ortadan kaldırmaya gitmeli, ve bu yolla kendisinden [somut] bir öz olarak pekin olmalıdır; ikincisi, böyle yaparak kendi kendisini ortadan kaldırma yoluna gider, çünkü bu başka onun kendisidir.
özbilincin özgürlüğü: stoacılık, kuşkuculuk, ve mutsuz bilinç
bağımsız özbilinç için onun özü bir yandan salt arı ‘ben’ soyutlamasıdır, ve, öte yandan, kendisini geliştirip ayrımlaştırırken, bu ayrımlaşma onun için nesnel olarak kendinde-varolan bir öz olmamaktadır; bu özbilinç öyleyse yalınlığında kendinisini gerçekten ayrımlaştıran ya da bu saltık ayrımlaşmada kendine özdeş kalan bir ‘ben’ olmamaktadır. öte yandan, kendi içine geri itilen bilinç, biçimlendirme etkinliğinde, biçimlendirilmiş şeyin biçimi olarak kendisine nesne olmakta, ve efendide kendi-için-varlığı aynı zamanda bilinç olarak görmektedir. ama hizmet eden herhangi bir bilinç için bu iki kıpı—bağımsız bir ııcsne olarak kendi kendisi ve bir bilinç olarak bu nesne, ve bu yüzden kendi asıl özü—birbirleri dışına düşerler. oysa biçim ve kendi-için-varlık bizim için ya da kendilerinde aynı oldukları ve bağımsız bilinç kavramında kendinde-varlık bilinç olduğu için,biçimini çalışmada kazanan kendinde-varlık ya da şeylik yanı bilinçten başka bir töz değildir. bizim için yeni bir özbilinç şekli ortaya çıkmıştır; bir bilinç ki, kendi için bilincin sonsuzluğu ya da onun arı devimi olarak özsel varlıktır; bir varlık ki düşünmekledir, ya da özgür özbilinçtir. çünkü düşünmek soyut bir ben değil ama aynı zamanda kendinde-varlık imlemini taşıyan bir ben olmak demektir; kendine nesne olmak, ya da nesnel öze kendini ilişkilendirmek ve bunu kendisi için olduğu bilincin kendi-için varlığım imleyecek bir yolda yapmak demektir. nesne düşünmeye kendisini tasarımlar ya da şekiller içinde değil, ama kavramlar içinde, eş deyişle ayrı bir kendinde-varlık içinde sunar ki, dolaysızca bilinç için ondan ayrı birşey değildir. tasarımlanan, şekillendirilen, varolan, böyle olarak, bilinçten başka birşey olanın biçimini taşımaktadır; oysa bir kavram aynı zamanda varolan birşeydir, ve bu ayrım, bilincin kendisinde olduğu sürece, onun belirli içeriğidir,—ama bu içerik aynı zamanda düşüncede kavranan bir içerik olduğu için, bilinç bu belirli ve ayrı varlık ile birliğinin dolaysızca bilincinde kalır, ama tasarım durumunda olduğu gibi değil, çünkü bunda bilincin henüz özellikle bunun onun tasarımı olduğunu anımsaması gerekmektedir; tersine, kavram benim için dolaysızca benim kavramımdır.
eserin üçüncü ayağını oluşturan us bölümü esasında usun pekinliği ve gerçekçiliği bölümünden oluşuyor fakat her biri kendi içinde 3 ana bölüme ayrılan 3 alt başlığı da mevcut: gözlemci us, (doğanın gözlemi, arılığı ve dış edimsellik ile ilişkisi içindeki özbilincin gözlemi; mantıksal ve ruhbilimsel yasalar, özbilincin kendi dolaysız edimselliği ile ilişkisinin gözlemi; yüzanlambilim ve kafatasıbilimi) ussal özbilincin kendi kendisi yoluyla edimselleşmesi, (haz ve zorunluk, yürek yasası ve büyüklenme çılgınlığı, erdem ve dünyanın gidişi) kendisini kendinde ve kendi için olgusal bilen bireysellik (tinsel hayvanlar ülkesi ve aldanma ya da ‘asıl sorun, yasa koyucu us, yasa sınayıcı us)
usun pekinliği ve gerçekliği
bilinç tekil bilincin kendinde saltık öz olduğu düşüncesini kavrayarak kendi içine geri dönmüştür. mutsuz bilinç için kendinde-varlık kendisinin öte-yanıdır. oysa devimi sonuçta eksiksiz gelişimi içindeki bireyselliği ya da edimsel bilinç olan bireyselliği kendisinin olumsuzu olarak, yani nesnel uç olarak koymuştur; başka bir deyişle, kendi-için-varlığını kendisinden koparmaya çabalamış ve varlık yapmıştır; bu devimde bu evrensel ile birliği de ona belirtik olmuştur—bir birlik ki, ortadan kaldırılan bireysel bir evrensel olduğu için, bizim için artık onun dışına düşmemekte, ve, bilinç bu olumsuzluğunda kendi kendisini sakladığı için, genelde bilinçte onun özü olarak bulunmaktadır. onun gerçekliği uçları saltık olarak ayrı tutulmuş bir biçimde ortaya çıkan tasımda orta terim olarak görünendir ki, değişmez bilince bireyselin kendisinden vazgeçtiğini bildirirken, bireye ise onun için değişmezin artık bir uç olmadığını, tersine onunla uzlaştığını bildirmektedir. bu orta terim ikisini de dolaysızca bilen ve onları ilişkilendiren birliktir; ve onların birliğinin bilincidir ki bu birliği bilince ve böylece kendi kendisine bildirmektedir—tüm gerçeklik olmanın pekinliği. özbilinç artık us olduğu için, başkalığa karşı şimdiye değin olumsuz olan ilişkisi olumlu bir ilişkiye dönüşmektedir. şimdiye dek yalnızca bağımsızlığı ve özgürlüğü ile ilgilenmiş, ona ikisi de özünün olumsuzu olarak görünmüş olan dünya ya da kendi öz edimselliği pahasına kendisini kendi için kurtarmak ve sürdürmek ile ilgilenmişti. ama kendine güvenen us olarak onlarla barış içindedir ve onlara dayanabilmektedir; çünkü kendi kendisinin olgusallık olduğundan, ya da tüm edimselliğin onun kendisinden başka birşey olmadığından pekindir; düşünmesinin dolaysızca kendisi edimselliktir; böylece edimsellik ile idealizm olarak ilişkiye girmektedir.
gözlemci us
varlığın onun için ‘onunki’ imlemini taşıdığı bu bilincin şimdi hiç kuşkusuz yine sanma ve algılama konumuna girdiğini görüyoruz, ama yalnızca bir ‘başka’dan pekin olma anlamında değil, tersine bu ‘başka’nın kendisi olduğundan pekin olma anlamında. daha önce şeydeki birçok yanı algılamak ve görgülemek bilinç için salt ortaya çıkıveren olumsal birşeydi; burada ise bilinç gözlem ve görgülenimini kendisi yapmaktadır. bizim için daha önce ortadan kalkmış olan sanma ve algılama şimdi bilinç tarafından ve kendisi için ortadan kaldırılmaktadır; us gerçekliği bilme çabasına girmekte, sanma ve algılama için bir şey olanı kavram olarak bulma, e.d. şeylikte salt kendisinin bilincine iye olma çabasına yönelmektedir. usun öyleyse şimdi dünyada evrensel bir ilgisi vardır; çünkü evrende bulunuşundan, ya da önünde bulunan evrenin ussal olduğundan pekindir. kendi ‘başka’sını aramaktadır, onda kendisinden başka hiçbir şeye iye olmadığını bilerek; salt kendi öz sonsuzluğunu aramaktadır. ilkin edimsel dünyada kendisini ancak sezinlerken ya da onu yalnızca genelde kendininki olarak bilirken, bu inançta kendi pekiştirilmiş iyeliklerinin genel ele geçirilişine doğru ilerlemekte ve tüm yüksekliklere ve tüm derinliklere egemenliğinin simgesini dikmektedir. ama bu yüzeysel ‘benim’ onun enson ilgisi değildir; bu genel ele geçirişin sevinci kendi iyeliklerinde yine soyut usun o kendisinde kapsamadığı yabancı ‘başka’yı bulur. us kendisinin arı ‘ben’in olduğundan daha derin bir öz olduğunu sezinler, ve o ayrımın, o karmaşık varlığın onun için onun kendisinin olmasını, kendisini edimsellik olarak görmeyi ve şekil ve şey olarak şimdide bulmayı istemelidir. oysa us şeylerin tüm bağrını alt üst etse, ve onların tüm damarlarını açıp oradan kendisine karşı fışkırabilse, gene de bu mutluluğa ulaşamayacaktır; daha önce kendisinde kendini tümlemiş olmalıdır, öyle ki daha sonra tümlenişini görgüleyebilsin.
doğanın gözlemi
düşünmeyen bilinç gözlem ve görgülenimi gerçekliğin kaynağı olarak bildirirken, sözleri hiç kuşkusuz sorun sanki yalnızca tatma, koklama, dokunma, işitme ve görme ile ilgiliymiş gibi gelebilir; tatmayı, koklamayı vb. coşkuyla salık verirken, gerçekte kendisinin bu duyusal sezinlemenin nesnesini de önceden o denli özsel olarak belirlemiş olduğunu, ve bu belirlemenin nesne için en azından duyusal sezinleme denli geçerli olduğunu söylemeyi unutmaktadır. aynı zamanda ilgisinin genelde yalnızca algılama üzerine olmadığını da onaylıyacak ve, örneğin şu algıyı, bu enfiye kutusunun yanında bu kalem bıçağının yattığını, bir gözlem saymıyacaktır. algılanmış olan en azından bir evrenselin imlemini taşımalıdır, duyusal bir ‘bu ’nun imlemini değil. bu evrensel öyleyse ilkin yalnızca kendine-özdeş-kalandu; devimi yalnızca aynı eylemin tekbiçimli yinelenişidir. bilinç böylece nesnede yalnızca evrenselliği ya da soyut ‘benim ’i bulduğu ölçüde, nesnenin özgün devimini kendi üzerine almalı ve henüz nesnenin anlağı olmadığı için, en azından onun edimsellikte yalnızca tekil bir kipte bulunanı evrensel bir kipte anlatan anımsanışı olmalıdır. tekillikten bu yüzeysel yükseliş, ve duyusal nesneyi kendi içinde bir evrensel olmuş olmaksızın yalnızca içine alan evrenselliğin eşit ölçüde yüzeysel biçimi, şeylerin bu betimlenip, henüz nesnenin kendisindeki bir devim değildir; devim gerçekte yalnızca nesnenin betimlenişindedir. nesne, betimlenmiş olarak, sonuçta ilgiyi yitirmiştir; biri betimlenir betimlenmez bir başkası alınmalı ve sürekli olarak aranmalıdır, öyle ki betimleme son bulmasın. artık yeni bütün şeyler bulmak güçleşmiş ise, o zaman daha önceden bulunmuş olanlara geri dönülmeli, onları yeniden bölmeli, ayrıştırmalı ve onlarda şeylerin yeni yanları aydınlığa getirilmelidir. bu durmak dinmek bilmez içgüdü hiçbir zaman gereçte yoksunluğa düşmez; çok önemli bir yeni cinsi, ya da giderek bir gezegeni—gerçi bir bireydir, ama gene de bir evrenselin doğasını taşır—bulmak ancak şanslıların payına düşebilir. ama fil, meşe, altın gibi göze çarpar olanın, cins ve tür olanın sınırı, birçok basamak yoluyla hayvanlar ve bitkiler kaosunun, taş türlerinin, metallerin, alkalilerin vb., ya da ancak ilkin güç ve beceri tarafından gün ışığına çıkartılabilen şeylerin sonu gelmez tikelleşmesine geçer. evrenselin belirsizlik olduğu, tikelleşmenin yine tekilleşmeye yaklaştığı, ve şurada ya da burada kendini büsbütün ona indirgediği bu alanda, gözlem ve betimleme için tükenmez bir gereç yedeği açılmaktadır. ama o içgüdü için uçsuz bucaksız bir alanın açıldığı bu yerde, evrenselin sınırında, onun ölçüsüz bir varsıllık yerine yalnızca doğanın ve kendi etkinliğinin sınırlarını bulması olanaklıdır; artık kendinde olarak görünenin bir olumsallık olup olmadığını bilememektedir. kendisinde karışık ya da ham, zayıf ve öğesel bir belirsizlikten ancak gelişebilmiş bir yapının izlerini taşıyan şey betimlenme isteminde bile bulunamaz.
arılığı ve dış edimsellik ile ilişkisi içindeki özbilincin gözlemi; mantıksal ve ruhbilimsel yasalar.
doğanın gözlemi kavramı örgensiz doğada olgusallaşmış bulur, yasalar, ki kıpıları aynı zamanda soyutlamalar olarak davranan şeylerdir; ama bu kavram kendi içine yansımış bir yalınlık değildir. öte yandan, örgensel doğanın yaşamı salt bu kendi içine yansımış yalınlıktır; içersindeki karşıtlık, evrensel ve tekilin karşıtlığı, bu yaşamın kendisinin özünde bölünerek ortaya çıkmaz; öz cins değildir—cins ki, ayrımlaşmamış öğesinde kendini bölerek devindirecek ve aynı zamanda karşısavında kendi için ayrımlaşmamış olacaktır. gözlem bu özgür kavramı—ki bunun evrenselliği gelişmiş tekilliği eşit ölçüde saltık olarak kendisinde taşımaktadır yalnızca kendisi kavram olarak varolan kavramda, ya da özbilinçte bulur. gözlem şimdi kendi içine dönüp, özgür kavram olarak edimsel kavrama yöneldiği zaman, ilk olarak düşünce yasalarını bulmaktadır. bu tekillik—ki düşünce kendi kendisinde odur—olumsuzun soyut, bütünüyle yalınlık içine geri çekilmiş devimidir, ve yasalar olgusallığm dışındadırlar.—onların bir olgusallık taşımamaları genel olarak gerçeklik taşımıyor olmalarından başka bir anlama gelmez. hiç kuşkusuz bütün değil, ama gene de biçimsel gerçeklik olmaları gerekir. oysa olgusallıktan yoksun arı biçimsel ise bir düşünce uydurmasıdır ya da içerikten başka birşey olmayacak olan o iç bölünüşten yoksun boş soyutlamadır.—ama öte yandan bunlar arı düşünmenin yasaları oldukları için, ve arı düşünme ise kendinde bir evrensel, ve öyleyse dolaysızca varlığı ve bunda ise tüm olgusallığı kendinde kapsayan bir bilme olduğu için, bu yasalar saltık kavramlardır ve ayrılmamacasına hem biçimin ve hem de şeylerin özsellikleridirler. kendi içinde öz-devimli evrensel bölünmüş yalın kavram olduğu için, kavram bu kipte kendinde bir içerik taşır, öyle bir içerik ki, tüm içeriktir, ama duyusal bir varlık değildir. öyle bir içeriktir ki ne biçim ile çelişkidedir, ne de tümüyle ondan ayrılmıştır, tersine dahaçok özsel olarak biçimin kendisidir; çünkü biçim, kendisini arı kıpılarına bölen evrenselden başka birşey değildir.
özbilincin kendi dolaysız edimselliği ile ilişkisinin gözlemi; yüzanlambilim ve kafatası bilimi
ruhbilimsel gözlem özbilincin edimsellik ile ya da ona karşıt dünya ile ilişkisi için hiçbir yasa bulamaz; ve, ikisinin karşılıklı ilgisizlikleri yoluyla olgusal bireyselliğin özgün belirliliği üzerine geri itilir ki, bu bireysellik kendinde ve kendi içindir, ya da kendi-için-v arlık ve kendinde-v arlık karşıtlığını kendi saltık dolaylılığı içinde silinmiş olarak kapsamaktadır. bireysellik artık gözlemin nesnesi ya da gözlemin ona döndüğü nesne olmuştur. birey kendinde ve kendi içindir: kendi içindir, ya da özgür bir etkinliktir; ama ayrıca kendindedir, ya da kendisi kökensel belirli bir varlık taşımaktadır,—bir belirlilik ki, kavramsal düzlemde, ruhbilimin bireyin dışında bulmayı istediği ile aynıdır. öyleyse karşıtlık bireyin kendisinde ortaya çıkmaktadır: birey bilincin devimi olmak, ve görüngüsel bir edimselliğin, bireyin kendisinde dolaysızca onunki olan bir edimselliğin durağan varlığı olmak gibi ikili bir doğadır. bu varlık, belirli bireyselliğin bedeni, onun kökenselliğidir, onun yapmamış-olduğudur. ama birey aynı zamanda salt yaptığı olduğu için, bedeni ayrıca onun kendisinin onun tarafından üretilmiş anlatımıdır; aynı zamanda bir imdiv ki, dolaysız bir olgu olarak kalmamıştır, ama birey özgün doğasını çalışmaya yöneltiği zaman yalnızca onun ne olduğunu bildirmesini sağlamaktadır.
ussal özbilincin kendi kendisi yoluyla edimselleşmesi
özbilinç şeyi kendisi olarak ve kendisini şey olarak bulmuştu; e.d. kendinde nesnel edimsellik olduğunu bilmektedir. artık tüm olgusallık olmanın dolaysız pekinliği değildir, ama öyle bir pekinliktir ki onun için dolaysız -varlık- genel olarak ortadan kaldırılmış birşey biçimini taşımaktadır, öyle ki dolaysızın nesnelliği henüz yüzeysel birşey olarak geçerlidir ve içi ile özü özbilincin kendisidir—özbilincin olumlu ilişkide olduğu nesne bu yüzden bir özbilinçtir; nesne şeylik biçimindedir, e.d. bağımsızdır; ama özbilinç bu bağımsız nesnenin onun için bir yabancı olmadığından pekindir; böylece bilmektedir ki kendinde o nesne tarafından tanınmaktadır; özbilinç tindir ki, özbilincin ikilenişinde ve her ikisinin bağımsızlığında kendi kendisi ile birliğinin pekinliğini taşımaktadır. bu pekinlik kendisini şimdi tin için gerçekliğe yükseltmelidir; -bizim için- onun açısından geçerli olanın, e.d. kendinde ve iç pekinliğinde varolduğu olgusunun onun bilincine girmesi ve onun için olması gerekmektedir.
haz ve zorunluk
kendisini genel olarak olgusallık olarak bilen özbilinç nesnesini kendisinde taşır, ama bir nesne ki, ilkin salt özbilinç içindir ve henüz varolan birşey değildir; varlık onun kendisininkinden başka bir edimsellik olarak ona karşı durmaktadır; ve özbilinç kendi-için varlığının yerine getirilmesi yoluyla kendisini başka bir bağımsız varlık olarak görmeyi amaçlamaktadır. bu ilk erek kendisinin başka özbilinçte birey olarak bilincine varmak ya da bu başkasını kendisi yapmaktır; bu başkasının kendinde şimdiden bunun kendisi olduğunun pekinliğini taşımaktadır. kendini törel tözden ve düşüncenin dingin varlığından kendiiçin-varlığına yükselttiği ölçüde, törenin ve dışvarlığın yasasını, gözlemden gelen bilgiyi ve kuramı, yitmekte olan gri bir gölge olarak arkasında bırakmıştır; çünkü bu sonuncusu dahaçok kendi-için-varlığı ve edimselliği özbilincinkilerden başka olan birşeyin bilgisidir. bilginin ve eylemin evrenselliğinin göksel görünüşlü tinin yerine—ki onda bireyselliğin duygu ve hazzı susturulmuşlardır—ona yeryüzü tini girmiştir ki, bunun için ancak bireysel bilincin edimselliği olan varlık gerçek edimsellik olarak geçerlidir. duyulan haz hiç kuşkusuz özbilincin kendine nesnel olmuş olmasının olumlu imlemini taşır, ama eşit ölçüde de, kendi kendini ortadan kaldırmış olmanın olumsuz imlemini taşımaktadır; ve edimselleşmesini salt o birinci anlamda kavradığı için, görgülenimi bilincinde bir çelişki olarak ortaya çıkar ki, burada bireyselliğinin erişilen edimselleşmesi kendini olumsuz öz tarafından yokedilmiş olarak görür, bir öz ki edimsellikten yoksun boş birşey olarak ona karşı durmaktadır ve gene de onu yokeden güçtür.
yüreğin yasası ve büyüklenme deliliği
zorunluk gerçekte özbilinçte ne ise, özbilincin yeni şekli için budur. bu yeni şekilde özbilinç kendini zorunluluk ilkesi olarak bilmektedir. evrenseli ya da yasayı dolaysızca kendi içinde taşıdığını bilmektedir, bu yasa, dolaysızca bilincin kendi-için varlığında olma belirleniminden ötürü, yüreğin yasası olarak adlandırılmaktadır.
bu şekil kendi için bireysellik olarak, tıpkı önceki şekil gibi özdür; ama yeni şekil, onun için bu kendi-içinvarlığın zorunlu ya da evrensel olarak geçerli olması belirleniminden ötürü, daha varsıldır. öyleyse yasa, ki dolaysızca özbilincin öz yasasıdır, ya da bir yürek ki gene de içersinde bir yasa taşımaktadır, özbilincin edimselleştirmeye yöneldiği erektir. eyleminin kavramı yoluyla birey kendisini ona bağlamış olduğu edimsel evrenselliğin ona karşı döndüğü yolu daha tam olarak belirlemiştir. yaptığı, edimsellik olarak, evrensele aittir; yaptığının içeriği ise onun öz bireyselliğidir ki, bu tekil bireysellik olarak kendini evrensel ile karşıtlık içinde sürdürmeyi istemektedir. o herhangibir belirli yasa değildir ki koyulması söz konusu olsun; tersine, tekil yüreğin evrensellik ile dolaysız birliği yasaya yükseltilmiş olan ve geçerli olması gereken düşüncedir; yasa olanda her yürek kendi kendisini tanımalıdır. ama salt bu bireyin yüreği edimselliğini ediminde taşır, ve bu edim onun için onun kendi-için-varlığını ya da hazzını anlatmaktadır. edimin dolaysızca bir evrensel olarak geçerli olması gerekir, e.d. o gerçekte tikel birşeydir ve salt evrensellik biçimini taşımaktadır: yüreğin tikel içeriğinin böyle iken evrensel olarak geçerli olması gerekir. buna göre olarak başkaları bu içerikte kendi yüreklerinin yasasının değil, ama dahaçok başka birininkinin yerine getirildiğini bulurlar; ve yasa olanda her birinin kendi yüreğini bulması gerektiği biçimindeki evrensel yasa ile tam uyumlu olarak onun koymuş olduğu edimselliğe karşı dönerler, tıpkı onun da eşit ölçüde onlarınkine karşı dönmesi gibi. birey böylece nasıl ilkin katı yasayı bulmuş ise, şimdi de insanların kendilerinin yüreklerini kendi eşsiz niyetinin karşısında bulur ve tiksinir.
erdem ve dünyanın gidişi
etkin usun ilk şeklinde özbilinç kendi için arı bireysellik idi, ve karşısında boş bir evrensellik duruyordu. ikincide, karşıtlığın iki yanının her biri kendilerinde her iki kıpıyı, yasa ve bireyselliği taşımaktaydı; ama bir yan, yürek, onların dolaysız birliği, öteki karşıtlıkları idi. burada, erdem ve dünya-gidişinin ilişkisinde, iki üyenin her biri tek tek bu kıpıların birliği ve karşıtlığıdır, ya da her biri yasa ve bireyselliğin birbirlerine doğru bir devimi, ama bir karşıtlık devimidir. erdemli bilinç için yasa özsel olan ve bireysellik ortadan kaldırılacak olandır, öyleyse hem kendi bilincinde ve hem de dünya gidişinde. ilk durumda birinin kendi bireyselliği evrenselin, kendinde gerçek ve iyinin altında sıkıdüzene getirilmektedir; ama bu sıkıdüzen altında o gene de kişisel bilinç olarak kalır; gerçek sıkıdüzen ancak bütün bir kişiliğin gerçekte artık bireysellikler üzerinde diretilmediğinin tanıtı olarak adanmasıdır.
bu bireysel özveride aynı zamanda bireysellik dünya gidişinde yokolmuştur, çünkü o da yalın, ikisine de ortak bir kıpıdır.—dünya gidişinde bireyselliğin davranışı onun erdemli bilinçteki davranışının tersi bir yoldadır, yani kendisini özsel varlık yapmakta ve buna karşılık kendinde iyi ve gerçek olanı kendine boyun eğdirmektedir. dahası, dünya gidişi de, erdem için salt bireysellik yoluyla saptırılmış bu evrensel değildir; tersine, saltık buyruk benzer olarak ortak bir kıpıdır, yanlızca dünya gidişinde bilinç için varolan bir edimsellik olarak değil, ama dünya-gidişinin iç özü olarak bulunmaktadır. bu buyruk, buna göre, aslında ilk olarak erdem yoluyla ortaya çıkarılmış olmayacaktır, çünkü ortaya çıkarış, eylem olarak, bir bireysellik bilincidir, ve bireysellik ise dahaçok ortadan kaldırılacak olandır; ama bireyselliğin bu ortadan kaldırılışı yoluyla yalnızca dünya-gidişinin ‘kendinde’sine kendinde ve kendi için varoluşa geçmek için bir bakıma salt yer açılmış olmaktadır.
kendisini kendinde ve kendi için olgusal bilen bireysellik
özbilinç bu kavram ile, öyleyse, ulamın onun için taşıdığı ve gözlemci ve sonra da etkin olarak ulam ile ilişkisinde kapsanan o karşıt belirlenimlerden kendi içine geri dönmüştür. özbilinç nesnesi olarak arı ulamın kendisine iyedir., ya da kendi kendisinin bilincine varmış ulamdır. böylece önceki şekilleri ile hesabı kapanmıştır; bunlar onun arkasında unutulmuş olarak yatmakta ve verili dünyası olarak karşısına çıkmamakta, ama salt onun kendisinin içersinde saydam kıpılar olarak açınmaktadırlar. gene de onun bilincinde değişik kıpıların bir devimi olarak ayrı düşerler—bir devim ki onları henüz kendi tözsel birlikleri içersine getirememiştir. gene de tüm bu kıpılarda özbilinç varlık ve ‘kendi’nin yalın birliğine, onun cinsi olan bu birliğe, sımsıkı sarılmıştır. bilinç bununla tüm karşıtlığı ve eyleminin tüm koşullarını bir yana atmıştır; yeniden kendisinden başlamakta ve bir başkasına değil, tersine kendi kendisine dönmektedir. bireysellik kendinde edimsellik olduğu için, çabalarının gereci ve eylemin ereği eyleminin kendisindedir. eylem öyleyse bir çemberin deviminin görünüşünü taşır—bir döngü ki, boşlukta özgürce kendi içinde devinmekte, engelsizce kimi zaman genişleyip, kimi zaman daralmakta ve salt kendi içinde ve kendi ile oyununda eksiksiz bir hoşnutluk içindedir. içinde bireyselliğin kendi şeklini sunduğu öğe bu şeklin yalnızca üstlenilmesi imlemini taşır; bu öğe, içersinde bilincin kendisini göstermek istediği günışığıdır. eylem hiçbirşeyi değiştirmez ve hiçbirşeye karşı değildir; görülmeme durumundan görülmeye geçişin arı biçimidir, ve günışığına getirilmiş ve kendisini sunan içerik bu eylem şimdiden kendinde ne ise ondan başka birşey değildir. eylem kendindedir: bu onun düşüncel birlik olarak biçimidir; ve edimseldir: bu onun varolan birlik olarak biçimidir; eylemin kendisi bir içeriktir, ama ancak geçişinin ve deviminin belirlenimlerine karşı bu yalınlık belirlenimi içinde.
tinsel hayvanlar ülkesi ve aldanma ya da asıl sorun*
bu kendinde olgusal bireysellik ilkin yine tekil ve belirli bir bireyselliktir; saltık olgusallık—ki o bireysellik kendisini böyle bilmektedir—öyleyse, onun da bilincinde olacağı gibi, soyut, evrensel bir olgusallıktır, kapsaksız ve içeriksizdir, salt bu ulamın boş bir düşüncesidir.—şimdi kendinde olgusal olan bireyselliğin bu kavramının kendisini kıpılarında nasıl belirlediğini ve kendisin ilişkin kavramının onun bilincine nasıl girdiğini görelim. böyle iken kendi için tüm olgusallık olan bu bireyselliğin kavramı ilkin bir sonuçtur; devimini ve olgusallığını henüz sunmamış ve burada dolaysızca yalın kendinde-varlık olarak koyulmuştur. oysa devim olarak görünen ile aynı olan olumsuzluk yalın ‘kendinde’de belirlilik olarak bulunmaktadır; ve varlık ya da yalın ‘kendinde’ belirli bir varlık erimi olmaktadır. buna göre bireysellik kökensel belirli bir doğa olarak ortaya çıkar: kökensel doğa olarak, çünkü kendindedir,—kökensel olarak belirli, çünkü olumsuz kıpı ‘kendinde’de bulunmaktadır, ve bu sonuncusu bu yüzden bir niteliktir. bu varlık sınırlaması gene de bilincin eylemini sınırlayamaz, çünkü burada bilinç eksiksiz bir kendi kendisi ile ilişkidir; onun sınırlanışı olacak olan başka ile ilişki ortadan kaldırılmıştır. doğanın kökensel belirliliği bu yüzden salt yalın bir ilkedir,—saydam evrensel bir öğedir ki, onda bireysellik özgür ve kendine özdeş kalırken o denli de engelsizce değişik kıpılarını açmaktadır, ve edimselleşmesinde salt kendisi ile karşılıklı etkileşimdir; tıpkı, belirsiz hayvan-yaşamının, diyelim ki su, hava ya da toprak öğesine, ve bunların içersinde yine daha öte belirli ilkelere soluğunu verirken, tüm kıpılarını bunlara daldırırken, gene de öğenin sınırlamasına bakmaksızın bu kıpıları kendi gücü altında tutması, kendisini kendi ‘bir’i içinde koruması ve bu tikel örgütleniş biçiminde aynı evrensel hayvansal yaşam olarak kalması gibi.
yasa-koyucu us
tinsel öz yalın varlığı içinde art bilinç ve bu özbilinçtir. bireyin kökensel olarak belirli doğası kendinde onun etkinliğinin öğesi ve amacı olma olumlu anlamını yitirmiştir; salt ortadan kaldırılmış bir kıpıdır ve birey evrensel ‘kendi’ olarak bir ‘kendi'-dir. evrik olarak, biçimsel ‘asıl sorun’ kapsağım etkin, kendisini kendi içinde ayrımlaştıran bireysellikten almaktadır; çünkü bu sonuncunun ayrımları o evrenselin içeriğini oluştururlar. ulam arı bilincin evrenseli olarak kendinde dir; o denli de kendi içindir, çünkü bilincin ‘kendi’si o denli de onun bir kıpısıdır. saltık varlıktır, çünkü o evrensellik varlığın yalın kendine-özdeşliğidir. böylece bilinç için nesne olan şey gerçek olma imlemini taşımaktadır; o vardır ve kendinde ve kendi için varolma ve geçerli olma anlamında geçerlidir, saltık olgudur ki bundan böyle pekinlik ve bunun gerçekliği evrensel ve bireysel, amaç ve bunun olgusallığı arasındaki karşıtlığın ağırlığı altında değildir, ama dışvarlığı özbilincin edimselliği ve eylemidir; bu asıl sorun öyleyse törel tözdür; ve bunun bilinci törel bilinçtir. nesnesi de benzer olarak onun için gerçek olarak geçerlidir, çünkü özbilinci ve varlığı bir birlikte birleştirmektedir; saltık olarak geçerlidir, çünkü özbilinç bundan böyle bu nesneden bir başkasına gidemez ve gitmeyi istemez, çünkü onda kendi kendisi iledir: gidemez, çünkü bu nesne tüm varlık ve tüm güçtür: istemez, çünkü bu nesne ‘kendi’dir ya da bu ‘kendi’nin istencidir. nesne olarak kendi kendisinde olgusal nesnedir, çünkü bilincin ayrımını kendisinde taşımaktadır; kendisini kütlelere* böler, ki bunlar saltık özün belirli yasalarıdırlar. gene de bu kütleler kavramı bulandırmazlar, çünkü varlık, arı bilinç ve ‘kendi’ kıpıları onun içersinde kalırlar,—bir birlik ki bu kütlelerin özünü oluşturur, ve bu ayrım içinde artık bu kıpıları birbiri dışına çıkmaya bırakmaz.
yasa sınayıcı us
yalın törel tözdeki bir ayrım onun için bir ilinektir ki, belirli buyruklarda gördüğümüz gibi, bilmenin, edimselliğin ve eylemin olumsallığı olarak ortaya çıkmıştı. o yalın varlığın ve ona karşılık düşmeyen belirliliğin karşılaştırması bize düşüyordu; ve bu karşılaştırmada yalın töz kendisini biçimsel evrensellik ya da arı bilinç olarak gösteriyordu ki bu bilinç içerikten özgür olarak ona karşı durmaktadır ve onun belirli birşey olarak bilinmesidir. evrensellik bu kipte asıl sorun ne idiyse o kalmaktadır. oysa bilinçte başka birşeydir; yani, artık düşüncesiz, devimsiz cins değildir, tersine tikel ile ilişkilidir ve onun için güç ve gerçeklik olarak geçerlidir. bu bilinç ilkin bizim daha önce yapmış olduğumuz aynı sınama süreci olarak ve eylemi ise daha şimdiden olmuş olandan başkası olmaya yeteneksiz gibi görünmektedir, yani, evrensel ile belirlinin bir karşılaştırılmasıdır ki, daha önce olduğu gibi, bunların uyumsuzluklarını gösterecektir. oysa burada içeriğin evrensel ile ilişkisi değişiktir, çünkü bu ikincisi başka bir anlam kazanmıştır; biçimsel bir evrenselliktir ki belirli içerik buna yeteneklidir, çünkü o evrensellikte içerik salt kendi kendisi ile ilişki içinde düşünülmektedir. yaptığımız sınamada evrensel arı töz belirliliğe karşı durmuştu, ve bu belirlilik ise kendisini içine tözün girmiş olduğu bilincin olumsallığı olarak sergiliyordu. burada karşılaştırmanın bir terimi yitmiştir; evrensel artık varolan ve geçerli töz ya da kendinde ve kendi için olan hak değil, ama yalın bir bilme ya da biçimdir ki bir içeriği salt kendi kendisi ile karşılaştırmakta ve onun bir geneleme olup olmadığını irdelemektedir. bundan böyle yasalar verilmemekte, ama sınanmaktadırlar; ve yasaları sınayan bilinç için önceden verilidirler; o bunların içeriğini yalın, olduğu gibi almakta ve, bizim yaptığımız gibi, tersine edimselliğine özünlü tekillik ve olumsallığı irdelemeye girmemektedir; ama buyrukta buyruk olarak durmaktadır, ve ona karşı davranışı tıpkı onu sınamak için bir ölçüt olması denli yalındır.
eserin dördüncü ayağını oluşturan tin bölümünün alt başlığı yine tin bölümünden oluşuyor fakat yine her biri kendi içinde ayrılan 2 alt başlığa sahip ki bunlarda kendi içlerinde ayrılıyorlar: gerçek tin-törellik, (törel dünya. insansal ve tanrısal yasa erkek ve kadın, törel eylem. insansal ve tanrısal bilgi suç ve yazgı, tüzel konum) kendine yabancılaşmış tin. ekin, ( kendine yabancılaşmış tinin dünyası -ekin ve kendi edimsellik alanı, inanç ve arı içgörü- ve aydınlanma -aydınlanmanın boşinanç ile savaşımı, aydınlanmanın gerçeği-) saltık özgürlük ve terör ( kendi kendisinden pekin tin. ahlak -ahlaksal dünya görüşü, ikiyüzlülük, duyunç. güzel ruh, kötülük ve bağışlanması-)
gerçek tin törellik
tin kendi yalın gerçekliği içinde bilinçtir ve kıpılarını birbirlerinin dışına itmektedir. eylem onu töze ve tözün bilincine bölmektedir; ve bilinci olduğu gibi tözü de bölmektedir. töz, evrensel öz ve erek olarak, bireyselleşmiş edimselliğin karşısında durur; sonsuz orta terim özbilinçtir ki, kendinde kendisi ile tözün birliği olarak, şimdi kendi için o birlik olmakta, evrensel özü ve onun bireyselleşmiş edimselliğini birleştirmektedir; bu ikincisini birincisine yükseltmekte ve törel olarak davranmaktadır—ve birinciyi bu ikinciye indirmekte ve ereği, salt düşüncel olan tözü yerine getirmektedir; kendi ‘kendi’si ile tözün birliğini kendi çalışması olarak ve böylece bir edimsellik olarak üretmektedir. bilincin kıpılarının bu ayrılmasında yalın töz bir yandan özbilinç ile karşısavı saklamıştır, ve öte yandan böylece o denli de kendisinde bilincin doğasını, e.d. kendisini kendi içinde ayrımlaştırmayı, kütlelerine -massen-eklemlenmiş bir dünya olarak sergilemektedir. töz böylece kendisini ayrı törel özlere, bir insansal ve bir tanrısal yasaya bölmektedir. benzer olarak tözün karşısına çıkan özbilinç kendisine kendi özüne göre bu güçlerden birini vermektedir, ve bir bilme olarak bir yandan ne yaptığının bilgisizliğidir, ve öte yandan ne yaptığını bilmektedir, bir bilgi ki bu nedenle aldatıcı bir bilgidir. yaptığında böylece bu güçlerin—ki töz kendini bunlara bölmüştür—çelişkilerini ve karşılıklı yıkılışlarını görgülemektedir, tıpkı eyleminin törelliğine
ilişkin bilgisi ile kendinde ve kendi için törel olan arasındaki çelişkiyi görgülediği gibi; ve böylece kendisinin yıkılışını bulmaktadır. oysa gerçekte törel töz bu devim yoluyla edimsel özbilince gelişmiştir; ya da bu tikel ‘kendi’ kendinde-ve-kendi-için-varolan birşeye gelişmiştir; oysa işte tam bu gelişimde törellik yok edilmiştir.
kendine yabancılaşmış tin. ekin
törel töz karşıtlığı kendi yalın bilinci içinde kapalı olarak ve bu bilinci kendi özü ile dolaysız bir birlik içinde saklamıştı. öyleyse öz dolaysızca ona yönelmiş olan ve töresi o olan bilinç için yalın varlık belirliliğini taşır; bilinç ne kendisini bu dışlayıcı ‘kendi’ olarak görmekte, ne de töz ondan dışlanmış bir dışvarlık imlemini taşımaktadır; ve bilincin onunla ancak kendi kendisine yabancılaşma yoluyla birleşmesi ve aynı zamanda tözü üretmesi gerekecektir.
soylu bilinç, ‘kendi’ olan uç olduğu için, dilin kaynağı olarak görünür—dil ki ilişkinin yanları onunla dirimli bütünlere şekillenmektedir.—sessiz hizmet kahramanlığı dalkavukluk kahramanlığına dönüşür. hizmetin bu sesli yansıması tinsel, kendisini ayıran orta terimi oluşturur ve geriye salt kendi ucunu kendi içine yansıtmakla kalmaz, ama geriye bu ‘kendi’ içine evrensel güç ucunu da yansıtır, ilkin salt kendinde olan o gücü ya da erki kendi-için-varlığa ve özbilincin tekilliğine dönüştürür. sonuç bu erkin tininin şimdi sınırsız bir tekerklik olmasıdır;—sınırsız, çünkü dalkavukluğun dili bu erki arıtılmış evrenselliğine yükseltmektedir; bu kıpı dilin, tine arıtılmış dışvarlığın ürünü olarak, arıtılmış bir kendine-özdeşliktir;—tekerklik, çünkü dil benzer olarak bireyselliği doruğuna yükseltmektedir; soylu bilincin yalın tinsel birliğin bu yanı açısından vazgeçtiği şey düşüncesinin arı ‘kendinde’sidir, ‘ben’inin kendisidir.
eserin son iki ayağı olan din ve saltık bilgi tamamlayıcı bir işlev görüyor. din bölümü kendi içinde alt bölümlere ayrılan 3 ana başlıktan oluşurken saltık bilgi bölümü tek alt başlıktan oluşmaktadır.
doğal din
tini bilen tin kendi kendisinin bilincidir ve kendi için nesnel biçimde bulunmaktadır; vardır— ve aynı zamanda kendiiçin-varlıktır. kendi içindir, özbilinç yanıdır, ve dahası, kendi bilinç yanına karşı ya da kendisini kendisi ile nesne olarak ilişkilendirme yanına karşı budur. bilincinde karşıtlık ve böylelikle içinde kendisine görünmekte ve kendisini bilmekte olduğu şeklin belirliliği vardır. dinin bu irdelenişinde ilgilendiğimiz şey yalnızca budur; çünkü onun şekilsiz özünü ya da arı kavramını daha önce görmüştük. ama aynı zamanda bilinç ve özbilinç ayrımı bu kavramın içersine düşmektedir; dinin şekli, düşünceden özgür doğa olarak ya da dışvarlıktan özgür düşünce olarak t inin dışvarlığını kapsamaz; tersine, bu şekil düşüncede saklanan dışvarlıktır, tıpkı kendi için varolan düşüncel birşey olması gibi.—içinde tinin kendini bildiği bu şeklin belirliliğine göredir ki bir din kendisini bir başkasından ayırmaktadır; ama aynı zamanda belirtmek gerek ki, bu tekil belirliliğe göre kendisine ilişkin bu bilgisinin açımlanışı gerçekte edimsel bir dinin bütünlüğünü tüketmez. ortaya çıkacak olan değişik dinler dizisi o denli de yine tek bir dinin, dahası her bir tekil dinin değişik yanlarını sergiler, ve edimsel bir dini bir başkasından ayırıyor gibi görünen tasarımlar her birinde ortaya çıkmaktadırlar. ama türlülük aynı zamanda dinsel bir türlülük olarak da görülmelidir.
sanat dini
tin, içinde kendisini kendi bilincine sunmakta olduğu şeklini bilincin kendisinin biçimine yükseltmiştir ve böyle bir şekli kendi için üretmektedir. usta bireşimli emekten, düşüncenin ve doğal şeylerin türdeş olmayan biçimlerini karıştırmaktan vazgeçmiştir; şimdi şekil özbilinçli etkinlik biçimini kazandığı için, o da tinsel bir işçi olmuştur. buna göre, eğer saltık özünün bilincini sanat dininde taşıyan edimsel tinin hangisi olduğunu sorarsak, onun törel ya da gerçek tin olduğunu buluruz. bu tin yalnızca tüm bireylerin evrensel tözü değildir; tersine, bu töz edimsel bilinç için bilinç şeklini taşıdığı için, bu şu demektir ki, bireyselleşmiş olan töz bu bireyler tarafından kendi özleri ve çalışmaları olarak bilinmektedir. bu onlar için ne tanrısal, özsel ışıktır,—ki bunun birliğinde özbilincin kendi için-varlığı yalnızca olumsuz, yalnızca geçici olarak kapsanmıştır ve edimsel dünyasının efendisini gözlemektedir; ne birbirlerinden nefret eden halkların durmak bilmez yokediciliği, ne de onların kastlara boyun eğişleridir— kastlar ki, birlikte eksiksiz bir bütünsel örgütlenme görünüşünü oluştururlar, ama burada bireyin evrensel özgürlüğü eksiktir. tersine, bu tin özgür ulustur ki onda töre herkesin tözünü oluşturmakta, ve onun edimsellik ve dışvarlığını hepsi ve her biri kendi istenci ve edimi olarak bilmektedir.
bildirilmiş din
sanat dini yoluyla tin töz biçiminden özne biçimine geçer çünkü sanat onun şeklini üretmekte ve böylece onda edimi ya da özbilinci belirtik kılmaktadır—özbilinç ki, korkunç tözde yalnızca yitmekte ve güveninde kendisi kendisini kavramamaktadır. tanrısal varlığın bu insanlaşması ‘kendi’nin salt dış şeklini kendisinde taşıyan, ama ‘iç’i, ‘kendi’nin etkinliğini ise dışarda bırakan yontudan başlar; oysa kültte iki yan bir olmuşlardır; ve sanat dininin sonucunda bu birlik, tamamlanmışlığı içinde, aynı zamanda giderek ‘kendi’ ucuna da geçmiştir; bilincin bireyselliğinde kendisinden bütünüyle pekin tinde tüm özsellik batmıştır. bu hafifliği anlatan önerme şöyledir: ‘kendi’ saltık varlıktır; öz, töz, ki onda ‘kendi’ ilineksellik idi, bir yüklem düzeyine batmıştır; ve karşısına hiçbirşeyin öz biçiminde çıkmadığı bu özbilinçte tin bilincini yitirmiştir.
bu ‘kendi’ saltık varlıktır önermesi, açıkça göründüğü gibi, dinsel-olmayan edimsel tine aittir; ve onu anlatan şeklin tinin hangi şekli olduğunu anımsamamız gerekiyor. bu şekil aynı zamanda devimi ve bunun evrilmesini de kapsayacaktır— bir evrilme ki, ‘kendi’yi bir yüklem düzeyine indirmekte ve tözü özneye yükseltmektedir, öyle bir yolda ki, evrik önerme kendinde ya da bizim için tözü özne yapmamakta, ya da, gene aynı şey, tözü tinin bilincinin başlangıca, doğal dine geri götürüleceği bir yolda eski durumuna koymamaktadır; tersine, bu evrilme özbilincin kendisi için ve kendisi yoluyla ortaya çıkarılmaktadır. özbilinç kendini bilinçli olarak teslim ettiği için, vazgeçişinin içinde saklanmakta ve tözün öznesi olarak kalmaktadır; ama benzer olarak kendinden vazgeçmiş olduğu için, aynı zamanda tözün bilincini taşımaktadır; ya da özbilinç özverisi yoluyla tözü özne olarak ortaya çıkardığı için, töz özbilincin öz ‘kendi’si olarak kalmaktadır. böylece, eğer iki önermeden ilkinde öznenin tözselliği yalnızca yitmekte, ve ikincide töz salt bir yüklem ise, ve öyleyse iki yan her birinde karşıt bir değer eşitsizliği ile bulunuyor iseler, o zaman burada erişilen sonuç iki doğanın birleşmesi ve içiçe geçmesidir, ki bunda ikisi de, eşit değerler ile, özsel oldukları gibi aynı zamanda yalnızca kıpılar olarak da bulunmaktadırlar; böylelikle tin kendinin hem kendi nesnel tözü olarak ve hem de yalın, kendi içinde kalmakta olan özbilinç olarak bilincidir.
duyusal pekinlik ya da ‘bu’ ve ‘sanma’
başlangıçta ya da dolaysızca nesnemiz olan bilgi, kendisi dolaysız bilgi olandan, dolaysızın ya da varolanın bilgisi olandan başkası olamaz. biz de eşit ölçüde dolaysız ya da alıcı davranmalıyız; öyleyse o kendisini sunarken onda hiçbir şeyi değiştirmemeli, ve sezinlemeden* kavramayı* uzak tutmalıyız diyor hegel. duyusal pekinlik somut içeriği nedeniyle dolaysızca en varsıl bilgi olarak, giderek sonsuz varsıllığın bir bilgisi olarak görünür—bir varsıllık ki, yayıldığı uzay ve zamana çıktığımızda olduğu gibi, bu bolluktan bir parça alıp bölerek içine girdiğimizde de, hiçbir sınırı bulunmaz. bundan başka duyusal pekinlik en gerçek bilgi olarak görünür; çünkü nesneden henüz hiçbir şeyi uzaklaştırmamış, tersine onu bütün bir eksiksizliği içinde önüne almıştır. oysa bu pekinlik sonuçta kendisini en yoksul gerçeklik olarak göstermektedir. bildiğine ilişkin olarak söylediği salt şudur: o vardır; ve gerçekliği yalnızca olgunun varlığını kapsar; bilinç kendi yanından bu pekinlikte salt arı ben olarak vardır; ya da ben salt arı bu olarak ondayım ve nesne de salt arı bu olarak. ben, bu ben, bu olgudan pekinim, ama ben, bilinç olarak, böylece kendimi geliştirip düşünceyi değişik yollarda devindirdiğim için değil. gene, pekin olduğum olgu bir dizi değişik niteliklere göre kendi içersinde varsıl bir bağıntılar karmaşası olacağı ya da başka şeyler ile çeşitli yollarda ilişkili olacağı için de değil. bunların ikisinin de duyusal pekinliğin gerçekliği ile hiçbir ilgileri yoktur; ne ben ne de olgu burada karmaşık bir dolaylılık imlemini taşırlar; ben karmaşık bir tasarım ya da düşünme imlemini, olgu da çeşitli özellikler imlemini taşımaz; tersine, olgu vardır; ve vardır, çünkü vardır. o vardır; bu duyusal bilgi için özseldir, ve bu arı varlık ya da bu yalın dolaysızlık onun gerçekliğini oluşturur.
algı ya da şey ve aldanma
dolaysız pekinlik gerçeği almamaktadır, çünkü gerçekliği evrenseldir. algı, öte yandan, onun için varolanı evrensel olarak almaktadır. tıpkı evrenselliğin onun genelde ilkesi olması gibi, bunun kendilerini onun içersinde dolaysızca ayrımlaştıran kıpıları da evrenseldir: ‘ben’ bir evrensel ve nesne bir evrenseldir. o ilke bizim için ortaya çıkmıştır ve bizim algıyı alışımız bu yüzden artık duyu pekinliğini alışımız gibi olumsal bir olay değildir; tersine, mantıksal olarak zorunlu kılınmıştır. ilkenin çıkışı ile eşzamanlı olarak görüngülerinde salt ortaya geliveren iki kıpı da oluşmuş olmaktadır; biri gösterme devimi, öteki aynı devim, ama yalın birşey olarak, birincisi algılama, ikincisi nesne. özde nesne devim olan ile aynıdır: devim iki kıpının açınma ve ayrımlaşması, nesne kıpıların birlikte sezinlenmişliğidir. bizim için, ya da kendinde, ‘evrensel’ ilke olarak algının özüdür, ve bu soyutlama karşısında iki ayırdedilen kıpı—algılayan ve algılanan—özsel-olmayandır. ama gerçekte kendileri evrensel ya da öz oldukları için, her ikisi de özseldir; gene de birbirleri ile karşıtlar olarak ilişkili oldukları için, ilişkide salt biri özsel kıpı olabilir, ve özsel ve özselolmayan ayrımı aralarında paylaştırılmalıdır. onlardan yalın olarak belirlenmiş biri, nesne, algılanıp algılanmamasına bakılmaksızın özdür; ama algılama devim olarak kararsız birşeydir ki olabilir ya da olmayabilir ve özsel olmayandır. bu nesne şimdi daha yakından belirlenmeli ve bu belirleme ortaya çıkan sonuçtan kısaca geliştirilmelidir; daha ayrıntılı gelişme buraya düşmez. nesnenin ilkesi, evrensel, yalınlığı içinde dolaylı bir evrensel olduğu için, nesne bunu kendi doğası olarak kendisinde anlatmalıdır; nesne bunu kendini birçok özellikli şey olarak göstererek yapar. duyusal bilginin varsıllığı algıya aittir, dolaysız pekinliğe değil; bu pekinlik için o varsıllık salt örneklerin kaynağı idi; çünkü olumsuzlamayı, ayrımı ya da çeşitliliği kendi özünde taşıyan yalnızca algıdır.
kuvvet ve anlak: görüngü ve duyulurüstü evren
bilinç için duyusal pekinliğin eytişiminde işitme, görme vb. yitmiştir; ve, algı olarak, bilinç ilk kez koşulsuz-evrenselde biraraya getirdiği düşüncelere varmıştır. bu koşulsuz, şimdi, eğer dingin, yalın öz olarak alınmış olsaydı, kendisi yine tek yanlı kendi-için-varlık ucundan başka birşey olmayacaktı, çünkü ozaman öz-olmayan ona karşı duracaktır; ama bununla ilişkili olsaydı kendisi özsel olmayan olacak, ve bilinç algılamanın aldatmacasından kaçamayacaktı; ama bu evrensel kendisini böyle koşullu bir kendi-için-varlıktan kendi içine dönmüş bir evrensel olarak göstermiştir.—artık bilincin gerçek nesnesi olan bu koşulsuz evrensel henüz ancak onun nesnesi olarak vardır; bilinç koşulsuzun kavramını kavram olarak henüz kavramış değildir, ikisini ayırmak özseldir: bilinç için nesne bir başkası ile ilişkiden kendi içine geri dönmüş ve bununla kendinde kavram olmuştur. ama bilinç kendi kendisi için henüz kavram değildir ve bu nedenle o yansımış nesnede kendisini tanımamaktadır. bizim için bu nesne bilincin devimi yoluyla öyle oluşmuştur ki, bilinç onun oluşmasına katılmıştır ve yansıma iki yanda aynıdır ya da salt bir yansıma vardır. ama bilinç bu devimde bilinç olarak bilinci değil de yalnızca nesnel özü içeriği olarak taşıdığından, onun için sonuca nesnel bir imlem koyulmalıdır; ve bilinç ortaya çıkmış olandan henüz çekilmektedir, öyle ki bu onun için nesnel anlamda özdür.
eserin ikinci ayağını oluşturan özbilinç ise yalnızca özpekinliğin gerçekliği bölümünden ibaret fakat bu bölüm iki alt bölüme ayrılıyor: özbilincin bağımsızlık ve bağımlılığı; efendilik ve kölelik & özbilincin özgürlüğü: stoacılık, kuşkuculuk, ve mutsuz bilinç.
özpekinliğin gerçekliği
pekinliğin daha önceki kiplerinde bilinç için gerçek onun kendisinden başka birşeydir. ama bu gerçeğin kavramı onun görgülenişinde yitmektedir; nesne dolaysızca kendinde ne idiyse—duyusal pekinliğin varolanı, algının somut şeyi, anlak için kuvvet—gerçekte tersine bu olmadığını tanıtlamaktadır; ‘kendinde’, öte yandan, kendini içinde nesnenin salt bir başkası için olduğu bir kip olarak tanıtlar. nesnenin kavramı kendisini edimsel nesnede ortadan kaldırır ya da nesnenin ilk dolaysız tasarımı görgülenimde ortadan kaldırılır: pekinlik yerini gerçekliğe bırakmaktadır. ama şimdi daha önceki ilişkilerde olmayan birşey ortaya çıkmıştır: gerçekliği ile özdeş olan pekinlik; çünkü pekinlik kendi kendisini nesne almaktır, ve bilinç kendisi için gerçekliktir. bunda hiç kuşkusuz bir başkalık da vardır; e.d. bilinç ayırdetmektedir, ama öyle ki, bu ayrım bilinç için aynı zamanda bir ayrım değildir. bilme devimine kavram deyip, dingin birlik olarak ya da ‘ben’ olarak bilmeye nesne dersek, o zaman görürüz ki salt bizim için değil ama bilmenin kendisi için de nesne kavrama karşılık düşmektedir. ya da, başka bir biçimde, kavrama nesne kendinde ne ise o der, nesneye ise nesne olarak ya da bir başkası için ne ise o dersek, açıktır ki kendindeolmak ve bir-başkası-için-olmak aynıdır; çünkü ‘kendinde’ bilinçtir; ama bilinç o denli de bir başkasının (‘kendinde’nin) onun için var olduğu şeydir; ve nesnenin ‘kendinde’si ile bir başkası için varlığının aynı olmaları bilinç içindir; ‘ben’ bağıntının içeriği ve bağıntılamanın kendisidir. bir başkaya karşı ‘ben’ kendi kendisidir, ve aynı zamanda da onun için eşit ölçüde yalnızca onun kendisi olan bu başka üzerine yayılır. özbilinç ile, öyleyse, artık gerçeğin doğal ülkesine girmiş oluyoruz.
özbilincin bağımsızlık ve bağımlılığı; efendilik ve kölelik
özbilinç bir başkası için kendinde ve kendi için olduğunda ve olması yoluyla kendinde ve kendi içindir; eş deyişle, ancak tanınan birşey olarak vardır. ikilenişindeki bu birliğinin, kendini özbilinçte olgusallaştıran sonsuzluğun kavramı, çok yanlı ve çok anlamlı bir kapsamdadır; öyle ki, kıpıları bir yandan tam olarak birbiri dışında tutulmalı, ve öte yandan bu ayrımlaşmada aynı zamanda da ayrımlaşmamış olarak ya da her zaman karşıt ünlemlerinde alınmalı ve tanınmalıdırlar. ayırdedilenin ikili imlemi özbilincin özünde yatar: sonsuz olmak ya da içinde koyulduğu belirliliğin dolaysızca karşıtı olmak. ikilenişi içindeki bu tinsel birliğin kavramının ayrıntılı açımlanışı önümüze tanınma sürecini getirecektir. özbilinç önünde bir başka özbilinci bulur; kendi dışına çıkmıştır. bunun iki anlamı vardır: ilkin, kendi kendisini yitirmiştir, çünkü kendisini başka bir [somut] öz olarak bulmaktadır; ikincisi, bu yolla başkasını ortadan kaldırmıştır, çünkü başkasına öz olarak bakmamakta, tersine başkasında kendi kendisini görmektedir. bu başkalığını ortadan kaldırmalıdır; bu ilk ikircimin ortadan kaldırılması ve öyleyse kendisi ikinci bir ikircimdir; ilkin öteki, bağımsız özü ortadan kaldırmaya gitmeli, ve bu yolla kendisinden [somut] bir öz olarak pekin olmalıdır; ikincisi, böyle yaparak kendi kendisini ortadan kaldırma yoluna gider, çünkü bu başka onun kendisidir.
özbilincin özgürlüğü: stoacılık, kuşkuculuk, ve mutsuz bilinç
bağımsız özbilinç için onun özü bir yandan salt arı ‘ben’ soyutlamasıdır, ve, öte yandan, kendisini geliştirip ayrımlaştırırken, bu ayrımlaşma onun için nesnel olarak kendinde-varolan bir öz olmamaktadır; bu özbilinç öyleyse yalınlığında kendinisini gerçekten ayrımlaştıran ya da bu saltık ayrımlaşmada kendine özdeş kalan bir ‘ben’ olmamaktadır. öte yandan, kendi içine geri itilen bilinç, biçimlendirme etkinliğinde, biçimlendirilmiş şeyin biçimi olarak kendisine nesne olmakta, ve efendide kendi-için-varlığı aynı zamanda bilinç olarak görmektedir. ama hizmet eden herhangi bir bilinç için bu iki kıpı—bağımsız bir ııcsne olarak kendi kendisi ve bir bilinç olarak bu nesne, ve bu yüzden kendi asıl özü—birbirleri dışına düşerler. oysa biçim ve kendi-için-varlık bizim için ya da kendilerinde aynı oldukları ve bağımsız bilinç kavramında kendinde-varlık bilinç olduğu için,biçimini çalışmada kazanan kendinde-varlık ya da şeylik yanı bilinçten başka bir töz değildir. bizim için yeni bir özbilinç şekli ortaya çıkmıştır; bir bilinç ki, kendi için bilincin sonsuzluğu ya da onun arı devimi olarak özsel varlıktır; bir varlık ki düşünmekledir, ya da özgür özbilinçtir. çünkü düşünmek soyut bir ben değil ama aynı zamanda kendinde-varlık imlemini taşıyan bir ben olmak demektir; kendine nesne olmak, ya da nesnel öze kendini ilişkilendirmek ve bunu kendisi için olduğu bilincin kendi-için varlığım imleyecek bir yolda yapmak demektir. nesne düşünmeye kendisini tasarımlar ya da şekiller içinde değil, ama kavramlar içinde, eş deyişle ayrı bir kendinde-varlık içinde sunar ki, dolaysızca bilinç için ondan ayrı birşey değildir. tasarımlanan, şekillendirilen, varolan, böyle olarak, bilinçten başka birşey olanın biçimini taşımaktadır; oysa bir kavram aynı zamanda varolan birşeydir, ve bu ayrım, bilincin kendisinde olduğu sürece, onun belirli içeriğidir,—ama bu içerik aynı zamanda düşüncede kavranan bir içerik olduğu için, bilinç bu belirli ve ayrı varlık ile birliğinin dolaysızca bilincinde kalır, ama tasarım durumunda olduğu gibi değil, çünkü bunda bilincin henüz özellikle bunun onun tasarımı olduğunu anımsaması gerekmektedir; tersine, kavram benim için dolaysızca benim kavramımdır.
eserin üçüncü ayağını oluşturan us bölümü esasında usun pekinliği ve gerçekçiliği bölümünden oluşuyor fakat her biri kendi içinde 3 ana bölüme ayrılan 3 alt başlığı da mevcut: gözlemci us, (doğanın gözlemi, arılığı ve dış edimsellik ile ilişkisi içindeki özbilincin gözlemi; mantıksal ve ruhbilimsel yasalar, özbilincin kendi dolaysız edimselliği ile ilişkisinin gözlemi; yüzanlambilim ve kafatasıbilimi) ussal özbilincin kendi kendisi yoluyla edimselleşmesi, (haz ve zorunluk, yürek yasası ve büyüklenme çılgınlığı, erdem ve dünyanın gidişi) kendisini kendinde ve kendi için olgusal bilen bireysellik (tinsel hayvanlar ülkesi ve aldanma ya da ‘asıl sorun, yasa koyucu us, yasa sınayıcı us)
usun pekinliği ve gerçekliği
bilinç tekil bilincin kendinde saltık öz olduğu düşüncesini kavrayarak kendi içine geri dönmüştür. mutsuz bilinç için kendinde-varlık kendisinin öte-yanıdır. oysa devimi sonuçta eksiksiz gelişimi içindeki bireyselliği ya da edimsel bilinç olan bireyselliği kendisinin olumsuzu olarak, yani nesnel uç olarak koymuştur; başka bir deyişle, kendi-için-varlığını kendisinden koparmaya çabalamış ve varlık yapmıştır; bu devimde bu evrensel ile birliği de ona belirtik olmuştur—bir birlik ki, ortadan kaldırılan bireysel bir evrensel olduğu için, bizim için artık onun dışına düşmemekte, ve, bilinç bu olumsuzluğunda kendi kendisini sakladığı için, genelde bilinçte onun özü olarak bulunmaktadır. onun gerçekliği uçları saltık olarak ayrı tutulmuş bir biçimde ortaya çıkan tasımda orta terim olarak görünendir ki, değişmez bilince bireyselin kendisinden vazgeçtiğini bildirirken, bireye ise onun için değişmezin artık bir uç olmadığını, tersine onunla uzlaştığını bildirmektedir. bu orta terim ikisini de dolaysızca bilen ve onları ilişkilendiren birliktir; ve onların birliğinin bilincidir ki bu birliği bilince ve böylece kendi kendisine bildirmektedir—tüm gerçeklik olmanın pekinliği. özbilinç artık us olduğu için, başkalığa karşı şimdiye değin olumsuz olan ilişkisi olumlu bir ilişkiye dönüşmektedir. şimdiye dek yalnızca bağımsızlığı ve özgürlüğü ile ilgilenmiş, ona ikisi de özünün olumsuzu olarak görünmüş olan dünya ya da kendi öz edimselliği pahasına kendisini kendi için kurtarmak ve sürdürmek ile ilgilenmişti. ama kendine güvenen us olarak onlarla barış içindedir ve onlara dayanabilmektedir; çünkü kendi kendisinin olgusallık olduğundan, ya da tüm edimselliğin onun kendisinden başka birşey olmadığından pekindir; düşünmesinin dolaysızca kendisi edimselliktir; böylece edimsellik ile idealizm olarak ilişkiye girmektedir.
gözlemci us
varlığın onun için ‘onunki’ imlemini taşıdığı bu bilincin şimdi hiç kuşkusuz yine sanma ve algılama konumuna girdiğini görüyoruz, ama yalnızca bir ‘başka’dan pekin olma anlamında değil, tersine bu ‘başka’nın kendisi olduğundan pekin olma anlamında. daha önce şeydeki birçok yanı algılamak ve görgülemek bilinç için salt ortaya çıkıveren olumsal birşeydi; burada ise bilinç gözlem ve görgülenimini kendisi yapmaktadır. bizim için daha önce ortadan kalkmış olan sanma ve algılama şimdi bilinç tarafından ve kendisi için ortadan kaldırılmaktadır; us gerçekliği bilme çabasına girmekte, sanma ve algılama için bir şey olanı kavram olarak bulma, e.d. şeylikte salt kendisinin bilincine iye olma çabasına yönelmektedir. usun öyleyse şimdi dünyada evrensel bir ilgisi vardır; çünkü evrende bulunuşundan, ya da önünde bulunan evrenin ussal olduğundan pekindir. kendi ‘başka’sını aramaktadır, onda kendisinden başka hiçbir şeye iye olmadığını bilerek; salt kendi öz sonsuzluğunu aramaktadır. ilkin edimsel dünyada kendisini ancak sezinlerken ya da onu yalnızca genelde kendininki olarak bilirken, bu inançta kendi pekiştirilmiş iyeliklerinin genel ele geçirilişine doğru ilerlemekte ve tüm yüksekliklere ve tüm derinliklere egemenliğinin simgesini dikmektedir. ama bu yüzeysel ‘benim’ onun enson ilgisi değildir; bu genel ele geçirişin sevinci kendi iyeliklerinde yine soyut usun o kendisinde kapsamadığı yabancı ‘başka’yı bulur. us kendisinin arı ‘ben’in olduğundan daha derin bir öz olduğunu sezinler, ve o ayrımın, o karmaşık varlığın onun için onun kendisinin olmasını, kendisini edimsellik olarak görmeyi ve şekil ve şey olarak şimdide bulmayı istemelidir. oysa us şeylerin tüm bağrını alt üst etse, ve onların tüm damarlarını açıp oradan kendisine karşı fışkırabilse, gene de bu mutluluğa ulaşamayacaktır; daha önce kendisinde kendini tümlemiş olmalıdır, öyle ki daha sonra tümlenişini görgüleyebilsin.
doğanın gözlemi
düşünmeyen bilinç gözlem ve görgülenimi gerçekliğin kaynağı olarak bildirirken, sözleri hiç kuşkusuz sorun sanki yalnızca tatma, koklama, dokunma, işitme ve görme ile ilgiliymiş gibi gelebilir; tatmayı, koklamayı vb. coşkuyla salık verirken, gerçekte kendisinin bu duyusal sezinlemenin nesnesini de önceden o denli özsel olarak belirlemiş olduğunu, ve bu belirlemenin nesne için en azından duyusal sezinleme denli geçerli olduğunu söylemeyi unutmaktadır. aynı zamanda ilgisinin genelde yalnızca algılama üzerine olmadığını da onaylıyacak ve, örneğin şu algıyı, bu enfiye kutusunun yanında bu kalem bıçağının yattığını, bir gözlem saymıyacaktır. algılanmış olan en azından bir evrenselin imlemini taşımalıdır, duyusal bir ‘bu ’nun imlemini değil. bu evrensel öyleyse ilkin yalnızca kendine-özdeş-kalandu; devimi yalnızca aynı eylemin tekbiçimli yinelenişidir. bilinç böylece nesnede yalnızca evrenselliği ya da soyut ‘benim ’i bulduğu ölçüde, nesnenin özgün devimini kendi üzerine almalı ve henüz nesnenin anlağı olmadığı için, en azından onun edimsellikte yalnızca tekil bir kipte bulunanı evrensel bir kipte anlatan anımsanışı olmalıdır. tekillikten bu yüzeysel yükseliş, ve duyusal nesneyi kendi içinde bir evrensel olmuş olmaksızın yalnızca içine alan evrenselliğin eşit ölçüde yüzeysel biçimi, şeylerin bu betimlenip, henüz nesnenin kendisindeki bir devim değildir; devim gerçekte yalnızca nesnenin betimlenişindedir. nesne, betimlenmiş olarak, sonuçta ilgiyi yitirmiştir; biri betimlenir betimlenmez bir başkası alınmalı ve sürekli olarak aranmalıdır, öyle ki betimleme son bulmasın. artık yeni bütün şeyler bulmak güçleşmiş ise, o zaman daha önceden bulunmuş olanlara geri dönülmeli, onları yeniden bölmeli, ayrıştırmalı ve onlarda şeylerin yeni yanları aydınlığa getirilmelidir. bu durmak dinmek bilmez içgüdü hiçbir zaman gereçte yoksunluğa düşmez; çok önemli bir yeni cinsi, ya da giderek bir gezegeni—gerçi bir bireydir, ama gene de bir evrenselin doğasını taşır—bulmak ancak şanslıların payına düşebilir. ama fil, meşe, altın gibi göze çarpar olanın, cins ve tür olanın sınırı, birçok basamak yoluyla hayvanlar ve bitkiler kaosunun, taş türlerinin, metallerin, alkalilerin vb., ya da ancak ilkin güç ve beceri tarafından gün ışığına çıkartılabilen şeylerin sonu gelmez tikelleşmesine geçer. evrenselin belirsizlik olduğu, tikelleşmenin yine tekilleşmeye yaklaştığı, ve şurada ya da burada kendini büsbütün ona indirgediği bu alanda, gözlem ve betimleme için tükenmez bir gereç yedeği açılmaktadır. ama o içgüdü için uçsuz bucaksız bir alanın açıldığı bu yerde, evrenselin sınırında, onun ölçüsüz bir varsıllık yerine yalnızca doğanın ve kendi etkinliğinin sınırlarını bulması olanaklıdır; artık kendinde olarak görünenin bir olumsallık olup olmadığını bilememektedir. kendisinde karışık ya da ham, zayıf ve öğesel bir belirsizlikten ancak gelişebilmiş bir yapının izlerini taşıyan şey betimlenme isteminde bile bulunamaz.
arılığı ve dış edimsellik ile ilişkisi içindeki özbilincin gözlemi; mantıksal ve ruhbilimsel yasalar.
doğanın gözlemi kavramı örgensiz doğada olgusallaşmış bulur, yasalar, ki kıpıları aynı zamanda soyutlamalar olarak davranan şeylerdir; ama bu kavram kendi içine yansımış bir yalınlık değildir. öte yandan, örgensel doğanın yaşamı salt bu kendi içine yansımış yalınlıktır; içersindeki karşıtlık, evrensel ve tekilin karşıtlığı, bu yaşamın kendisinin özünde bölünerek ortaya çıkmaz; öz cins değildir—cins ki, ayrımlaşmamış öğesinde kendini bölerek devindirecek ve aynı zamanda karşısavında kendi için ayrımlaşmamış olacaktır. gözlem bu özgür kavramı—ki bunun evrenselliği gelişmiş tekilliği eşit ölçüde saltık olarak kendisinde taşımaktadır yalnızca kendisi kavram olarak varolan kavramda, ya da özbilinçte bulur. gözlem şimdi kendi içine dönüp, özgür kavram olarak edimsel kavrama yöneldiği zaman, ilk olarak düşünce yasalarını bulmaktadır. bu tekillik—ki düşünce kendi kendisinde odur—olumsuzun soyut, bütünüyle yalınlık içine geri çekilmiş devimidir, ve yasalar olgusallığm dışındadırlar.—onların bir olgusallık taşımamaları genel olarak gerçeklik taşımıyor olmalarından başka bir anlama gelmez. hiç kuşkusuz bütün değil, ama gene de biçimsel gerçeklik olmaları gerekir. oysa olgusallıktan yoksun arı biçimsel ise bir düşünce uydurmasıdır ya da içerikten başka birşey olmayacak olan o iç bölünüşten yoksun boş soyutlamadır.—ama öte yandan bunlar arı düşünmenin yasaları oldukları için, ve arı düşünme ise kendinde bir evrensel, ve öyleyse dolaysızca varlığı ve bunda ise tüm olgusallığı kendinde kapsayan bir bilme olduğu için, bu yasalar saltık kavramlardır ve ayrılmamacasına hem biçimin ve hem de şeylerin özsellikleridirler. kendi içinde öz-devimli evrensel bölünmüş yalın kavram olduğu için, kavram bu kipte kendinde bir içerik taşır, öyle bir içerik ki, tüm içeriktir, ama duyusal bir varlık değildir. öyle bir içeriktir ki ne biçim ile çelişkidedir, ne de tümüyle ondan ayrılmıştır, tersine dahaçok özsel olarak biçimin kendisidir; çünkü biçim, kendisini arı kıpılarına bölen evrenselden başka birşey değildir.
özbilincin kendi dolaysız edimselliği ile ilişkisinin gözlemi; yüzanlambilim ve kafatası bilimi
ruhbilimsel gözlem özbilincin edimsellik ile ya da ona karşıt dünya ile ilişkisi için hiçbir yasa bulamaz; ve, ikisinin karşılıklı ilgisizlikleri yoluyla olgusal bireyselliğin özgün belirliliği üzerine geri itilir ki, bu bireysellik kendinde ve kendi içindir, ya da kendi-için-v arlık ve kendinde-v arlık karşıtlığını kendi saltık dolaylılığı içinde silinmiş olarak kapsamaktadır. bireysellik artık gözlemin nesnesi ya da gözlemin ona döndüğü nesne olmuştur. birey kendinde ve kendi içindir: kendi içindir, ya da özgür bir etkinliktir; ama ayrıca kendindedir, ya da kendisi kökensel belirli bir varlık taşımaktadır,—bir belirlilik ki, kavramsal düzlemde, ruhbilimin bireyin dışında bulmayı istediği ile aynıdır. öyleyse karşıtlık bireyin kendisinde ortaya çıkmaktadır: birey bilincin devimi olmak, ve görüngüsel bir edimselliğin, bireyin kendisinde dolaysızca onunki olan bir edimselliğin durağan varlığı olmak gibi ikili bir doğadır. bu varlık, belirli bireyselliğin bedeni, onun kökenselliğidir, onun yapmamış-olduğudur. ama birey aynı zamanda salt yaptığı olduğu için, bedeni ayrıca onun kendisinin onun tarafından üretilmiş anlatımıdır; aynı zamanda bir imdiv ki, dolaysız bir olgu olarak kalmamıştır, ama birey özgün doğasını çalışmaya yöneltiği zaman yalnızca onun ne olduğunu bildirmesini sağlamaktadır.
ussal özbilincin kendi kendisi yoluyla edimselleşmesi
özbilinç şeyi kendisi olarak ve kendisini şey olarak bulmuştu; e.d. kendinde nesnel edimsellik olduğunu bilmektedir. artık tüm olgusallık olmanın dolaysız pekinliği değildir, ama öyle bir pekinliktir ki onun için dolaysız -varlık- genel olarak ortadan kaldırılmış birşey biçimini taşımaktadır, öyle ki dolaysızın nesnelliği henüz yüzeysel birşey olarak geçerlidir ve içi ile özü özbilincin kendisidir—özbilincin olumlu ilişkide olduğu nesne bu yüzden bir özbilinçtir; nesne şeylik biçimindedir, e.d. bağımsızdır; ama özbilinç bu bağımsız nesnenin onun için bir yabancı olmadığından pekindir; böylece bilmektedir ki kendinde o nesne tarafından tanınmaktadır; özbilinç tindir ki, özbilincin ikilenişinde ve her ikisinin bağımsızlığında kendi kendisi ile birliğinin pekinliğini taşımaktadır. bu pekinlik kendisini şimdi tin için gerçekliğe yükseltmelidir; -bizim için- onun açısından geçerli olanın, e.d. kendinde ve iç pekinliğinde varolduğu olgusunun onun bilincine girmesi ve onun için olması gerekmektedir.
haz ve zorunluk
kendisini genel olarak olgusallık olarak bilen özbilinç nesnesini kendisinde taşır, ama bir nesne ki, ilkin salt özbilinç içindir ve henüz varolan birşey değildir; varlık onun kendisininkinden başka bir edimsellik olarak ona karşı durmaktadır; ve özbilinç kendi-için varlığının yerine getirilmesi yoluyla kendisini başka bir bağımsız varlık olarak görmeyi amaçlamaktadır. bu ilk erek kendisinin başka özbilinçte birey olarak bilincine varmak ya da bu başkasını kendisi yapmaktır; bu başkasının kendinde şimdiden bunun kendisi olduğunun pekinliğini taşımaktadır. kendini törel tözden ve düşüncenin dingin varlığından kendiiçin-varlığına yükselttiği ölçüde, törenin ve dışvarlığın yasasını, gözlemden gelen bilgiyi ve kuramı, yitmekte olan gri bir gölge olarak arkasında bırakmıştır; çünkü bu sonuncusu dahaçok kendi-için-varlığı ve edimselliği özbilincinkilerden başka olan birşeyin bilgisidir. bilginin ve eylemin evrenselliğinin göksel görünüşlü tinin yerine—ki onda bireyselliğin duygu ve hazzı susturulmuşlardır—ona yeryüzü tini girmiştir ki, bunun için ancak bireysel bilincin edimselliği olan varlık gerçek edimsellik olarak geçerlidir. duyulan haz hiç kuşkusuz özbilincin kendine nesnel olmuş olmasının olumlu imlemini taşır, ama eşit ölçüde de, kendi kendini ortadan kaldırmış olmanın olumsuz imlemini taşımaktadır; ve edimselleşmesini salt o birinci anlamda kavradığı için, görgülenimi bilincinde bir çelişki olarak ortaya çıkar ki, burada bireyselliğinin erişilen edimselleşmesi kendini olumsuz öz tarafından yokedilmiş olarak görür, bir öz ki edimsellikten yoksun boş birşey olarak ona karşı durmaktadır ve gene de onu yokeden güçtür.
yüreğin yasası ve büyüklenme deliliği
zorunluk gerçekte özbilinçte ne ise, özbilincin yeni şekli için budur. bu yeni şekilde özbilinç kendini zorunluluk ilkesi olarak bilmektedir. evrenseli ya da yasayı dolaysızca kendi içinde taşıdığını bilmektedir, bu yasa, dolaysızca bilincin kendi-için varlığında olma belirleniminden ötürü, yüreğin yasası olarak adlandırılmaktadır.
bu şekil kendi için bireysellik olarak, tıpkı önceki şekil gibi özdür; ama yeni şekil, onun için bu kendi-içinvarlığın zorunlu ya da evrensel olarak geçerli olması belirleniminden ötürü, daha varsıldır. öyleyse yasa, ki dolaysızca özbilincin öz yasasıdır, ya da bir yürek ki gene de içersinde bir yasa taşımaktadır, özbilincin edimselleştirmeye yöneldiği erektir. eyleminin kavramı yoluyla birey kendisini ona bağlamış olduğu edimsel evrenselliğin ona karşı döndüğü yolu daha tam olarak belirlemiştir. yaptığı, edimsellik olarak, evrensele aittir; yaptığının içeriği ise onun öz bireyselliğidir ki, bu tekil bireysellik olarak kendini evrensel ile karşıtlık içinde sürdürmeyi istemektedir. o herhangibir belirli yasa değildir ki koyulması söz konusu olsun; tersine, tekil yüreğin evrensellik ile dolaysız birliği yasaya yükseltilmiş olan ve geçerli olması gereken düşüncedir; yasa olanda her yürek kendi kendisini tanımalıdır. ama salt bu bireyin yüreği edimselliğini ediminde taşır, ve bu edim onun için onun kendi-için-varlığını ya da hazzını anlatmaktadır. edimin dolaysızca bir evrensel olarak geçerli olması gerekir, e.d. o gerçekte tikel birşeydir ve salt evrensellik biçimini taşımaktadır: yüreğin tikel içeriğinin böyle iken evrensel olarak geçerli olması gerekir. buna göre olarak başkaları bu içerikte kendi yüreklerinin yasasının değil, ama dahaçok başka birininkinin yerine getirildiğini bulurlar; ve yasa olanda her birinin kendi yüreğini bulması gerektiği biçimindeki evrensel yasa ile tam uyumlu olarak onun koymuş olduğu edimselliğe karşı dönerler, tıpkı onun da eşit ölçüde onlarınkine karşı dönmesi gibi. birey böylece nasıl ilkin katı yasayı bulmuş ise, şimdi de insanların kendilerinin yüreklerini kendi eşsiz niyetinin karşısında bulur ve tiksinir.
erdem ve dünyanın gidişi
etkin usun ilk şeklinde özbilinç kendi için arı bireysellik idi, ve karşısında boş bir evrensellik duruyordu. ikincide, karşıtlığın iki yanının her biri kendilerinde her iki kıpıyı, yasa ve bireyselliği taşımaktaydı; ama bir yan, yürek, onların dolaysız birliği, öteki karşıtlıkları idi. burada, erdem ve dünya-gidişinin ilişkisinde, iki üyenin her biri tek tek bu kıpıların birliği ve karşıtlığıdır, ya da her biri yasa ve bireyselliğin birbirlerine doğru bir devimi, ama bir karşıtlık devimidir. erdemli bilinç için yasa özsel olan ve bireysellik ortadan kaldırılacak olandır, öyleyse hem kendi bilincinde ve hem de dünya gidişinde. ilk durumda birinin kendi bireyselliği evrenselin, kendinde gerçek ve iyinin altında sıkıdüzene getirilmektedir; ama bu sıkıdüzen altında o gene de kişisel bilinç olarak kalır; gerçek sıkıdüzen ancak bütün bir kişiliğin gerçekte artık bireysellikler üzerinde diretilmediğinin tanıtı olarak adanmasıdır.
bu bireysel özveride aynı zamanda bireysellik dünya gidişinde yokolmuştur, çünkü o da yalın, ikisine de ortak bir kıpıdır.—dünya gidişinde bireyselliğin davranışı onun erdemli bilinçteki davranışının tersi bir yoldadır, yani kendisini özsel varlık yapmakta ve buna karşılık kendinde iyi ve gerçek olanı kendine boyun eğdirmektedir. dahası, dünya gidişi de, erdem için salt bireysellik yoluyla saptırılmış bu evrensel değildir; tersine, saltık buyruk benzer olarak ortak bir kıpıdır, yanlızca dünya gidişinde bilinç için varolan bir edimsellik olarak değil, ama dünya-gidişinin iç özü olarak bulunmaktadır. bu buyruk, buna göre, aslında ilk olarak erdem yoluyla ortaya çıkarılmış olmayacaktır, çünkü ortaya çıkarış, eylem olarak, bir bireysellik bilincidir, ve bireysellik ise dahaçok ortadan kaldırılacak olandır; ama bireyselliğin bu ortadan kaldırılışı yoluyla yalnızca dünya-gidişinin ‘kendinde’sine kendinde ve kendi için varoluşa geçmek için bir bakıma salt yer açılmış olmaktadır.
kendisini kendinde ve kendi için olgusal bilen bireysellik
özbilinç bu kavram ile, öyleyse, ulamın onun için taşıdığı ve gözlemci ve sonra da etkin olarak ulam ile ilişkisinde kapsanan o karşıt belirlenimlerden kendi içine geri dönmüştür. özbilinç nesnesi olarak arı ulamın kendisine iyedir., ya da kendi kendisinin bilincine varmış ulamdır. böylece önceki şekilleri ile hesabı kapanmıştır; bunlar onun arkasında unutulmuş olarak yatmakta ve verili dünyası olarak karşısına çıkmamakta, ama salt onun kendisinin içersinde saydam kıpılar olarak açınmaktadırlar. gene de onun bilincinde değişik kıpıların bir devimi olarak ayrı düşerler—bir devim ki onları henüz kendi tözsel birlikleri içersine getirememiştir. gene de tüm bu kıpılarda özbilinç varlık ve ‘kendi’nin yalın birliğine, onun cinsi olan bu birliğe, sımsıkı sarılmıştır. bilinç bununla tüm karşıtlığı ve eyleminin tüm koşullarını bir yana atmıştır; yeniden kendisinden başlamakta ve bir başkasına değil, tersine kendi kendisine dönmektedir. bireysellik kendinde edimsellik olduğu için, çabalarının gereci ve eylemin ereği eyleminin kendisindedir. eylem öyleyse bir çemberin deviminin görünüşünü taşır—bir döngü ki, boşlukta özgürce kendi içinde devinmekte, engelsizce kimi zaman genişleyip, kimi zaman daralmakta ve salt kendi içinde ve kendi ile oyununda eksiksiz bir hoşnutluk içindedir. içinde bireyselliğin kendi şeklini sunduğu öğe bu şeklin yalnızca üstlenilmesi imlemini taşır; bu öğe, içersinde bilincin kendisini göstermek istediği günışığıdır. eylem hiçbirşeyi değiştirmez ve hiçbirşeye karşı değildir; görülmeme durumundan görülmeye geçişin arı biçimidir, ve günışığına getirilmiş ve kendisini sunan içerik bu eylem şimdiden kendinde ne ise ondan başka birşey değildir. eylem kendindedir: bu onun düşüncel birlik olarak biçimidir; ve edimseldir: bu onun varolan birlik olarak biçimidir; eylemin kendisi bir içeriktir, ama ancak geçişinin ve deviminin belirlenimlerine karşı bu yalınlık belirlenimi içinde.
tinsel hayvanlar ülkesi ve aldanma ya da asıl sorun*
bu kendinde olgusal bireysellik ilkin yine tekil ve belirli bir bireyselliktir; saltık olgusallık—ki o bireysellik kendisini böyle bilmektedir—öyleyse, onun da bilincinde olacağı gibi, soyut, evrensel bir olgusallıktır, kapsaksız ve içeriksizdir, salt bu ulamın boş bir düşüncesidir.—şimdi kendinde olgusal olan bireyselliğin bu kavramının kendisini kıpılarında nasıl belirlediğini ve kendisin ilişkin kavramının onun bilincine nasıl girdiğini görelim. böyle iken kendi için tüm olgusallık olan bu bireyselliğin kavramı ilkin bir sonuçtur; devimini ve olgusallığını henüz sunmamış ve burada dolaysızca yalın kendinde-varlık olarak koyulmuştur. oysa devim olarak görünen ile aynı olan olumsuzluk yalın ‘kendinde’de belirlilik olarak bulunmaktadır; ve varlık ya da yalın ‘kendinde’ belirli bir varlık erimi olmaktadır. buna göre bireysellik kökensel belirli bir doğa olarak ortaya çıkar: kökensel doğa olarak, çünkü kendindedir,—kökensel olarak belirli, çünkü olumsuz kıpı ‘kendinde’de bulunmaktadır, ve bu sonuncusu bu yüzden bir niteliktir. bu varlık sınırlaması gene de bilincin eylemini sınırlayamaz, çünkü burada bilinç eksiksiz bir kendi kendisi ile ilişkidir; onun sınırlanışı olacak olan başka ile ilişki ortadan kaldırılmıştır. doğanın kökensel belirliliği bu yüzden salt yalın bir ilkedir,—saydam evrensel bir öğedir ki, onda bireysellik özgür ve kendine özdeş kalırken o denli de engelsizce değişik kıpılarını açmaktadır, ve edimselleşmesinde salt kendisi ile karşılıklı etkileşimdir; tıpkı, belirsiz hayvan-yaşamının, diyelim ki su, hava ya da toprak öğesine, ve bunların içersinde yine daha öte belirli ilkelere soluğunu verirken, tüm kıpılarını bunlara daldırırken, gene de öğenin sınırlamasına bakmaksızın bu kıpıları kendi gücü altında tutması, kendisini kendi ‘bir’i içinde koruması ve bu tikel örgütleniş biçiminde aynı evrensel hayvansal yaşam olarak kalması gibi.
yasa-koyucu us
tinsel öz yalın varlığı içinde art bilinç ve bu özbilinçtir. bireyin kökensel olarak belirli doğası kendinde onun etkinliğinin öğesi ve amacı olma olumlu anlamını yitirmiştir; salt ortadan kaldırılmış bir kıpıdır ve birey evrensel ‘kendi’ olarak bir ‘kendi'-dir. evrik olarak, biçimsel ‘asıl sorun’ kapsağım etkin, kendisini kendi içinde ayrımlaştıran bireysellikten almaktadır; çünkü bu sonuncunun ayrımları o evrenselin içeriğini oluştururlar. ulam arı bilincin evrenseli olarak kendinde dir; o denli de kendi içindir, çünkü bilincin ‘kendi’si o denli de onun bir kıpısıdır. saltık varlıktır, çünkü o evrensellik varlığın yalın kendine-özdeşliğidir. böylece bilinç için nesne olan şey gerçek olma imlemini taşımaktadır; o vardır ve kendinde ve kendi için varolma ve geçerli olma anlamında geçerlidir, saltık olgudur ki bundan böyle pekinlik ve bunun gerçekliği evrensel ve bireysel, amaç ve bunun olgusallığı arasındaki karşıtlığın ağırlığı altında değildir, ama dışvarlığı özbilincin edimselliği ve eylemidir; bu asıl sorun öyleyse törel tözdür; ve bunun bilinci törel bilinçtir. nesnesi de benzer olarak onun için gerçek olarak geçerlidir, çünkü özbilinci ve varlığı bir birlikte birleştirmektedir; saltık olarak geçerlidir, çünkü özbilinç bundan böyle bu nesneden bir başkasına gidemez ve gitmeyi istemez, çünkü onda kendi kendisi iledir: gidemez, çünkü bu nesne tüm varlık ve tüm güçtür: istemez, çünkü bu nesne ‘kendi’dir ya da bu ‘kendi’nin istencidir. nesne olarak kendi kendisinde olgusal nesnedir, çünkü bilincin ayrımını kendisinde taşımaktadır; kendisini kütlelere* böler, ki bunlar saltık özün belirli yasalarıdırlar. gene de bu kütleler kavramı bulandırmazlar, çünkü varlık, arı bilinç ve ‘kendi’ kıpıları onun içersinde kalırlar,—bir birlik ki bu kütlelerin özünü oluşturur, ve bu ayrım içinde artık bu kıpıları birbiri dışına çıkmaya bırakmaz.
yasa sınayıcı us
yalın törel tözdeki bir ayrım onun için bir ilinektir ki, belirli buyruklarda gördüğümüz gibi, bilmenin, edimselliğin ve eylemin olumsallığı olarak ortaya çıkmıştı. o yalın varlığın ve ona karşılık düşmeyen belirliliğin karşılaştırması bize düşüyordu; ve bu karşılaştırmada yalın töz kendisini biçimsel evrensellik ya da arı bilinç olarak gösteriyordu ki bu bilinç içerikten özgür olarak ona karşı durmaktadır ve onun belirli birşey olarak bilinmesidir. evrensellik bu kipte asıl sorun ne idiyse o kalmaktadır. oysa bilinçte başka birşeydir; yani, artık düşüncesiz, devimsiz cins değildir, tersine tikel ile ilişkilidir ve onun için güç ve gerçeklik olarak geçerlidir. bu bilinç ilkin bizim daha önce yapmış olduğumuz aynı sınama süreci olarak ve eylemi ise daha şimdiden olmuş olandan başkası olmaya yeteneksiz gibi görünmektedir, yani, evrensel ile belirlinin bir karşılaştırılmasıdır ki, daha önce olduğu gibi, bunların uyumsuzluklarını gösterecektir. oysa burada içeriğin evrensel ile ilişkisi değişiktir, çünkü bu ikincisi başka bir anlam kazanmıştır; biçimsel bir evrenselliktir ki belirli içerik buna yeteneklidir, çünkü o evrensellikte içerik salt kendi kendisi ile ilişki içinde düşünülmektedir. yaptığımız sınamada evrensel arı töz belirliliğe karşı durmuştu, ve bu belirlilik ise kendisini içine tözün girmiş olduğu bilincin olumsallığı olarak sergiliyordu. burada karşılaştırmanın bir terimi yitmiştir; evrensel artık varolan ve geçerli töz ya da kendinde ve kendi için olan hak değil, ama yalın bir bilme ya da biçimdir ki bir içeriği salt kendi kendisi ile karşılaştırmakta ve onun bir geneleme olup olmadığını irdelemektedir. bundan böyle yasalar verilmemekte, ama sınanmaktadırlar; ve yasaları sınayan bilinç için önceden verilidirler; o bunların içeriğini yalın, olduğu gibi almakta ve, bizim yaptığımız gibi, tersine edimselliğine özünlü tekillik ve olumsallığı irdelemeye girmemektedir; ama buyrukta buyruk olarak durmaktadır, ve ona karşı davranışı tıpkı onu sınamak için bir ölçüt olması denli yalındır.
eserin dördüncü ayağını oluşturan tin bölümünün alt başlığı yine tin bölümünden oluşuyor fakat yine her biri kendi içinde ayrılan 2 alt başlığa sahip ki bunlarda kendi içlerinde ayrılıyorlar: gerçek tin-törellik, (törel dünya. insansal ve tanrısal yasa erkek ve kadın, törel eylem. insansal ve tanrısal bilgi suç ve yazgı, tüzel konum) kendine yabancılaşmış tin. ekin, ( kendine yabancılaşmış tinin dünyası -ekin ve kendi edimsellik alanı, inanç ve arı içgörü- ve aydınlanma -aydınlanmanın boşinanç ile savaşımı, aydınlanmanın gerçeği-) saltık özgürlük ve terör ( kendi kendisinden pekin tin. ahlak -ahlaksal dünya görüşü, ikiyüzlülük, duyunç. güzel ruh, kötülük ve bağışlanması-)
gerçek tin törellik
tin kendi yalın gerçekliği içinde bilinçtir ve kıpılarını birbirlerinin dışına itmektedir. eylem onu töze ve tözün bilincine bölmektedir; ve bilinci olduğu gibi tözü de bölmektedir. töz, evrensel öz ve erek olarak, bireyselleşmiş edimselliğin karşısında durur; sonsuz orta terim özbilinçtir ki, kendinde kendisi ile tözün birliği olarak, şimdi kendi için o birlik olmakta, evrensel özü ve onun bireyselleşmiş edimselliğini birleştirmektedir; bu ikincisini birincisine yükseltmekte ve törel olarak davranmaktadır—ve birinciyi bu ikinciye indirmekte ve ereği, salt düşüncel olan tözü yerine getirmektedir; kendi ‘kendi’si ile tözün birliğini kendi çalışması olarak ve böylece bir edimsellik olarak üretmektedir. bilincin kıpılarının bu ayrılmasında yalın töz bir yandan özbilinç ile karşısavı saklamıştır, ve öte yandan böylece o denli de kendisinde bilincin doğasını, e.d. kendisini kendi içinde ayrımlaştırmayı, kütlelerine -massen-eklemlenmiş bir dünya olarak sergilemektedir. töz böylece kendisini ayrı törel özlere, bir insansal ve bir tanrısal yasaya bölmektedir. benzer olarak tözün karşısına çıkan özbilinç kendisine kendi özüne göre bu güçlerden birini vermektedir, ve bir bilme olarak bir yandan ne yaptığının bilgisizliğidir, ve öte yandan ne yaptığını bilmektedir, bir bilgi ki bu nedenle aldatıcı bir bilgidir. yaptığında böylece bu güçlerin—ki töz kendini bunlara bölmüştür—çelişkilerini ve karşılıklı yıkılışlarını görgülemektedir, tıpkı eyleminin törelliğine
ilişkin bilgisi ile kendinde ve kendi için törel olan arasındaki çelişkiyi görgülediği gibi; ve böylece kendisinin yıkılışını bulmaktadır. oysa gerçekte törel töz bu devim yoluyla edimsel özbilince gelişmiştir; ya da bu tikel ‘kendi’ kendinde-ve-kendi-için-varolan birşeye gelişmiştir; oysa işte tam bu gelişimde törellik yok edilmiştir.
kendine yabancılaşmış tin. ekin
törel töz karşıtlığı kendi yalın bilinci içinde kapalı olarak ve bu bilinci kendi özü ile dolaysız bir birlik içinde saklamıştı. öyleyse öz dolaysızca ona yönelmiş olan ve töresi o olan bilinç için yalın varlık belirliliğini taşır; bilinç ne kendisini bu dışlayıcı ‘kendi’ olarak görmekte, ne de töz ondan dışlanmış bir dışvarlık imlemini taşımaktadır; ve bilincin onunla ancak kendi kendisine yabancılaşma yoluyla birleşmesi ve aynı zamanda tözü üretmesi gerekecektir.
soylu bilinç, ‘kendi’ olan uç olduğu için, dilin kaynağı olarak görünür—dil ki ilişkinin yanları onunla dirimli bütünlere şekillenmektedir.—sessiz hizmet kahramanlığı dalkavukluk kahramanlığına dönüşür. hizmetin bu sesli yansıması tinsel, kendisini ayıran orta terimi oluşturur ve geriye salt kendi ucunu kendi içine yansıtmakla kalmaz, ama geriye bu ‘kendi’ içine evrensel güç ucunu da yansıtır, ilkin salt kendinde olan o gücü ya da erki kendi-için-varlığa ve özbilincin tekilliğine dönüştürür. sonuç bu erkin tininin şimdi sınırsız bir tekerklik olmasıdır;—sınırsız, çünkü dalkavukluğun dili bu erki arıtılmış evrenselliğine yükseltmektedir; bu kıpı dilin, tine arıtılmış dışvarlığın ürünü olarak, arıtılmış bir kendine-özdeşliktir;—tekerklik, çünkü dil benzer olarak bireyselliği doruğuna yükseltmektedir; soylu bilincin yalın tinsel birliğin bu yanı açısından vazgeçtiği şey düşüncesinin arı ‘kendinde’sidir, ‘ben’inin kendisidir.
eserin son iki ayağı olan din ve saltık bilgi tamamlayıcı bir işlev görüyor. din bölümü kendi içinde alt bölümlere ayrılan 3 ana başlıktan oluşurken saltık bilgi bölümü tek alt başlıktan oluşmaktadır.
doğal din
tini bilen tin kendi kendisinin bilincidir ve kendi için nesnel biçimde bulunmaktadır; vardır— ve aynı zamanda kendiiçin-varlıktır. kendi içindir, özbilinç yanıdır, ve dahası, kendi bilinç yanına karşı ya da kendisini kendisi ile nesne olarak ilişkilendirme yanına karşı budur. bilincinde karşıtlık ve böylelikle içinde kendisine görünmekte ve kendisini bilmekte olduğu şeklin belirliliği vardır. dinin bu irdelenişinde ilgilendiğimiz şey yalnızca budur; çünkü onun şekilsiz özünü ya da arı kavramını daha önce görmüştük. ama aynı zamanda bilinç ve özbilinç ayrımı bu kavramın içersine düşmektedir; dinin şekli, düşünceden özgür doğa olarak ya da dışvarlıktan özgür düşünce olarak t inin dışvarlığını kapsamaz; tersine, bu şekil düşüncede saklanan dışvarlıktır, tıpkı kendi için varolan düşüncel birşey olması gibi.—içinde tinin kendini bildiği bu şeklin belirliliğine göredir ki bir din kendisini bir başkasından ayırmaktadır; ama aynı zamanda belirtmek gerek ki, bu tekil belirliliğe göre kendisine ilişkin bu bilgisinin açımlanışı gerçekte edimsel bir dinin bütünlüğünü tüketmez. ortaya çıkacak olan değişik dinler dizisi o denli de yine tek bir dinin, dahası her bir tekil dinin değişik yanlarını sergiler, ve edimsel bir dini bir başkasından ayırıyor gibi görünen tasarımlar her birinde ortaya çıkmaktadırlar. ama türlülük aynı zamanda dinsel bir türlülük olarak da görülmelidir.
sanat dini
tin, içinde kendisini kendi bilincine sunmakta olduğu şeklini bilincin kendisinin biçimine yükseltmiştir ve böyle bir şekli kendi için üretmektedir. usta bireşimli emekten, düşüncenin ve doğal şeylerin türdeş olmayan biçimlerini karıştırmaktan vazgeçmiştir; şimdi şekil özbilinçli etkinlik biçimini kazandığı için, o da tinsel bir işçi olmuştur. buna göre, eğer saltık özünün bilincini sanat dininde taşıyan edimsel tinin hangisi olduğunu sorarsak, onun törel ya da gerçek tin olduğunu buluruz. bu tin yalnızca tüm bireylerin evrensel tözü değildir; tersine, bu töz edimsel bilinç için bilinç şeklini taşıdığı için, bu şu demektir ki, bireyselleşmiş olan töz bu bireyler tarafından kendi özleri ve çalışmaları olarak bilinmektedir. bu onlar için ne tanrısal, özsel ışıktır,—ki bunun birliğinde özbilincin kendi için-varlığı yalnızca olumsuz, yalnızca geçici olarak kapsanmıştır ve edimsel dünyasının efendisini gözlemektedir; ne birbirlerinden nefret eden halkların durmak bilmez yokediciliği, ne de onların kastlara boyun eğişleridir— kastlar ki, birlikte eksiksiz bir bütünsel örgütlenme görünüşünü oluştururlar, ama burada bireyin evrensel özgürlüğü eksiktir. tersine, bu tin özgür ulustur ki onda töre herkesin tözünü oluşturmakta, ve onun edimsellik ve dışvarlığını hepsi ve her biri kendi istenci ve edimi olarak bilmektedir.
bildirilmiş din
sanat dini yoluyla tin töz biçiminden özne biçimine geçer çünkü sanat onun şeklini üretmekte ve böylece onda edimi ya da özbilinci belirtik kılmaktadır—özbilinç ki, korkunç tözde yalnızca yitmekte ve güveninde kendisi kendisini kavramamaktadır. tanrısal varlığın bu insanlaşması ‘kendi’nin salt dış şeklini kendisinde taşıyan, ama ‘iç’i, ‘kendi’nin etkinliğini ise dışarda bırakan yontudan başlar; oysa kültte iki yan bir olmuşlardır; ve sanat dininin sonucunda bu birlik, tamamlanmışlığı içinde, aynı zamanda giderek ‘kendi’ ucuna da geçmiştir; bilincin bireyselliğinde kendisinden bütünüyle pekin tinde tüm özsellik batmıştır. bu hafifliği anlatan önerme şöyledir: ‘kendi’ saltık varlıktır; öz, töz, ki onda ‘kendi’ ilineksellik idi, bir yüklem düzeyine batmıştır; ve karşısına hiçbirşeyin öz biçiminde çıkmadığı bu özbilinçte tin bilincini yitirmiştir.
bu ‘kendi’ saltık varlıktır önermesi, açıkça göründüğü gibi, dinsel-olmayan edimsel tine aittir; ve onu anlatan şeklin tinin hangi şekli olduğunu anımsamamız gerekiyor. bu şekil aynı zamanda devimi ve bunun evrilmesini de kapsayacaktır— bir evrilme ki, ‘kendi’yi bir yüklem düzeyine indirmekte ve tözü özneye yükseltmektedir, öyle bir yolda ki, evrik önerme kendinde ya da bizim için tözü özne yapmamakta, ya da, gene aynı şey, tözü tinin bilincinin başlangıca, doğal dine geri götürüleceği bir yolda eski durumuna koymamaktadır; tersine, bu evrilme özbilincin kendisi için ve kendisi yoluyla ortaya çıkarılmaktadır. özbilinç kendini bilinçli olarak teslim ettiği için, vazgeçişinin içinde saklanmakta ve tözün öznesi olarak kalmaktadır; ama benzer olarak kendinden vazgeçmiş olduğu için, aynı zamanda tözün bilincini taşımaktadır; ya da özbilinç özverisi yoluyla tözü özne olarak ortaya çıkardığı için, töz özbilincin öz ‘kendi’si olarak kalmaktadır. böylece, eğer iki önermeden ilkinde öznenin tözselliği yalnızca yitmekte, ve ikincide töz salt bir yüklem ise, ve öyleyse iki yan her birinde karşıt bir değer eşitsizliği ile bulunuyor iseler, o zaman burada erişilen sonuç iki doğanın birleşmesi ve içiçe geçmesidir, ki bunda ikisi de, eşit değerler ile, özsel oldukları gibi aynı zamanda yalnızca kıpılar olarak da bulunmaktadırlar; böylelikle tin kendinin hem kendi nesnel tözü olarak ve hem de yalın, kendi içinde kalmakta olan özbilinç olarak bilincidir.
devamını gör...
mini etek özgürlükse eşine giydirir misin sorunsalı
muhtemelen yetişkin bir birey olarak kendi kendine giyinip soyunmayı biliyor olacaktır ama yine de ben eşimin elini sıcak sudan soğuk suya sokmam, yalnız başına giyinip yorulmasın derseniz neden olmasın.
devamını gör...
doğrusunu unutturan sözler
satılık karalüferli daire.
gece gece nerden geldi aklıma*)
gece gece nerden geldi aklıma*)
devamını gör...