judas priest
metal müziğin tanrıları olarak anılan, 1968'de kurulan, solistliğini rob halford'ın yaptığı ingiliz heavy metal müzik grubudur. metal müziğe deri kıyafetler giyme alışkanlığını öğreten gruptur.
en sevilen şarkıları breaking the law, living after midnight, painkiller'dır. ama benim favorim her zaman hellrider'dan yana olmuştur.
en sevilen şarkıları breaking the law, living after midnight, painkiller'dır. ama benim favorim her zaman hellrider'dan yana olmuştur.
devamını gör...
ayrılan kızdan tek taş yüzüğü geri istemek
o yüzük takılacak başka parmakları arar durur artık.
haktır geri istenir, zaten istenmeden geri verilmesi daha caiz olur.
haktır geri istenir, zaten istenmeden geri verilmesi daha caiz olur.
devamını gör...
piyango
sözlük anlamı; bir düzenleme kuruluşu tarafından basılan pek çok numara ya da simgenin satışa sunulmasından sonra, herhangi bir kura usulü ile çekimlenip, kazanlarının belirleneceği bir şans oyunu olarak nitelendirilebilir.
italyanca kökenli bir sözcükmüş. italyancada bianco; beyaz anlamına geliyormuş ve bir desteden beyaz kağıdın çekilmesiyle başlamış hikayesi.
mecazlı kullanımları da yaygın olarak duyulagelir. (örnek: kahretsin, piyango gene bana vurdu, artık kim bilir kaç saat, bu lanet dosyaları ayıkla, dur!)
pek çok insana -gereksiz- umut vaat eden bir oyun olması nedeniyle, özellikle türkiye gibi ülkelerde, belirli günlerde büyük önem arz eden bir şans oyunu olan piyangoya benim babam da büyük umutlar bağlar, her yılbaşı çekilişinden önce, onluk seriler halinde satın alır ve günlerce, eğer çıkarsa yapacaklarının hayallerini anlatırdı.
sırf bu nedenle bile geleneksel olarak satın almaya devam ettiğimiz 'milli piyango' bileti satın almayı bu yıl itibariyle sonlandırmış bulunmaktayız.
bu yıl çoğu -bağımlı- kimse de, benim gibi düşünüp satın almayacak piyango bileti falan. bakalım, bizim bu seneki yeni yıl hayallerimizden biri de, bizdeki piyango idaresini satın alanların batacağını hayal etmek falan olsun. umarım bu yıl, herkesin başına kendi talih kuşunun konacağı bir yıl olur. hepimizin beklentisi başka bir 2020 yaşamamak. ya da sadece şöyle diyelim yeter; gelen yıl gideni aratmasın. başka ihsan istemezük.
italyanca kökenli bir sözcükmüş. italyancada bianco; beyaz anlamına geliyormuş ve bir desteden beyaz kağıdın çekilmesiyle başlamış hikayesi.
mecazlı kullanımları da yaygın olarak duyulagelir. (örnek: kahretsin, piyango gene bana vurdu, artık kim bilir kaç saat, bu lanet dosyaları ayıkla, dur!)
pek çok insana -gereksiz- umut vaat eden bir oyun olması nedeniyle, özellikle türkiye gibi ülkelerde, belirli günlerde büyük önem arz eden bir şans oyunu olan piyangoya benim babam da büyük umutlar bağlar, her yılbaşı çekilişinden önce, onluk seriler halinde satın alır ve günlerce, eğer çıkarsa yapacaklarının hayallerini anlatırdı.
sırf bu nedenle bile geleneksel olarak satın almaya devam ettiğimiz 'milli piyango' bileti satın almayı bu yıl itibariyle sonlandırmış bulunmaktayız.
bu yıl çoğu -bağımlı- kimse de, benim gibi düşünüp satın almayacak piyango bileti falan. bakalım, bizim bu seneki yeni yıl hayallerimizden biri de, bizdeki piyango idaresini satın alanların batacağını hayal etmek falan olsun. umarım bu yıl, herkesin başına kendi talih kuşunun konacağı bir yıl olur. hepimizin beklentisi başka bir 2020 yaşamamak. ya da sadece şöyle diyelim yeter; gelen yıl gideni aratmasın. başka ihsan istemezük.
devamını gör...
atatürk heykelini halatla düşürmeye çalışmak
atam'ın daha heykelini yıkamıyorsunuz. fikirlerini nasıl yıkacaksınız? umarım yakalanırlar da cezasını çekerler
devamını gör...
bir tanım hakkında mesaj atmak
çok hoş olan eylemdir. ben sık sık yapıyorum.
yazarın biri bir tanım giriyor ve o tanım hakkında tartışıyoruz. bazen bir yazar efsane tanım giriyor beğenmek favorilemek yetmiyor mesaj atıp eline sağlık diyorum.
bazen karşı çıktığım bir konu oluyor kendi fikrimi söylüyorum. insansa sohbet ediyor değilse cahillik ediyor.
sözlüğün güzelliği burada farklı fikirler farklı tanımlar.
eleştiri çok güzel bir şey. hem eleştirmek hem eleştirilmek.
yazarın biri bir tanım giriyor ve o tanım hakkında tartışıyoruz. bazen bir yazar efsane tanım giriyor beğenmek favorilemek yetmiyor mesaj atıp eline sağlık diyorum.
bazen karşı çıktığım bir konu oluyor kendi fikrimi söylüyorum. insansa sohbet ediyor değilse cahillik ediyor.
sözlüğün güzelliği burada farklı fikirler farklı tanımlar.
eleştiri çok güzel bir şey. hem eleştirmek hem eleştirilmek.
devamını gör...
izmir'in en yaşanılası yeri
karşıyaka ve alsancak.
devamını gör...
körler sağırlar birbirini ağırlar
iki aptalın aptal olmadığını iddia ettikleri durumlarda kullanılan ve cuk oturan cümledir.
devamını gör...
geceye bir şiir bırak
bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"o olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte.
yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni,
senin onu sevdiğinden.
çok sevmezsen, çok acımazsın.
çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde.
paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin,
güneşi, ayı, yıldızları...
mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"o benim." diyeceksin.
mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
mesela turuncuya, ya da pembeye.
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak...
"o olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte.
yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni,
senin onu sevdiğinden.
çok sevmezsen, çok acımazsın.
çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde.
paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin,
güneşi, ayı, yıldızları...
mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"o benim." diyeceksin.
mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
mesela turuncuya, ya da pembeye.
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak...
devamını gör...
sinek kuşu
dünyanın en küçük kuşu. bu kuşun kalbi saniyede 15 ila 80 kez çarpıyor. kendimi sinek kuşunun yerine koydum. çarşıdan eve gidemezdim yeminle.
-muhittin abii!
+ne var len ispinoz?
-kon beş dakka kon.
-dıkandım abi çarpıntı geldi kon.
-muhittin abii!
+ne var len ispinoz?
-kon beş dakka kon.
-dıkandım abi çarpıntı geldi kon.
devamını gör...
okunması gereken kitaplar
'' geceler boyunca hangi kâbuslarla haşır neşir olduk ki güneşe düşman olarak kalkıyoruz? ''
devlet gibi kitaplardan biri olan, (bkz: çürümenin kitabı) / (bkz: emil michel cioran)
devlet gibi kitaplardan biri olan, (bkz: çürümenin kitabı) / (bkz: emil michel cioran)
devamını gör...
nadine labaki
18 şubat 1974 lübnan doğumlu yönetmen ve senarist.kefernahum, et maintenant on va où ?, ve sukkar banat filmelerinin yönetmenidir. filmlerinde oyunculuk yapan dünyalar güzeli bir kadın olduğunu hatırlatmakta da fayda var. labaki çok dilli olarak, arapça, fransızca, ingilizce ve italyanca bilmektedir.
2007 yılında sukkar banat filminin müthiş müziklerini de yapan müzisyen ve besteci khaled mouzanar ile evlenmiştir.
2007 yılında sukkar banat filminin müthiş müziklerini de yapan müzisyen ve besteci khaled mouzanar ile evlenmiştir.
devamını gör...
normal sözlük 1. istanbul zirvesi
ben katılamam çünkü zirve tek kişiliktir diyerek reklamımı da yapmış olayım*
devamını gör...
çocuk sahibi olmak
bu akşam, yemek masasında, beni mutlu eden 3 canın vesilesi ile sahip olduğum sıfat.
dualarımın özneleri, yüreğimin sesleri...
çocuk sevmeyenleri, sevemememe sebep olan durum.
dualarımın özneleri, yüreğimin sesleri...
çocuk sevmeyenleri, sevemememe sebep olan durum.
devamını gör...
portakal hamamı radyo yayını
yarasa çıkmışşş. çok özel, çok güzel bir kadın bayılıyorum kendisine. ayrıca sesi de çok tatlıymış.
devamını gör...
file çorap
yamuk kare desenli çoraptır.
bir espri.
+file çorap aldım.
-file niye aldın? kendine alsaydın yaa.
bir espri.
+file çorap aldım.
-file niye aldın? kendine alsaydın yaa.
devamını gör...
cinnet geçirten yazım yanlışları
yazım yanlışı yüzünden cinnet geçirmek tam bizim topluma yakışan bir hareket. hepimizin öfke sorunu var kabul edelim.
devamını gör...
sözlük kadınlarının fotoğrafları
.
edit: başlığı açan arkadaş uçuşa geçti heralde bırakıp kaçtı bana kaldı. *
edit: başlığı açan arkadaş uçuşa geçti heralde bırakıp kaçtı bana kaldı. *
devamını gör...
annesinin köyünde yaşamak isteyen sevgili
şehrin kalabalığından ve gürültüsüden, sanki o gürültüyü ve kalabalığı siz biz değil de ebem yapıyormuş gibi uzaklaşmak isteyen sevgilidir efenim ve anasının yaşadığı köye gelin götürme çabasındadır.
lanet olsun, böyle bir sevgilim olmuştu; köy hayatına imrenir dururdu. hissedebiliyorum, köy, köylü linci gelecek ama söyleyeceğim, çok bayıksınız!!111 doğayla iç içe bir ömür tüketmek, inekleri sağıp çiğ süt kaynatmak, tarla sürdükten sonra milletin dedikodusunu yaparak akrabalarınızın birbirleriyle evlendikleri düğünlerde göbek atmak istiyordunuz madem, niye kalkıp geliyorsunuz şehre, çıkmayın köyünüzden işte.
bi saniye müge kraliçemin programında izlediğim köy olayları geldi aklıma tanrım, öff. ne berbat bir dedikodu ağı... herkes birbirinin hasımı filan.
sene, üniversite ikiyi okumakta olduğum senelerdi ki, sahil çocuğu olan ben, deniz olmayan memlekette üniversite okuyor ve deniz hasretini yer yer çekiyordum. kumda yürümeyi, dalgaları dinlemeyi ve o maviliği ufuk çizgisine doğru izlemeyi özleyecek kadar vakit geçmişti ki o köy aşığı manyakla tanıştım. köyünden çıkıp gelmiş koca şehre üniversite okumaya, şehir hayatını bir de yalnız tanımaya. tanısın efenim, tanıyordu da bizim köylü oğlan ama anlata anlata da bitiremiyor, övmelere doyamıyordu köyünü. arkadaş ortamında kırk yüz bin kere onun köydeki maceralarını dinlemekten gına gelmişti ama daha önce hiç köylü boy friendim olmamıştı. bir tane yapmaya karar verdim. biraz da benzer bir hasreti yaşar gibiydik, öyle gelmişti bana, nitekim ben de denizimi özlüyordum.
zaten güzel kızdım, size daha önceki yazılarımda bahsetmiştim; erkekler güzel kadınlara çabuk düşüyorlar efenim, öyle iki yüzlüler bakmayın siz bunlara. iç güzellik vırt zort derler ama dertleri çoğu kez nefes alsın yeter'dir. ha olursa güzelinden, ona asla hayır demezler; kaymaklı ekmek kadayıfı peh. bu köylü de süslü kadın görmemiş neredeyse çevresinde, hop hemen peşime düştü.
ha böyle anlattım diye full köyde yaşıyor sanmayın, işte anası babası şehre gelmişler sonradan ama her yaz köylerindeler, senenin bir yarısını da köylerinde geçiriyorlar. ayrı dünyaların insanlarıyız işte efenim özetle. benim köyüm yok, hep şehirliydim, ailem de şehirli, o'nun ise belli bir çağa kadar köyde yaşayıp sonradan az buçuk şehir görür olmuşluğu vardı işte.
neyse efenim, biz bu köylü beyle flört eder olmuştuk. flört dediğime bakmayın, kendisi bir kadına nasıl davranılır pek bilmiyordu, dene-yanıl bir şeyler yapıyordu işte, kabaydı. adam babasından görmemiş ki, çevresi de dangıl dungul...
ilk senelerindeki utangaçlığı üzerinden attığı nasıl da belliydi, üniversitedeki üçüncü senesinde şehirli veletler gibi oluvermişti. ama karşımda bir yemek yiyişi vardı ki, tanrım... on parmağını da suyunun içine sokarak yemezsin yemeği değil mi ama? köylü işte, rahat ettiği yerde özüne dönecek. naapalım, öyle kabul etmiştim onu da. neticede farklı görsel şovlar yaşatıyordu bana, yürüyen kültür şoku gibi bir şeydi benim için. işte iyi kötü bir şeyler bulup sohbet ediyorduk. bana çoban rıza abisini anlatıyordu sık sık, çok bilge bir abiymiş herkesle konuşmazmış da efenim işte en az üç saat sürüyü gezdirirmiş yalnız başına falan, yalnız yaşarmış... aklıma kötü kötü şeyler geliyordu, artık günahı boynuna, sürüsüne bu kadar düşkün çoban... pek hayırlı değil anlıyor musunuz?
bunun bir hayali varmış, bir gelin bulup anasına elini öptürecek ve köye yerleşecekmiş. okumuş istiyormuş kızı, neymiş efenim oturup sohbet edebilmeliymiş ama ekmek yapmasını filan da bilecek ha. bir mükemmel kadın tasviri vardı efenim bunun, gerektiğinde 20 yufkayı bi oklava darbesiyle açıp önüne börek edip getirecek, odun sobasını yakıverecek buna çatır çatır, şalvarını giyecek ineklerine bakacak... köye dair her şeyi bilecek ve kocasına da şahane hizmet edecek; ayak mı yıkanacak, yıkayacak efenim! sofrası tam teşekküllü kurulacak, bebelere bakacak, biri eşikte biri beşikte olacak. kalabalık aile istiyormuş, doğurgan olacakmış kadını. haa ama okumuşundan olacak bir de, öyle köyden hiç çıkmamış kız istemezmiş, mürekkep yalamış, üniversite görmüş geçirmiş de olacakmış, öyle iki senelikler de olmazmış, en az dört senelik bir fakülteden mezun olacakmış. sonra da anasının köyüne oturacak toprakla hayvanla, bebeleriyle ve kocasıyla filan ilgileneceklermiş. köydeki kızları da beğenmiyor ha haspama bak, şehirden bi tanesine takacak halkayı, götürecek anasına danasına hizmet ettirmeye.
yaşanmazmış şehirde efenim ama nasıl yeriyor şehir hayatını size anlatamam. bir köy güzellemesi ki... ula yaşıtların köylerinden kaçıp kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar, bok mu var köyde?!! ne var köyünde? akraba evliliği? bolca cahillik? ah tanrım köydeki dedikoduları anlatırdı bana oturur, kızlar kaçarmış da işte kaçarak evlenmeler, kızın biri yolluymuş da köyde bunu şey etmeyen kalmamış da kız köyden gitmiş sonra filan. bunlar nasıl insan ilişkileri?
daha fazla dayanamadım efenim köy güzellemelerine. köye gelin götürme hayallerine "tanrım bulursan o kadar salak bir kız bana da söyle" diyecektim de işte, bulmuştur belki de artık. salak mı yok memlekette? evlilik meraklısı tonla kızımız var.
neyse efenim 2 ay kadar dayanabildim kendisine.
köylü çocuk, en azından akrabanla evlenmeyi düşünecek kadar cahil değilmişsin tebrik ederim. şu kadına hizmet ettirme olayını da çözsen, belki senle köyüne gelecek bir maceraperest bulursun.
buldun mu yoksa?
atam "köylü milletin efendisidir" demiş, ondan bir şey demiyom dua et sen.
özlem tekin de mi köye yerleşmişti ne?
lanet olsun, böyle bir sevgilim olmuştu; köy hayatına imrenir dururdu. hissedebiliyorum, köy, köylü linci gelecek ama söyleyeceğim, çok bayıksınız!!111 doğayla iç içe bir ömür tüketmek, inekleri sağıp çiğ süt kaynatmak, tarla sürdükten sonra milletin dedikodusunu yaparak akrabalarınızın birbirleriyle evlendikleri düğünlerde göbek atmak istiyordunuz madem, niye kalkıp geliyorsunuz şehre, çıkmayın köyünüzden işte.
bi saniye müge kraliçemin programında izlediğim köy olayları geldi aklıma tanrım, öff. ne berbat bir dedikodu ağı... herkes birbirinin hasımı filan.
sene, üniversite ikiyi okumakta olduğum senelerdi ki, sahil çocuğu olan ben, deniz olmayan memlekette üniversite okuyor ve deniz hasretini yer yer çekiyordum. kumda yürümeyi, dalgaları dinlemeyi ve o maviliği ufuk çizgisine doğru izlemeyi özleyecek kadar vakit geçmişti ki o köy aşığı manyakla tanıştım. köyünden çıkıp gelmiş koca şehre üniversite okumaya, şehir hayatını bir de yalnız tanımaya. tanısın efenim, tanıyordu da bizim köylü oğlan ama anlata anlata da bitiremiyor, övmelere doyamıyordu köyünü. arkadaş ortamında kırk yüz bin kere onun köydeki maceralarını dinlemekten gına gelmişti ama daha önce hiç köylü boy friendim olmamıştı. bir tane yapmaya karar verdim. biraz da benzer bir hasreti yaşar gibiydik, öyle gelmişti bana, nitekim ben de denizimi özlüyordum.
zaten güzel kızdım, size daha önceki yazılarımda bahsetmiştim; erkekler güzel kadınlara çabuk düşüyorlar efenim, öyle iki yüzlüler bakmayın siz bunlara. iç güzellik vırt zort derler ama dertleri çoğu kez nefes alsın yeter'dir. ha olursa güzelinden, ona asla hayır demezler; kaymaklı ekmek kadayıfı peh. bu köylü de süslü kadın görmemiş neredeyse çevresinde, hop hemen peşime düştü.
ha böyle anlattım diye full köyde yaşıyor sanmayın, işte anası babası şehre gelmişler sonradan ama her yaz köylerindeler, senenin bir yarısını da köylerinde geçiriyorlar. ayrı dünyaların insanlarıyız işte efenim özetle. benim köyüm yok, hep şehirliydim, ailem de şehirli, o'nun ise belli bir çağa kadar köyde yaşayıp sonradan az buçuk şehir görür olmuşluğu vardı işte.
neyse efenim, biz bu köylü beyle flört eder olmuştuk. flört dediğime bakmayın, kendisi bir kadına nasıl davranılır pek bilmiyordu, dene-yanıl bir şeyler yapıyordu işte, kabaydı. adam babasından görmemiş ki, çevresi de dangıl dungul...
ilk senelerindeki utangaçlığı üzerinden attığı nasıl da belliydi, üniversitedeki üçüncü senesinde şehirli veletler gibi oluvermişti. ama karşımda bir yemek yiyişi vardı ki, tanrım... on parmağını da suyunun içine sokarak yemezsin yemeği değil mi ama? köylü işte, rahat ettiği yerde özüne dönecek. naapalım, öyle kabul etmiştim onu da. neticede farklı görsel şovlar yaşatıyordu bana, yürüyen kültür şoku gibi bir şeydi benim için. işte iyi kötü bir şeyler bulup sohbet ediyorduk. bana çoban rıza abisini anlatıyordu sık sık, çok bilge bir abiymiş herkesle konuşmazmış da efenim işte en az üç saat sürüyü gezdirirmiş yalnız başına falan, yalnız yaşarmış... aklıma kötü kötü şeyler geliyordu, artık günahı boynuna, sürüsüne bu kadar düşkün çoban... pek hayırlı değil anlıyor musunuz?
bunun bir hayali varmış, bir gelin bulup anasına elini öptürecek ve köye yerleşecekmiş. okumuş istiyormuş kızı, neymiş efenim oturup sohbet edebilmeliymiş ama ekmek yapmasını filan da bilecek ha. bir mükemmel kadın tasviri vardı efenim bunun, gerektiğinde 20 yufkayı bi oklava darbesiyle açıp önüne börek edip getirecek, odun sobasını yakıverecek buna çatır çatır, şalvarını giyecek ineklerine bakacak... köye dair her şeyi bilecek ve kocasına da şahane hizmet edecek; ayak mı yıkanacak, yıkayacak efenim! sofrası tam teşekküllü kurulacak, bebelere bakacak, biri eşikte biri beşikte olacak. kalabalık aile istiyormuş, doğurgan olacakmış kadını. haa ama okumuşundan olacak bir de, öyle köyden hiç çıkmamış kız istemezmiş, mürekkep yalamış, üniversite görmüş geçirmiş de olacakmış, öyle iki senelikler de olmazmış, en az dört senelik bir fakülteden mezun olacakmış. sonra da anasının köyüne oturacak toprakla hayvanla, bebeleriyle ve kocasıyla filan ilgileneceklermiş. köydeki kızları da beğenmiyor ha haspama bak, şehirden bi tanesine takacak halkayı, götürecek anasına danasına hizmet ettirmeye.
yaşanmazmış şehirde efenim ama nasıl yeriyor şehir hayatını size anlatamam. bir köy güzellemesi ki... ula yaşıtların köylerinden kaçıp kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar, bok mu var köyde?!! ne var köyünde? akraba evliliği? bolca cahillik? ah tanrım köydeki dedikoduları anlatırdı bana oturur, kızlar kaçarmış da işte kaçarak evlenmeler, kızın biri yolluymuş da köyde bunu şey etmeyen kalmamış da kız köyden gitmiş sonra filan. bunlar nasıl insan ilişkileri?
daha fazla dayanamadım efenim köy güzellemelerine. köye gelin götürme hayallerine "tanrım bulursan o kadar salak bir kız bana da söyle" diyecektim de işte, bulmuştur belki de artık. salak mı yok memlekette? evlilik meraklısı tonla kızımız var.
neyse efenim 2 ay kadar dayanabildim kendisine.
köylü çocuk, en azından akrabanla evlenmeyi düşünecek kadar cahil değilmişsin tebrik ederim. şu kadına hizmet ettirme olayını da çözsen, belki senle köyüne gelecek bir maceraperest bulursun.
buldun mu yoksa?
atam "köylü milletin efendisidir" demiş, ondan bir şey demiyom dua et sen.
özlem tekin de mi köye yerleşmişti ne?
devamını gör...

