çocukların patavatsızca konuşmaları da bazı ebevenylerin “bak görüyor musun ne kadar zeki çocuk?” demesine sebep oluyor.

patavatsızlığın zeka ile ilgisi olmadığından haberi ya yok ya da kılıf uyduruyorlar.
devamını gör...

jose mauro de vasconcelos'un kaleme aldığı şeker portakalı kitabı, okunması gereken olağanüstü kitaplardan biridir. herkese ve herşeye rağmen sevmeyi, beklenmedik yerde ve beklenmedik şekilde kurulan dostlukları anlatır. şeker portakalı birçok kişiyi etkilediği gibi benide çok etkilemiştir. ve ana fikrinden birisi ise "her çocuğun sevgiye ve ilgiye ihtiyacı olduğu" gerçeğidir.
ve bu kitap başka hiçbir kitabın dokunmayacağı kadar dokunur kalbinize...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kitap 5 yaşındaki zeze'nin acı dolu hikayesinden bahsediyor. çok fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen zeze çok yaramaz bir o kadar da zeki bir çocuktur. yaptığı yaramazlıklarından dolayı mahallede şeytan olarak anılmaktadır. sınıfının en zeki ve çalışkan öğrencisi olduğundan dolayı öğretmeni ve onu çok seven ablası zeze'nin şeytan olduğuna inanmamaktadır.
aslında yaramazlıkları yaşadığı yalnızlık duygusundan kaynaklanır. yüreğindeki yalnızlığı dindirmek için kendine hayali arkadaşlar yaratmıştır. bunlardan biri yarasa diğeri ise hiç kimsenin beğenmediği ama zeze'nin çok sevdiği şeker portakalıdır.
zeze bir süre sonra bir sokak sanatçısı ile tanışır ve onunla birlikte sokak sokak gezerek şarkı söyler ama söylediği şarkıların anlamını bilmez. birgün morali bozuk olan babasını mutlu etmek için sokak sanatçısı arkadaşından öğrendiği şarkıyı söyler babası şarkıyı duyunca zeze'yi döver ve onunla bir daha arkadaşlık etmemesine söyler. yaşanılan bu olayı duyan zeze'nin ablası gloria çok üzülmüş ve aile fertlerinin onu dövmesini yasaklamıştır.
babasından yediği dayaktan sonra intihar etmeyi düşünmüş ama dostu portuga sayesinde vazgeçmiştir. önceleri birbirlerine düşman olan zeze ve portuga sonraları arkadaş olurlar. dostu portuga kaza geçirip ölünceye kadar her şey çok güzel devam eder. tek sevgi gördüğü insanın ölümü zeze'yi derinden sarsar ve hasta olup yataklara düşmesine neden olmuştur. ne şeker portakalı nede yarasa zeze'yi , portuga ile geçirdiği güzel zamanı geri getirecektir.
zeze'nin yaşadığı acılar ve zorluklar onu hayata hazırlamıştır.


- acılarım kaç gün sürecek portuga ?
- 40 gün
- 40 gün sonra geçecek mi ?
- hayır, alışacaksın...
devamını gör...

türk televizyon tarihinin en önemli kahramanlarından biridir. tlc kanalında yayınlanan 90 days fiance ( evliliğe 90 gün) programının yıldızıdır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
program esnasında mürsel/ antalya yazan her saniye için balkona astığım bayraklarla üç milli maç çıkarabileceğimi düşünüyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bir yabancı dil tutkunu olarak mürsel’in ingilizceye hakimiyeti gözlerimi yaşartmakla kalmıyor, mesleğimi sorgulama da neden oluyor. çünkü türkiye’nin en turistik şehrinde ve muhtemelen biraz da olsa ingilizceye maruz kalmış birinin dil yetmezliğinden ölecek halde olması bütün ülkenin ayıbıdır.

mürsel türk insanını tlc ekranlarında temsil ederken ille de sarılmalı, dokunmalı, tokalaşmalı sevgi gösterileri ile misafirperverliğimizi yedi cihana göstermiştir. ki bu amerikalılar için çok da alışıldık bir şey olmasa gerek.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ablası ile yaptığı telefon konuşmasında sonra anna’yı bırakıp türkiye’ye dönen ve nasıl olduğunu kimsenin anlamadığı bir şekilde tekrar geri dönüp anna ile evlenen mürsel hiçbir şeyi ile değilse de samimiyeti ve iş bitiriciliğiyle ile artı puan toplamayı başarmıştır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

telefondaki sözlük yardımı ile anna ile iletişim kurmayı başardığını gördüğümüz antalyalı mürsel’in annayı nasıl tavladığı, hala devam etmekte olan evliliği nasıl yürüttüğü konusunda çeşitli dedikodular olsa da göğsümüzü kabarttığı gerçeği asla değişmeyecektir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

anna ve mürsel instagram’da ortak kullandıkları bir sayfa üzerinden bize kültür mozaiklerini sunmaya devam ediyorlar.
devamını gör...

islam ansiklopedisinde ilk şarabı üreten kişinin hz. nuh olduğu yazar. insanların gevşemesi ve gerginliğinin azaltılmasını amaçlayarak üretim yapmıştır yazılana göre.
devamını gör...

kişinin sağlık durumuna ilişkin negatif düşüncelerinin kişiyi olumsuz etkilemesi anlamına gelmektedir. kullanılacak olan ilacın yan etkileri olacağına inanan, kendilerine negatif telkinde bulunan kişilerde beklenmeyen yan etkilerin görülmesi ve beklenen yan etkilerin de normalden fazla görülmesi durumudur. placebo etkisinin olumsuzu olarak karşımıza çıkmaktadır.
devamını gör...

içinde bulunmadığım yazar grubudur.

aslında çok güzel bir aktivite örgü örmek hatta beynin de gelişmesini sağlıyormuş ve alzheimer hastalığına da engel oluyormuş diye biliyorum.

kim bilir belki bir gün.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hayatımda karşılaştığım ilk cadı bir kelt cadısıydı. o zamanlar ankarada öğrenciydim, avukatlık bir işim vardı sakarya caddesinde, baya eski, büyük bir bina vardı adını hatırlayamıyorum iş hanı gibi bir şeydi, ama öyle betonarme ve ruhsuz cansız kasvetli bir yapı inşaa etmişlerki daha içeri girer girmez insanı boğuyor. dışarısı baya canlı ve kalabalıkken binaya girince simülasyondan gerçek hayata geçmişsiniz gibi tuaf bir his uyandırıyordu. işin garip tarafı bende, ustalıkla, ciddiyetle yapılmış mimari yapıların ve el yapımı objelerin eskidikçe ve diğer insanların yaşantılarına şahit oldukça onların enerjisini biriktirip kendine yeni bir kişilik oluşturduklarına dair garip bir inançta var. öyle yapılarla ve objelerle karşılaşınca enerjilerini hissedebiliyorum. bu bina da uğursuz ve kötü bir enerji yayıyordu.

asansör ilk 3 kata çıkmıyordu sonraki katlara çalışıyordu sadece, tek başıma bindim ve 5. kata çıktım, ucuz yollu iş çözen bir avukat için şaşılacak bir yazıhane olmamalı diye düşündüm. asansörden çıkınca koridordaki temizlikçi veya çaycıdan birisine 49 nolu yazıhaneyi sormak istedim fakat ikiside aynı yöne doğru hızlıca gittikleri için yetişemedim. arkama baktığımda yönlendirici bir tablo gördüm koridorun solundan tekrar sola dönmem gerekiyordu. odayı buldum ve kapının dışındaki zile kısa aralıklarla iki defa bastım. yüzlerce yazıhane olmasına rağmen pek az insan vardı binada, boğuk sesler ve duvarlarda oynayan gölgeler dışında birine denk gelmek güçtü. herkes terkedilmiş metruk bir binada saklambaç oynuyor gibiydi.

kapıyı orta yaşlı bir teyze açtı, avukat beyle görüşeceğimi söyledim, içeri aldı beni, bekleme odasına geçtim, avukatın görüştüğü bir müvekkili varmış. binadaki atmosfere uygun bir şekilde, bekleme odasındaki her şey en az 20 yıllık belki daha eski şeylerdi. binanın iç kısmındaki havalandırma alanına bakan küçük bir pencere vardı odada, diğer yazıhanelerin pencerelerini görebiliyordum oturduğum yerden ama çoğuna perde çekilmiş yada hareketsizlerdi. sekreterin, beklerken bir şey içmek ister misiniz? sorusuyla irkildim,

-orta şekerli kahve mümkünse.

masadaki gazete ve dergilerden avukatın politik duruşu rahatça anlaşılabilirdi. içeriden zaman zaman kahkaha sesleri geliyordu. avukat müvekkiliyle iyi vakit geçiriyor gibiydi. umarım işi erken hallederimde çıkışta yağmura yakalanmam diye düşünüyordum. hava kapalıydı yanımda şemsiye yoktu kıyafetlerim mahvolurdu. birden zilin çaldığını duydum, uzunca ve tek sefer basıldı zile. sekreterin giydiği topukludan çıkan tak tak sesler kapıyı açmasıyla son buldu. ağlamaklı bir kadın sesi işittim avukat beyi soruyordu sekreter onuda içeri, bekleme odasına aldı. en az 1.80 boyunda beyaz tenli, siyah saçlarını topuz yapmış vatkalı uzun lacivert bir elbise giymiş ay tanrıçası gibi bir kadın. kahretsin ki bende venüstrafobi var güzel bir kadın görünce anlamsız bir şekilde tedirgin oluyorum. kadını görür görmez oturduğum yerde daha bi toparlanma ihtiyacı hissettim. bana bakıp nazikçe merhabalar dedikten sonra, kolundaki çantasını kucağına koyup karşımdaki koltuğa yerleşti. görgülü bir hanımefendi gibi bacaklarını birleştirip ikisini de yana doğru yatırarak oturup, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi.

güzel kadınlar beni çok rahatsız eder, aynı ortamda durmak bile işkence gibi gelir. kan basıncım yükselir, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem...sekreter, beklerken ikram olarak ne arzu ettiğini sordu. kadın, eğer varsa bir fincan karadut çayı, yoksa bir bardak su kafi, dedi. kapıdan girdiği sıra hariç, kadına tekrar bakmaya çekindim, göz göze gelmemek için dergilerden birini alıp karıştırmaya ve rahatlamaya çalıştım. aşırı güzel kadınlardan korktuğum kadar o ürkütücü güzelliğin cazibenin beni çekmesinede dayanamam, içimi kemiren bir merakla daha iyi görmek bakmak isterim. gizlice gayet doğal refleksleri taklit ederek, çok kısa bir anlığına tekrar kadını süzdüm. kocaman göğüsler ve gayet cüretkar bir degaje ortasında, ucunda haç olan bir kolyesi vardı. bu farklı bir haçtı katolik haçı yada malta haçı değil, bu ortasında küçük bir daire olan kelt haçıydı.

***********

ankara, keltlerin yani galatyalıların kurduğu bir şehir, belkide buranın en soylu ailelerindendir, gibi saçma bir düşünce geçti kafamdan, binlerce yıl sonra hala burda kalan keltler olabilir mi? kelt haçı paganların haçı olarakta bilinir, hristiyanlıktan çok iskandinav paganlarıyla ilişkili hatta mısırlıların ankh haçıyla çok benzer bir sembol. sıradan bir hristiyan neden kelt haçı taksın ki? bu dini bir sembolden çok paganik bir haç, hiç bir hristiyan mezhep bu haçı kullanmaz. belki de kullanır bilemiyordum. sekreter elinde tepsiyle içeri girdi ve herkesin dikkatinin dağıldığı bu anda kadına tekrar bir anlığına bakma şansım oldu.

-orta şekerli kahveniz.

-teşekkür ederim.

çayını alırken bir kaç defa daha baktım, dolgun bir yüzü, düzgün ve biçimli hatları var, neredeyse kusursuz diye içimden geçirdim. elimde oyalanıp durduğum dergiyi kahvemi içmek için kenara bıraktım. bu kadar güzel bir kadınla aynı odada kalmak beni çok geriyordu. ruhum sıkışıyor, bedenim eziliyordu sanki. rujunu kırmızının öyle bir tonundan seçmişki teniyle dudakları arasında, düşünmeden ölüme atlamak isteyeceğiniz derin bir uçurum varmış gibiydi.

-siz, ne kadar oldu bekleyeli?

kısa bir anlığına, hiç üzerime alınmadım benimle konuştuğu aklımın ucundan bile geçmedi. kiminle konuştuğuna şaşırdım hatta. biraz afalladıktan sonra,

-yoo, sizden bir kaç dakika önce geldim bende.

birden kafasını dış kapıya doğru çevirip, yüksek ve tehditkar bir ses tonuyla,

-pardon, burda sigara içebiliyor muyuz? diye seslenmesiyle sekreterin kapıya gelmesi çok sürmedi,

-tabi, size küllük getireyim.

sekreterin onayını aldıktan sonra bana dönüp,

-rahatsız olmazsınız değil mi?

-aslında bende kullanıyorum. dedim, şimdi beklediğim şey sigarasından bana da ikram etmesiydi sonuçta ortamın kontrolünü hak talep ederek ele geçirmişti. şimdi adalet dağıtması gereken kısım başlıyordu. yalandan hesabı ödemeye çalışan ama pekte hevesli olmayan tipler gibi ceplerimi yoklamaya başladım.

-buyrun, burdan için.

normalde başkasının uzattığı sigarayı reddederim ama bu kadar güzel bir kadının ikram ettiği sigarayı içmemeye kesinlikle karşı koyamazdım. ademin kendisine uzatılan yasak elmayı neden reddedemediğini o an büyük bir aydınlanma yaşıyormuşçasına idrak ettim. yinede tuaf bir şey vardı, sigaralar elle sarılmış ve bir tabakanın içindeydi. bir defa almak için uzanmış bulundum ne olursa olsun içecektim, üstelik içinde kenevir falan varsa pekte yabancı olduğum bir şey değildi.

-teşekkürler, sarma sigara mı bu? yinede sorguladım ama tamamen normal davranmak için kendimi zorladığım için sordum.

-evet, özel bir harman tütünü bazı bitkilerle aromalandırdım.

ne? tütünü neyle aromalandırabilir ki yaban mersini suyuna batırıp marine mi etti? inanılmaz zevkleri olan gizemli bir kadın.

-ne tür bitkiler? bu soruyu ancak sigaramı yakıyorken sorabilirdim, yakmadan sormak güvensizlik yaratırdı.

-atropa belladona ve pelin otuyla karıştırdım. pelin otu güzel bir tat bırakıyor, diğeride biraz gevşemeni sağlıyor.

-ilginç, daha önce hiç böyle bir karışım duymadım, dedim. sigaradan çektiğim ilk nefes biraz sertti farklı bir tadı vardı, sigaranın içinde başka bir şeyler olduğu kesindi. artık kadına daha rahat bakabiliyordum, degajesi öyle bir girdap yaratıp beni içine çekiyordu ki gözlerimin kaymasına engel olamıyordum. göğüslerinin arasındaki kelt haçına tutunup kendimi boğulmaktan kurtarıyordum her seferinde. kadınla iletişim kurdukça daha çok rahatsız olsamda kendimi alıkoyamıyordum. şu kelt haçını neden takmıştı acaba.

masada ki gazetenin tarihi gözüme takıldı 31 ekim, kenarda, üzerine korkutucu bir gülen surat kazınmış bal kabağı fotoğrafı duruyordu. 31 ekim, 1 kasım... bu gece samhain bayramı yani cadılar bayramı diye bildiğimiz aslında kelt halkına ait olan kutsal bir gün. kendiliğinden kaşlarım çatılmaya başladı. arkama yaslandım, sigaradan daha derin ve daha hızlı nefesler alıyordum, elimde olmadan zihnim bir şeyleri birleştirmek istiyordu...


**********

buraya ne için gelmiştim? kadın resmen aklımı başımdan aldı. hava kararmak üzere, avukat hala içerdeki müvekkili ile görüşüyor. bende burda venüstrafobi atakları geçiriyorum. çıplak gözle güneşe bakmaya ne kadar dayanabiliyorsam, bu kadına bakmaya da o kadarcık dayanabiliyordum. karbeyaz teninin ne kadar yumuşak ve pürüzsüz olabileceğini hayal ettim. yüzüne nispeten ayaklarına bakmaya cesaret edebiliyordum, bu havalarda çorapsız, bilekten sarmalı topuklu ayakkabı giyilir mi üstelik tertemiz, dış kapıya kadar arabayla gelmiş olmalı. sadece ayak bilekleri bile bir kadının güzelliğini tek başına anlatabilecek kadar bilgi verir insana. bilekten sarmalı topuklu, ayağı kitap gibi gösteren en hoş kadın ayakkabısı, kadın çok zevkli kıyafeti, çantası sigara içerken ki yüz ifadesi, jestler dumanı üfleyişi, o dumanın odanın içinde yayılıp soluduğum havayla ciğerlerime dolması, her şey fevkalade...

-öğrenci misiniz?

duyduğu sesle irkilip, uykudan uyanan bir çocuk gibi ayıldım daldığım yerden.

-evet öğreniyoruz. yani evet öğrenciyim.

öğreniyoruz mu dedim ben? ağzım mı gevşedi acaba, kendimi tuaf hissediyordum.

-hangi bölüm?

-türk ana halk dilimi bölü, nele oluyor konujamıogn. (öksürüp boğazımı temizlemeye çalışıyorum) kahvemden bir yudum aldım, dilim kütük gibi ağır, oynatamıyordum.

-ahhaahaa iyi misiniz?

bu sinsi gülüş, tam bir cadı kahkahası.

-ana veriğin sıgara işinde ne ardı?

öyle küçümseyici bakışlarla, bana bir kuklaymışım gibi bakıp gülümsüyordu.

-biraz atropa belladonna yağı ve pelin otu vardı sadece, hoşuna gitmedi mi?

atropa belladonna bella güzel donna kadın demek italyancada, ne yani güzel avrat otundan mı bahsediyor, bu tam cadı işi işte beni zehirledi mi şimdi?

-seeen irrr jadızınn.

ağzım yüzüm yamulmuş gibi hissediyordum çenemi dilimi dudağımı zorla kımıldatabiliyordum. daha önce güzelliğinden korktuğum kadının şimdide şerrinden korkmaya başladım psikoz geçirmeme ramak kalmıştı. tüm uzuvlarıma ağırlıklar çökmüş vucudumda bir karıncalanma başlamıştı kıpırdayamıyordum ve odadaki her şey büyüyordu. kadın bana sinsice baktı ve,


-beni farkedeceğini biliyordum bu yüzden seni seçtim.

-he sejmesi?

-auranı görebiliyorum, seni içeri girerken gördüm ve takip ettim, bu gece birini baştan çıkarmam lazımdı malum ritüeller, sende bunun için çok uygun görünüyordun. aahhhahhhaa.

-gkonyen, zeen ir helt jadısızın.

-ahhhaaahhhha yok artık bunu nasıl anladın, seni hafife almışım sanırım. söylemek istediğin başka bir şey varsa şimdi tam zamanı çünkü birazdan uçmaya başlayacaksın ve uyanınca benimle karşılaştığın için çok sevineceksin.

-zehnde aynı sıgaradn içjdin ama benib givi olmadın neden??

-ahhhahhhaa çok sevdim seni, bundan sonra yediğine içtiğine dikkat edersin...

bunu söylerken karadut çayı içtiği fincanı elinde sallıyordu cümlesini bitirip fincandaki son yudumuda içerken bana göz kırptı. karadut çayı pan zehir olmalıydı. tanrım dünyanın en güzel kadını karşımda ve ben çarpılmış gibi hissediyordum. cadı veya uzaylı daha önce bu levelde bir güzellik görmemiştim şiddeti giderek artan bir zarafet... onu istiyordum, yürekten istiyordum, her zerrem onu arzuluyormuşçasına dilim damağım kurumaya başladı. kilitlenen vucudum hafiflemeye başladı, kasıklarımda soğuk ve ferahltıcı bir esinti başladı, testislerimin içindeki 4 silindirli turbo motorun pistonları vızırvızır çalışmaya başladı. aletim, paladyum nikel karışımı tank zırhı delen kalibresi 1500 bir mermi gibi ateşlenmeye hazır hale geldi.

sertleştim, kilitlendim, öfkeliydim, şehvet doluydum, eğer bana verdiği zehirli bitki beni öldürmezse çok kötü bir trip yaşayacaktım. önce bakışım bulandı daha sonra renkler hiç olmadıkları kadar parlamaya başladılar. kafam kafatasımdan sızıyordu, istediğim her şeyi görebiliyordum, kadının bacaklarını hayal etmeye başladığımda elbisesi yok oluyordu. hemen göğüslerini görmek istedim kadın çırılçıplaktı, uzanmak istiyordum, bedenim koltuğa yapışık olduğu halde hayaletimin kadına doğru uzanmasını hissettim. bedenimden çıkabiliyordum kadın çıplaktı, göğüslerini tutmak için elimi uzatıp dokunduğumda parmağıma bir diken battığını hissettim, dokunduğum yerden yani göğsünden bir anda çiçekler yeşillenmeye başladı hızlıca büyüyen sarmaşık çiçeği kadının bütün vucudunu sardı ve daha sonra koltuktaki bedenimi de ayaklarından yakalayıp sarmaya başladı o sarmaşık.

yavaşça farklı bir şekilde nefes aldığımı hissettim hayalet gibiydim silüetim vardı ama cismim yoktu duvarlardan geçebilirdim. sarmaşık yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve tarifi imkansız bir huzur kaplamaya başladı içimi. her şey mavinin ve beyazın boşluğuna dönüşmeye başladı, her hangi bir zemine basmıyordum yerde yada havada değildim ama istediğim yöne süzülebiliyordum. var olmanın dayanılmaz hafifliği böyle bir şey olmalıydı galiba. zihnim giderek bulanıklaşmaya başladı sanki hep buradaymışım gibi hissetmeye başladım. gözlerimi kapatsamda görmeye devam ediyordum. artık başka bir şey olduğumu düşünmeye çalışırken tam orada film koptu ve gerisini hatırlayamıyorum malesef...

gözümü açtığımda acilde kolumda serumlaydım, hemşireyi yıllardır tanıyormuşum gibi o kadın nerde diye sordum hala bilincim yerinde değildi. daha sonra acil çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla avukatın sekreteri beni baygınlık sebebi ile hastahaneye getirmiş tam 4 saattir kendimde değilmişim.

bir daha o cadıyla hiç karşılaşmadım, beni bir kurban olarak seçmişti beni bir oyuncak gibi kullanmıştı, bir daha asla böyle bir şeye izin vermemek için cadılara karşı yöntemler geliştirmeye karar verdim.
devamını gör...


1932'de boston'da doğan sylvia plath, avusturya'lı bir anne ile alman bir babanın ilk çocuklarıdır. trajik yaşamı ve intiharıyla tanınan şair ve yazar olan sylvia plath, insanlar tarafından hüzünlü bir kadın yazar olarak bilinir. kendisini sırça fanus kitabıyla tanıdığımız yazar, depresyonu ve hayatını anlattığı otobiyografik romanıdır. aynı zamanda gizdökümcü şiirin önemli isimlerinden biridir.


babasını küçük yaşta kaybeden sylvia, duygusal olarak ağır bir çocukluk yaşar. bu yüzden annesine ve akrabalarına sarılır. ilk şiirini de babasını küçük yaşta kaybettiği için babasına olan nefretini 8 yaşında şiire yansıtır. bu hüzün dolu hayatı sadece babasıyla sınırlı kalmayacaktır. aynı zamanda annesi tarafından başarılı olması için çok çalıştırılmış ve kendisini derslerine adamıştır. bundan dolayı derslerinde çok başarılı bir öğrencidir. ama başarılı olmasına rağmen hayatında hiç mutlu olmamıştır. ta ki kocası ted hughes'la tanışana dek. onu çok sever ve hayatının onunla düzeleceğini düşünür. ama bunda da yanılır. çünkü kendisi gibi şair olan kocası da babası gibidir. yedi yıllık evlilik hayatlarında iki çocukları olur ve bu süre zarfında kocası onu birçok kez aldatır ve ihmal eder. ted hughes'la evlendiğinden beridir kendisi edebiyat alanında geriler ve yazmayı bırakır. hayatının aşkı ile evlendiğini zanneden plath, bir anda kendisini çocuklarına bakan bir ev hanımı ve kocasını bekleyen çaresiz bir eş olarak bulur. hughes'ın aldatmalarından ve ihanetlerinden bunalmış olan plath için bu ihanetler onun ölümüne yolculuk hazırlar. ikinci kattaki çocuklarının kurabiye ve sütlerini hazırlayıp, odalarına koyar. sonra odalarının kapısını kapatarak bantla iyice yapıştırır. aşağı inerek bir fırının gazını açıp kafasını içine sokar. böylece yıllardır düşündüğü intihar girişimi olumlu sonuçlanır. 30 yaşında gencecik hayatı son bulmuş olur.

hayatı tam trajik ve dram dolu olan plath, sırça fanusun içerisinde sıkışıp kalır. bir türlü çözüm bulamayan ve mutlu olamayan plath, bunun çözümünü intiharla bulmuş olur. aslında intihar edecekken bile çocuklarını düşünecek kadar iyi bir anne olan plath, bu ölümü hak etmemiştir.

14 yaşında yazdığı şiiri;


canım yanmaz sanmıştım

canım yanmaz sanmıştım;
kendimi acı geçirmez sanmıştım
bağışıklık kazandığımı ruhsal acıya
ya da ıstıraba

nisan güneşiyle ısınmıştı dünyam
yeşil ve altın renkleriyle pullanmıştı düşüncelerim
ruhum neşeyle doluydu yine de hissettim
yalnız neşenin zapt edebileceği
o keskin tatlı acıyı

daha yükseğe uçtu ruhum martılardan
durup bir nefes almadan çok yükseklere uçan
şimdi sürtüyorlar pırpır eden kanatlarını
gökyüzünün mavi çatısına

(insan kalbi çok narin olsa gerek –
atan bir nabız, titrek bir şey
kırılgan, kristalden bir enstrüman parıldayan
ya ancak ağlayabilen ya da şarkı söyleyebilen)

sonra, ansızın griye döndü kalbim
ve karanlık neşemi alıp götürdü
mat ve ağrılı bir boşluk kaldı geriye
dikkatsiz ellerin yok etmek için uzandığı

benim gümüşten mutluluk ağım
hayretle duraksadı o eller
beni sevdiğinden
gök kubbemin enkazını görebilmek için döktü gözyaşlarını

(insan kalbi çok narin olsa gerek –
atan bir nabız, titrek bir şey
kırılgan, kristalden bir enstrüman parıldayan
ya ancak ağlayabilen ya da şarkı söyleyebilen)


bu güzel gülüş şimdi bir ölü...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

arkadaş bile olunmaması gereken erkektir.
devamını gör...

boş dinleyici olarak katılma opsiyonu varsa gelinir dediğim toplantı.
devamını gör...

her ortamda sürekli kendini övenler. bir bitmediniz.
devamını gör...

cennet mahallesi yunus'un ailesidir.
devamını gör...

queen'in en piyasa, en bilindik, en catchy şarkılarından biri.

devamını gör...

sabah sabah aydınlanmama neden olan yanlış anladığım bir şarkı sözü bırakacağım şimdi buraya.
sezen aksu'nun firuze şarkısında;
"üzüm buğusu gibisin sen firuze"
olarak geçen kısmını "hüzün buğusu gibisin sen firuze" diye anlar "vay be ne kadar güzel bir tabir "hüzün buğusu" derdim.
meğerse öyle değilmiş, şu an neden böyle şok oldum bilmiyorum ama üzüm buğusuymuş!
youtube.com/watch?v=3vntvj7dgxg
devamını gör...

"şiii, alsana lan beni kucağına!"

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

(bkz: review article)
yazar, belirli konuyu alt başlıklarına ayrıştırıp, o alt başlıklarına dair bugüne değin yapılan tüm incelemeleri gözden geçirip derler. ayrıca, bugünden itibaren hangi yönde araştırmalar yapılması gerektiğine dair analizler ortaya konulmalı, böylece derleme makalesi tamamlanmış olur. çok emek ve süre gerektirdiği aşikar.
devamını gör...

taliban'dan kaçamayan annelerin son çare olarak bebeklerini dikenli teller üzerinden yabancı ülkelerin askerlerine vermesidir.

ingiliz savunma bakanı ben wallace ise refakatsiz çocukların ülke dışındaki uçuşlara yüklenmeyeceğini söyleyerek, insanları bebeklerini havaalanı yerleşkesindeki ingiliz birliklerine vermemeye çağırdı.

görüntüler içimi acıttı.. bari o bebeklerin hayatları kurtulabilse..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
buradan
devamını gör...

lunaparka gittim. o kadar özlemişim ki anlatamam. ışıklar içimi aydınlattı desem yeridir. uzun zamandır böyle gülümsememiştim. yanaklarım acıdı.
devamını gör...

küçükken sünnet olmaya ikna eden en büyük sebeptir. takılan altınlardan ya da paradan bir miktarıyla sünnet çocuğuna atari alınırdı. eee tabii eskiden playstation yoktu. tüplü televizyonun anten girişine bağlayarak oyunlar oynardık. televizyon ısındı diye de ebevyenler elimizden alırdı zorla, hatta saklarlardı. en çok oynanan oyunlar ise super mario, soccer diye bir futbol oyunu(iki kişi oynayabilirdik), ördek vurmaca falan. ördekleri de atarinin tabancası vardı ekrana nişan alarak vururduk. ne güzel günlermiş be. şimdi playstation 5'iniz de olsa o tadı alamazsınız.
devamını gör...

ingiltere hristiyan olamadan önce, pagan inancının merkeziydi avalon. kral arthur efsanesinde geçen büyücü merlin'in yaşadığı yer aynı zamanda.

unutmadan, bir de çok tuhaf bir sigur ros şarkıdır.
avalon!
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim