en yakındaki kitabın 31. sayfasının ilk cümlesi
öğlenin on birine doğru üç arkadaşın üçünde de hayır kalmamıştı.
orhan kemal- bereketli topraklar üzerinde.
orhan kemal- bereketli topraklar üzerinde.
devamını gör...
sorulan soruya şarkı ile cevap vermek
-hasta mısın?
- şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor. yastayım. hiç kimse bilmiyor.
- şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor. yastayım. hiç kimse bilmiyor.
devamını gör...
feridun düzağaç şarkılarında geçen muhteşem sözler
kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz
bu matematik bizi kandırıyor hocam
elde var sorular, gözyaşları, boş umutlar
hesaplar tutmaz, tutmaz hocam...
bu matematik bizi kandırıyor hocam
elde var sorular, gözyaşları, boş umutlar
hesaplar tutmaz, tutmaz hocam...
devamını gör...
ailenin en büyük çocuğu
deneme tahtasıdır. bebekliğinden evlenene kadar çoluk çocuk sahibi olana kadar her şey üzerinde denenir daha sonraki çocuklar için yapılacaklar ve yapılmayacaklar bu kişilerin üzerinde denenerek öğrenilir.
devamını gör...
uçurtma avcısı
okurken duygu karmaşası yaşadım açıkçası. ana karakteri hem sevdim hem takdir ettim hem nefret ettim hem de sözdüm. bazı hiç beklemediğim gelişmeler oldu ama okurken not ettiğim alıntılarla bu kitaba hayran kaldım.
-çocuklar boyama kitabı değildir, onları sevdiğin renklere boyayamazsın.
-senin bu kadar mutlu olmana ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler.
-buradaki en bol şey, çocukluğunu yitirmiş çocuklar.
-yalan söylediğinde bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın.
-afganistanda çocuk çok ama çocukluk yok.
-çocuklar boyama kitabı değildir, onları sevdiğin renklere boyayamazsın.
-senin bu kadar mutlu olmana ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler.
-buradaki en bol şey, çocukluğunu yitirmiş çocuklar.
-yalan söylediğinde bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın.
-afganistanda çocuk çok ama çocukluk yok.
devamını gör...
auschwitz
1940'larda hitler'in nazi ordusu tarafından insanların hapsedilip öldürüldüğü (bkz: polonya)'da bulunan toplama kampı. 1.1 milyon insanın öldürüldüğü toplama kampında hayatta kalmayı başaranlar 27 ocak 1945'te sovyet birlikleri tarafından kurtarılmıştı.
devamını gör...
yaprak sarma
yarım saat önce sarmayı bitirdiğim, vücudumun ağrımasına sebebiyet veren meşşakatli yemek.. bugün yaprak sarma günü mü? hahahahahahaha
devamını gör...
cinsellik içerikli başlıklardan nefret etme nedenleri
mesele başlıkların cinsel içerikli olması değil cinsiyetçi olması.
devamını gör...
yazarların bırakması gereken 5 şey
sigara..
alkol..
melankoli..
kirk tilki/kırk kuyruk
beşinciyi bulamadım..
alkol..
melankoli..
kirk tilki/kırk kuyruk
beşinciyi bulamadım..
devamını gör...
mutlu olma yolunda en büyük engel
arzulardır. insan arzularını kontrol edemediği, hazzı ertelemeyi öğrenmediği sürece mutlu olamaz.
devamını gör...
gençlik nereye gidiyor sorunsalı
gençlik meteliksiz %40'ı işsiz, daha küçükleri de karantinada...
toplu taşıma da yasak, nereye gidebilir?
toplu taşıma da yasak, nereye gidebilir?
devamını gör...
ilkokulda dışlanmak
babamın iflası ile istanbul' a geldik.
ıstanbul bana mersin'den sonra vahşi hayvanlarla dolu bir orman gibiydi...
mersin'deki kolejden, başka bir şehirin fakir semtindeki ilköğretim okuluna gelmek ayrı travmayken; o varlıklı hayattan bu görülmemiş yokluğa düşmenin ağırlığı daha da zordu. beslenmeme koyacak ekmeği zor bulduğumuz zamanlardı.
8 yaşındaydım, ilk gün okula üstümde kolej üniformasıyla gittim. öğretmen 'yarın önlükle gel' dedi.
annemler o akşam bir komşumuzun çocuğunun eskimiş önlüğünü yakası olmadan, başka başka düğmeler dikerek bana uydurdular. tabi yeni olduğum yetmiyormuş gibi bir de fakir olunca dikkatler üstüme yöneldi. zaten yaşca hepsinden iki yaş küçüktüm. doktor raporu ile ıq'su yüksek denilerek 5,5 yaşında birinci sınıfa başlamıştım.
sınıfta her beslenme saati, beslenmemi alıp çöpe ya da yere atan bir çocuk vardı. teneffüste "önümüze gelene bin tekme" ayağına bahçede duvara sıkıştırıp döverlerdi. hatta okulun merdivenlerinden ikinci kattan attıkları bile oldu. olaydan sonra aylarca kaburgalarım ağrıdı. gece yatağımda sessizce ağlardım. annem dayak yediğimi duyarsa buna kızıp döver korkusuyla, bu ağrılı süreci kendi başıma yaşadım. çünkü annem, dayak yedim diye dayak atardı.
okulda dövenlere ek bir de komşumzun 11 yaşındaki kızı döverdi beni. onlar 4 kardeşti en küçüğü benimle yaşıttı. ona gelinceye kadar, yolüstü 14-15 yaşlarında bir oğlan çocuğu önüme geçer bana sarılmaya çalışırdı. o sapık olan çocuğu babam fark edip ağız burun dağıttı ama diğerlerini bertaraf edemedim.
ıki sene boyunca okuldakiler, komsunun kızı, üstüne bir de annem döverdi cift dikiş olurdu dayaklarım.
bu sebeple okul yıllarında yaşananlar kaç yıl olursa olsun insanın benliğinde iz bırakıyor. *
ıstanbul bana mersin'den sonra vahşi hayvanlarla dolu bir orman gibiydi...
mersin'deki kolejden, başka bir şehirin fakir semtindeki ilköğretim okuluna gelmek ayrı travmayken; o varlıklı hayattan bu görülmemiş yokluğa düşmenin ağırlığı daha da zordu. beslenmeme koyacak ekmeği zor bulduğumuz zamanlardı.
8 yaşındaydım, ilk gün okula üstümde kolej üniformasıyla gittim. öğretmen 'yarın önlükle gel' dedi.
annemler o akşam bir komşumuzun çocuğunun eskimiş önlüğünü yakası olmadan, başka başka düğmeler dikerek bana uydurdular. tabi yeni olduğum yetmiyormuş gibi bir de fakir olunca dikkatler üstüme yöneldi. zaten yaşca hepsinden iki yaş küçüktüm. doktor raporu ile ıq'su yüksek denilerek 5,5 yaşında birinci sınıfa başlamıştım.
sınıfta her beslenme saati, beslenmemi alıp çöpe ya da yere atan bir çocuk vardı. teneffüste "önümüze gelene bin tekme" ayağına bahçede duvara sıkıştırıp döverlerdi. hatta okulun merdivenlerinden ikinci kattan attıkları bile oldu. olaydan sonra aylarca kaburgalarım ağrıdı. gece yatağımda sessizce ağlardım. annem dayak yediğimi duyarsa buna kızıp döver korkusuyla, bu ağrılı süreci kendi başıma yaşadım. çünkü annem, dayak yedim diye dayak atardı.
okulda dövenlere ek bir de komşumzun 11 yaşındaki kızı döverdi beni. onlar 4 kardeşti en küçüğü benimle yaşıttı. ona gelinceye kadar, yolüstü 14-15 yaşlarında bir oğlan çocuğu önüme geçer bana sarılmaya çalışırdı. o sapık olan çocuğu babam fark edip ağız burun dağıttı ama diğerlerini bertaraf edemedim.
ıki sene boyunca okuldakiler, komsunun kızı, üstüne bir de annem döverdi cift dikiş olurdu dayaklarım.
bu sebeple okul yıllarında yaşananlar kaç yıl olursa olsun insanın benliğinde iz bırakıyor. *
devamını gör...
savunma saldırıyor
şeytanın avukatı lakaplı jacques verges’in metis yayınlarından basılan harika kitabı. kitap; “uyum davaları”, “kopuş davaları” ve “siyasi dava tekniği” başlıklı üç bölüm ve “tarihin ahlakı” isimli sonuç bölümünden oluşuyor. her bir bölümde, tarihte ses getirmiş ünlü davalara ve savunmalara yer verilmiş. yıllar geçse de tekrardan açıp bir bölümünü okumak isteyeceğiniz bir eser.
yazarından biraz bahsetmek istiyorum; suçlu olduğunu bile bile bir tecavüzcüyü, bir katili nasıl savunursun? sözlük bünyesinde de fazlasıyla nefret edilen avukatların en çok karşılaştığı eleştirilerden biridir bu. her bir avukatın bu soruya vereceği cevap farklıdır. kimisi para için, kimisi şöhret için yapar bunu. şüphesiz ki jacques verges, çoğunluğa karşı tek başına kalmaktan büyük zevk duyuyordu. çakal carlos, sırp kasabı slobodan miloseviç, saddam’ın yardımcısı tarık aziz, alaaddin çakıcı, cemile bouhired (daha sonrasında bu kadınla evlenmiş) gibi isimlerin avukatlığını üstlenen jacques verges, ikinci dünya savaşı sırasında fransızlara adeta kök söktüren ve binlerce fransız’ı öldüren lyon kasabı klaus barbie’nin avukatlığını üstlenince, büyük eleştirilere maruz kaldı. eleştirilere şöyle cevap verecekti;
‘barbie’yi iki şey üzerinden savundum. birincisi, barbie, general osares’in cezayir’de öldürdüğünden daha az kişiyi öldürmüştü. osares terfi etti; barbie ise suçlanarak cezaevine girdi. ayrıca harekâtın üç veya dördüncü adamıydı; bir numara değildi. bolivya hükümeti barbie’yi ülke dışına atabilirdi. ama onu bir uçağa koyup fransız guyana’sına getirttiler, onu satın aldılar. insanı bir ülkeden kovduğunuzda, ona başka bir ülkeyi seçme özgürlüğü verirsiniz. siz onun bu özgürlüğünü elinden aldınız. barbie’yi savunmam, fln militanlarını savunmamdan çok farklıydı. bence düşmanını savunabilmek, bir avukat için inanılmaz bir onurdur. ‘bir nazi’nin savunulacak ne gibi bir yanı olabilir’ diye düşünebilirsiniz. ancak benim tutkum savunmak... suçu değil, suçu işleyeni savunuyorum.’
verges, katalan asıllı fransız bir baba ile vietnamlı bir annenin oğlu olarak fransa’nın sömürge topraklarında dünyaya geldi. barbie davası üzerinden savcılık makamını dolayısıyla fransa tarihini rezil etmek istiyordu. nitekim etti de. istanbul’da verdiği bir röportajında saddam’ı savunmak istediğini ve bunu yapsaydı muhtemelen idamdan kurtaracağını belirtmiş. verges, müvekkilinin cenazesine katıldığı için avukat hakkında dava açılan bizim ülkemizde avukatlık yapsaydı, örgüt üyesi olmaktan ceza alırdı muhtemelen.
“adalet ister ilah gibi süslensin, ister paçavralara bürünsün, yönetici sınıflar emrindeki işlevi hiç değişmez; yasanın çiğnenmesiyle ortaya çıkan toplumsal çelişkileri, o sınıfın lehine çözmek." sayfa 14
yazarından biraz bahsetmek istiyorum; suçlu olduğunu bile bile bir tecavüzcüyü, bir katili nasıl savunursun? sözlük bünyesinde de fazlasıyla nefret edilen avukatların en çok karşılaştığı eleştirilerden biridir bu. her bir avukatın bu soruya vereceği cevap farklıdır. kimisi para için, kimisi şöhret için yapar bunu. şüphesiz ki jacques verges, çoğunluğa karşı tek başına kalmaktan büyük zevk duyuyordu. çakal carlos, sırp kasabı slobodan miloseviç, saddam’ın yardımcısı tarık aziz, alaaddin çakıcı, cemile bouhired (daha sonrasında bu kadınla evlenmiş) gibi isimlerin avukatlığını üstlenen jacques verges, ikinci dünya savaşı sırasında fransızlara adeta kök söktüren ve binlerce fransız’ı öldüren lyon kasabı klaus barbie’nin avukatlığını üstlenince, büyük eleştirilere maruz kaldı. eleştirilere şöyle cevap verecekti;
‘barbie’yi iki şey üzerinden savundum. birincisi, barbie, general osares’in cezayir’de öldürdüğünden daha az kişiyi öldürmüştü. osares terfi etti; barbie ise suçlanarak cezaevine girdi. ayrıca harekâtın üç veya dördüncü adamıydı; bir numara değildi. bolivya hükümeti barbie’yi ülke dışına atabilirdi. ama onu bir uçağa koyup fransız guyana’sına getirttiler, onu satın aldılar. insanı bir ülkeden kovduğunuzda, ona başka bir ülkeyi seçme özgürlüğü verirsiniz. siz onun bu özgürlüğünü elinden aldınız. barbie’yi savunmam, fln militanlarını savunmamdan çok farklıydı. bence düşmanını savunabilmek, bir avukat için inanılmaz bir onurdur. ‘bir nazi’nin savunulacak ne gibi bir yanı olabilir’ diye düşünebilirsiniz. ancak benim tutkum savunmak... suçu değil, suçu işleyeni savunuyorum.’
verges, katalan asıllı fransız bir baba ile vietnamlı bir annenin oğlu olarak fransa’nın sömürge topraklarında dünyaya geldi. barbie davası üzerinden savcılık makamını dolayısıyla fransa tarihini rezil etmek istiyordu. nitekim etti de. istanbul’da verdiği bir röportajında saddam’ı savunmak istediğini ve bunu yapsaydı muhtemelen idamdan kurtaracağını belirtmiş. verges, müvekkilinin cenazesine katıldığı için avukat hakkında dava açılan bizim ülkemizde avukatlık yapsaydı, örgüt üyesi olmaktan ceza alırdı muhtemelen.
“adalet ister ilah gibi süslensin, ister paçavralara bürünsün, yönetici sınıflar emrindeki işlevi hiç değişmez; yasanın çiğnenmesiyle ortaya çıkan toplumsal çelişkileri, o sınıfın lehine çözmek." sayfa 14
devamını gör...
güne bir şarkı bırak
ben de yoluma giderim
giden gitmiştir zaten
kesemem kesemem yolunu
hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
bir çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu
giden gitmiştir zaten
kesemem kesemem yolunu
hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
bir çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu
devamını gör...
hayatın anlamı
dolu dolu yasamakta gizli sanirim. sevmekte, sevilmekte, icindeki iyiligi gelistirmekte hatta bulastirmakta...bol bol okumakta, kendini gelistirmekte, farkli pecerelerden hayata bakmakta, uzun yolculuklar yapmakta, guzel yerler gormekte, farkli insanlarla tanismakta, farkli kulturleri tanimakta...bir de kahve icmekte, bir bitki yetistirmekte,bir cocugu sevindirmekte, bir hayvanin sevdigi olmakta, bir de guzel manzarayi izlemekte hatta ve hatta sukretmekte...insana iyi gelen neler varsa butun anlamlar onlarda...
devamını gör...
mutlu başlayan evliliklerin sona erme sebepleri
her ilişkinin dinamikleri farklı olacağından tek bir doğru cevabın olmadığı sorunsaldır.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
ezginin günlüğü/veda
devamını gör...
louise lasser
11 nisan 1939 doğumlu, amerikalı aktris. 1966-1970 yılları arasında woody allen ile evliydi ve onun erken dönem filmlerinde oynadı.
woody allen ile birlikte oynadığı filmler: take the money and run, bananas, everything you always wanted to know about sex.
woody allen ile birlikte oynadığı filmler: take the money and run, bananas, everything you always wanted to know about sex.
devamını gör...

